Yeni Üyelik
20.
Bölüm
@rarbezrh

 

 

20. Ateş

 

Barış Akarsu|Islak ıslak

 

önceki bölümden

 

"Sazende Şazi ile Zifos Zihni zaman zaman sizin sokağın sağ köşesinde sinsi sinsi fiskoslaşarak sizi zibidi Suzi’ye sonsuz ve sorumsuz bir hayasızlıkla ikide bir şikayet ederler." Dedim bir çırpıda.

 

Kaşları çatıldı ama bir şeyler anladı. "Ben bir şeyler anlıyorum ama,"

 

"Parkta o tekerlemeleri söyleyen küçük kız benim."

 

🌘

 

Sen bir yıldızsın, zifirin bile örtemediği.

 

Çocukluk.

 

Çocukluğum.

 

Kaderim, sebebim.

 

Bazen bir tesadüf, bazen sahiden.

 

Aslında hiçbir karşılaşma tesadüf değildir.

 

Çünkü kalpler çoktan birbirine kavuşmuştur.

 

Kalp atışlarım tıpkı çocukluğumda sıraya girdiğim o dönen salıncakta bekleyiş ânımdaki gibi telaşlıydı. Sanki yüreğim artık yerini beğenmez olmuş ve rotasını değiştirmek istiyor gibiydi. Aslında korktum yerinden çıkıp gidecek diye, sonra düşündüm ve bu saçma düşünceye son verdim.

 

Çünkü gideceği yer yine oydu.

 

"Tekerlemeler kadar karışık olmayan hayatımızda karşılaşırken, şimdi o karmakarışık dünyanın asıl yaşandığı yerdeyiz fakat yine karşımdasın."

 

Tekerlemeler karışık, söylenmesi zor ve çoğunlukla uzun olurdu. Ama ben onu kısa geçen o ömürde bulmuştum. İp yumağı misali karmaşık hayatta karşılaşabilmiştik.

 

Sözleri beni daldığım o küçüklüğümden çıkarırken gözlerim bir an küçük halini görür gibi oldu. Yaşadığımız o kısa anılar bir bir gözlerimin önüne serilmeye başladığında dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Onun gözleri... En çok gözlerini ezberlemiştim. Sahi onu mekanda ilk gördüğümde de gözlerine tutulmuştum.

 

Kahve ama siyah kadar içine çeken gözleri.

 

"Güçlü kollarından anlamam lazımdı." Derken kıkırdadım. Fakat içimde buruk bir tebessüm vardı. Belki de özlem öyle ağır basmıştı ki bu da dudaklarıma yansımıştı. Dudaklarım diyordum, yüreğim değil. Çünkü yüreğimde o özlem hep varmıştı.

 

"Kokundan," Dedi birden. O an derin bir nefesi içine çekti. Dayanamadı sanki ve dudaklarını açıkta kalan gerdanıma bastırdı. "Nasıl anlamadım."

 

Zaman da aslında vakti geldiğinde ortaya çıkardı. Kadere hangi saat yazılmışsa o saatte yaşayacağımızı yaşardık. Ne bir saniye önce ne de bir saniye sonra. Geçmişin üzerinden çok yıl geçse de şimdi karşımda çocukken oynadığım o çocuk vardı.

 

Dimdik bedeniyle göz kamaştıran o çocuk meğerse koca adam olmuştu.

 

"Asker olmuşsun." Dedim dolu dolu. Sonra gülümsemeye devam ettim. "Tıpkı baban gibi."

 

Küçükken ne çok anlatırdı babasını ve onun gibi askerleri. Büyünce tıpkı onlar gibi olacağından bahsederdi ve olmuştu. Ona hayran olacağım, üniformasının üzerinde güçlü duran bu adama sevgimi vermiştim. Daha açık olmak gerekirse bütün duygularımı. Kalpte de bütün duygular olmaz mıydı? Ben ona kalbimi vermiştim.

 

"Yavrum sen böyle konuşursan ben dayanamam." Dediğinde ne söyleyip söylediğimi tarttım. Bir şey söylememiştim aslında ama o neden yükselme gereği duymuştu anlamamıştım.

 

Peki ben ne dedim?

 

"Senin bu dayanamaman ne zaman bitecek acaba?"

 

Ağzıma tüküreyim aynen böyle dedim.

 

Gülecek gibi oldu fakat kendini tuttu. Bense kızarıp bozulacak duruma geldim ama kendime moral vermeye çalıştım. Tabi sövmelerimden övmelerim gözükmedi.

 

"Hiç bitmeyecek. Ne hasretim ne de sevgim."

 

O böyleydi işte. Her zaman kalbimi eritmeye başaracak şeyler söylemeyi beceriyordu. Hâl böyle olunca da gülümsemeden duramıyordum. Daha demin karşılıklı otururken şimdi onun karşısında oturuyordum. Sanki görünmez bir bağ bizi sürekli ikimizin yanına çekiyordu.

 

Bitmesin istedim. Ne bu hasret ne de sevgi.

 

"Eğer bir gün beni sevmeyi bırakırsan," devamını getirmeme bile izin vermeden engelleyen ellerinin varlığına çatılan kaşları da eklendi. Öyle sert baktı ki, ürperdim. İşte o an kelimelere bile tahammülü olmadığını anladım. Bırak yaşamayı...

 

"Mezara kadar diyeceğim ama değil. Rabbim nereye kadar yaşam derse oraya kadar sürer bu sevda."

 

Aşk değil, sevda.

 

Nefesimiz kesilene kadar seveceğim demek miydi?

 

Evet. 

 

Daha fazla konuşmak yerine kokusunu iyice içime çektim ve sessiz kaldım. Fakat o susmadı. Ki sussun da istemedim. "Yavrum benim." Dedi durduk yere. Gülümseyen dudaklarım yine tebessümü bırakmadı.

 

"Efendim?" dedim cevap verme gereği duyarak. O aslında soru soramamıştı ama ben atılmıştım.

 

"Uyuyalım mı artık?"

 

Evet, beklenen o soru gelmişti. Atalay'ın aslında çoktan yatağa geçip dinlenmesi gerekiyordu. Fakat onun bu yaralarına rağmen bu kadar dik durması tuhafıma gidiyordu. Dizilerdeki gibi uzun süre hastanede yaşaması gerekmiyor muydu? Gerçek hayat nasıl bir yerdi? O ne kadar çok yara almıştı ki artık normal karşılıyordu?

 

Aklımda belki de yüzlerce soru vardı. Cevapsız sorular...

 

"Uyuyalım." Dediğimde vakti gelmiş gibi ellerimle dudaklarımı kapatarak esnedim.

 

"Ben farklı bir odada yatayım." Kısık çıkan sesim kimsenin duymaması için böyle naifti.

 

"Hayır dedim."

 

"Kesinlikle olmaz. Ailen burdayken uygun olmaz." Kaşları hemen çatılıverdi. Buna da bir şey söylemeye gelmiyordu.

 

"Ayrı uyuyamayacağımı biliyorsun." Derin bir nefes aldı, titredi sanki. Dudaklarını alnıma değdirdi. "Bırak da haftalardır uyuyamadığımız uykuyu alayım, kollarında."

 

"Olmaz ama," lafımı devam ettirmeme izin vermedi.

 

"Ne olur?" dediğinde çıkan ses tonu beni allak bullak etti. Dayanamıyordum, yalvarmasın istiyordum çünkü o öyle bir adam değildi. Güçlü bedeni aşağıya eğilsin istemiyordum. Böyle olunca da inadım son buluyordu.

 

"Peki. Ama sabah erkenden kalkıp başka odaya geçeceğim." Nasıl olacaksa o iş, bir şekilde olacaktı. Onun yanındayken hiç kalkmak istemiyordum. Fakat ailesine yakalanmak da en son isteyeceğim şeydi.

 

"Hı hı." şeklinde mırıldandığında nevresmin örtüsünü o çekmeden ben tuttum ve içine girmesine yardım ettim. Başını yastığa yaslamadan önce gözlerime takılanla gözlerim büyüdü.

 

"Kanamış." sesim o kadar korku doluydu ki bu ses tonum karşısında hızla gözleri gözlerimi buldu. Daha sonra gözlerimle baktığım yere bakışları kaydığında sesli bir soluk verdi.

 

"Küçük bir şey, abartılacak gibi değil."

 

Kanıyor mu kanıyordu.

 

"Küçükmüş!" Dedim sinirlenerek. "Sargıya geçmiş ama." Derken çoktan yerimden doğrulmuştum.

 

"Banyoda sağ taraftaki rafta küçük bir çanta var." Dediğinde çok bunu istemese de benim içimin rahat etmeyeceğini bildiği için direkt yerini söylemişti. Beklemeden odadan banyoya girdim ve dediği çantayı alarak geri döndüm. O ise doğrulmuş yatağın ucuna kadar gelmişti.

 

Üzerindeki tişörtü hafifçe yukarı doğru kaldırdığı kolları sayesinde çıkarırken, doktorun söylediği şekilde kanayan yere uygulanması gereken işlemi yapmıştım. Canı acıyor mu diye sürekli gözlerim yüzüne bakarken onun gözlerinin her baktığımda bende olduğunu gördüm. Yüzü bir gram dahi değişmiyordu.

 

Gerçekten canı yanmıyor muydu?

 

Sargı bezini göğsüne sarmaya başladığımda sıcak nefesim yüzüne çarpıyor, hissediyordum. Sargıyı arkadan geçirmek için yüzüne doğru eğilmem, o kokusunu derince içime çekmeme neden oluyordu. O kaç gündür dağ başında ya da bilmiyorum neredeydi. İşte oralarda yıkanma imkanı bile olmazken hâlâ nasıl güzel kokmayı beceriyordu.

 

Toprak kokuyordu benim sevgilim.

Fakat toprağa ait olsun istemedim, onu içine çeker ve yalnız kalırsam nasıl eskisi gibi toprağı benimserdim. İstemiyordum desem bencil bir kadın mı olmuş olurdum?

 

Malzemeleri çantaya geri koyarken onun üşümemesi için tişörtünü geri giydirdim. Burası Muğla Firuze! Banyoya çantayı bıraktıktan sonra ellerimi yıkayıp duruladım. Yanına geri döndüğümde aynı şekilde beni beklerken buldum. Usul usul adımlayarak yatağın boş olan kısmına uzandığımda o da harekete geçmişti.

 

"Kolunun altına yastık koyalım, yüksekte kalsın." Dediğimde yapacağım şeyi haber veriyor gibiydim. Aklıma yeni geldiği için ayağa tekrardan kalktım ve dolaptan yastık alıp kolunun altına koydum.

 

"Yavrum böyle nasıl yanaşacağım sana?" dediğinde gözlerimi belerterek baktım.

 

"Yaralısın be adam, azıcık sabretsen."

 

Demesi kolaydı. Ama kendime sorsam nasıl yanıp tutuşuyordum. Kalbim ona yanaşmak için gün sayıyordu. Evet, yanındayım ama onun kalbinin içine de girsem yine de yakın olamamış gibi hissediyordum. Sanırım yetinememek buydu.

 

"İyi bari varlığını hissediyorum." Dediğinde ses tonu trip atar gibiydi. Pek hoşnut olmayan sesi karşısında gülümsedim. Başımın altına elimi yaslayarak onu izlemeye başladığımda onun başı yastığa yaslı tavana bakıyordu.

 

"Şuan istediğim tek şey kendini toparlaman."

 

"Emin ol benim de." Dediğinde ikimizin de sebebinin aslında farklı olduğunu biliyordum.

 

"Uyu bakalım koca adam, ben yanındayım."

 

Dudak kıvrımları yükseldi. Yan profilinden dudağının yanındaki çizgileri görebildim. Sonra gözleri kapandı. Çok yorgun olduğunu biliyordum. Belli etmemeye çalışa da ağır bir ameliyat atlatmıştı. Bana karşı ameliyata girmemiş gibi davranıyordu. Daha doğrusu herkese.

 

Şimdi sessizlikle baş başa kaldığımda düşünceler beni boğan tek şey haline geldi. Bir süre onu izledim. Sanki yıllardır görmüyormuşum gibi. İç çektim, gözleri kapalı olsa bile ezberlediğim gözlerine iç çektim. Kokusu hafiften esen rüzgar gibi ara sıra burnuma dolaşıyordu.

 

Özlediğim kokusu...

 

Uzunca bir süre öyle bakmaya devam ettiğimde saatler geçti fakat uyku tutmadı. İçimde bir sıkıntı vardı. Arkadaşının Atalay'ın haberini vermesinden beri aynı sıkıntı kalbimi sıkıştırıyordu. Bu sıkıntı büyümeye başladığında hava almak ve biraz da olsa boğazımdaki kuruluğu geçirmek için su içmeye indim. Pencereye doğru dönerek sandalyeye oturdum ve açık olan pencereden gelen havayı soludum.

 

Daldığım yerden ayıran şey bir kadın sesiydi. Aynı zamanda omzuma dokunan parmaklarla irkildim. Atalay'ın annesi gelmişti.

 

"Sen de benim gibi su içmeye mi indin kızım?" Sonra hareket ettiğini işittim. Dursakayarak derin bir nefes aldı. "Dur, sen ağlıyor musun?"

 

Ağlıyor muydum?

 

Gözlerimin altındaki ıslaklığı sözleriyle birlikte hissederken parmaklarım o yaşları silmek için hareketlendi.

 

"Ağladığının bile farkında olamayacak kadar ne üzdü seni böyle yavrum?" dediğinde onun bu anneci tavrı karşısında tutmakta olduğum o hıçkırığı koyverdim. Bütün o kendimi tutamalarım şimdi kaybolup gitti. Atalay'a belli etmemek için takındığım o güçlü tavır silindi.

 

Bu halimi gören Sevgi teyze kollarını beni teselli etmek için açtı ve bedenimi sardı. İçimi dökmek ister gibi "Onu kaybetmekten korktum." dediğimde sesli bir soluk verdi. Ağladım. Kollarının arasında ağladım.

 

"Asker adam yaralanır, hatta birçok yerinde o yaraları görürsün. Parmakları silah tutmaktan içine göçer, yeri gelir yüreği pas tutar. Ama her zaman dik dururlar, bazen onları duygusuz sanacak kadar soğuk, buz keserler. Sahi, vatan aşkıyla ölüp biten asker, duygusuz olur mu hiç? Olmaz ki."

 

"Günü belli olmaz, yaşadığı nefes belli olmaz."

 

Yaşadığı nefes belli olmaz.

 

Kimin belliydi ki. Ölüm her an kapımızdaydı. Ne bir saniye önce ne de bir saniye sonra.

 

"Ama sevda başa gelince, dertler deva olur."

 

Sevda başa gelince.

 

Kilit nokta belki de buydu. Sevda. Sevda başa gelince bazı şeyler geriye itiliyordu. Sevgi bazen her şeyin önüne geçiyordu. Bir tek gururun, bir tek onun önüne geçmemeliydi.

 

"Bize hep deva olur mu?" Masumca sorum onu gülümsetti. Görmedim ama hissedebildim. Saçlarımın üzerinde ellerinin varlığını hissettiğimde bütün sırtımdaki yük sanki silinmiş gibi oldu. Sıcacıktı elleri, yuva gibi kokuyordu. Kokusu bir anne misali.

 

"Hep olmaz annecim, bazen yorgun düşersiniz. Bazense yorgunluk nedir bilmezsiniz. Düşersiniz ama ayağa kalkarsınız."

 

Annecim.

 

"O güçlü. Ben yorgun düşeyim ama o düşmesin."

 

Saçındaki elleri hareketlendi ve yüz yüze geldik. Islak gözlerimle ona bakmaya başlarken onun gözlerinin de etrafında yaşlar olduğunu gördüm. Şaşırmadım aslında. Biz kadınlar duyguluyduk. Hem de konu sevgi olduğunda narin bir kediye dönüşürdük.

 

"O duygusunu dışarıya pek belli etmez. Zaten tanımışsındır. Sevdiklerine karşı farklı, diğer insanlara göre farklıdır. Bazen asabidir ama sevdiklerine asla zarar vermez. Çok sever, kalbi başkadır onu."

 

Sonra gülümsedi. "Baksana, seni sevmese ailesinin karşısına çıkarmazdı."

 

Bütün gözyaşlarıma inat gülümsedim. Bu sözleri başkasından duymak hoşuma gitti. Onun beni sevdiğinden tekrardan emin olmak güzel hissettiriyordu. Yaşlarımı usulca silerken derin ve titrek bir soluk aldım.

 

"Hadi git ve uyu güzel kızım."

 

Sanki bunu beklemiş gibiydim. "Teşekkür ederim. Beni hiç tanımadan bile anladığınız için."

 

Omzumu sıvazladı. "Seni anlamam için gözlerine bakmam yeterli oldu. Zamanımız varsa eğer tanımak elbet isterim."

 

Ne güzel kadındı. Düşünceli ve anlayışlı insanlar gördüğümde bir çocuk gibi seviniyordum. Sevgi Teyze de bu iki şeyi epeyce gösteriyordu.

 

"İyi uykular o zaman."

 

"İyi uykular yavrum."

 

Son kez gülümsedim ve hızlı adımlarla odaya geri döndüm. Kapıyı ardımdan kapattığımda kendi tarafıma doğru ilerleyeceğim vakitte onun sesini duydum. Mırıldanıyordu. Ne söylediğini anlamasam da korku bedenimde boy gösterdi. Hemen baş ucu lambasını yakarak yanına yaklaştığımda alnında biriken terleri gördüm. Bir bebeğin havale geçirmesi kadar telaşlandım. Yoksa o da mı havale geçiriyordu? Ya da kabus mu görüyordu?

 

Aklıma yerleşen bin bir türlü soruya karşı gelerek titrek sesimle mırıldandım. "Atalay?"

 

Dokunmam onu korkutabilir diye alnına doğru nefesimi üflemeye başladım. "Benim sevdiğim, buradayım."

 

Derince yutkundu. Başı bir sağa bir sola hareket etmeye devam ederken yine mırıldandı ve bu sefer ne dediğini anladım. "Kemal."

 

Kemal kimdi bilmiyorum ama onda hiç iyi bir izlenim bırakmadığını anlayabilmiştim. Asker arkadaşı mıydı? Şehit mi düşmüştü? O yüzden mi rüyasındaydı?

 

"Benim Firuze. Hani gül dudaklı olan. Tanıdın mı beni? Ben buradayım. Sen de buradasın, hadi uyan sevdiğim."

 

Gözlerimden ne ara dolduğunu anlayamadığım yaşlarım yüzüne damladığında irkildi. Kirpikleri kıpraştı ve kısıkça açıldığında göz göze geldik. İyi değildi ama gözlerine bakmam bana iyi hissettirmişti. Dudaklarını araladı ve uzun süredir şu içmemiş gibi boğuk sesiyle konuştu.

 

"Firuze'm."

 

Firuze'm.

 

Hep senin.

 

"Evet koca adam, benim." Dediğimde ateşine bakmak için alnına dokundum ve gerçekten de ateşinin çıktığını anladım. Yaralarına su değeceği için banyo yaptıramazdım. O yüzden kaba ılık su ayarlamam gerekiyordu.

 

"Geliyorum sevgilim, gözlerini kapama tamamı mı?"

 

"Gitme!"

 

Senden nasıl gidilir bilmiyorum.

 

"Hemen geleceğim." Dediğimde tekrardan itiraz etmesine müsaade etmeden yanından sıyrıldım ve mutfaktan bir kap buldum. İçini sıcak suyla doldurmamın ardından yanına geri dönerek yatağa oturdum. Komodinin üzerine kabı koymuştum. Şimdi üzerini çıkarmam gerekiyordu ama o çok fazla ayık halde değil gibiydi. Biraz zorlanacak gibiydim ama olsun dedim içimden.

 

Onun zorluğu bana ağır gelmez.

 

"Hadi biraz doğrulalım ve üzerimdekileri çıkaralım olur mu?" dediğimde ellerimle sırtından destek vererek doğrulmasını sağladım. İlk önce tişörtünü çıkarıp kenarı koydum. Yaraları kanamamıştı. Şükür.

 

"Kaldır poponu." Dediğimde hiçbir şey söylemedi. Susmaya devam ediyordu. Ayık değildir diye düşündüm ama merak ettiğim için de başımı yüzüne doğru kaldırdım. Kısık gözlerle bana bakıyordu. Dediğimi yaptığında alt pijamasını da çıkarmış sadece baksırıyla kalmasını sağlamıştım.

 

Kıyafetleri kenarı koydum. Sıktığım bezi teninde gezdirmeye başladığımda amacım biraz da olsa o sıcaklığı azaltmaktı. Bildiğime göre doğru muydu bilmiyorum ama deniyordum. Umarım yanlış bir şey yapmıyorumdur.

 

"Sen yanımdayken bu ateş dinmez."

 

Hı? O ayık mıydı? Aklı bambaşka yerlere kaydığına göre ayıktı.

 

"Şu halde bile mi?" dediğimde az daha gözlerimi devirecektim.

 

"Ne varmış halimde?"

 

Gülümsedim. "İki kurşun yarası, bir ateşlenme. Ne vereyim abime başka?"

 

Kaşları bir anda çatılıverdi. "Ne abisi yavrum?" dediğinde utanmasam anıra anıra gülecektim. Ailesi olmasa vallahi gülerdim.

 

"Of Atalay."

 

"Hele hele bak, hasta adama abi falan diyor. Kim olduğumu mu unuttun yavrum?"

 

Dudaklarımı dişlerimin arasına kıstırdım. Bu arada bezi hem sıkıyor hem tenine değdiriyorudum. "Kimsiniz beyefendi, tanıyamadım sizi?" dedim şakasına.

 

"Demek kimsiniz!" Dediğinde bir anda dudaklarının arasından bir ses çıktı ama anlayamadım. Bir anda beni üzerine doğru çektiğinde şaştım kaldım.

 

"Hassiktir."

 

Telaşlandım. "Yaran acıdı değil mi? Vallahi bile bile lades oynuyorsun."

 

"Gitme kal böyle." Dediğinde kasıklarının üzerinde oturmaya devam ettim.

 

Elimdeki bez boşa duracağına teninde bezi gezdirmeye devam ederken uzanmak için omuzlarına doğru eğilme durumunda kalıyordum. Tekrardan inlediğini duyduğumda gözlerini de kapatmıştı.

 

"Ne oluyor ya?" dedim anlamadığım için.

 

"Tam da o noktada oturman hiç de iyi bir fikir değilmiş." dediğinde bir süre yüzüne bön bön baktım. Daha sonra aklıma yerleşen o düşünce beni ayılttı ve gözlerimi kaçırmama neden oldu.

 

"Sen çektin, kalkayım o zaman ben." Dediğimde sesim mırın kırındı. Tam da onun hoşuna gidecek bir ses tonuydu.

 

"Uyu yavrum sen, hiç uyumamış gibisin. Gözlerin de şişmiş." Öyle bir konudan bambaşka bir konuya geçiş yaptigi için içimden teşekkür ettim.

 

Sözlerine bir cevap vermezken ateşine baktım ve düştüğünü gördüm. İçim hiç olmadığı kadar rahatlamıştı. Bedeninin daha da yorgun düşmemesi için üzerinden kalktım ve suyu da alarak banyoya geri döndüm. Yarın hallederim diyerek kabı orada bıraktım ve sadece ellerimi yıkayarak odadan çıktım. Yatağa girdiğimde hafifçe üzerini örttüm.

 

"Üzerini tamamen örtme."

 

Yaralı olmayan ellerini alnına götürerek izci selamı yaptı. "Hanım ne derse."

 

... 

 

"Bak burada da Atalay'ın sünnet fotoğrafları var. Tabi evimizde bundan büyük bir albüm var da ben yine de fotoğrafı telefonuma attırdım."

 

Sabah erkenden ailesine yakalanmamak için erkenden uyanmıştım. Atalay ise hâlâ uyumaya devam etmişti. Ben aşağıya indiğimde hava güzel olduğu için bahçeye çıkmıştım. Çıktığımda karşılaştığım kişi Sevgi teyze olmuştu. Çimenlerin üzerine doğru oturmuştu. O yüzden hiç çekinmeden yanına sessizce oturmuş ve derin bir sohbetin başlangıcını bilmeden dudaklarımı aralamıştım.

 

Şimdi ise konumuz ta Atalay'ın çocukluğuna kadar gelmişti. Bütün geçmişini neredeyse öğrenmek üzereydim. Fotoğraflarının çok olduğunu anlatışından bile anlamıştım. Sevgi teyzenin bahsettiği albümleri çok merak ediyor, ayrıca görmek istiyordum.

 

"Ya, çok masum çıkmış diyecektim ama burada da kaşları çatıkmış."

 

Sevgi teyze gülümsedi. "O zamanlar kendini asker sanıyordu. Neymiş asker adam herkesin içinde öyle sırıtmazmış."

 

Kaşlarım havaya kalktı. "Korkut Amca da çok ciddi birisine benzemiyor, siz de öyle değilsiniz. Böyle davranması gerektiğini neye göre karar verdi acaba?"

 

"Bilmiyorum ki kızım. Dediğin gibi ikimiz de öyle sert bir mizaca sahip değiliz. Ama çocuk aklı böyle bir insan olmayı uygun görmüş. Biz ne kadar söylesek de o dediğim dedik öttüğüm düdüktü."

 

Dediğim dedik öttüğüm düdüktü lafı ne kadar da ona uygun bir laftı.

 

"Evet şuanda öyle."

 

Sevgi teyze de bunu çok iyi bildiği için sırıttı. "İşte öyle kızım, sana bunu anlattığımı duysa tripten tribe girer."

 

"Vallahi girer." Dedim kahkahayla.

 

"Ben bir şeyler hazırlamaya gideyim yavrum." Dediğinde başımı hızla onayladım.

 

"Birlikte hazırlayalım ben de geleyim."

 

"Sen bilirsin kızım." Bu sözlerinin ardından çimenlerin üzerinden kalkmış ve mutfağa doğru yol almıştık. İçeriye girdiğimizde bana ilk sorduğum soru ne seversin kızım? olmuştu.

 

Ben fark etmediğini söylesem de o ısrar etmiş sevdiğim o şeyi öğrenmişti. Pişi severdim ben. Sabah sabah o pişi yapmaya girişirken ben de bu sırada patatesleri doğramış ardından menemen için domatesleri girişmiştim. O da zaten çoktan hamuru yoğurmuş ve çoktan kesmişti. Yemekler aygazın üzerinde pişmeye devam ederken bu sırada da masayı bahçeye hazırlama kararı almıştık. Hava da günün ilk saatleri olmasına rağmen sıcaktı.

 

İşim bittiğinde ben Atalay'ı kaldırmaya, Sevgi teyze ise oğlunu ve eşini kaldırmaya yukarı kata çıkmıştı. Odaya girdiğimde onu aynı şekilde uyurken gördüm. Saten farklı şekilde göremedim çünkü yarası gereği yatacağı pozisyon çok fazla değildi.

 

Ufak adımlarla yanına ulaşırken usulca alnına dokundum. Gece boyunca uyuyamamış hep onu kontrol etmiştim. Bu yüzden gözlerimden uyku aksa da yine de dinçtim. Alnına değen ellerimle kirpikleri kımdadığında kahve gözleriyle göz göze geldim. Yeni uyandığı için kısık bakıyordu.

"Günaydın." Dedim enerjik sesimle. Yutkunduğunda ellerimle yüzünü okşadım.

 

"Günaydın da sen ne ara kalktın?"

 

Neredeyse uyuyamadım ki sevgilim.

 

"Oldu bayağı. Kahvaltı hazır, o yüzden kaldırdım seni." Dediğimde yerinden doğrulmaya çalıştı ve yardımımla bunu başardık. Dün ateşi olduğu için üzerinde kıyafet yoktu, bu yüzden rahat etsin diye şort ve tişört çıkardım. Üzerini giydirmeye ardından elini yüzünü yıkamış ve işimizi halletmiştik.

 

"Annenle birlikte hazırladık kahvaltıyı." Dediğimde bakışlarımı bana doğru döndü. Yaralı olmayan kolundan tutmuş beraber bahçeye doğru yürümeye başlamıştık.

 

"Ya, ne ara yaptınız bu kadar şeyi?" diye sorduğunda bakışları masasının üzerindeydi.

 

"Vallahi konuşurken ben de anlamadım."

 

Bir anda bana döndü ve imalı imalı baktı. "Ne konuştunuz sormaya korkuyorum." Dediğinde kıkır kıkır güldüm.

 

"Seni." Dedim son harfimi uzatarak. Keyfim öğrendiklerimden dolayı epey yerindeydi. Bu yüzden demeyin keyfime modundaydım.

 

"Onu anladım da ne konuştunuz?"

 

"Seninle ilgili şeyleri." Dedim onu sinir etmek için ve başardım da. La havle çektiğinde sabah sabah neşem iyice arttı. Çoktan masaya vardığımızda herkes sandalyelere yerleşmişti bile. İkimiz de aynı anda günaydın dediğimizde çok geçmeden karşılığını da almıştık.

 

Atalay'ın tabağına bir sürü şey koyarken aynı zamanda da dudaklarımı araladım. "Yiyebilirsin değil mi?"

 

Yiyeceğini biliyordum. Hastaneden geldiğimizde ona yemek hazırladığımda yemişti. Aslında o kendini rahatsız hissetmesin diye böyle şeyler sormak istemiyordum ama şimdi de kendimi tutamamıştım.

 

"Yerim." Kısa cevabıyla onu onaylamış kendi yemeğime yönelmiştim. Ara sıra onu yokluyor durumuna bakıyordum. Dün geceye nazaran iyiydi.

 

"Anne sabah sabah kızın kafasını nelerle doldurun bakakalım?" Dediğinde ses tonuna göre yüz ifadesi ciddiydi.

 

"Hiç." Dedi annesi.

 

"Bilirim ben o hiçleri." Diye tavır aldığında ikimiz de gülümsedik. Olayı anlamayan Korkut Amca hem bize bakıyor hem de yemeği hüpletiyordu.

 

"Abi yoksa onu da mı anlattı?" diyen Hakan gülerek abisine dönmüştü.

 

Atalay ilk başta duraksasa da sonradan bir şeyler hatırlamış olacak ki gözlerini büyüttü. Ağzındaki lokmayı yutarak konuşmaya başladı.

 

"Yok ya onu anlatmamıştır."

 

"O zaman ben anlatayım." Diye hemencecik atılan Atalay ifadesinden odun vermese de içten içe endişeleniyor gibiydi.

 

"Lan bak sakın!" Dediğinde aniden kalkmaya yeltendiği için canı yanmış olacak ki gözleri saniyelik kapandı.

 

"Anlatmadım onu." diyen Sevgi teyze ben de epey merak uyandırdı. Neydi bu anlatılmaması gereken olay? Çok merak ediyordum. Atalay'ın böyle kaldıracak kadar utanç dolu muydu? Yani bu tahmini annesinin anlattığı olaylardan çıkarmıştım.

 

Ah! O çok yaramaz bir çocukluk geçirmişti.

 

"Çok şükür anne." Dediğinde kızgınca ona doğru baktım ama Hakan bizden önce lafa atladı.

 

"Yenge ben sana anlatayım." Dediğinde yenge kelimesine takılmak istemedim. Şuanda çok önemli bir sır ortaya çıkacakmış gibi hissediyordum.

 

"Anlat anlat." Dedim hevesle. Hakan gülümseyerek dudaklarını aralamış ve tam anlatacaktı ki duyduğumuz sesle hepimizin dikkati bir anda farklı bir yere çevirildi. Tıpkı onlar gibi ben de gelen kişiye baktığımda o kişiyi gördüm.

 

Hastanede odadan çıkmayan o kız.

 

Adı neydi bu kızın?

 

"Kusura bakmayın rahatsız ediyorum." Diyerek masaya yanaştığında karşılık veren ilk Sevgi teyze olmuştu.

 

"Hoş geldin kızım, buyurmaz mısın?"

 

"Atalay'a geçmiş olsuna gelmiştim." Adımlayarak sandaylerden boşta olana oturduğunda sessizliğimi korudum. Ellerim masanın üzerinde öylece kalakalmış sadece kıza bakmakla meşgul olmuştum.

 

"Zahmet etmeseydin." Dedi Atalay ağzının içinden ama duyulacak gibiydi.

 

Kız yarım yamalak gülümsedi. "Yok canım ne zahmeti. Hem sevdiğin tatlıdan yaptım getirdim, ağzın tatlanır."

 

Elindeki borcamı daha yeni fark ediyordum. Üzeri streç filmle kaplanmıştı. En sevdiği tatlıyı daha ben bile bilmezken bu kız nasıl biliyordu, of diye içimden geçirdim. Ne güzel mutlu mesut sohbet ediyorken neden moralim düşüşe geçmişti? Bir de soruyor muydum? Sebebi aslında belliydi.

 

"Sağol."

 

"Teşekkür ederiz kızım, sen iş yerinden arkadaşın sanırım." Kız başını onaylar anlamda salladı. Üzerinde asker üniforması vardı. Buradan iş arkadaşı olduğu anlaşılabiliyordu.

 

"Evet öyleyim, sizi biliyorum Sevgi teyze."

 

"Yegem niye böyle bakıyor?" diye birisi konuştu ama daldığım için mi bilemedim kim olduğunu adapte edemedim. Sonra çok geçmeden bunun Hakan olduğunu beynim doğruladı. Nasıl bakıyordum ki?

 

"Ben yalandan bi kalkayım, yoksa sağ çıkamayacağım."

 

Kısık sesli konuşmaları duydum ardından Atalay'ın gür sesi koca bahçede kulağıma çarptı. "Lavaboya gideceğim, yardım eder misin?" dediğinde kısıkça yutkunmuş ve başımı onaylar anlamda sallamıştım. Onun usulca ayağa kalkmasına yardımcı olduktan sonra koluna girdim.

 

"Ben beklerim. " diyen kadına şaşkınlıkla dönmek istedim ama umursamıyormuş gibi görünmek daha cazip geldi. Şuanlık!

 

Atalayla birlikte bahçeden ayrıldığımızda onun odasına kadar çıktık. Usul usul gittigimiz için anca varabilmiştik. Odaya girdiğimizde lavaboya girmek için o tarafa yönelmiştim ki sesiyle duraksamam durumunda kaldım.

 

"Tuvaletim yok, yalan söyledim." dediğinde şaşkınca ona baktım.

 

"Neden peki?" Kaşlarım sorgularcasına çatılmıştı.

 

"Ondan hoşlanmıyorsun." Dediğinde bunu anladigi için içten içe teşekkür ettim. Derin bir soluk aldığında göğsü titremişti. "Ben de olay yerini terk etmeyi mantıklı buldum."

 

Olay yerini terk etmek?

 

"Olay yeri falan yok." Dedim geveleyerek.

 

"Bakışlarınla Filiz'i yedin."

 

Filiz he!

 

"Sen de git tatlısını ye." Dedim bir anda. Sesimden bile kızgın olduğum belli iken bir de suratımı işin içine katmıştım.

 

"Yok, ben senin yaptığını yiyeceğim." Diyerek sırıttı. Az daha gül az daha.

 

"Bir de onunkini yeseydin, tövbe ya." Diyerek başımı cama doğru çevirdim. Ki çok sürmeden parmakları yardımıyla yüzünü yüzüme çevirdi.

 

"Ben seni yesem, ısırsam."

 

Hı? 

 

"Sen bence dayak yemek istiyorsun?" dediğimde epey ciddiydim ama o ne yaptı. Sırıttı. Hem de pis pis.

 

"Yok yok, seni."

 

Kaşlarım alnımda birleşme kararı almış gibi biraz daha gerildi. "Aşağıda arkadaşınız var beyefendi, çok bekletmeyin isterseniz. Hem kadın ta nerelerden buraya kadar geldi, hiç düşünüyor musun! Ay bir de tatlı yapmış. Sevdiğinden!"

 

Susmak bilmiyordum. Sinirlenmiştim bir kere. Görmek bile o siniri damarlarıma yerleştirmeyi başarmıştı.

 

"En sevdiğim tatlı tam şuanda karşımda. Ve ben o tatlıyı seve seve yiyeceğim." Dediğinde dudaklarıma yaklaşmadan önce son kez konuştu.

 

"Birazcık dudaklarını sızlatacağım."

 

BÖLÜM SONU

 

Özlüyorum onları 🥺

 

Sevgiyi sevdiniz mii?

 

Atalay'ın ailesinin Firuzeyi sahiplenmesi ve hiç yabancılık çekmemesi.

 

Ve Firuze’nin içinde tutup patlama noktasını annesi gibi bir kadının kollarında yaşaması. 🥺🥺

 

Firuze çok duygusal bir kadın aslında fakat sevdiği adam üzülmesin diye ağlayamadı bile. İkisi de birbirini üzmemeye çalışıyor.

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Sizleri seviyorum. 💖

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%