@rarbezrh
|
21. Yangın
Sezen Aksu|Delilik
önceki bölümden
Susmak bilmiyordum. Sinirlenmiştim bir kere. Görmek bile o siniri damarlarıma yerleştirmeyi başarmıştı.
"En sevdiğim tatlı tam şuanda karşımda. Ve ben o tatlıyı seve seve yiyeceğim." Dediğinde dudaklarıma yaklaşmadan önce son kez konuştu.
"Birazcık dudaklarını sızlatacağım."
🌘
Gözleri gözlerime değince felaketim olurdu ağlardım
Peki dudakları dudaklarıma değince, bu kadın ne olurdu? Bu sevda ne hâle dönüşürdü? Belki bir fırtına misali kapılıp giderdik, belki de yangın misali kül olurduk. Kim bilir... Nedense ben ikisini de aynı anda yaşıyormuş gibi hissediyordum. Hem yanıyor, hem boğuluyordum.
Ne demişti en son. Dudaklarını sızlatacağım. Dakikalardır dudakları dudaklarıma hapsolmaya devam ederken çoktan etlerimin şiştiğini hissediyordum. Bu beni diğer öpüşlerinden daha farklıydı. Daha tutkulu daha yoğun. Sanki görmediğim o yönüyle yüzleşiyor gibiydim. Ama nedense bunu da yargılamıyordum. Demiştim ya kapılıp gitmiştim ona, neyin ne olduğunu anlayamıyordum.
Vücudu vücuduma yaslanmış bir haldeyken bir adım üzerime doğru atarak sırtımın duvara çarpmasına neden oldu. Soğuk duvar ince kumaşı delip geçmiş yanan tenimi soğutmak ister gibiydi. Fakat bir şey vardı ki karşımdayken bu sıcaklığın azalacağı meçhuldü.
Başı her hareket ederek dudaklarıma uzandığında nefesini o an daha çok hissediyordum. Bedenime sinmek için can atıyordu. Derin bir nefes almak istediğimde genzimi bulaşan o tadın varlığını hissettim. Kanıyordu. ao bunu hissetmiyor muydu bilmiyorum ama ben hissettiğim an geri çekilmek için hamle yaptım ama o ilk başta durmadı.
Üst dudağımı dudaklarının arasına kıstırdı. Canımın acıdığını anladığımda ise parmaklarımı harekete geçirip yaralı olmayan göğsünden hafifçe ittirdim. Bu sefer geri çekildi. Tam o anda derim bir soluğu içime depoladım. Yutkundum. Az önce yaşadığım anı sindirmek ister gibi. Sahi, mümkün müydü?
"Canımı acıttın." Dediğimde kaşları çatıldı. Bakışları ise gözlerimden dudaklarıma tekrardan inmişti. Usulca parmağı kanayan dudağıma yaklaştığında değmeden duraksadı.
"Su tutalım." Dediğinde bu kadar ciddiye almasını beklememiştim. Yine de dudağımın durumu nasıl diye merak ettiğim için yavaşça yanından uzaklaşarak banyoya girdim. Ardımdan adımlarının sesini işittim ama durmadım. Aynanın karşısına geçtiğimde gördüğüm görüntüyle ağzım bir karış açıldı.
"Bu ne!"
Dudağım şişti. Hatta bayağı. Bu nasıl mümkün olabilmişti? Evet sızlamıştı ama böyle de sişeceğini düşünmemiştim. Kendi dudaklarımın hassaslığından mı yoksa onun sert davranmasından mı bilemedim.
"Atalay ne yaptın dudaklarıma ya? Of! Nasıl aşağıya ineceğim şimdi ben? Bir de kanıyor." Dediğimde musluğun vanasını çevirerek soğuk suyu dudağıma değdirerek kanın akmasını sağladım. Gözlerimin yanmaya başlamasıyla ağlamanın haberini verdiğini anlamak pek de zor olmamıştı.
"Yavrum sakin olsana." Dediğinde onu umursamayarak peçeteyi dudağıma bastırdım. Sırtım ona dönük olduğu için yüzünü göremiyordum. Bubsirada göz yaşı dökmekle meşguldüm.
"Dönsene sen bana bi." Derken ellinin varlığını kolumda hissettim. Sanki bir anda gücüm çekilmiş gibi itiraz edemedim. Yönümü ona doğru çevirdi ve yaşlı gözlerimle karşılaştı.
"Bebeğim neden ağlıyorsun?"
"Kanıyor." Diyerek bir anda hıçkırarak ağlamaya başladığımda şaşkınlıktan dona kaldığını hissettim. Şahsen ben bile neden bir anda ağladığıma anlam verememiştim. Aslında nedeni belliydi ama emin de olamıyordum.
"Sikeyim. Özür dilerim yavrum, ben-" dediğinde devamını getiremedi, derin bir nefes aldığında içimden kendime kızmaya başladım. Sanki ne vardı da ağlıyordum. Alt arafı dudağım kanamıştı. Kuruyunca da kanayan bir yapıya sahipti. Şimdi küçük bir kız gibi sızlanmam dışarıdan nasıl görünmüştü.
"Uyuyacağım ben." Dedim bir anda. Aşağıdakilere ayıp olur muydu? Olmasındı. Lütfen sorun olmasındı. Yoksa karşılarına böyle nasıl çıkardım? Gerçekten de uykum vardı, ama çıkacağım şekil daha önemli bir husustu.
"Ama yüzüme bakmadın ki." Dediğinde dilinden dökülenleri öyle bir ses tonuyla söyledi ki içim kıyıldı sandım. Kalbim sızlamaya başladığında elimi göğsüme götürerek sıkmam istedim.
"Regl olacağım. Bu yüzden hafif olan şeyleri bile abartabiliyorum. Ne olur aldırma." Dediğimde sesim yalvarır gibi çıkmıştı. Utana sıkıla söylemiştim. Reglden utanmıyordum ama sızlanmaktan utanıyordum. Of!
Bir süre sustu. Ben de yanından sıyrılıp geçtim nevresimin ucunu kavrayarak içine girdiğimde cama doğru dönük yattım. Perdeler hâlâ kapalı olduğu için rahatsız olmuyordum. Perde koyu tonlarındaydı, bu sayede güneş ışığını bayağı kesiyordu.
"Sırf senin için rahat etsin diye aşağıya inip, anneme çaktırmadan söylüyorum." Sonra adımlarını işittim ve ardından kapanan kapıyı. Uyuyacağımı söyleyecekti sanırım. Gözlerimi yumruğunda yaşadığım o saçma an ama geldi. O beni reglken hiç görmediği için nasıl tavır sergileyeceğimi de bilmiyordu. Böyle anlarda gergin ve sinirli oluyordum. Bazen de çok duygusal.
Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama kapanan kapının bu sefer açıldığını işittiğimde öylece kalmaya devam ettim. O adımlar yatağa kadar sürüklendi ve yanımdaki o boşluk dolduğunda onun da uzandığını hissettim. Çok geçmeden bedenini sırtımda hissettim.
"Ne zaman olursun?" diye sorduğunda ilk başta anlayamadım ama sonra zihnime yerleşti.
"Gün içerisinde olabilirim."
Sesli bir soluk verdi. "Peki benim ne yapmam lazım?"
Mırın kırın bir sesle "sadece yanımda dur." Dediğimde bencilce miydi bilmiyorum ama onu yanımda istiyordum. Duygusallığım eksilere indiğinde sevgiye muhtaç hissediyordum. Hem de iliklerime kadar.
"Olur bebeğim, yanında olurum. Sımsıkı sarılamıyorum, kızarsın." Ona kalsa yaralarını umursamadan sarılırdı. Ama yine de beni dinlemesi hoşuma gitmişti. Evet, ben de özlemiştim. Bu özlem öyle kolay da gidecek gibi durmuyordu. Fakat sağlığı daha önemliydi. Canının kıymetini bilmezse çok üzülürdüm.
İkimiz de sustuk. Dun gece uyuyamamış olmam uykumun çabuk gelmesine neden olurken en son duyduğum ses derin nefeslerle kokumu içime çekmesi oldu. Ne kadar süre uyudum bilmiyorum ama gözlerimi karın ağrısıyla birlikte araladım. İnleyerek karnımı tuttuğumda yanımda hareketlilik hissettim.
"Bebeğim ağrın var. Oldun mu?" dediğinde böyle sorması bir anda gülmeye başlamama neden oldu. Kendimi tutamadım ve kahkahalarla gülmeye başladım. Psikolojim bozulmuş gibi hissediyordum. Benim gülmemle yüzü tuhaf bir hâl aldığında bu gülüşüm daha da arttı.
"Hep böyle tavır değişikliği mi oluyor?" diye kendi kendine sorduğunu işittim ve gülmem yavaş yavaş soldu. Gözlerimden bile yaş gelmişti. Dudaklarımı soru sormasa bile cevap verme ihtiyacıyla araladım.
"Evet."
Yutkundu. "Tövbe ya." "Başa gelince çekilir değil mi sevgilim?" Derken keyfim nedense yerindeydi. Belki de uykumu aldığım için rahat hissediyordum. Usulca gerinerek esnediğimde aklıma lavaboya gitmem gerektiği geldi.
"Neyim neyim? Bir daha söyle."
Dayanamadım. Ellerim yüzüne bulduğunda parmağım çenesini okşadı. "Sevgilim." Dedim dolu dolu. Seviyordum bu kelimeyi. Bazı hitap şekilleri kulağa hoş geliyordu. En çok da onun bana karşı kullandıkları.
"Isırırım." Dedi dişlerini göstererek, gözlerim büyürken tepkime karşılık güldü.
"Tövbe ya."
Kaşlarını çattı. "Sen beni mi taklit ediyorsun?"
Omuz silktim. "Yo."
"İyi uyudun güzelim." Dediğinde saatin kaç olduğunu ya da ne kadar uyuduğumu bilmiyordum. Uykum olmasa da nedensizce esnerken elimle ağzımı kapatmıştım.
"Annenlere ayıp olmuş mudur?" dedim meraklı ses tonumla.
"Olmamıştır." Dedi iç rahatlatan sesiyle. Yüzü yüzüme yakın olduğu için dudaklarını alnıma bastırdığında gözlerim kısa süreli kapandı. Neden dudaklar sherhangi bir yere değdiğinde karşı tarafın gözleri kazandırdı? İstemeden oluyordu.
Daha iyi hissetmek için mi? Daha iyi hissettirebilmek için mi?
"Hem gece uyuyamadığını biliyorum. Sabah gözlerin şişti. Sabah sabah nedenini sorarak seni bunaltmak istemedim fakat anlat bana."
Sesi birden durgunlaşmıştı. Ve böyleyken hiç hoşuma gitmiyordu. "Seni izledim." Demekle yetindim. Aslında da öyleydi. Özlemimi dindirmek için neredeyse kirpiklerimi kırpmayacak hâle gelmiştim. İmkânsızdı biliyorum ama bu imkansızlığı istedim. Hem de deli gibi. İnsan sevdiğini bu kadar izlemem ister miydi? Ben istiyordum.
"Habersizce birbirimizi izliyoruz. Yeter mi bilmeden."
Yeter mi bilmeden...
"Yetmez sevgilim, benim sana olan sevgim yetmez."
"Gel buraya." Dedi beni göğsüne usulca çekerken, başım boynuna doğur yaslanmış ve bedenim bedenine çok fazla değmiyordu. Derin nefeslerle kokumu içime çektiğini hissettim, tıpkı benim gibi.
"Hiç aşağıya indin mi?" diye sorduğumda başını olumlu anlamda salladığı için başı başıma çarptı. Canım açılmadığı için önemsemedim. Hiç aşağıya inmemesi içimi rahatlatmazdı, aksini gerçekleştirmesi içime su serpiştirmişti.
"Az önce indim. Babam ve kardeşim işleri varmış çıktılar evden. Annem de birazdan pazarı dolaşacakmış."
"Ya?" diye atıldım hemen. Aklıma gelenlerle göğsünden geriye çekildiğimde onun bir kolu belimi sarmaya devam etmişti. "Çıkmadıysa eğer ben gideyim." Derken bile kolunun kıskacından kurtulmak istemiştim ama izin vermemişti.
"Beni evde yalnız mı bırakacaksın?" dediğinde dudakları az daha büzülecek dereceye gelmişti. Şaşırmıyordum çünkü onun da tıpkı benim gibi ruh hâlleri hemen değişebiliyordu. Ruh hâli demişken benim bir an önce lavaboya gitmem gerekiyordu. Belimin ufak ufak bıçak ağrısını sırtıma bırakmasından adet olduğumu anlayabiliyordum.
"Yatıp dinlenmem için çok güzel bir fırsat." Gülümsedim. Benden ayrılmayacağını anladığımda uzanarak yanağına ufak bir buse kondurdum. Sonra ayağa kalkmadan önce annesinin yanına inip benim de geleceğimi söylemesini rica ettim. Gitmesi gerekiyordu çünkü banyoya girecek ve işlerimi halledecektim. Evet, sevgilimdi fakat bu kadar da rahat olamazdım.
Surat asarak yanımdan ayrıldı ve odadan çıktı. Hemen iç çamaşırı ve pedi alarak banyoya girdim. Neyse ki kanamam az olduğu için kıyafetine de geçmemişti. Şükrettim. İşim bittikten sonra üzerimi de giyindiğimde bütün bunları hızla yapmıştım. Merdivenlerden inerek aşağıya indiğimde Atalay ve Sevgi teyzenin konuştuğunu gördüm. Adım seslerini duymuş olmalılar ki bakışları bana kaymıştı.
"Firuze de geldiğine göre, beni evde yalnız bırakıp gidin bakalım." Dediğinde Sevgi teyze kocaman açmış olduğu gözleriyle oğluna döndü.
"Atalay?" dedi sorgularcasına. Karşısındakinin oğlu olup olmadığını anlamaya çalışır gibi bir hâli vardı.
"Bugün trip gününde." Diyerek gülümsedim. Atalay bu sözümden sonra iyice somurttu. Aman Allah’ım erkekler gerçekten arada böyle mi oluyordu?
"İki dakika gidip geleceğiz, oğlum sen de yat dinlen işte."
Sevgi teyzeyle aynı kafadaydık. Ben de Atalay'a aynı şeyi söylemiştim. Fakat Atalay bambaşka zihnin içerisindeydi ve bizi yanlış anlıyordu. Yaralanmak pek ona iyi gelmemişti. Tabi yaralanınca elbet iyi olunmuyordu fakat o iyice garipleşmişti.
"Tövbe ya, iyi madem gidin." Dediğinde içimden eyvallah reis diye geçirdim. Bir de dışıma vursam daha da trip yermiş gibi hissediyordum. O yüzden sustum. O yanımızdan usul adımlara geçip gittiğinde Sevgi teyzeyle birbirimize bakıp kıkırdadık.
Ayakkabılarımızı giydikten sonra Atalay'ın arabasına binmiştik. Ben ehliyet alsam da arabam olmadığı için kullanmayı bilmiyordum. İnsan bir süre deneyim yapmayınca unutabiliyordu. Benim de kaç sene olmuştu hatırlamıyordum. Sevgi Teyze ben kullanmayı biliyorum değince şaşırmıştım. Daha doğrusu garibime gitmişti.
Buraya daha önce gelmiş olacak ki ezbere biliyordu. Birkaç pazar gezdik. Bana bir duru kıyafet göstermiş ve bu sana çok yakışır diyerek zorla almıştı. Gösterdikleri kıyafetler çok güzel fakat mahcup olmuştum. Hem de çok fazla. Belki o böyle düşünmemi asla istemezdi ama ben kendime engel olamıyordum. Belki de uzun yıllar sonra anne gibi olan bir kadından ilgi görmek beni duygusallaştırmıştı.
Akşam için sebzeli, etli ortaya karışık bir yemek yapmak istediği için malzemeleri almıştık. Uzunca bir süre dışarıda vakit geçirdiğimiz için saat akşamı bulmuştu. Bir ara Atalay aramış neredesiniz? diye hesap sormuştu. Ona durumu açıklamış olsam da bana kısa bir süre dediniz demişti. Sonra yolda olduğumuzu duyunca rahatlamıştı. Bu merakı önceden yaşadığım o olay yüzünden olabilir miydi bilmiyordum. O zamandan beri hep tedbirliydi. Belli etmemeye çalışsa da korkuyor gibiydi. Korkuyordum. Ölmekten değil, acı çekmekten.
"Utanmasa zır zır arayacak. Yavrum bu çocuk, seni hep böyle arar mı?"
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Yok hayır, çalıştığı için mi bilmiyorum ama günde bu kadar çok konuşmayız. Yani çoğunlukla yan yana oluyoruz , belki de bu yüzdendir."
Anladım dercesine bir şeyler mırıldandı. Hâlâ yoldaydık. Sevgi teyze arabayı korkacağım şekilde değil de rahat bir şekilde kullandığı için doğal olarak ben de rahat oturuyordum. Hâl böyleyken de konuşuyor, etrafa sürekli bakmıyordum. Benim çenem de açılıvermişti. Bu iki günde birbirimizi epey tanımıştık. İçimi rahatca dökebileceğim bir kadın olduğu için, zamanı geldiğinde böyle birisi olduğunu hatırlamak hile bana yetecekti. Gittikleri zaman bir telefona bakacaktım, onu aramak için.
Onlar da yarın gideceklerdi. Ben biraz daha kalırlar diye düşünürken, onların da kurulu bir düzeni olduğu için gideceklerini söylemişti. Alışmıştım. Fakat oğlu yokluğunu aratmayacak kadar annesine benziyordu.
Eve geldiğimizde poşetleri araçtan alarak eve doğru adımlamaya başladık. Kapıya varmadan diğer taraftan açıldığında karşımızda Atalay duruyordu. Elimizdeki poşetleri uzanmak istedi ama tabi ki de izin vermedik. O bir şey yapamayınca iyice sinirleniyordu.
"Hanımlar teşrif etti."
Gülümseyerek ayakkabılarımı çıkardım ve poşetleri mutfağa bıraktım. "Yavrum sen bunları odaya çıkar, ben yemeğe başlayayım." diyen Sevgi teyzeye karşılık ben de yardım edeyim desem de ben hallederim diyerek gitmem için beni zorlamıştı. Kötü bir niyeti yoktu, yorulmamam için söylediğini biliyordum. Böyle olunca da Atalay'ı kolundan tutarak odaya kadar çıktık. Diğer elimde de birkaç poşet vardı.
"Baksana annen bana neler aldı."
Neşeli çıkan ses tonum dikkatini çekmiş olacak ki bana doğru döndüğünde adımlayarak yatağın üzerine oturdu. Bense ayakta kalmış ve poşetten herhangi bir elbiseyi elime almıştım. Ona doğru göstereceğim vakitte benden önce atılarak dudaklarını araladı.
"Tek tek denesene üzerinde görmek istiyorum." Dediğinde bu isteğini hiç ama hiç beklemiyordum. O önemsemeyen bir adam değildi. Onun böyle birisi olmadığını bilsem de bazen şaşırıyordum.
"Yaa?" Derken ellerimi birbirine çarpacak dereceye gelmiştim. Mutlu olmuştum. Tek tek denemeye normalde üşenecek durumdaydım fakat o istedi diye gidip giyinecektim.
"İyi o zaman, sen bekle beni." Dediğimde hıhı diye mırıldandı. Bu sırada sırtını yatak başlığına yaslamakla meşguldü. Arkama baka baka poşetleri de alıp banyoya geçtim. İlk önce ince iplerin omuzlardan gelen, pembe renkte, dizlerin hemen üzerinde biten elbiseyi üzerime geçirdiğimde saçlarımı da topuz yaptım ki elbiselerin modelleri daha da açığa çıksın.
Pazarda denenecek yer olmadığı için tahminen göre almıştık. Beden sıkıntısı çeken birisi olmadığım için hepsinin olacağını düşünüyordum.
Kapıyı açarak odaya girdiğimde zaten bakışlarının kapıda olduğunu gördüm. Bu kadar merak etmesi hoşuma giderken "Nasıl olmuşum?" diye mırıldandım. Bir tur etrafımda döndükten sonra gülümsedim.
Dişleriyle dudaklarını kıskacı altına aldığında gözlerinin parıldadığına şahit oldum. Bir cevap beklediğim için meraklı gözlerim gözlerini bulurken cevabım çok da gecikmedi. "Hepsi böyleyse diğer göğsüme de sen bir kurşun geçirecek gibisin." Beğenmişti. Bunu suratından epey anlayabiliyordum.
"Daha ilk kıyafet." Demekle yetindim. Yani bunun dahası da var yüreğine sahip çık demek istiyordum. Ama söylemem de o beni gayet iyi anlıyordu.
"Çok beğendim." Dedi içtenlikle gelerek. Gizlemek, saklamak yoktu. Direkt doğruyu söylemek vardı.
"Diğerlerini de hızlı bir şekilde giyeyim o zaman." Dediğimde başını olumlu anlamda sallamıştı Toplamda altı tane elbise giyip çıkardım. Hepsinde güzel yorumlarda bulunmuş içimi bir sürü kelebekle donatmıştı. Kalbim bir ara heyecandan çıkacak sanmıştım ama yerleri yerinde durmuştu. Son olarak beyaz renkte bir elbise giymiştim. Sanırım en çok bu hoşuna gitmişti. Beyaza karşı bir ilgisi olduğunu bugüne kadar bilmiyordum.
Hatta bir ara beyaz sevdiğimi unutma demişti. Neden? diye sormama kalmadan o da zaten unutturmam demişti. Neler dönüyordu bilmiyordum ama o çok iyi biliyordu.
Giydiğim elbiseleri çıkarmış ve dolaba yerleştirmiştim. Yukarıda epey bir vakit harcadığımız için artık aşağıya inmemiz gerektiğimizin farkındaydım.
"Annene ayıp olacak, inelim artık." Dediğimde yönüm ona çevrili olduğu için göz gözeydik.
"Bir kere öpeyim."
Kaşlarım çatıldı. "Ne alaka şimdi ya?" Derken gerçekten de şaşkındım.
"Yavrum geçtin karşıma kıvırta kıvırta burayı podyuma çevirdin." Derin bir nefes alarak bana doğru bir adım attı ve nefesi nefesime çarptı. "Bırak da birazcık öpeyim." Bedeni bedenime değdiğinde istekli gözleri karşısında öylece kalakaldım. Ben de çok utangaç değildim ama onun gibi de partiye lafı ortaya koyamıyordum.
"Atalay." Dedim sızlanarak. Sıcaklık gittikçe artıyor beni zora sokuyordu. Onu da zora sokuyor muydu?
"Ama sen istedin." Dedim sanki kıvırtmam benim hatammış gibi. Ama ne yapılır kıyafet giyilince? Etrafta dönersin, birkaç hareket yapardın işte. Hiç de kıvırtmamıştım!
Yutkundu. Boğazından o sıvı akıp gitsin diye hareket eden yumru dikkatimi dağıttı. Gözlerinden odağım çekilmiş ve o yumruyu bulmuştu. Esmer tenini açıkta kalan boynundan görebiliyordum. Oradan hiç ama hiç iyi kokular gelmiyordu! En çok da kalbime...
"Ben hep isterim." Dedi neyi isteyip istemediğini anlayamadım. Şuanda konuştuğumuz iki konu vardı. Hangisini hep isterdi? Benim aklım nerelere gidiyordu?
Bir şey diyemedim sustum. Bu suskunluk asır gibi sürmesin diye gözlerine baktım. Onun gözleri zaten gözlerimdeydi. Olması gereken yerinde... Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırarak buluşturduğumda duraksamadan karşılık vermeye başladı. Hep ilk defa beni öpüyormuş gibi hissediyordum. Ne tuhaftı. Onun beni öpmesi değil, onun beni her öpüşünde ilk gibi hissettirmesi çok garipti. Büyülü bir anmış gibi hissediyordum. Büyüyü bozacak olandan korkuyormuş gibi de birbirimizi tüketiyorduk.
Kalbinin atışını hissedebiliyordum. Tıpkı benim gibi gümbürdüyordu. Bir bebeğin kalp atışına yaklaşacak kadar hemde.
"Atalay oğlum müsait misiniz? Gireyim mi?" duyduğumuz sesle hemen onu usulca ittirdim ve telaşla yanından uzaklaştım. Korkuyla Atalay'a bakarken onun gözleri hâlâ dudaklarımdaydı. Şuanda yüzüm kızarıktır diye düşündüğüm için hemen odanın içindeki banyoya doğru koşuşturdum ve kapıyı kapattım. Elimi yüzümü yıkamaya başladığımda Atalay'ın annesiyle konuştuğunu işittim. Sevgi teyzenin müsait olup olmadığımızı sorması bile güzel bir düşünceydi. Böyle insanlar kalmış mı dedirten cinstendi. Öyle de diyordum. Gittiğini anladığımda ise usulca banyodan çıktım. Yanaklarım kizarik oldugu için yanlış anlayabilir diye buraya saklanma gereği duymuştum. Aslında böyle bir kadın değildi ama ben yine de gizlenmek gereği duymuştum.
Atalayla göz göze geldiğimde kaşlarının çatık olduğunu gördüm. Neden böyle bakıyorsun dememe kalmadan dudaklarını araladı.
"Neden saklandın?"
Hı? Sorun bu muydu?
"Yanlış anlamasın istedim." Dedim mırın kırın bir sesle. Kısık çıkan ses tonum karşısında bile bakışları değişmedi.
"İstemiyorum." Dedi sesli bir soluk vererek. Derince yutkunduğunda bakışları karşısında geriledim. "Benden uzaklaşmanı sevmiyorum."
"Annen," Demek istedim ama lafımın devamını getirmeme izin vermedi. Bileğimden çekerek beni kendine doğru çektiğinde göğsüne çarpmamak için ellerimle destek verdim.
"Annem ne de başka birisinin hayatımıza karışmasına izin vermem."
Parmaklarım usulca yüzünü bularak okşadığında yüzünü biraz daha elime doğru yanaştırdı. Elleri sıcacık olduğu için ürpermemin sebebini heyecana vurdum. İçim bir hoş olurken sebebinin o olması pek de yabancı gelmiyordu.
"Peki. Ben sadece annem ve babamdan gördüğüm saf aşkı yaşamak istiyorum. İlişkimize tabi ki başkaları karışmamalı. Fakat bu ilişkiyi yaşarken de yanlış anlaşılmak istemiyorum. Biliyorum, annen kesinlikle böyle birisi değil. Tabi diğer aile üyelerin de buna dahil. Hepsi çok güzel insanlar. Onları sevdim, kalbimde hissederek."
Dikkatlice bütün söylediklerimi dinledi. Uzun uzun konuştuğumda daha da bir hoşuna gidiyormuş gibime geliyordu. Tıpkı ben de onun konuşmalarını sevdiğim gibi o da beni seviyordu. İnsan sevdiginin sesini duyunca nasıl mutlu oluyormuş şimdi tam anlamıyla öğrenmiştim.
"Kimsenin hakkında yanlış düşünmesine izin vermem." Dedi keskin bir diliyle. Bu sözüne şom derecede inanıyordum. Bana bunun güvencesini veriyordu.
"Fakat insanlar konuşur durur. İnsanları normalde pek takan birisi değilim ama şimdi niye böyle oldum bilmiyorum."
"Kafaya sadece beni tak yavrum." Dediğinde başımın üzerine dudaklarını değdirdi. Gülümsediğimde onun da güldüğünü fark edebilmiştim.
"Olur." Demekle yetindim. Bunun ne kadar zor olduğunu bilsem de takmamayı deneyecektim.
"Gidelim." dedi uzaklaşarak. Gerçekten de yukarıda fazla vakit geçirmiştik. Onun böyle söylemesiyle bu sefer kapıyı açarak merdivenlerden aşağıya indik. Merdivenin başında burnuma doluşan kokular sayesinde açlığımı daha fazla hissetmeye başlamıştım. Mutfak yerine yine bahçedeki masayı hazırlayan Sevgi teyzeye mahcup gözlerle baktım ama böyle baktığım için bana kızdı. Bense daha fazla üstelemedim.
"Yemekleri yine kızımız mı yaptı Sevgi?" Bunu diyen Korkut amcaydı. Benim adımı söylemek yerine kızım ya da yenge diye hitap edilmesi, beni öyle mutlu ediyordu ki zıplayarak sevinmek istiyordum. Beni bu kadar sahiplenmeleri sanki yavru kediymiş gibi hissettiriyordu. Zaten ben Atalayla tanışalı hep böyle kedi gibi hissediyordum.
Sıcak bir yuvaya sahip olmak istermişim gibi. Aslında öyleydi de. Yuva. Dört duvar mı? Birkaç kişi yan yana mı? Yoksa kalp sıcaklığı mıydı?
"Yok canım, bu sefer ben yaptım." Dediğinde tabaklamaları yapmış ve sandalyeye oturmuştuk. Atalay benim yanımda oturuyor karşımızda da Sevgi Teyze ve Hakan vardı. Atalay'ın sağ çaprazında da babası yer alıyordu.
"Anneannen aradı bugün, sana ulaşamamış. Bir şey belli etmedim, bilmiyor çünkü." Yemeğimizi yemeye devam ederken bakışlarım konuşan kişilerin yüzünde git gel yapıyordu.
"Konuştum onunla ben." Diyerek lafı noktaları Atalay.
Huzurlu masaları ne çok özlemiştim. Sadece annem ve babam da olsa o zamanlar gözüme kalabalık gelir, bana yeter de artardı. Biz bize yetebilmeyi öğrenmiştik. Üç kişilik ailemizle musmutlu bir ömür geçirmiştik. Bu mutluluğun benim çocuklarımı görünceye ve ondan sonrası kadar yetebilmesini umut etmiştim ama olmamıştı. Nefesleri sevdiğim adamı görmeme bile yetmemişti.
Olsun, Rabbim verdiği canı elbet bir gün geri alacaktı. Kader böyle yazılmışsa başka çare var mıydı? Yoktu. Onlar yanımda olmasa da ruhen varlıklarını hissedebiliyordum. Bu da özlememi bazen dindirmeye yetiyordu. Fakat bu özlem hiç bitmezdi. Onlara kavuşursam ancak o zaman son bulurdu.
"Ha bu arada buraya gelen bir kadın vardı ya o aradı beni." diyen Sevgi teyzeye bakışlarım kaydığında söyledikleriyle yerimde kımıldandım. Bakışlarım kısa süreli Atalay'ı bulurken kaşlarının çoktan çatıldığında şahit oldum. Sevgi teyze de devamını getirmek için dudaklarını araladı. "Numaramı nasıl bulduysa bulmuş, sana ulaşamamış beni aradı."
Bu sefer kaşları çatılan sadece Atalay değildi. Zihnimde sebebini sorgulamaya başlamış, düşüncelere boğulmuştum. Ve bir anda kendimi sesli bir şekilde "Neden yani?" diye sorarken bulmuştum. Sevgi teyzenin bakışları bana kaydığında omuz silkti.
"Bilmem ki kızım, sadece merak ettim dedi. Bir de arayacakmış onu, nedense!"
"Allah Allah." Derken iyice keyifsizleşmiştim. Bu kadın her yerden tüy gibi çıkmak zorunda mıydı? Bu kaç olmuştu? Doğru hatırlıyorsam üç.
"Aramaya hacet yok."
Hemen atıldım. "Ara ara merak etmiştir." Çenemi tutamıyordum. Konu o kadına gelince çenemin bağları çözülüyormuş gibime geliyordu.
Bana baktı. Çatık kaşları bir anda düzeldiğinde bu hız karşısında şaşırdım. Dudağının sağ tarafı hafifçe yukarı doğu kalkmıştı. Gülüyor muydu o? Tabi gülüyordu. Hem de pis pis.
"Yok, aramayacağım." Dedi imalı imalı.
Tövbe ya.
"İyi arama." Dedim tersleyerek. Bir ara gözüm Hakan'a kaydığında güldüğünü gördüm. O da tıpkı abisi gibiydi. Buradaki herkes muhabbetin fatkındaymış gibi gülmemek için kendini zor tutuyordu. Ben hariç. Ay, acaba fazla mı tepki vermiştim? Yok vermemiştim.
"Ben su getireyim, sürahide bitmiş." Diyerek masadaki hoş sürahiyi aldım ve masadan uzaklaşmaya başladım. Adımlarım beni şu bidonu doğur getirdiğinde doldurduğum sürahinin ardından arkamı dönüp tekrardan masaya gitmek istemiştim ki belime sarılan kollar buna izin vermedi.
"Kafaya takma dedim, daha bir gün olmadı." O kadını kapatarak taktığımı mi düşünüyordu. Asla böyle bir şey yoktu. Sadece sinir oluyordum. Evet, sinir. Sevgilisi olan sevgilimin yanına yaklaşması hoşuma gitmiyordu. Daha doğrusu yakınlaşmaya çalışması. Görünce bile sinir tepeme yükseliyordu, çabucak.
"Daha yeni geldi eve, iyi olduğunu gördü. Neden bir de arama gereği duyuyor?" Diyerek yönümü ona çevirdim. Tabi ondan önce sürahiyi elimden tezgâha koydum. Elleri iki yandan uzanarak mermere dokunduğunda, kolları arasında kalmıştım.
Sözlerimden sonra omuz silkti. "Ne bileyim yavrum, umurumda da değil."
Umurunda olmadığını biyordum fakat buna bir zoum bulmam lazımdı onu da biliyordum. Ya bu kadının hâl ve tavırları daha da artarsa? O zaman ne olacaktı? Düşünmek bile istemiyordum çünkü düşüncesi be yeterince sinir bozuyordu.
"Sen onunla aynı yerde çalışıyorsun. Her gittiğinde onu görüyorsun?" Diyerek bir nevi soru sorar şekilde konuştuğumda o dudak kıvrımı yine yükseldi. Aşağı inesi yoktu.
"Sen kıskanıyor musun beni?" dediğinde somurttum.
"Diyene bak. Bir erkek baksa paralayacaksın." Dediğimde gülen suratı an be an kaybolmuş yerini ciddi bir surat almıştı. Öyle olmaz böyle olur bakışı attım.
"Ne erkeği şimdi ya?" Güldüm. Öyle komik bir şekilde söylemişti ki başka çarem yokmuş gibime gelmişti.
"Sen sadece erkek dediğimde bile böyle oluyorsan, ben ne yapayım?"
Sesli bir soluk verdi. "Sen yine de bahsetme." Dediğinde sıcak nefesi yüzüme çarptığı için yandığımı hissettim. Dakikalardır yanıyorsun Firuze haberin yok.
"Birisi gelecek, çekilir misin?" dedim ama tın yok. Hoyun girintime soktuğu başıyla sesli soluklarını içine çekmeye devam ederken iyice sıcakladım. Birisinin bizi görecek olması gerilmeme sebep olurken "Atalay!" diye kısık sesle cırladım.
"Gece görüşürüz."
"Hayır." Dedim keskin bir dille.
"Sonraki gün zaten yanımdasın." Dediğinde bu konuya da yaralarının iyileşmesinden sonra görüşecektim.
"Atalay çekilir misin?"
"Tamam hanım."
🌘
"Sevgilim çıkıyorum ben."
Akşam mutfakta yakınlaşmamızın ardından masaya geri dönmüştük. Ortadan kaybolmamız kimsenin umurunda değilmiş gibi hemen sohbete dalmıştık. Geceye kadar sohbet ettik, çay içtik. Artık herkesin uykusu geldiğinde bahçede sadece Atalayla biz kalmıştık. Yarın sabah ailesi gidecek için erken kalkacağımız için biz de yatma kararı almıştık.
Evet, yine onun kollarında uyumuştum.
Ailesi varken yan yana yatmak uygun değildi. Yokken de yatmak uygun değildi ama biz nefsimize hâkim olamayan iki bireydik. Kollarında huzuru bulduktan sonra ayrılmak zor geliyordu. Hâl böyle olunca da gece kendimi onun yanında buluyordum. Kokusu kokuma karışıyordu. Uykuları huzura dönüştüren kokusu.
Sabah olduğunda tatlı muhabbetler eşliğinde kahvaltımızı yapmış ve veda vakti geldiğinde içimi buruk bir acı kaplamıştı. Sevgi teyzenin varlığına, iyimser kalbine o kadar alışmıştım ki yokluğu aratacak olması beni üzüyordu. Bana telefon numarasını vermiş araşırız diyerek bir nevi konuşacağımızın haberini vermişti.
Atalay'ın korumalarından birisi onları havaalanına kadar bırakmıştı. Şimdi ise saat öğleyi bulmuş arkadaşımla buluşmaya gidiyordum. Defneyle görüşmeyeli bayağı oluyordu. Yüz yüze gelsek de birlikte vakit geçirecek keyfim olmadığı için pek bir şey yapamamıştık
"Tamam bebeğim, benim arkadaşlarım da gelmek üzeredir."
Ayakkabılarımı giyerek ona doğru döndüğümde elini dolaba yaslamsi bana baktığını gördüm. "Bir araya gelince mesaj at, habersiz bırakma."
"Olur." Dedim gülümseyerek.
Atalay'ın arkadaşları hasta ziyaretine geleceği için evde canı sıkılmayacaktı. Bir sürü arkadaşı olduğu için bugün çok fazla kişinin geleceğini biliyordum. Ben ne kadar yemeğe çağır desem de bir gün ben iyileşince güzel bir davet düzenleriz demişti. Kendisi de bir şeyler yapmak istiyor gibi durduğu için onu onaylamıştım.
Ne güzel olurdu, sevdiklerimizle dop dolu masada bir akşam yemeği yemek.
"Sen de arkadaşlarına selam söyle." Dediğimde çoktan kapıyı aralamıştım.
"Öpmedin daha, nereye?" Sitemli sesini işittiğimde hemencecik ona doğru dönmüş ve yaklaşmıştım. Dediği gibi de dudaklarını ilk önce alnıma daha sonra da dudaklarıma değdirmişti. Sıcaklığını hissederken Allaha emanet ol lafını duydum ve arkamı dönerek evden uzaklaştım.
Defne evden kamp sandalyelerini alacağını söylediğinde ben de birkaç abur cubur aldım ve sahile geçtim. O benden önce geldiği için güzel bir yer bulmuş ve sandalyeleri ayarlamıştı.
"Kankim özleştik." Denizde olan bakışları bana doğru dönerken oturduğu yerden kalkarak kollarını belime doladı.
"Sorma yavrum kuşum, yüzünü gördüm keyfim yerine geldi."
"Benim de benim de."
"Enişte bey çaldı yerimizi."
Kısık gözlerle dalga geçmesine karşılık güldüm. "Hemen ara ve kendisine şikayet et." Dediğimde ciddiye aldı ve "bak vallahi ararım." Dedi.
"Nasıl oldu?"
Açtığım sigarayı dudaklarıma yasladım. "İyi. Yani o iyi de ben pek iyi değilim."
"Sorunca ağlayacağını bildiğim için aylardır soramadım. Fakat bu sefer ağlayıp içini dökmeni istiyorum." Titrek bir soluk aldığında dolu gözlerimle ona baktım.
"Nasılsın?"
Nasıldım?
Aylardır onun yokluğu ile sınandıktan sonra bir de yaralanarak geri dönmesi ağır gelmişti. Sıkıntı üstüne sıkıntı patlayacak noktaya getirmişti ve benim o anımda yanımda olan sevgi teyzeydi. İkincisinde de kız kardeşim olan Defne olacakmış sinyalini veren göz yaşlarım hızını alamadı ve yeri boylamaya başladı. Hıçkırarak ağlamaya başladığımda dayanamadı ve bedenini sandalyeden kaldırarak tam önüme getirdi. Eğilerek sıkıca bana sarıldığında bulduğum o kollarla ağlamaya devam ettim. O bana ağla dedi ben de ağladım.
"Ağla kuşum, seni her daim saracak birisi olduğunu hatırla ve öyle ağla. Hem baksana turp gibidir o. Eniştem diye demiyorum o seni pek kolay kolay bırakmaz. Bırakırsa tepesine bineriz kızım, hayırdır yani."
Kafamı dağıtmak için saçmalamaya başladığını fark ettiğimde ağlayarak karşılık verdim. "Hele bir bıraksın, kafasını kırarım."
"Kırarsın aşkım."
Tavsiyeleri ve yavaş yavaş benim durulmamla eski halimize geri döndük. Göz altlarım yaşlı olsa da hıçkırığı bitmişti. Şimdi ise kötü ruh halinden arınmış dedikodu saatine ayak basmıştık. E anlatacak çok şey oluyordu, bittiği yoktu.
"Bir tane kadın var." Diyerek lafa başladığımda anlat dercesine elini salladı. Bağdaş kurarak ona doğru döndüğümde için rahatça konuşabiliyorduk. "Atalay'ın iş yerinde çalışıyormuş. Yaralandığı zaman hastaneye geldi, bir yakın olmak istemeler falan... İçimden dedim boşver gelip geçer ama yok kız geldi ama geçmiyor. Gecen Atalay'ın ailesi gelmişti, beraber yemek yiyorduk. Kim gelsin? Yine o kız. Elinde tatlı. Bir de demesin mi, sen seversin."
"Oha, neler olmuş neler. Anlat kız anlat."
"Atalay'ın telefonuna ulaşamamış, bir de annesini arıyor. Merak etmiş! Of ya delireceğim."
Kahkaha attı. "Kanka senin kanın iyice kaynamış, kıskanma evresine geldiysen..."
"Haklı değil miyim?:
Hemen yanıtladı. "Haklısın tabi, kızda büyük bir tuhaflık var. Ama enişte yüz verecek birisi değil."
"Ha bir de verseydi, sevgilisi var canım. Hiçbir erkek böyle yapmamalı."
"Erkeklerden ne geleceği bilinmez."
"Öyle." Demekle yetindim. Biz süre daha içimi dökmüştüm. O da bazı sebeplerden ötürü içini dökmüştü. Kendisinin ilerlemeye devam eden bir ilişkisi vardı. Fakat ilişkiler her zaman mükemmel ilerlemiyordu, aksaklıklar elbet oluyordu. Buna dış etkenler de dahildi. Defne de sevgilisinin annesinden biraz çekecekmiş gibi duruyordu.
Laflarımız tabi de bitmedi fakat sahilde oturmayı bıraktık ve eve geçtik. Benim evime geçtiğimde sigaramız bittiği için bakkaldan sigaraya almaya giden arkadaşımı beklerken odama doğru geçtim. Birkaç parça eşyayı da çantama doluştururken çalan kapıyla Defne'nin geldiğini anladım ve adımlayarak deliğe bakma gereği duymadan kapıyı açtım ve karşımda Defneyi göremedim.
Tanımadığım o erkek bir anda üzerime doğru gelerek avucunu dudaklarıma sıkıca bastırdığında nefesimin kesilecek kadar azaldığını hissettim. İşittiğim son ses yine o adamın sesiydi.
"Uyu bakalım."
...
Atalay'ın ağzından.
"Kahve yapmayı askerlikte öğrendik, bak işe yarıyor." Dediğimde hepsi bir ağızdan gülmüştü. Sevgilim gideli saatler olmuştu fakat bana yıl gibi gelmişti. Arkadaşlarla ne kadar konuşam da aklım ondaydı. Aslında aklım hem ondaydı.
"Bir kere komutan beni köpüksüz oldu diye dövmüştü." diyen Fikret'e bakışlarım kaydığında dişlerim görünce kadar güldüm. İçlerinden birisi ellerini yanındaki arkadaşına vura vura gülmeye başlayınca raydan çıkacağız sandım.
"Kahveyi köpüksüz yapan da ne bileyim."
"Sen bu hikayeyi daha önce bir on kez anlattın. " "Adam öyle dövdü ki, unutamıyor insan."
Gülüşmeler bozan telefonun melodi sesi olduğunda benimki olduğunu anladığımda sehpanın üzerindeki telefonu aldım ve yazan isimle yerimde doğruldum.
Defne arıyordu.
Neden Firuze değil de onun aradığını düşünürken kalbime saplanan sancıyla ellerim acıyan noktaya gitmemek için kendini zor tuttu. Aramayı yanıtladığmda herkes suspus olmuştu. Kulağıma çalınan telaşlı kadın sesiyle bütün kan akışımın durduğunu hissettim.
"Atalay! Firuze’nin evinde yangın çıktı, ne oldu ben anlayamadım. Aradım. Ben herkesi aradım, evet. Şey o içeride, o içeride. Evden duman çıkıyor, Firuze evin içerisindeydi. Ama hâlâ çıkmadı." Hıçkırarak konuşmaya çalışmasından kelimeleri zorulukla seçerken "Neden? Neden yangın çoğalıyormuş gibi hissediyorum. Çabuk gel! Ne olur gel! Çok yanıyor, yanıyor." dediğini işittim.
Yanan... Asıl yanan ev değil, benim kalbimdi.
Ve ben öldüğümü hissediyordum.
BÖLÜM SONU
Biraz duygusal, tavır yapmalı, kıskançlık ve kalp sancısı koyuyorum.
Aileyi gönderdikkk. Bizimkiler yine yalnız kaldı.
Bölümü sevdinizz miii?
En sevdiğiniz kısım?
Son kısımdan artık kaosun başladığını anlıyor muyuzz? (GAUAJANAJAJ)
Sizleri çok seven Ebrar.
|
0% |