Yeni Üyelik
22.
Bölüm
@rarbezrh

22. Suçlamak

 

Esmeray|Unutma Beni

 

🌘

 

önceki bölümden

 

"Atalay! Firuze’nin evinde yangın çıktı, ne oldu ben anlayamadım. Aradım. Ben herkesi aradım, evet. Şey o içeride, o içeride. Evden duman çıkıyor, Firuze evin içerisindeydi. Ama hâlâ çıkmadı." Hıçkırarak konuşmaya çalışmasından kelimeleri zorulukla seçerken "Neden? Neden yangın çoğalıyormuş gibi hissediyorum. Çabuk gel! Ne olur gel! Çok yanıyor, yanıyor." dediğini işittim.

 

Yanan... Asıl yanan ev değil, benim kalbimdi.

 

Ve ben öldüğümü hissediyordum.

 

.

 

Atalay'ın ağzından. -Görev yeri-

 

Gönül kuşu eski yuvadan uçtu

Giden gelsin bizimle dost iline

Katarlar bağlandı kafile göçtü

Giden gelsin bizimle dost iline

 

Aşk eseri olan karar bağlamaz

Yüreğinde derd olmayan ağlamaz

Bizi bu yerlerde kimse eğlemez

Giden gelsin bizimle aşk iline

 

Bir garibim adım sanım anılmaz

Yüreğimde yaram vardır onulmaz

Aşk deryası cuş eyledi yenilmez

Giden gelsin bizimle aşk iline

 

Leyl-ü nehar akar çeşmimin yaşı

Dost yoluna koyup can ile başı

Aşk ile geçelim dağ ile taşı

Giden gelsin bizimle aşk iline

 

"Komutanım dertli gördüm sizi?"

 

Asker adam dertsiz olur mu? demek istedim ama sustum. Ayakkabılarımız sert kayaların üzerine bastığında bedenimiz de bu sayede anlı şanlı bayrağımızı gibi yükseliyordu. Dağın eteklerinden esen rüzgar sanki kaskımı onun altındaki maskemi de delip geçmek ister gibi sertti. Vatan için savaştığınıda bu dağın havası insanı böyle sertçe çarpıyordu. Bana mısın demeyen bu koşullarda ayakta kalmak kaçıncı vazifemizdi?

 

"Senin derdin bana da yansımış." Dediğimde yüzüm ciddiydi. Fakat sözlerim onu güldürmüş olacak ki dudaklarının arasından çıkan o kısık sesi işittim. Rüzgarın sert uğultusu bazen işi zorlaştırsa da engel olamazdı.

 

"Allah korusun komutanım. Benim derdim kimseye yansımasın." Dediğinde yaşadığı acıyı hatırladım ve sanki bedenim kavruldu. Aslında burada bir kişinin değil bir sürü kişinin yüreği kavruluyordu. Kiminin özlemle, kiminin hasretle.

 

Özlem ve hasret arasındaki fark da böylelikle ortaya çıkıyordu. Dumrul hatırladığı o güzel kadına hasretti. Ölüm onu bulana kadar da bu hasretin kapanında esir kalacaktı. Ne acı. Ölen birisine hasret duymak.

 

"Hem komutanım, sizden konuşuyorduk. Lafı çevirdiniz."

 

Laf çevirsem kaç yazar, güzel kadınımı unutamadıktan sonra.

 

Aklıma geldi. Gülen yüzü, o dudaklarından çıkan her kelimenin kulağımda anlam kazanması kadar değerliydi. Saçları, kokusunu doya doya çekmek için günlerimi saydığım kokusunu özlem duyduğum saçları. Özlüyordum, şu yaşıma kadar kimseye duymadığım özlem kadar onu özlüyordum. Evin kapısını açtığımda beni gördüğünde hem rahatlamış, hem de mutluluk suratıyla karşılamasını deli gibi istiyordum. Küçük bedenine kollarımı sarıp saçmalayıp hiç yanımdan uzaklaştırmak istemiyordum.

Kollarına ait olmak için gün sayarken, o da beni bekliyor muydu?

 

Beklesin istedim. Küçükken sevdiğim o bakkal amca gelsin diye geceleri uyuyamazdım. Tıpkı bunun gibi belki de çocukçaydı ama beklesin istedim. Başkasına anlatsam bu durumu gülerdi ama ben acı dolu hissediyordum. Aklımın bir köşesinde evde yalnız oldugu gerçeği çarptığında kalbim sıkışıyordu. Başına bir şey gelecek korkusuyla evime, kollarımın arasına alsam da yetmiyordu. Canına bir şey gelirse, ölürdüm.

 

Ben, sevdiğim kadının ölmesini istemiyordum. Ben öleyim ama o ölmesin. Yoksa yaşamak kavramının anlamı kalır mıydı?

 

...

 

Şimdiki Zaman.

 

Zemheri bir soğuk.

 

Havada değil, kalbimde.

 

Sevdiğim kadın yangının içinde kalmış, ben üşüyordum. Ben neden üşüyordum?

 

Kalbimi tutarak inlediğimde transa girmiş gibiydim. Elindeki telefondan ses gelmeye devam ediyor ama algılayamıyordum. Arkadaşlarım sesleniyor, duymuyordum. Gözümün önüne onun gülen yüzü geldiğinde öleceğim sandım, sahiden ölüyor muydum?

 

Elimden telefon çekildi. Birileri konuştu ama sağırlaşmış gibi önemseyemedim. Sonra yanağıma inen sert yumrukla bakışlarım daldığım o noktadan bağırış eşliğinde çekildi.

 

"Kendine gel lan! Hadi oğlum! Yengenin canı yanıyor, durmanın sırası mı?

 

Yengenin canı yanıyor, sen niye duruyorsun?

 

Babür, ananın karnından çıktığın gibi sessiz olmanı değil, gerekirse ağlamanı istiyorum. Kalk! Vatanının seni bekliyor.

 

Şimdi vatanın değil, sevdiğin kadın seni bekliyor.

 

Yere düşmedim ama kalktım. Gözlerim büyüdüğünde kendime gelebildim ve yutkundum. "Ekibe haber verin, kim yangını çıkarmış hangi orospu çocuğu bunu yapmış öğrenin." Dediğimde arabanın anahtarını almış arabaya doğru ilerlerken aralarında görev dağılımı yaptıklarını duydum. Birkaçı benimle geldi, kim olduğuna bile bakmadım ve gazladığım arabayla onun evine doğru son hızla sürmeye başladım. Belki de eve varana kadar yemediğim ceza kalmamıştı ama umursamadım.

 

En büyük cezam evin önündeki o telaşı görmemle başladı. Bakışlarım apartmana kaydığında onun katının haricinde diğer dairelere de yangının sıçradığını gördüğümde tek dileğim onun hâlâ içeride olmamasıydı. Gözlerim Defneyi aradı, burada olmasın istedim. O yangından çıkmış olsun, Defne de onun yanında olmuş olsun istedim fakat gözlerim yerde çökmüş bir şekilde oturan Defneyi bulduğunda bütün ümitlerim tükendi sanki. Nasıl yanına vardım bilmiyorum ama çıkartamadılar hâlâ dediğini duyduğumda bir kere bile düşünmedim.

 

Polisin çekmiş olduğu şeritin altından geçerek eve doğru adımlamaya başladığımda sertçe kolumdan tutuldum. Tutan bir polis memurunun olmasını bile umursamadım. "Üstsubay Atalay Kırcalı. Derhal kolumu bırakın."

 

Polisin gereksiz beni tutma çabalarını dinleyecek zamanım yoktu. Çıktığım merdivenlerin ardından onun katına geldiğimde sertçe iki vuruşta açtığım dış kapının ardından yüzüme çarpan dumana karşı tişörtümü yüzüme tuttum. Derin bir nefesi içime çektikten sonra evinin dizaynı hatırlamaya çalıştım ve nefesimi tutarak içeriye daldım. Bedenimde bir yerlerin acıdığını hissederken kalbimden fırsat bulamayıp orada sıkışıp kalmışlardı.

 

Ona seslenmek istedim ama yapamadım. Eğer sesimi kaybedersem onu bulma fırsatım sıfıra inerdi. İçeride o kadar duman vardı ki onu bulsam da iyi olmayacağı düşüncesi kalbimin kapısını zorladı. Ellerimi kalbime götürüp sıkmak istedim. Odasında olabileceğini düşündüm ama orada yoktu, sonra duyduğum su sesiyle banyoya doğru ilerledim ve aralık kapıdan bedenini gördüm.

 

Bedeni yerde boylu boyunca uzanıyordu.

 

Âh etsem, gözlerini açıp bakar mıydı bana?

 

Kalp kimi seviyorsa o kadardır derler. Ben küçücük bir kadını sevdim ama kocaman bir kalp taşıdım. İçerisine sadece onunla doldurmak istediğim bencilce bir yürekti. Şimdi ise tepeden tırnağa sevgim acıya bulaşmıştı. Islak kıyafetlerle mermer üzerinde yatan bedenine bakarken dona kaldığını hissettim. Sanki görmek değil de bedenimin her noktasına kurşun yemiş gibiydim.

 

Bedenimin hiç hali yokmuş gibi hissetsem de yere çöktüm, bu sefer dudaklarımı ölmek pahasına araladım. "Firuze?" dediğimde ilk defa sesimin titrediği işitiyordum. Askeriyeye ilk girdiğimde yaptığım heyecan varmış gibiydi. Ses titrerse bu mesleği elime alamazdım. Peki şimdi titriyordu ama ben sevdiğim kadını elime almak istiyordum.

 

"Firuze'm ses versen ya?" Kucağıma aldım. Islak bedeni küçük bedenini onu ağırlaştırsa da bana hiçbir zaman yük olmayacağını bildiğim için sıkıca sardım. Ipıslaktı, suyu açmayı başaran o muydu? Burası nasıl bu hâle gelmişti?

 

"Bebeğim ben geldim, gözlerini açıp baksana. Bak, bak hadi bana. Yine gül, sarıl." Dediğimde öylece kucağımda sessizce yatması kahrolmama neden oldu. Yanaklarıma süzen yaşların varlığını hissettim, görüntüm bulanıklaşırken nefesimin tükendiğini hissediyordum.

 

"Hadi Firuze'm, yaşıyorsun. " Sesim son kelimeleriyle iyice kısıldı ve tam kısıldığı zaman dışarıya çıktığım an oldu. Öyle bir uğultu oldu ki tek gördüğüm yere, gitmem gereken o mavi ışığa doğru yöneldim. Bir kadın, iki erkek yanımıza sedyeyle ulaşırken, kucağımdaki kadını usulca bıraktım.

 

"Beyefendi iyi misiniz?"

 

"Uzun süre kaldı." diyebildim sadece, bu kelimeleri bile yarım yamalak söylerken öksürdüm. Ona bakıyordum, belki uyanır diye gözlerimi çekmiyordum.

 

"Hastaneye geçiriyoruz, sizde bizimle gelin beyefendi. Aklınız hanımefendide kalacak gibi." Ne derlerse başımı olumlu anlamda hızlıca salladım. Sonra gözüme arkadaşlarımdan birisi çarptı ve tek dediğim Defneye sahip çıkın oldu. Ne diyeceğini duymadan araca bindik ve hararetli konuşmaları dinleyerek, onu iyileştirmek için gösterilen çabayı seyrettim. Ben her şeye gücü yetecek olan o adamken şimdi neden öylece duruyordum? Demek ki her şeye yeteninemiyormuşsun.

 

Nefes almam için burnuma takılan o şey ona iyi olamıyorsa bana neden oluyordu? O böylece yatarken ben neden ayaktaydım?

 

"24 Yaşında kadın. Aşırı fazla karbonmonoksit gazına maruz kalmış."

 

Onu odaya aldıklarında yüzüme kapanan kapılarla elimden kayıp gitti. Canı yanıyor muydu? Boşta kalan ellerini tutarak ben burdayım demek istiyordum, beni içeri alamazlar mıydı? O gittiğinde bomboş kaldım, hiçtim. Kalbim olmadan bedenimin hiçbir etkisi kalmadı. Yok oldum. Bir süre kalbim gibi ayaklarım da dayanamadı yere çöktüm. Öylece kapalı olan kapıya bakarken, içimde bir yerlerde kalkıp ben iyiyim demesini umut ediyordum.

 

Parçalara ayrılmış bütün hücrelerimle yana yana kül oldum. Ben sensiz ne yaparım? Ben sensiz ne yapacağım Firuze?

 

Dudaklarımı ısırarak kaçmaya çalışan o hıçkırığı engellemeye çalıştım fakat göz yaşlarıma engel olamadım. Yanaklarımdan süzülen damlanın varlığını hissettiğimde, gözlerim acıyla kapanmamak için direndi. Koca bir hiçlikten ibaretken gözlerimi kapatmasam da onun o hâli aklımdan gitmiyordu. Gider miydi hiç? Senin yüzünden bu hâlde. Senin yüzünden.

 

Koruyamadım.

 

Koruyamadım.

 

"Koruyamadım." Kendime cezamı çektirmek için başımı yasladığım duvara sertçe vurmaya başladığımda. Dudaklarımdan çıkan tek kelime koruyamadım olmuştu.

 

"A-Atalay?" Duymadım ne söylendi. Kim gelmişti umursamadım. "Ne yapıyorsun sen?"

 

Koruyamadım. O şimdi içeride. Canı yanıyor, senin beceriksizliğin yüzünden yatıyor. Bir haltı bile beceremeyecek kadar adisin.

 

"Koruyamadım onu."

 

"Sen neden bu haldesin? Konuşana be adam, öldü de benim mi haberim yok!" Ölüm yok. Ölüm yok. Başımı transtan çıkmış gibi kaldırdığımda karşımda kızarık gözlerle Defneyi görmeyi beklemiyordum. Yukarıdan yukarıdan bana bakarken başım duvardan ayrılmıştı.

 

"Ölemez! İzin vermem." Bir yemin gibiydi sözlerim. Tutacağıma ant içtiğim bir sözdü.

 

"Kendine gel o zaman. Onun bize ihtiyacı var, yemin ediyorum bizi bu hâlde görse paralar." Dediğinde ses tonu zorla konuşur gibiydi. Yangının olduğu evin önünde hitap bir haldeyken -belki de hâlâ öyle- şimdi bana destek çıkmaya çalışıyordu. Gözleri ağlamaktan şişe de, kalbi acıdan kıvransa da dik duruyordu.

 

Sikeyim. Ben niye yerdeyim?

 

Asker adamsın oğlum sen, gerektiğinde duygusuz olacaksın diyerek yaptığım konuşmalar aklıma geldiğinde kendimden utandım. Aklımızın bir köşesinde bulunsun diye söylediğim sözleri ben tutamıyordum.

 

"Paralar." Dedim sesli bir soluk vererek. "Gözlerini açsın, paralasa da başım gözüm üstüne."

 

"Kalk şimdi, senin gibi bir adama sırtını eğmek yakışmaz."

 

Kalktım. Bu sözler komutanımdan duyduğum sert sözler kadar iyi uyandırmıştı beni. Komutanım kadar katı bir ses tonu içermese de kelimelerin altında yatan acı beni kendime getirmişti. Yüzümü kapıya dönerek göz yaşlarımı sertçe sildiğimde bir başka ses işittim.

 

"Kardeşim?"

 

Sert bakışlarım geri yerine gelmiş, o duygusuz adama dönüşmüştüm. Sesin geldiği yöne bakışlarım kaydığında bugün gülerek sohbet ettiğimiz halimiz geldi. Şimdi herkes üzgün, kahır doluydu. Ama bir şey vardı ki herkes buradaydı. Onun için bir sürü kişi bekliyordu ve sevdiğim kadın bize geri dönmek zorundaydı.

 

"Durumu nasıl?" diye sorduklarında hâlâ bir şey bilememek, öğrenememek öyle sinir bozucuydu ki delirmemek elde değildi.

 

"Bilmiyorum." Demekle yetindim. Oturmak yerine ayakta kaldım ve bakışlarımı hâlâ kapalı olan kapıya çevirdim. Koridoru dolduran telefonun melodisiyle Defne telefonla konuşarak yanımızdan uzaklaşırken sinirle alnımı sıvazladım. Ne kadar bağırıp çağırmak istesem de başka hastaları da düşünmek zorundaydım.

 

"Yaranın içinde Yaradanı görmektir sabır, sen bittim dersin, o yettim der."

 

Bazı sözler ruha işler, oradan da kalbe ulaşırdı. İşte bu sesin sahibinin sesi kulağıma bazen nine kadar hoş gelirdi. Başımı eğdiğim yerden kaldırdım. Hafız, dik bedeniyle karşımda duruyordu. Derince yutkundum.

 

"Hafız." Dedim fakat ismine onca kelimeyi sığdırdım. İyi ki buradasın demedim Hafız dedim. En kötü anımda yanımdaydı, şimdi olduğu gibi.

 

"Duamı ettim öyle geldim kardeşim."

 

Ne zaman dara düşsem duanın çözemediği kötülük yoktur derdi. Şimdi ise diyordu ki çıkacak buradan, ben inandım. Sen de inan. İnandım.

 

"İyi ki geldin kardeşim." Dediğimde omzuma koyduğu eli bana güç verdi. Açılan kapıyla dalmış olduğum bedenim sendelerken bir adımda doktorun yanına yaklaştım. Maskesini çıkardığında "Hastanın yakını?" diye sordu.

 

"Benim." Dediğimde sen kimsin demek yerine durumunu açıklamaya başladı. Sanki kulaklarım bu anı bekliyormuş gibi sonuna kadar açılmıştı. İyi şeyler duymak istedim, iyi olsun.

 

"Hastamız çok fazla karbonmonoksit gazına maruz kalmış. Kendisine hiperbarik oksijen vererek nefesini düzene getirdik. Ayrıca kanda imovane rastladık. Hasta uyku ilacı kullanıyor muydu?" diye sorduğunda başımı olumsuz anlamda salladım.

 

"Bildiğim kadarıyla kullanmıyordu."

 

"Hayır kullanmıyor." diyen Defne de destek çıktığında ne ara geldiğini anlayamamıştım.

 

"Kullanmıyorsa iş ciddiye biniyor." Dediğinde kaşlarım çatıldı. Kalbim sıkıntıyla gerilmekten patlayacaktı.

 

"Açık açık konuşun Doktor bey."

 

"Hastanın boynundan şırınga tarzı bir şeyle imovane enjekte edilmesinden şüphelenmiştik sanırım şüphemiz doğru çıktı. Ayrıca kollarında da morluklar mevcut. Sağ yanağı yanıktan dolayı yaralı, endişe etmeyin geçici bir yara. Fakat hastayı üzecek kadar da büyük."

 

Yaralıydı. Onu üzecek kadar yara almıştı.

 

"Hastayı birazdan normal odaya alacağız, kendisine geldiğinde tekrardan sizi bilgilendireceğim."

 

Zoraki konuştum. "Odaya geçince kendisini görebilir miyiz?"

 

Gülümsedi. "Elbette, hastayı yormamak kaydıyla."

 

"Teşekkür ederiz, Doktor bey."

 

Ne demek görevim diyerek yanımızdan uzaklaştığında sesli bir soluğu bıraktım. İyiydi, nefes alıyordu. Gerisinin bir önemi yoktu. Zihnimin içerisinde doktorun demek istedikler laflar dönüp duruyor aklıma gelen görüntülerle çekip gitmek isterken, o beni tutan tek şeydi.

 

O uyandığında ondan gerçeği öğrenip, ona bunu yapanların bedelini ödecektim.

 

"Atalay, o yaşıyor."

 

O yaşıyor. Firuze bana geri döndü. Beni hiç bırakmadı ki.

 

"Yaşıyor." Dediğimde Defne dolu gözleriyle gözlerime baktı. Kaç hüzün sığdı gözlerime, hiç biri bu kadar canımı yakmadı. Rabbim derdi ki kimi benden daha çok seversen, onu senden alırım korktum, onun benden gitmesinden delice korktum. Yürek ağrısı bambaşka bir şeymiş, bir daha yaşamak istemedim.

 

Defne bir kız çocuğu gibi kollarıma sığındığında hıckıra hıçkıra ağlamaya başladı. Tam bu anda ikinci kez abi olduğumu hissettim. Kollarım bedenine sarmalandı ve kardeşimi herkesten korumak ister gibi bedenime çektim. Ağlasın, rahatlasın istedim.

 

Peki, sen nasıl rahatlayacaksın?

 

"Çok korktum." Dediğinde korktuğunu iliklerime kadar hissettim. Titriyordu, sanki soğuk havada kalmış gibi üşüyormuş gibiydi. Kalp sızısı tam olarak böyleydi. Bir mermi kadar can yakabiliyordu.

 

"Biliyorum, biliyorum kardeşim ama o iyi. Hatta birazdan göreceğiz." Dakikalar önce o bana güçlü olmam için destek verirken şimdi ben ona veriyordum. Belki de bugün aile olduğunuzdan habersiz birbirimize destek çıktık. Bir olduk, birlik olduk.

 

Firuze için ayakta kaldık.

 

... 

 

Firuze’nin ağzından.

 

"Aşk rastlanıldığında yaşamak, kaybedildiğinde ölmeye yakın olmaktır. Gelişi ile lütuf olan bir hediyenin, gidişiyle cezaya dönüşme halidir."

 

"Peki baba, ya onu sevecek kadar kör. Onu kaybedeceğim diye korkmaktan delirirsem, o zaman nasıl olacak?"

 

Babam gülümsedi. "Doğru adamı bulduğunu hissediyorsan, sev yavrum. Sevmek de sevilmek de inan ki çok güzel bir duygu. İçinde saklama, sıkışıp kalmasın. Kalbinde tutma yara etmesin. Ama ömrünü o bir gün benden gidecek diye yaşama, akışına bırak. Mutlu ol. Mutlu ol yavrum."

 

Gülümsedim. "Sevdim, ben çok merhametli bir adamı sevdim. Beni bekliyor orada, işte." Dedim parmağımla karşımda duran bedeni göstererek.

 

"Ona gelmemi bekliyor."

 

Dimdik bedeniyle tam karşımdaydı. Elleri iki yanından sarkmış, gülen gözlerle bana bakıyordu. O gülünce ben de gülümsedim.

 

"Git o zaman kızım."

 

"Ya sen?" dedim babama bakarak.

 

"O doğru adam Firuze'm, onun kollarına güven. O seni koruyup kollar."

 

"Firuze'm. Güzel meleğim."

 

Güzel meleğim.

 

Vücudumda bir yerler sızlıyor, kulaklarım sürekli aynı kişinin sesini işitiyordu. Tanıdık gelen bu sesi biliyormuş gibi usulca gözlerimi araladığımda ilk gördüğüm şey beyaz bir tavan olmuştu. Kirpiklerim kıpraşırken zihnim de bu süreç içerisinde bana bir şeyler hatırlatmaya çalışıyordu.

 

Bir adam, bir adam evime gelmişti.

 

Sonrası... Sonrası yok, hatırlamıyordum. Zihnim kelimeleri ittirerek önüme kakalamaya çalıştı ama beceremedi. O adam, burası... Hiçbir şey anlamıyorken, biraz da olsa anlamdırabilmek için etrafa bakmak istemiştim onu gördüm. Tanıdık sesin sahibini.

 

Atalay Kırcalı, benim mülhemim karşımda yanımda duruyordu. Gözlerim zaten aksini beklemiyordu. Ama neden bakmaya doyamadığım gözleri kızarıktı, kötü bir şey mi olmuştu? Yüzü solgun görünüyordu, askerimi hastane yatağında yatarken böyle görmüştüm peki ya şimdi neden böyleydi? Yine hasta mı olmuştu?

 

Onun gerçekliğine inanmak ister gibi ellerim yüzüne uzanmak istedi, yarıya gelmeden elimi tuttu ve elleri arasına alarak yanağına yasladı. "Güzel meleğim, ben buradayım." Dediğinde gülümsemeye çalıştım. Kıvrılan dudaklarım nedense canımı yakarken sadece ona baktım.

 

Boğazım öyle kuruydu ki dudaklarımı aralasam da konuşacağımı hiç sanmadım. Dudaklarım iki yana açıldı ama sadece açılmakla yetindi. Konuşamadım, tabi zoraki konuşmak konuşmak sayılırsa.

 

"Su."

 

Tek diyebildiğim bu kelimeyken, elimi yanağından uzaklaştı ve başını hızla aşağı yukarı salladı. "Hemen veriyorum yavrum." Dediğinde su içeceğim için deli gibi mutlu oldum. Sanki yıllardır su içmiyormuş gibi onun yardımıyla bardak dudaklarıma yaslandı ve nehirden su içiyormuş gibi öyle tatlı geldi. Bardaktakinin hepsini bitirdiğimde derin nefesi içime çektim.

 

"Ben doktora haber vereyim." Dediğinde yanımdan kalkmak istediğinde gitmesin istediğim için ona engel olmaya çalıştım. Hiç gücüm yokmuş gibiydi, sadece uyumak istiyordum. Ne kadar süredir buradayım bilmiyorum ama yine de çok uykum varmış gibiydi.

 

"Gitme."

 

Gözlerinde bir şeyler kırıldı ama ne olduğunu anlayamayacak kadar halsizdim. Böyle olmak istemiyordum, ben kollarımı onun boynuna dolayacak kadar enerjik olmak istiyordum. Bu yüzden söylediğimi hemen yerine getirmek için oturduğu yere geri oturdu.

 

"Gitmem, sen de hiç gitme olur mu?"

 

Neden gidecektim ki?

 

Gülümsemeye çalıştım. "Ben bilmiyorum." Dediğimde aslında demek istediğim ben senden nasıl gidilir hiç bilmiyorum olacaktı. Bu kadar uzun cümleler kuramayacak haldeydim. Ama o beni anladı. Uyandığımdan beri ilk defa gülümsedi ve rahatladığımı hissettim.

 

Ben senden nasıl gidilir hiç bilmiyorum.

 

"Bilme zaten." Dediğinde sadece elimi tutuyor arada dudaklarını dayanamamış olacak ki tenime değdiriyordu. Ama ben sadece ona bakıyordum. Öylece bakmak gücüme gitse de bir şey yapamadım.

 

Bakışmamızı kapının açılma sesi böldüğünde bakışlarımız birbirinden çekildi ve gelenleri buldu. Doktor olduğunu anladığım adam ve arkasında Defneyi gördüğümde arkadaşımın evde olmadığını hatırladım, iyi ki yoktu dedim içimden. Ya ona bir zarar gelseydi ne yapardım?

 

"Evet, hastamız kendine gelmiş. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz Firuze hanım?" dediğinde kendimi konuşmak için zorladım ve "İyiyim." Dedim.

 

Çok geçmeden Atalay'ın endişeli sesini işittim. "Konuşmakta zorlanıyor." Dedi.

 

"Gayet normal. Fazlaca dumana maruz kaldığı için nefes darlığı, baş dönmesi gibi birçok etkene maruz kalabilir. Bundan öncesi kadar, bundan sonrası da bizim için önemli. Dikkat edilmesi gerekiyor."

 

Kaşlarım çatıldı. "Duman?"

 

Atalay boğazını temizledi. Doktor ise Atalay'a kısa bir süre baktı, orada ne gördü bilmiyorum ama tekrardan bakışlarını bana çevirdiğinde bilmediğim bir şeylerin döndüğünü işittim.

 

"Yangın dumanına maruz kalmışsınız Firuze Hanım, şuan durmunuz iyi. Birkaç yaranız var o kadar."

 

Yangın dumanı. Nerede? Aklımda bir çark varmış da yeni dönüyormuş gibi hissettim ve kendi evimde olduğumu hatırladım. Evimde yangın mı çıkmıştı? Benim evimde, her şeyin içinde olduğunu düşündüğüm o evde. Anılarım, Anılarım vardı. Annemden ve babamdan kalan hatıralar... Hepsi, hepsi mi? Her şey mi yanmıştı?

 

"Ne yangını? Atalay?" dediğimde bedenim dışında kalbimin de ağrımaya başladığını anladım. Telaşla yerimden kalkmaya çalıştım ama buna izin vermediler.

 

"Firuze ne olursun sakinleş." diyen arkadaşımın sesini isittigimde ne ara yanıma geldiğini anlayamadım. Ağlıyordu.

 

"Defne, çok mu kötü?" Dediğimde yalandan hiç hoşlanmadığımı bildiği için gerçeği bana açık açık söyleyeceğini biliyordum. Anlatsın diye ona baktım ama açıklamaktan ziyade ağladığı için sinirlenmeye başladım.

 

"Anlatsana Defne." Derken bakışlarımı bir an olsun ondan çekmedim. Gözlerinden anlasam da yine de duymak istedim. Belki gözlerim yanılmıştı, yanılmasa bile yanılsın istedim.

 

"Bizim yuvamıza geleceğin kadar." Dediğinde kalp krizi geçiriyormuşum gibi nefes almakta zorlandım. Ellerim göğsüme gitmiş, sızısını geçirmek ister gibi baskı uyguluyordu.

 

"Canı yanıyor Doktor." diyen Atalay’ı duyduğum. Transa girmiş gibi hıçkırarak ağlamaya başladığımda, tekrardan yerimden kalkmak istemiştim ki kollarıma varlığını olan o kablodan ve insanlardan kurtulamadım. Bağırmak ve çağırmak şuanda tek bildiğim şey haline geldi ama kimseye derdimi anlatamadım. Eki de anlattım ama ellerinden hiçbir şey gelmedi. Tıpkı evim yandığında benim elimden hiçbir şey gelmediği gibi.

 

"Bırakın. Evime gideceğim." Son kelimelerim bu olurken gözlerimi kapandı. En son duyduğum ses ise "Hastayı sakinleşirelim." olmuştu.

 

Yıllar önce annem ve babam vefat ettiğinde ilk defa evsiz kalmanın ne demek olduğunu hissetmiştim. Bir çatı olsa da içerisinde aile olmadan yasanmayacağını öğrenmiştim. Şimdi ise o çatı bile elimden kayıp gitmişti. Tekrardan kimsesiz kalmış, evsiz yurtsuz kalmış gibi hissediyordum.

 

Tahminlerime göre beni sakinleştirmelerinin üzerinden ne kadar süre geçmişti bilmiyorum ama uyandığımda yanımda yine aynı kişiler vardı. Birisi bir yanımda diğeri öbür yanımdaydı. Doktor tekrar kontrole gelmiş, hemşire yaralarımın üzerindeki sargıları değiştirmişti. Bu sayede lavaboya gitmel istediğimi söylediğimde Defne yardımcı olmuş, ve beni o götürmüştü.

 

İkinci bir krizin başladığı nokta da bu an olmuştu. Yanağındaki yanığı gördüğüm an ve evimin yanması birleşerek canımı öyle yaktı ki nasıl ayakta kalabildim anlayamadım. Kalamadım da. Anlatılan göre orada bayılmıştım. Uyandığımda, kendimi kısır döngüde gibi hissetmiştim. Bu sefer uyandığımda daha hissizdim, ilk uyandığımdaki gülümsemem tamamen solmuştu. Doktor eve geçebilmem için bir sıkıntı olmadığını söylediğinde ne konuşulmuştu bilmiyorum ama Atalay beni kucağına almaya kalktığında ona yarasını hatırlatmıştım ama bana umurumda değil demişti. Benim umurumdaydı, yarasına zarar gelsin istemiyordum.

 

Arabaya bindiğimizde ben arkada Defneyle oturuyordum. Önde kim vardı bilmiyordum, yüzü tanıdık geliyordu fakat dikkatimi verememiştim. Defne'nin bu ara yanında olacağım dediği sözleri hatırlıyordum. Sanırım Atalay'ın evine gidiyorduk. Zaten çok da gideceğim bir seçenek kalmamıştı.

 

Dakikalar sonra eve vardığımızda yine onun kucağında odamıza kadar çıktık. Daha birkaç gün önce ben ona bakıyorken, şimdi yine bakan o olmuştu. Yatağın üzerine bedenimi oturttuğunda benden uzaklaştı o an aramızdan geçen o soğukluğu hissettim.

 

"Üzerini değiştirirsin." Dediğinde daha fazla bir şey demeden yanımızdan ayrıldı. Defneyle baş başa kaldığımızda kısıkça boğazını temizledi.

 

"Saçlarını yıkayalım ister misin?" diye sorduğunda başımı onaylar adamda salladım. Kendimi aşırı derecede kirli hissediyordum. Saçlarımı sanki yapış yapıştı. Tenimde yaralar, çirkin gibiydim. Bu yüzden bu tavsiyede olumlu baktım. Defne sandalye bulup geleceğini söylediğinde saçımı nasıl yıkayacağını anlamıştım.

 

Yüzüme su gelmemesi için gösterdiği çabayla saçlarımı yıkadıktan sonra eşofman ve tişortü üzerime geçirdim. Saçlarımı da kuruladığımda kendime gelebilmiştim. Geri yatağa dönerek sırt üstü uzandım. Bir süre sağ tarafıma ve yüz üstü yatamayacaktım.

 

"Ben birazdan geliyorum güzelim." Dediğinde gözlerimi kapattım. Kapatmasına da gözümün önüne gelen görüntülere engel olamadım. Bu yüzden daha fazla düşünmemek için gözlerimi geri açtım. Kafamı dağıtmam lazımdı, bunun çok zor olacağını bilsem de tütün ihtiyacım bedenimde baş gösterdi. Odada var mı diye bakmak için ayağa kalktığımda dolapları karıştırdım fakat paketle karşılaşmadım.

 

"Ne arıyorsun?"

 

Ne ara kapıyı açıp da odaya girmişti bilmesem de gelen Atalaydı. Elinde tepsiyle bana bakarken "yemeyeceğim." Dedim. Canım sigaradan başka bir şey istemiyordu.

 

"Yiyecek misin diye sormadım." Dediğinde otoriter sesi karşısında şaşkınlığa uğradım. İlk defa ban akarsi böyle emir cümlesiyle konuştuğunu fark ediyordum. Sebebi neydi peki?

 

"Sigara istiyorum." Dediğimde beni umursamadan komodinin üzerine tepsiyi bıraktı ve yanıma doğru adımlamaya başladı. Sadece ona bakarken ne yaptığını anlamaya çalıştım.

 

"O sigarayı sana vereceğimi düşünüyorsan, çok yanılıyorsun."

 

Kaşlarım çatıldı. "Sebep?"

 

"Seni senden çok düşünüyorum da ondan." Dediğinde bilegimden çekerken bir çırpıda beni yatağa oturttu. Hiçbir şey diyemedim, elindeki kaşığı çorba olduğunu düşündüğüm sıvının içine bandırdığında ağzıma doğru uzattı. Bir anda sessizleşip ona ayak uydurmama şaşırmış mıydı? Ben şaşırmıştım da.

 

"Ben yiyebilirim." Dediğimde umursamadı ve ağzıma kaşığı uzatmaya devam etti. Bütün uzattığı kaşıklardaki çorbayı içmiş ve tabaktaki çorbayı bitirmiştim. Bir şeyler yemem onu mutlu etmiş olacak ki rahatlamışa benziyordu. Tepsiyi eline alarak gitmeye kalkıştığında dudaklarımın aralanması da gecikmedi.

 

"Ne oluyor Atalay?" dedim ciddi bir ses tonuyla. Çünkü benden kaçmaya çalışıyormuş gibi hissediyordum, umarım yanılıyorumdur diye aklımdan geçirsem de hareketleri aksini kanıtlamıyordu.

 

"Ne ne oluyor?" Bilmemezlikten gelmesi aşırı germeye başlamıştı.

 

"Aptal yerine koyuyorsun."

 

"Yok öyle bir şey, gidip uyu."

 

Sinirlendim. Bana bakmıyordu bile. Ben uyurken bir şey mi olmuştu? Bu tavırlarının sebebi neydi? Ya da farkında olmadan ne yapmıştım? Aklımda binlerce soru baş gösterdi fakat hiçbirine cevap alamadım.

 

"Benim uykuya ihtiyacım yok, bunu bilemeyecek kadar ne oldu sana?"

 

"Dinlen."

 

Evet, sadece bunu dedi. Sözlerimin hiç değeri yok muydu? Önemsememisti beni. Beni ilk defa önemsememişti. Şaka olmalıydı. Ya bir yerden birazdan kamera çıkacak ya da ben bu kabustan uyanacaktım.Yoksa başka türlüsü imkansız kadar uzaktı.

 

"Ne oluyor bilmiyorum ama benim tanıdığım adama dönüşmeden yanıma gelme." Ağır mı konuşmuştum bilmiyorum ama yaptığı hareket de bana ağır gelmişti. Amacım karışık vermek olmasa da dilime mukayyet olmamıştım. Beni dinlemiyor, en önemlisi bana bakmıyordu.

 

Yüzüme bakamayacak kadar yüzüm kötü müydü?

 

Kapıyı açarak odadan çıktı. Asıl şimdi yapayalnız kalmış, üşümüş hissediyordum. Bir süre öylece ayakta kaldım ve bakışlarımı kapıdan çekmedim. Bu kadar dalmak hiç normal olmazken daldığım o noktadan çıktığımda kimseyi duymamak, kendi içime kapanmak istermiş gibi kulaklığımı çekmecede aldım ve kulağıma taktım. Duygusal bir şarkı açtığımda ağlayarak uykuya daldım.

 

Ailemi, evimi bir de üzerine Atalayı düşündüm. Hepsi ayrı ayrı canımı yaktı ve bu sefer acımı kimseyle paylaşamadım. Yorganı üzerime kadar çektim ve gözlerimi kapattım. Halsizliğim sebebini doğrulamak için gözlerime yansıdı ve uyuya kaldım. Uykumdan uyanma sebebim hareketli bir şarkı olmasıyla, gözlerimi korkarak açmıştım. Küfrederek şarkıyı kapattım ve kulaklığı komodinin üzerine koydum.

 

Yataktan doğrulduğumda pencerenin önüne geldim ve perdeyi çekmemle havanın karardığını gördüm. Ne kadar süre uyuduğumu bilmeden odanın kapısını usulca açtım ve mutfağa su içmeye geçmek için merdivenlerden inecektim ki yarıda adımlarım duyduğum seslerle kesildi.

 

"Silahı aldı diyorum sana, gidip o adamı öldürmeden bu eve gelmez. Siz ekibi ayarlayın gidip ona bir şey olmadan bulalım."

 

Silahı alan Atalay mıydı?

 

BÖLÜM SONU

 

Ben bu ara biraz duygusalım. Canım da kaos çekti yazdım.

 

Kaoslar başladı mı o zaman?

 

Bölüm nasılsın buldunuz?

 

Yangın hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Firuze sanırım en çok yara aldığı yerden tekrardan canı yandı. Psikolojisi hiç iyi durumda değil ve Atalay'ın bu tavrı karşısında kırgın.

 

Atalay'ın bu tavrı sizce neden?

 

Sonraki bölümde neler olacak???

 

Sizleri seviyorum. Yorum yaparsanız çok mutlu olurum. Çünkü sizler için bölüm yetiştirmek maksadıyla bütün kurgularımda çaba gösteriyorum. Elbette emeğimin karşılığını güzel yorumlarınızla da almak isterim.

 

Duyurulardan haberdar olmak için hesabımı takip etmeyi unutmayın.

 

Kendinize cici bakın. 🥺💖

 

 

 

 

Loading...
0%