@rarbezrh
|
23. Gidişler Bir Fırtına Tuttu Bizi| Melisa Karakurt 🌘
önceki bölümden Yataktan doğrulduğumda pencerenin önüne geldim ve perdeyi çekmemle havanın karardığını gördüm. Ne kadar süre uyuduğumu bilmeden odanın kapısını usulca açtım ve mutfağa su içmeye geçmek için merdivenlerden inecektim ki yarıda adımlarım duyduğum seslerle kesildi.
"Silahı aldı diyorum sana, gidip o adamı öldürmeden bu eve gelmez. Siz ekibi ayarlayın gidip ona bir şey olmadan bulalım." 🌘
Muhakkak bir gün seninle ben aynı anda birbirimizi düşüneceğiz.
Dumrul'un geçmişi, yazar ağzından.
"Neden üzgünsün?"
Kahve gözler, yemyeşil olan o gözlere tutunduğunda genç adam hiç bu kadar güzel bir rengin gözde olmadığını düşündü. Sahi bir göz bu kadar yoğun bakabilir miydi? Gerçeği bilmiyordu.
Onu izledi, izledi fakat kız kaşlarını çatarak yanına oturduğunda dilini yutmuş gibi hissetti. Kız bir cevap arıyordu, ona verebilecek güzel bir cevabı yoktu.
"Tanımadığın birisine neden üzgünsün diye sorarsın?"
Kız küçük omuzlarını silkti. "Üzgün olduğu için."
Genç adam güldü. "Her üzgüne derdi sorulmaz."
Kızın ona baktığını hisseti ama bakışlarını yanmayan sokak lambasından çekmedi. Çekemedi. Cesareti yoktu, peki ne için? Başarısızlığı yüzünden dalga konusu olmaktan mı korktu?
"Sen" Dedi kız bir süre duraksayarak. "Senin askerlik başvurun kabul mu görmedi?" İşte o an adamın kalbi tuzla buz oldu. Derince yutkundu, yutkundu fakat boğazındaki o yumruyu gidertemedi. Kıza hızlıca bakışlarını çevirdiğinde onun büyük göz bebekleriye karşılaştı.
"Kimsin sen?" dedi adam.
Her şey bekledi ama bunu diyeceğini hiç ama hiç beklemedi. "Kimsesizim ben."
Kimsesizim ben.
Aslında kaderin her şeyin o senin demediği, yaşayıp görecekleriyle bunu anlayacağını bilmeden bir sokak kuytusunda birbirlerini buldular. Sahi, kaderin istediği oyuna tesadüf diyebilir miydik.
...
Firuze'nin ağzından.
Bazen ruh acıyla öyle dolardı ki kendisinin haricinde kimseyi içeriye sokmazdı. Başka bir şey girmeyince de içten içe yara alır, ölürdün. Ruhun ölmesi bedenin ölmesine benzemezdi. Daha can yakıcı olurdu. Ve ben bugün canımın bir kez daha yandığını hissediyordum.
Canım yanıyor mülhem, sen neredesin?
"Nereye gitti?" dediğimde sesimin titrek çıkmasına engel olamadım. Saatler öncesinde belki de ona kızgınken şimdi onu deli gibi merak ediyordum.
"Yenge sen niye kalktın?" dediğinde bu çocuğu gözüm bir yerden ısırdı ama kim olduğunu kavrayamadım. Telaşlı gözlerle bana bakarken sesli bir soluğu da ardından vermeyi unutmadı. "Nereye gitti diye sordum. Sen neden burdasın?"
Sinirim ve korkum öyle fazlaydı ki belki de onun kalbini kırıyordum farkında değildim. Ama derince yutkunmasının ardından dudaklarını araladığında "Ne duyduysan o." Dediğinde ellerim yumruk oldu.
"Götür beni."
Ne anladı bilmiyorum ama "olmaz." Dediğinde onun yanına gitmek istediğimi anladı. Bakışları sertleşmiş.
"Bak başına bir şey gelecek, yarası var."
"Bizimkiler gitti." Dedi kısaca. Bunu sakince dille getiriyormuş gibi görünse de içten içe sıkıntı ettiğini anlayabiliyordum. Fakat benim gitmemi engelleyecek kadar da büyük bir olay dönüyordu. O yaralıyken, nasıl burada böyle oturabilirdim? Olmazdı. Olmasındı.
"O zaman söyle ona dönsün."
Dönsün istedim. Bana, bize.
"Yenge o beni dinlemez, hem arasam da bakmaz zaten."
"Ben ararım o zaman." Diyerek atıldığımda arkamdan seslendi ama dinlemdim. Telefonumu almak için odaya çıktım. Nerede olduğunu bile bilmiyordum. Aralık olan kapıdan içeriye girdiğimde bakışlarım aldığım şeyi bulmak için odayı turladı ve sonunda bulduğunda içimde tutamadığım o gerginlikle uzandım.
Onu kaydettiğim isme tıkladım. Mülhem. Aradım. Çaldı, çaldı ama karşılığında onun sesini duyamadım. Defalarca aradım, bir umuda tutundum ama olmadı. Birisine bile cevap vermeyince çareyi mesaj atmakta buldum. Belki de saçmaydı ama attım işte. Ona da bakmadı, görmedi. Dakikalar saate dönüştüğünde bakışlarımı daldığım noktadan çeken bir ses geldi.
Gelen Defneydi.
"Kendini harap etmenden nefret ediyorum."
Ben de, ben de kendimden nefret ediyorum.
"Benim ruhum çoktan harap olmuş, bir külü kaldı. O da uçup gidecek." Dediğimde hissiz konuşmam varlığımı sorgulamama neden oldu. Nefes alıyor muydum?
"Annen ne derdi sen anlatmıştın." Dediğinde sesli soluğunun ardından yutkunduğunu işittim. "Adının anlamını her daim içinde yaşatmayı bil. Kendine zulm ederek, o taşın değerini bilmezsen sana kızarım."
Sustu, sustum.
"Söylesene Firuze, anneni ne zamandan beri kızdırmak istiyorsun?"
Bu cümle bedenime öyle ağır geldi ki kalbime taş oturmuş gibi hissettim. Anneni ne zamandır kızdırmak istiyorsun? Aklıma anneme asla kıyamayacağım geldiğinde şimdi onu üzebilecek olmamın yükü bana ağır geldi. O hayatta olmasa bile beni görüyor, duyuyordu. Beni bu halde görse, kızmaz mıydı? Kızardı.
"İstemiyorum." Dedim bir çocuk gibi yükselerek. Gözlerim dolu dolu baktım. Ben kimseyi üzmek istemiyordum ki. Sevdiklerim kendimden değerliydi, kıymetliydi.
"O zaman güçlü dur." Dediğinde sesinin tokluğu beni irkiltti. Gözleri onun da doluydu ama ağlamıyordu. Ama ben her an ağlayacakmış gibi duruyordum. Duygusal çöküntüye bir daha girmek istemiyordum. Depresyon gibi ruhsal sorunları ağırdı. Başa çıkmak, çıkış yolunu aramak ve bulamamak... Hepsi başlı başına zorluk altında yatıyordu.
Kayıplar ya da kaybetme korkusu insana yaşatmadığı şeyleri yaşatıyor, hissetmediği şeyleri hissettiriyordu. Kayıp yaşandığında daha fazlası olacak diye korkmak bir ömür zihinden de kalpten de silinmiyordu. Benim Defne ve Atalaydan başka kimsem yoktu. Onları da kayıp edersem nasıl yaşardım. Yaşamak nedir nasıl bilirdim.
"Beni bırakma." Dedim. Sesim aciz çıktı, çıksın. Umurumda değildi. Benim en yakınımdı o, yadırgamadı. Kısık çıkan sesim duyunca yutkundu. Belki de o yutkunuşa birçok duyguyu sığdırdı.
"İnsan kardeş dediği insanı bırakmaz." Kollarıyla bedenimi sardı. Saçlarımı okşadı, bir abla gibi. Ya da bir kardeş gibi. Dakikalarca onun kollarında kaldım, ta ki uyur musun? diye sorana kadar. O gelmeden nasıl uyurdum ki? Uyuymazdım. Birkaç olumsuz mırıltı çıkardım.
"O zaman rahatça yatağa uzan, ben yanında kalırım."
Buna ihtiyacım varmış gibi dediğini yaptım ve yorganın içine girdim. O içine girmedi ama yanımda durdu. Bir eli bir elimi tuttuğunda, gözlerim kısık bir şekilde ileriye bakmaya devam ediyordu. Uykum vardı fakat uyumak istemiyordum. Defne elimi tutmaya devam etmiş, varlığını yanında hissettirmişti. Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ama yanımda hissettiğim hareketlilike gözlerim yarı açıldı.
Oda karanlık olsa da gözlerini seçebildim. O gelmişti. Ama neden yanımda değil de yerde oturuyordu. Kaşlarım çatılır gibi oldu. Gözleri öyle yorgun bakıyordu ki sanki onda kendi gözlerimi görmüş gibiydim.
Öylece bana bakıyordu. Dokunmuyor, sarılamıyordu.
Gücüme gitti. Aklıma getirdiğim hikayelerle gözlerim dolduğunda titrekçe aralanan dudaklarımla derin bir nefes aldığını işittim. "Yaramı görmemek için mi benden kaçtın?" Yutkundum, kendi söylediklerim bile çok ağır geldi. Altından kalkamayacağım sandım.
Canım böyle yanarken, sen bana neden uzaksın?
"Sus." Dedi sızlanır gibi.
"İçim yangın yeri, ne susmasından bahsediyorsun?" Sesim öyle yorgundu ki kelimelerim usul usul çıkıyordu. Elleriyle yüzünü sıvazladı.
"İkinci kez ailemin kaybını yaşarken, sen de mi benden gitmek istedin?" Artık sesim titreye titreye, göz yaşlarım akmaya başlamıştı. Ellerimle yorganın kumaşını kavramış sıkarken, gözlerimi gözlerinden bir an olsun çekmedim. "Söylesene, bir şey söyle. Niye? Neden beni ardında merakta bırakıp gidiyorsun? Ya yaralısın be adam, yaralıyım. Sarmak nedir bilirsin sen, ne oldu da sarıp sarmalamanın giderek olduğunu düşündün?"
Sustu. Gözlerini kaçırdı benden. Daha fazla bu duruma katlanamadım. Yerimden kalktığımda banyoya doğru yürümeye başladım. Bir hareketlilik sezmediği için bocaladığını anladım. Çok geçmeden kapı kolunu tutan elimin üzerinde elini hissetmek yerine bedenimi geriye doğru çekti ve göğsüne çekti.
Kollarını sıkıca karnıma doğru sardı. Yüzünü saçlarımın arasında hissettim. Çok sık nefes alır hâle geldi. Göğsü hızla inip kalmaya başladı. Ben ağlamaya devam ederken, artık gözlerim önümü görmez duruma geldi. "Affetme, yüzüm yok anlasana."
"Sen kendini mi suçluyorsun Atalay?" dediğimde kaşlarım söyledikleri yüzünden çatılmıştı. Dudaklarım arasından çıkanlar anlaşılması zor bir şekildeydi, ağlarken ona soru sormam biraz daha beni kendine çekmesine neden oldu. Aramızda hiç mesafe olmasa da.
Sustu. Bu gece hiç susmadığı kadar sustu. Onun kalp atışlarını bu kadar sesli duydum, sevgiden değil acıdan attı. Bugün kanadık, ben aldığım yara ikimizi de kanattı. Zaman kavramı öyle bir hâl aldı ki ikimizi de çektiği bu noktada bizi sıkıştırdı. Onun kendini suçlaması bir urgan gibi boynuma dolandı.
"Ben seni her halinle kabul ederken, " Devamını getiremedim. Bundan sonraki kelimeleri bir araya getirmekte zorlandım. Kalbim kasıldı, ağladığım içim sızlayan gözlerim kapanmak isterken bunu bile beceremedim.
Sözlerim bir kusuru olduğu için değildi. Ben onun mesleğinin getirdiği sonuçlarını bile aklıma getirmezken, sürekli önemli olmadığını dile getirmeme rağmen onu inandıramamıştım. Acım da bundandı. Hislerimin boşa çıkması.
"Bana güvenmiyorsun."
Güvenmek şimdi neden tekrardan zihnimin içerisinde istilaya uğruyordu? Yüksekten bir uçurumu izliyormuş gibi hissettiğim bu noktada dumura uğrayan ruhunu fark ettim. Kelimelerim bir ok misali tam kalbine saplandı. Acıttı. Sahi söylenmeyen kelimeler kadar söylenenler de can yakardı. Yaksın, o bana güvenmiyorsa canım daha nasıl yanabilirdi ki.
"Asla." Dedi korku dolu. Sesi titredi ama fark edemeyecek kadar titriyordum. Karnımın üzerindeki elleri kımıldadı ve bedenimi bedeninden uzaklaştırmadan yüzümü ondan tarafa çevirdi. Dolu gözleriyle karşılaştım. Yaşlı gözlerimi görünce bir kere daha yenildiğine şahit oldum. "Asla böyle bir şeyi ne aklımdan ne de ruhumdan geçirdim. Yemin ederim."
Yemin. Büyümüş insanlardan bu kelimeyi duymak farklı hissettiriyordu. Bir suç işlemiş gibi. Neden böyle oluyordu bilmesem de ben karşımda bir çocuk varmış gibi hissettmiştim. Ses tonu öyle kahrediciydi ki ağlamam daha da şiddetlendi. Durdurması bu saatten sonra zor olacağını biliyordum, durulsa bile hıçkırıklarla devam edecekti.
"Ne o zaman? Kendini suçlarken bile aslında bana inanmadığını anlamıyorsun. Ben sana güvendim, senin mesleğinden ötürü olan bu olay yüzünden seni suçlamam. Suçlayamam bir kere. Yangını sen çıkarttın da benim mi haberim yok, söylesene?"
Son cümlede sesim öyle usanmış, öyle bıkmış çıkmıştı ki ayakta kalmak istemedim. Bir köşede öylece oturmak istedim. Karanlıkta. Zaten bundan sonra aydınlık bana sevap mıydı?
Dakikalardır sustuktan sonra dudaklarını araladığında iki etinin arasından çıkanlar beni bozguna uğrattı. "Benim suçum."
Hayal kırıklığı bedenimde korku akışı kadar çoğaldı. Sanki kanımdan çok kırıklar damarlarımdan sızdı. Gözlerimi kapatarak nefesimi verdim. O an nefesim kesiliyormuş gibi göğsüm sızladı. Elimi kalbime götürerek sıktığımda zorlukla konuştum.
"Biz hiç yol katedememişiz."
"Gidiyorum ben." Dediğinde o kalp krizinin son seviyesinde gibiydim. Kelimeleri bugün beni öldürmek için ant içmiş gibiydi. Gitmek... Nereye? Neden? Sorularım fazlaydı ama sormadım. Zaten açıklayacağı da yoktu.
Nereye diye sormadan lafına devam etti. "Göreve." Dedi bakkala gidiyorum der gibi. Yaralıydı, sapasağlammış gibi hareket etti.
"Bedeninde kurşun yarası var, seni göreve çağıramazlar."
"Yaramın zarar göreceği türden bir görev değil." Dediğinde kararını çoktan verdiğini anladım. Zaten bana sorması haddi değildi ama haber etseydi, böyle böyle bir durum var diye. Gideceği ayak söylemesi hiçbir şeyi değiştirmiyordu. O gözlerini gözlerime dikmekten zorluk çekse de ben dikkatlice gözlerine baktım. Suskunluk adımız kadar bedenimize yapıştı. Söylediklerim boğazıma dizildi, dizildi ve patlayacak duruma geldiğinde dudaklarımı araladım.
"Allah'a emanet ol."
Parmaklarımın ona dokunmak için can attığını bile bile bir şey yapamaması uyuşmasına neden oldu. Gözüm ona dalmadığında, kokusuna uzak kalınca bedenimin ne kadar üşüdüğünü o göreve her gittiğinde hissetmiştim. Ama bu sefer farklıydı. Onun isteyerek göreve gider gibi bir hâli vardı, kendimi hiç bu kadar değersiz hissettiğimi hatırlamıyordum. Ağlamak, sadece ağlamak istiyordum.
"Eyvallah."
Eyvallah.
Bu kadarcık mı? diye bas bas bağırmak istedim. Bana söyleyeceğin bir tek Eyvallah mı? Olsun, sana da Eyvallah askerim. Kalbimi söküp gidiyorsun, Eyvallah değil de ne.
Boğazımdan çıkıp giden o garip ses karşısında daha fazla dayanamadım. O odayı terk etmeden önce yanından uzaklaşarak banyoya adımladım. Ona bakmadan sertçe kapıyı örttüm ve içimdeki hıçkırığı koyverdim. Bedenim ayakta kalamayacak kadar hitap düştüğünde sırtım kapıya yaslandı. Soğuk fayansın üzerinde boylu boyunca uzandığımda titreye titreye ağladım.
O ise bir süre benim gözyaşlarımı dinledi, biliyordum. Kapıya açıp çıkıp gitmeden önce yüksek bir ses duydum ama umursamadım. Kalbimin sesinden artık kimseyi duyacak hâlde değildim. Kollarımı bedenime sarmalayarak öylece durdum. Bir ara Defne geldi, konuştu. Sonra gitti mi bilmiyorum ama sustu. Söylediklerine cevap vermedim. Veremedim, ne diyecektim ki. Kalbimin acısını biraz da ona mı verseydim.
Saatleri ettim, gözlerimi açtığımda karanlıkla karşılaştım. Sızlayan boynum, acıyan bedenimle kıvrıldığım yerden doğrulmaya çalıştığımda inlemeden edemedim. Yüzüm buruşurken bakışlarım nerede olduğumu anlamak için olduğum odaya kaydı ve çok geçmeden banyoda olduğumu anladım. Ne kadar süredir buradaydım?
Banyonun kapısını usulca açtığımda ayak uçlarına düşen bir başla irkildim. Dudaklarımın arasından kaçan küçük çığlığa engel olamazken Defne olduğunu anladığımda derin bir nefes aldım.
"Firuze?" dedi boğuk sesle. Kısık gözleri yeni kalktığının habercisiydi.
"Günaydın." Dedim dinç sesimle.
Kaşları havalandı. Şaşırmışa benziyordu. Yanından geçip gittiğimde günaydın demişti. Komodinin üzerindeki telefonumu aldım ve iş yerindeki patronuma mesaj attım. Her saat beni çağırabileceğini de söylemeyi unutmadım. Çalışmam, çokça çalışmam lazımdı.
"Kimle yazıştın sen?"
"Patronumla." Dedim direkt cevap vererek. Banyoya tekrar ilerlediğimde amacım elimi yüzümü yıkamaktı. Aynanın karşısına geçtiğimde bakmaktan korktuğum görüntüyle tekrardan karşılaştım. Koca bir sargı vardı yüzümde, bütün güzelliğim gitmiş gibi hissediyordum. Tamamen açıkk hale gelmesini istiyormuş gibi sargıyı sertçe çekerken yüzümden ayırdım. Çıkıntı şeklinde gördüğüm derim, gözlerimi o noktadan çekmeme neden oldu.
"Krem sürelim."
"Olur." Demekle yetindim. Yaranın merhemi ilaç değil, sevgiydi. İstediğim kişi yanımda olmayınca ben hep yaralı kalacaktım. Atalay, neden bu kadar ruhuma işledin ki? Neden bütün bedenimi ele geçirip bana söz hakkı tanımadın? Bak işte şimdi sensiz bir hiçtim. Peki sen bensiz nasılsın?
Defne korkar bir şekilde kremi yedirmeye başladığında ondan önce ellerini yıkamış ve durulamıştı. Parmakları tenime her değdiğinde yutkunduğu için daha fazla dayanamadım.
"Canımı yanmıyor."
Kaşları çatıldı. "Canın daha fazla yandığı için böyle söylüyorsun."
Evet, canım çok daha fazla yanmıştı. Her şey üst üste geliyormuş gibi hissederken bir şeyin bile doğru gitmesini istemek acizceydi. Ayakta kalmak zordu. Bir şeyleri olmamış gibi sayabilmek... Bugün üçüncü defa evsiz kaldığımı hissediyordum. Beni hem yangın mahvetti hem de Atalay. Külünü da alıp gitti bana hiçbir şey bırakmadı.
Şimdi onun evindeyim ama onsuzdum.
"Gitti." Dedim öylece aynadaki yansımama dalıp giderek. "Beni bu hâlde bırakıp gitti."
Nereye? diye sormadı çünkü Atalay'ın ona söylediğini, durumu izah ettiğini biliyordum. Duymasam da görmesem de biliyordum.
"Kendini suçluyor."
Kendini suçlarken de benden uzaklaşmayı tercih ediyordu? Saçmalık değil de neydi? Ruhumu acıta acıta gidiyordu. Birkaç kelime edip, yalnız bırakıyordu. Hem de ona en çok ihtiyacım olduğu zamanda. Bu kalp kırıklığı nasıl düzelir bilmiyordum. Ne zaman dönecekti? Ne kadar sürelik bir göreve gitmişti hiçbir fikrim yoktu. Sorularımın cevabını alamamak öyle sinir bozucu bir şeydi ki bu aramızdaki şey düzelene kadar da aynen devam edecekti.
"Onu suçlayacak olan benken, ben onu asla suçlamıyorum. Suçlamam da. Nasıl saçlarım ben onu Defne? Söylesene? Ben onu suçlarsam nasıl bir kadın olurum? Ama o benim onu suçladığı düşünerek benden uzaklaşıyor, işte anlamadığım nokta bu."
Kremini kapağını kapatarak bakışlarını bana çevirdi. "Niye böyle davrandığını bilmesem de bildiğim tek bir şey var. Bu adam sana çok aşık. Hastanedeyken çok farklı bir adama dönüştü, kahroldu. Normal odaya alındığında bile o kapıyı açıp seni görmeye gücü bile yok gibiydi. Kıyamıyordu sanki"
Kıyamıyordu sana.
"Ben de bütün suçu kendine yüklemesine kıyamıyorum."
Üzülüyordum. Suçsuzken kendini suçlamasına, suçlu olsa bile suçlu olmasına üzülürdüm. Kendini böyle mi alıştırmıştı? Hep böyleyse bu ruhsal durumla nasıl yaşardı? Her şeyin suçunu kendine yükleyen bir adam olursa, bunu altından nasıl kalkardı. Zihnim bu sorulara kendi kendine kurgulasa da doğru düşünüyor muydum bilmiyordum. Umarım yanılıyorumdur diye içimden geçirdim.
"Sabır güzelim. Elbet o görevden dönecek, siz bir yolunu bulursunuz."
Derin bir soluk dudaklarım arasından çıktığında yutkunmadan da edemedim. "Umarım." Demekle yetindiğimde kremi ilk yardım çantasının içine koydu. Ellerini yıkamaya başlarken ben de bu sırada komodinin üzerine bıraktığı telefonuma baktım. Patronumdan mesaj geldi mi acaba niyetiyle ekrana baktığımda iki dakika önce geldiğini gördüm.
Şimdi gelebilirsin yazmıştı. Ben de direkt onaylayan bir mesajı yazarak ekranı kapattım. Dolaba doğru ilerlediğimde pantolon ve tişort çıkararak üzerime geçirdim. Defne de bu sırada omzunu kapının pervazına yaslamış bana bakıyordu. Bir şey diyecek gibi oldu ama sustu gibi oldu, sonra tekrar konuşmak istediğinde bu sefer susmadı.
"Bir süre daha gitmesen mi?" diye zorlukla konuştuğunda aslında neden çalışmak istediğimi biliyordu.
"Çalışmak bana iyi gelecek."
"Biliyorum." Dediğinde bakışlarındaki durgunluk gözümden kaçmadı. Benim yüzümden üzülmesini istemesem de buna engel olamayacağımı da biliyordum. İnsanların duygularını kontrol etmek hiç de öyle kolay bir şey değildi. İnsan zaten çoğunlukla kendi duygularını bile kontrol edemiyordu.
"Ha bu arada ben şehir dışında olacağım birkaç gün, sana daha önceden bahsetmiştim ya bir davette şarkı söyleyeceğiz diye." Dediğinde söylediği şeyi hemen hatırladığım için bekletmeden onu onayladım.
"İşte oraya katılmam gerekiyor. Ama istersen senin için iptal ederim, yanında olurum." Dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım.
"Beni düşünme. İyiyim dersem yalan olur biliyorum ama senin benim aksime dik durman beni daha çok mutlu eder."
Kaşları çatıldı. "Dik durmayan kadına da bakın! Bu halde işe çalışmaya gidiyor."
Sözüme gönderme yaptığında dudaklarım kıvrıldı. Daha sonra gözlerine bakınca duruldum. "İyi ki varsın." Dediğimde sen de diyerek kollarını boynuma doladı. Birisinin bana sarılmasına o kadar ihtiyacım vardı ki bu küçük sarılma bile vücudum gibi ruhuma da iyi gelmişti.
Defnenin bahsettiği iş şehir dışında olduğu için o grubuyla hazırlığa başlamak için evden benimle birlikte ayrılmıştı. İkiniz de taksiye bindiğinizde, ilk inen o oldu. O sürekli yanımda kalmak istediğini dile getirse de bencillik yapamazdım. Onun da kendi hayatı, bir düzeni vardı. Bu yüzden hayatına devam etmesi benim daha çok hoşuma giderdi.
Kısa sürede iş yerine geldiğimde kaç gündür buraya gelmediğim aklıma geldi. Patronum müsade etse de çalıştığım yere uzun süre gelmemek uygun olmazdı. Bu yüzden kısa arayı telafi etmek ve kendimi işime vermek istiyordum. Şansıma önlüğümü giydiğim an yoğunluğa karışmıştım. Çalıştım, her şeyi unutmak istercesine koşturdum. Sanki bugün herkes benim gibi dertliymiş gibi buraya akın etmişti.
Aradaki fark sandalyede oturmuyordum.
Otuz yaşın üzerindeki kadınlar şarkıyı söylemeye devam ederken daha çok dertleniyormuş gibi hissediyordum. Bu şarkıların gözü kör olsun, kulağı sağır.
Bizim burada kadınlar şarkı söylerdi fakat onlara kimsenin saygısızlık etmesine izin verilmezdi. Tek tük manyak çıkmadığı sürece burada pek kavgaya rastlanılmazdı. Şarkı söyleyenler kim bilmezdim. Tanışma falan olmazdı. Onlar şarkılarını söyler, biz servis yapar sonra çekip giderdik.
"Geç karşıma, biraz konuşalım."
Herkes dağılmış koca mekanda sadece iki kız kalmıştık. Buse gözleriyle yanındaki boş masayı işaret ettiğinde sandalyeyi çekip oturdum. Temizlik bezini masanın üzerine koyduğumda, arkama yaslandım. Yaslandığım an bedenime çöken yorgunluğu iliklerime kadar hissettim. Belimden, enseme uzanan bir sızı vardı.
Yutkunduğumda boğazımın kuruduğunu anladım. Hiç su içmiş miydim? Emin değilim. Yemek yemek bile canım istememişti. Sanki istese yiyebilecektim.
"Neler oluyor Firuz?"
Gülümsedim. "Hayatın tekmesini yiyorum."
Kaşları çatılır gibi oldu. Söylemesem, bakışlarımdan, gözlerime bakmasa yüzümdeki yaradan bir şeyler olduğunu anlamıştı. Çalışırken sürekli gözlerini üzerimde hissetmiştim. Fakat cesaret edemiyor gibi bir hâli vardı. "Sanırım bu sefer bir ağır tekme daha yedin."
Bir tane daha ağır tekme.
Hayatın amacı bize acı sunmaktı. Ve bu acılı hayatta Allah'ın bizi sınadığı bir sınavdı, bir maraton. Geçersen rahatlardın, geçemezsen daha da acı çekerdin. Önemli olan yolunu bilmekti.
Başımı geçiştirmek manasında salladığımda amacım başımdan kötü düşünceleri def etmekti. "Sen beni boşver, asıl sen nasılsın? Düğün ertelenmişti. Annesi ne durumda?"
Aslında aylar önce Buçe ve sevgilisinin düğünü olacaktı. Hatta düğün davetiyeleri bile basılmıştı fakat kayınvalidesinin kalp krizi geçirmisiyle ertelenme kararı alınmıştı. Ne kadar süre olduğunu bilmiyordum, daha doğrusu Buseyle konuşma fırsatım olmamıştı.
Sanırım ona hatırlattığım bu anla gözlerinden geçen anlamlar değişirken yorgunca başını bana çevirdi. "Annesi şuan iyi durumda. Biz kalp krizi sanmıştık ama öyle çıkmadı. Bunu söylemeye hâlâ dilim varmıyor ama annesi resmen kendini acındırmak için numara yapmış." Dediğinde şaşkınlıkla gözlerim irileşti. Kaşlarım bu sözler karşısında havaya doğru kalmıştı.
Ben konuşmayınca, lafına kaldığı yerden devam etti. "Mert ve ben bunu öğrendiğimize o kadar üzüldük ve sinirlendik ki benim tepki vermeme izin vermeden annesiyle konuştu. Sert bir konuşma olsa da artık bizim hayatımıza karışamaycak. Zaten biz burada yaşamaya başlıyoruz, evimizi tuttuk. Onun annesinden uzakta mutlu olacağız."
Bu durumda ne söylenebilirdi ki? İnsan sevdiği kişi bulsa da ailesi kötü olunca doğal olarak araya soğukluk girebiliyordu. Ne vardı sanki gençler mutlu olsun diyerek geçip gitmekte? Sonuçta bir yola koyulmuşlardı, bu saatten sonra dönüş olur muydu?
"Siz iyiyseniz gerisinin bir önemi yok. İnsanlar konuşur, kötülüğünü ister ve aranızı bozmaya çalışır. Buna rağmen ayakta kalacaksınız ki zorlarına gitsin." Sözlerimden sonra gülümsemeye çalıştım. "Ee düğün ne zaman?"
O da konu değişince gülümsedi. "2 Hafta sonra."
"Yaa." Dedim heyecanlanarak.
"Davetiyeler yarın elimde olacak, sana da vereceğim zaten."
"Olur tabi." Allah bir kötülük vermezse düğününe gidecektim. Yanında olmam onu da mutlu ederdi biliyordum. O sevgiye muhtaç bir kızdı, ben de ona birazcık sevgi göstermekten vazgeçmeyecektim.
"Umarım çok mutlu olursunuz güzelim, sen çok hak ediyorsun." Dediğimde masanın üzerinde ellerine dokundum. Destek vermek amacıyla yaptığım bu hareket sayesinde yüzü epey güldü. Biraz konuşmak bile ona iyi gelmişti.
"Teşekkür ederim Firuz, sen de mutlu olmayı çok hak ediyorsun. Ne üzdü seni bilmiyorum ama güçlü olmadığın sürece asla yenemiyorsun, hep güçlü ol olur mu?"
Gülümsedim. "Deneyeceğim."
Yutkunarak yerimden kaktım ve masaları silmeye devam ettim. O da ben kalkınca kalmış ve diğer işlerle ilgilenmeye başlamıştı. Dakikalar süren temizliğin ardından giyinme odasına giderek eşyalarımı aldım. Mekanın kapısını yine ben kapattığımda derin bir nefes alarak telefonumu açtım ve taksiyi arayacağım vakitte duyduğum sesle irkildim.
"Firuze Hanım?"
Benden birkaç adım uzakta bana bakan erkekle göz göze geldiğimde, korktuğum için derin bir nefes almak zorunda kaldım. Çatık kaşlarla bakmaya başladığımda "Kimsiniz?" diye sordum.
"Efendim ben Sinan, sizi korumakla görevlendirildim. İzin verirseniz arabaya geçebiliriz." Eliyle beyaz renkteki arabayı işaret ettiğinde, arabada kimse olmadığını gördüm. Fakat bu Sinan denen adam bana bir yerden tanıdık geliyordu ama çıkaramıyordum.
"Bak Sinan, abine söyle benim korunmaya ihtiyacım yok. Hadi sana iyi akşamlar." Dediğimde telefondan taksiciye aramaya başladım. Bu sırada Sinan konuşmaya devam etti.
"Yenge Allah aşkına kimi arıyorsun? Arama ben götürürüm seni. Hem abim seni götürmediğimi öğrenirse beni parça pinçik eder. Gel bak sen, alsam akşam kime güveneceksin?"
Aldırmadım onu açan taksici araziye konumu söyledim ve beklemeye başladım. Bu sırada Sinan telefondan bir şeyler yaptı ama umursamadım. Bu saatte kimsenin arabasına da binecek kadar güvenilir hissetmiyordum, taksiye de güvenmiyordum. Ama onun beni umursuyor gibi yapan tavırlarına da inanmıyordum.
Dakikaların ardından gelen taksiye doğru yönelmek isterken Sinan bir kez daha şansını denedi. "Yenge emin misin?"
"Emin olduğum yeterince görünmüyor mu?" dediğimde bir şey demesine izin vermeden kapıyı açtım ve koltuğa yerleştim. Taksici abiye konumu söylediğimde telefonu açarak sosyal medyada gezintiye başladım. Video izledim, beğendim fakat tamamen ilgimi veremedim. Aklım az önce yaşanan olaylara gittiğinde sinirinin kat ve kat arttığını hissettim.
Eve geldiğimde acıkmış hissettim ama bir şeyler yemek istemedim. Odaya doğru çıkmaya başladığımda bir bildirim sesiyle dikkatim arka kot cebimdeki telefonuma kaydı. Uygulamaya girdiğimde yazan isimle merdivenlerde öylece duraksadım.
Gönderen - Atalay
Neden o arabaya binmedin?
Sen çekip git, dediğin ilk şey bu ol.
Gönderen - Firuze
Görevde değilsin sanırım.
Gönderen- Atalay
Arabaya binmediğinin hesabını gelince soracağım.
Gönderen - Firuze
Geldiğinde konuşacağımız konu bu olacaksa gelme. Beni düşünüyormuş gibi yapmayı da bırak. Gerçekten çok komik oluyor ama gülmüyorum.
Yazıyor yazısı ekranda göründü fakat ne yazıp da ne mesaj atan olmadı. Bir de buna sinirlenip telefonu yatağın üzerine fırlattım. Normalde birkaç gün daha yarama şu gelmemesi için duş almama gerekiyordu ama bedenim terli olduğu için kokuyordu. Bu yüzden sıcak suyun altına girdim ve rahatlamaya çalıştım. Fakat düşünceler gereği rahatlamak ne mümkündü.
Duştan çıktım, üzerimi giyindim. Biraz da olsa kötü görüntüm iyileşsin diye yüzümdeki yaraya merhem sürdüm. Fakat kalbime bir çare bulamadım. Balkona çıkıp bir sigara yaktığımda sadece akıp giden zamanın geçip gitmesini bekleyerek gökyüzünü seyrettim. Oturdum ve dakikalar boyunca bir paket sigarayı bitirdim. Bir pakete daha başlamak istedim ama evde olmadığı için bunu yapamadım.
Üşümeye başladığımda balkonun kapısını kapattım ve yatağa doğru ilerlemeye başladım. Yorganın ucunu kavrayarak açmıştım ki gelen bildirim sesiyle elim telefonuma gitti. Ondan bir mesaj geldi ümidiyle kalbim saniyeli bir heyecan hissetti. Fakat gözlerim bilinmeyen bir numaradan mesaj geldiğini gördüğünde istediğini alamamakla üzüldü. Üstten bildirime tıkladığımda bir fotoğraf ekranda belirdi.
Gönderen - 0537*******
°Fotoğraf°
Gönderen - 0537*******
Sevgiline ne kadar güveniyorsun?
Fotoğrafta bir kadın ve bir erkek vardı. Kadının ellerinde çiçekler. Erkeğin ise yüzünde gülümseme vardı. Erkek kolunu kadının omzuna doğru atmış onun gözlerine bakıyordu.
Atalay başka bir kadına dokunuyor, gülüyordu.
BÖLÜM SONU
Kaos seviyorsanız başladık. :))
Bölüm nasıl buldunuz?
Atalay'a sınırlı misiniz?
Ama ben Firuze'ye çok üzülüyorum. Bölüm sonunda aynen Bihter gibi oldum.
Biraz geç geldim :(( Bir Çift Göz'e yoğunlaşmıştım.
Sizleri seviyorum. Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin.
Sizi seven Ebrar.
|
0% |