Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@rarbezrh

3. Soğuk

 

Mavi Gri, O Ben Olamam

 

İkilem, Zamansız Şarkılar

 

önceki bölümden

 

Gönderen - 0538*******

 

Gideceğimiz yer için çanta hazırlasan iyi olur. Hani mayo, bikini anlarsın ya onlar da gittiğimiz yerde lazım olacak.

 

Atalay diye fısıldadım. Yarın, hatta artık bugün. Yanında olacağım.

 

🌪

 

Bedenimi kaldırımın yanındaki lamba direğine yaslarken, elimdeki sırt çantasını tutmaya devam ediyordum. Gece geç saatlerde attığı mesaja cevap vermemiştim. Birkaç dakika mesaja bön bön baktıktan sonra dediği şeyleri de içeren çantamı hazırlamıştım.

 

Sabahın erken saatinden dolayı hava daha aydınlanmamıştı. Biraz gözlerimde uyku vardı. Sabaha kadar bir sağa bir sola dönmemin sebebi, heyecandı. Onunla göz göze gelmek bile yeterince zorken şimdi ise beraber gittiğimiz yerde tüm gün beraber olmak, yakınında olmak daha zor olacaktı.

 

Arabanın motor sesi kulaklarıma iliştiğinde kaldırımdaki bakışlarımı çekerek, gelen arabaya dikkat kesildim. Kaldırım kenarına yanaştığında, ön kapıyı açarak koltuğa yerleştim. Elimdeki çantayı arka koltuğa koyduğumda, emniyet kemerimi bağladım.

 

"Günaydın," dediğinde bir eli direksiyondayken diğer eli yüzüme doğru uzandı. "Çok güzelsin."

 

Koyu yeşil kot şortun üzerine göğüs dekolteli beyaz renkte crop giymiştim. Saçlarımın birkaç tutamını şortumla aynı renkteki bir kurdeleyle tutturmuştum.

 

Parmaklarının dokunuşuyla, daha ilk dakikadan pes edecektim. Dudaklarımı aralayarak "Sabahın bu saatinde bile mi?" Dediğimde gülümseyerek, elini yüzümden uzaklaştırdı.

 

"Bu saatinde bile." lafını tamamlar tamamlamaz derin bir iç çekti. Bakışları benden uzaklaştı ve ön camı buldu. Arabayı harekete geçirdiğinde, içimden evet başlıyoruz diye geçirdim.

 

"Nereye gidiyoruz tam olarak?"

 

Başı sağ tarafa doğru hareket etti ve kısa süre gözleri beni buldu. "Kelebekler Vadisi, biliyor musun?"

 

Başımı o görmese de onaylar anlamda salladım. "Duydum ama hiç gitmeye vaktim olmadı."

 

"80'den fazla Kelebek çeşidi olduğunu söylüyorlar."

 

"Yaa," diye mırıldandım. Merak etmeye başlamıştım.

 

"Ama bir sen etmezler. Bunu da ben söylüyorum."

 

Aniden söylediği kelimelerle, kaç kez donup kalacaktım bilmiyorum. Fakat bu duruma alışmam gerektiğini de sözleri belli ediyordu. Yine zorlanacağım, biliyorum. Yüzümü ön cama doğru çevirdim. Bakmadım ona. Sessiz kaldım. Ama en çok da neden sessiz kaldığımı bilmesi, utanan bedenimi oturduğum koltukta küçücük yapıyordu.

 

Ölü denizin limanına geldiğimizde, arabayı güvenli bir yere park etti. Emniyet kemerimi çıkarıp ona doğru döndüğümde, o çoktan emniyet kemerini çıkarmış arabadan inmişti. Aracın etrafında dolaşarak bagaja ulaştığında, kapımı kapatmıştım. O bagajdan ben de arka koltuğa bıraktığım çantamı elime aldım.

 

"Bundan sonrasını yatla devam edeceğiz."

 

Havanın sıcaklığından ötürü elimi yelpaze niyetiyle serinletmeye başladım. Teknelerin olduğu kısma yürümeye başladığımızda o önde olmak üzere onu takip ediyordum. Bej rengindeki kot şortunun üzerine siyah tişört giymişti. Ya sıcaktan ya onun yüzünden bayılacaktım. Anladınız siz.

 

Kaç kişiyle yolculuk yapacağımızı düşünürken, Beyaz bir yatın önüne geldik. Etrafa göz attığımda kimseyi görememiştim. Yatın dışı beyaz, gördüğüm kadarıyla ikinci katındaki koltukları açık kahverengiydi. Camları siyah filmle kaplanmıştı.

 

"Kimse gelmemiş." Diye mırıldandım. Bakışları kısa süreli omzunun üzerinden bana doğru döndüğünde, dudak kıvrımları yükselmişti.

 

"İkimiz bir kimse etmiyor muyuz?" Bedeni eğilerek rıhtımdan halatı çözmeye başladığında, anlamsız bakışlarımı onun üzerine attım.

 

"Benim aq düştü herhalde, anlamıyorum."

 

Sesli bir şekilde güldü. Halatı eline aldığında teknenin bir yerine sabitledi. Elini bana doğru uzattığında, yatla beton arasında küçük bir mesafe vardı. Adımlarım ona doğru ilerlemeye başladığında, bakışlarım ondan bir cevap bekliyordu. Küçük bir zıplayışın ardından, yata ayaklarımı bastım.

 

Çantasını koltuğun üzerine bıraktığında, ona eşlik olarak ben de açık renkteki koltuğun üzerine çantamı bıraktım. Dümene doğru gitmeden önce dudaklarını aralayarak konuştu.

 

"Yat, benim. İkimiziz yani."

 

Yat benim mi?

 

Oldukça ağır adımlarla yanına ulaştığımda deri açık kahve koltuğa oturduğunda, yatın yavaşça hareket ettiğini hissettim.

 

"Bana kal geldi vallahi."

 

Bu hallerime gülmekten başka bir şey yapmıyordu. Yatın biraz daha hızını arttırdığında, Belimde hissettiğim parmaklarla onun yanına çekildim. Bir eliyle dümenin hâkimiyetini sağlarken diğer eli belime dokunmuştu. Tenime değen parmaklarla dokunduğu yer karıncalanmıştı. Bakışları bana uğramaktan, onun gibi denize doğru bakmaya başladım. Yatın hızından dolayı saçlarım uçuşuyordu. Kırmızı yanaklarım esen rüzgârla kendi rengine dönmeye başlamıştı.

 

Gözlerimi hissettiğim inanılmaz hazla kapattığımda, dudak kıvrımlarım yukarı doğru yükseldi. Uzun bir süredir bu yatın üzerindeydik. Yavaş yavaş denizin üzerindeki tekne ve yatlar görünmeye başladığında, yaklaştığımızı anlamıştım.

 

Sarp kayalıklarla çevrili vadiye ulaştığımızda, yeşilin ve mavinin uyumu göz önündeydi. Kumsala uzakta yatı durdurduğunda, oturduğu koltuktan kalktı. Kot şortundan telefonunu alarak birisini aradı ve buraya gelmesini söyledi. Çantasına doğru adımlamaya başladığında, siyah renkteki çantanın içindeki kadife kutudan gözlüğünü çıkarıp gözlerine taktı. Ona eşlik olarak ben de gözlüğümü taktığımda, çantaları alarak yatın içindeki merdivenlerden aşağıya indi. Aşağı katı da merak ediyordum ama öyle görünmemek için yerimde kalmaya devam ettim.

 

Yatın yanına yaklaşan bir ses duyduğumda bakışlarım oraya doğru kaydı. Jet ski üzerinde, üstüne beyaz bir tişört giymiş bir adam belirdi. Beyaz tişört tenine yapışmış, gözlerine siyah bir gözlük takmıştı.

 

Jet ski üzerindeki bedenini yukarı doğru kaldırdığında, gözlüklerini eline almıştı. Dudak kıvrımları yükselmiş bir şekilde konuştu.

 

"Hoş geldiniz hanımefendi."

 

Dudaklarımı aralayacağım vakitte, merdivenlerden beliren Atalay'ın sözleri benimkilerin önüne geçti.

 

"Hoş geldik beyefendi." Sesindeki imayla, kaşlarım havalandı. "Yatı sabitleyebilir miyiz?"

 

Gelen adam başını onaylar anlamda salladığında, tekrardan gözlüklerini gözlerine taktı. Bakışları benden uzaklaşıp Atalay'ı buldu.

 

"Biraz beklerseniz, sizi kumsala ulaştırabilirim."

 

Sessizce ikisinin arasında geçen muhabbeti dinlemekle yetiniyordum. Atalay'ın bedenine gözlerim ulaştığında dimdik duruyordu. Bakışlarını ise gözlükten dolayı göremiyordum. Ama adamla her konuşmasının ardından çenesindeki kas seğiriyordu. Dişlerini sıkıyordu, biliyorum. Ama neden?

 

"Gerek yok, var bende."

 

Ne var yine sende?

 

Gözlerim şaşkınca ona doğru döndü. "Sakın bana jet skim de var deme." Bakışları bana değil de karşındaki adamdaydı. Rahat bir şekilde "Var." Dedi. Sanki bir çift sakızın var mı sorusuna cevap veriri gibi bir rahatlıktı bu.

 

Nereden çıkacaktı bu jet ski?

 

Soruma bir cevap vermek ister gibi, yatın kenarından bir yere dokunmasıyla açılan bölmenin ardından jet ski çıkmıştı. Ah, tahmin edemiyordum artık.

 

Bana doğru dönerek "Gel." Diye mırıldandı. Duraksayış yaşadım fakat ayakkabılarını çıkardığında hemen kendime geldim ve ayakkabılarımı çıkarıp peşinden gittim. Jet skiye bindiğinde, bana doğru uzatılan elini tutarak bacaklarımı araladım ve arkasına bindim. Karnına sardığım avuçlarımın arasına telefonu sıkıca sıkıştırdım. Siyah renkteki araç hareket ettiğinde, çok da fazla yata uzak olmayan kumsala kısa sürede ulaştık.

 

Yattan inerek ayaklarını suya bastı, ayak bileklerini bile geçmeyen su tenine değdiğinde tekrardan onun yardımıyla suya ayaklarımı bastım. Suda yürüyüşümüzün ardından kuma ulaştık.

 

"Sandviç yer misin?"

 

"Yerim."

 

Yan yana yürümeye başladığımızda, üzeri sarmaşıklarla kaplı oturulacak yerlerin olduğu yere geldik. Gözlüğünü çıkarıp bana doğru uzattığında bekletmeyip hemen aldım.

 

"Sen geç, ben siparişleri alıp geliyorum."

 

Bir şey söylemeye gerek duymadım o da zaten yanımdan uzaklaştı. Deniz tarafında olan masaya oturduğumda gözlüklerimizi masanın kenarına koydum. Etrafa göz attığımda, derin bir soluğu içime çektim. Şimdiden bile burada huzurluydum. Deniz bana iyi geliyordu.

 

Dört sandviç, iki limonata olduğunu düşündüğüm içecekleri masaya koydu. Sandviçin âdetine takılmadım çünkü ben anca doyardım. Yemeğe ayrı bir düşkündüm. Hem yemek yapmayı hem de yemeyi severdim. Konu yemek olunca, ne olursa olsun üşenmeden yapardım.

 

Sandviçleri dudaklarımızın arasına aldığımızda ardından limonatayı da ardından göndermiştik. Soğuk şeyler içmeyi seviyordum. Ayriyeten sıcak havalarda içmek ise daha da sevilir bir hal alıyordu.

 

"Yemekleri yedikten sonra, yüzeriz."

 

Tam yüzmeyi bilip bilmediğimi sormadığını düşünürken, yediği sandviçin ardından dudaklarını araladı. "Yüzmeyi biliyorsun diye düşündüm ama?"

 

Uzatmadan "Biliyorum." Dedim.

 

Küçük yaşlarımdan beri ailemden öğrendiğim şeyler arasında yüzmeyi öğrenmek de vardı. Anılar aklıma geldiğinde, dudaklarımda hüzün içeren bir tebessüm belirdi. Bunu fark etti ve bana baktı.

 

"Neden güldün?"

 

"Bir anı aklıma geldi de, anlatayım mı?"

 

"İçinde senin olduğun her şeyi dinlemek, bana iyi gelir."

 

Gülümsedim. Bu sefer utanmak istemedim. İçimden geçeni söylemek istedim.

 

"Demek sen ol yeter diyorsun."

 

Güldü. Omuzları hafifçe sallandı. "Öyle."

 

Arkama iyice yaslandığımda, heyecanla anlatmaya başladım.

 

"Gel buraya saçlarını da bağlayalım. Şimdi deniz saçlarını tenine yapıştırır, rahatsız hissedersin."

 

Annem ne diyorsa doğrudur. Aynadaki yansımamdan kendimi çektiğimde, üzerimdeki beyaz renkteki mayomun içerisinde kendimi çok güzel hissediyordum. Hoplaya zıplaya yatağın üzerine bağdaş kurmuş annemin önüne oturdum. Elindeki tarakla saçlarımı taramaya başladığında, canımı acıtmadan yavaş yavaş taradı. Ardından örmeye başlamadan dudaklarımı araladım. "İki yandan örer misin? Öyle daha hoş görünüyor."

 

"Sen iste yeter, biliyorsun sana kıyamıyorum."

 

"Biliyorum. Sen de seni sevdiğimi biliyorsun değil mi?"

 

Bir taraftaki örgüt bittiğinde, diğer tarafa geçerken konuştu. "Biliyorum, sen de biliyorsun?"

 

"Evet." Dedim.

 

Saçlarımın örgüsünü bitirdikten sonra ona doğru döndüm. Yanağına kocaman bir buse kondurdum. Koşa koşa kapıdan çıkarken arkamdan "Dikkatli olun." Diye seslendi.

 

Hep derdi zaten.

 

Babam, elindeki turuncu kollukları dudaklarını yaslayarak silinmeye başlamıştı bile. İkinci kolluğu şişirmeyi bitirdiğinde, plastik tıpacı deliğe tıkadı.

 

"Gel bakalım, kollarına geçirelim."

 

Kollarımı ona doğru uzatıp, kollukları kollarıma geçirmesine yardım ettim. Ellerini dizlerine yaslayarak, oturduğu yerden kalktı. Denize doğru adımlamaya başladığımızda, ilk suya ayaklarını o bastı.

 

Soğu şu bedenime değdiğinde hiçbir tepki vermedim. Artık denize gir çık yaptığım için alışmıştım. Babam denize doğru yüzümü döndürdüğünde belimden elleri yardımıyla tutuyordu.

 

"Ellerini ve ayaklarını çırpmaya başla, dene biraz bakalım. Sonra seni bırakacağım kolluklar seni batırmaz. Merhaba etme."

 

Uzun uzun yaptığı açıklamaların ardından dediklerini uygulamaya başladım. Çok fazla denemenin ardından, sonunda kolluklarla yüzmeye başlamıştım.

 

"Hadi asıl şimdi en önemli kısımdayız. Kolluklarını çıkaralım. Kendin yüzeceksin."

 

Heyecanım bedenimi sarıp sarmalamıştı. "Ben sana güveniyorum." sözleriyle kolluklarımı çıkarıp babama doğru uzattım. İlk başta başlamam için pozisyon aldığımda, kollarımı uzattım ve ayaklarımı yukarı doğru kaldırıp çırpmaya başladım.

 

Babamın sesi kulaklarıma ulaştığında, dudaklarımın arasından mutluluk kahkahaları dökülmeye başladı.

 

"İşte benim kızım."

 

Ellerini birbirine çarparak alkışlamaya başladı. Ve ben babamın arkamda olduğunu bilerek, her şeyi başardım.

 

Gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Özlememi içimdeki yerinden hiçbir zaman gitmiyorum. Ki gitmesini de istemezdim zaten. Bazen öyle bir ağır geliyordu ki, başa çıkmak zor oluyordu. Ama onlara verdiğim söz, beni ayakta tutuyordu.

 

"Her şeyi başarabileceğine o kadar emindim ki, şimdi anlattığın bu anıyla daha da emin oldum."

 

Bunları kendimden başka birisinin söylemesi beni utandırırken, dudaklarıma samimi bir gülüş yerleştirdim.

 

"Babam bir dağ gibi arkamda, annem o dağdaki çiçek gibi benim yanımda olduktan sonra ben hep güçlü oldum. Onlar gittikten sonra da onların bana bıraktığı sözler beni ayakta tuttu."

 

Bundan sonra da ben arkanda duracağım der gibi baktı bana. Aslında bakışlarında hep eminlik gördüm. Atalay, göz kırptığında anıyı anlatırken yemeyi bıraktığımız yemeğe kaldığımız yerden devam ettik. Yemekler bitene kadar biraz sohbet etmiş, ardından buradan ayrılmıştık.

 

Tekrardan jet skiye binmiş, yata ulaşmıştık. Atalay aşağıya inmemi söylediğinde, üzerimi değiştirmek için dediğini yaptım. Alt katta tek oda, bir mutfak vardı. Mutfak kahverengi ve siyah renklerle boyanmış, iki kişilik bir masa bulunuyordu. Mutfağa bakmayı keserek, odanın kapısını açarak içeriye girdim. Karşımda yuvarlak, büyük bir yatak vardı. Etraf birkaç yarım camla döşenmiş, yansımadan deniz görünüyordu. Yatağın üzerindeki çantamın fermuarını aralayarak, içinden kahverengi renkteki bikiniyi alıp banyoya geçtim.

 

Üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp, bikiniyi giydikten sonra vücudumu güneş kremiyle bolca kremledim. Yüzümü de kremledikten sonra, saclarımı yukarıdan topuz yaptım ve aynadan son kez kendime baktım ve odadan çıktım.

 

Bikiniyle insan arasına çok fazla karışmışlığım vardı ama şimdi onunla yalnız kalmak nasıl olacaktı bilmiyorum. Güneş kremini elime aldım, çıkardığım eşyaları çantanın içine koyduktan sonra elimdeki kremle merdivenleri çıkmaya başladım. Son basamağa geldiğimde gözlerim etrafta onu arayıp, buldu.

 

"Güneş kremin var mı?" diye sordum. Yanıma geldiğinde "İzin verirsen, seninkini kullanırım." Dedi ve merdivenlerden aşağıya doğru inmeye başladı. O görmese de başımı onaylar anlamda salladım.

 

Koltuklara bağdaş kurarak oturduğumda, gözlerimi kapattım. Birkaç dakika sonra önümde hissettiğim bedenle tekrar geri açıldı. Gözlerimin önündeki çıplak bedenle, vücudum kasıldı.

 

"Sen sürer misin?"

 

Ölüm fermanım desem?

 

"Sürerim." Diye kısık sesle mırıldandım. Kan yüzüme baskı yaparken, kremin kapağını aralayarak ellerime döktüm. Titrek ellerim kremi sırtına yaymaya başladı. Omuzlarıma çıkan parmaklarımla, vücudunun kasıldığını hissettim.

 

"Önüne dönebilirsin." Olduğu yerden yüzünü bana doğru döndürdü. Yüz için ayrı olan güneş kremini elime sıktığımda, bakışlarım onu buldu. Nefesi dudaklarıma çarparken, açık alanda bile olsak boğuluyorum sandım. Onun bu delici bakışları altında yüzüne krem sürmek o kadar zordu ki, birkaç saniye sonra göz kapakları kapandı ve bana biraz da olsa kolaylık sağladı.

 

Üst bölgesi bittiğinde, derin bir nefesi dışarıya bıraktım. Heyecandan karnıma kramplar giriyordu. Birkaç dakika böyle bekleyip tenimizin kremi emmesini bekledik.

 

Yatın korkuluksuz kısmından denize balıklama atladı. Suyun yüzüne çıktıktan sonra, aynı şekilde ben de balıklama suyun derinliklerine daldım. Serin su sıcaklamış bedenime iyi gelirken, göz kapaklarımı açtım. Su damlaları yüzümden kayıp gidiyordu.

 

Göz göze geldik. Uzakta olan bedenini, suyun altına alarak yüzeyden kayboldu. Aniden bedenime değen parmaklarla, titredim. Ağzımdan bir nida çıkarken, başını suyun altından çıkardı. Elleri belime ulaştığında, bakışları derinleşti. Yutkunarak, bakışlarımı onda tutmaya devam ettim. Akışına bırakmak istercesine, ellerimi omuzlarına yerleştirdim. Sert tenini ellerimin arasında hissediyordum. O etkileyici sesi dudaklarıma ulaştı.

 

"Bacaklarını belime dola." Kelimeleri emir vermese de ses tonu sertti.

 

Öylece ona bakmaya devam ettim. Ama o sabırsızdı sanırım. Ben düşüncelerle boğuşurken, onun parmakları dizlerimin altına ulaştı ve dokunmasıyla bacaklarımı beline dolamamı sağladı. Yüzü yüzüme iyice yakın bir durum haline geldiğinde, kesik kesik nefes alıyordum.

 

"Firuze." Dedi. Dudaklarından dökülen adım, naif bir melodiye sahipti. Gözlerinden geçen manidar anlamlar, o kesik nefesimi de tamamen kesecekti sanki. Sıcak nefesi tekrardan yüzüme temas etti. "Gözlerinde ileriyi görebiliyorum."

 

Gözlerinde ileriyi görebiliyorum. Gözlerinde bir gelecek bir güven.

 

Zaman istemez miydi?

 

Sonunda dudaklarımı aralayabildim.

 

"Güvenmek senin için zor bir eylem değil mi?"

 

"Bana güvenmediğin için mi teklifimi kabul ettin?" Dedi hiç beklemeden. Haklıydı. Güvenden konuşuyorduk ama benim sözlerim yaptıklarıma ters düşüyordu.

 

"Neden kabul ettiğimi ben de bilmiyorum." Diye mırıldandım. Titrek bir nefesi içine çektiğinde, bildiğin üzerinde olduğum bedenim hareket etti.

 

Derin bir sessizliğin ardından o soruyu sordu. "Pişman mısın?"

 

Kendime soruyorum pişman mıydım?

 

Gözleri bir cevap ararcasına benden ayrılmıyordu. Dudaklarım belli belirsiz aralandı ve cevabını dile getirdi.

 

"Anlamsız bir şekilde sana güvenip teklifini kabul ettim."

 

Şimdi kendimle çelişiyordum. Kendi dudaklarımla güvenmenin zor bir eylem olup olmadığını sormuştum. Ama şimdi onun kolları arasında, adamın kucağındayım.

 

"Peki, bu teklifi kabul ederken pişman mıydın? Ya da şimdi bu haldeyken pişman mısın?"

 

"Hafta sonu bitene kadar pişman etmezsen pişman olmam. Eğer ki burada olduğumun cevabı ise değilim." Bakışlarımı ondan çektim. Sözlerimi tamamladım. "Yani pişman değilim." son sözlerim yarım yamalak çıkarken, onun dudaklarına yerleşen gülümsemeyle onun beni anladığını gördüm.

 

Çocuksu bir heyecan yüzünde baş gösterdi. Ellerinin dokunduğu yer sıkılaştı. "O zaman." Dedi. Olduğumuz yerden, suyun içinde hareket etmeye başladık. "Dolaşalım beraber."

 

Dediği gibi de oldu. Yeri geldiğinde gözlerimizi kapatmış, yeri geldiğinde dudaklarımızın ardından dökülen kelimelerle kahkaha attık. Kollarım onun boynuna dolanmış bir şekilde saatlerce suyun içinde kaldık. Serin su sıcaklamış bedenlerimize iyi gelmişti. Onun bakışlarıyla sıcaklarken, suya dalıp serinliyorduk.

 

"Umarım yüzüm çok yanmamıştır. Güneş çok kızartır benim yüzümü. Çıkalım mı artık?"

 

Yata doğru yaklaşmaya başladığımızda "Yüzünün kızarması için güneşe gerek yok gibi."

 

Anladı mı?

 

Yani yüzümün onun bakışlarıyla, sözleriyle kızardığını anladı mı?

 

Derin bir nefes alarak kollarından uzaklaştım. Yata uzanan merdivenleri çıkmaya başladığımda, o da ardımdan geliyordu. Yata ayaklarımı bastığımda, bedenimden sular dökülmeye başladı. Derin bir boğaz temizleme sesiyle, bakışlarım onu buldu. Bir şey söyleyeceğini anladım ve onu bekledim.

 

"Sen havlunu al, istersen üzerini değiştir."

 

"Tamam." Diye mırıldandım. "Burada mıyız?"

 

"Öyle görünüyor." Dedi.

 

Bakışlarından çekilerek aşağıya inip, odaya geçtim. Birkaç eşyamı avuçlarımın arasına alarak banyoya geçtim. Kısa bir duş alarak, deniz suyundan arındım. Vücudumu kremledikten sonra üzerime mor renkte, ince askılı salaş bir elbise giydim. Yatın içerisinde olacağımız için, dizlerimin birkaç santim üzerinde biten bir elbise giymeyi tercih ettim.

 

Saçlarımı taradıktan sonra dalgalı bir topuz yaptım. Islak eşyalarımı bir poşete koydum ve odadan ayrıldım. Kapının kapanma sesini duymuş olacak ki merdivende belirdi.

 

"Ben kısa bir duş alayım ardından yemek hazırlarız."

 

"Olur. Çıktığında bana seslenirsin."

 

O duş almaya giderken ben de yukarıya çıktım ve koltukların bir köşesine oturdum. Telefonu saatlerdir elime almadığım için bildirimleri açtığımda Defne'nin bir sürü mesajı ekrana düştü.

 

Gönderen - Defne

 

Ne yaptın???

 

Gönderen- Defne

 

Kız beni merakta bırakma.

 

Gönderen- Defne

 

Saat kaç oldu, hala telefona bakmaya vakit bulamadın. Tabi keyfin yerindedir senin şimdi. (Sırıtan emoji.)

 

Gönderilen - Defne

 

Yeni vaktim oldu telefona bakmaya.

 

Gönderilen- Defne

 

Keyfim ise gayet yerinde :)

 

Gönderen - Defne

 

Tabi yerinde olur kız. Yanındaki mutlu ediyordur seni şimdi.

 

Gönderilen - Defne

 

Hiç yalan söyleyemeyeceğim, ediyor. Daha yeni denizden çıktık. Birazdan yemek yiyeceğiz.

 

Gönderen - Defne

 

Hımm, o zaman yine ben sizi meşgul etmeyeyim. Afiyet olsun size.

 

Gönderilen - Defne

 

Sağ ol bebeğim.

 

Telefonu kapattığımda, aşağıdan onun sesini duydum.

 

"Firuze."

 

Avuçlarımın arasına sıkıştırdığım telefonla onun yanına indim. İndim inmesine de gördüğüm görüntüyle indiğim yere düşeceğim sandım. Buzdolabına eğilmiş çıplak bedeniyle göz göze geldim. Sırt kasları ben buradayım diyordu. Bronz bir teni vardı. Sırtındaki benler olduğu yerde hoş bir görüntü yaratıyordu.

 

Buzdolabından tavuk olduğunu düşündüğüm paketli ambalajı tezgâhın üzerine koydu. Dudaklarım aralık, gözlerim kırpıştırarak ona baktım. Geldiğimi hissetti, omzunun üzerinden bana baktı.

 

"Sana sormadan çıkardım ama köri soslu makarna ve tavuk yapma fikri geldi aklıma, sever misin?"

 

Köri soslu tavuk ve makarna. Ne güzel ikili. Yanına da soğuk bir içecek.

 

"Severim." Dedim. Yanına doğru yavaş adımlarla ilerledim ve yanına ulaştım. "Tencere nerede."

 

Elleri ambalajı açarken, "Aşağıda." Dedi. Bedeni kenara gelerek almama için izin verirken, siyah renkteki tencereye su doldurduktan sonra ocağa koydum ve altını yaktım.

 

O ilk önce ambalajı açmış sonra da doğrama tahtasında tavukları küp küp doğramaya başladı. Makarna suyunu koyduğum için elim boştu bu yüzden buzdolabını karıştırdım ve bulduğum salata malzemeleriyle hemen doğramaya başladım. Doğradıklarımı bir kaba boşaltırken, etleri bir tencereye koymuştu. Makarna suyuna penne makarnayı bolca boşalttığımda, tabi ki de yemeği sevdiğim kısmını unutmadım.

 

Deniz insanı acıktırıyordu. Biraz da fazla vakit geçirdiğimiz için hem yorulmuş hem de doğal olarak acıkmıştım. Yana yana yemekleri hazırlamayı bitirdiğimizde kısa sürede de masayı kurmuştuk.

 

Son tabağı masaya yerleştirdiğinde, buzdolabının kapağını aralayarak bana doğru döndü. "Ne içersin."

 

Sandalyeye kuruldum. O kadar acıkmıştım ki yemek kokularıyla mest oldum. Hemen cevap verdim. "Kola varsa, sevinirim."

 

Kısaca cevap verdi. "Var."

 

Masada duran iki bardağa da içecekleri doldurduğunda o da artık sandalyeye yerleşmişti. Tavuk ve makarnayı çatala batırdıktan sonra ağzıma attığımda, dilime bulaşan tatla gözlerim kapandı. Ağzımdan beğendiğime dair bir mırıltı çıkarken, onun dudaklarının arasından tatlı bir kıkırtı çıktı.

 

"Beğendin mi?" çatala iki tavuğu da bastırıp ağzına götürdü.

 

"Bu yemek beğenilmez mi?" Koladan bir yudum aldım. "Ellerine sağlık."

 

"Afiyet olsun." Dedi. Bundan sonra sessizce yemeğimizi bitirmiştim. Evet, tabakta bir kırıntı bile bırakmamıştık. Karnımın şişmesiyle, karnımı ovaladım. Bunu fark etti.

 

"Sen istersen dinlen, ben burayı toplayayım."

 

"Olmaz." Dedim karnımı ovalamayı bırakıp ayağa kalktım ve beraber mutfağın dağınıklığını topladık. Beraber yukarı çıkıp koltuklara uyandığımızda, hava kararmaya başlamıştı. Havanın bunaltıcı ısısı biraz daha azalmış, en azından artık bunalmıyorduk.

 

Yatın açık olan üst katındaki koltukları uzandığımızda, kenarına birkaç mum koymuş olduğumuz yeri aydınlatmıştık. Nerden geldiğini bilmediğim laptopu rahat bir göz hizasına sabitledi.

 

Ekranda yazan jenerikle, gözlerim yazıya kaydı.

 

How To Train Your Dragon: Homecoming

 

Yani şimdi bu yanımdaki adamla animasyon mu izleyecektim. Yazı silindiğinde, parmakları ekrana dokunarak filmi durdurdu. Ekrandan ayrılan bakışlarım onu buldu. Ayağa kalktığında, dudakları aralandı.

 

"Ne içersin?"

 

Dolapta nasıl içecekler olduğunu bilmediğim için, "Kafana göre takıl." Dedim.

 

Bir gün aklıma gelip de bir adamla tanışıp, onunla bir yatın üzerinde animasyon izleyeceğim desem gülüp geçerdim. Şimdi ise elinde iki şişeyle gelen adamın varlığı, bütün düşüncelerime bomba etkisi yaratmıştı.

 

İçeceği geniş bardaklara doldurduktan sonra yanıma uzanmıştı. Arkamızdaki sertliğe sırtımızı yasladığımızda, bizi bekleyen uzun süreli animasyonu izlemeye koyulduk.

 

Onunla birlikte bu gece küçük yaşlarıma gittim. Heyecanla televizyonun önündeki koltuğa koştuğum anlar gözlerimin önüne film şeridi gibi geldi. Şimdi ise büyüdüm. Değişen tek şey zaman oldu. Karşımda animasyon oynamaya devam ederken başım usulca, yanımdaki bedenin omzuna yaslandı. Göz kapaklarım kapanmak üzereydi, biliyorum. Kulaklarıma denizin sesi bir şarkı gibi ulaşırken, burnuma doluşan kokuyla da sanki huzurlu bir ortam oluşuyordu. Başımı yasladığım beden, küçük küçük aşağıya inip kalkıyordu. Göz kaplarım kapanmadan önce boğuk bir ses kulaklarıma ulaştı.

 

"En çok, bende son bul."

 

SON

 

Nasılsınız??

 

Günü neler yaparak geçiriyorsunuz?

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Takıldığınız bir yer var mı?

 

How To Train Your Dragon: Homecoming izlediniz mi?

 

Peki size son soru

Sizce Atalay'ın mesleği ne?

 

Sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın.

 

💓

 

 

 

Loading...
0%