@rarbezrh
|
4. Rüya
No.1, Bu benim Hayatım
Fikri Karayel, Trenler
önceki bölümden
Onunla birlikte bu gece küçük yaşlarıma gittim. Heyecanla televizyonun önündeki koltuğa koştuğum anlar gözlerimin önüne film şeridi gibi geldi. Şimdi ise büyüdüm. Değişen tek şey zaman oldu. Karşımda animasyon oynamaya devam ederken başım usulca, yanımdaki bedenin omzuna yaslandı. Göz kapaklarım kapanmak üzereydi, biliyorum. Kulaklarıma denizin sesi bir şarkı gibi ulaşırken, burnuma doluşan kokuyla da sanki huzurlu bir ortam oluşuyordu. Başımı yasladığım beden, küçük küçük aşağıya inip kalkıyordu. Göz kaplarım kapanmadan önce boğuk bir ses kulaklarıma ulaştı.
"En çok, bende son bul."
🌪
Bir şey var aramızda. Senin bakışından belli. Benim yanan yüzümden.**
Sıcaklığa sarılıyordum. Altımdaki beden hareket ederken, gözlerimi açmakta zorlanıyordum sanki. Kirpiklerimi kımıldatmak işkence gibi gelse de ellerimi boynuna sardığım adama bakmak istedim. Bronz teni gözlerime çarpan ilk şey oldu. Boynundaki küçük küçük benlerden birkaç tanesini parmaklarım kapatmıştı. Kirpiklerimin titremesinden, gözlerimi araladığımı anlamış olmalıydı.
"Zahmet etmeseydin." Diye garip bir sesle mırıldandım. Sesim uykulu bir şekilde çıktığı için sözlerimi anlamış mıydı bilmiyorum.
"İnan hiç zahmet olmuyor, leyl kadın."
Leyl kadın mı dedi o?
O kadar uykum vardı ki ne anlama geldiğini pek düşünememiştim. Ama sabah hatırlarsam ona soracaktım.
Bir odaya girdiğimizi hissettiğimde, merdivenlerden az önce indiğimiz için şimdi yatak odasına girdiğini anlamıştım. Yatağa doğru yaklaştığında, beyaz yorganın ucunu kavrayarak açtı. Çarşafın üzerine bedenimi koyduğunda, yastığı benim için yatırdı. Başımı yastığın üzerine koyduğumda, başımda bana doğru eğilmiş olan adama baktım. Odanın küçük camından yansıyan ay ışığı, onun gözlerini parlatıyordu.
Yüzü yüzüme iyice yaklaştığında, kokusu burnuma doluştu. Alnıma buse kondurduğunda, gözlerim kapandı ve bir daha aralanmadı. Bedeni geri çekildiğinde bir süre sonra arkamda yatağın hafifçe çöktüğünü hissettim.
Bir süre ikimizde sükûtu bozmadık. Ara sıra onun derin nefes alışını duyuyordum. Ona sırtım dönüktü ama rahat bir pozisyon bulamadığım için ondan tarafa yüzümü döndüm. Bir elim yastığın yüzeyinde kalırken, diğer elim yorganın içinde kalmıştı.
Daha fazla dayanamadım. Uyku beni girdap gibi içine çekerken ona direnemedim. Derin bir rüyanın esiri oldum.
Yorganın üzerinde kımıldayan beden yanıma kadar geldi. Yine hiç uyanmak istemediğim sabahlardan birisindeydim sanırım. Çünkü çoktan uyanmıştım ama hiç kalkasım yoktu. Yüzümde hissettiğim sıcak dudaklarla huysuzlandım. Ama bir yandan da gülümsüyordum. Sıcak nefesi yüzüme vuruyordu.
"Sevgilim. Sen yatağın içinde kıvranmaya devam edersen, biz o kalkma saatini akşama çevireceğiz ama."
"Hıhı."
Güldüğünü duydum. "Neye hıhı yavrum."
"Hı?"
Boynumda hissettim dudaklarını. "Buna mı?" Tenim boyunca kaydı dudakları, her öptüğünde aynı kelimeleri tekrar ediyordu. Üzerime çıktığını bedenimin üzerindeki ağırlıkta anladım. Yorgan bir perde gibi üzerimizi örterken, dudaklarıma yöneldi.
Dudaklarıma değecek olan dudakları beklerken, aniden görüntü silikleşti. Gözlerimi ani bir irkilmeyle açıldı. Oda sabah olduğu için aydınlanmış, yeni uyanmışlığın üzerimde olduğu bedenime yansımıştı. Aydınlık hafifçe gözlerimin sızlamasına sebep olurken, ellerimle gözlerimi ovaladım. Yatakta gerinirken, elime değen yumuşak bir şeyle gözlerim dokunduğum yerin sahibini buldu.
Kaslarını sarmalayan damarlı kolu.
Elimi nereye değdiğini fark ettiğimde çektim. Rüyanın alakasızlığına mı yanımda yatan adama mı şaşırsaydım karar veremedim. Atalay gerçekten kalıplı bir adamda, böyle yapılı olmak kolay değildir. Acaba nasıl yaptı?
Hareket ettiğinde, uyanmış onu seyrettiğimi anlamasın diye banyoya kaçtım. Elime yüzümü yıkayarak kendime geldiğimde, derin bir nefes aldım ve kapıyı açtım. Sırtını yatak başlığına yaslamış, bir noktaya dalmıştı ta ki benim kapıyı açıp odaya girmemle bakışları beni buldu.
Elim kapının kolunda kalırken, bakışları yüzüme tutulmuş fener gibi tenime renk katıyordu. Sırtını başlıktan çekerek yataktan kalktığında, gözlerimi kırpıştırdım. Hafifçe kızarırken, adımları yanıma kadar geldi.
"Günaydın." Dedi.
Yüzlerimiz birbirine yakındı. Zor da olsa derin bir nefesin ardından konuşabildim.
"Günaydın."
Parmakları kapı kolundaki elimin üzerine dokunduğunda, nefes alışverişlerim hızlandı. Ona nasıl bakıyordum bilmiyorum ama dudaklarına aniden bir gülümseme yerleşti.
"Geçeyim mi?"
"He, ne?" Gözleri kapı kolunu işaret etti. Ah hadi ama...
"He geç."
Elimi koldan çekerken, bedenimi de kenara çektim. O banyoya girerken, ben de odadan çıktım. Mutfağa geçtiğimde, ortalığı biraz karıştırmış ne var ne yok öğrenmiştim. Küçük küçük poğaça yapıp içini sandviç malzemelerini yerleştirecektim. Hemen hamur için işe koyulduğumda, biraz hamurun şişmesini beklemiştim. Ondan sonrası çabucak olmuştu. Ben bunları yaparken Atalay hala odadan çıkmamıştı.
Yanına patates kızartmak için patateslerin dışını soyarken, kapının açılma sesini duydum. Ardından adım sesleri sonra kendi sesini duydum.
"Bu güzel koku nereden geliyor böyle."
Patatesi kısa bir süre saymayı bırakıp ona baktım. Gülümserken, dudaklarımı araladım.
"Bizim için poğaça yaptım. O kokuyordur."
"Demek bizim için poğaça yaptın."
O ses tonu neden geldi şimdi?
Ona yanıt vermek yerine patatesleri soymaya devam ettim. Çoktan ocağa bol yağı koymuştum. Kızmış olmalıydı. Patatesleri tamamen kestikten sonra, yıkamış ve kızmış yağın içine atmıştım. Atalay'da bana yardımcı olarak masayı kurmuştu. Sandalyelerden birisine oturmuş, geriye doğru yaslanmıştı. Dikkatli bakışları her zamanki gibi üzerimdeydi. Bakışları bir şey söyleyecek gibi bakıyordu.
"Başın ağrımıyor değil mi?"
Sıkıntılı bir nefes vermemim nedeni dün geceyi hatırlamamdı. Birazcık içmiştik. O yüzden çarpıntı yaptı mı yapmadı mı diye sorguluyordu. Ne başım ağrımıştı ne de geceyi unutmuştum.
"Hayır, ağrımıyor." Dedim.
"İyi o zaman."
Sandviç malzemelerini ayarlayıp tezgâha koyduktan sonra fırından tepsiyi çıkarıp onu da tezgâha koydum. Poğaçaları keserek malzemeleri içine yerleştirdim. Büyük bir tabağa yaptığım poğaçaları koyduktan sonra malzemeleri buzdolabına yerleştirdim. Etrafı toparlamaya devam ederken aynı zamanda onunla konuşuyordum.
"Kahvaltıdan sonra planın ne?"
Tepsiyi yıkadıktan sonra kuruladım ve fırına geri yerleştirdim. Konuşarak ayağa kalktı. "Biraz yürüyüş yaparız, ardından yüzeriz sonrası zaten eve dönüş olur."
Eve dönmek.
Bundan sonra konuşmamıştık, sessizce kahvaltımızı yapmış dağıttığım mutfağı birlikte toplamıştık. Gezeceğimiz için çantadan kıyafet seçmeye başladığımda içinden çiçekli göğüs dekoltesi olan crop aldım, altına beyaz kot şort çıkardığımda banyoya geçerek üzerimi değiştirdim. Üzerimi değiştirdikten sonra aynadaki yansımama bakarken, saçlarımı atkuyruğu yapma kararı aldım. Kirpilerime rimel sürmekle yetindim, zaten sıcakta makyaj hiç çekilmiyordu. Çıkardığım eşyaları bir poşete koydum ve odadan çıktım. Atalay bu sefer benden önce giyinmiş çoktan yukarı çıkmıştı.
Üzerine bej renkte polo yaka bir tişört giyerken altına üzerindekinden biraz daha koyu renkte dizlerinin üzerinde biten kot şort giymişti. İkimizin de elinde beyaz converse vardı, jetle uzaklaşarak gezeceğiz dediği yere geldiğimizde ayakkabılarımızı ayağımıza geçirdik. Patika yoldan yürürken birkaç kişi sürekli yanımızdan geçip gidiyordu. Uzun bir yürüyüşün ardından, en tepeye ulaştık. Birkaç adımdan sonra uçurumun dibindeydik. Küçük bir çıkıntı gördüğümde, dudaklarım aralandı.
"Beni çeker misin?"
"Başka yerde çekseydim."
"Neden?" dedim. Anlamsız bakışlarım onu bulurken.
"Fazla uçurum değil mi, düşersin falan."
hı?
Sesinden tedirginlik akıyordu. Onun aksine daha geniş bir gülümsemeyle bakarken dudaklarımı araladım.
"O zaman sen de gel." Diye mırıldandım.
Parmakları aniden alnını kaşırken, kafası karışmış gibi bakıyordu. Benden bu atağı beklemiyordu, biliyorum. Şahsen ben de beklemiyordum ama içimde kalsın istemedim, bunun doğru olduğunu düşündüm söyledim.
Çıkıntılı taşın bir kısmına otururken, onun yanıma gelmesini bekledim. Gözlerinde yatan anlamlar bana ne demek istiyordu bilmiyorum ama bu bakışların etkisinde sıyrılmak çok zordu. Sadece anı güzel kılmak istedim. Elimden kayıp giden yıllarımın üzerine sıkıca tutabileceğim anılar biriktirmek. Adımları yanıma kadar sürüklendiğinde, bedeni bedenime değdi. Bakışlarını bende hissediyordum. Elimdeki telefondan kamerayı ikimizin aynı karede görüneceği şekilde tuttuğumda, ekrandaki yansımamızdan bakışların onun görüntüsüne kaydı. Hala bana bakıyordu ve ben kameraya bak demeye gerek duymadım ve ikimizi fotoğraflamaya başladım. Kaç tane fotoğrafımızı çektim bilmiyorum ama bir ara güldüğümde dudaklarıma kayan bakışlarımı yakaladım. En çok da güldüğü anı çekmek, güzeldi.
"Güzel oldu." diye mırıldandım. Gözlerimi çekildiğimiz fotoğraflardan nihayet kaldırarak ona baktım. Parmakları hafifçe çenemi bulduğunda, usulca olduğu yeri okşadı. Eriyip gidiyordum farkında değildi. Belki de farkındaydı. Ama belki de böyle nefesimi tutmuş, kızarmış gözlerle ona bakmam hoşuna gidiyordu. Hatta ne demişti: Yüzünün kızarması için güneşe gerek yok gibi.
Evet, yoktu.
Sen varsın ya.
"Bana da atsana fotoğrafları."
Sen de mi benim gibi bakıp duracaksın? Öyle olmayacaksa da öyle düşünmek istiyorum.
Başımı onaylar anlamda salladıktan sonra, onunla mesajlaştığım yerden fotoğrafları attım. Adını hala kaydetmediğimi fark ettim. Daha sonra kaydetmeyi aklımın bir köşesine kazıdım. Telefonumu kapattığımda, biraz daha buralarda vakit geçirmiş sonra yata geri dönmüştük. Dün giydiğim bikiniyi üzerime geçirdiğimde, saçlarımı sıkı bir topuz yapmıştım. Buradan gidecektik, bu yüzden son zamanı iyice iyi geçirmek istiyordum. Atalay buraya geldiğinde, üzerindekileri benden önce çıkarmış güneş kremini sürmüştü. Bikinimi giydikten sonra bende kremi sürdüğümde, odadan ayrıldım ve yukarı çıktım. Yukarıda onu göremediğimde, denize girdiğini anladım. Biraz tenimin kremi emmesini bekledim.
Suya balıklama atladığımda, kısa sürede yüzeye çıkmıştım. Atalay yüzerek uzakta olan bedenini yanıma sürüklediğinde, aniden dibimde bitmesi kalbim için pekiyi olmuyordu.
"Ellerimin üzerine bas."
"Ne? Neden?" diyerek anlamsız cümlelerine bir anlam aradım.
"Elimin üzerine doğru bastıktan sonra, benin seni ittirmem senin kendini geriye atmanla denize doğru atlamış olacaksın."
Tamam, farklı şeyler denemeyi severdim ama şimdi ters bir şey olacak, korkusuyla ilk başta "Olmaz." dedim. Onun baskılı sesi, tabi ki de bu dediğimi kabul etmedi. "İstemiyor musun?"
Kararsız bir şekilde ona bakmaya devam ettim. "Şimdi bir yerine bir şey falan olur."
Gülümsedi. "Olmaz, sen bas."
Bakışlarına daha fazla dayanamadım. Sözlerinden çok bakışları ısrarcı bir yağmur gibiydi. Aniden bastırıyor, aniden son buluyordu.
Dediğini yaptım ve son saatlerimizi delilerce eğlenerek geçirdik. Ondan öğrendiğim farklı taktiklerle günü daha eğlenceli kılmıştık.
Düzensiz nefeslerimi, denizden çıktıktan sonra belli bir düzene oturtmaya çalıştım. Saatlerce yüzmekten dolayı bedenime yorgunluk çökmüştü. Odaya inerek eşyalarımı toplamaya başladım. Banyoya geçerek makyajımı yaptığımda, gözlerim aynadaki yansımama takıldı. Yandan yırtmaçlı ayak bileklerimde biten bir kahverengi etek giymiştim. Üzerime iplerden karnımdan sırtıma uzanan bir crop giymiştim. Saçlarımın tepeden atkuyruğu yapmış, gözlüğü saçlarımın üzerine takmıştım. Çantamı toparlayıp yukarı çıktım. Atalay çoktan yatı çalıştırmıştı. Orta hızla ilerleyen yatın dümenin başında duran adamın yanına ilerledim.
Yanındaki boş olan kısma oturduğumda, bakışları kısa süreli beni buldu. "Yoruldun mu?"
Üzerinde beyaz bir gömlek vardı. Birkaç düğmesi açılmış beyaz gömlek... Altına gri keten pantolon giymişti. Gözlerinde ise benim aksime gözlük vardı.
"Yoruldum. Ama güzel bir yorgunluk."
"Öyle mi?" Dedi gülümserken. Güldüğünde dudaklarının yanında çizgiler çıkıyordu. Bu haldeyken de karizmatik olduğunun gerçeğine bir daha şahit oluyordum.
"Öyle." Dedim.
"Öyleyse, omzuma koy başını."
Omzuma koy başına. Dün geceki gibi mi? Omuzumda uyuduğum o gece, onun kokusunda uykuya dalmıştım. Onun bedeninden, soğuk yorganın arasına karışmıştım.
Sessiz kaldım, başımı omzuna koyarken. Rüzgâr gerçekler gibi yüzümüze acımasızca çarpıyor, denizin kokusu burnumuza doluşuyordu. Başımı hafifçe kımıldattım ama kaldırmadım. "Sana engel olmuyorum değil mi?"
"Böyle hiç engel olmuyorsun, emin ol."
Kalbim alışmaya çalış. Belki de alışmaya başlamadan gidecekti? Bu kötü düşüncenin aklıma girmesini istemiyordum. Onun yanında kalbim çok hızlı atıyordu. Bazen bu bedenimi rahatsız etse de, ruhsal olarak iyi geliyordu. Kalbimin hiç tatmadığı bu duygu, tohumu yeni atılan bir çiçek gibi içimde yeşeriyordu. Bir gün büyük bir felaketin çiçeğimi kökünden koparmasından korkuyordum. Onun sağa sola sallanmasından, canın acımasından deli gibi çekiniyordum ama yine de kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret etmedikçe insan, yeni okyanuslar keşfedemez.**
Çünkü kuşkular, mutluluğu bize haram etmeye yeterdi.**
🗝
Araba uzun yolculuğun son gaz devam ediyordu. Eşyalarımızı yattan arabaya yerleştirdiğimizde, biz de artık bir gün önce park ettiği arabaya binmiştik. Bedenime daha da bir yorgunluk çekmeye devam ediyordu. Uyumak istiyordum ama eve ulaşmadan da arabada uyumak istemiyordum. Hava kararmaya başlamıştı. Saatlerdir yoldaydık ve sessiz sakin geçen yolda arabanın içinde sadece nefes alışverişlerimiz duyuluyordu.
"Evini tarif et, seni artık orada bırakmak istemiyorum."
Kafamı ondan tarafa doğru çevirdim. Benim aksime dinç gözlerle, direksiyonun hâkimiyetini kurmaya devam ediyordu. Arabanın farı yolu aydınlatmaya devam ederken, bakkalın önünden geçtik. Ben gerek olmadığını söyleyecektim ama onun bana sormadan kararını vermişti zaten.
"İlk sağa ayrımdan dön."
Kısa sürede dediğim yoldan sağa dönerken, ilerdeki evimi gösterdim. Kısa sürede evimin önündeki, sokak lambasının önünde durduğumuzda derin bir nefes alarak emniyet kemerimi çıkardım.
Tüm yolculuk boyunca kaçamak bakışlar attığım adama, yüzümü çevirdiğimde zaten bana bakmakta olan bakışlarıyla karşılaştım. Elim saçlarıma giderek sıkıntılı bir şekilde tellerimi kaşıdım. Dudaklarım aralandığında, doğru mu yapıyordum bilmiyorum.
"Yukarı gel, karnını doyurmadan seni bırakmak istemiyorum."
Yani sonuçta o kadar masraf yapmıştı. Benim için uğraşmış, çaba göstermişti. Ona yemek hazırlamak elime yapışmazdı. Yorulmuştu hem dinlenirdi. Ben saçmalamaya başlıyorum, tamam desen?
"Zahmet etmeseydin. Ben gideyim."
Hemen itiraz ettim. "Zahmet eden ben değilim. Ve itiraz kabul etmiyorum."
Tavrıma gülerken, bana bir cevap vermedi ama arabadan inmemle onunda ardından inmesi kabul ettiğinin göstergesiydi. Çantamı bagajdan alarak apartmanın kapısından içeri girdik. Asansörün düğmesine bakarak gelmesini beklerken, elini duvara yaslamıştı. Asansörün geldiğini belli eden küçük sesle kapılar açıldı ve dar asansörün içine girdik. Bedenlerimiz birbirine değerken beş numaralı düğmenin üzerine bastım.
Asansörün kapıları aralanmış, kapımın önüne gelmiştik. Anahtarı çantamdan çıkararak kapıyı açtığımda, ayakkabılarımı çıkarıp dolaba yerleştirdim. Önüne terlikleri koyarken, onun da ayakkabılarını çıkarmasıyla onunkileri de dolaba yerleştirdim. Dışarıda ayakkabı koymayı sevmiyordum. Yalnız yaşayan biri olduğum için de kapıları iyice kilitler ayakkabılarımı içeri koyardım.
"Karşındaki odaya geçip oturabilirsin, geliyorum."
Hemen çantamı elime alarak odama geçtiğimde, üzerimdeki eşyaları çıkarmış rahat kıyafetleri üzerime geçirmiştim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra, onun yanına inmiştim. Mutfaktaki yüksek bar sandalyelerine oturmuş elindeki telefona bakıyordu.
Benim geldiğimi duymuş olacak ki, telefondan başını kaldırdı.
"Hafif bir şeyler mi yapayım ağır şeyler mi istersin?"
"Hafif olsun, uğraşma yoruldun zaten."
"Ne yapsam?" diye düşünürken, aklıma gelen şeyle, dolabın içindeki kaptan patates kızarmak için patatesleri çıkardım. Dışlarını soyarken, diğer bir yandan bol yağı aygazın üzerine koymuşum. Patatesleri ince ince dilimlere ayırdıktan sonra yıkamış ve kızarmış yağın içine atmıştım. Patates kabuklarını çöpe attıktan sonra tezgâhın üzerine temizlemiştim. Buzdolabından ketçap, mayonez ve turşu kabını çıkarıp tezgâhın üzerine koydum.
Yemek ayırt eden birisi gibi durmuyordu ama yine de sormak istedim.
"Yemek ayırt eder misin?" diye sordum aynı zamanda doğrama tahtasında turşuları küçük küçük doğuyordum. Arkaya yaslı bedenini ileriye iterek, ellerini masanın üzerinde birleştirdi.
"Ispanak hiç sevmem. Yani çocukluktan kalma bir şey annem bir kere ağzıma zorla lokmayı sokmuştu. O zamandan beri hoşuma gitmez."
Saatlerce onu dinleyebilirdim. Ses tonunda kendine çeken bir etki vardı. Dinlemek hoşuma gidiyordu, yani hiç sıkılmadan dinlerdim.
"Yaa." Dedim ona doğru dönerken, kesmeyi bırakmıştım. "Ben de çok severim. Bol yoğurtlu." Sana soran olmadı Firuze. "Ama herkesin sevmediği bir şey vardır bence."
"Senin var mı?" diye sordu.
Doğradığım turşuları bir kâseye boşaltırken, ketçap ve mayonezi de bir kâseye bolca döküp karıştırdım.
"Bunu söylediğim herkes bu sevilmez mi dedi. Yani mısırı genel olarak sevmiyorum. Hele yemeklerde hiç hoş olmuyor bence."
"Herkes her şeyi sevmek zorunda değil."
"Öyle." Dedim.
Lavaşları çıkarırken, iki tane servis tabağını da dolaptan almıştım. Kızaran patatesleri büyük bir tabağa boşalttığımda, çatal yardımıyla patatesler bitene kadar lavaşların içine doldurdum. Ketçap mayonez karışımını patatesin üzerine sürdükten sonra küçük küçük kestiğim turşuları da son olarak üzerine koymuştum. Ellerimin yardımıyla içinde malzemelerle dolu lavaşı sarmaya başladım. Sekiz tane lavaşın tamamını harcarken, tabaklara dörder tane koymuştum. İçecek için uzun bardakları masaya koyduğumda, bardaklara içecekleri doldurmaya başladım.
"Ellerine sağlık." dediğinde gülümsedim. Daha başlamamıştık oysaki.
"Afiyet olsun."
İlk lokmasını ağzına attığında, kocaman lokmayı ağzımda çevirmeye başladı. Usuldan usuldan onu izlerken, lavaştan ısırık almayı unutmuyordum.
"Çok güzel olmuş. Tekrardan ellerine sağlık."
"Afiyet olsun." Dedim keyifle. Hoşuma gidiyordu işte böyle şeyler.
İçeceğimden bir yudum alırken, uyuyakaldığım o gece söylediği kelime birden aklıma düştü. Leyl kadın. Ne demekti? İnternetten bakmak kolay bir yoldu fakat ben ondan ne anlama geldiğini duymak istiyordum. Dudaklarımı aralayarak ona soracaktım ki, aramızda o rahatsız edici ses duyuldu. Telefon çalarken bakışları ekranda çalan isimle çatıldı. Sesli bir nefes alarak masadan kalktığında, kötü bir şey olduğunu düşündüm ve kalbime amansız bir panik yerleşti. Kendini koridora attığında, peşinden gittim.
Arkası duran bedenine, kapının pervazından gizlice bakarken dudaklarının arasından çıkan kelimeler olduğum yerde dona kaldım. Kendimi hızla geriye attım. Ellerim şaşkınlıkla dudaklarımın üzerine yerleşti.
Dediği kelimeler: "Emredersiniz komutanım." olmuştu.
SON
Öncelikle;
kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret etmedikçe insan, yeni okyanuslar keşfedemez.**
Çünkü kuşkular, mutluluğu bize haram etmeye yeterdi.**
sözleri Adré Gide' ye ait.
Bir şey var aramızda. Senin bakışından belli. Benim yanan yüzümden.**
Sözü Nahit Ulvi Akgün'e ait.
Şimdi gelelim bölüme...
Nasıl buldunuz??
Sormak istedikleriniz?
Size önceki bölümün sonunda Atalay'ın mesleği ne diye sormuştum. Bölümün sonundan anladığınız üzere tahmini doğru çıkanlar yoruma yazsın bekliyorum.
Sırada Yürek Mahşeri var. Onun bölümü hazır düzenleyip yayınlamak kaldı.
Kendinize iyi bakın
|
0% |