@redbook
|
Zihnimin en karanlık, sisli yerine sırlarımı gömer, sonra oradan koşarak kaçardım, bir daha karşıma çıkmasın diye. Onunla birlikte sırlarıma, yalanıma, oyunuma ortak olan kim varsa orada bırakırdım. Ama günün birinde, o sırlar gün yüzüne çıkar, yüzüme bir tokat gibi çarpardı; o tokadın izi hiç geçmez, sırları da bir daha gömemezdim. İçten içe ortaya çıkmamasını istediğim insanlar da hiç olmadık anlarda karşıma çıkar, hayatıma bir tokat atardı. Aron da öyle yapmıştı. Bana tiksinircesine bakıyordu. “Kardeşimden ne istiyorsun?” dediğinde, omuzlarıma uyguladığı baskı yüzünden canım acımıştı. “Bırak beni, canımı acıtıyorsun,” sesim kısık çıkmıştı. “Soruma cevap ver!” O an aklıma gelen ilk şeyi yaptım: Dizimi kasıklarına geçirip koşmaya başladım. Bir an dikkati dağılsa da peşimden koşuyordu. Benden daha hızlıydı. Yere çakılıp avuç içlerimi yarana kadar ondan kaçabileceğimi düşünmüştüm. Ama her zamanki gibi yeri boylamıştım. Betona öyle sert düşmüştüm ki şu an hissetmesem de avuç içlerimin sızlayacağını biliyordum. Ensemden tutup tekrar duvara sertçe yapıştırdığında, yanağımı duvara çok sert çarptığım için acımıştı. Ona bakmam için beni kendine çevirdi. Boğazıma yapışan eli umurumda bile olmamıştı, çünkü tam göğüs kafesimin üzerindeki namluyu hissediyordum. Silahın namlusu boynuma, boynumdan da çeneme gelmişti. Çenemi kaldırıp, “Soruma cevap ver, Aker,” dedi sert bir tonla. Benim gözlerime bir perde indiğinde dediklerini duyamadım. Başıma bir şey geleceğini düşündüğümde hep bundan korkardım: Bağıramamaktan, kaçamamaktan. Ve şu an ne kaçabiliyordum ne de bağırabiliyordum; her yer kapkaranlık olmuştu.
𓇢𓆸🂱𓃠
Dudaklarım kupkuru olmuştu, boğazımın da dudaklarımdan farkı yoktu. Gözlerimi açmadan aralıktan nerede olduğuma baktım. Hastanedeki odalardan birindeydim ve daha önemlisi Aybars, yatağın yanındaki sandalyede oturmuş alnını ovuşturuyordu. Ne zaman gelmişti? Aron'nu görmüş müydü? Gözlerimi açtığımda hızla bana yaklaştı. “Ne zaman geldin sen?” diye sordum, doğrulmaya çalışarak. Doğrulmama engell olup kaşlarını çattı. “Bir an bile soru sormadan duramıyorsun değil mi? Bu hale nasıl geldin?” Onun sorusuyla kafamda bulanık olan düşüncelerim toparlandı. Aklıma duvara çarptığımda yanağımın çok acıdığı gelmişti. Parmaklarımı yanağıma götürdüğümde acıyı hissettim. “Beni öldürecekti.” Korkuyla ettiğim bu sözler Aybars’ın kaşlarını daha çok çatmasına sebep olmuştu. “Neden bahsediyorsun, düzgünce anlat şunu.” Üzerimdeki yorganı itekleyip ayaklarımı yataktan sarkıtarak oturdum. Tam ayaklarımın önünde oturuyordu; açtığı bacaklarının arasında benim ayaklarım vardı. “Delirdiğimi düşüneceksin.” “Bırak da ona ben karar vereyim.” Dudaklarımı birbirine bastırdım, avuç içlerim aşınmıştı. Elimi eline aldığında önce avuç içlerime baktı, sonra benim gözlerime. Mavi gözleri koyulaşmıştı. “Talia, bunu yapan kim? Söyle ki ben de onu yok edeyim.” Bunu yapanın abisi olduğunu söylesem vereceği tepki muhtemelen benden yana olmayacaktı. “Aybars,” dedim, sesim çatallaşırken, “sen bana inanmazsın.” O öfkelendikçe söylemek istemiyordum ve o gittikçe daha çok öfkeleniyordu. “Biraz daha söylememekte ısrar edersen seni kendi ellerimle Haldun’a veririm. Artık ondan ne için kaçıyorsun bilmiyorum ama o cehennemden kurtulabileceğini de hiç sanmıyorum.” “Aron,” dedim hiç düşünmeden. “Beni tutup senden ne istediğimi sordu, ben de cevap vermedim.” Aybars’ın bütün mimiklerine bakıyordum; yüzü kaskatı kesilmişti ama gözleri dehşet verici bakıyordu. “Bana ina—” “Sana inanıyorum.” İçimdeki o garip koku hissi paçalarımdan akıp gitmişti. Aron’un böyle bir şey yapmayacağını düşündüğü için beni azarlayıp kızar diye düşünüyordum ama o hiçbir şey demedi, gözleri aynı şeyi demese de. Öfkeden, kızgınlıktan uzaktı gözlerindeki o bakış. Belki bir gün büyürdüm ve korkmuyorum dediğim ama korktuğum şeylerden gerçekten korkmazdım. Dirseklerini bacaklarına koyup ellerini çenesinin altında yumruk yapmıştı. Onun hiçbir şey demesine gerek yoktu; ifadesini çok iyi kontrol eden bir adam olsa da gözleri her şeyi ulu orta seriyordu. “Ne zaman geldin?” dedim tekrar, merakıma engel olamayarak. “Pelda beni arayınca geldim.” “Nerdeydin?” Ortaya çıkmak için abisinin beni hırpalaması mı gerekmişti gerçekten? “İtalya’daydım, işlerim vardı. Gelmeye çalıştım ama Antony izin vermedi.” Babasından Antony diye bahsetmişti. Aile ilişkileri ince bir çizgi üstündeydi muhtemelen. Aklıma Tolga’nın geçen gece bana anlattıkları ve kafamdan hiç çıkmayan o cümleler geldi. Hiç düşünmeden, alakasızca, “Senin karşına çıktıktan sonra beni hiç aradın mı?” dedim. Aramış olsaydı bulmaz mıydı yoksa bulmak hiç istememiş miydi? “Ben kadere inanmam, Talia, ama seni ilk gördüğümde karşıma tekrar çıkacağını biliyordum.” Sesi çok netti. Yanağımın içini ısırırdım. Bakışları gözlerimi buldu tekrar. “Uslu bir kız olmadığını biliyordum,” deyince anlam veremeyerek ona baktım. “Uslu bir kızım, sadece çenem bu aralar fazla açıldı,” dedim onun dediğini kabul etmeyerek. Yanlış hiçbir hareketim olmamasına rağmen neden böyle düşünmüştü? Kafasını iki yana ağırca salladı. “Hayır, hiç uslu bir kız değilsin; uslu kızlar kumar oynamaz.” Kan beynime sıçramış, dudaklarım aralanmıştı. Nasıl öğrenmişti? Gediz her şeyi saklamış, Meriç’in ve kumarhane sahibinin de ağzını kapalı tuttuğundan emin olmuştu. “İstanbul’un en iyi okulunda kumar oynadığın için atılacakmışsın.” “Ama atılmadım, mezun oldum.” “Çok iyi oynadığını söylediler, en iyisiymişsin.” Yutkunamıyordum bile. Bu pisliğin içinden çıkmak için Gediz’le birbirimizi bile silmiştik. Onunla ilk tanıştığımda o tıp altıncı sınıf öğrencisiydi; sonra bana pokeri öğretmiş, öğretmekle kalmamış, kumarhane kumarhane gezdirmişti. “Seni ilk gördüğüm günü hatırlıyorsun değil mi?” Kafamı salladım, hiç unutamıyordum ki. “O gün evine yetişmeye çalışmıyor, kaçıyordun.” Doğru, kaçıyordum. Meriç boğazıma bıçağı dayayıp beni öldürmesin diye kaçıyordum. Yarı LasVegas’lı bir adamla sürekli kumar oynayıp yapmamam gereken ne varsa yaparken, o bana kafayı takmış ve hile yaptığımı düşündüğü için cezamı kesmek istiyordu. Aybars’ın gözleri gittikçe koyulaşıyordu. “Yıllar geçti, oynamayı unutmuşumdur bile belki.” Ona hiç yalan söylememiştim. Gerçekten de yıllardır oynamıyordum. “Nereden öğrendin? Liseye gidene kadar okula gitmemişsin, okulda kumar oynamayı öğretmediklerine göre biri öğretmiş olmalı.” Dudaklarını tekrar araladı ama ben daha konuşmadan. “Haldun mu öğretti?” dedi, Güldüm hatta sesli gülmüştüm. “O bir tek satranç oynardı, kumara kafasının basacağını hiç sanmıyorum. Ben kendim öğrendim.” İki elini açıp yatağa koydu, bacaklarım ellerinin arasında kalmıştı. “Meriç Aksel hiç öyle bahsetmedi bana.” Dudaklarından dökülen ismi duyduğum anda kaşlarımı çattım. “Beni merak ettiğin için o piçe mi gittin?” O da kaşlarını çattı. “Hayır, toplantı çıkışı seninle nişanlı olduğumu duyunca kendi öttü.” Aybars, Meriç’le mi çalışıyordu? “Onu tanıyor musun?” dedim. İçimden tanımaması, yakın olmamaları için dua ediyordum. “Ünlü bir restoran zinciri sahibi, yatırım teklifi için birkaç kere bir araya geldik. Çok laubali, şımarık biri.” Tam olarak onu anlatıyordu. Kafamda o iğrenç gülüşü ve ağzını yaya yaya beni tehdit ettiği gün canlanmıştı. “Sürekli kaybettiği için benim hile yaptığımı düşünüp tehditler savurup dururdu. Onunla arkadaş bile değildik.” Meriç’in neler söylediğini bilmiyordum; emin olduğum şey ise hakkımda söyleyebileceği iğrenç söylemlerdi. “Senin ondan hoşlandığını söyledi; peşinden bir türlü ayrılmadığını ve dediğine göre geceleri daha eğlenceli oluyormuşsun.” Yüzümün öfkenden kızardığını tahmin edebiliyordum. Meriç’ten hiç hoşlanmamıştım, ondan sürekli bir kaçış halindeydim. Kafamı hızla salladım. “Hayır, ben hiç ondan hoşlanmadım. O beni taciz ettiği için sürekli ondan kaçıyordum.” Aklıma yaptıkları gelince midem bulandı. Meriç pisliğin tekiydi beni gözüne kestirmişti. Belki de arkamda kimse olmadığındandı. “Bana açıklama yapmak zorunda değilsin, onun gibi bir adama inanmam.” Gözlerimin içine bakıyordu sanki, gözleri farklı bir dil konuşuyordu ve ben o dili bilmiyordum. O an, hiç yapmamam gereken bir şey yaptım; Aybars’ın yakasını tutup dudaklarını dudaklarımla birleştirdim. Zaman durmuştu ve ben de onun gözlerinde sıkışıp kalmıştım. Onu nasıl öpeceğimi bile bilmezken, bu yaptığım delilikti. Bir elini belimde, diğer elini de saçlarımın arasında hissettim. Onu öpen bendim ama devamını getiren oydu. Sırtım yatakla buluştuğunda, elimi saçlarına daldırdım. Dudakları dudaklarımı tavaf ediyordu; sert ama bir o kadar tüy gibi hafifti. Kapının açılma sesini işittim ama umursamadım bile. Gelen kişi kapıyı kapatıp çıkmıştı. Aybars alnını anlıma yasladığında, ben nefesimi kontrol etmeye çalışıyordum. Kapı tıklatıldığında, elini belimden çekti. Ben de duruşumu düzelttim. Kapı açıldığında içeri Sergen, Pelda ve yıllardır görmediğim adam girdi. Gözlerim onun üzerinde kitlendi; üzerinde beyaz önlüğü vardı yakasında da "Uzman Doktor Gediz Dizdar" yazıyordu. Bakışlarım tekrar Aybars’ı buldu. Camın önüne geçmiş, oda bana bakıyordu. “Talia, iyi misin?” Pelda’nın endişeli sesini işitince ona dönüp gülümsemeye çalıştım. “İyiyim, merak etme.” Gediz yatağın başına gelip seruma baktı, sonra koluma baktı. O koluma bakınca ben de koluma baktım. İnce bir yol çizen kanı gördüm; serumun takılı olduğu kolum çok ani hareket ettiğimden olsa gerek, çıkmıştı ve biraz kanamıştı. Koluma pamuk koyup yapıştırdı. “Daha dikkatli olmalı—” sözünü kesip “Burada mı doktorluk yapıyorsun?” dedim. Haftalardır hastanedeydim onu görsem tanırdım; kafasıyla beni onayladı. Pelda yanıma geldiğinde Aybars, Gediz’e kaşlarını çatmış bakıyordu. “Tanışıyor musunuz?” Pelda’nın sorusuyla Gediz, tam hayır diyecekken ben arsız bir şekilde gülüp “Tanışıyoruz; kendisi insanları yanlış yola saptırmaya bayılır” dedim. Kolumu kabaca bırakıp kapıya doğru yürüdü. “Seni yanlış yola saptıran ben değildim; ben olmasaydım o şerefsizin avcunun içine düşerdin.” Şerefsizden kastı Meriç’ti. Acı olan şuydu ki, Gediz’i benimle tanıştıran da Meriç’ti. “Kimsin sen?” dedi Aybars, Gediz’in üstüne doğru yürürken. Gediz bana baktı, sonra Aybars’a. “Nişanlına sormalısın; o hikâyenin tamamını sana anlatır.” Öfke kusarcasına “Aybars, bana kumar oynamayı kim öğrettiğini sormuştun ya, hani? Cevabım tam karşında; beni kumarhane kumarhane gezdirip kumar oynatan adam da ta kendisi” dedim. Bunu dememi hiç beklemiyordu. Hızla odadan çıktıktan sonra Aybars bana öylece baktı. Yatağın yanındaki sandalyeyi çekip oturmuştu. “Bela mıknatısı gibisin, Talia” dedi, elini alnının üstüne koyarak. Sergen’le Pelda’ya baktım; “Dışarı çıkar mısınız, bizim konuşmamız gerek.” Sergen kapıyı açıp çıkarken, Pelda bir an duraksasa da çıktı. Kapı kapandıktan sonra Aybars’a döndüm. Odada yalnızdık. Dakikalar önce onu öptüğüm aklıma geldikçe, aklımı kaybedecek gibi hissediyordum ya da çoktan kaybetmiştim. Eğer aklımı kaybettiysem demin yaşananlara anlam verebilirdim ama henüz kaybetmediğime göre anlam veremiyordum. Yutkunup dudaklarımı aralayıp “Gediz’le tanışmadan önce, kumar oynamayı dahi bilmiyordum” derin bir nefes alıp devam ettim. “O zamanlar Miray adında bir kızla arkadaştım; Meriç de onun erkek arkadaşıydı. Meriç bizi bir akşam kumarhaneye götürdüğünde tanıştım Gediz’le. Bana bütün tüyoları öğretiyor, öğretmekle kalmıyor, canlı olarak gösteriyordu. Ben ondan çok şey bilene kadar kimseyle gerçek anlamda kumar oynamadım. Las Vegas’a annesini görmeye gittiği hafta, Meriç’le okulda döndürdüğü küçük kumarı oynadım.” Hikâyenin devamı mide bulandırıcıydı. Gözlerimi zeminden ayırıp Aybars’a baktım. Bana bakıyordu. “Devam et, dinliyorum” dedi, dümdüz bir tonla. “Meriç kaybedince öfkelenip okul çıkışı beni tehdit etmek için tutuğunda, ben de kaçtım. Sonra seni görünce hem sakinleşmek için hem de merak ettiğimden durdum.” Saçımı kulağımın arkasına itip dudaklarımı birbirine bastırdım. “Bak Aybars, onlarla aramda geçen şey buydu; bu pisliği geride bırakalı çok oluyor. Bunalımdaki babam hayatıma dahil olmaya çalışana kadar ben hayatımı sil baştan yaşıyordum.” Ayağa kalkıp yataktaki örtüyü tuttu. “Yat hadi, dinlenmelisin.” Yatakta yatar pozisyona geldiğimde, üzerime örtüyü örtüp kapıya doğru yürüyüp dışarı çıktı. O gittiği an oturur pozisyona gelip ellerimi saçlarıma daldırdım. Çıldırmak üzereydim; sürekli bir gerginlik halindeydik. Ben onu öpmüştüm, üstelik Gediz yıllar sonra ortaya çıkmak için bugünü seçmişti. Pelda ve Sergen girdi içeri. Sergen, Aybars’ın birkaç dakika önce oturduğu yerde otururken, Pelda yatağa oturup “Talia” dedi. Yüzünde anlam veremediğim bir ifade vardı. “Acaba senin zaten eksik olan tahtaların hepten gitti mi?” Ellerimi saçlarımdan çekip ona ciddiyim der gibi baktım. “Aybars bu kumar işini nereden öğrenmiş, sen mi anlatın?” Pelda’ya Gediz’den bahsetmiştim, kumar oynadığımı da. “Hayır, ben söylemedim. Kendi öğrenmiş” dedim, kısa tutarak. Meriç’i öğrenirse ardı ardına kesmeyecek sorular sorardı. Pelda boşta kalan elimi tutup, yüzündeki muzip ifadeyle kafasını yana yatırıp “Sendeki de şans yani” dedi. Tek kaşımı kaldırdım. “Neden?” İç geçirip “Neden olacak canım; lisede senden hoşlanan adam, Aybars’la sen tam öpüşürken kapıyı açtı” dedi. Sergen’in bakışları Pelda’yı bulurken, ben Pelda’yı boğmak istiyordum. “Hayır, bir de kapıyı kapatıp geri çaldı; salak adam.” İçimden bildiğim bütün küfürleri sıralıyordum. Kapıyı açan oydu. “Pelda, hiç komik değil” dedim, gerçekten kızarak. “Değil zaten, ben olanı söylüyorum.” Geriye uzanıp tavana baktı, elini bana doğru sallayıp “Hem, boş ver Gediz salağı. Korkağın tekiymiş, ben Aybars’tan yanayım.” “Pelda, ne saçmalıyorsun?” “Aşkım, diyorum ki Gediz’i görünce kafan karışıyorsa hiç karışmasın; Aybars’la daha çok yakışıyorsunuz.” Delirmediysem bile Pelda beni delirtmek için elinden geleni ardına koymuyordu. Sergen’e baktığımda, o da bana baktı. “Aybars nerede?” “Dışarı çıkmıştır, niye soruyorsun sen?” “Niye sorduğum sana mı kaldı, Sergen?” Gerginlikten verdiğim bu öfke dolu cevap üzerine Sergen oturduğu yerden kalkıp “Bana kaldı; Aybars’ın nerede, ne yaptığı seni zerre ilgilendirmez, Talia. Yerini bil de konuş” suratıma tokat gibi çarpan cevabıyla afallarken, o çıkıp gitmişti. Pelda doğrulup kaşlarını kaldırdı ama bir şey demedi.
𓇢𓆸🂱𓃠
Günün devamında Aybars çıkış işlemlerini yapmış, ben bir gün rapor almıştım. Eve gidip odadaki yatakta yatarken aynada yansımamı görünce içim acıdı. Ayağa kalkıp yanağıma baktım; karanlık olmasına rağmen kızarıklığı görebiliyordum. Üstelik morarmıştı. Bu görüntü hiç hoşuma gitmediği için açık kapının önünde oturmuş, kafasını yana atan Asinin yanına gittim. Bu evde gerçek anlamda tek anlaşabildiğim canlı Asiydi. Yere oturduğumda başını bacaklarımın üstüne koyup yattı. O sert görüntüsünün ardında çok sevimli geliyordu gözüme. Kendi evime geçtiğimde de özleyeceğim tek kişi de Asiydi; onun sayesinde sabahlara kadar dönüp durmuyordum. Ellerimi tüylerinden geçirirken, Aybars’ı öperken elimi daldırdığım saçları aklıma geldi. Ne alakaydı şimdi bu? Aklımdan bir türlü çıkmıyordu ki onu öpmüştüm ve o da karşılık vermişti. Kafamı kapıya yaslayıp uzaktan odanın boydan boya olan camlarına baktım. Saatin çok geç olduğunu tahmin edebiliyordum. Çalışma odasının kapısı açıldığında önce Sergen, sonra Aybars çıktı. Suratlarındaki gerginlik dillere destandı doğrusu. Aybars yanıma gelirken, Sergen kravatını çekiştirerek salona giriyordu. Yanıma gelip kafasını benim gibi kapıya yasladı; Asinin başını okşadı. Asi, benim kucağımda ki kafasını kaldırıp uzaklaştı. “Yerde oturma, üşüteceksin.” Gözlerimi gözlerine diktim. “Üşütmem.” Sessiz çıkmıştı sesim ya da oda karanlık olduğundan sesimi yükseltme gereği duymamıştım. Koridordan gelen ışık yüzüne vuruyordu. Soğuk mermerin üstüne koyduğum elimi kaldırıp kendi elini koydu; sonra üzerine benim elimi geri koydu. O böyle davranırken ona karşı nasıl normal düşünebilirdim ki? “Sence kâküllüm uzayana kadar Aron’u bulur musun?” “Gitmek mi istiyorsun?” Bunun cevabını ben bile bilmiyordum. İçten içe Aron’u hiç bulmamasını istiyordum ama bir tarafımda Aron’u bulamazsa örgütün başına geçeceğini biliyordu ve Aybars örgütün başına geçmek istemiyordu. “Yaramaz kız çocuğu gibi davrandığımdan benden kurtulmak mı istiyorsun?” Benim şakayla karışık bu sorum, onun kaşlarını çatmasına sebep olmuştu. “Kâkülün uzadığında gideceksen, her hafta kesebiliriz, Talia.” Bu ne demekti şimdi? Gitmememi diyordu. Gözlerim doluyordu. “Aybars, yapma” dedim titreyen sesimle. “Yapma” dedim tekrar. “Yapma, Aybars; sen ateşsen ben korum, yanarız.” “Ben yıllardır yanıyorum, Talia” dediğinde kafamı ona çevirdim. “Seni gördüğüm ilk andan beri benim ateşim hiç sönmedi.” Dudaklarım titriyor, gözlerim doluyordu. Bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyordum artık. Emindim, bu işin içinden yanmadan çıkamayacaktım. O beni istiyorsa, ben de onu istiyordum; ateşi çoktan körüklemiştik. Sonunda kimin sağ kalacağı umurumuzda bile değildi. Bildiğim tek şey, ikimizin de yanıp kül olacağıydı. Selam! Uzun bir aradan sonra, yeni bir bölüm atıyorum. Bu bölüm, diğerlerine göre en kısa bölüm. yarın yeni bölüm gelecek. Sevgiyle, aşkla ve bol bol güzel anlarda kalın! Bir başka bölümde görüşmek üzeree. Yorum yapmayı unutmayın. Ayrıca kitapta beyenmedigniz veya beğendiğiniz yerleri yada saçma bulduklarınızı da yazabilirsiniz bende bilmiş olurum 💙💙💙💙 |
0% |