Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9-🕯 Saklı Kalanlar 🕯

@redbook

 

 

𓇢𓆸🂱𓃠

Üzerini örttüğümüz niyetlerimiz,

Sakladığımız isteklerimiz

Sevdiğimizi, âşık olduğumuzu sandığımız

Ama

Sadece sandığımız insanlar vardı.

Aybars'ı bazı geceler sahte senaryolarımın başrolü yapmıştım. Bazen sadece nasıl biri olduğunu tahmin ediyordum, bazense elime kâğıdı kalemi alıp onu çizmeye çalışıyordum.

Ama o gün onu Haldun'un araştırma merkezinde gördüğümde… onunla ilgili bütün hayallerim yere düşen cam bir vazo gibi paramparça olmuştu. Kırıkları ellerime batıp canımı yakmıştı. Aybars'la ilgili bütün niyetlerimin üstünü örtmüştüm.

Üstünü örtüp saklamaya çalıştığım şeylerin kötü bir huyu vardı: Ne olursa olsun, dışarı çıkıyorlardı

Bantlanmış kolileri açıp içindekilere baktım. Hepsi geçen aldığım şeylerdi; patpatlara sarılıp kolilere konulmuşlardı. "Her şey siyah, beyaz, gri ve lacivert. Sen başka renk bilmez misin?" Pelda'ya bakıp güldüm. Elimdeki patpat poşetlere sarılı olan çerçeveyi çıkardım; gold aynalı küçük bir çerçeveydi. “Bak, buna fotoğrafımızı çıkarıp koyacağım." Pelda, elindeki açmak için kırk takla attığı paketi bırakıp yanıma geldi. Boynuma sarıılıp yanağımdan öptü.

"Yeni evin şans getirsin Talicik. Umarım burada rahat rahat öpüşebilirsiniz." Son dedikleri kaşımı kaldırmama sebep olmuştu. "Pelda, sen gerçekten arsızlaştın." Pelda parmağını salladı. "Hayır canım, sen arsızlaştın. Hastane odalarında daha kendine yeni gelmişken yiyişmek nedir ya?" Elimdeki çerçeveyi kitaplığa koydum. "lütfen tekrar tekrar hatırlatıp durma." Masanın üzerinde duran çantasını alıp kapıya yürüdü. "Ben kaçıyorum. Bu gün için garip planlarım var," dedi. Ardından elini öpüp bana doğru üfledi.

O çıkınca yatak odasına girip dolaptan siyah incecik külotlu çorap ve kısa siyah bir elbise alıp giydim. Siyah kabanımın cebine anahtarımı, cüzdanımı ve telefonumu atıp evden çıktım.

Saat henüz sekizdi ama muhtemelen Aybars çoktan uyanmıştı. Ben evdeyken saat beşte hepsi ayakta oluyordu. Eldivenlerimi takarken caddeye çıkmış kaldırımda yürüyordum. Evlerimizin arasında on dakikalık bir yürüme mesafesi vardı. Bir pastaneden bir şeyler alıp yoluma devam ettim.

Geçen gece, onun bana dediklerinden sonra hızla lavaboya girip kendimi kapatmıştım. Dediklerinin ne demek olduğunu biliyordum ve korktuğum şey başıma gelmişti. Ona âşık olmayı sürekli reddetmiştim. Sürekli kendime "Olmaz" demiştim, ama olmuştu işte. Ben ona âşık olmayı reddedip ondan uzaklaşınca o bana doğru gelmişti ve şu an adını dahi koyamadığım bir durumun içindeydik.

Kapıya gelince şifreyi girip açtım. Kapının açılmasıyla Asi, ayaklarımın etrafında dönüp duruyor, şebeklik yapıyordu. Kapıyı kapatıp salona baktım. Tolga koltukta uyuyordu. Aldıklarımı tezgâhın üstüne bırakıp koridora çıktım. Birkaç gün önce benim kaldığım odanın kapısı sonuna kadar açıktı. Girdiğimde yatakta yatan Aybars'ı görünce boşta kalan kısma oturup eldivenlerimi cebime sokuşturdum.

Suratına yaklaştığım an gözlerini açınca, geri çekildim. “Aybars, bir gün yüreğime indireceksin!” Doğrulup kafasını başlığa yasladı. Dağınık saçları ve uykulu gözleriyle çok hoş gözüküyordu. “Yerleşebildin mi eve?” dedi, komodindeki saate uzanmaya çalışırken. “Yerleştim ve saat dokuz,” deyince saati boş verip bana çevirdi kafasını. “Siz bu saatte uyumazdınız, ne oldu?”

Yüzü düşmüştü. “Aron dönmüş,” dedi.

Boğazıma bir yumru takıldı. “Dönmüş mü?” dedim, emin olmak ister gibi. Kafasını salladı. Sonra kollarımdan tutup beni kucağına oturmam için yönlendirdiğinde ben de engel olmadım. “Korkma, onun gelmesi hiçbir şeyi değiştirmiyor.”dedi Kafamı göğsüne koyup, "Kaküllerim daha uzamadı, beni bırakmazsın." Saçlarımın arasına hissettiğim öpücükle kafamı kaldırıp ona baktım. “Neden gitmiş?” Çenesini kafama yaslayıp, “Orası çok karışık, Talia. Ortaya çıkması hiçbir şey ifade etmiyor şu durumda. Örgütün başına geçemez.”

Anlaşılan her şey daha yeni başlıyordu. Aron’un ortaya çıkamamasının sebebi hepimizi kapsıyordu. Kafamı kaldırıp yataktan indim. “Hadi kahvaltı yapalım, seni bilmem ama ben çok açım,” dedim. Kabanımı çıkarıp yatağa atarken, o da kalkıyordu. Dolaba doğru gidince ben de salona gidip buzdolabından dolaptan kahvaltılıkları çıkardım.

Birlikte masaya bir şeyler koyarken Tolga masaya geçip oturdu. “N’aber Tali?” dedi. Yerine oturup, “Günaydın Tolga,” dedim. Kaşlarımı kaldırıp karşıma oturmuş gözlerini ovuşturuyordu. Aybars’a döndü, “O itin yanına gitmemiz lazım. Duyulursa ortaya çıktığı, kıçımızı kurtaramayız." Aybars’ın keyfi kaçmış, gerilmiş gibi gözüküyordu. “Kahvaltıdan sonra çıkalım,” dedi kahve kupasını alıp dudaklarına götürürken. “Tali de gelecek mi?” duraksadı. “Gelecek.” Bir şey demedim ama geçen gün Aron’la karşılaşmamızdan sonra ne olacağını gerçekten merak ediyorum.

Kahvaltı bittikten sonra onlar hazırlanınca evden çıkıp arabaya binmiştik. Yol uzundu ve hepimiz gergindik. “Ne olacak?” diye sordum. Ne olacağını gerçekten merak ediyordum.

Aybars, Aron’un şu an örgütün başına geçemeyeceğini söylemişti. “Gidip görüp öğreneceğiz,” dedi Aybars. Tolga, arkadan kafasını uzatıp, “Dün gece sabaha doğru öğrendik geldiğini, daha konuşmadık.” Yani ortadan kaybolup gittiğinden beri ilk görüşmeleri olacaktı bu.

Kanımda gezinen endişe beni korkutuyor, korkutmakla da kalmıyor üşümeme sebep oluyordu. Eylül ayının ortalarına gelmiştik; sonbahar bütün İstanbul’u eline almıştı.

Arabadan indiğimizde Aybars elimi tuttu. Kapıya doğru yürürken bir tek ben değil, Tolga da gergin gözüküyordu; öyle ki sürekli yakasını düzeltip duruyordu. Aybars’ın gözlerinde korkunun, endişenin kırıntısı dahi yoktu. Elini sanki daha fazla sıkabilecek gibi sıktım, sıkı sıkı tutuyordum ki elimi bırakıp gitmesin diye.

Yaklaşınca bir kadın kapıyı açtı, yüzünde gergin bir ifade vardı. “Hoş geldiniz efendim,” dedi gergin ses tonuyla. İçeri girdiğimizde elleri cebinde, geçen gördüğümdeki kapşonlusu ve pantolonuna göre çok daha şık bir takım giyinen Aron’u gördüm.

Asalet kanlarında vardı.

Aybars, onu gördüğü an benim sıkıca tuttuğum elimi bırakmış, Aron’un üzerine doğru gidiyordu.

Ne yapacağını anlayınca, “Aybars,” dedim ama o duymadı. Ben gözlerimi kapadığım an, ardı ardına gelen yumruk sesleri gözlerimi hiç açmama isteği uyandırıyordu.

Gözlerimi açtım; Aron, Aybars’a yumruk atmıştı. Sonra Aybars ona, yerde birbirlerini yerken Aybars, Aron’un üstüne çıkıp yakasından tutu, “Ona yaklaşmaman gerekiyordu Aron!” diye bağırdı

Bağırışı evin mermerler duvarlarında sekiyordu. “Onun için mi beni yumrukluyorsun yoksa gittiğim için mi?” Aybars, Aron’un yüzüne tekrar yumruk attığında kocaman eşikten koşarak gelen babaları Aybars’ı kolundan tutup çekiştirirken İtalyanca bırakmasını geveleyip duruyordu.

Etraf yangın yeriyken Aron’un yüzü kan içinde kalmışken, Katerina kollarını bağlamış bana bakıyordu. Kötü değildi bakışları ama iyi de değildi.

Aybars, Tolga’yı işaret edip, “Tolga, onu odama çıkar,” dedi. Tolga kafasını sallarken ben bu şiddet dolu ortamdan uzaklaşmak için can atıyordum. Merdivenlere yönelip çıkmaya başlayınca ben de onun arkasından gittim. Çıkarken aşağıya baktığımda Aron yeni doğruluyordu ki. Aybars ona tekrar yumruk attığında Anthony bağırdı.

Uzun koridorda Tolga’yla ilerlerken kafasını bana çevirdi. “Sana bir şey sorabilir miyim?” Kafamı salladım. “Talia, sen o kızsın, değil mi?” Gözlerine baktım; anlamış mıydı yoksa Aybars mı söylemişti?

“Cevap vermek zorunda değilsin, sadece sormak istedim.”


“Belki öyleyimdir,” dedim. Kafa karıştırıcı bir cevaptı bu. “Kesinlikle öylesin,” dedi, odanın kapısını açıp koridorda devam ederken. “Aybars’ın odası burası. Bana müsaade.”


Odaya girip kapıyı kapattım. Oda, sanki eski dönemlerden kalma gibiydi. Tavanda bir duvar resmi vardı ve cibinlikli yatak, Aybars’ın bu yatakta yatmadığına yemin dahi ederdim. Lacivert kahverengi tonları hakimdi.


Benim tarzım değildi pek ama hoş gözüküyordu. Eldivenlerimi ve kabanımı yatağın üstüne koyup pencerenin önüne oturdum.

Pencereden evin bahçesi gözüküyordu aşağıda kavga kıyametler koparken benim oturup pencereden bahçeyi incelemem ayrı komikti.
Odanın kapısı sertçe açıldığında ben daha ayağa kalkamadan Aybars, odanın içindeki kapıyı açtı. Muhtemelen ebeveyn lavabosuydu.


Onun yanına ilerledim. Çıkıp kapıyı geri kapatmıştı “konuştunuz mu, ”dedim kollarımı göğsümde bağlarken. “Pırlanta çocuğun kendisine gelmesini bekliyoruz konuşmak için.”


Yatağın önündeki yatak ucu benchine oturduğunda kucağına oturup omzuna elimi koydum. “Aybars, her sinirlendiğinde böyle yapamazsın.” İkidir birilerine yumruk attığını görmek hoşuma gitmiyordu. Boynuma küçük bir öpücük bırakıp saçımı kulağımın arkasına ittirdi, “Bir daha böyle bir şey görmeyeceksin,” dedi, dudaklarını dudaklarıma yakınlaştırmıştı.
“Söz veriyorum Talia.” Elimi yanağına koyup onu öpeceğim sırada kapı aniden açıldı.

“Aybars Bey, dedeniz çok öfkeli. Derhal sizi çağırmamı emretti.” Gelen kızın yüzü kıpkırmızı olmuş, nefes nefese yere bakıyordu. Kucağından kalktığımda Aybars da kapıdan çıkıp gitmişti.

Kız kapıyı kapatalı çok değil, birkaç dakika sonra kapı çalınca garipsedim. Aybars daha yeni gitmişken kim gelebilirdi? “Gel,” dedim, kimin çaldığını da merak ediyordum.


Kapı açılınca içeri Katerina girdi. Ardından kapıyı örtüp yanıma gelip oturduğum yatak ucu benchine oturup bacak üstüne attı. Gerçekten çekici bir kadındı.

Buz mavisi gözleri, bembeyaz teni ve sarı saçlarıyla çok iyi gözüküyordu. Bu eve geldiğimde nedensizce kendimi moda defilesine gelmiş gibi hissediyordum.
Sessizdi. Neden gelmişti? Yanımda sessizce oturmak için geldiğini düşünmüyorum. “Katerina, sen olmalısın,” dedim elimi uzatarak. Elime baktı. Tam elim havada kalacak diye düşünürken sıkıp “Sen de Talia olmalısın,” dedi. Ses tonu çok zarifti, gerçi bu kadar hoş bir kadının sesinin zarif olmasına şaşırmamam gerekirdi.


“Onu seviyor musun?” dedi. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Nişanlı olmamız tamamen yazılı bir anlaşmaya dayanıyordu ama Aybars’ı seviyordum. Bunu artık reddedemiyordum,

Olmam gerekiyordu ama ona âşık olmuştum.
Olmaması gerekiyordu ama o da âşık olmuştu.
En azından ben böyle sanıyorum.
Aşk gelip geçici bir şey miydi yoksa yıllarca sürer miydi bilmiyordum da.


“Aybars’ı seviyorum. Sevmesem, âşık olmasam neden nişanlanayım?” dedim. Yüzünde hüzünlü bir bakış vardı; sonra güldü ama yüzündeki hüzün gülüşüne bile yansıyordu.


“O da sana aşık,” dedi, parmağındaki alyansı sürekli çevirirken. “Şanslısın; Aybars duygularına kör kalmaz.” Karşıya dalmış gözlerine baktım.
“Aron kalır mı?” Dalan gözlerini bana çevirdi. “Kalır, o bana da kör kalır.”
“Siz de nişanlı değil misiniz?” diye sordum.
Katerina boğazını temizleyip, “Bak Talia, bundan yıllar önce Aybars’ın amcası benim amcamı öldürmüş. Volkov kanını taşıyan tek varis ben olduğumdan bir anlaşma yapılmış,” yutkundu, “Arselin’le Antony’nin oğullarından hangisi örgütün başına geçerse ben onunla evlenecektim.” Her şey kafama dank etmişti; Aron örgütün başına geçecek diye nişanlanmışlardı ama geçmemişti.

“Benim gözüm yıllardır Aron’dan başkasını görmüyor Talia, âşık olan benim ve kör kalmayı seçen de o.” Çok karışıktı. Aron, Katerina’yı sevmediği için gitmiş olamazdı, değil mi? Böyle bir aptallık yapmazdı.

Katerina'nın buz mavisi gözlerinin etrafının kırmızı damarlarla dolmuş olduğunu gördüm. Bacağının üstüne koyduğu elini tuttum. Bana bakıp elimi yumuşakça sıktı. “Senden pek haz etmemiştim aslında,” dedi dudakları kıvrılırken, “ama fena kız değilsin.” Ben de güldüm.

Katerina odadan çıktığında kafam kazan gibiydi. Örgütün başına Aybars geçerse Katerina'yla evlenecekti.

Kabuslarım gibiydi.

Hayır, kabuslarından daha korkunç, Talia.

Odadan çıkıp koridorda ilerlerken duvarlardaki tablolara bakıyordum. Hepsi birbirinden ilginçti. Aşağı indiğimde elinde tepsiyle giden bir kızı durdurdum. “Aybars'ı arıyorum da nerede biliyor musun acaba?” Kız parmağıyla işaret edip hızlıca uzaklaştı.

İtalyanca konuşma seslerini duyunca koşar adımlarla o tarafa gittim. Topuklularım ince bir topuk sesi çıkarıyordu. Kocaman mermer kapı pervazından hızla içeri girip “Aybars-” diyeceğim sırada durdum. İçeride hiç tanımadığım bir adam, sesimi duyar duymaz bana dönmüştü.

Aybars, tekli koltukta o adama bakarken adam karşısında dikiliyordu. Ben Aybars'a, Aybars adama ve adam da bana bakıyordu.

Adam histerik bir şekilde gülerek Antony’ye baktı. “Başka kızın olduğunu bilmiyordum,” dedi, sonra tekrar bana döndü. “Gerçi bu kız senin tohumun olamaz.”

Ne dönüyordu burada ve Aybars neden bu kadar sakindi? Bir adım gerilediğim sırada adam da bana doğru bir adım attı. “Vera'nın gözleri güzel,” dedi. Vera'nın bununla ne alakası vardı? “Gözlerine gerek bile yok, Vera'dan çok daha güzel.”

“Nişanlıma biraz daha bakarsan gözlerini yerinden çıkarırım.” Adamın suratındaki gülümseme daha da iğrenç bir hâl almıştı. “Senin nişanlın olduğunu öğrenince daha bir güzel geldi gözüme.” Tekrar bir adım attığında ben daha da geriledim. Sergen, büyük adımlarla oturma odasına doğru gelip koluma dokunduğu an onunla birlikte uzaklaşmıştık.

Kulaklarımı sağır,

Gözümü kör,

Zihnimi sakat bırakacak o sözleri duydum: “Peki, hangisi benim olacak? Yazı tura atmak ister misiniz?”

 

𓇢𓆸🂱𓃠

selammm bu bölüm kısa olduğundan hemen düzenleyip atmak istedim keyfili okumlarrrrr

Yorumlarda fikirlerinizi ve elerştirilerinizi belirtmeyi unutmayın ben hepsini okuyorum fikirleriniz benim için çok önemli 💙💙💙

Loading...
0%