Yeni Üyelik
6.
Bölüm

BEŞİNCİ BÖLÜM

@ribcagrave

İyi okumalar...

 

 

 

BEŞİNCİ BÖLÜM

 

 

 

🕯️

 

 

 

Digital Daggers, The Devil Within

 

Bilie Eilish, WILDFLOWER

 

Ally Hills, Wrong

 

 

 

🕯️

 

 

 

Ulya Jane Mendere 2019 Mayıs sonu:

Her şey böylemi başladı yoksa böylemi bitecek o düğümü çözemediğim ikilemdeyim. Burkay Ege Dalkıran hayatıma girerek neler yapmaya çalıştığını anlayamadığım çocuk. Bize yemeğe gelmelerinin üstünden aylar geçti. Doğum günüm geçeli beş ay oldu artık on beş yaşındayım.

Büyüyorum ve bu çok garip, her zaman büyüyemeyeceğini düşünen insanlardan olmuşumdur ben her an ölecekmiş gibi hissediyorum. Büyük halimi hayal ederim ama o zamana ulaşacağıma asla inanmıyorum.

İnanmıyorum ama geleceğimin iyi olması için neden bu kadar çabalıyorum onu da bilmiyorum. Neden? Neden ki yani ben mi istedim bunu bu benim isteğim miydi? Çelloyu bırakmak benim isteğim miydi? Öyleydi. Daha sekiz yaşındayken çelloya başlamak benim isteğim miydi? Değildi.

Annemin hayaliydi bu.

Burkay'ın ne yapmaya çalıştığını hala çözemedim ve kurulu bir düzeni olan hayatımın düzenini alt üst ediyor. Arkadaş edinmek ya da okul sonrası arkadaşlarla takılmak gibi bir düşüncem yok ama Ege hayatıma girdiğinden beri yeni insanlarla tanışmaya başladım ve asıl korkum buna alışmak. Ege'nin varlığına, edinmemi sağlamaya çalıştığı arkadaşlara, beni sokmaya çalıştığı ortamlara bunlar benim için çok yeni ve alışmaktan korkuyorum.

Abimin arkadaş grubunda Ege'nin zaten var olması beni en şaşırtan şeylerden ve buna rağmen hiç tanışmamış olmamız daha garip.

Çıkış zili çalalı on beş dakika oldu ama ben hala tahtadaki konuyu defterime geçirmekle meşgul olduğum için bomboş sınıfta tek başıma duruyorum.

Her dersten sonra yanıma gelen Ege'nin hala gelmemiş olması büyük şans ona görünmeden bir an önce tüymeliyim.

Dememe kalmadan arka sınıf kapısından girdiğine emin olduğum Ege'nin omzumu dürtmesi ile tahtadaki konuyu defterime not almayı kesip elimdeki kalemi sertçe sırama vurdum ve sinirle arkamı döndüm. Arkamdaki boş sıraya oturmuş sırıtarak bana bakması dahada sinirimi bozdu. Sinirli bir nefes verip "Ne var?!" Dercesine kaşlarımı kaldırdım. "Hafta sonu boştun dimi?" Başımı iki yana sallayıp sıramın üzerindeki kitapları toplamaya başladım.

"Hayır boş değilim ödevim için atölyeye gideceğim." Kitaplarımı kollarım arasına alıp ayaklandım ve dolaplarımızın olduğu kısma ilerlemeye başladım. Etüte kaldığım için saat çoktan akşam sekizi gösteriyor. Normal çıkış saatimizde dörtte.

Peşimi bu kadar kolay bırakmaz tabii ki.

"Neden? Yarışma için olan çizimin zaten bitti." Evet çizimim bitti, bahaneydi bu. Yaptığım her şeyi böyle takip etmesi en sinir bozucu olan şey. Dolabımı açıp kitaplarımı geri yerine koyarken oda yan dolaba yaslanıp bana bakmaya başladı. "Jane, gelmelisin çocuklara geleceğini söyledim bile!" Dolabımın kapağını hızla kapatıp ona döndüm.

"Umurumda değil söylemeseydin." Chanel çantamı boynumdan geçirip koridorda ilerlemeye başladım. "Hem babamın izin vermeyeceğini biliyor olman lazım?" Merdivenlerden inmeye başlamıştım ki dediğiyle yerimde durup arkamı döndüm. "Han abide gelecek ama?" Kaşlarını kaldırıp cevap bekler bakışlar atmaya başladı. Sabır çeker nefesler verip arkamı döndüm.

"Abimle konuşup düşüneceğim." Dedim ve cevap beklemeden okuldan çıkıp bahçe kapısında beni bekleyen araca doğru ilerlemeye başladım. Kaldırımın yanında park halinde duran siyah Mercedes'in kaputuna yaslanmış bekleyen Kerem abi beni gördüğü gibi arka kapıyı açıp eliyle oturmam için içeriyi gösterdi. "Kerem abi kapımı açmana gerek yok demiştim." Dedim yakınırcasına. Gülümsedi.

"İşimi yapıyorum küçük hanım." Başımı iki yana sallayıp arka koltuğa oturacakken koşarak bize doğru gelen Burkay'la duraksadım. Sadece koşmuyor bide bağırarak bir şeyler söylemeye çalışıyor.

"Jane, Jane, Jane!" Nefes nefese gelip karşımda durdu. Yüzündeki kocaman gülümsemeyi bozmadan, "İyi akşamlar Kerem abi." Dedi. Kerem abide gülümseyip, "İyi akşamlar Ege. Küçük hanımla konuşacaksınız herhalde ben içerde bekliyorum uzun sürmesin lütfen." Dedi ve şoför koltuğuna oturdu. Bende arka kapıyı kapatıp kollarımı göğsümde birleştirdim.

"Evet seni dinliyorum." Dedim sorgular şekilde. "Ne? dinlenecek bir şey yok, annen yemeğe çağırdı ve sizinle gelmemi söyledi." Göz devirip kollarımı çözdüm. "O yüzden mi bu heyecanın?" Soruma cevaben kocaman gülümseyip kafa salladı başımı iki yana sallayıp önünde durduğum kapıyı açtım binmesi için iki adım geriledim.

"Ne duruyorsun boş boş binmeyecek misin?" Kocaman açtığı buz mavisi gözleriyle bana alık gibi bakmayı kesip içeri geçti bende oturup kapıyı çektim.

"Artık kovmuyorsun beni?" Derken kafasını dibime soktuğu için işaret parmağımla alnından ittirip.

"Sanki kovunca gidiyorsun." Dedim. Ondan sonra eve gidene kadar Ege asla susmadı her zamanki gibi.

 

 

 

 

🕯️

 

 

 

 

"Ege'cim annen bahsetti biraz derslerin çok iyiymiş. Ulya'ya da aktar biraz lütfen." Çatalındaki eti ağzına atıp diğer elindeki bıçak ile birlikte nazikçe tabağın yanına koydu ve peçete ile ağzını sildi. Dediğine göz devirip Ege'den önce cevapladım.

"Sıralamada ben Ege'den öndeyim anne." Göz devirdim. "Bundan bile haberin yok." Dediğime egede katılır şekilde kafa salladı.

"Evet jiwoo teyze jane ders çalışmaktan başka bir şey bilmiyor okulda. Atölyede olmadığı vakitlerde başını kitaplardan kaldırmıyor." Annem umursamaz şekilde kadehindeki şarabı yudumladı. Konu benim okul hayatıma geldiğinde hep aynısını yapıyor onun istediği bölüm olan çelloyu seçmeyip kendi isteğimi yaptığım için.

"Evet resim seçmeseydi daha başarılı olabilirdi. Çok yetenekli bir çellist olabilirdi ama liseye geçince çelloyu bırakıp resim seçti büyük sorumsuzluk." Dediğine göz devirdim.

"Bunun notlarımla ne alakası var anne." Göz devirdim. Bana bakmak yerine hala Ege'ye baktığı için daha çok sinirlendim. İşine gelmeyen konuları konuştuğumuzda bana köpek mişim gibi davranmaktan hiç çekinmiyor.

"Ne yapsaydım sırf sen hayalini gerçekleştiremedin diye ben asla mutlu olmayacağım bir şeye devam mı etseydim?!" Derken sinirle ayağa kalktım. Kalkmamla geriye fırlayan sandalye büyük salonda tok bir ses çıkardı.

"Asıl umurunda olan notlarım olsaydı sınıf birincisi olmamla gurur duyardın!" Sinirle elimi sertçe masaya vurdum ve ardından masanın diğer ucundan gelen kırılma sesiyle başımı o tarafa çevirdim.

Teyzenin yemekleri doldurduktan sonra köşeye bıraktığı cam tencereler yerdeydi. Şaşkınlıkla gözlerim büyüdü. Bunu ben mi yapmıştım? Düşecek kadar uçta bile değillerdi.

Tencereleri boş verip dinmeyen sinirimle arkamı dönüp salonun çıkışına ilerlerken onların duyabileceği şekilde söylendim.

"Kafayı çelloyla bozmuşsun sen!" Hızlı adımlarla odama çıktım ve köşede duran bir yıldır dokunmadığım boyum kadar olan çelloyu zoru zoruna çekiştirerek merdivenin başına getirdiğim gibi aşağı yuvarlanmasını sağlayacak şekilde fırlattım.

Davranışlarım şımarıklıksa hakkını vermem lazım. Annemin hala sakin bir şekilde yemek yemeye devam ettiğine eminin psikopatın teki o. parçalara ayrılan çelloya bakmayı kesip arkamı döndüm.

Az önceki hızımın aksine yavaş adımlarla odama ilerliyordum ki arkamdan hızlı adımlarla gelen Egeyi fark etmemle koşmaya başladım. "Gelme lan peşimden!" Odama girip kapıyı hızla kapattım ve kilitledim.

"Jane açar mısın?" Derken kapıyı yavaşça tık tıkladı.

"Açamam defol." Kapının önünden ayrılıp çalışma masama oturdum ve en son çalıştığım konunun anlatım videosunu açtım laptopumdan. Kulaklığımı takıp konuya odaklanmaya çalıştım.

On dakika sonra başımın üstünde hissettiğim elle arkamı dönecektim ki ben daha başımı çeviremeden kulaklığımı başımın üstünden çekip aldı ve yana döndürdüğüm yüzümün dibine yüzünü sokup,

"Hi!" Dedi kocaman gülerek. Hipnoz olmuş gibi alık alık gülüşüne bakmayı kesip kaşlarımı çattım.

"Nasıl girdin içeri?" Elindeki anahtarı gözümün önünde sallayıp." Bununla." Dedi. Çizim köşemin oradaki sandalyeye oturdu ve tekerlekleri olan sandalyeyi yanıma sürükledi. Kaşlarımı çatıp onu izlemeye devam ettim.

"Ne? Ne bakıyorsun öyle?" Derin bir nefes verdim.

"Amacın ne senin?" Yedi aydır dibimden ayrılmayışının sebebi ne? bunu anlayamıyorum. Burkay Ege Dalkıran hakkındaki hiçbir şeyi anlayamıyorum. Bana neden bu kadar iyi davrandığını ya da beni neden okuldaki zorbalarımdan koruduğunu. Söylediği anlamsız şeylerin neden anlamlı gibi geldiğini de anlayamıyorum. Burkay Ege Dalkıran hayatıma girdiğinden beri kafamı karıştıran tek etken ve kendimi de anlayamıyorum. Ege'nin varlığına alışıyorum ve bu hiç iyi değil.

"Ne amacı?" Şaşırmış gibi kaşlarını kaldırıp arkasına yaslandı.

"Ben, seni çözemiyorum. Böyle biranda hayatıma girerek ne yapmaya çalıştığını. Tamam, ailelerimizden dolayı ister istemez karşılaşacaktık zaten ama sen. Sen normal değilsin, davranışların normal değil." Artık uzadığı için önüme gelen kaküllerimi iki elimle geriye yatırıp düşüncelerimi toparlamaya çalıştım.

"Beş ay önce dediklerin ya da ilk tanışığımız gün revirde söylediklerin ben ne yapmaya çalıştığını anlayamıyorum Ege. Kafamı karıştırıyorsun yapma bunu." Dediklerime cevap vermeyip sol bileğimi elimden kurtardı. Strese girdiğim için bileğimi kanattığımın farkında bile değildim.

"Bir şeyi anlamana gerek yok Jane. Hayatında olmayı seviyorum. Bu konuyla aklını bulandırmana gerek yok sadece birlikte mutlu olmaya bakalım olmaz mı?" Sen böyle buz mavisi gözlerin, civciv sarısı saçlarınla karşımda oyuncak bebek gibi bana bakarken ben nasıl mesafemi koruyabilirim ki.

Bana yaklaştırdığı sandalyesinin tekerleğinden ayağımla ittirdim ve uzaklaştırdım onu. "Olmaz." Dedim kesin bir dille ama neden gözlerim doluyor şu an. Ben böyle saçma bir şey için ağlayacak biri değilim. Kaşlarımı çatıp başımı yukarı kaldırdım yaşları geri göndermek için. Ağladığımı fark etmiş gibi

"Jane," derken sandalyesini bana yaklaştıracaktı ki tavanı izlemeye devam ederken elimi kaldırıp,

"Yaklaşma!" Dedim ama dinlemeye hiç niyeti yok tabii ki. Havada duran elimi tutup beni kendine çekmesiyle tavanı izlemeyi kesmek zorunda kaldım ve zor tuttuğum iki damla yanaklarımdan süzüldü. Başımı göğsüne yaslayıp tek eliyle saçımı okşamaya başladı.

"Jane, Herkes ağlayabilir. Kendini bu kadar sıkmana gerek yok." Herkes ağlayabilir mi? Ben ağlayamam. Ben o herkesin içine giremem. Ağlamak güçsüzlüktür. Ağlarsan yenilirsin Jane, ağlarsan kaybetmişsin demektir. Ağlamak güçsüzlük göstergesidir Jane.

Ağlamamalısın Jane. Ablalar ağlamaz Jane. Bege ablalar ağlamaz mı? Beynimde yankılanan seslerle hızla bana sarılı olan kollardan uzaklaşıp başımı ellerim arasına aldım.

Hayır, hayır, hayır ağlamamalısın Jane, ablalar ağlamaz. Ben abla değilim. Tek elimle kulağımı kapatırken diğeriyle sesleri susturmak istercesine başıma vurmaya başladım.

"Sus, sus! hayır ben ağlamıyorum. Abla değilim ben." Başımı iki yana salladım. Kriz geçirdiğimin farkındayım ama bunu durduramıyorum. Kulaklarıma ilişen boğuk sese kulak vermeye çalıştım. Ege'nin sesine.

"Jane. Bana bak, bana bak!" Sertçe omuzlarımı sarsan bedenin buz mavisi gözlerini görmemle sayıklamayı kestim. Yavaş yavaş sakinleşirken. "Bege ablalar ağlamaz mı?" Dedim. Neden böyle dediğimi bende bilmiyorum bir anda ağzımdan çıktı kelimeler. Cevap bekler gibi baktığım buz mavisi gözler şaşkınlıkla büyüdü. Neden?

"Ağlarlar kedi."

Yere düştüğümü de o an fark ettim. Omuzlarımdaki ellerinden kurtulup geriledim hala bana şaşkınlıkla bakan gözlerine baktım. "İyi misin?" Başımı yavaşça aşağı yukarı sallayarak onayladım sorusunu. Yaşadığım şokla düştüğüm yerde buz mavisi gözlerle bakışmayı kesip az önce oturduğum sandalye yerine yatağıma ilerledim ve kendimi sırt üstü yatağa attım.

"Ne oldu az önce öyle?" Derin bir nefes verip tavanı izlerken yanıma oturan Ege'yi cevapladım. "Bilmiyorum." Bakışlarımı ona çevirdim. Az önce kısmen kriz geçiren ben değilmişim gibi konuşmaya başladım.

"Bu arada sen neden buradasın hala?" Geriye doğru kayıp sırtımı yatak başlığına yasladım. "Gitsene evine." Dedim. Omuz silkip benim yaptığım gibi yatak başlığına yasladı sırtını. Başımı ondan tarafa çevirip hareketlerini izledim.

"Yarın sabah yola çıkacağız, o yüzden Han abi burada kalmamı ve birlikte yola çıkmamızı söyledi." Cümlesini bitirir bitirmez kocaman sırıtıp onu izleyen gözlerime çevirdi bakışlarını. Şu gülüşü çok sinirimi bozuyor. Sinirle yüksek desibelli bir "Hah!" kaçtı ağzımdan. Tepkimi izleyen Ege'de beni taklit eder gibi kaşlarını kaldırarak. "Hah?" Dedi.

"Hah tabii amına koyayım! Evin yok mu lan senin? Hep bizdesin!" Cümlemi bitirir bitirmez yataktan aşağı ittim onu. "Hem, benim geleceğimi kim söyledi? gelmiyorum ben!" Kollarımı göğsümde birleştirip geri yaslandım arkama. Şaşkınlıkla düştüğü yerden beni izleyen Ege'ye çevirdim bakışlarımı.

Şu an neden bu kadar tatlı bu çocuk? İstemeden hafif tebessüm ederek, "civcive benziyorsun." Dedim. Buna daha çok şaşırmış gibi ayaklanıp yanıma oturdu tekrar. "Güldün mü sen?!" Gülüşümü bastırmak istercesine dudaklarımı birbirine bastırıp başımı hızla iki yana salladım.

"Hayır." Oda başını iki yana sallayıp işaret parmağıyla gülüşümü işaret edip. "Gördüm! Güldün!" Dedi. Başımı iki yana sallarken kendimi daha fazla tutamadım ve ağzımdan bir kıkırtı kaçtı.

Kaç dakika güldüm bilmiyorum ama sonunda gülüşümü gizlemeyi kesip başımı Burkay'a çevirdim. Hafif tebessümüyle beni izliyordu. Neden? "Ne? Neye bakıyorsun öyle?"

"Yedi aydır ilk kez bana güldün Jane." Öyle mi yaptım? O kadar suratsız bir insan mıyım ya ben? Belki de öyleyim. "Yavaş yavaş bana alışıyorsun." Kaşlarımı çattım bu dediğine.

"Neden beni kendine alıştırmaya çalışıyorsun?" Omuz silkti. Sırtını tekrar yatak başlığına yaslayıp, "Yarın geliyorsun dimi?" Dedi. Derin bir nefes aldım.

"Hayır, gelmiyorum." Dedim. Yerinde dikleşip bana döndü. "Janee gelmelisin ama yaa!" Tatlı tatlı mızmızlanmasını göz ardı etmeye çalışarak yalandan boğazımı temizledim. "Gelmem için üç mantıklı sebep sayarsan geleceğim." Dedim. Sırtını yasladığı yerden ayırıp bağdaş kurarak karşıma geçti.

"Peki sayıyorum. İlki çok eğlenceli olacağına eminim, ikincisi çok ders çalıştın mola vermen lazım, üçüncüsü." İki eliyle kendi yüzünü avuçlayıp, "Bende orada olacağım."

Son dediğine şirince gülümserken ben iğrenircesine yüzümü buruşturdum. "Kusacağım şimdi." Dedim yüzümdeki ifadeyi bozmadan. Ege'de tepkime gülüp, "evet üç mantıklı sebep saydım bu yüzden yarın geliyorsun. Şimdi kalk ve valiz hazırla." Ayağa kalkıp tuttuğu ellerimden beni de kendiyle kaldırdı.

"Valizim yok." Şaşkınlıkla bana bakıp, "Valizin mi yok?" Omuz silktim. Daha önce bu ev dışında hiçbir yerde kalmadım. Babamın işi yüzünden hiç ailecek tatile gitmedik ve babam hiçbir okul gezisine gitmeme izin vermezdi. Pasaportum bile yok.

"Evet. Daha önce böyle bir şeye katılmadım hiç." Hala ellerimi tuttuğunu fark etmemle ellerimi ellerinden kurtarıp arkamda birleştirdim. "Okul gezilerine de mi katılmadın hiç? Jane sen hiç bu şehirden çıktın mı?" İnanamıyormuş gibi yavaş yavaş konuştu. Başımı iki yana sallayıp yatağın ucuna oturdum.

"Hayır çıkmadım. Hep bu koca dört duvar arasındaydım. Babam beni kendi yarattığı fanusun içinde tutuyor ve nedenini anlayamıyorum. Daha saçma olan Han için aynı tutumu göstermiyor." Düşünceli şekilde başını aşağı yukarı salladı bunları neden ona anlatıyorum bilmiyorum. Daha önce kimseyle bu şekilde kendim hakkında konuşmamıştım. Hiç arkadaşım olmadığı için kimseye anlatamamış olmam normal ama abimle bile böyle konuları konuşmayız hiç.

"Zaten bir gecelik bir kaçamak olacak bu yüzden çok bir şey almana gerek yok. Büyük bir sırt çantası da olur." Başımı onu onaylar şekilde aşağı yukarı sallayıp ayağa kalktım. Giyinme odama ilerleyip aklıma gelen ilk çantayı aramaya başladım.

"Kıyafetlere bu kadar düşkün olduğunu bilmiyordum." Eğildiğim yerden kalkıp kapıya omuzunu yaslamış bir şekilde odaya göz gezdiren Burkay'a baktım. "Ben değil annem düşkün." İçinde çoğunlukla pembe tonlarında kıyafetler bulunan koca dolabın en köşesine ilerleyip içinde benim aldıklarımı bulunduran köşedeki iki kapaklı dolabı açtım ve elimle gösterdim.

"Bunlar benim kullandıklarım. Diğerleri annemin olmamı istediği kişinin kıyafetleri." Dudaklarını büzüp başını aşağı yukarı salladı. Anlattıklarıma yorumsuz kalması en hoşuma giden şey oda bunu biliyormuş gibi hiç yorum yapmıyor.

"Senin rengin siyah yani?" Başımı aşağı yukarı sallayıp dolabın kapaklarını kapattım. "Evet. Siyah asil bir renk." Derken Burkay eliyle dolabın üstünü işaret etti. "Şu Louis Vuitton'u arıyorsun herhalde." İşaret ettiği yere başımı çevirdim.

Aradığım oydu ama dolabın en üst tarafında ne işi var onun! Ben 1.60 boyumla nasıl alabilirim onu, çantaya bakmayı kesip Ege'ye döndüm. "Boyun kaç senin?" Omuzunu kapıdan ayırıp, "1.80 falan. Neden?" Dedi. Bu yaşta bu boy yasal mı?

Elimle çantayı işaret ettim. "Ne neden? Ben nasıl alayım onu ver onu bana." Bir şey demeden çantayı kolayca alıp inceledi. "Erkek reyonundan değil mi bu?" Çantayı elinden çekip aldım. "Cinsiyet kalıplarını yıkıyoruz canım." Dedim imalı sesimle. Bütün kıyafetlerim erkek reyonundan diyemedim tabii ki. Dediğime güldü. Yüzüne bakmayı kesip.

"Tamam. Şimdi defolabilirsin artık. Bize geldiğinden beri benim yanımdasın asıl kankanın yanına defol hadi." Yalandan gülümseyip elimle kapıyı gösterdim oda dediğime kıkırdayıp başını iki yana salladı ve giyinme odamdan çıktı bende onun arkasından çıkıp odamın kapısına kadar takip ettim onu.

"İyi geceler kedi." Dedi ve koridorda ilerlemeye başladı bende arkasından hafif yükselttiğim sesimle. "Sana da Golden Retriever!" Dedim. O bana kedi diyorsa. Bende ona böyle seslenirim. Kapıyı kapatıp giyinme odama ilerledim ve çantamı hazırlamaya başladım.

İlkbaharın son ayındayız ama havalar hala ısınmış değil. O yüzden sabah giderken giyinmek için deri ceketimi de çıkardım dolaptan.

 

 

 

 

🕯️

 

 

 

Saat sabahın altısı gözlerim kan çanağı tavanı izlerken ne düşündüğümü bende bilmiyorum. Sabahın köründe cumartesi günümde neden böyle bir tatile gitmeye uyanıyorum onu da bilmiyorum kendi hayatım hakkında hiçbir şeyi bilmiyorum. Hazırlanmak için kurduğum alarm çalalı yarım saat oldu ve ben uyanalı üç saat oldu neden mi uyuyamadım bende bilmiyorum ama bu her gün yaşadığım bir şey şaşırmıyorum artık. Hiçbir zaman düzgün uyku düzenim olmadı.

Boş boş tavanı izlemeye devam ederken odamın kapısı sessizce açıldı yatak da yan dönüp kapıdakinin kim olduğunu anlamaya çalıştım ama anlamaya çalışmama gerek mi var. Odamın zifiri karanlığından göremesem de koridordan içeri sızan ışıktan dolayı parlayan civciv sarısı saçlar bir kişiye ait olabilir.

Her şeyi geçtim sabahın köründe niye odamda bu çocuk. Yatağıma yaklaşan bedene hitaben sessizce fısıldadım. "Sapığım mısın sen?" Sesimi duymasıyla şaşırmış olmalı ki korkuyla sıçradı.

Karanlıkta beni göremeyeceğini bilerek sessizce güldüm haline. Elini kalbine koyup yanıma yaklaştı. "Ödüm koptu ya, uyanık mıydın?" Çift kişilik değil dört kişinin sığabileceği kadar büyük olan yatağımın bana yakın olan köşesine oturdu. "Hayır, uyuyorum." Derken ona sırtımı döndüm. Arkamdan gülme sesini duymamla geri ona döndüm. "Komik mi?" Sabahları hep agresif olurum. Tamam ben hep agresifim ama sabahları daha farklı olur.

"Evet. Çok tatlısın." Gerçekten sapığım herhalde bu çocuk başka açıklaması olamaz delirmiş. Komidinin oradaki gece lambasını açtım yüzünü daha net görebilmek için. "Doğruyu söyle sapığım mısın lan?" Derken sırtımı yatak başlığına yasladım.

Hala gülüyor çok mu komik amına koyayım? "Hem niye geldin sen odama?" Bana doğru uzattığı elinden kaçmak için başımı geriye çektim ama yine de kaçamadım sırık gibi çocuk nasıl kaçayım. Her sabah olduğu gibi havaya kalktığına emin olduğum kaküllerimi düzeltti.

"Han abi seni uyandırmamı söyledi. Uykunun çok ağır olduğunu, camış gibi uyuduğunu ve asla uyanmadığını söyledi şimdi uyandırmaya başlarsam sekize uyanırmışsın." Şaşkınlıkla açılan ağzımla ona bakmaya başladım.

"Oha geberteceğim o Han'ı. Sümüklü piçe bak!" Derken yataktan kalkmaya yeltenmiştim ki belimdeki eller engel oldu. Az önceki sinirim uçup gitti resmen kedi gibi geri yerime oturdum. Yüzümün dibindeki yüzüne bakıp yalandan boğazımı temizledim.

"Yalan söylüyor, uykum çok hafiftir benim. Bir kere uyanırsam tekrar uyuyamam öyle hafiftir yani." Sırıtarak beni izlerken, "hımm öyle diyorsan." Dedi kaşlarını kaldırarak. Belimdeki ellerini oradan çekmek için ellerimi ellerinin üzeri koydum kaşlarımı çatarak.

"Sen şu an benimle flört mü ediyorsun lan?" Dedim yüzünün hala yüzümün dibinde olmasını es geçmeye çalışarak. "Öyle mi yapıyorum?" Ne bu tavırlar amına koyayım ne oluyor bu civcive. Başımı aşağı yukarı salladım. "Dayak istiyorsun."

Belimdeki ellerini zoru zoruna ittirip yatağın öbür ucuna kaydım. "Deli." Dedim bacaklarımı kendime çekip. O ise oturduğu yerden bana güldü tekrar.

"Şaka yapmıştım. Abin zaten uyanık olduğunu ve kahvaltı için seni çağırmamı söyledi." Yanımdaki yastığı ona doğru fırlattım. "Pislik." Fırlattığım yastığı havada yakalayıp yatağa bıraktı. Oturduğum yerden kalkmak için hareketlenmiştim ki Ege bileğimden tutup kendine çekti beni, boşluğuma geldiği için neredeyse üzerine düşecektim. Dibimdeki yüzüne bakmayı reddedercesine loş ışıkta parlayan sarı saçlarını inceledim.

"Saçların çok güzel." Dedim kısık sesle. Güzel olduğunu bildiğin için mi kulaklarının altına kadar uzatıyorsun? "Örmek ister misin?" Dibindeki yüzümü inceleyen gözlerine bakmayı reddetmeyi bırakıp büyülttüğüm gözlerimi ona çevirdim. Şu an gözlerimin parladığına eminim. İçten içe aylardır sürekli düşündüğüm şeyi yapmamı istiyor. "Yapabilir miyim?" Kaşlarımı kaldırarak sordum.

Soruma cevaben başını aşağı yukarı salladı ve arkasını dönüp başını rahat örebileceğim şekilde kaldırdı. İçimdeki heyecanlı küçük kızı durdurmayıp, dizlerimin üstüne kalkıp yaklaştım. Saçını üst kısımdan ikiye ayırıp bir tarafını ters balık sırtı örmeye başladım.

Küçükken hep oyuncak bebeklerimin saçlarını örerdim, ilk kez gerçek saç örüyorum ve kötü olacağına eminim ama yine de küçük Ulya'nın isteğini yerine getiriyorum. Annemin saçlarını örmek için sürekli peşinde dolanırdım ama o fönlü saçlarını bozmamam gerektiğini söyler kızardı bana. Kendi saçlarımı örmeyi hiç beceremiyordum zaten.

İkiye ayırdığım saçlarının örmeye başladığım kısmını yarıya kadar örüp bitirdim. Ense kısmındaki saçlar kısa olduğu için örgüye girmezlerdi. Bitirdiğim tarafın ucuna toka takmak için örgünün ucunu Ege'nin eline tutuşturdum. "Tut bunu." Saçı tuttuğundan emin olup makyaj masama ilerledim ve iki tane küçük siyah toka alıp geri döndüm. Ege hiç ses çıkarmadan hareketlerimi izledi. Bu kadar heyecanlı ve mutlu görünmemi garipsemiş olmalı.

Diğer tarafını da ördüm ve gülerek geri çekildim. "Bana dön bakayım nasıl oldu." İki elimi birleştirip çenemin altına yasladım ve saçlarını süzmeye başladım. Memnuniyetsizce yüzümü buruşturup dudaklarımı büzdüm.

"Güzel olmadı sanki ya, karanlıkta ördüğüm için herhalde. Kıvırcıklaşmadan açalım geri." Ses çıkarmayıp beni süzen Ege sonunda hareketlenip açmak için uzattığım elimi havada yakaladı. "Hayır. Ben beğendim kalsın." Kaşlarımı kaldırdım sorarcasına. "Daha görmedin bile?" Açmamı engellemek için tuttuğu elimi bırakıp ayağa kalktı ve aynaya doğru ilerledi. Öndeki iki tutamı örgünün içinden çıkarıp bana döndü.

"Bak şimdi oldu." Güldüm. Demek eksik olan buymuş. Bende yataktan kalkıp hala dağınık şekilde açık olan saçlarımı toplayıp, at kuyruğu yaptım ve odadan çıktım. Alt kata ilerlemeye başladım Ege'nin de arkamdan gelen adım seslerinden arkamda olduğuna emin oldum.

Mutfağa ilerleyip kahve makinasına bir kapsül yerleştirdim. En sevdiğim kupayı neden hep en üst rafa koyuyorlar anlamıyorum, benim için alınan köşedeki basamağı alıp dolabın önüne koydum ve üstüne çıkıp sonra da tezgâha bastım ve sonunda ulaştım kupaya inerken de "Sanki Survivor dayım amına koyayım." Diye söylendim. Masaya oturmuş sırıtarak beni izleyen Ege'ye çatık kaşlarımla bir bakış attım ve geri işime döndüm.

Kupayı makinaya yerleştirip başlama tuşuna basıp beklemeye başladım. Ege'ye dönüp, "Sende içer misin?" diye sordum. Soruma başını aşağı yukarı sallayarak onay verdi. "Öyle mi?" Yalandan üzgünmüş gibi dudaklarımı büzdüm.

"Üzgünüm ben kendimden başkasına yapmayı bilmiyorum." Dedim ve gülerek arkamı döndüm. Bittiğine dair gelen sesi duyduktan sonra makinaya yerleştirdiğim kupayı alıp kahve kokusunu içime çektim. "Hmm mis gibi." Ona doğru dönüp karşısına oturdum.

"İster misin?" İki elimle tuttuğum kupayı ona doğru uzattım. Arkasına yaslanmış beni izleyen Ege hiç beklemediğim bir hızlı elimin üstünden tutup kupayı kendine yaklaştırdı ve koca bir yudum aldı. Ben şaşkınlıkla ona bakarken o kahveyi beğenmemiş gibi yüzünü buruşturdu. "Bunu nasıl içiyorsun zehir gibi tadı?" Dediğine güldüm. Bende sevmiyorum bu tadı ama midemi geçiştirmek için içmem gerek.

"Evet tadı kötü." Dedim ve kahvemden bir yudum aldım. "Niye içiyorsun o zaman?" Sen niye her saçma şeyi sorguluyorsun?

"Uykum açılsın di-" Mutfağın kapısından içeri giren Han lafımı kesti. "Diyette o yüzden içiyor." Kupayı sertçe masaya vurup Han'a döndüm "Han!" Ege'ye dönüp, "uyduruyor bakma ona." Dedim. Niye Burkay'a açıklama yapıyorum onu da bilmiyorum.

Han'da masaya oturup bana döndü ikisi de karşıma geçmiş beni izliyorlar şimdi "Örgüt müsünüz lan siz? benim üstüme geliyorsunuz!" İkisi de aynı anda güldü, "Ha ha ne komik" Derken kupamı masanın üstünden alıp çıktım mutfaktan.

 

Kahvaltıdan sonra çantalarımızı aşağı indirip Kerem abiye verdik arabaya yerleştirmesi için bende kerem abiyle dışarı çıkıp yardım ettim. Garaj da değil de kapıda duran dört araç gözüme takıldı. Çantaları koymak için bagajını açtığımız yedi kişilik Jeep dışındaki arabaları elimle işaret ettim. "Bu arabalar neden garajda değil?" Kerem abi işaret ettiğim yere bakıp cevapladı beni. "Korumalar için o arabalar." Kaşlarım çatıldı.

"Kaç koruma gelecek ki?" Son çantayı da koyup bagajı kapattı. "Ben dahil on bir kişi." Şaşkınla gözlerim büyüdü. "Oha o kadara ne gerek var?" Kerem abi ellerini iki yana açtı ben bilmem dercesine. O sırada otomatik bahçe kapısı açıldı ve içeri siyah bir araç girdi şoför koltuğundan inen adam arka kapıyı açıp benimkine benzeyen bir çanta çıkardı ve çıkardığı çantayı bagaja koydu. Burkay'ın eşyalarını getirdiğine emin olduğum adama bakmayı kesip içeri girdim ve askılığa astığım deri ceketi giyip çantamı da çapraz şekilde taktım.

İçeriden bana seslenen Egeyle o tarafa ilerledim. Elindeki telefonu bana uzattı. "Bu benim telefonum değil." Cebimdeki telefonu çıkarıp baktım aynı model kullandığımız için onun telefonunu kendiminki sandım herhalde. Telefonumu elinden alıp onunkini uzattım.

"Pardon benimki sandım herhalde. Aynılar sonuçta." Başını iki yana salladı. "Değiller aslında." Elimdeki telefonların arkasını çevirip kamerasını gösterdi. "Benim ki XS, senin ki XR." Başımı aşağı yukarı salladım. "Bu saçma bilgi için teşekkürler ve neden benimkiyle aynı ekran resmini kullanıyorsun?" Telefonunu alıp cebine attı ve omuz silkti.

"Bunu seviyorum." Göz devirip, "Değiştir onu." Dedim ve arkamı dönüp dışarı ilerlemeye başladım. Telefonumu pantolonumun arka cebine atıp arabayı temizleyen Kerem abinin yanına ilerledim. "Kerem abi yola çıkmak için neyi bekliyoruz?" Ön camı silmeyi bitirip bezi silkeledi. "Herkesin toplanmasını." Dedi. Kaşlarım çatıldı.

"Burada toplanacak herkes yani?" Başını aşağı yukarı salladı. O sırada bahçe kapısı tekrar açıldı ve içeri 34 plakalı bir araç girdi, duran arabanın arka koltuğundan inen minik turuncu kafa bana doğru koşmaya başladı. Kollarını açmış bana doğru koşan bedenin Arin olduğunu algılamam ile ağzım şaşkınlıkla açıldı ve bende ona sarılmak için birkaç adım atıp kollarımı açtım. Arin hızını alamadan bana sarılınca götümün üstüne düşmeme sebep oldu ve arka cebimde olan telefonum artık hiç iyi durumda değil. Acıyan götümü umursamadan Arin'e sarılmaya devam ettim.

"Nini! Çok özledim seni!" Dedi ve bana daha sıkı sarılıp ikimizi de sağa sola salladı. Bu yaptığına gülüp. "Bende özledim ama götüm acıyor artık." Aceleyle oturduğu dizlerimden kalkıp yere oturdu. "Ay! Özür dilerim aşkım mutluluktan ne yaptığımın farkında değilim." Dedi otuz iki diş gülerek. Bende güldüm Arin'in gülüşü bulaşıcı gerçekten. "Neden haber vermedin geleceğini?" Dedim yalandan olduğu belli olan bir sinirle. "Sürpriz yaptım işte!" Dedi bağırarak.

Arin'le ne kadar süre yerde oturup sarılarak sohbet ettik bilmiyorum ama bizi izleyen gözleri fark etmemle o tarafa döndüm. Gelmesi gereken herkes burada ve yerde oturan Arin ile beni izliyorlar. Rezilliğin daniskası yalandan boğazımı temizleyip Arin'in omzuna vurdum. Arin de olayı çakmış gibi gülmeyi kesti ve o tarafa döndü ve çok geçmeden kulağımın dibine girip kısmaya zahmet etmediği sesiyle, "Oha! Şu esmer bomba kim?" Herkesin Arin'in sesini duyduğuna eminim. Başımı eğip avucumun içini alnıma vurdum.

"Kedi, yerde ne yapıyorsun?" Evden yeni çıkan Ege taş yoldan sapıp çimende oturan bize doğru geldi "Çimenlerle sohbet ediyorum!" Kalkmama yardım etmek için iki elini uzattı. Bir ellerine bir suratına bakmayı kesip ellerini tuttum ve beni kaldırmasına izin verdim.

Götüme batan telefonumu kontrol etmek için arka cebimden çıkardım. Ekranının alt kısmı çatlamış o kadar sert düşüşe az bile aslında. Ceketimin cebine attım bu sefer.

"Sen Arin olmalısın. Ben Burkay Ege." Ayağa kalkan Arin Burkay'ın ona doğru uzattığı elini sıktı. "Evet, evet çok memnun oldum" Hızlıca yalandan Burkay'ın elini sıkıp Burkay'ın yakın arkadaşı olan Alaz'ın yanına koşturdu. Bende olduğum yerde sessizce yine ne rezillik yapacağını izlemeye başladım.

Alaz'ın karşısına dikildi ve minik elini kaldırıp selam verdiğini belli etmek için abartılı şekilde salladı. "Selam esmer bomba!" İki eliyle yüzünü avuçlayıp, "Arin ben." Dedi yüksek sesle sonra da elini öne doğru uzattı selamlaşmak için bir süre bekledi ama Alaz tepki vermeyince kendi Alazın elini tutup sıktı ve kulağına yaklaşıp bir şeyler fısıldadı.

Ne dedi bilmiyorum ama Alaz'ın gözleri şaşkınla büyüdü Arin'de neşeli bir şekilde onun yanından uzaklaşıp yanıma geldi elimi tutup arabaların olduğu yere çekiştirmeye başladı beni.

"Hadi gidelim!" Diye neşeyle bağırdı tek elini yukarı kaldırıp. Arin'in arkasından ilerlerken imrenircesine gülümsedim. Asla Arin gibi neşeli bir insan olabileceğimi sanmıyorum, kendi neşem batıyor bana. Mutlu olamam gibi, olmamam gerekiyor gibi.

 

 

 

 

🕯

 

 

 

Bölüm sonu...

 

 

Amo vuestras almas tocando mi alma.

 

 

N.Ç

Loading...
0%