
~Evas~
iyi okumalar...
BİRİNCİ BÖLÜM
İnstagram: ribcagrave
🕯️
Tove lo, Thousand Miles
Day6, I Need Somebody
🕯️
Ulya Jane Mendere, 13 Ekim 2023:
Ulya Jane Mendere. Genelde ölen babama benzetirlerdi beni. Annemin koreli genlerinden aldığım çekik gözlerim dışında, eskiden esmer olan tenim, kalın dudaklarım, minik okka burnum gür siyah saçlarım ile babamın kız haliyim bu genel anlamda hoşuma giderdi ama; küçüklükten beri gördüğüm zorbalıktan dolayı onun kiler gibi kocaman gözlerim olsun isterdim. Bu şehir bir sürü insana mezar olmuştu, babam da onlardan biriydi. Babamın ölümünden sonra birinci derece yakınım öldüğü için son sınıfta abim okulumu dondurmuştu. Bir yıl aradan sonra lise hayatımın son yılına başlayalı bir ayı geçmişti ilk gün hiç başlamamış olmasını dilemiştim.
Burkay Ege Dalkıran.
Lise bir de hayatıma girdiğini sandığım ilk aşkım. Babamın iş ortağı ve en yakın arkadaşı olan Riccardo Bora Dalkıran'ın oğlu, bir yıl on ay öncesine kadar yanımda olan ilk aşkım. Onun hayatıma girmesi ile kendi beyazlığıma doğrulttuğum ucu zehir dolu okları siyahlığıma doğrultmayı öğrenmiş ve artık her gece ağlayarak banyoda esmer tenimi çitilemeyi, yansımam da ki çekik gözlerime lanetler okumayı kesmiştim.
Son dersinde bittiğini bildiren zil çaldığında ana dönmüş toparladığım kitaplarımın ardından elimdeki kalemide kalemliğime koyup fermuarını çekerken Arin'e dönmüş. “Ben antrenmana geçiyorum sen?” Kitaplarımı kucaklayıp göğsüme yasladım ikimizde yerimizden kalkıp sınıftan çıkmıştık bile ama sorumu duymamıştı bile. Mavinin en güzel, en naif tonu olan gözlerine bakıp. “Şeftalim neyin var? Bir şey sordum ama duymadın bile” tek tük insanların kaldığı koridorun ortasında acele ile karşıma geçip kollarımdan tutarak beni de durdurmuş.
“Sence ben çekici değil miyim? Yani illaki bir al benim vardır dimi? Veya iyi bir sevgili adayı değil miyim? Benden anne olmaz mı? İyi bir anne olamaz mıyım ben Janee?” Kollarımı sarsıp yakınırken kıkırtı mı tutamamıştım ellerinden tutup. “Aşkım, salak mısın ne alaka?” uflayıp saçlarını karıştırarak, “Bak kulaklarını dört aç dinle,” onaylar anlamda başımı sallamış söyleyeceklerine dikkat kesilmiştim. “Sorun tabii ki Alaz Bozukkaya piçi,” Dedi. Her zamanki gibi.
Alaz Bozkaya. Esmer, uzun boylu kehribar gözlü. Burkay'ın en yakın arkadaşlarından biri ve Arin'in dört yıllık aşkı. Arin benim amcamın kızı ve babam öldükten sonra bizim okula geçmişti ben kendimi yalnız hisset miyim diye, benden bir yaş küçük olmasına rağmen okulu dondurduğum bir yıllık süre içerisinde ablammış gibi benimle ilgilenmişti. Arin ailesi ile İstanbul da yaşıyordu annemin ricası üstüne hiç tereddüt etmeden Evas'a yanıma geldi, Evas'a geldiğinden beri yaklaşık iki yıldır hiç İstanbul'a gitmedi. Yaz tatillerinde bile yanımdaydı.
“Ne yaptı yine esmer bomban.” Arin anksiyetenin ne olduğundan habersiz bir insan ve hiç çekinmeden Alaz'a esmer bomba diye sesleniyor, sürekli ve ona olan sevgisini de sürekli dile getirebiliyor, aslında bu konu da onu kıskanıyorum onda ki cesaretin yüzde onu bile yok bende. Ağlak bir sesle “Beni hep görmezden geliyor ben görmezden gelinecek biri miyim janee?” Gülmeyi kesmiş ve ciddiyetle omuzlarından tutarak, “sana taktik veriyim mi?” O heyecanla kafa sallarken ben ciddiyetimi bozup. “Benim gibi bir rahibeden taktik mi istenir lan.” Omuzuna vurdum. O kendi kendine mızmızlanırken dolabıma doğru ilerleyip elimdeki kitapları dolaba yerleştirdim. Yay çantamı ve sadece cüzdanımın sığdığı Chanel çantamı dolaptan alıp Arin'in yanına geri döndüm ve elinden çekiştirerek merdivenlerden inmeye zorladım.
Binanın çıkış kapısına geldiğimizde karşıdan şemsiyesi ile gelen Alaz'ı fark etmem ile sinsiliğimi konuşturmam gerektiğini fark ettim. “Şemsiye getirmiş miydin sen?” Hayır anlamında başımı sallarken Alaz daha çok yaklaşmıştı ve Arin fark etmemişti daha Alaz'a doğru el sallayıp hafif sesimi yükselterek, “Alaz, sen daha çıkmadın mı? bende antrenmana geçecektim Arin'i, sen bırakırsın artık ben kaçtım.” Cevabını beklemeden sicim gibi yağan yağmur da koşmaya başlamıştım.
🕯️
Yağmurlu günler en sevdiğim zamanlardır, ama; üstümde ince bol bir tişört ve kısa şort varken değil. Sabah erken saatteki güneşe güvenip antrenmanda giymek için yanıma aldığım kıyafetlere artı ceket almadığım için soğuk iliklerime işlemişti. Evet... Böyle demem gerekiyor değil mi fakat diyemiyorum çünkü. “Hissetmiyorum…” Daha doğrusu hissedemiyorum herkesin hissettiği keskin soğuğu ben hissedemiyorum. Bu farklılık benim fark ettiğim en minik şeylerden biri sadece. Babamın ölmeden önce yazdığı ve benim o zaman anlayamadığım mesajdan birkaç hafta sonra farklı hissetmeye başlamıştım. Vücudumda babamın dediğine göre şimdilik insanların gözle göremediği ve ben istemediğim sürece göremeyeceği farklı şeyler oluyordu 18. Yaşıma girdikten sonra olan ve asla eski Ulya olamayacağım şeyler. Herkes gibiyim ama değilim.
Gözlerimi gizlemek amaçlı taktığım beyzbol şapkasını daha çok önüme çekmiş ve omuzum da ki yay çantasını düzeltip otomatik açılan market kapısından içeriye girmiştim, Arin ile akşam klasik ton balıklı makarna yapmaya karar verdiğimiz için ton balığı, ıvır zıvır şeyler alıp kasaya adımlamıştım. Aldığım şeylerin parasını ödeyip marketten çıktım, market evime iki sokak ötedeydi bu yönünü seviyorum, her zaman boynumda duran kulaklığımı şapkamın üstünden kulaklarıma geçirdim ve listemde ilk şarkıyı açtım.
Day6 “I Need Somebody” kulaklığımda çalmaya devam ederken evimin sokağına doğru dönmüştüm, bir iki dakika duraklamış ve çocukluğumun, babamla olan bütün anılarımın olduğu sokağa bir daha uzunca bakmıştım. Çok şey atlatmıştım tam atlatabildiğimde söylenemezdi ama çabalıyordum, belki de benim bilmediğim her şeyi bilen babam yanımda olsaydı hiç bunları yaşamak zorunda kalmazdım. Bu kadar yalnız hissetmek zorunda kalmazdım. Tam bir yıl on ay önce babam hayatta iken annem, babam, abim ve ben mutlu aile çerçevesi içerisinde yaşarken her şey daha katlanılabilirdi. Ne kadar süre orada öylece durdum bilmiyordum, beni ana döndüren şey sağanak yağmurda arkamdan omuzumu kavrayarak yarım yamalak bırakılan hırka ve vücuduma yağan yağmuru kesen şemsiye olmuştu.
Yaşadığım dejavu ile donup kalmıştım, hissettiğim eller, sağanak yağmura rağmen duyduğum nefes sesleri ve tanıdık kokusu. Normal bir insanın duyamayacağı, hissedemeyeceği şekilde duyup hissettiğim tanıdık kalp atışları ile arkamı dönmek istememiştim. Benim ısrarla arkamı dönmemem ile yavaşça karşıma geçmişti, gözlerimden firar eden yaşlar ile hıçkırmamak için nefesimi tutmuş dudaklarımı birbirine bastırmıştım. Ben yerimden kıpırdayamaz şekilde ağlarken o buz mavisi gözleri ile beni izleyip burukça gülümsedi.
Tekrar hayal gördüğümü düşünüp yumruk yaptığım ellerimle gözlerimi sertçe ovuşturup geri açmıştım ama; hayal filan değildi canlı kanlı karşımdaydı, gözlerimden akan yaşlar ile yağan yağmurun altında aradan geçen iki yılda hasret kaldığım yüzünü incelemiştim. Küçükken örmeyi çok sevdiğim kulaklarına kadar uzun olan sarı saçlarını kestirmiş şimdi kaşlarına zor değiyordu. Bir süre ne o konuştu ne ben. Ağlak bir bebek gibi büktüğüm dudaklarım ile onu izlerken konuşması ile kendime gelmiştim.
“Seni çok yalnız bıraktım değil mi?” Konuşmasıyla kendime gelerek geriledim aramızdaki mesafeyi açıp yağmurun vücudumu tekrardan ıslatmasına izin vermiştim. ‘Sen kimsin amına koyayım? Beni yalnız bırakmışmış!’ Göz devirdim sinirle.
“Hayır…” Kısa ama aslında Çok uzun, yorucu ve içi çok dolu olan bir hayırdı. Yolumu değiştirip arkamı dönmüş ilerleyecek iken bileğimden tutarak beni kendine doğru çekmesi ile bağırarak, “Dokunma bana!!” Dedim irisleri yanan gözlerim ile ona baktığımda benden bir metre ötede yere düşmüş şaşkın bakışlarıyla bana bakıyordu. Yine farkında olmadan yaptım. “B-ben bilerek yapmadım.” İstemeden yüksek sesle konuşup beklemeden arkamı döndüm ve evime doğru koşmaya başladım.
Eve girene kadar ağlamam bir saniye bile dinmedi, geldiğimi kapı sesinden duyan Arin, “makarna olmak üzere ton balığı aldın mı?” Yanıma ulaşan Arin'e yere çökmüş salya sümük ağlayan tipimle baktım. “Hey niye ağlı—.” Kendi cümlesini kesip aydınlanmış gibi konuştu. “Geri döndü demek.” Yanıma çöküp beni kendine çekerek sıkıca sarıldı. “Arin b-ben ne yapacağım.” Başımı omzundan çekip cevabına ihtiyacım olduğunu belli etmek ister gibi yüzüne baktım. “Önce içeri geçelim kalk.”
Arin makarnanın altını kapatıp salona gelip yanıma oturdu bense gözlerimden eksilmeyen yaşlar ile donuk bir şekilde hareketlerini izliyordum. “Biraz daha ağlamaya devam edersen bir tane geçireceğim ona ağlarsın bu sefer... ona ağlamazsın neyse onu geç, konuyu aç evet dinliyorum.” Oturduğum yerden küçülmek ister gibi bacaklarımı göğsüme doğru topladım ve derin bir nefes vererek, “Sokağın başın da karşılaştık.”
“Ne zaman dönmüş lan neyse! Ne oldu sonra sadece bakıştığınız için ağlamış olamazsın,” Düşündü iki saniye. “Olada bilirsin.” Hatırladıkça kelimeler boğazıma dizilir gibi oluyor.
“Bence tam olarak karşılaşma değildi ama neyse, bana seni çok yalnız bıraktım filan dedi bende hayır deyip reddettim, o an hem çok üzgündüm hem de çok kızgındım duygularım çok karışıktı sadece eve gelmek istedim sakinleşmem gerekiyordu ama o gitmeme engel olmak için bileğimi tuttu ne olduysa ondan sonra oldu.” Heyecandan yerinde duramıyor gibi tepinip, “Sonra ne oldu!!” Dedi. “Sonra ben yine kendimi kontrol edemedim Arin, kontrol etmeyi başardığımı sanıyordum bunca zaman.” Tekrar ağlamaya başlamam ile Arin yüzümü avuçlayıp, “Jane ağlama kontrol edebiliyorsun tamam mı? Öğrendin kontrol etmeyi. Sonra ne olduğunu anlat.”
Arin beni sakinleştirme işinde çok başarılıydı her zaman. “Sonra yine aynı şeyler oldu gözlerimin yanıp kül olacağını sandım vücudumda aynı şekilde, ben bile o an ne olduğunu anlayamadım. Gözlerimdeki yanma hissi gittiğinde bir baktım Ege yerdeydi, Arin.” Başımı iki yana sallayıp. “Arin ben Ege'ye dokunmadım bile, ona dokunmadan fırlattım onu.” Arin ne diyeceğini bilemez şekilde bana bakmaya başladı. Bunları neredeyse iki yıldır yaşamama rağmen neden ve nasıl olduğunu ben bile bilemezken ondan cevap bekleyemezdim zaten. “Jane o an ne düşündün bileğini tuttuğu zaman.”
“Ben bana dokunmamasını söyledim. Benden uzak dursun istedim, yaklaşmasın istedim.”
🕯️
Eskiden vitaminlerim çok düşük olduğu için sıcak havalar da bile üşürdüm. Hani Temmuzun o kavurucu sıcağında bile üstü kat kat giyinik gezen kızlar vardır ya ben onlardandım işte ama Temmuz Evas'a hiç bir zaman kavurucu sıcakları getirmedi ilk baharın esintili sıcaklarını getirirdi en fazla.
Her mevsim kıştır Evas da o yüzden kat kat giyinir yine de üşürdüm ama şimdi kış ayının göt kesen soğuğunda şort, crop ile çıkanlardanım, böyleleri var mı bilmiyorum bile ama ben böyleyim hissedemiyorum, Hissizleştim hayır hissizleştirildim. Hissedemediğim tek şey soğuk değil asla terlemiyorum, yorulmuyorum veya uyuma gereği duymuyorum bir hafta uyumasam da yorgun veya uykusuz hissetmiyorum.
Eskiden esmer olan tenim artık bariz şekilde bembeyaz süt gibiyim ve uzun süre uyumadığım zaman göz altlarım mosmor oluyor ve gulyabani gibi geziyorum etrafta. Eskiden beden derslerindeki saçma egzersiz hareketlerini yaparken bile kan ter içinde kalıp bayılacak dereceye gelen ben, şuan kilometrelerce koştuktan sonra bir damla bile ter akıtmıyorum, asla yorulmuyorum, fiziksel olarak da zihinsel olarak da eskisinden kat ve kat güçlüyüm ama bazen elimde olmadan yaptığım şeyler var.
Mesela bir keresinde Arin ile salondaki orta masanın yanına yere oturmuş film izliyorduk ve Arin'in yaptığı saçma espriye gülerken elimi masaya vurdum ve masa ortadan ikiye ayrıldı, yarıldı resmen. Hani gülerken bir yere vurma ihtiyacı duyarız ya öyle bir vuruştu. Bunun gibi şeyleri çok yaşamıştık bunları normalleştirmeye çalışıyorduk artık.
Babam ölmeden önceki attığı mesajda bundan bahsetmişti o zaman ne demek istediğini anlamamıştım.
“Ulya kara kuzum,” artık kara kuzun değilim baba. “Güçleneceksin, çok güçleneceksin, eski Ulya olamayacağın kadar değişeceksin aklın eremeyeceği şeyler yapabileceksin, bunu kontrol etmeyi öğrenmelisin bu yüzden seni isteyecekler.” Bu kadardı bana dedikleri,
Değişeceksin. Değiştim baba.
Güçleneceksin. Güçlendim.
Aklın eremeyeceği şeyler yapabileceksin. Aklın eremeyeceği şeyler?
Bunu kontrol etmeyi öğrenmelisin, öğrenmeliyim. Öğrendim, öğreniyorum.
Seni isteyecekler. Beni isteyecekler. Kim?
“Nini, Bomi'nin mama kabını doldurdun mu?” Bomi Doberman cinsi köpeğim. “Evet doldurdum çıkalım.” Arin elindeki siyah deri trençkotu kafama fırlatıp. “Hava buz gibi üstüne bir şey almayı geçtim eteğin altına çorap bile giymemişsin, salak gibi dikkat çekeceksin giy şunu.” Okul formamız; siyah pileli etek, önden yan yana iki düğmesi olan siyah bir ceket, beyaz gömlek, en önemlisi kravat.
Özel okul olduğu için çoğu şeye göz yumulur ama formanın bir parçası eksik olamaz veya ceketin o iki düğmesi asla açık olamaz. Erkekler de aynı şekilde. Ceketin üstüne mont, ceket, kaban tarzı şeyler giyilebilir tabii ki. Bide en saçma olduğunu düşündüğüm kuralda erkeklerde kızlarda siyah rugan ayakkabı giymek zorunda kızlar için yan hak olarak siyah topuklu da mevcut ve okulumuza Prada sponsor olmuş gibi kız erkek fark etmeksizin herkesin ayağında var. Böyle söylendiğime bakmayın Arin sağolsun bizde de var kesinlikle popüler kültür kölesiyiz. Ama Regas clup üyesiysen o saç her zaman kuaförden yeni çıkmış gibi olacak.
Moda dergisinden fırlamış edasıyla gitmek zorundasın okula. Sadece okul da değil toplum içinde her hangi bir mekanda, gazetecilerin odağındayken rolünü iyi oynamalısın. Ofisinin güzel manzaralı odasından emirler yağdıran bir yaşlı bunağın aile üyesiysen, piyon olarak yaşayacağın hayatına merhaba de. Babam öldüğünden beri sessizliğime çekilmiş bir şekilde yaşamaya başlamıştım saray gibi evde tek başıma sessizliğimle baş etmeye çalışarak ama sonra hakkımda söylenenleri düşürmek ve insanları yanıltmak için sessizliğimden ayrılmak zorundaydım. Tacımın düştüğünü sanmamaları gerekiyordu, sonuçta o üçgenin en tepesindeki isim hep benimdi benim kalmaya devam etmeliydi.
Bordo kravatının, yakana taktığın broşun, cüzdanındaki Regas'ın kapısını açan kartın hakkını verip kim olduğunu herkese göstermelisin Jane.
“Tamam be giydim.” Giydikten sonra kollarımı iki yana açıp. “Oldu mu? Mutlu musun?” Dememe karşın Arin güldü. “Evet çıkalım.” Ben kapıyı kilitlerken Arin garajın kapısını açmıştı söylenerek,
“Bugünde motorla gidiyoruz değil mi? Çünkü şu,” Eliyle arabamı işaret etti. “Porsche süs!” Göz devirip yanından geçtim ve kaskımı alıp başıma geçirdim, onun kini de ona fırlattım havada yakalayıp başına geçirdi. Kaskın gözlüğünü yukarı kaydırıp “Babacığını tek tuşla ara hemen ve sana son model bir araba yollamasını söyle, böylece ben huzurla motorumla okula giderim.” Cümlemi bitirip yalancı bir gülüş sundum ona. Arabam konusunda çok hassas olduğumu biliyor bunu aşmam için söylendiğinin farkındayım ama işe yaramıyor.
Motoru çalıştırıp arkama sessizce oturan Arin'e dönüp kaskına vurdum yavaşça. Gülüp başını çevirdi trip atar gibi. Bahçe kapısından çıkarken yan tarafımızdaki villanın bahçesindeki hareketlilik dikkatimi çekmişti, inşa edildiğinden beri boş olan eve birileri taşınıyordu anlaşılan.
On beş dakikalık yolculuğun ardıdan okula varmıştık otopark kapısından girip kapalı otoparka Regas clup için ayrılan kısıma park ettim motordan inip kasklarımızı kasklar için olan dolaba koyup asansöre ilerlemeye başlamıştık ki bir şey dikkatimi çekmişti. Regaslar için ayrılmış bir park alanı olsa da Reha ve ben dışında park edilmiş araba, motor olmazdı. Bütün öğrencileri şoförleri bırakırdı okula araba kullanmaya yaşları yetmediği için. Koca okulda tek motor kullananlar da Reha ve bendik ama Regas bölümünde bir araba daha vardı. Mercedes g kasa bana birinin zevkini hatırlatmıştı.
Dolapların olduğu koridorda yürürken koridorda olan öğrencilerin sessiz olmaya çalışmadan ağızlarından çıkardıkları adımı duyabiliyordum ama bu hiyerarşi sistemi çıktığından beri nadir olan bir şeydi o yüzden bir bokluk olduğunu anlamıştım. Hiyerarşi sistemi yürürlüğe girmeden önce okulun zorbalanan kızıydım, herkesin ucube gözüyle baktığı kızdım.
Boş vermeye çalışıp kapısında altın harflerle Regas Clup yazan odaya kartımı kapıya okutup girdim. Bu odaya sadece üyeler girebiliyor o yüzden Arin'le bu katta ayrılmıştık. Arin Regas üyesi değil okulda sadece altı tane Regas var, 10 tane Black Clup üyesi, 13 tanede Blue Clup üyesi var. Arin blue Clup da.
Dolabımın kapağını açıp yay çantamı ve cüzdanımdan başka bir şey sığmayan bir başka minik deri sırt çantamı da koydum. Bu okulda kimse normal sırt çantası takmaz, ders kitaplarımız dolap da durur ve dolaplar kitaplarımda içindeyken yay çantamı da koyup içine saklanabileceğim koyabileceğim kadar büyük. Tabii sadece hiyerarşi tablosunda yer alan insanların böyle üst düzey ayrıcalıkları var, sınıf farkına göre ayrıcalıklar değişiyor. Bu okulda kimse fakir veya orta gelirli değil ya da burslu öğrenciler yok herkes üst düzey zengin. Özel okul olduğuna bakmayın puanı çok yüksek ve girmesi zor bir okul, sanat lisesi ama normal sınav puanına da bakıyor, yani öğrencilerini özenle seçiyor ne kadar üst düzey zengin insanların çocuklarının yetenek sınavında elendiğini görmüştüm.
Tabii torpilde önemli, belediye başkanının aile üyesiysen bu tür sınavlara girmene gerek bile yok paran ve adın yeter.
Bu kadar uğraşa değecek bir okul mu? Evet öyle. Birincisi oldukça lüks iki binadan oluşuyor biri derslik diğeri ise bölümlerimiz için, ikincisi eğitim sistemi çok iyi Pera liselerinden mezun bir öğrencinin geleceğinin kötü olma ihtimali diye bir şey yok. Güzel yanları kadar iğrenç derecede kötü yanları da var tabii, bütün öğrenciler babadan üst düzey zengin oldukları için götleri on metre yukarıdan inmeyen, egoları şişirilmiş zorba, züppe insanlar hepsi ama okuldaki sınıf farkının farkındalar, farkında olmak zorundalar. Herkes kendi klasmanındaki insanlarla arkadaşlık, yakınlık kurmak zorunda.
Bir kaç yıldır hiyerarşi ile yönetilen bir marka Pera. Ben lisenin ilk yılındayken daha yürürlüğe girmemişti bu sınıf farkının farkında değildi çoğu öğrenci. Bu statü, sınıf farkı kime ne katıyor hiç bilmiyorum ve ölene kadar da bilmek istemiyorum. Okulun girişindeki büyük duvarda kocaman bir hiyerarşi üçgeni var ve orada koca harflerle kazılı olan isimler var bu isimler kimin ailesi daha çok ödeme yapıyorsa ona göre sıralanıyor. En çok ödeme yapan ailenin çocuğu o üçgenin en tepesinde yer alır ve en üstte tahmin edersiniz ki benim adım var. Benim ismimin altında iki isim o iki ismin altında üç isim ve böylece uzanan 30 kişilik bir tablo. Bu tablo her ay değişebilecek bir tablo, bağış yapmayı keserlerse, yaptıkları bağış geçen ayınkinden fazla değilse, iflas ederlerse. Bir sürü ihtimal var. Lise hayatımızın dört yılı boyunca bir servet bağışlamak zorundalar okula.
Bu 30 kişi çoğu konuda dokunulmaz ama Regas üyeleri düşünüp düşünemeyeceğiniz her konuda dokunulmazlar. Birini öldürmeleri hiç bir şey ifade etmez, üstü kapatılır örtbas edilir ve huzurla yaşamaya devam ederler. Ölmek ölenin suçu olur…
İlk ders için gerekli olan şeyleri alıp odadan çıktım kapının önünde Reha ile çarpışacaktık az kalsın gülüp koridora doğru çıktım. “Naber?” Omuz silkti. “İyidir, seni sormalı? Süprizlerle dolu bir gün seni bekliyor anlaşılan.” Kaşlarım çatıldı. “Nasıl yani?” Diye sordum istemsiz. Bana arkasını dönüp açık kapıdan girdi kapıyı kapatmadan. “Anlarsın biraz sonra.” Dedi ve tutmayı bıraktığı kapı otomatik kapandı. Kafa karışıklığıyla Blue odaya ilerleyip kapıyı çalmadan açıp içeri girdim Regas dışında diğer iki odaya girmek için karta gerek yoktu. Üyeler dışında kimse kullanamaz odaları tabii ki ama dedim ya Regaslar dokunulmaz.
Odaya girmemle bana dönen bakışları takmayıp dolabından eşyalarını alan Arin'e çevirdim bakışlarımı. “Hadi.” Dedim derse geç gitmeyi hiç sevmediğimi bilir, derse girmesem kimsenin laf etmeye gücü yetmez ama imajım önemliydi babamın ölümüyle sarsılan tacımı düzeltmem ve bir daha asla sarsılmamasını sağlamam gerekiyor. Bordo altın işlemeli kravatıma bir bakış atıp el alışkanlığıyla düzelttim. Bütün öğrencilerin kravatı lacivert altın işlemeli, Regasların ki bordo altın işlemeli benim için önemsiz bir şey olsada bu renk farklılığı, bazı insanlar bunun için can vermeye hazırlardı.
Sınıfa geçip beklemeye başladık. Sıralar tek kişilik ve ben camın yanındaki önden üçüncü sırada oturuyorum Arin'de benim önümde oturuyor. Geçen yıla kadar en ön orta sırada oturan dersi pür dikkat dinleyen inek öğrenciydim. Ders çalışmaktan başka bir şey bilmeyen biriydim buna rağmen zorlasam okul sıralamasında ilk yirmiye girerdim. Bu yıl başladığından beri hiç ders çalışmadım sadece derslere boş boş girip çıktım ama geçen hafta açıklanan sınav sonuçlarında okul birincisi olduğumu öğrendik bu bizi tabii ki şaşırttı. Hiç ders çalışmama rağmen sadece derste dinlediklerim ile bunu yapmıştım.
Dalgın bir şekilde camdan dışarıyı izlerken beni ana döndüren şey Arin'in kolumu dürtmesi oldu.
“Günaydın çocuklar. Bugün aramıza tekrar katılan bir Regas var. Gerek yok ama kendini tanıtmak ister misin” Sınıf öğretmenimizin konuşması ile kafamı o tarafa çevirdim.
“Adım Burkay Ege Dalkıran biliyorsunuzdur zaten. İtalya'dan yeni döndüm, 12. Sınıfı dondurmak zorunda kalmıştım o yüzden tekrar aranızdayım.” Dedi.
Yok olmak. Kaçmak istedim.
Arkama bile bakmadan kaçmak.
🕯️
Merhabalar. Ben Nazlı Göğüs kafesi mezarlığı. Benim ilk kitabım, göz bebeğim. 2019 sonu ve 2020 yılında ağır depresyon geçirdiğim zamanlarda başladığım ve devam etmek isteyip, edemediğim asla bitiremediğim kitabım. Devam edememe sebebim belkide o yıllarda yaşadığım şeyler üstüne bu kitabı yazmaya başlamam. belkide aynı duyguları hissetmek istemememden dolayı. Neyse bu sefer sizlerle birlikte tamamlamak istiyorum göz bebeğimi, umarım beğenerek okumaya devam edersiniz.
Ve şunu da söylemek istiyorum malum uygulama kapatılınca burada yayınlamaya karar verdim eğer vpn kullananlarınız varsa aynı isimli hesabıma beklerim. Yazım yanlışlarım/mantık hataları varsa yorumlarda belirtmekden çekinmeyin ve beni okuyup destekleyen kişiler olduğu sürece yazmaya devam edeceğim. Takipde kaldın.
Amo vuestras almas tocando mi alma
N.Ç
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
