4. Bölüm

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

N;ଓ
ribcagrave

 

 

İyi okumalar..

 

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

 

X: Ribcagrave

 

 

 

🕯️

 

 

 

"Mükemmel olmadığımı biliyorum ama umarım beni görürsün. Çünkü sadece sen varsın, yeni kimse yok, seni ilk sıraya koydum.

 

🕯

 

 

 

Lana del rey, yosemite

 

Ulya Jane Mendere, birkaç yıl önce sonbahar:

Her şey şöyle başlamıştı... bir sonbahar günü her zamanki gibi yağmur eşliğinde— her zaman ki gibi diyorum çünkü Evas da her mevsim yağmur yağar, hem de hiç durmadan. Karadeniz bölgesinde olduğu için normal diyebiliriz ama Evas da hava koşulları diğer şehirlerde olduğundan daha ağır, yaz mevsimi hiç gelmez. Bu yüzden her yaz şehir bomboş olur sinek bile uçmaz, herkes yazlıklarına kaçar şehir sessizliğe gömülür.

Hiç durmadan yağmaya devam eden yağmurda okuldan çıkmış eve dönüyordum. Hayır yağmurdan asla şikayetçi değilim. Her ne kadar soğuktan dişlerim titrese de yağmuru seviyorum. Bugün benim için alışılmışın dışında bir şey gerçekleşti aslında o kadar abartılacak bir şey olmasa da benim için farklıydı.

Yağmur ve kulaklarımdaki kulaklık eşliğinde evimin sokağına girmiş iken sırılsıklam olmuş üniformamın üzerine kapüşonlu tarzı bir hırka bırakıldığını hissettim müziğe dalmış bir şekilde yürüdüğüm için başta korktum, bırakan kişi uzaklaşmadan arkamı dönüp ona seslendim ama sarı saçlarının ardından bana gülümseyip yoluna devam etmişti. Büyük bir afallayış yaşamıştım çünkü bu ilk kez başıma gelen bir şeydi. Yaşadığım mahallede, mahalle değil şehir de. Evas büyük bir şehir olsa da herkes birbirini tanırdı ve beni hiçbir yaşıtım sevmezdi bilirdim, bu yaşıma kadar akran zorbalığı yaşamıştım ve yaşamaya devam ediyorum. Şundan eminim hırkayı bırakan sarışın, uzun boylu tatlı çocuğu kesinlikle daha önce görmedim.

Eve vardığımda direk odama geçtim duş alıp ardından vakit kaybetmeden çalışma masama oturup çizim defterimi açtım, genelde evdeyken çizim yapar, kitap okur veya ders çalışırım ama kesinlikle odamdan çıkmam yemek saatleri dışında. Odamdan çıkamama alışkanlığım bu yıl başladı, akran zorbalığı aslında bu yıl başına kadar çekilebilir seviyedeydi ama bu yıl bir üst seviyeye taşınma kararı alınmıştı bir yandan da kilomla, fiziğimle alay konusu olmaya başlamıştım ve bu çok ağır basmıştı bu yüzden daha az yemek yemeye başladım. Kahvaltı yapmadan okula gider eve döndüğümde ise bazen dışarıda yediğimi söyler yemezdim bazen de babamın zoruyla yemek zorunda kalırdım. Dalmış bir şekilde çizim yaparken beni ana döndüren şey kapımın tıklatılması oldu.

“Gel baba.” Deyip sandalyeyle birlikte kapıya doğru döndüm. Babam hafif açtığı kapıdan kafasını çıkarıp konuştu.

“Yemek vakti kara kuzum.” Bana böyle seslenmeyi kesmesini o kadar çok söylemiştim ki ama babam asla vazgeçmezdi bu kelimeyi kullanmaktan.

“Geliyorum.” Deyip göz devirdim. Kafamı defterime çevirip bugün gördüğüm sarışın çocuğun gülümseyen yüzüne baktım, bitmesine az kalmıştı defteri kapatmadan ayaklandım ve odamdan çıkıp alt kata inip salondaki saçma şekilde büyük olan yemek masasına oturdum.

Tabağımdaki yemeği yemek yerine tırtıklarken babam konuştu.

“Ee günün nasıl geçti kızım.” Başımı yemeğimden kaldırmadan konuştum.

“İyi aynıydı.” Yalandı. Kolay yalan söylerim, ağzımdan çıkan on kelimenin dokuzu yalan ve hep yalanlarıma inanıyorlar ya da uğraşmamak için üstelemiyorlar. Babam aynı soruyu abime de sordu. Abim benim aksime notlarını hiç önemsemez, okuduğu üniversiteye babamın parası sayesinde girmişti. Notlarını önemseyip derslerine çalışmak yerine hep o arkadaş grubu ile takılıyor. Arkadaşlarına bir lafım yok bana karşı iyiler ama abim daha sorumluluk sahibi olmalı bir yıl sonra babamın yanında çalışmaya başlayacak ama öyle değilmiş gibi davranıyor.

Şirkete işi öğrenmek için gittiğinde her zaman kaytardığına eminim, boş vaktim olduğunda bende giderdim onunla birlikte ve ben ne kadar öğrenmeye istekliysem Han bir o kadar tersiydi. Bu yüzden babam hep benim erkek olmamı Han'ın da kız olmasını yeğlediğini söylerdi, Han olmak isterdim. Şirketin başına kimin geçtiği önemli değil benim için, Han'ın da bunu önemsediğini sanmıyorum. Han olsaydım annemin gözdesi olurdum, babam için ikimizde aynı kefedeydik. Ama annem için sadece Han var, ben yokmuşum gibi davranıyor artık.

Eskiden varlığımı reddetmezdi, beni sevmezdi bilirdim ama vardım sonuçta. Beni doğurmayı o seçmişti ben istememiştim. Doğmak benim seçimimmiş gibi davranır hep beni istemediğim şeyleri yapmaya zorlardı Baleye gönderirdi ben daha üç yaşındayken. Doğduğumdan andan beri bana eziyet etmeye başlamıştı. Bale, çello, keman, piyano, daha sayamadığım bir sürü şey. Her şeyi denemişti üzerimde resim yapmak istediğimi söylediğim de kesin bir dille reddetmişti nedeni yoktu ben istediğim içindi, benim isteklerim olamazdı ona göre. Onun isteklerine uymalıydım hayatım bundan ibaret olmalıydı ama ben bunu reddettim ve resim yapmayı seçtim, sanat lisesine başladım ve annem beni görmezden gelmeye başladı. Artık onun için bir hiçtim...

Ben kendimi bildim bileli babam hep çok çalışırdı, gece geç saatlerde şirketten döner sabah çok erken giderdi. Altı ayda bir de sahibi olduğu ilaç firması Coda Land'in yurt dışı şubelerini kontrole gider en az altı ay dönmezdi. Yani yarı yıl Türkiye de, kalan yarı yılda başka ülkelerde olurdu bu yüzden annemin bana karşı olan davranışlarını çoğu zaman bilmezdi ve bende küçücük bir çocuktum susardım hep böyle olması gerektiğini sanardım. Normal olanın bu olduğunu sanardım.

Yemek den sonra odama geçip çizimimi tamamladım. Genelde çok beğendiklerimi koparıp asarım ve bu yaptığımı da çok beğendim bu yüzden çekmeceden siyah bir çerçeve alıp içine yerleştirdim ve yatağımın yanındaki duvara ilerledim asılı olan çizimlerden birini indirip yerine elimdekini astım, daha sonra yaptığım diğer çizimlere göz gezdirdim. Ödevler dışında yaptığım çizimlerde çevremdeki insanları kullanmayı seviyorum ve nadiren de duvarıma asarım. Duvarımda abimin bütün arkadaşlarının bir çizimi var, bir keresinde çizimleri görüp çok beğenmişlerdi sonrasında da hepsi tek tek beni de çiz diye ısrar edince bende zevkle çizmiştim.

Yatağıma uzanıp telefonumla ilgilenmeye başlamışken kapım çaldı ve yine kesinlikle babam onun dışında kimse kapımı çalmaz.

“Gel baba.” Derken doğrulup sırtımı yatak başlığına yasladım.

“İyi geceler demek için geldim.” Dedi ve gülümsedi. Ben kafa salladığımda gelip yanıma oturdu. Bazen gelip böyle konuşurdu benimle.

“Günün kötü geçmiş gibi yine.” Derken ellerimi tutup yüzüme baktı.

“Yani hep aynı geçiyor ama seni görünce iyileşiyorum.” Deyip gülümsedim oda gülmüş ve duvardaki yeni astığım resim dikkatini çekmiş gibi kaşlarını kaldırdı. Parmağıyla işaret edip. “Bu yeni mi?” Dedi. Çizimi yoklayıp babama döndüm.

“Evet bugün çizdim onu nasıl olmuş?” Derken tepkisini merak ettiğim için onu dikkatlice izlerken afallamış ifadesini gizlemek için gülümsemesi dikkatimi çekti. “Fazlasıyla güzel olmuş da bu yakışıklı kim?” Derken sorgular gibi kaşlarını kaldırdı. “Bugün eve gelirken yolda gördüğüm biri öyle, tanımıyorum yani.” Dedim.

“Öyle olsun bakalım.” Derken ellerini dizlerime yavaşça vurup ayağa kalktı gitmeden alnıma minik bir öpücük kondurup çıktı odadan.

 

🕯️

 

Sabahın değil gecenin körüydü saat. 03:20 civarı uyandım ve daha da uyuyamadım aslında şaşırılacak pek bir şey yok bu da her gün yaşadığım şeylerden biri. Belki bir gün son bulacağına inandığım şeylerden biri. Üzerimdeki saçma pijamalar, dün yatmadan önce yukarıdan toplayıp topuz yaptığım dağınık saçlarım ve göğsüm ile bacaklarım arasına sıkıştırdığım minik yastığım ile koca salonun ortasındaki koltukta oturmuş yeri seyrediyordum. Televizyondaki belgesel kesinlikle odağım dışındaydı.

“Kara kuzum ne yapıyorsun burada?” Babamın uykudan uyanmış hırıltılı sesini duyunca irkildim. “Hım?” Derken yüzümü babama çevirdim. Saat çoktan altı olmuş muydu? “Yine uyandın ve uyuyamadın değil mi?” Sorusunu göz ardı edip. “Sen işe gitmek için mi kalktın?” Dedim. Oda kafa sallayıp. “Evet sende yatağına git uyumaya çalış istersen.” Dedi.

“Bir saat sonra gideceğim zaten kahvaltı filan yapıp hazırlanırım.” Dedim. Cevabıma onaylar şekilde kafa sallayıp alnıma minik bir öpücük kondurup çıktı evden.

Babam gittikten sonra bende vakit kaybetmeden hazırlanıp çıktım, kahvaltı filan yapmayacaktım tabii ki yalandı, yol üstü bir americano alıp öğünü geçiştirmiştim. Her zaman erken uyanıp erken gittiğim için okula şoförde alışmıştı buna ve benim onu aramama gerek kalmadan uyanmış beni bekliyor olurdu arabada. Okulun sokağına geldiğimizde arabayı durdurmuştu kapıya kadar arabayla gitmezdim sokağın başında iner yürürdüm çok uzun bir mesafe olmasa da spor yaptığıma inandırıyordum beynimi.

Evden erken çıktığım içisokak bomboştu. Arkamda bir hareketlilik hissedince kulaklığımı indirip kafamı hemen çevirdim ama kimseyi görememiştim tekrar önüme dönüp yoluma devam edecekken önüme atlayan bedenle afalladım ve geri adım atayım derken ayağım kaymıştı tam götümün üstüne düşecekken önüme atlayan salak çocuk kolumdan kavrayıp düşmemem için kendine doğru çekti beni.

Kolumu elinden kurtarmak için oynatmamla kendine yeni geliyormuş gibi afallayıp iki adım geriledi. Mahcupça boynunu kaşırken konuştu.

“Üzgünüm bir anda önüne atlamamalıydım.” Dedi. Sorun olmadığını belli etmek adına kafamı iki yana salladım ve boynumda duran kulaklığı kulaklarıma geçirdim tam yoluma devam edecek iken tekrar önüme geçip yolumu kesti attığım adımı geri çekip suratına aval aval baktım. Bir süre o konuşmayınca “Ne var.” Dercesine kaşlarımı kaldırdım.

“14 Ekim ikinci karşılaşmamız.” Dedi ve bana beklentiyle bakmaya başladı. Yüzü tanıdık gelmişti zaten. Kaşlarımı kaldırıp. “13 Ekim sarışınısın sen.” Dedim. Neşeyle kocaman gülümseyip konuştu

“Lakabı sevdim Jan- yani adını bilmediğim kız.” toparlayayım derken ki batırışını izledim ve adımı nereden bildiğini sormadım çünkü yaka kartımda yazıyor zaten. “Yani yaka kartından gördü-” Lafını kestim. “Anladım.” Dedim sert bir şekilde. Bıkkın bir nefes verdim.

“Hırkanı isteyeceksen çöpe attım. Git çöpte ara önümde boş boş konuşma.” Dedim ve tekrardan yürümeye başladım oda peşimi bırakmaya niyeti yokmuş gibi yüzü bana sırtı da yola dönük şekilde yürümeye başladı.

“Arkadaş olmaya çalışıyorum ya.” Mızmızlanır gibi konuşmasına göz devirip.

“Gidip Çağrıyla filan arkadaşlık kursana sen tencere kapak olursunuz.” Dedim. Bahçe girişindeki turnikeye okul kartımı okutup ilerlemeye devam ettim oda kartını okutup vakit kaybetmeden yanıma koştu.

“Bir dakika, Çağrı da kim? Okula yeni nakil oldum. İkinci sınıf heykel bölümündeyim. Sen?” Derken tekrar yolumu kesip önüme geçtiği için durmak zorunda kaldım. Konuşurken parmaklarını görünmez bir heykeli şekillendirir gibi oynattı.

“Birincisi hoş geldin deme zahmetinde bulunmayacağım. İkincisi bela mısın lan sen? defol git başımdan!” Dememle düşen suratına bakmayı kesip tekrar yürümeye başlamıştım ki iki adım attıktan sonra durup ona döndüm.

“Ve sana borçlu olduğumu filan söyleyeceksen hırkayı ben istememiştim.” Dedim. “Ben sadece arkadaş olmaya çalışıyordum.” Dedi. Başımı olumsuz anlamda yavaşça iki yana sallayıp.

“Şimdiye dek bu okul da en uzun konuştuğum kişisin ve kırıcı olduğumu biliyorum bunun için bir şey yapamam, neyse yakışıklı çocuksun o yüzden arkadaş edinmeye çalışmana gerek yok birkaç saate kalmaz iki binada da adın duyulur ve etrafında pervane olurlar merak etme 13 Ekim sarışını.” Dedim ve arkamı dönüp derslik binasına ilerlemeye başladım.

“Bu arada adım Burkay ege.” Arkamdan bağırışını duymazdan gelip binaya girdim.

Saatin erken oluşundan dolayı, neredeyse boş olan sınıfa girdiğim gibi kınayan bir kaç bakışı üstümde hissetmiştim ama biri hariç Reha ülgen her sabah bıkmadan harika gülüşü ile bana el sallar, Çağrı her başıma üşüştüğünde türlü bahaneler ile yanımdan uzaklaştırıp oyalardı. Ona iğrenç davranmama rağmen bu gibi minik yardımlarını hep sürdürürdü tabii abimin arkadaş grubunda olmasından kaynaklıda olabilir bu davranışları.

Reha benden bir yaş küçük, profesyonel boksör neden spor lisesi yerine sanat lisesinde olduğunu hiç sormadım ama resim yapmayı seviyor bu yüzden olduğunu düşünüyorum. Ortak resim derslerimiz var.

Geçenlerde kızlar tuvaletinde bir kaç kızın konuştuğu bir konu dikkatimi çekmişti. Pera okullarında yeni bir sistem yürürlüğe girecekmiş daha onaylanmamış ama kızın annesiyle babası onaylanacağından çok eminmiş sistemin tam olarak ne olduğunu anlayamamıştım kısa konuşmadan ama tek anladığım Hiyerarşi olacakmış.

 

🕯️

 

Öğle yemeği vakti gelmişti çoktan. Açlıktan başım ağrıdığı için hiçbir derse odaklanamamıştım bu yüzden kendime ettiğim yeminleri es geçip ortak yemekhaneye indim. Üzerimde ki bakışlardan dolayı indiğime bin pişman olmama rağmen yemeğimi alıp arka masalardan birine oturdum. Kafamı masaya doğru eğmiş bir şekilde yemeğimi yer iken tam karşımda duran botlara bir bakış atıp bıkmış bir nefes verdim ve elimdeki kaşığı bırakıp arkama yaslandım. Başlıyorduk yine ve yeniden. Boş bakışlarımla gözlerine baktım.

“Naber Ulya?” Dedi. Aynı bakışlar ile suratına bakmaya devam ettiğimde yarısını bitirdiğim tepsime bakıp alaycı sırıtışı ile tekrar konuştu.

“Yemeği beğendin mi?”

Hep aynı laflar.

“Siktir git.” Diye fısıldadım. Stresliyken ya da sinirimi bastırıyorken istemsizce sağ elimin baş parmağındaki tırnağım ile sol bileğime kanayana kadar acı çektirirdim. Kapanamamış olan yırtıklar sert darbelerim ile tekrardan açılıp kanamaya başlamıştı.

Liseye başladığım ilk gün yaşadığım şeyler düştü zihnime bir türlü aşamadığım ilk gün. Objektif olarak her şey aynıydı tek fark benim masadan kalkıp gitmemdi. Kaçmıştım. Korkak gibi kaçmıştım. Hep yaptığım gibi. Yapabildiğim en iyi şeyi yapıp kaçmıştım. O gün için yaptığım en büyük hatalardan biriydi, Çağrı gün boyunca beni rahat bırakmamıştı kırılan egosunun hıncını almıştı benden. O gün eve ıslak ve yapış yapış olan kıyafetlerimle dönmek zorunda kalmıştım.

Aynı iğrenç sırıtışı ile bana bakmaya devam edip elindeki tepsisini benim yarım kalan yemeğime boşaltıp konuştu.

“Önündeki sana yetmez diye düşünmüştüm ondan kendi tabağımı sana verme kararı aldım. Nasıl yapmışım iyi yapmış mıyım?” Dedi. Bıkkın bakışlarımla suratına bakmaya devam ettim.

Tepsiyi alıp kafana geçirmek vardı şimdi.

“Ya yapma böyle yesene aç kalmanı iste-” Sabrımın sonlarında Reha'nın gelmesi için dua ederken her şey bir anda oldu 13 Ekim sarışını önümdeki tepsiyi tek eliyle tuttuğu gibi dolu tarafını Çağrı'nın suratına geçirmişti. Ben şokla olanları izlerken o, aldığı darbenin sarsıntısı ile yere düşmüş olan Çağrı'nın karnına güzel bir tekme atıp yanıma geldiği gibi elimden kavradı ve beni dışarı çekiştirmeye başladı yemekhaneden çıkmadan önce yüksek sesle bağırdı.

“İyi yürekliğin içindi bu piç.” Yemekhaneden çıkıp koridorun sonundaki büyük camın önünde durdu. Ben şaşkınlıktan tepki veremezken beni koltuk altlarımdan tuttuğu gibi camın önündeki betona oturttu. Ben hala şaşkınlıkla onu izlerken yüzümü daha iyi görmek için eğilip ellerini yanaklarıma koydu ve yüzüme bir şey olup olmadığını kontrol eder gibi baktı.

Neden, neden yaptı bunu?

Yüzümdeki ellerini indirdikten sonra kendimden uzaklaştırmak için göğsünden ittirip hafif yükselttiğim sesimle konuştum. “Sana ne demiştim lan ben!” Dedikten sonra tekrardan göğsünden ittirip daha çok bağırdım. “Ne demiştim he!!” Tekrar göğsünden ittireceğim sırada bileklerimden sıkıca tutması ile ağzımdan minik bir inilti kaçtı. Bileklerimi sıkmayı bırakıp iç kısımlarını kendine çevirdi.

“Bunu sen mi yaptın?” Gözlerindeki saçma üzüntü ile gözlerime bakmaya başlaması ile sakinleşmeye çalışıp konuştum. “Kes şunu ve benden uzak dur.” Gözlerime aynı şekilde bakmaya devam ettiği için tekrar konuştum. “İnandırıcı gelmiyorsun.” Dediğime cevap vermeden sağlam bileğimden tutup beni sürüklemeye başladı. Revirin kapısından girip beni yataklardan birine oturttu. Pansuman için gerekli olan şeyleri alıp karşıma tabure çekip oturdu, bıkmış bir nefes verip konuştum.

“Kimsin sen?” Buz mavisi gözleriyle gözlerime bakıp.

“Burkay Ege Dalkıran.” Dedi.

Şaka gibi.

“Senin ise 13 Ekim sarışınınım.” Dedi. Ağzından çıkanların hiç bir mantığı olmadığı için çattığım kaşlarım ile ona bakarken büyük yara bantlarından yapıştırdığı bileğime minik bir öpücük kondurdu.

Minik ve ölümcül bir kelebek öpücüğü.

“Ne saçmalıyorsun.” Deyip bileğimi elleri arasından kurtardım. Tekerlekli tabure ile hafif geri kayıp gözlerime bakarak konuştu.

Ci siamo incontrati di nuovo. (Tekrar buluştuk)” Dedi İtalyanca. Neden bir anda İtalyanca konuştuğunu anlayamadım, benim İtalyanca ile alakam bile yok ama daha saçma olan kurduğu cümleyi anlamış olmam. Çatık kaşlarım ile ona bakmaya devam ederken tekrar konuştu.

Siamo arrivati fin qui. (Buralara kadar geldik.)” Demesiyle kulaklarım uğuldamaya, başım dönmeye başladı. Başıma saplanan köklü ağrıyla kafamı eğip ellerimi şakaklarıma bastırdım. Kesik kesik aklıma düşen sahneyle duraksadım ve kulaklarım da aynı ses yankılandı. “Era come se volessi scappare da me. (Benden kaçmak istiyormuş gibiydin.)”

Ma ti amo ancora cosi tanto. (Ama ben seni hala çok seviyorum.)” Şok olmuş şekilde durmayı kesip kafamı kaldıracak iken gözümün kararmasıyla yer ayağımın altından kaymıştı.

 

🕯

Bölüm sonu...

Sosyal medya hesaplarıma bekliyorum hepinizi ve kitap hakkın da ya da her hangi bir şey hakkın da sizinle konuşmak beni çok mutlu eder yazmaktan çekinmeyin lütfen, daha geniş bir kitleye sahip olabilmemiz adına kitabı sevdiklerinize önermeyi unutmayın...

Amo vuestras almas tocando mi alma.

N.Ç

Bölüm : 02.09.2024 12:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...