Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. BİZ DÜŞMANIZ KAYLA

@ribcagrave

 

 

 

 

İyi okumalar...

 

 

 

1. BİZ DÜŞMANIZ KAYLA

 

 

 

İnstagram: ribcagrave

 

 

 

 

Jean Castel, God, Pt. 1

 

 

 

2024 İlk baharın ilk ayı Mart sonu:

Ne içimdeki sokaklara sığabildim. Ne evime sığabildim. Ne de dışarıdaki dünyaya. Ait hissetmedim hiç. Evime, okulda takıldığım arkadaşlarıma, dört yıl sonra başına geçmek zorunda olduğum babamın şirketine. Hiçbir zaman hiçbir yere ait hissedemedim. Belki de hissettiremediler, bu hayat bana iyi davranmadı, belki eğer varsa, sonraki hayatım bana iyi davranır.

Kaç dakikadır bu kapının önünde dikildiğimi bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki bu kapıdan içeri girmek istemediğim. Kaçmak arkama bile bakmadan koşarak kaçmak istiyorum. Bütün dünya yıkılsa ve tek burası ayakta kalsa bende o dünyayla yıkılmaya razıyım, burada bulunmaktansa.

Orası. “Evim.”

Cehennemim.

Asla ait olamayacağım tek yer.

Orada dikilmeye son verip bir saat önce beni çalışma odasına çağırtan babamın bana neler söyleyeceğini veya yapacağını bilerek kapıyı tık tıkladım.

“Seni işe yaramaz pislik! buraya gel!” Yarı araladığım kapıdan içeri daha girmemiştim ki babamın yerinden hızla kalkıp hızlı adımlarla bana yaklaşıp yüzüme savurduğu tokadın hızıyla omzuma dönen başım ile kalakaldım orada. İki eliyle yakamdan çekiştirip kızarmış gözlerim içine bakıp konuştu.

“Bu seferde o kızı geçemezsen kimse alamaz seni elimden!” Yakamı savururcasına bırakıp dönen sandalyesine geri oturdu. “Tokat yetmedi diyorsan çıkma odadan.” Demesiyle arkamı dönüp çıktım odadan hızlı adımlarla merdivenleri tırmanıp üst kattaki odama girdim.

Yatağımın dibine yere çöküp oturdum. Babam böyle bir insan rekabetçi, rakibi olduğu şirketten hep üst seviyede olmayı isteyen biri aslında çoğu konuda üst seviyede zaten; para, mal, mülk, hisseler gibi şeyler onu aşağı çektiğine inandığı tek şey benim. Ben ve notlarım, ben ve asla ilk sırada yer alamamam. Kayla İlter'i asla geçememem onu sinir eden etken.

Annem mi? O da yok yanımda, babamın rekabeti, şu an bana yaptığı gibi onu da yiyip bitirdi, dayanamadı böyle yaşamaya tükendi. Başta, içmekten başka bir şey bilmiyordu ama beni düşünürdü. Küçücüktüm ama hiçbir zaman annemin bencilce davrandığını düşünmedim. Haklıydı, yaşadıkları çok fazlaydı. Geceleri gelip başımı okşar özür dilerdi, böyle bir adamla evlenip beni doğurduğu için özür dilerdi. Beni böyle bir cehenneme attığı için özür dilerdi.

Sonra bunu yapmayı bıraktı odama gelmez oldu, içmeyi de bıraktı. O, hiçbir şey yapmamaya başladı daha doğrusu yapamamaya. Yaşayan bir ölü gibiydi. Yatak da boş bakışlarıyla tavanı izlerdi tüm gün. Babamı unuttu, beni unuttu, o kendini bile unuttu. O tükendi en sonunda. Kollarındaki serumlarla hayata tutunurdu, bir zaman sonra serumlarda onu hayatta tutamadı. Onun ölümünü babam getirdi. Babam ve onun rekabeti.

Başımı yatağa yaslamış boş bakışlarımla tavanı izlerken telefonumun bildirim sesiyle kendime geldim.

 

Siwoo:

Tae buldum numarayı

Lan öldün mü?

Cevap verseneğğ

 

 

Tae-ho:

 

 

Teşekkür ederim Woo

 

Siwoo:

Noldu lan sen bana teşekkür etmezsin.

Babanla mı kavga ettin yine?

 

 

Tae-ho:

 

 

Yani biliyorsun babamı.

Siwoo:

Ne dedi bir şey yaptı mı sana?

 

 

Tae-ho:

 

 

Tokat attı.

Siwoo:

Başka bir şey yapmadı yani eminsin 🤨

 

 

Tae-ho:

 

 

Yapmadı oğlum salak mısın?

 

 

Neyse ben şu kıza yazıyım.

Siwoo:

Yaz bakalım.

Beni haberdar et 😘

 

 

Tae-ho:

 

 

Tamam 🤦🏻‍♂️

 ☙ 

 

 

-Tae-ho & Kayla-

 

 

 

Bilinmeyen numara:

 

 

Selam.

1bunny:

Selam??

 

 

Bilinmeyen numara:

 

 

Ben bir şey sormak için yazdım.

1bunny:

Tabii ama kimsin?

 

 

Bilinmeyen numara:

 

 

Soru işareti atmayı kes geriliyorum.

 

 

Neyse ben Han Tae-ho duymuşsundur belki,

 

 

Okul ikincisiyim.

1bunny:

Hayır duymadım üzgünüm.

 

 

2zorba:

 

 

Ah sorun değil.

 

 

Kimse ikincileri umursamaz zate|

 

 

Aynı sınıfta bile değiliz zaten.

1bunny:

Şakaydı tanıyorum seni.

Zorba hergele.

 

 

2zorba:

 

 

Hergele??|

 

 

Neyse ben sana bir şey soracaktım.

 

 

Doğrusu bir ricada bulunacaktım.

1bunny:

Niye bu kadar saygılı konuşuyorsun lan

Ne bok isteyeceksin?

 

 

2zorba:

 

 

Sınavda bilerek yanlış yapar mısın?

1bunny:

Ne?!! 

Ne biçim istek lan bu

Delirdin herhalde

Salak#>*&!

Komik şaka.

 

 

2zorba:

 

 

2.dönem sınavlarında birinci olmam lazım

 

 

En azından bir tanesinde sadece.

1bunny:

Vay be yüzsüz olduğunu biliyordum da

Bu kadarını beklemiyordum

Neyse salak,

Sen nasıl birinci olmak istiyorsan

Bende istiyorum.

Yani bilerek yanlış yapamam.

 

 

2zorba:

 

 

Ya bir kerelik sadece lütfen.

1bunny:

Lütfen mi?????

Lütfeğn miğğğğ

???????

Sen zorbalar kralı lütfeğnmiğğ

Kdkdkdpiçkdskdjkjfkks

Ay çok güldüm neyse olmaz tabii ki salak

Amaaa  

İstersen sana ders çalıştırabilirim

 

 

2zorba:

 

 

Neden?

1bunny:

Ne demek neden amk

Notun yükselsin diye ezik

İstemiyor musun yani

Benim için hava hoş.

 

 

2zorba:

 

 

Çalışma stili işime yara|

 

 

Yok yok istiyorum.

 

1bunny:

Tamam o zaman

Yarın okuldan sonra görüşürüz.

 

 

2zorba:

Tamam 

☙ 

 

 

-Grup sohbeti-

 

 

 

Nam-in:

Bak kardeşim öyle değil o

Jun: 

Nasılmış Nam-in kardeş?

Si-woo:

İnanamıyorum böyle saçma

Bir şeyi tartıştığınıza

Yani napalım namunun dayısının

Karısının altıncı hamileliğini

Öteki dayısının hamile kalamayışını

NAPALIĞĞMMM!!

Nam-in:

Önemli ama yazık biri anca sıçıyor

Diğerinin hiç yok.

Han-sol:

Çok üzücü lan.

Si-woo:

Ağlıyon mu olum?

Han-sol:

Hqyır ne dğlaması.

Jun:  

Ağlıyor.

Si-woo:

Deli piç

Tae aşkım nerdesin lann

 

 

Tae-ho:

 

 

Hee hany çok üzücüymüş.

Si-woo:

Neyse o gebeşi bırak

Yazdın mı sen?

 

 

Tae-ho:

 

 

Evet kabul etmedi

Jun:  

Ne bekliyordun ki

Tamm kardeşim sen yeter ki

İste ben sınavdan kalırım

Demesini mi?

 

 

Tae-ho:

 

 

Uff evet

 

 

Bana gel sana ders çalıştırayım

Dedi 

Han-sol:

Sende kabul ettin?

Nam-in:

Yok lan etmemiştir onun

Ders çalıştırmasına mı kaldı

 

 

5 dk sonra

Si-woo:

Sen bi sessizleştin.

Jun: 

Kabul etmiş.

 

 

Tae-ho:

 

 

Yqk be nw eycem

Jun: 

Etmiş.

Si-woo:

🤦🏻‍♂️

Nam-in:

🤦🏻‍♂️

Han-sol:

🫃🏻

 

 

Tae-ho:

 

 

Hany one lan cibiliyetsiz

 

 

Rezil herif

 

Han-sol:

HAHAHAHAA

Nam-in:

Neyse baya baya kabul ettin yani

 

 

Tae-ho:

 

 

Ettim boşluğuma geldi amk

Si-woo:

Nasıl boşluk lan o?

Zaten okul ikincisisin

Ayrıyeten bir sürü dershaneye gidiyorsun

Ondan ders almana ne gerek var

 

 

Tae-ho:

 

 

O benden iyi ama

 

 

Bide çalışma stili işime yarar

Jun:
Aynı bokun laciverti aq

Neyse bakalım bundan ne bok

Çıkacak.

 

 

Tae-ho:

 

 

Neyse işim var bays hanımlar

 

☙ 

 

 

Kimya Hocasının gerici dersinden çıkıp kayla ile ders çalışmak için ikinci katta ki kütüphaneye geldim. Kapıda durmuş nerede oturduğunu görmek için bakınırken köşelerden bir masadan; minik elini havaya doğru kaldırmış sarı kafanın, bana doğru salladığını gördüğüm gibi oturduğu cam kenarındaki masaya doğru ilerledim.

“Selam Kayla İlter.” Deyip karşısındaki koltuğa kuruldum. Sarı uzun kat kesimli saçlarına oradan da çimen yeşili gözlerine baktım.

Yüzünden düşmeyen gülümsemesine takıldı gözlerim. Yanaklarında kusur olamayacak kadar güzel olan gamzelerine. “Selam ezik.” Tatlı bir şekilde gülümseyip kollarını masaya yasladı. “Hangi dersten başlamak istersin.” Dedi.

“Kimya.” Dedim. Karakterlerimiz kesinlikle çok zıt o, hep neşeli, güler yüzlü ve iyimser iken ben soğuk, ruhsuz, karamsar ve depresyondan çıkamayan biriyim. Ne demişler zıt kutuplar birbirini çeker. Yani beni kendine çeken o. Onun çekildiği başka birisi var. Bu durumda kısmen ikinci erkek durumuna düşüyorum. Babamın kısmi baş düşmanının kızına âşık olmam da ayrı komedi.

Benim komedi gibi hayatıma hoş geldiniz!

Çok klasik değil mi? Kayla ne kadar çabalasam da asla geçemediğim tek kişi. O beni doğru düzgün tanımazken ben onun hakkındaki en ufak ayrıntıya bile sahibim. Babalarımız birbirinden nefret eden iki iş adamı bizde onların piyonlarıyız. Hayatım boyunca her konuda onu geçebilmek için çabaladım.

Bana bu söylendi; Bunu yapmalıydım, en başarılı olmalıydım, yıllardır bana dayatılan kural buydu, bu durum hiç değişmedi her seferinde o birinci ben ise ikinci olurdum. İlk okulda, orta okulda ve lisede de.

Bu durum ona olan kıskançlığımı hep arttırırdı ta ki lisenin ilk yılına kadar; garip bir şekilde gözüm sürekli onun üstünde nerede olsam gözlerim onu arıyor ve ona olan kıskançlığım neredeyse kayboldu, daha çok yaptığı her hareket hoşuma gitmeye başladı neredeyse hiç gülmeyen ben onun yaptığı her harekette kendimi gülümserken buluyordum ve bu her zaman böyleydi aslında ona olan duygularımı nefret sanmıştım. Onu kıskanmamı aramızdaki rekabete yormuştum ama aslında olan yabancı olduğu için okulda hep popülerdi, etrafında dört dönen erkeklerden onu kıskanırdım ve bunu nefret sanırdım.

“Hey sana diyorum. Sana ezik dememden rahatsız olmuyor musun?” Dedi. Yanımdaki koltuğa koyduğum çantama uzanırken, “Hayır umurumda değil.” Dedim. Çantamdan gerekli şeyleri çıkartıp geri eski yerine koydum. Bu yıl lisedeki son yılımız, yılda denemez baharın başındayız, Temmuz sonunda artık mezun olacağız beş ay sonra ve Kayla Amerika'ya gidecek. Dört yıldır içimde tuttuğum hislerimin gömülme vakti gelmiştir belki de.

Hah umurunda değilmiş.” Türkçe olduğunu tahmin ettiğim dilde bir şeyler söyleyip oda kitaplarını çıkardı. Dirseklerimi masaya yaslayıp yüzüne yaklaştım. “Küfür mü ediyorsun bana?” Yüzünü buruşturup başını hafif geriye çekti. Bu kadar mı iğreniyor benden? Diye düşünmeden edemedim.

“Kesinlikle öyle yapıyorum zorba hergele.” Derken işaret parmağıyla alnımı geriye ittirdi. “Neyse hadi başlayalım.”

 

 

☙ 

 

 

Neredeyse bir buçuk saat kimya çalıştıktan sonra başka bir derse geçmeden önce mola verdik. Çalışma süremiz boyunca kendimi Kayla'yı incelemekten geri çekemedim. Onu izlemekten konuya odaklanamamıştım. İyi ki onunla aynı sınıfta değiliz öyle olsaydık onu izlemekten başka hiçbir şey yapmazmışım.

“Şimdi hangisini çalışmak istersin?” Elinde tuttuğu matematik kitabıyla biyoloji kitabına bakarken aklıma gelen şeyle hızla saatime çevirdim bakışlarımı. Geç kaldım. Elimle alnıma vurup masadaki eşyalarımı aceleyle toplamaya başladım. Aceleci halime şaşıran Kayla kalemlerimi almak için uzattığım elimi tutup durmamı sağladı.

“Ne oldu? Ne bu acele?” Hızlanan kalp atışlarımla elimi tutan eline bakmayı kesip yüzüne baktım. Ondan bu kadar çok etkileniyor olmam çok kötü. Çok çok kötü. Elimi yavaşça çektim. “Dershaneye gitmem lazım geç kaldım.” Şaşkınlıkla çimen yeşili gözleri büyüdü.

“Bu saatte mi? Hem neden dershaneye gidiyorsun ki?” Çantamın fermuarını kapatırken sorduğu soru aklıma takıldı. Fermuarı çeken elim durdu, başımı ona çevirdim ve şaşkın sesimle aksini duymak istercesine yavaşça sordum.

“Sen, gitmiyor musun?” Başını iki yana salladı. “Hayır. Hiç gitmedim.” İstemsizce sinirli bir gülüş kaçtı ağzımdan. Sinirle tek elimle saçımı geriye yatırdım.

“Vay be. Harikaymış.” Çantamı omzuma attım ve kütüphanenin çıkışına doğru yürümeye başladım. Kapıda beni beklediğine emin olduğum arabayı görmemle ona doğru ilerleyip arka kapısını açıp bindim. Kapıyı kapatmamla araba hareketlendi.

“Ders çalışıyordum saatin geç olduğunu fark edememişim özür dilerim.” Şoför koltuğundaki yüzünü ilk kez gördüğüm adam. “Benden özür dilemeyin.” Dedi. Babamın işe yeni aldığı adamlarından biri olmalı. Ne zaman işe aldığı çalışanlarla yakınlaşsam anında hepsini değiştiriyor. Kurallarını çiğneyememem için.

“Babama söyleyeceksin değil mi?” İzbandut adam dikiz aynasından bana soğuk bir bakış attı. “İşim bu.” Dediğiyle kendimi tutamayıp kahkaha attım. “Sıçayım sizin işinize.” Diye mırıldandım.

“Efendim duyamadım sizi.” Dedi. Bu sefer daha yüksek sesle.Sıçayım sizin işinize! Durdur arabayı!!” Dedim.

“Yapamam efen-” Sözünü kestim. “Dur dur şu arabayı!!” Diye bağırarak önümdeki boş koltuğa vurdum. Duran arabayla aceleyle çantamı alıp indim arabadan, peşimden inen adamı görmemle geldiğimiz yöne koşmaya başladım.

Bana seslenen adamla kendime geldim başımı iki sallayıp “Efendim?” Dedim. “Az önce ne dediğinizi duyamadım diyorum.” Bıkkın bir nefes verip arkama yaslandım. “Boş ver. Önemli değildi.” Az önce düşündüğüm şeyleri hayata geçirecek biri değilim ben. Korkağın tekiyim.

Babamın milyonlarını yatırdığı dershaneden çıkıp eve geldik. Kapıdan içeri girdikten sonra odama çıkan merdivenlere ilerleyecektim ki salondan gelen bağrışma sesleriyle oraya ilerledim aralık kapıdan içeriye bir göz attım. Yine babam ve o kadın. Kadın ayakta bağırarak bir şeyler söylüyorken babam oturmuş rahat tavırlarıyla ona bakıyor. Anneme de aynısını yapardı. O kadına bu eve geldiği gün kaçıp gitmesini söylemiştim. Beni dinlemedi babamın parasına kandı.

Açılan salon kapısıyla kadınla karşı karşıya geldik göz devirip arkamı döndüm. “Sana kaç demiştim.” merdivenlerin başına gelince vücudumu ona doğru çevirip bana bakan kadına baktım ve başımı iki yana salladım. “Kaçmalıydın.” O ise ağladığı belli olan gözleriyle beni izledi sadece.

Odama girip duş aldım ve çalışma masama oturdum ve günün tekrarını yapmak için defterlerimi açtım. Çalınan kapımla başımı kapıya çevirip girmesi için seslendim. “Gelebilirsin.” Sesimi duyan hizmetli kapıyı yarım açıp, “Babanız sizi çalışma odasında bekliyor.” Dedi. Derin bir nefes verip ayağa kalktım ve kapıda duran ellilerindeki kadının yanından geçip ikinci katta olan çalışma odasına gidecektim ki yarı yolda aynı kadın beni durdurdu ve kısık sesle.

“Size yaptıklarını şikâyet etmemi ister misiniz? Çalışma odasındaki kamera kayıtlarını kanıt olarak sunabilirsiniz.” Başımı iki yana salladım. O kayıtlar gizli bir klasöre aktarılıp kendi kendini temizliyor. Yani ortada kanıt kalmıyor.

“Böyle olmayın, benimle konuşursanız kovulursunuz.” Dedim ve kadına arkamı dönüp nefret ettiğim kapının önüne geldim tekrar, arkamdaki kadının üzgün bakışlarıyla beni izlediğine yemin edebilirim. Bende kendime üzülüyorum, bu acizliğime acıyorum ama alışmıştım artık; bu odadan aldığım yaralarla çıkıp odama dönecek, sabah olunca hiçbir şey olmamış gibi giymem için hazırlanmış kıyafetleri giyerek okula gideceğim, ondan sonra tekrar dershane tekrar ev. Programımda aksaklık olmamalı, olursa çalışma odasındaki kapısı şifreli arka odaya uğramak zorunda kalırdım. Şimdi olacağı gibi

Derin bir nefes aldım ve kapıyı tıklayıp ağır adımlarla içeri girdim. “Buraya gel. İşe yaramaz pislik.” Dedi sakince.

O gece, baygın bedenimi hizmetliler odama taşıdı.

 

Çalan alarmı zorla kapatıp ayaklanmaya çalıştım sırtımda hissettiğim tanıdık acıyla tekrar oturdum yatağa o sırada sessizce odamın kapısı açıldı ve dün bana yardım etmeye çalışan yaşlı kadın içeri girdi. Elindeki ilk yardım setini yatağa bırakıp bana yaklaştı.

“İyi misin? Benimki de soru değilsin tabii ki. Ben şimdi yaralarını tekrar sarıcam. Kanamışlardır gece.” Dedi kısık sesle. Dediklerine cevap vermeyip üstümdeki sırtı kanlanmış badiyi çıkarmasına izin verdim.

Krem sürmeyi bitirip üstlerine bant yapıştırdı sonra da bandajla bütün gövdemi sardı. “Gün içinde kanarsa diye bandaj ile sardım.” Onaylarcasına başımı sallayıp. “Teşekkür ederim.” Dedim. Aralık kapıdan içeri sızan ışığın yardımıyla zar zor gördüğüm gözlerine baktım. Dolu gözleriyle ellerini yanaklarıma koydu.

“Önemli değil yavrum. Bak bir şey olursa bana gelebilirsin tamam mı? Ben sana yardımcı olurum.” Ellerini tutup yüzümden çektim. “Teşekkür ederim. Babam sizi yanımda görürse kovulursunuz.” Başını aşağı yukarı salladı. “Biliyorum. Telefon numaram bu,” elindeki minik kâğıdı elime tutuşturdu. “Buradan bana ulaşabilirsin.” Omuzumu sıvazlayıp sessizce geldiği gibi çıktı odadan.

Zar zor üzerimi giyinip aşağı indim. Saat sekiz kahvaltı, akşam sekiz akşam yemeği. Bu saatlerde yemekte olmalıyım olmazsam ne olur bilmiyorum bu kuralı çiğnemedim daha önce. Daha önce hiçbir kuralı çiğnemedim ben ama dün Kayla'ya o kadar dalmıştım ki on dokuz yıllık hayatım da ilk kez akşam sekiz kuralını çiğnedim bu yüzden günlük programımda olan bir maddeye bir saat geç kaldım.

Okulda bana karşı oluşturulmuş bir sürü ön yargı var; İlki zorba olduğum, daha önce kimseye zorbalık yapmadım neden böyle bir söylenti etrafta dolaşıyor hiçbir fikrim yok, sonra çok egoist olduğum, paramla hava attığım, arkadaşlarımı paramla yanımda tuttuğum yani zengin bir züppe olduğum dolaşıyor etrafta ama bu söylenenlerin hepsi bana göre yalan. İnsanlar inanmak istedikleri yalanlarla kendilerini kandırırlar.

O para bana ait değil babama ait. Hiçbir zaman bana ait olmasını istemeyeceğim bir para o. giydiğim kıyafetler, ayakkabılar, çantalar, gözlükler, taktığım yüzükler, kolyeler, küpeler bile hepsi babamın anlaşmalı olduğu yüksek markalı şeyler. Her güne farklı ayakkabı ve sırt çantası takmalıyım. Her markanın beni kiraladığı bir gün var okul formam dışında kullandığım her şey o markaya ait olmalı. Her sabah kahvaltıda babam o güne uygun muyum değil miyim diye yemek yerken gözünün ucuyla beni süzer. Uygun değilsem ne yapar bilmiyorum küçüklüğümden beri bu böyleydi.

Her gün magazin sayfalarında giydiğim şeyler, o gün ki görünümüm paylaşılır, benden habersiz çekilmiş fotoğraflarım. Ünlü iş adamının oğlu başlığı altında beni görebilirsiniz.

Her sabah odamdaki askılığa asılan formam ile o günün markası olan ayakkabıları, takıları ve çantayı o gün kullanıyorum ve bir daha göremiyorum o gün ki eşyalarımı. Aslında onlar benim eşyam olmuş bile olmuyor onlar stilistin hazırlayıp odama bıraktığı o günün markasından gelen şeyler. Zengin bir adamın piyonu olmak böyle bir hayat yaşamanıza sebep oluyor ya da olmuyordur. Sadece ben böyleyimdir.

Böyle bir hayata doğmak için önceki hayatımda ne gibi bir günah işledim bilmiyorum ama o günahı düzeltmek elimde olsaydı hiç düşünmeden geri dönmeyi seçerdim.

Boğucu ölüm sessizliği, yemek saatlerimizin geleneği çatal bıçak sesinden başka ses çıkma-- “Bu akşam benimle bir davete geliyorsun.” Şaşkın bakışlarımı yemek tabağını izleyen babama çevirdim. Neden? Neden bende geliyorum? Beni hiç götürmezdi normalde. Karşılık bulmayacağını bilen bakışlarım babamın yanındaki, ondan on beş yaş genç olan eşi Jiyeon'a döndü.

Sorarcasına kaşlarımı kaldırdım Jiyeon bilmediğini belli etmek istercesine alt dudağını büktü kafamın karışıklığıyla önüme döndüm ve her gün olduğu gibi boğazıma dizilen kahvaltımı bitirip saatin sekiz buçuğa gelmesini bekledim.

Babamla aynı anda kol saatimizi kontrol edip tam otuzu gösteren yelkovanı görmemizle ikimizde ayağa kalktık. Bundan nefret ediyorum.

İlk okuldayken okulun yüzme takımı olduğunu öğrenen babam ilk yıl bana hiç sormadan beni de ekledi o takıma, bu yüzden hayatı boyunca sudan korkan yedi yaşındaki ben yüzme takımına da katıldım. Hiç meşgul değilmişim gibi her yıl olan onlarca yarışmaya da gitmek zorundaydım. Babamın rakiplerine sunmak istediği piyonu her alanda iyi olmalı; fiziksel aktivitelerde iyi olmalı, notları iyi olmalı, görünüşü, yüzü, fiziği her şeyi iyi olmalı kusursuz bir piyon olmalıyım. Ben insan değilim, ben bir çocuk, evlat değilim ben bir piyonum. Zamanı geldiğinde oyunu kazanmak için babamın şah mat yapacağı bir piyon.

Bütün bunların farkında olmama rağmen neden mi hiç karşı çıkmıyorum? Bilmiyorum. Çaresizlik olabilir, bir gün babamın düzeleceğine olan inancımdan olabilir. Annemin zamanında sevdiği adamın içindeki sevilecek tarafı aradığımdan olabilir. Kesinlikle bu yüzden.

Yüzme takımındaki diğer çocuklar yüzme kariyerlerini ilerletmek isteyen insanlar bu yüzden çoğu derse katılmıyorlar ve vakitlerinin hepsini antrenman yaparak geçiriyorlar. Ben ise sadece gösteriş için takımda olduğum için sadece beden derslerini asabiliyorum, diğer bütün derslere katılmak zorundayım.

Bugün ilk ders beden, lazım olan şeyleri şoförün sonradan getirmesine gerek olmadığı için sabah çıkmadan odamın ortasındaki askılığa asılmış spor çantamı aldım. Okulun kapısında duran arabadan inip Louis Vuitton marka spor çantamı başımdan geçirip yan şekilde taktım, sırt çantamı da tek koluma geçirip bahçe kapısındaki turnikeye öğrenci kartımı okuturken gözüme patlayan flaşları görmemle hızlı hareketlerimi yavaşlatıp beni çekebilmeleri için zaman tanıdım onlara, yeterince zaman tanıdıktan sonra hızlıca içeri doğru ilerlemeye başladım.

Fark etmediğim bir anda arkamdan gelip zıplayarak tek kolunu omzuma sarıp üstüme çullanan bedenle sırtımdaki acıyı bastırmak için dişlerimi sıktım ve yerimde durup tek kulağımdaki airpodsu çıkardım. Benden kısa olan bedene başımı çevirdim. Boynumda olan kolunu sıkılaştırmasıyla boyuna eğilmek zorunda kaldım. “Lan Tae niye her dakika uzuyorsun oğlum sen?”

“Salak çek kolunu boynum ağrıdı.” Dememle kolunu çekti bende eğik durmayı kesip dikeldim ve üzerimi düzelttim. “Doğru çok sorry diliyorum, boynun tutulursa yüzme dersine katılamazsın.” Dediğine göz devirdim ve olduğumuz yerde durmayı kesip yürümeye devam ettik.

“Dur lan neredeyse unutuyordum. Siwoo o kadar boş hareketlerin var ki insan da akıl bırakmıyorsun.” Dediğime koca bir kahkaha patlattı ekşittiğim yüzümle ona döndüm. Anıra anıra gülerken düşmemek için kolumdan tutunarak gülmeye devam etti. Bu kadar komik değildi amına koyayım harbi kafasında var bu çocuğun. Siwoo o kadar güldü ki istemeden gergin olan bende yumuşadım ve kendimi gülümserken buldum.

“Siwoo seni seviyorum, gerçekten iyi ki varsın.” Duyduğu şeyle gülmeyi kesip şaşkınlıkla başını bana döndürdü ve göğsünü elleriyle kapatıp benden bir adım uzaklaştı. Yaptığı şey ve yüz ifadesi daha çok gülmemi sağladı. “Sağ olasın, sende iyi ki varsın birader!” Biraderi bastırarak söyledi. Omzuna bir tane geçirip gülerek yürümeye devam ettim. Kısa bir süre güldüm. Aklıma gelen şeyle yanımda telefonuyla ilgilenen bedene seslendim tekrar. “Babam akşam birlikte bir davete gideceğiz dedi.” Duyduğuyla anında yerinde durdu ve başını telefonundan kaldırıp gözlerime baktı.

“Lan, niye? Normalde getirmez seni hiç.” Omuz silktim. “Bilmiyorum.” Düşünceli şekilde önüne döndü ve binanın kapısına gelene kadar konuşmadı.

“Akşam bizde geleceğiz o davete.” Derken tekrar yerinde durup bana döndü. “Kimin daveti bu?” Gerginlikle kaşlarım çatıldı.

“Bildiğim kadarıyla İlter ailesinin.” Babamın ne yapmaya çalıştığı belli oldu. “Anladım Woo.” Sırt çantamı hızla çıkarıp göğsüne fırlattım. Reflekse tuttu “Ben antrenmana gidiyorum. Sınıfa götürürsün.” Dedim geri geri uzaklaşırken. Cevabını dinlemeden ana binadan ayrı olan havuza doğru ilerlemeye başladım.

 

Hızlıca üzerimi değiştirip mayomu giydim babamın açtığı yaralardan dolayı her zaman ki giydiğim şortlar yerine uzun kollu üstü olan takımı giymek zorunda kaldım ve bununla yüzmek çok rahatsız edici, gözlüğümle bonemi de alıp dolabı kapattım. Soyunma odasından çıkacaktım ki açtığım kapıdan içeri biri girdi. Kim Minjoon. Benim rakip gördüğüm kişi. O beni öyle görmüyor tabii ki benimle samimi olmak için verdiği çabayı görebiliyorum.

Benim öyle bir niyetim yok ama âşık olduğum kızın sevgilisi olmasaydı onunla bazen takılabilirdim, belki! Bildiğim kadarıyla Kayla ile Minjoon on ikinci sınıfın başında çıkmaya başladılar. Daha cesur olsaydım ve Minjoon'dan önce davransaydım da onunla olamazdım. İmkansızı diliyorum.

Selam vermek için elini kaldıran Minjoon'u görmezden gelip göz devirerek yoluma devam ettim havuzun başına gelip son şeritte yerimi aldım ve suya dalarak birkaç tur yüzdüm ardından başladığım yere geri döndüm. Dinlenmek için dirseklerimi havuzun dışına zemine yaslamam ile sol omzuma giren ağrıyla ağzımdan sesli bir inilti kaçtı ve erken olduğu için boş olan koca alanda yankılandı. Boş alanda olan tek kişi suya girmek için hazırlanan Minjoon ile o an göz göze geldik.

O an öyle şiddetli bir ağrıyla ne yapacağımı bilemeyerek dirseklerimi yasladığım yerden ayırdım ve sol omzumun ağrısını geçirebilmek adına elim oraya gitti ve bu yaptığıma anında pişman oldum. Tamamen suya battım ve omzumun acısından aklımı kaybettim kendimi yukarı çekebilmek için omzumu tutarak çırpınmam hiçbir işe yaramıyordu sadece daha çok dibe batırıyordu beni.

Çırpınmayı kestim ve kendimi boşluğa bıraktım.

 

 

☙ 

 

 

Başıma ve omzuma aynı anda giren ağrıyla yerimde dikelmeye çalıştım elimi önce başıma götürdüm ve alnımı iki parmağımla ovuşturdum sonra omzuma götürecektim ki minik bir el benden önce omzumu nazikçe ovaladı. Hızla gözlerimi açtım ve nerede olduğumu algılamaya çalıştım karanlık oda da köşedeki gece lambasından gelen loş ışıkta parlayan sarı saçları gördüm. Işık arkasından vurduğu için yüzü gözükmüyordu ama bu minik eller ve sarı saçların kime ait olduğunu biliyorum.

Uzandığım yerden az buçuk görünen yüzünü inceledim. “Neden buradayım?” Dedim kısık ve pürüzlü çıkan sesimle. “Neredeyse boğuluyordun.” Dedi ve köşedeki sürahiden bardağa su koyup bana uzattı yerimde dikleşip arkama yaslanacaktım ki ben daha tam dikleşemeden Kayla tek eliyle arkamdaki yastığı düzeltti. Sırtımı arkama yaslamam ile üzerimdeki pike düştü ve çıplak göğsüm gözler önüne serildi. Şaşkınlıkla Kayla'ya döndüm ama o gözlerime bakıyordu sadece, hızla sağlam elimle pikeyi üzerime çektim. Kayla'nın elindeki bardağı alıp tek dikişte içtim.

“Sen neden buradasın?” Bardağı elimden alıp eski yerine koydu. “Sen boğulurken Joon seni kurtarmış sonra ne yapacağını bilemeyerek revire götürmüş seni. Ana binadan biri yaralandığı için buradaki doktor oraya gitmiş Joon'da doktoru bulamayınca, üstüne senin nefes almadığını fark edince daha çok telaşlanmış ve doktoru bulmakla uğraşmak vakit kaybı olacağı için ilk yardımı o yapmış ondan sonra beni aradı bende doktoru bulup haber verdim ve buradayım işte.”

“Anladım sağ ol.” Dedim soğuk bir sesle. “Joon sana kıyafet ve yemek getirmeye gitti gelir birazdan.” Başımı aşağı yukarı salladım ve istemeden göz devirdim. Joon da Joon ne Joon'muş amına koyayım.

Omzuma giren ağrıyla elim oraya gitti tekrar. Yeni fark ettiğim omuz-kol askısıyla durakladım. “Omuzuma ne olmuş?”

“Çok zorladığın için çıkmış.” Kaşlarımı çattım ve tekrar sordum. “Ne zaman çıkacak bu askı?”

“Yani doktorun dediğine göre 4-6 hafta kadar kalacak.” Şaşkınlıkla gözlerim büyüdü kalamaz o kadar davete bununla gidemem hızlı yerimde dikeldim ve ayağa kalkmak için hamle yapmıştım ki Kayla durdurdu beni. “Hey dinlenmem gerek ne yapıyorsun?”

“Saat kaç?” Tek elini kolumdan çekip ceketinin cebindeki telefonundan saate baktı. “Akşam yediye geliyor.” Ne?.. Ne demek yedi, bir saat sonra davet var ve ben tüm gün uyudum. Üstüne bütün dersleri kaçırdım bu sefer işim bitti gerçekten. Kayla'nın elini nazikçe kolumdan çekip hızla ayaklandım. Altımda benim olmayan gri bol bir eşofman var ama üstümde hiçbir şey yok üstüme bir şey geçirmem lazım.

“Taeho ne yapıyorsun?” Kapının arkasında gördüğüm siyah kapüşonlu hırkayı alıp hızla üzerime geçirmeye çalıştım, o an bir şey daha kafama dank etti ve arkamı döndüm, beni izleyen Kayla'ya.

“Sen... gördün değil mi?” Neyden bahsettiğimi anladığına eminim bakışlarından belli oluyor. Bana acıyor mu? Acıyordur kesin. Bana doğru yaklaştı ve hiçbir şey demeden kollarını boynuma doladı ben? ben ise öylece durdum karşılık vermedim. Durdum sadece, sonra kollarını boynumdan ayırıp bir adım uzaklaştı.

“Taeho bana anlatabilirsin?” Kaşlarımı çattım istemsiz. “Neyi anlatacakmışım?” Dedim.

“Yani güvenebileceğin birine anlatman gereken şeyler var gibi.” Sinirden olduğu belli olan bir gülüş kaçtı ağzımdan.

“Sende bu güvenebileceğim kişiyi kendin mi sandın?” Soruma cevap vermesini beklemeden gözlerinin içine bakmak için yüzüne doğru eğildim. “Bırak bu masum kız rollerini. Biz düşmanız Kayla.” Başımı iki yana salladım.

“Sen ve baban bunun farkındasınız zaten.” Yerimde dikeldim ve başımı tavana kaldırıp derin bir nefes verdim. Tekrar Kayla'ya döndüm. Çatık kaşlarıyla beni izlerken, “Ne düşmanlığından bahsediyorsun?” Diye sordu. Hadi canım düşündüğüm şey olamaz değil mi?

“Senin baban ve babam arasındaki düşmanlıktan bahsediyorum.” Gözleri şaşkınlıkla büyüdü başını iki yana salladı. “Hayır Taeho yanılıyorsun. Onlar yakın arkadaşlar. Baban sürekli bizim eve yemeğe gelir, babam babandan hep iyi bahseder aralarında düşmanlık yok nerden çıkardın bunu?” Güldüm sinirle. Birkaç dakika sadece kahkaha attım, ağlamamak için güldüm. İnanamıyorum babam olacak piçe. Bu kadar düştüğüne inanamıyorum. Sinirden gülmeye devam ederken ilerideki yatağa oturdum tekrar.

“Siz babamı çok yanlış anlamışsınız Kayla o adam.” Sinirden dolan gözlerimle Kayla'nın gözlerine bakarak, “o adam sizden nefret ediyor. Bunu düşmanıma neden söylüyorum bilmiyorum ama ona karşı dikkatli olmalısınız.” Başımı iki yana salladım. “O istediğini almadan asla durmaz ve istediği sizin batmanız.” Cevap beklemeden hızla yerimden kalkıp Kayla'ya yaklaştım ve yüzüne doğru eğildim.

“O sizi batırmadan siz onu batırmalısınız Kayla.” Kafasının aşırı karıştığına eminim ama zamanla anlayacaktır. “Ama batarsanız sen ne olacaksın?” Sinirle omuzuna koydum sağlam elimi. “Kayla! beni siktir et. O adamı benim için batırmalısınız.” O adamı ya ben öldüreceğim ya da zirveden yere çakılışı onu öldürecek.

Şimdi o davete yetişmem gerek. Arkamı dönüp revirin kapısını açtım ve açtığım kapıdan çıkıp hızla koridorda ilerlemeye başladım.

“Han Taeho!” Arkamdan gelen bağırma sesiyle olduğum yerde durup başımı Kayla'ya çevirdim.

“Seni asla düşmanım olarak görmedim!” Bağırarak söylediği şeyin kalbimi ne denli hızlandırdığından habersiz orada durup beni izledi.

 

 

 

 

BÖLÜM SONU...

Loading...
0%