Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left5.
Bölüm
keyboard_arrow_right
@romantikyazar
Yaklaşık iki dakika sonra, tam düşündüğüm gibi, garson masaya yaklaşıp önüme yemeğimi ve şarabımı koydu. Planımın tıkır tıkır işlemesine içten içe sevinerek, "Kusura bakmayın, ben önceden sipariş vermiştim." diye açıklama yaptığımda, Mert de garsona sipariş vermek üzere konuşmaya başladı.

Melisa gibi Mert'in de italyancası çok akıcıydı. Birden merakım ağır bastı. Üç genç kız kendi aralarında ne yiyeceklerine karar verirken, yanımda sessizce oturan Artuğ'a döndüm. "Hepiniz de italyanca biliyor musunuz?"

Artuğ gözlerini mönüde gezdirirken bana bakmadan cevap verdi. "Melisa, Mert ve Simge İtalyan Lisesi'nde beraber okumuşlar. Ceren sadece ingilizce biliyor."

Açıklaması yeterliymiş gibi mönüyü incelemeye devam etti. Konuşma bitmiş gibi davranması sinir bozucuydu. "Peki sen?" diye üstelemeyi denedim.

Diğer sayfayı çevirip inceledi. "Ben ne?" diye sordu yüzüme bakma gereği görmeden. Konuşurken yüzüme bakılmamasından nefret ederdim. Çünkü duygu ve düşünceleri tartıp biçmemin en iyi yolu göz temasıydı. Belki bilerek yapıyordu, belki de sohbet etmeye bile değer görmüyordu beni.

Derin bir nefes alıp verdim. Bu kendini beğenmiş adamın ağzından laf almak, iğneyle kuyu kazmak gibiydi. "Sen italyanca biliyor musun?"

"Çok mu merak ettin?" Sonra soğukça ekledi. "Biliyorsun fazla merak iyi değildir."

"Merak ettiğimden değil. Sadece soh-"

Başını kaldırdığında nihayet yüzüme bakıp cevap vereceğini düşünürken garsona seslendi. "E se la signora bevendo dallo stesso favore." (Hanımefendi ne yiyorsa aynısından lütfen.)

"Vino?" (Şarap?) diyen garson beklentiyle Artuğ'a baktı.

"Bianca." (Beyaz) dedi yedi saniyenin sonunda. Yedi olduğundan eminim, saydım çünkü. Cevap vermeden karşısındaki kişiyi germek muhtemelen alışkanlıklarından biriydi.

Genzimden küçük bir kıkırtı yükseldi. Bir kaşını kaldırıp anlam vermek istercesine yüzüme baktı. Kahretsin, soğuk bakışları kesinlikle ifadesizdi. "Mönüyü neredeyse hatmettin, sonra da benimkinin aynısına mı karar verdin?" dedim gülme isteğimi zorla bastırarak.

"Anlaşılan beni soru sorma zahmetinden kurtarmış oldun." Oturduğumuzdan beri bana yönelik kurduğu en uzun cümleydi.

"Hangi soruymuş o?"

"Senin italyanca bilip bilmediğin sorusu." dedikten sonra tekrar beni yok sayıp Ceren'e döndü. Genç kızın kulağına bir şeyler fısıldadığında Ceren küçük bir kahkaha atıp şakayla karışık Artuğ'un koluna vurdu.

O sırada garson hafifçe eğilip tabağımı işaret etti. "İl cibo è freddo. Vorresti me per riscaldare esso?" (Yemeğiniz soğudu. Yeniden ısıtmamı ister misiniz?)

Tabağımı uzatırken minnetle gülümsedim. "Molto buono. Grazie. (Çok iyi olur, teşekkür ederim). Garson uzaklaşmak üzereyken arkasından seslendim. "Si può aggiungere un po 'di parmigiano?" (Biraz parmesan ekleyebilir misiniz?)

"Certamente" (Elbette)

Garsona teşekkür etmiş önüme dönmüştüm ki, Simge'nin alaycı bakışlarıyla karşılaştım. "Eee Lara, anlat bakalım sen neden buradasın? Hem de bu aşk kokan şehirde, tek başına." Simge kesinlikle negatif enerji saçan bir kızdı. Melisa'nın bu kızı neden yanında dolaştırdığını sorgulamaya başlamıştım.

Bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Biraz kafamı toplamak istedim. Sanırım bir tatile ihtiyacım vardı."

"Türkiye'de nerede yaşıyorsun?" Mert rahatça arkasına yaslanmış, önündeki peçeteyle oynuyordu. Sağ elinin serçe parmağında hoş bir şövalye yüzüğü vardı. Sohbet etmek için sorduğunu biliyordum. Nedense Mert'ten hoşlanmıştım. Yaştaş olmamıza rağmen, daima sığınabileceğin bir erkek kardeş gibiydi. Adı gibi mert birine benziyordu. En azından şimdilik olumsuz bir izlenim edinmemiştim.

"İstanbul'da yaşıyorum." dediğimde Melisa'nın gözleri parladı.

"Gerçekten mi? Bak buna çok sevindim işte."

"Sen de mi?" Ağzımdan bu cümle çıkar çıkmaz dün geceyi hatırlayıp aynı anda kahkaha attık. Diğerleri neden güldüğümüzü anlamazken Artuğ'un bıyık altından kendi kendine fısıldadığını duydum. "Lütfen Brütüs espirisi olmasın."

Nedense dediğini duyduğumu bilsin istedim. "Diyelim ki öyle. Ne olmuş?" diye sordum tek kaşımı kaldırarak. Gereksiz bir hareketti çünkü yine gözleri bana bakmıyordu.

"Çocukça." diye mırıldandıktan sonra tekrar Ceren'e dönüp tüm ilgisini ona verdi. Elimdeki çatalın sapını sıktım. Bir an içimden onu boğazına saplayasım geldi. O derece yani.

"O zaman İstanbul'da bol bol görüşürüz. Ne zaman dönüyorsun?" Melisa, Artuğ ile aramızdaki gerginliği farketmemiş gibiydi. Hatta Artuğ'un kendisi bile farkında değilmiş gibiydi. Ya gerçekten umrunda değildi, ya da daha da kötüsü, sınırlarımı zorlamak için böyle davranıyordu.

Çatalı bırakıp ellerimi önümde birleştirdim. "Uçağım yarın öğleden sonra ikide." Muhtemelen aynı uçakta olacaktık. Türkiye'ye yarın tek uçuş vardı.

"Bizimle gelsene, uçakta yerimiz var, değil mi Oğuz?" Tabii ki özel uçakları vardı. Demek ki yanılmışım, Türkiye'ye tek uçuş yoktu. Buna neden şaşırmıştım ki?

Korumanın temkinli bakışları bir an yüzümde dolaştıktan sonra, teklifi yapan Melisa'ya döndü. "Daha önce haberimiz olsaydı elbette ayarlanabilirdi ama şimdi babanız..."

"Babamın bununla hiçbir ilgisi yok Oğuz." Onlar kendi aralarında bir bakışma savaşı yaparken ben araya girdim.

"Teklifin için teşekkür ederim Melisa. Çok naziksin ama, sorun olmasını istemem. İstanbul'da görüşürüz."

İkisi arasında sonunda bakışlarını kaçıran Oğuz olurken Melisa zaferle gülümsedi. "Gerçekten rica ediyorum bizimle gel. Uçağımız akşam üstü beşte. Sekiz gibi İstanbul'da oluruz."

Tereddütle Oğuz'a baktığımda cebinden telefonunu çıkardı. "Ben pilota haber vereyim. Sakıncası yoksa tam adınızı almam mümkün mü?"

"Lara Berkan." Sonra Melisa'ya döndüm. "Benim de biletimi iptal etmem gerekecek."

"Onu da Oğuz birazdan halleder." Bu son cümleyle Melisa konuyu kapatmıştı.

Elimden gelse şimdi küçük bir zafer dansı yapardım. İçten içe şansıma şükrediyordum. Her şey planladığımdan da iyi gidiyordu. Ya da gerçek olmayacak kadar fazla iyi mi demeliyim? Temkinli olmayı unutmamam gerektiğini kendime hatırlatarak sohbetlere katıldım.

On dakika sonra benimki dahil herkesin yemeği gelmişti. Sohbet esnasında Artuğ'un dediği gibi Melisa, Mert ve Simge'nin ortaokuldan beri arkadaş olduklarını, henüz üniversite ikinci sınıf öğrencisi olan Ceren'in ise Mert'in kuzeni olduğunu öğrenmiştim.

Artuğ'un durumu biraz daha karışıktı. Ceren ile Artuğ'un babaları eskiden beri tanışıyorlarmış. Artuğ, yurt dışında yüksek lisansını bitirdiği üç seneden beridir Melisa'nın babası için çalışıyordu. Belki de soğuk ve ağır havasının nedeni, yaşının bizden ileri olması, iş tecrübesinin fazla olmasıydı. Belki de burada olmaktan hoşlanmıyordu. Belki de burada olmasının tek sebebi Ceren'di. Belki de onunla bu kadar yakından ilgilenmesinin tek sebebi Ceren'le babalarının yakın arkadaş olması değildi. Aklımdaki 'belki'ler çoğaldığında, düşüncelerimi kovup şarabımdan bir yudum aldım.

Herkes susmuş, yemeği ile meşgulken, yanımdan gelen soruyla lokmam neredeyse boğazımda kalıyordu. "Ailen ne iş yapıyor? Berkan soyadı bana hiç yabancı değil. Belki beraber iş yapıyoruzdur." Yemeğin başındaki o tatsız atışmamızdan beri benimle hiç konuşmayan ve yok sayan Artuğ, sandalyesinde bana doğru dönmüş cevabımı bekliyordu.

İşte geldik can alıcı soruya diye düşünürken birden tüm bakışlar ilgiyle bana döndü. Şarabımdan irice bir yudum daha alıp yutkundum. "Hiç sanmıyorum." diye kestirip attıktan sonra enfes makarnamdan bir çatal alıp kaşığımda ağır ağır doladım ve ağzıma atıp yine ağır ağır çiğnedim. Onun bana yaptığının aynısını ben ona yapmıştım. İstesem ben de sinir bozucu olabiliyordum Artuğ Bey.

Başka bir şey söylemeyeceğimi anlayan diğerleri yemeklerine dönerken, Artuğ bana doğru eğilip mırıldandı. "Nasılsa öğrenirim." Kıssasa kıssas yaptığımı anladığından suratını asmıştı.

Ağzımı silme bahanesiyle dudaklarıma götürdüğüm peçetenin altından fısıldadım. "Çocuk gibi yüzünü asma. İnsanca sor, anlatayım. Saklayacak bir şeyim yok."

Gözleri iyice kısılıp, dudakları ince bir çizgi halini almadan önce "Sorduğum kabahat." diye mırıldandı.

"Aynen." dedikten sonra yemeğimden bir çatal daha ağzıma atıp keyifle çiğnedim. Bu süre boyunca ben de onun yüzüne bakmadan konuşmuştum.

Oğuz yanımıza dönüp yerine oturmadan önce Melisa'ya bakıp, "Her şey ayarlandı. Lara Hanım'ın biletini de açığa aldırdım." dedi.

"Teşekkür ederim Oğuz." diyen Melisa insanın içini eriten bir şekilde gülümsedi.

"Zahmet oldu Oğuz Bey, teşekkür ederim." dediğimde, Oğuz kısa bir baş selamı vererek önündeki yemeğe eğildi.

Yarım saat sonra vedalaşmak üzere kalktığımızda limuzinin yanaştığını gördüm. Oğuz kapıyı açmış herkesin binmesini beklerken, Melisa bir şey hatırlamış gibi bana döndü. "Hangi otelde kalıyorsun? Seni biz bırakabiliriz."

"Savion Hotel ama hiç gerek yok. Fazla uzak değil, hem sahilde yürüyüş yapmayı seviyorum."

"Başka işin yoksa bizimle gel, öğleden sonra havuz keyfi yapacağız. Gece de son bir kez kulübe gideriz."

Simge sadece benim duyabileceğim alay dolu bir ses çıkardığında şansımı zorlamamam gerektiğini anladım. Birbirimizden nedense nefret etmiştik.

"Teklifin için teşekkür ederim ama gelmesem daha iyi. Son bir kez plaja inip rüzgar sörfü yapmak istiyorum."

Melisa'nın gözleri üzüntüyle titreşse de karşı çıkmadı. "Peki sen bilirsin. O zaman hiç değilse gece kulübe gel."

Simge'nin düşmanca bakışları gözümden kaçmadı. "Söz veremem. Yarın nasılsa birlikteyiz."

Bir saniyeden kısa da olsa omzunun arkasında kalan bir noktaya baktığımı fark eden Melisa konuyu daha fazla uzatmadı. Anlamlı bir şekilde gözlerime bakıp, "Tamam o zaman, yarın konuşuruz." dedikten sonra limuzine bindi.

Uzaklaşan limuzinin arkasından uzun uzun baktım. Henüz çözemediğim tuhaf şeyler dönüyordu. Mert ve Ceren, cana yakın ve eğlenceliyken Artuğ mesafeli, soğuk ve kendini beğenmişti. Ancak Simge kesinlikle tehlikeliydi. Her an sokmaya hazır bir çıngıraklı yılan gibiydi. Melisa'nın onu etrafında neden tuttuğunu henüz çözememiştim ama bu işte bir iş vardı ondan emindim.

Otel odama döner dönmez düşüncelerimi toparlamak ve günün yorgunluğunu atmak için üzerimi değiştirip sahile indim. Denize bakıp dalarken, herkes hakkında edindiğim izlenimleri aklımda açtığım dosyalara yazıp yine aklımın bir köşesine yerleştirdim. Bu öğle yemeği beni fiziken olduğu kadar, zihnen de doyurmuştu.

Akşam üstü, altı gibi odama dönüp duşumu aldım. Tam havluyu atmış, üzerime şort takımımı giymiştim ki kapımın tıklatılmasıyla üzerime sabahlığımı geçirdim. Bu gece de yemeğimi odama istemiştim.

Ismarladığım lazanyanın hayaliyle gülümseyerek kapıyı açar açmaz gülümsemem yüzümde dondu. Çünkü karşımda duran kişiyi kesinlikle beklemiyordum.

"Hikayen neymiş öğrenelim bakalım."

~~*~~*~~*~~*
Kapıdaki kim dersiniz? Bu konudaki fikirlerinizi, hikayenin gidişatı ve karakterler ile ilgili düşüncelerinizi paylaşırsanız çok sevinirim. Şu ana kadar en çok kimi sevdiniz? Veya en çok kimden nefret ettiniz? Sormak istediğiniz bir şey var mı? Elimden geldiğince cevap vereceğimden emin olabilirsiniz. En kısa zamanda yorumlarınızda görüşmek üzere...
modal aç
modal aç
modal aç