Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Bölüm 1: Çirkin Masal

@roses_shah

23 Eylül 1963, Paris, Fransa

 

Aforoz edilmek. Diğer adıyla cezalandırılmak, sürgüne gönderilmek, kilise dışına çıkarılmak.

Cora Ray'in aforozu gotik şapelli, üçgen çatılı, taştan yapılma metruk Katolik kilisesinde; şaşkın suratlı, çatık kaşlı insanların acınası bakışları altında ruhban sınıfına mensup siyahlara bürünmüş kibirli papa tarafından gerçekleşmeyecekti. Kutsal aforozu; gizli mabedinde, yana yana eriyen mumların cılız alevleri altında, limon küfü elbisesi içinde en az Cora kadar hüzünlü görünen Margaret'ın Cora'nın boynundan hiç çıkarmadığı kolyeyi almasıyla başlayıp sona erecekti.

Bunak kâhinin uğursuz kehanetine göre her şey şafak sökülür sökülmez tezahür edecek böylece iki kişilik sembolik aforoz kimse görmeden tamamlanacaktı. Hiç şüphesiz asıl aforoz Cora'nın despot büyükannesi Genevieve Ray'e aitti. Gabriel kızının ardında bıraktığı mektubu okuduktan sonra küplere binerek tüm Ray ailesine haber salacak büyükanne Genevieve'nin zorlamasıyla her pazar kızı ve karısıyla birlikte sayısız ayine katıldıkları Saint-Étienne-du-Mont Katolik Kilisesi'nin en yetkili kişisi Papa Antonius'a ulaşıp Cora'nın ucube aforozunu düzenletecekti. Zavallı Adaline ise kızının uğrattığı hüsranı odasına kapanıp kuş tüyü yatağında elindeki ipek mendille yanaklarını ıslatan arsız gözyaşlarını kurulayarak atlatmaya çalışacaktı. Bayan Ray muhtemelen eşi ve kız kardeşi Agatha dışında kimseyle görüşmeyecekti. Ne akrabarıyla ne de soylu aile dostlarıyla. Ayrıca Adaline, kızı hakkında orataya atılacak çeşitli dedikodulara da kulaklarını tıkayacak, tepkisiz kalacaktı.

Niyayetinde daha öncesinde Orta Çağ cadı avlarına, kilisiye karşı gelenleri yakma sahnelerine, çılgın kanlı din savaşlarına ortaklık etmiş Saint-Étienne-du-Mont Katolik Kilisesi'nin armonik çanları, tapınağın cilalı sıralarına konuşlanacak aforoz seyircisi vahşi taşra halkını çağırarak Cora'nın diri anathemasına ev sahipliği yapacaktı.

Gece boyunca şiddetini arttırarak yağan sağanak yağmur şimdi sadece belirli aralıklarla belli belirsiz toprağa karışıyor, gündoğumunun habercisi taze şekerimsi bulutlar, puslu gri örtüyü dağıtarak uzun Fransız camdan içeriye damladığı gibi kuru rüzgar da ıslak toprak kokusunu Cora'nın burnuna taşıyordu. Cora ıslak toprak kokusunu severdi. Diğer büyükannesi Rose'da bu kokuyu severdi. Büyükanne Rose'u üç yıl önce dondurucu aralık ayının üçüncü haftasında kaybetmişlerdi. Bilindiği kadarıyla hasta değildi sadece son zamanlarında yüzü daha solgun, bakışları daha donuk, vücudu ise olduğundan çok daha zayıftı. Cora ilk kez Tanrı'ya büyükannesi Rose'u kaybettiğinde darılmıştı. Çünkü ona göre ölmesi gereken kişi despot Genevieve Ray'di, sevgi dolu büyükanne Rose değil. Yine de hayat serüveni denilen şey Tanrı'nın istediği gibi ilerliyordu, biz sadece Tanrı'nın can verdiği oyuncak bebekleriydik. Küçük yaşlardan beri babasının annesi Genevieve'yi sevmezdi Cora. Daha ilkokula gitmeden acımasız Nazi askerleri için söylenen despot terimini Genevieve'nin ön adı olarak kodlamıştı zihninde. Rose torununun dünürü için koyduğu ön isme şaşırsa da ona hiçbir zaman kızmamıştı.

Cora elinde olmadan bir kez daha darıldı inandığı Tanrı'ya. Hem ölen büyükannesi için hem de kendisi için. İnandığı Tanrı onu ve büyükannesini yarı yolda bırakmıştı. Şimdiyse tıpkı mürekkepli gecenin, günün ılık ışıklarıyla yıkanıp dağılması misali Cora da koyu bir Katolik olarak yaşadığı hayatının sonuna doğru yaklaşmıştı. İlahi plandaki kartların karıştırılarak yeniden dağıtılacağı yol ayrımındaydı.

"Şafak sökülmek üzere." Margaret'ın fısıltısı, gizli maden olan dört duvar odayı aydınlatmaya yetmeyen mumların yaydığı ışık kadar cansız, etkisizdi.

Oturduğu ahşap ayaklı sandalyede aklındaki uçsuz bucaksız düşüncelerle huzursuzca kıpırdandı Cora. Kuzeni Margaret haklıydı. Şafak sökülmek üzereydi. Sonun başlangıcını istemese bile kucaklamak zorundaydı. Aslında ne Margaret ne de Cora şafağın sökülmesini içten içe istemiyordu. Ancak Tanrı ile doğa insanlardan bağımsızdı. Doğa yıllardır yaptığı şeyi yapıyordu, uyanıyordu.

Margaret, Cora'nın tam arkasında ondan talimat beklercesine dikiliyordu. Margaret kuzeninin başka bir seçeneğinin olmadığının farkındaydı. Cora ise Margaret'ın korkuluğu anımsatan bedenindeki yüksek adranelini hissedebiliyor, sabırsızca alıp verdiği kesik nefesleri duyabiliyordu. Margaret'ın kendisi için endişelendiğini biliyordu. Çünkü yol ayrımından sonra Cora'nın hayat serüveni tümüyle değişecekti.

Aforozunun ilk adımını zarif parmaklarının arasında tuttuğu beyaz şamdan mumu kibritle yakarak başlattı. Alevlenen mum ona kiliseye gittiği son günü hatırlattı. Geçen pazar kiliseye gitmiş, beyaz kemelerin altında çarmıha gerili ayağından kan damlayan Hz. İsa heykelinin önüne beyaz ince şamdan mumu bırakmıştı. Tanrı'dan çok Hz. İsa'nın hem onu hem de günahlarını bağışlamasını istemişti. Sonrasında ayin rütielini gerçekleştirdi. Paris'in koruyucu azizi Sainte'nin mezarında boynundaki haç kolyeye dokunarak son kez kendi inancına uygun bir şekilde dua etti. Bu kez duası bağışlanmak değildi. Aziz Sainte'den onu ve de Barbaros'u korumasını istemişti.

Ufak anısını kalbinin kuytu köşesine gömerken yarı aydınlık yarı karanlık alacakaranlığa karşın makyaj masasının yuvarlak aynasından kendi aksini inceledi. Ay kadar parlak yüzü yorgundu. Sarı saçları akuamarin taşı rengindeki bebek yakalı elbisesinin yaka kısmına dökülüyordu. Uykusuzluk yüzünden göz kapakları şişmiş, göz kapaklarını açıp kapattıkça canı, iğneler batıyormuşcasına acıyordu. Yuvarlak, iri gözlerinin çevresini örümcek ağı misali saran damarımsı kırmızı çizgiler, beş mil öteden duyulurcasına dört nala koşturan kalbi kadar yabancıydı. Kemirgen isimsiz karmaşa, tatsız duygular, kaotik düşünceler... Hepsi, Cora'nın kalbinde, ruhundaydı. Her şey birbirine zincirlenmiş, harmanlanmıştı. Bir sonraki hayatı için heyecanlı mıydı? Ya da talihsiz çanlar için üzgün müydü? Yoksa tamamen korkmuş muydu? Peki ya yüreğinde hissettiği çaresizlik...

Yaktığı mumu iki yaz önce Marsilya'dan aldığı Hz. İsa heykelinin çaprazına koymasıyla kurumuş dudaklarını ıslattı. Margaret aynaya yansıyan görüntüsüne bakmaksızın soğuk parmaklarını Cora'nın boynuna, beyaz altın kolyenin klipsine doğru uzattı. Cora nefesini tuttu. Geçmişte saygın insanların önünde vaftiz edilmişti şimdiyse tek başına aforoz ediliyordu. Aforozunun annesinin kalbine derin bir acı salacağını biliyordu. Kendini bunun için suçluyor, annesi için üzülüyordu. Yine de annesinin onu affetmesini diliyordu. Günün birinde annesi onu affetse bile o kendini, annesinin adına asla affetmeyecekti.

Kolyenin küçük klipsi sessizce açıldı. Böylece Cora'nın bastırması gereken duygu zinciri Margaret tarafından tek bir dokunuşla kırıldı. Kolyesi avucuna değmeden Hz. İsa heykelinin yanına bırakıldı. Heykelin sağ tarafındaki çatlak artık iki genç kadının da kalbindeydi. Çünkü Cora'nın aforozu sona ermişti.

"Teşekkür ederim." dedi bozuk plağın tozlu cızırtısıyla.

Margeret tepkisizdi. Ne yapabilir, ne söyleyebilirdi ki? Soylu Ray ailesinden bugüne dek kimse aforoz edilmemişti. Ailede aforoz edilen tek kişi Cora'ydı. Margaret'ın bakışları gibi Cora'nın da narin bakışları boynundaydı. Boynu bomboştu. O boşluğa ne kadar sürede alışacağını merak ediyordu. Belki de hiçbir zaman kolyesinin yokluğuna alışamayacaktı. Tıpkı büyükannesinin yokluğuna alışamadığı gibi. Geleneklerine göre aileye doğan her kız çocuğuna vaftiz sırasında genellikle büyükannesi tarafından ucunda haç sembolü sarkan bir kolye hediye edilirdi. Ölünceye dek kolyeyi boyunlarında taşırlar, öldüklerinde ise onlardan geriye kalan küllerle birlikte onlara hediye edilen kolye de toprağa gömülürdü. Cora geleneklerine aykırı davranmıştı. Büyükanne Rose'un aldığı kolyeyi boynunda taşıyamayacaktı. Annesini de büyükannesi Rose'da ihanete uğratmıştı. Sürüsünden ayrı düşen yaralı kuşun ürkek kanat çırpınışlarına benziyordu yanaklarına süzülen gözyaşları.

Aralarındaki sükunet sürerken Margaret, Cora'nın açıkta olan yumuşak, kaygan saten kumaşını andıran sarı saçlarına öpücük kondurdu. Bu hareket Cora'ya büyükannesini hatırlattı. Büyükannesinin huzur verici tatlı gülümsemesi akmak üzere olan yaşların doluştuğu nemli gözlerinde canlandı. Büyükannelerinin evinde kaldığı gecelerde onlara masal okur ardından saçlarına öpücük kondurarak torunlarına o tatlı gülümsemesini sunardı. Büyükannesinin külleri ve kolyesi Montparnasse Mezarlığı'nda gömülüydü. Büyükbabasının külleriyse Père-Lachaise Mezarlığı'ndaydı. Büyükannesi Protestan, büyükbabası Katolik mezhebine bağlı Hristiyanlardı. Kilise ikisinin evlenmesine izin vermediği gibi küllerinin aynı mezarlığa gömülmesine de izin vermemişti. Onlar tüm olumsuzluklara karşın birlikte aşkla yaşlanmışlardı. Cora onları özlüyordu. Özellikle de büyükannesini. Neşeli sesini, pamuk saçlarını, mavi yeşilli damarların çıkıntı oluşturduğu sıcak ellerini...

Cora akan gözyaşlarının arasında aynadaki aksine burukça gülümsedi. Bu gülümse Margaret'aydı. Ona sonsuza dek minnettar kalacaktı. Sandalyeden kalktığında Margaret'a sıkıca sarıldı. Gözyaşı Margaret'ın elbisesinin açıkta bıraktığı omzuna damladı, omzunu lekeledi.

Margaret ağlamaktan çatallaşan sesiyle "Bekle." dedi.

Zarif boynunda çocukluğundan beri taşıdığı altın kolyeyi hızlıca çıkarıp Cora'nın avucuna tutuşturdu. Cora'nın gözyaşları direnmiyor bardaktan boşalırcasına yanaklarında ılık yollar çize çize akıyordu. Margaret'ın yaptığı şey geleneklerine aykırıydı ancak o, Cora için kendi gerçekliğinden vazgeçiyor yarı aforozunu gönüllüce kucaklıyordu.

O gün Ray ailesinin limon cilasına kokan ahşap merdivenlerini son kez indi Cora. O, masallara inanırdı. Sonu mutlu peri masallarına. Büyükanne Genevieve'nin kötü gerçekliğinin aksine büyükanne Rose iki torununu da masallarla beslemiş, büyütmüştü. Cora'nın hayatı da masallardan farksız sayılmazdı. Adaline, Cora'dan önce tam üç kez düşük yapmış, üç bebek kaybetmişti. Cora ise doğması gereken zamandan önce doğmuştu. Fransa'nın kayda değer başarılı doktorları bebeğin öleceğine kanaat getirse bile ne Adaline ne de Rose buna inanmamıştı. Adaline, bebeğinin yaşayacağına emindi. Deyim yerindeyse onu pamuklara sarmıştı. Bebek Cora, annesinin parmaklarına tutunurak kendi dünyasının ilk savaşını kazanmıştı. O, Adaline'nin mucize bebeğiydi. Büyükanne Rose buna istinaden Cora'nın masalının ismini Mucize Prenses koymuştu. Cora'nın mutlu peri masalının seyri, Galler masallarını kana bulayan kan kokulu, beyaz yırtık paçavralı ölüm perisi Banshee'nin hortlamasıyla değişmişti. Büyükanne Genevieve, torununun masalını kana bulamaya yeminli ölüm perisiydi. Cora, o gün Ray ailesinin korunaklı camdan şatosunu arkasında bırakmıştı; Kızıl Gaddar, Kör Cadı ve Banshee yataklarında soluksuz uykularındayken. Cezalandırılmış, sürgüne gönderilmiş, kilise dışına çıkarılmıştı ama özgürlüğünün bileti olmuştu sembolik aforozu. Her şey bitmişti. Masalı kötü sonla yazılmıştı. Çirkin masalın prensesi olmuştu. Çalkantıya rağmen ruhuna işlediği inanç ona günün birinde evine geri döneceğini fısıldıyordu durgunca. Cora bu samimi fısıltıya inanmak istiyordu. Günün birinde evine geri dönecekti. Çünkü Margaret, Cora gitmek üzereyken ona geri dönmesi adına iki sebep vermişti. Kolyesi ve büyükanne Rose'dan hatıra kalan altın yaldızlı eskimeye yüz tutmuş masal kitabı. Cora ölmeden evvel Margaret'a kolyesini de masal kitabını da geri verecekti. Yemin etmişti. Kuru rüzgarın Cora'ya armağanıydı ıslak toprak kokusu o, aslında büyükanne Rose'un kokusuydu.

 

Loading...
0%