Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@rumeysadoganm

Kötülüğün hüküm sürdüğü, adaletin olmadığı, kan dökmeyi seven bir milletin, masum milletin içine sirayet etmesiyle başlanan bu zaman, boylu boyunca uzayıp gidiyordu. Bir yandan silahların masumunu içine aldığı çığlık sesi, bir yandan da etrafı toz dumana katmış bomba silsilesi.

Kaç can yakmıştı içine hapsolduğumuz zaman, kaç masum evlâdı yok etmişti. Boylu boyunca uzanan bu şehir kaç gözyaşına eşlik etmişti, bizzat kendim şahit olmuştum. Yürüdüğüm bu yol ise sanki ayaklarımın altında küçük bir bedeni eziyormuşum gibi geliyordu. Uzak mesafede ise kulağıma ilişen silah ve bomba sesleri yüreğimi kan katrana çeviriyordu.

Atımı bir ağacın dalına bağlayıp yelelerini sevip okşadım. Bembeyaz, güzelliği ile beni cezp eden tek yoldaşım bu attı. Yüzünden öpüp çantamdan okumu çıkardım. En azından kendimi korumam lazımdı ve yanımdan ayırmadığım okum tek silahımdı. Kılıcı başka zamanlarda kullanıyordum. Babam ölmeden önce bana bunları öğretmiş, başka birine bu konuda beni bırakmamıştı.

Yine gideceğim yer mahzendi. Orada halletmem gereken günlük işlerim oluyordu. Sessiz adımlarla ara caddeleri kullandım. Tehlikeli olduğunu bilsem de yine bu yolu kullanmayı tercih ediyordum. Babamın ilgilendiği dosyaları mahzende saklıyordum. Bunlar karşı tarafın eline geçerse hiç iyi olmazdı. Geçmişimin, geleceğimin ve umudumun yok olmaması için bu dosyalara gözüm gibi bakmalıydım.

Tozlu merdivenlerden inip kilitli kapıyı, cebimden çıkardığım anahtarla açtım. Boğazıma kaçan tozla hafiften öksürüp çok geçmeden kendimi toparladım. Kapıyı açtığım anda kulağıma ilişen ses kapının gıcırdama sesi oldu. İçeriye girip etrafı inceledim. Uzun zamandır buraya gelmemiştim, buranın temizliğe ihtiyacı vardı. Uzun penye çantamı omzumdan çıkarıp masaya koydum. Çürümeye yüz tutmuş ahşap pencereyi hafiften araladım. Karanlık odaya, küçük ışık huzmesi girince tozun havaya kalktığını fark edip yüzümü buruşturdum. Camı biraz daha açacakken sesleri işitmem ile açık olan yeri de kapattım. Kalabalık adım sesleri köşeye sinmeme neden oldu. Tehlikeliydi bastıkları yerler, tehlikeliydi burada olmaları. Son zamanlarda caddelerde dolaşan askerlere benzemiyorlardı.

Gittiklerine kanaat getirip sindiğim yerden kalktım. Göz ucuyla pencereden baktım. Pencere dardı ama dışarısı rahatlıkla gözüküyordu. Ortalıkta gözükmüyorlardı. Rahatça soluyup tekrar pencereyi açtım. Önce bez alıp etrafta birikmiş tozları sildim. El süpürgesiyle de etrafı süpürdüm. Kitaplıktan aradığım dosyayı alıp sandalyeye oturdum. İçindeki birkaç bilgiyi alıp dosya poşetinin içine yerleştirip çantama koydum. Birkaç gün üzerinde çalışıp bazı olaylara el atmam lazımdı. Daha yolun ortalarındaydım. Bundan önce onlarca dosya incelemiş, istediğim hedefe daha ulaşamamıştım. Bu yüzden elimden geldiğince diğer dosyalara da bakacaktım.

Dosyayı tekrar yerine koyup mahzenden çıktım. Etrafı taradım, ortalıkta kimse gözükmüyordu. Yavaş adımlarla ilerledim, ilerledikçe kulağıma ilişen sesle kaşlarımı çattım. Seri adımlarla sesin olduğu yöne yürüdüm. Adımlarım sanki bir insanın feryadına ilerliyordu. Oraya gidersem o feryat beni de içine hapsedecek gibiydi. Epey ilerledikten sonra yerde yatan bir kadınla karşı karşıya kaldım. Etrafı aradım ama kimse yoktu. Kadının yanına yaklaştım, kıpırdamıyordu. Endişeyle kadına bakındım. O kadar ölüm görmüştüm ki alışmak istemiyordum.

“Hanımefendi,” dedim ürkek sesle. Ses vermedi, nabzını ölçtüm. Ölmüştü, tenha sokakta yine bir can katledilmişti. Dizimde olan kadının kafasını tozlu zemine koydum. Kaç cansız bedene şahit olmuştum bilmiyordum. Bildiğim tek şey vahşetin günden güne artmasıydı. Yerle göğün şahit olduğu feryada kendim bizzat şahit oluyordum. Çöktüğüm yerden kalktım. İlerledim, sanki elime bir koz geçse kullanacaktım ama kimin öldürdüğünü görememek bu düşüncemi yerle bir ediyordu. Ok cebemi daha çok kavrayıp ilerledim. Fazla ilerlemeden gördüğüm toplulukla ileride duran ağacın arkasına geçtim. Bunlar Selçuk Alphan’ın adamlarıydı. Konuştuklarını az buçuk duyabiliyordum.

“Şimdilik bu kadar yeter, halkı karşımıza almayalım. Karşı tarafın suçu olarak biliyorlar.” Kaşlarımı çattım. Yavaşça olduğum yerden çıkıp yanlarına ilerledim. Beni gördüklerinde hiçbir şaşırma emaresi görmedim yüzlerinde. Sonuçta beni de kendilerinden sanıyorlardı. Bu durumu bizzat kendim istemiştim, hatta onları içlerine sızarak vuracaktım.

“Ayza.” İsmimi telaffuz eden Selçuk Alphan’ın en güvendiği adamlarından olan Temur’du. Diğerleri de bana bakmayı ihmal etmediler. Yavaş adımlarla yanlarına daha çok yaklaştım. Bu durum onları biraz şüphelendirse de bir şey bilmediğimi gösterir gibi bir tavra büründüm.

“Ne oluyor burada?” dedim adamın sözlerine istinaden. Temur, elindeki küçük kâğıdı cebine sıkıştırıp, “Birkaç istihbarat aldık, onunla ilgili geldik,” dedi. Kadını Temur öldürmüş olmalıydı, belli etmese de eline baktığımda gördüğüm kan lekesinden anlamıştım. Cebine koyduğu kâğıda takılı kaldım bir süre. Başka bir planlar daha dönüyordu ve bunu kesinlikle öğrenmem gerekiyordu.

“Karşı tarafla mı alakalı?” Sorduğum soruyla başını salladı. Kesinlikle yalandı. Kaşlarımı hafiften çattım. Temur, adamlara söylenip yanımdan ayrılacakken son anda diyeceği bir şey varmış gibi bana döndü.

“Sen ne arıyordun burada?”

“Selçuk Bey gönderdi, almam gereken birkaç erzak vardı. Onun için geldim.” Anladım dercesine başını sallayıp adamlarla uzaklaştı. Ne planları olduğunu merak etsem de onları takip etmem şüphe uyandıracağından geri döndüm. Bugünlük başka birini öldüreceklerini düşünmüyordum.

‘Peki o kadını neden öldürdüler?’ Aklıma takılan bu soru şimdiden zihnimi yiyip bitiriyordu. Geri dönüp hızlıca atımın olduğu yere yürüdüm. Havada iyiden iyiye kararmaya başlamıştı. Atımın yanına ulaştığımda atımın beni görmesi ile kıpırdaması gülümsetti. Yanına ulaşıp yelelerini okşadım. Yüzünü öpüp ipini çözdüm.

“Ne huysuzlandın sen Yağız oğlan? Özledin mi bakalım beni?” Beni anlamışçasına yüzünü yüzüme yaklaştırıp hafiften kişnedi. Gülümseyip vücudunu sevdim. Öyle güzeldi ki sevmekle yetinemiyordum. Yavaşça sırtına bindiğimde talimatımı beklemeden ilerlemeye başladı.

Biraz önceki olanlar geldi aklıma, idrak edemeyeceğim bir sürü olay birikmişti. Temur’un başka planı var gibiydi. Selçuk Alphan, ona ne söylemişti öğrenecektim. Epey bir mesafeden sonra eve gelebildim. Atı tavlaya götürüp yerleştirdim. Burada daha bir sürü at vardı ama ben en çok Yağız oğlumu sevmiştim. Sanki o da hisseder gibi beni gördüğünde şımarıyordu. Diğer atları da sevip tavladan çıktım. Taş zemini geçip eve girdim.

“Ayza.” Efruz’un sesini duymamla duraksadım. Arkama dönüp Efruz’a yapmacık bir gülümseme sergiledim. Efruz, Selçuk Alphan’ın kızıydı. Evin ikinci çocuğu hatta şımarık çocuğuydu. Efruz’dan büyük bir abisi vardı. O Efruz gibi değildi, biraz daha iyiydi. Efruz benimle yaşıttı, abisi ise bizden üç yaş büyüktü. Çok sevmesem de fazlada nefret etmezdim. Muhabbetimiz pek yoktu bu yüzden ondan uzaklaşmama gerek kalmıyordu.

“Efruz.” dedim sözüne karşılık. Yanıma yaklaşıp, “Neredeydin?” dediğinde işlerimin olduğunu söyleyip geçiştirdim. “Kahve içelim mi? Biraz sohbet etmiş oluruz.” Şaşkınlıkla kaşlarımı araladım. O da anlayacak ki güldü.

“Şaşırma işte, bugün ev yasağı var.” Başımı iki yana sallayıp aynı şekilde gülümsedim. Normalde olsa bu teklifi edeceğini biliyordum.

“Tamam, önce üzerimi değiştireyim geliyorum.” Başını kabul edercesine salladı. Hızlıca merdivenlerden çıkıp bana ayrılan odaya geçtim. Oda fazla büyüktü ve buraya yerleşeli bir yıldan fazla oluyordu. Bir yandan olacaklar beni endişelendiriyordu. Bıkkınca soludum, üzerimdeki montu çıkardım. Başımdaki örtüyü de çıkarıp çekmecemden rahat edebileceğim başörtü çıkardım. Üzerime rahat kıyafetlerimi giyinip odadan çıkacakken kapım tıklatıldı. Çok geçmeden içeride Efruz belirdi. Elindeki kahve kupasını bana uzatıp pencere kenarında duran berjere oturdu.

“Burada baş başa daha iyi olur diye düşündüm.” Ben de karşısındaki berjere oturdum. Elimdeki kahve kupasını ortada duran yuvarlak masaya koydum. Efruz’un bir derdi vardı ve bunu benimle paylaşmak istiyor olması ilginçti. Sıkılgan bir tavırla elindeki kupayla oynuyordu.

“Bir şey mi oldu Efruz?” Bardaktaki bakışlarını bana çevirip dudaklarını birbirine bastırdı. Elindeki bardağı masaya koyduktan sonra bana doğru biraz daha yaklaştı.

“Aslında var.” Endişeyle kapıya bakındı. Sanki diyeceklerini bir başkasının duymasını istemiyordu. Rahatlamak istercesine nefesini soludu. “Bu babamın adamlarından biri var Temur, bilirsin. Ona karşı bir şeyler hissediyorum.” Şaşıracağım kadar vardı duyduklarım. Temur, katildi her ne kadar kendi kanaatince haklı olsa da bana göre katildi. “Peki, Temur?” dedim sözlerine istinaden. “O da seviyor beni.” dedi gülümseyerek. “İki yıldır konuşuyoruz.”

Diyeceklerim kısıtlanmış gibiydi. Ne yönden bakıp söylesem Efruz beni dinlemezdi. Temur’un ne düşündüğünü bilmeden Efruz’u uyaramazdım, ona Temur’un yaptıklarını anlatsam bana inanmazdı, biliyordum.

Soğumuş kahvemden bir yudum aldım. Bakışlarım hâlâ Efruz da geziniyordu. Çoktan kaptırmıştı kendini, sanki bu işin içinden bir olaylar çıkacak gibiydi.

“Biraz bekle Efruz, en azından olaylar toparlansın.” Omuz silkti. Babası bu durumda ne tepki verecekti, bunu tahmin edebiliyordum. Annesi zaten otoriter kadındı, bu işe karşı çıkacağı belliydi. Temur, onların adamı olsa da işe mertebeyi bağlayacaklardı. Bildiğim kadarıyla Efruz’u aile dostlarından biriyle evlendirmek istiyorlardı.

“Bekleyemem Ayza, babamı biliyorsun.” Selçuk Alphan’ı tanımamak imkânsızdı, bir görüşte nasıl biri olduğunu çözebilmiştim. Sert ve acımasız adamın biriydi. Temur’un emir aldığı tek kişi Selçuk Alphan’dı. Ölüm emri de ondan çıktığı bariz belliydi. Bunu benden başkası irdelemiyordu ve ben bunu sonuna kadar irdeleyecektim.

“Ne olacak peki?”

“Aklımda var bir şeyler.” Onlar çoktan karar vermişti bir şeylere. Sorsam bilmek istemediğim sözlerle karşılaşacaktım.

Kapı tıklatıldığında Efruz’la kapıya baktık. İçeriye Efruz’un annesi Çiğdem Hanım girdi. Önce Efruz’a bakıp sonra bana yöneltti bakışlarını. Gülümseyerek yanımıza yaklaştı. Kızıl bukleli saçları omuzlarına dökülmüştü. Uzun boyuyla göze hitap ediyordu, bedenine sıkıca saran elbisesi ile çok güzel gözüküyordu. Çiğdem Hanım, güzel kadındı ve yaşını göstermeyen bir yapıya sahipti. Efruz güzelliğini annesinden almıştı. Annesi gibi uzun boyu ve güzel fiziği vardı.

“İki güzel hanım ne yapıyormuş burada?” Her ne kadar gerçekçi olmasa da gülümsemesine karşılık verdim. Burada oluşum en çok onu rahatsız ediyordu, eğer Selçuk Bey diretmeseydi beni burada durdurmazdı. Hem yakınları olmamam hem de inançlarım onların hayatlarından uzaktı. Efruz’a baktığımda yüzündeki ifade endişeliydi, anlatmamdan korkuyordu ama anlatma gibi bir niyetim yoktu.

“Efruz’la sohbet ediyorduk.” Efruz bu cevaptan memnun olmuşçasına gözlerini kırpıştırdı. Anlatacağımı düşünmüştü ama yanıltmıştım.

“Güzel,” dedi Çiğdem Hanım. “Akşama hazır ol Efruz, biliyorsun Arslan Bey’ler gelecek.” Efruz, annesinin dediğine kaşlarını çattı. Sertçe soluyup başını salladı. Her ne kadar istemese de annesinin dediğine karşı gelemiyordu. Bunun sebebi korku değildi, neden böyle olduğunu merak etmiyor değildim doğrusu. Beraber odadan çıktıklarında ben de kendimi yatağa attım. Bugün fazlasıyla yorulmuştum.

Telefonumu alıp kurcaladım. Resimlere bakındım. Buraya geldiğimden beridir hiç gitmemiştim büyüdüğüm yere. Buradaki görevim Selçuk Alphan’ın gizlediği dosyalara yardım etmemdi. Bunu o gün, canını kurtardığım zaman hak kazanmıştım. O gün gidecek yerimin olmadığını söylediğimde bana burada oda açmıştı. Aslında başka düşüncelerle gelmiştim buraya ve bu düşüncede en önemli katkım ne gibi işlerde çalıştıklarını öğrenmem olmuştu. Şimdi ise bu işin peşine düşmüştüm. Daha gidecek yolum olsa da biraz olsun fark ediyordum her şeyi.


***

Elimdeki dosyada gördüğüm bilgilerle telefonu çıkarıp bilgilerin resmini çektim. Bunlar benim için önemliydi ama en önemlisi de babam için atılmış adımdı. Babamın ölüm nedenine biraz daha yaklaşmıştım. Dosyayı yerine koyduğum anda içeriye Selçuk Alphan girdi. Beni gördüğünde kaşları çatıldı. Kapıyı kapatıp bana doğru yaklaşınca, ne tepki vereceğimi bilemedim.

“Ayza?” dedi sorgularcasına. Bakışları yüzümde dolaşıyordu ve bu beni rahatsız ediyordu. Cevap vermekten kurtaran ses kapı sesi oldu. İçeriye Selçuk Bey’in oğlu Alper girdi. Önce bana bakıp sonra babasına çevirdi bakışlarını. Duruşundan bir şeyler sezmeye başladım.

“Turgut Özmen, adamlarını yollayacakmış.” Duyduğum isimle Alper’e bakmayı sürdürdüm. Turgut Bey’i tanırdım, babamın arkadaşlarından biri sayılırdı ama çok yüz yüze geldiğimiz söylenemezdi. Selçuk Bey, Alper’in dedikleri ile gerildi. Parmaklarını tıraş olmuş yüzünde gezdirirken diğer eliyle masada ritim tutmuştu. Her ne düşünüyorsa felakete gideceği belliydi. Aralarındaki düşmanlığın en büyük sebeplerinden biri olduğumu bilse, beni burada barındırmaz anında öldürürdü. Selçuk Bey, kısa bir müddet bana bakıp anında bakışlarını Alper’e çevirdi.

“Evin etrafındaki adamları sıkılaştır Alper. O adamların bizimle ilgili bilgilere ulaşacağı ortada.” Alper, başını olumlu şekilde sallayıp, “Ben gerekli önlemleri alırım,” deyip odadan çıktı. Ben de peşinden çıkıp Alper’i durdurdum. Beni görünce gülümseyişi arttı. Gergindi ama bana bunu pek belli ettirmezdi. Ne zaman sinirli olsa derdini bana anlatırdı her zaman fakat ailevi dertlerinin çoğunu bana anlatmazdı. Kolay kolay bilgilere ulaşabilirsem Alper sayesinde olabilirdi ama o da bu konuda bana hiçbir sır vermezdi emindim.

“Bir şey mi oldu Ayza?” Yanına yaklaşıp, “Onlarla aranızda ne var?” diyerek zihnimdeki bilinmezliği çözmek istiyordum. Alper, bu sorum karşısında şüpheyle beni inceledi. Ona birçok konuda soru sormuştum fakat bu kadar derine inmemiştim.

“Aslında ben de pek bilmiyorum sadece babama karşı düşmanlıkları olduğunu ve tehlikeli biri olduklarından haberim var.” Alaycıl şekilde gülüş sergileyip, “Bana yalan mı söyleyeceksin?” dedim, soludum.

“Bu beni aşar Ayza, zamanla öğrenirsin her şeyi.” Yüzümün düştüğünü görünce, “Hadi ama,” diye telkinde bulundu. Fazla üstelemedim. O da çok açık konuşacak gibi değildi. Alper babasından korkardı, iş konusunda bana bir şey diyemezdi. Öğrensem olay çıkaracağımı bilirdi. Sadece işimi halletmem için onların gözüne girmem gerekiyordu.

“Seni kahve içmeye götürürüm.” Göz devirip,“Şaka mısın?” dedim. Onunla baş başa bir şey yapmayacağımı kaç defa dile getirmiştim ama o beni pek dinlemez yine de teklifini ederdi. Şu an bile onunla burada uzun uzadıya konuşuyorsam sırf dertlerini öğrenmek içindi. Buna mecbur olmam vicdanımı sızlatıyordu.

“Yo, şaka yapar gibi bir hâlim mi var? Hem sen niye kabul etmiyorsun teklifimi bir türlü?”

“Hadi Alper hadi, sana kolay gelsin.” Gülerek odama geçtim. Komik biriydi Alper, onun yanında ciddi olmak imkânsızdı. Şu an nereye gittiğini merak etmiyor değildim, ne gibi planlar içindeydi öğrenmem gerekiyordu.

Üzerime uzun cilbabımı giyinip odadan çıktım. Ne kadar şüphe toplardım bilmiyordum ama bunu yapma gereği duymuştum. Merdivenlerden hızlıca inip büyük koridora ulaştım. Alper ortalıkta yoktu. Koridoru hızla yürüdüğüm anda Alper’i gördüm. Beni görmeden araladığı kapının arkasına girdim. Yavaşça başımı dışarıya uzattım. Arkası dönüktü bana. Kapıdaki adamlarla bir şeyler konuşuyordu ama duyamıyordum. Biraz daha ilerlediğimde sesleri az buçuk duyuluyordu. Daha fazla odaklanıp diyeceklerine kulak kesildim.

“Yarın akşam diğerlerini de toplayıp evin önünde ve yanında güvenliği sağlayacaksınız.” Adam, Alper’in dediği ile başını salladı. Ardından Alper elindeki bir dosyayı başını sallayan adama verip, “Bunlar gelenler,” deyip yanlarından uzaklaştığı anda hızlıca merdivenlere koştum. Beni fark etmemesi rahatlamama sebep oldu. Yakalansam hiç iyi şeyler olmazdı. Hızlıca odama geçip elimdeki telefonun not bölümüne aklımı karıştıran bilgiyi ekledim. Çok fazla bilmediğim olaylar vardı, hepsi beni çıkmaza sokuyordu.

Çantama koyduğum dosya poşetindeki bilgileri alıp yatağa oturdum. Birkaç sayfadan oluşan dosyanın içinde hiç ummadığım kadar bilgi vardı. Telefonumu açıp Selçuk Bey’in odasında çektiğim bilgileri de yanına koydum. Önce sayfaları inceledim, eksiklik var gibiydi ve bu eksiklik, çektiğim bilgilerle örtüşüyordu. Bu durum şaşkınlık oluşturdu.

“20 Aralık 2005. Ahmet Turhan’ı öldüren Cengiz Giray, 25 Aralık 2005 yılında idam edilerek cezasını bulmuştur.”

Sertçe yutkundum. Babamın bir katil damgası ile idam edilmesi canımı yaktı. Oysa annem o tarihte babamın burada bile olmadığını söylemişti. Her şey bir düzmeceden ibaretti ve babamın suçsuz olmasını açığa çıkarmaktan başka bir düşüncem yoktu. Selçuk Alphan’ın dosyasından çektiğim bu bilgi düpedüz oyundu. Oyunun en büyük rolünde Selçuk Alphan’ın babası bulunuyordu. Ölmüştü ama geriye oğlunu bu role teslim etmişti.

Sertçe nefesimi soludum. Bu durumun gün yüzüne çıkması yaramı tazeledi. Tek çabam bu yarama kabuk bağlatmamdı. Kâğıtları dosya poşetin içine koyup oturduğum yerden kalktım. Dolabı açıp elbiselerimin en altına koydum. Ayak altında bırakmam büyük riskti. Şimdilik bu riski alamazdım, hele ki bu olaya bu kadar yaklaşmışken. Dolabın kapağını kapatıp odadan çıktım. Ev sessizdi, merdivenlerden indiğimde gıcırdayan ahşap sesinden başka ses yoktu. Evden çıkıp bahçeye geçtim. Soğuk hava artık kendini iyiden iyiye göstermeye başlamıştı. Buranın kış mevsimi çetin geçtiği için şimdiden beni endişelendiriyordu. Kış mevsimi benim için yavaşlama olurdu. Bunu istemiyordum. Bu düşünce canımı sıktığı gibi göğsümü acıtan nefesin sertçe kendini belli etmesine neden oldu.

“Kahve teklifim hâlâ geçerli, biliyorsun.” Ardımda duyduğum ses yanı başıma ulaşınca Alper’in güler yüzü ile karşılaştım. Ellerini cebine sokup önüne döndü. Esmer, uzun ve kemikli yüzü düşünceli gibiydi.

“Sen de kabul etmeyeceğimi biliyorsun.” Sesimin müstehzi tınına gülüp, “Gizemlerini bir türlü çözemeyeceğim,” dedi. Dediklerim onu memnun etmemiş gibi sertçe soludu. Onun gibi karşıya baktım. Dağlar bütün ihtişamı ile karşımızdaydı ve uzaklığı görmemizi engellemiyordu. Tepelerin kar manzarası ile izlenmeye değerdi. Alper’le arada böyle sessizce karşı dağları izlemeyi sürdürürdük. O beni konuşturmayı severdi ama ben ona karşı biraz daha mesafeli olmayı sürdürüyordum.

“Pek gizemli olduğum söylenemez aslında, yapım bu.” Dediklerim ile dudağının kenarı kıvrıldı. Bedenini bana çevirip gözlerini yüzüme sabitledi. Diyeceği çok şey varmış gibiydi ama diyemiyordu. Aslında gizemli olan oydu, bana yakın davranması kafamı karıştırıyordu. Bakışlarımı hızla çekip, “Ben gideyim artık,” dedim. Yanından hızla ayrıldım, son anda görüş alanıma giren tavlayla, oraya doğru yürüdüm. İçeriye girip gülümsedim.

“Yağız, oğlum. Özledin mi beni?” Yelesini okşayıp öptüm. Burada en sevdiğim şey atımdı. Birkaç ayda birbirimize çok fazla alışmıştık. Kenarda duran yemi alıp elimle yedirmeye başladım. Huysuzlanmadan elimdekileri yemeye başladı, bir yandan da onu sevmemi istercesine başını bana uzatıyordu. İlgisine karşılık verip yelelerini okşamaya devam ettim. “Şimdi gidiyorum, yarın benim en iyi yol arkadaşım olacaksın,” deyip son kez öptükten sonra tavladan çıktım. Eve doğru geçecekken Alper’in hâlâ bıraktığım yerde durduğunu gördüm, fazla umursamadan eve geçtim. Saat gece yarısına gelmekteydi. Odama geçip üzerime pijamalarımı giyindim. Raftan kitap alıp berjere oturdum.

Kitap okumaya başladığım esnada aklıma uğrayan düşünceyle dalıp gittim. Şu ana kadar içimi kemiren düşünceye temayül etmemeye çalışıyordum ama yapamıyordum. Yalnız kaldığım zaman daha çok uğrar olmuştu bu düşünceler. Parmaklarımla alnımı ovuşturdum. Zihnim darmadumandı. Yıkılmış enkazın altında kalan göçük gibiydi. Aheste aheste sonunu getirir gibiydi. İdrak edemediği onlarca şey varken yenisini ekliyordu bir köşesine. Zihnim benden uzak gibiydi.

Kapım usulca çaldı. Daha sonra Efruz kapıdan başını uzattı. “Müsait miydin?” Kapı eşiğinden söylediği söze başımı sallayıp, “Müsaidim,” dedim. Gülümseyerek yanıma gelip karşımdaki berjere oturdu. Samimiyetini bilmesem benimle dertleştiğini zannederdim ama şu anda kendini anlatabileceği kimse yoktu.

“Bir şey mi oldu Efruz?” Efruz, dudağını büzüp bıkkınca omuzlarını düşürdü. Bu tavrı karşısında elimdeki kitabı kapatıp sehpaya koydum. Geçen misafirler belli nedenlerden dolayı gelememiş, görüşme işini yarına ertelemişlerdi. Bu durum Efruz’u olur olmadık sessizliğe bürüyordu.

“Sadece annemleri nasıl ikna edeceğimi bilmiyorum.” Sesi olağanca cılız çıktı. Yanına yaklaşıp, “Benim yapabileceğim bir şey var mı?” desem de başını iki yana sallamakla yetindi. Nemli gözlerle bana baktı.

“Ben ikna edemezken sen ne yapacaksın ki? Dinlemiyorlar bile beni.” Elini tutup, “Çocukla sen konuşsan, belki anlayış gösterir,” dedim. Birden gözleri parladı.

“Olabilir aslında, bunu deneyeceğim.” Elini okşayıp, “Merak etme, anlayış gösterir,” dedim. Heyecanla odadan çıktığında başımı iki yana sallayıp güldüm. Oturduğum yerden kalkıp yatağa giriştim. Anlaşılan yarın akşam epey dolu dolu geçecekti. Sonuçta biricik kızları gözde aileye gelin gidecekti. Bu en çok Selçuk Bey’in işine yarayacaktı, işini büyültecek, daha kaç kişinin dosyasını rafında bulunduracaktı. Zulüm artacak ve şehir kendini kana boyayacaktı.

Babamın benim için bıraktığı defterde şöyle yazıyordu:

Kiminle ve neyle savaştığına dikkat et, sonunu sen yazma kızım.

Çok fazla sözü birikmişti zihnimde. Ben daha on üç yaşında onu kaybetmişken, en büyük servetim bana bıraktığı emanetleriydi. Sözleri ve bana savaşmayı öğreten teknikleri en büyük hediyesiydi. On yaşındaydım bana öğrettiği tekniklerini alalı. Babama şimdi minnettardım. O olmasa kendimi savunabileceğim bir alt yapım olmazdı.

Loading...
0%