Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@rumeysadoganm

Ağzımı tutan eller, başını sallamamla yavaşça çekildi. Son anda bacağına sapladığım çakıyı hatırladım ve gözlerim yabancıyı yaraladığım bacağına kaydı. Korkuyla titreyip geri çekildim. Adamın yüzüne baktım, yüzünü acıyla buruşturmuş bir vaziyette bana baktığını fark ettim. Şu an bu adamın kim olduğu ve neden burada olduğu aklımı kurcaladı. Adamı incelemeyi bırakıp, “Kimsin?” dedim. Adam önce kaşlarını çattı ve sonra topallayarak kapıya yürüdü. Bu durum karşısında hızla önüne geçip tekrar, “Kimsin?” diye sordum.

“Belki bir ölümün habercisi…” Söylediği kelimeleri anlamsızca yadırgadım. Başımı oynatıp yan bakışla, “Benimle oynama,” dedim, “Neden geldin buraya?” Adam beni takmıyor gibiydi. Kapı kolundaki elime bakıp son anda uzatacağı elini geri çekti. Yeşil gözleri bu durumda koyulaştı. Yüzünde eğreti duran öfkeli ifadesiyle bana bakmamaya özen gösterdi.

“Kapıyı aç,” dedi davudi bir sesle. İçindeki huzursuzluk sözlerine yansımış gibiydi. Çekingen bir o kadarda öfke dolu… Başımı iki yana salladım onun sözlerine istinaden, müphem bir durumla karşı karşıya kaldım. Odama yabancı biri girmişti ve ben bunu görmezden gelip gitmesine izin vermeyecektim. Yüzü yarasından dolayı bembeyaz kesilmişti. Kan damlaları odanın yüzüne damlıyordu, yarasının derin olduğu şu an netti.

“Kim olduğunu ve burada ne aradığını söylemeden kapıyı açmam.”

“Ya sabır,” diyerek soludu. Sert hareketle arkasına döndü, zafer kazanmışçasına dudağımın kenarını kıvırdım. Çekmeceden bir tane başörtü alıp uzattım. “Yarana sar.”

Elimden örtüyü alıp yarayı kolay sarması için diz kırdı. İlk yardım bilgileriyle örtüyü sıkıca bacağına sardı. Akabinde kalkıp gitmek için tekrar kapıya yeltendi.

“Eğer bağırmamı istemiyorsan konuş.” Tek kaşını kaldırıp bana baktı. Yüzünde hiçbir korku emaresi yoktu. Zarif hareketlerle bana döndürdü bedenini. Yüzündeki soğuk ifade ürpertti bedenimi.

“Baban çok iyi bilir kim olduğumu.” Dediklerine kaşlarımı çattım, babamdan kastı bütün düşüncelerimi sığlaştırdı. Kulaklarıma misafir olan ses beni öfkelendirdi.

“Babamla ne alakası var?” diye sert bir dille söylendim. İri cüssesi odanın içinde gezindi. Adımları odayı yerle bir edecek kadar sertti. Elini saçlarının arasından geçirdiğinde gözleri bir müddet kapalı kaldı. Şu anda bir yabancı ile odada neyin tartışmasını yapıyorduk bilmiyordum. Neyin öfkesini kusuyordu üzerime? Hangi sebep onunla aramda veryansın oluyordu? Gözlerini açıp bir müddet sessiz kaldı, konuşmaktan korkar gibi bir hâli vardı.

“Selçuk Alphan,” dedi davudi sesle, “Mesele bundan ibaret.” Bana kustuğu öfke Selçuk Alphan mıydı yani? Beni kızı biliyordu ve bana bu yüzden sertçe yaklaşmıştı. Turgut Özmen’in adamları olduğunu yeni idrak ettim. Ona daha fazla soru soramazdım.

Tam konuşacakken holden sesler gelmeye başladı. Karşımdaki yabancı, “Kahretsin,” diye söylendi. Selçuk Bey’le düşmanlığı olması ona yardım etmem için nedendi. Sonuçta ben de bu yüzden girmiştim aralarına. Hem Turgut Özmen’i tanımam karşımdaki adama güvenmem demekti. Bir müddet zihnimi toparlayıp, “Köşeye geç,” dedim. Şaşkınlıkla bana baktı, ona yardım ediyor olmam tuhaf geldi. Köşeye geçtiğinde odadan çıktım. Holde Çiğdem Hanım’dan başkası yoktu. Yanına yaklaşıp, “Ne oluyor?” dedim. Endişeli tavrı benim sesimle biraz olsun yatıştı. Üzerindeki geceliğin ipini sıkıca bağlayıp, “Birini görmüşler,” dedi. “Kaçıp gitti ama peşlerine düştüler.” Başımı sallayıp, “Siz odanıza geçin, ben bakarım,” dedim. Önce tereddüt etti ama ısrarlarım üzere odasına geçti. Merdivenlerden inip etrafa baktım. Kimse yoktu. Tekrar odaya geçtim. Yabancı bana bakıp, “Neden?” dedi. Sorusuna itimat etmedim, kapıyı aralayıp, “Hadi çık. İleride yangın merdiveni var, oradan git,” diye ikazda bulundum. Şaşkın gözleri hâlâ üzerimdeydi.

Tekrar hole baktım, kimsenin olmadığına kanaat getirip yabancının çıkmasını sağladım. Koşarak yangın merdivenlerinin oraya geçtik. Merdivenden inmeden bana döndü, sıcacık tebessümü arasından, “Teşekkür ederim,” dedi. Karşılık vermedim, sessizce gidişini izledim. Bahçe kapısından çıktığını gördüğümde uzaklaşıp aşağıya indim. Alper’le Selçuk Bey kapıdan içeriye girdiler. Beni gördüklerinde kendileri aralarında anlaşıp ayrıldılar. Selçuk Bey merdivenlerden yukarıya çıkarken Alper yanıma geldi. Uykunun verdiği sersemlikle saçı başı iyice dağılmıştı.

“Bulabildiniz mi kim olduğunu?” Başını olumlu şekilde sallayıp, “Mahzene götürüldü,” dedi. Şaşkınlıkla kaşlarımı araladım. Alper yanımdan ayrıldı, merak içinde gözlerim mahzene kaydı, kim olduğunu görmek istiyordum ama şu an gidip gitmeme konusunda çekingendim.

Huzursuzca yerimden kıpırdandım, bu gece bu konuyu askıya alacaktım. Şu an oraya gitmem büyük riskti, Selçuk Bey’in beni görmesi an meselesiydi. Merdivenlerden çıkarken Alper’in terasta olduğunu gördüm. Arkası dönüktü, sigara içtiği havaya dağılan dumanından belliydi. Odama geçip yatağa uzandım tekrar.

Sabah yine bir sürü strese girecektik, Efruz’u nasıl kurtaracaktık bilmiyordum. Selçuk Bey bu olanlardan sonra kolay yumuşayacağa benzemiyordu. Uyuyamayacağımı anlayıp yataktan kalktım. Gidip Efruz’la konuşmam lazımdı, onu bu olanlardan kurtarmam gerekiyordu.

Odadan çıkıp ayakucumla merdivenlerden indim. Mahzene geldiğim anda gözüm diğer yakalanan adama kaydı, beni gördüğü anda kaşları öfkeyle çatıldı, bu o yabancı değildi. Demek ki iki kişi gelmişlerdi. Onu umursamayarak Efruz’a yaklaştım. Uyukluyordu, yorgun yüz hattı iyiden iyiye kendini göstermeye başlamıştı.

“Efruz.” dedim fısıltılı sesle. Gözlerini zoraki bir şekilde araladı, beni gördüğünde heyecanla “Ayza.” dedi. Yanıma gelip parmaklıkları sıkıca kavradı. Ağlamaktan gözleri kızarmıştı, kurumuş dudağını ıslatıp, “Çıkacak mıyım buradan?” dedi. Başımı iki yana salladım, olumsuz cevap vermem onu daha beter hâle soktu. Parmaklıkları sıktığı eli gevşedi. Elini saçlarının arasından geçirip, “Neden ya neden!” diye bağırdı. “Bu kadar zalim olacakları kadar kötü bir şey yapmadım.”

“Biliyorsun kuralları Efruz, vazgeçiremedim.” Olduğu yere çöküp, “Kahretsin ki biliyorum” dedi. Ağlaması şiddetlenirken bir yandan da ırgalanmaya başladı. Bu sefer yabancıya doğru yürüdüm, kapısına yaklaşıp, “Arkadaşınla sen, neden buradaydınız?” dedim. Yabancı bu tavrımı beklemiyormuş gibi, “O nasıl?” diye sordu. Şu durumda arkadaşını düşünmesi şaşkınlığa şayandı. Yanıma yaklaşıp yüzündeki alev topunu bana yöneltti.

“O iyi.” dedim sert bir dille. “Burada ne olduğunu bana söyleyecek misin?” Alayla dudağının kenarını kıvırdı. Kaşları olabildiğince havalandı.

“Neden? Sevgili babana haber mi uçuracaksın.” Diğer yabancı gibi beni kızı zannetmişti, bunu takmayarak, “Kes,” diye bağırdım. “Odama bir yabancı giriyor ve ben kim olduğundan habersizim.”

“Söylemeyeceğim.”

“İyi o zaman.” Arkamı dönüp hızla mahzenden uzaklaştım. Bu gece ne çok olay geçmişti başımızdan. Saate baktım, sekize gelmek üzereydi. Üzerimi değiştirip salona geçtim. Selçuk Bey yine balkondaydı, karar hakkında konuşuluyordu. Saat on gibi hüküm giydirilecekti. Herkes sessizce kahvaltı masasına oturdu. Ortamda ölüm sessizliği vardı. Herkes önündeki tabağa bakıyor, kimse bir şeye dokunmuyordu.

“Baba, Efruz’a bir şans ver.” Alper’in yalvaran sesine itimat etmedi Selçuk Bey. Alper bu sefer sertçe söylendi. “Onu sizin elinize bırakmayacağım.” Selçuk Bey elindeki çatalı sertçe masaya vurdu. Bir şey demeden masadan kalktı. Bu durum karşısında Çiğdem Hanım tuttuğu gözyaşlarını çoktan akıtmaya başladı. Alper de elindeki çatalı masaya fırlatıp masadan öfkeyle kalktı. Masada Çiğdem Hanımla ben kaldım. Sanki sandalyede çakılı kalmıştım, oturduğum yerden kalkarsam iş yokuşa sürülecekmiş gibiydi. Aysel abla gelip yavaşça masayı toparlamaya başladı. Çiğdem Hanım titreyen eli ile bardağı sıkıp hızla suyu içti.

Bahçeye doğru yürüdüm, insanlar çoktan toparlanmaya başlamış, olacaklara büyük bir seyirci topluluğu oluşturmaya başlamışlardı. Gözlerim Dağhan Bey’e kaydı, o da beni görünce yüzündeki gülümseme çoğaldı. Elindeki kadehi bana doğru sallayıp tekrar önüne döndü. Dağhan Bey, Selçuk Bey’in bir üst lideriydi. Yaşı ondan birkaç yaş az olması ona olan saygınlıklarında bir etki etmiyordu. Ona karşı acı bir nefret vardı, bunun nedeni ise babamdı. Hükmünü bu adam vermişti.

Ortaya koyulan idam sehpasını görünce ruhum titredi. Biraz sonra burada ya kıyamet kopacaktı ya da bu kıyamet engellenecekti. Çok geçmeden Efruz ve kollarına vakumlanmış ellerle iki adam girdi. Efruz’un gözleri kapalıydı, elleri ise arkadan bağlıydı. Yanında ise iki adam, onu acımasızca ölüme sürüklüyordu. Efruz her ne kadar direnmeye çalışsa da yapamıyordu. Parmaklarımla alnımı sertçe ovuşturdum. Şu an kurtulması imkânsız gibi duruyordu. Selçuk Bey asla engel olmazdı, biliyordum. Karşısında Dağhan Bey varken olanaksız gibi duruyordu.

Efruz idam sehpasına çıkarıldı. Boynuna geçirilen iple titrediğini fark edebiliyordum. Gözünü kapatan siyah örtüde gözyaşından dolayı ıslaklık vardı. Ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Gökyüzü acıdan mı kararmıştı yoksa yağacak yağmur bu acıya gözyaşı mı dökecekti?

Birden yanımdan geçen bedenle yalpalandım. Alper idam sehpasının yanına geçip, “Efruz’u bırakıp beni alın,” diye çaresizce söylendi. Ortamdaki ses birden kesildi. Alper, Efruz’un yanına geçecekken adamlar bunu engelledi. Az Türkçeleri ile, “Geri çekilin Alper Bey,” dediler. Alper öfkeyle bağırmaya başladı. Ortam iyice kızışmaya başladı.

“Böyle bir şey mümkün değil Alper.” Dağhan Bey’in sözleri Alper’i daha çok öfkelendirdi. Bu sefer yanlarına ben gidip, “Yaptığınız acımasızca,” dedim. Dağhan Bey’in öfkeli yüz ifadesi beni görünce değişti. Elindeki kadehi masaya koyup yanımıza geldi. Alper’e bakıp ne olacağını anlamaya çalıştım.

“Olanları biliyorsunuz, şimdi işlerini yapmalarına izin verin.” Sertçe soludum. Yanımdaki adamı hızla ittirip idam sehpasının üzerine ben de çıktım. Efruz’u korumak ister gibi önüne geçtim.

“Bir insanın hayatını bu kadar kolay göz ardı edemeyiz. Lütfen, başka bir çözüm bulalım ama onu ölüme göndermeyelim.” Dağhan Bey bir müddet hafif beyazı çıkmış sakalında parmaklarını dolaştırdı. Epey düşündükten sonra yanında oturan adamı çağırıp kulağına bir şeyler fısıldadı. Adam önce şaşkınlıkla kaşlarını araladı sonra etrafa dağılmalarını söyledi. Olumlu cevap almış gibi duruyordu. Yabancı uyruklu adamın birine Efruz’u bırakmalarını söyledi. Bu durum karşısında kocaman gülümsedim. Alper bir müddet şaşkınlık içinde Dağhan Bey’e baktı. Efruz idam sehpasından indirilip gözleri açıldı. Mutlulukla bana sarıldı, ben de aynı şekilde sarıldım.

“Geçti bak. Çok şükür kurtuldun.” Efruz başını hızla sallayıp, “Çok şükür,” dedi. Alper, Efruz’un yanına gidip sıkıca o da kardeşine sarıldı. Alper’in ilk defa ağladığına şahit oldum. Çiğdem Hanım geldi, akabinde, “Kızım,” diyerek sarmaladı Efruz’un bedenini. Aralarındaki samimiyete gülümsedim. Böyle bir histen çok uzaktım, uzun zamandır sarılamamıştım anneme. Hastaneye pek sokmadıkları için uzun süre olmuştu annemi görmeyeli.

Dağhan Bey’i aradı gözüm. İleride Selçuk Bey’le konuşup içeriye geçtiler. Efruz’u bırakma karşılığı neydi merak ediyordum. İşin içinde pis kokular var gibiydi. Ben de peşlerinden yürüdüm. Holü geçip Selçuk Bey’in çalışma odasına yürüdüm. Kapının önünde bir müddet bekledim, istediğim sesi duyduğumda daha fazla kulak kesildim odaya. Pek bir şey anlaşılmıyordu, kulağımı kapıya daha çok yaklaştırdım. Ne konuştuklarını anlamasam da ismimin telaffuz edildiğini duyabildim. Meselenin ardına beni koyduğunu şimdi daha iyi anlayabildim. Ne için beni bu meseleye karıştırmıştı öğrenmem gerekiyordu. Biraz daha dinledim fakat ses kesildi. Sıkkınca soluyarak kapıdan uzaklaştım. Aklım karmakarışık oldu. Tekrar bahçeye geçtim, ilerideki banklardan birine oturdum. Parmaklarım alnımda gezindi.

Dağhan Bey’i bahçeden çıkarken gördüm. Bana dönüp gülümseyerek baş selamı verdi. Tepkisiz bir şekilde yüzüne baktım. Bir müddet beni inceleyip bahçeden çıktı. Üşüyen ellerimi cebime soktum. Banka daha çok kuruldum ve zihnimdekileri savmakla uğraştım.

“Ayza.” Alper’in sesi ile düşüncelerimi bir kenara attım. Gülümseyerek yanıma oturdu. Biraz daha köşeye kayıp önüme döndüm. “İyi misin sen?” diye devam etti konuşmasına. Sıkkınca yanaklarımı şişirip soludum. Şu an ne kendimi iyi hissediyordum ne de kötüyüm diyebilecek kadar acizleşmiştim. Yüreğimi istila eden sıkıntının sadece endişeden ibaret olmasını istiyordum.

Alper elini uzatacağı esnada geri çekildim. “İyiyim,” diyebildim sadece. “Biraz yorgunum galiba.” Havada asılı kalan elini yumruk yapıp geri çekti. Yüzündeki güleç ifade yerini büyük bir neşesizliğe bıraktı.

“Neden bu kadar ürkeksin?” Sorduğu soruya karşı, “Ürkek değilim,” dedim.

“O zaman neden sana dokunmamdan korkuyorsun?” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Sorduğu sorunun cevabını bilmesini bekliyordum, önüme dönüp, “Uygun değil bana dokunman,” dedim. Histerik bir gülüş sergiledi. Cebinden sigara paketini çıkarıp içinden bir dal alarak dudaklarına götürdü. Paketi yerine koyup sigarayı diğer eliyle tuttuğu çakmakla yaktı. Duman havaya karışıp giderken Alper’in sıkkın sesi kulağıma ulaştı.

“Ben gitsem iyi olur.” Yanından geçecekken kolumdan tuttu. Hızla kolumu çekip, “Sana neden bana dokunmaman gerektiğini söylemiştim Alper,” diye sert bir üslupla konuştum. Elini kaldırıp “Çok özür dilerim Ayza, refleksle oldu,” dedi. Sesindeki mahcubiyet çatılmış kaşlarımı düzeltti. Bir iki adım geri attım.

“Valla kötü bir niyetim yoktu Ayza, sen gidince birden ne yaptığımı bilemedim.”

“Tamam, önemli değil. Lütfen bir daha bana dokunma.” Başını sallayıp, “Gerçekten daha dokunmam,” dedi. Yanından geçip giderken bakışlarını sırtımda hissediyor oluşum rahatsız etti. Eve girdiğim anda aklıma Efruz geldi. Odasına çıkıp kapısını tıklattım. Aralık olan kapıdan girdiğimde yatakta uzanıyor oluşu girip girmemem konusunda adımlarımı kısıtladı. Girmekten vazgeçtiğim anda, “Gelir misin?” diye söylenen Efruz’la geri dönüp yanına yaklaştım. Bedenini toparlayıp oturdu. Yüzündeki yorgun ifadeye takıldım. Bir müddet sessiz kaldı, ne diyeceğini toparlıyor gibi bir hâli vardı.

“Benim için çok uğraştın Ayza, sana çok teşekkür ederim.” Yatağın ucuna oturup elini kavradım. Mavi gözleri buğulanmıştı ve bu onun ne kadar perişan bir hâlde olduğunu gösteriyordu. O da diğer elini benim elimin üzerine koydu.

“Ben gereğini yaptım Efruz, seni ölüme terk edemezdim.” Gülümseyip başını salladı. Düşük omuzlarını dikleştirip, “Ama babam terk etti,” dedi. “Kızı olmama rağmen beni korumadı.” Cevap vermek istemedim, bu konuda Selçuk Bey suçluydu. Suçunu söylersem Efruz kötü hissedecekti, diğer türlüde yalan söyleyemezdim.

“Önceden iyi anlaştığımız söylenemezdi ama artık benim için kardeşten ötesin Ayza. Sen de kabul edersen artık arkadaş ya da kan bağı olmasa da kardeş olabilir miyiz?”

Dedikleri şaşırtıcıydı, bu Efruz’dan beklenecek sözler değildi. Dediği bu sözlere güçte olsa olumlu cevap verdim. Belki birkaç ay içinde bu evden gidecektim ama en azından şu an bu şansı Efruz’a verebilirdim. Yanıma yaklaşıp kollarını sıkıca boynuma doladı. Benim de kollarım beline gitti. Tuhaf bir durumun ortasına düşmüştüm. Efruz’a karşı ne hissedeceğimi bilmiyordum. Kendimi onunla bu yakınlık konusunda hazır hissetmiyordum.

“Çok teşekkür ederim Ayza.” Gülümseyerek, “Teşekkür edecek bir durum yok,” dedim. Önüne düşen saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. Yüzündeki yorgun ifade silinmiş gibiydi. Mavi gözleri bir müddet yüzümde takıldı.

Aklıma takılan tek konu nasıl bir yola sürüklendiğimdi. Efruz kurtulmuştu ama nasıl kurtulmuştu? Oturduğum yataktan kalkıp, “Ben gideyim artık,” dedim. Israr etmeden, “Tamam,” dedi. Odadan çıktım. Sanki nefesimi tutmuş gibi soluklandım. Odama geçmeden aşağıya indim. Ortalıkta kimse yoktu, ben de bundan istifade ederek kendimi tekrar dışarıya attım. Aklıma gelenle tavlaya yöneldim. Şu an ihtiyacım olan tek şey atımla beraber tekrar mahzene gitmek oldu.

Tavladan içeriye girdiğim anda atım beni görünce kıpırdandı. Yanına gidip yelelerini okşayıp öptüm. İpini çözüp tavladan çıktık. Kimse görmeden evin bahçesinden hızla uzaklaştık. At rotamı öğrendiği için gidiş konusunda pek zorluk çıkarmıyordu. Yol boyunca etrafı inceledim. Halk artık sessizliğine bürünmüştü. Ortamdaki kargaşa artık çekilmez bir durum almıştı ve ben bunu bile bile aralarında bu zalimliğe göz yumuyordum.

Mahzenin önüne geldiğimizde atımı köşeye bağlayıp içeriye girdim. Önce bir müddet sessizce bekledim. Fazlasıyla çıkmazda hissediyordum kendimi. Sonunu bilmediğim bir yoldaydım.

Labirentin içinde yolunu bulamayan belirsiz bir nesneydim.

Adımlarımı babamın eskiden kendine ayırdığı odaya yönlendirdim. Uzun süre girmemiştim buraya. Rutubet kokusuyla yüzümü buruşturdum. Sanki burası bomboş bir hiçlikti. Babamdan kalan tek şey şu ana kadar biriktirdiği dosyalardı. Çoğunda kendini haklı çıkarabileceği deliller vardı ama bunları bulmam bu kadar dosya içinde zor gibiydi.

Parmaklarım köşede duran masada gezindi. Buraya babamın teni sanki yeni değmiş gibi hissettim. Sanki biraz daha dokunsam babam yanıma gelecekmiş gibiydi. Yüreğim acıya payidardı, bu his hiçbir zaman dinmeyecekti. Her şey bir bir yerini bulacaktı, özellikle bu davayı kanla kapatan kişiler cezasını çekecekti. Zihnimde giriftleşmiş bu zemheri rahatlayana kadar ben onların en dibinde olacaktım.

Yanağımda yer edinen gözyaşımı silip mahzenden çıktım. Yüreğim kan katran olmuştu yine hatıralarla. Kendimi toparlayıp atımı bağladığım direkten kurtardım. İpini tutup yürümeye başladım. Bir yandan da olası tehlikeye karşı etrafı gözlüyordum. Ayağımdaki ayakkabıların verdiği rahatsızlıkla atıma geri bindim. Çok fazla gitmeden karşıma çıkan üç adamla atımın huysuzluğu arttı. Adamlar önce ata sonra bana baktılar.

Birbirlerine sessizce bir şeyler fısıldadıklarında hissettiğim tehlike kokusu ile onlar görmeden bacağımdaki çakıyı hızla aldım. Adamların yüzlerindeki ifade kendini göstermeye başladı. Diğer iri cüsseli adam hızla elimden ipi çekti. Daha ne olduğunu anlamadan atım daha fazla huysuzlandı. Sakinleşmesi için yelesini okşasam da çok fazla dayanamadan kendimi yerde buldum.

Kolumun üzerine düşmemden dolayı kolumun acısı fazlasıyla arttı. Adamın biri kolumdan tutup beni yerden kaldırdı. Ne olduğunu anlamadan kolumu daha fazla sıkıp çekiştirmeye başladı. Bu durumda kendimi savunamadım. Koluma soktuğum çakı aklıma geldi. Önce adamın bacağına tekme attım. Adam ani hareketim karşısında kolumdan uzaklaşıp sendeledi. Diğer adam bu tavrım karşısında yanıma yaklaşacakken bu sefer tekmemi onun karnına yerleştirdim. Dövüş konusunda pek bilgili değillerdi ve bu benim işime geliyordu. Hamlelerime dayanamayan iki adamın aksine diğer adam bana karşı olumlu hamlede bulunup bedenimi yere serdi. Yanıma gelip kolumdan tuttu fakat bu sefer onu yere düşüren ben oldum. Elimdeki çakıyı alıp koluna saplayacakken elimden çakıyı alıp ters hareketle kolumu boydan boya çizdi. Acıyla kolumu tuttum. Diğer iki adam yerden kalkıp kolumu kavradılar. Yerdeki adam çakıyı kenara atıp kalktı. Yanıma yaklaşıp yüzüme öfkeyle vurdu. Daha ne olacağını bilemezken bu sefer diğer yüzüme vurdu.

“Kimsiniz?” diyerek bağırdım. Adam üzerindeki ceketi düzeltip soludu. Eşarbımın arkasından saçımı tutup, “Düşmanın,” diye tısladı. Alayvari bir şekilde gülüp, “Düşmanım,” diye tekrarladım. “Canınız cehenneme.”

Adam dediğime sinirlendi, bu durumda tekrar elini kaldırdı fakat vuramadan omzuna saplanan okla sendeledi. Arkasına baktığında ben de okun sahibine baktım. Oydu, yabancı… Gözlerine armağan etmiş katı bir öfkeyle adama bakıyordu. Hızla yanımıza geldi, adama yaklaşıp, “Neler oluyor burada?” diye bağırdı. Adam yabancıyı tanıyormuş gibi elini önünde bağladı. Saygısı kaşlarımın havalanmasına sebep oldu. Yabancı ise adamı tanımıyor gibiydi.

“Sencer Bey biz…” Adını öğrendiğim yabancı bu sefer öfkeyle adama vurdu.

“Madem bizdensin bir kadına el kalkmayacağını bilmiyor musun? Bu düşmanımızda olsa ve suçlu mu suçsuz mu bilmememize rağmen...”

Adam sesini çıkaramadı, şu an ortamdaki sessizlik Sencer’in epey yüksek mertebede olduğunu gösteriyordu. Adam düştüğü yerden kalkıp, “Biz…” dedi fakat Sencer’in, “Kes!” diye bağırması diyeceklerini yarım bıraktı. “Çek git, akşam görüşürüz olanları.” Üç adamda hızla yanımızdan uzaklaştı. Sencer’in bakışları beni buldu, çok geçmeden kolumdaki yaraya baktı. İleride duran atına yaklaşıp çantasından çıkardığı gömleğini yırtıp yanıma geri geldi. Yırttığı gömlek parçasını bana uzattı. Bu durum karşısında önce çekindim.

“Ben saramam kolunu, sen saracaksın artık.” Bez parçasına bakmaya devam ettiğimde, “Merak etme, temiz.” dedi. Yaptığı imaya gülüp bezin ucundan tuttum. Kolumu açacağımı anlayınca arkasına döndü. Bu tavrı karşısında gülümsedim. Kolumu sarıp cilbabımın kolunu geri indirdim. Yaram fazlasıyla acıyordu fakat belli etmemek için ifadesizce, “Hallettim,” dedim. Bana dönüp “Kötü görünüyorsun, istersen ileride hekim var ona görün. Yüzünde iyi değil,” dese de başımı iki yana salladım.

“İyiyim ben. Eve gidince hallederim.” Üstelemedi. Bir müddet sessiz kalıp, “Geçen gün için teşekkür ederim fakat orada kardeşim var onu kurtarmam lazım,” dedi.

“Neden girdin o gece o eve? Bunu bilirsem sana yardım edebilirim.” Önce yüz ifadesi değişti sonra stresle eli saçlarının arasından geçirdi. Elindeki yayı koluna geçirip, “Baban,” dedi. “Onunla geçmişimiz hakkında husumetimiz var.” Hâlâ babam bilmesine şaşırmadım.

“Selçuk Bey benim babam değil.” Dediklerimle şaşkınlaştı. Bana bakıp, “Nasıl?” dedi.

“Orasını boş ver. Turgut Bey’in yakını mısın sen?”

“Evet. Selçuk Alphan’ın tuttuğu adam oğlu, ben de bir nevi oğlu sayılırım.”

“Tamam, yardım edeceğim.” Sertleşmiş yüzü bu dediklerimle yumuşadı. Bir an yüzüne baktım, sanki başka bir ifade vardı.

“O zaman akşam gelirim.” Fazla yanımda durmayıp atına ilerledi. İri cüssesi siyah atıyla bütünleşti. Son kez bana bakıp hızla yanımdan uzaklaştı. Arkasında kalan bakışlarımı çektim. Ben de atıma bindim. Son saatlerde olan bu aksiyon yormuştu. Atımı hızlandırıp beni yoran bu yoldan hızla uzaklaştım. Bu sefer eve diğer girişten girdim. Atımı tavlaya bırakıp yavaşça evin kapısından girdiğim anda, “Ayza,” diyen sesle duraksadım. Bu ses Alper’e aitti. Arkama dönmeye cesaretim yoktu. Bu hâlimi görürse sorularını sıralayacağından emindim. Benim dönmeyeceğimi anlayınca kendisi önüme geldi. Bu hâlime karşın kaşlarını çattı.

“Ne oldu sana Ayza?” Sesindeki tedirginlikle, “Önemli bir şeyim yok,” dedim. İnanmadı, sonra yüzümdeki bakışları koluma kaydı. Eli dokunmak ister gibi havada kaldı.

“Nasıl önemli bir şeyim yok? Baksana yüzünün kolunun hâline, geç odaya ben bir hekim çağırayım.” Başımı iki yana sallayıp “Ben hallederim Alper, o kadar derin bir yaram yok,” dedim, üsteleyecekti ama izin vermedim. Merdivenleri ikişer ikişer çıkarak odama ulaştım. Her şey üst üste gelmişti. Belki Sencer gelmese başka bir yerde olacaktım.

Aklıma gelenle ürperdim. İleride duran aynaya yaklaşıp aksime baktım. Berbat görünüyordum. Yüzüm morarmış, dudağımın kenarı kan toplamıştı. Kolumdaki bezi çıkardım, yaram derin değildi. Bezde kaldı bir müddet gözüm. Yüzümde hafif gülümseme oluştu. Gözlerimi kapatıp aklımdan ne düşünce geçiyorsa hepsini savdım. Banyoya geçip duş aldım. Su en azından vücudumdaki yorgunluğu akıtıp götürmüştü. Suyu kapattım, bornozumu giyinip odaya geri döndüm. Üzerimi giyinmeden yatağa giriştim. Saat erkendi ama en azından biraz uyumam yorgunluğuma iyi gelecekti.

Loading...
0%