Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@rumeysadoganm

Başımı geriye yaslayıp ağrıyan yerlerimi ufaladım. Doğumun sancısı gibiydi şu zaman da yaşadıklarım. Ben artık iyileşiyordum. Şimdi ise şifamı getirene gitmeliydim. Ruman’ı aradım fakat açmadı. Bir kez daha arayınca meşgule attı. Tuhaf şekilde ekrana baktım. Ruman benim aradığımı görünce her zaman açardı. Şimdi ona ulaşamıyor olmam şaşırttı. Aklım camideydi. O imama ulaşmalı, en azından ehil bir kişiden cevap bulmalıydım. O günkü konuşmalarını unutamıyordum. Hele ki art arda gelen tesadüfler beni buna itiyordu. Ben hazırdım her şeye lakin ufak tefek sorularım beni yiyip bitiriyordu. Ne yapacağımı bile bilmezken özellikle düştüğüm bu durum çetrefilli bir hâl alıyordu.

Caminin önüne geldiğimde arabayı park edip indim, heyecanlıydım. İmamı görememe ihtimalim vardı. Yine de ben olabilme umuduyla camiye ilerledim. Caminin önünde kargaşa vardı ve ne olduğunu bilmiyordum. Birkaç adım attığımda bir köşeye iliştim. Hoca bir tabut başında bir şeyler konuşuyordu. İnsanlar etrafına dolmuştu. Etrafı izledim öylece. Daha fazla yaklaştığımda gözüme ilişen kişi Hamza oldu. Merakım daha fazla arttığında ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Yüzünde hiçbir emareye denk gelemedim ve durgundu da, dokunsam ağlayabilirdi. Kimindi bu cenaze, Hamza bunun için mi gelmişti buraya? Bir an içim sıkıldı, ya yakınıysa diye düşünmeden edemedim. Onlara yaklaşamadığım için kimin olduğunu göremedim, belki de bir tanıdığıydı. Daha fazla burada durmayarak camiden uzaklaştım. Aklım hâlâ Hamza'da kalsa da daha fazla onun karşısına çıkamazdım. İkimizde artık yollarımızı ayırmıştık. Daha fazla birbirimizi kırmamalıydık. Ona karşı sevgim baki kalsa da mesafem hep olacaktı. Camiden vazgeçip çantamdan Meryem’in verdiği kartı alarak adrese ilerledim. Bana her zaman yardımcı olabileceğini söylemişti, en azından onun dediğini yapabilirdim.

Meryem'le konuşalı iki hafta olmuştu, üstüne tonlarca kitap okumuştum. Onlarda yetmemiş internetten sohbetler dinlemiştim. Hatta İslamiyet’e giren kişilerin hayat hikâyelerini dinlemiştim. O kadar güzel hayat hikâyeleri vardı ki bazılarını kendi hayatıma benzetmiştim. Ama en çok etkilendiğim Meryem’in anlattığıydı; Mus’ab bin Umeyr. O anlattıktan sonra onun hayatını biraz daha okumuştum. Bir insan birini görmeden nasıl sevebilir diye düşünmeden edemedim. Hayran olmamak elde değildi.

Şimdi Meryem’in beni iyileştirmesi için elimi uzatacaktım. Artık emindim, ben ilk adımımı atacaktım. Yeri geldiğinde eziyet görecektim, yeri geldiğinde ise incinecektim ama ben mutlu olacaktım. Düşüncelerimle ilk defa gülümsedim, aylardan sonra ilk defa kendimi bu kadar iyi hissediyordum. Kalbimdeki sıkışma kuş çırpınışlarına dönüşmüştü. İleriye dönük bir karardı bu, geçmişimi ise elimle itmemdi.

Meryem'in dediği adrese gelerek bir müddet bahçe kapısından içeriye girmeyip olduğum yerde durdum. Birazdan çok güzel şeyler olacaktı buna inanıyordum, bunu biliyordum. Gülümsedim ve adımlarımı huzurla attım. Ben adım attıkça korkum çoğaldı, ben adım attıkça her şey beni kendinden uzaklaştırdı ama kararım cesaretime büyük bir galibiyet verdi.

Kursun önüne geldim ve sertçe nefesimi soludum. Fazlasıyla heyecan yapmıştım. Korkuyordum da, yapabilecek miydim bilmiyordum. Merdivenlerden yavaşça çıkıp kapı ziline elim titreyerek bastım. Kalp ritmim benden bağımsız çarpıyordu. Kapıyı açan on sekiz, on dokuz yaşlarında bir kız oldu. Gülümseyerek bana bakıp, "Buyurun?" dedi, heyecanlandım istemsizce. Konuşamadan kızın yüzüne bir müddet baktım. Sanki dilim tutuldu da ben sesimi çıkaramıyordum. Ne güç bir durumdu.

"Ben Meryem Hanım’a bakmıştım." Şu an sesimin titremesiydi beni ele veren, yine de gülümsemeden edemedim.

"Kendisi şu an derste.”

“Kendisi görüşebileceğimizi söylemişti. Girebilir miyim?”

“Buyurun geçin, ben çağırayım." Dediğini kabul ettikten sonra ayakkabılarımı çıkarıp içeriye girdim. Etrafı inceleyip adımlarımı kızın gösterdiği yere yönlendirdim. Gösterişten uzak sade bir dizaynı vardı kursun, fazla iç ferahlatıcı ve fazla göz yormayan... Koltuğa oturup bir müddet bekledim. Terleyen avuçlarımı pantolonuma sürttüm. Kaçıp gitse miydim? Bir an pişman mıyım acaba diye düşünürken aslında hiç de öyle olmadığımı biliyordum. Hatta ilk defa bu kadar kararlıydım. Bu hissettiklerim korktuğumdan olmalıydı.

Meryem gelene kadar iç muhasebem bitmedi. O kadar çok şey düşünmüştüm ki zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Kapı açıldı, içeriye giren Meryem yine vakur bir yürüyüşle yanıma geldi. Her hareketi imrenilecek kadar güzeldi. Yüzündeki gülümseme beni görünce daha da çoğaldı. Yanıma yaklaşıp sıkıca sarıldı, ben de aynı karşılığı verip sarıldım.

"Hoş geldin Aymira."

"Hoş buldum," deyip tekrar koltuğa oturdum. Olduğum yerde çekingen bir hareket sergilediğimi anlayınca kolumu sıvazladı. "Rahat ol." Ellerimi saçlarımın arasından geçirip kendimi toparlamaya gayret gösterdim. Artık cesaretlenmem lazımdı. Şimdi yapamazsam başka zaman asla yapamazdım.

"Artık vuslat vakti demek, ah o ne güzel vuslat!" Dediklerine gülümsedim, o benden önce bunu demiş, benim sıkıntılarıma tercüman olmuştu bir nevi. Vuslat vaktiydi… Zamanımı çalan aileme ise sırt dönme vaktiydi.

"Vuslat bu kadar zor olmamıştı," dedim zihnimdeki karmaşanın irtihalini ister gibi. Sağ elimi kavrayıp kalbimin üzerine koydu.

"Kalbinde, dilinde itaat ediyor artık, zor görünen her şeyi yıkmışsın." Öyle miydi sahi? Öyleyse ben artık hazırdım. Öyle heyecanlıydım ki avuçlarımın içinin terlemesi daha da artıyordu. Titriyordum da birazdan ölecekmişim gibi hissediyordum.

"Söylemek ister misin?" Neyi kastettiğini anladığımda başımı usulca salladım. Dudaklarından tane tane dökülen kelimelerle ben de aynı şekilde tekrarladım. Ve kulağıma ilişen o güzel nida ne de güzel cezp etti yüreğimi.

"Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasulühü."

Tekrarlanan o güzel kelimeler kifayetsizdi, anlatılmaz bir duyguydu. Ve tekrar bir nida: Ben şahadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur, yine ben şahadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Resulüdür.

Artık içimde biriken sonsuz yağmur damlaları göz pınarlarımdan akmaya başladı. Ben bir acizmişim oysa şimdi kalbim onun güzelliğiyle doldu. Ben dilimdeki şifayla kalbimi iyi ettim. O şifa şimdi kalbimdeki bütün acıyı alıp götürdü. Yeniden doğmuş gibiydim. Eski Aymira’yı öldürmemin zaferiydi bu. Yeniden doğmuş gibi pürü pak, bir yok oluşa sığdırdığım varoluş gibi… Sahiden yeniden doğmuş gibi temiz miydim? Allah beni affetmiş miydi? Gülümsedim, ıslanan yanaklarıma rağmen kıvrıldı dudaklarım. Okuduğum kitaplarda, dinlediğim sohbetlerde affedildiğim belirtiliyordu. Buna rağmen sığındım Allah’a.

Bazen ne zaman çıkılmaz bir derde düşsem bana hep el uzatan bir rabbin olduğunu daha iyi anladım. Boğulduğum zamanlar duyduğum ezan sesleri, bir köşede dinlediğim kur’an lafzı her şeyi açıkça belli ediyordu.

"Hoş geldin Mahpeyker, hoş geldin vuslatına. Semalarda adın yankılanıyor, Müslüman oldu Aymira, Allah'ın en sevilen kullarından biri oldu. Dirilişin vuslatın, vuslatın Rabbim oldu."

Gülümsedim, ilk defa böyle güzel gülümsedim... O mutluluğunu paylaşmak istercesine konuşmaya devam etti, o konuştukça ben rahatlıyordum.

“Kırgınlıklarını sahiplenmek mi yaptığın yoksa alışagelmiş bir serzeniş mi?

Zemheriyi sığınak bildiğin, gönlünün vuslatı mıydı?

Eskimeyen mısralarda saklanmış hayatın hengâmesi.

Kulağa ilişen melodi usul usul çalıyor zihne uğrayan nağmesi.

Alt tarafı birkaç kelime olsa da, zihninde köreltmişsin duygularını.

Kalbin mi muvazzaf yoksa düşüncelerinle sen mi müphemsin?

Mahpeyker! Yakışanı uzaklaştırdığın bu kelime mukadderatın olacak, gitme.”

Meryem'in bana okuduğu bu mısralar sol yanıma ne güzel uğramıştı, bu akşam ilk defa doğru karar verdiğimin farkına vardım. Ben artık Müslümandım. Ben artık eski ben değildim. Bilmem kaç kere demiştim bu kelimeyi. Hep de diyecektim, itirafın güzelliği için hep ben Müslümanım diyecektim. Belki haykırmayacaktım ama kalbimde dilimde birbirini tamamlayacaktı. Hem kendim alışmalıydım bu yeni inanca hem de ailem için kendime zaman tanımalıydım. Bazı zamanlar ne kadar zor bir dönemden geçmiş olduğumu biliyordum, ilerisi için zaten hiç düşünemiyordum.

"Bana nasıl iyi geldin biliyor musun? Çok teşekkür ederim, çok çok teşekkür ederim."

Elimi tutup, "Teşekkür etmene gerek yok, asıl ben nasıl mutlu oldum bir bilsen," deyince elimdeki eline bakıp iç çektim. Asıl iş şimdi başlıyordu, hayatım daha zor olacaktı biliyorum. Ona veda edip gidecektim ama izin vermedi. Beraber yemek yedik, daha sonra öğrencileri ile tanıştırdı. Yüzünde o kadar güzel bir ifade vardı ki benim adıma nasıl mutlu olduğunu görüyordum. Bazı insanlar şifa olarak gelirdi ya, işte benim şifam Meryem olmuştu.

...

Birkaç günlük Müslümanlığın heyecanını yaşıyordum. Bu zaman zarfında Meryem'in yanına gidiyor, onun katıldığı sohbetlere katılıyordum. Daha doğrusu bana bu cesareti veren Meryem’di. Kendimle iç içeydim bazen, ne kadar aptallık ettiğimi anlamam uzun sürmemişti. Ben bunları hiç bilmiyordum, kimse öğretmemişti bana. Çoğu şey ise sadece gördüklerimden ibaretti. Zamanında kâleye almadıklarımın pişmanlığı vardı üzerimde ama ne demişti Meryem; nasip… Nasip şimdi olmuştu, en azından bundan sonra daha iyi bir kul olacaktım.

Kapının çalması ile odadan çıkıp kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda Gizem ve Barış'ı karşımda görmeyi ummuyordum. İkisi de içeriye girdiğinde tek tek sarılıp salona geçtik. Onları görmeyeli uzun zaman olmuştu. Bu süre zarfında zaten kimseyi görmemiştim, neredeyse iki aya yakındır bu yoğunluğun peşindeydim.

"Kız evlendi bizi unuttu Barış." Yaptığı imayla göz devirip koltuğa oturdum. Gizem yine aynı Gizem’di. "Ne içersiniz?" diye sordum Gizem'i göz ardı ederek. Kahve alacaklarını söylediklerinde mutfağa geçip raftan kahveyi çıkardım. Ardımdan gelen Barış, belini tezgâha yasladı. Bakışları sorgulayıcı cinstendi. Aslında ona anlatabilirdim her şeyi, güvenim sonsuzdu Barış'a. Anlatacaktım da… En önemlisi onun desteğine ihtiyacım vardı, belki ondan güzel söz duyarsam iyi hissederdim.

"Neden öyle bakıyorsun?" dedim. Sesimin titremesine mâni olamadım. O böyle bakarsa kahveyi elime dökmem yakındı.

"Son zamanlarda görüşemedik, meraktan bakıyorum." Kahvenin altını kısıp Barış'a döndüm. Elimi saçlarımın arasından geçirip aynı şekilde kalçamı tezgâha yasladım. İçim içime sığmıyordu, en çok da şu an Barış’la konuşacağım için heyecanlıydım. Ona güveniyordum, bu yüzden anlatmak istedim. Kısık sesle, "Ben Müslüman oldum," dedim. Sakinliğini koruduğunda endişelenmeye başladım, aslında Barış olay çıkarmazdı ama az da olsa şaşırmasını bekliyordum. İstekle gözlerinin içine bakmam bile ne kadar el uzatmasına ihtiyacın olduğundandı.

"Hamza yüzünden mi?" Kaşlarım çatıldı. Bu etkiyi mi bırakmıştım onda? Dıştan nasıl göründüğümü de merak ediyordum doğrusu. Başımı olumsuz şekilde salladım. Artık onun için feda edeceğim duygularım yoktu. Ben çok yıpranmıştım, şimdi onun gönlünün hanesinde yurt edinemezdim. O sadece yabancıydı, öylede kalacaktı. Ben çok değişmiştim, daha da değişecektim. O hâlim eski Aymira’yla maziye karışmıştı. Bu öfkemden değildi, onu artık yadırgayacak değildim çünkü onu artık anlıyordum. Bu yüzden de onu unutacak, onu sevmemeyi öğrenecektim. Çünkü o benim için yoktu artık.

"Hayır," dedim sorduğu soruya. "Hamza için değil, kendim için." Yaslandığı tezgâhtan doğrulup bana döndü. Ellerimi tutup başımı göğsüne bastırdı. Bir abi şefkatiyle saçlarımı okşamaya başladığında ilk defa ona güvendiğim için doğru karar verdiğimi şimdi anladım. Barış, bu hayatta benim başıma gelen en güzel insandı. Hayatımdaki tek insan da oydu zaten. Başkası olmasa da umurumda değildi.

"Eğer onun için Müslüman olsaydın bunun için sana kızardım ama bir dine gireceksen kendin için girmen sana destek olmamdan başka bir yol bırakmaz." Kolumu beline dolayıp yüzümü göğsüne yasladım. Biz buna kedi gibi sırnaşmak diyebiliriz hatta.

"Ya sen nesin acaba?” Tatlı tatlı söylendim. Barış bu hâlime gülerken bense huzurla iç çektim. Ona olan sevgimin sınırı yoktu, o gerçekten benim için her şeydi. “Bana her anımda destek oluyorsun.”

“Sen yanlış bir şey yapmadın. Kendi kararların. Belki senin inandıkların doğrudur bilemem ama bana göre benim inançlarım doğruysa sana göre senin ki doğrudur. Bunu tartışamayız.” Şaşkınlıkla baktım yüzüne. O kadar dingin konuşuyordu ki benim inançlarıma gel desem gelecekmiş gibiydi ama o bunu yapmazdı. O kendi kararını kendi verirdi.

“Peki, sen hiç düşündün mü?” Burnuma fiske atıp, “Ne demiştik, senin inandıkların sana göre benim inandıklarım bana göre doğru,” diyerek gülümsedi. "Ailene ya da Oğuz'a ne zaman söyleyeceksin?"

"En kısa zamanda." Bunu saklamam ne kadar doğruydu bilmiyorum ama bunun için adım atma vaktimdi. Korkuyordum bir yandan, nasıl tepki vereceklerini bilmiyordum ama kızacaklarını tahmin edebiliyordum. Özellikle annemin tepkisi gözlerimin önünde film şeridi gibi geçmişti bile, Ruman'ın okuduğu meali duyunca tepkisini görebilmiştim. Alışacaklardı, başka çareleri yoktu çünkü. Kahveleri alıp içeriye geçtik. Gizem, bizi görünce telefondan bakışlarını çekti.

"İçeride ne konuştunuz öyle uzun uzun."

"Hiç, aynı konular işte."

"İyi bakalım, bu aralar pek tuhafsın ama üzerine gelmeyeceğim." Dediğine gülüp oturduğum yere daha çok kuruldum. Onu yalanlayacak değildim, çünkü değişmiştim. Bu kelimeyle içim kıpır kıpır oldu. Belli etmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp gülüşümü yok saydım. Elimde olsa avazım çıktığı kadar haykırırdım gerçekleri.

"Akşam hep beraber bara geçelim, uzun zamandır kafa dağıtmamıştık." Bunu bana bakarak söylemesi iğneleyici tarafını göstermişti. Bana benimle ithamları cabasıydı. Şu an ona alınarak moralimi bozamazdım.

"Siz gidin benim işlerim var." Elindeki fincanı sehpaya koyup ters ters bakmayı sürdürmeye devam etti. Gizem tuhaf biriydi ve bir meseleyi oldukça didikleyen yapıya sahipti.

"Ne işin var?" Öfkeyle nefesimi geri bırakıp, “Ne kadar soru soruyorsun Gizem!" dedim. İsminin sonunu uzatarak konuştum. Ona başka bir dine girdiğimi söylesem kesinlikle olay çıkarır benden önce davranıp işleri zora sokardı. Önce benim her şeyi toparlayıp meseleyi çözüme kavuşturmam gerekiyordu. Bu yüzdende bazı şeyler gizli kalmalıydı.

"Hadi ama Aymira, sen olmayınca olmuyor." Fincanı masaya bıraktığımda Barış’ın, "Zorlama kızı Gizem, hem ben de gelemem," demesi ile ona bakıp gülümsemem bir oldu. Göz kırpıp ayaklandı. Resmen yine kurtarıcım olmuştu. İşlerinin olduğunu söyleyerek kapıya yöneldiğinde ben de peşinden gittim. Kapıyı açtı, bana döndüğü an da yanaklarını sıktı. İç çektim. Onun öz kardeşim olmasını ne çok isterdim.

“Sen var ya, bir tanesin.” Göz ucuyla içeriye bakıp ardından bana döndü.

“Beni pamuklara sarıp sarmalaman lazım,” deyince saçlarını dağıtıp, “Sen yeter ki iste yakışıklı,” deyip güldüm. Burnumu sıkıp, “Hadi görüşürüz,” deyip evden uzaklaştı. Gizem'le baş başa kaldım. Gizem bitirdiği kahvesinin fincanı ile oynarken bir yandan bana bakıyordu. Çalan telefonumun melodisi mutfaktan gelince mutfağa yöneldim. Ekranda Ruman'ın ismini görünce telefonun onaylama tuşuna hızla bastım.

“Canım, kusura bakma ya. Sana dönemedim, çok işimiz vardı bu aralar.” Selamından sonra kendini ifade etmesi endişelendirerek, “Bir sorun yok değil mi?” diye sordum.

“Şey, yok. Sen nasılsın? İstersen görüşelim.”

“Olur,” deyip kısa bir vedadan sonra söylediği adresle telefonu kapattık. Salona geri döndüğümde Gizem yan taraftaki çantasını alıp, "Hafta sonu buluşuyoruz tamam mı?" deyip kapıya doğru yöneldi.

"Burada," dedim barı laf ardı etmeye çalışarak. En azından çok dikkat çekmemek için bunu kabul etmeliydim. Gizem yine de bu durumumdan ötürü şüphelense de bir şey demeden, "Tamam," dedi. Çok büyük bir sorun olmadığı müddetçe uygun zamanı bekliyordum. Yavaştan oturtmalıydım her şeyi. Yanağımdan öpüp, "Hadi görüşürüz," deyip arabasına binerek gözden kayboldu. Şu an rahatladığımı hissediyordum. Bu ne kadar sürerdi bilmiyordum, bu yüzden elimi hızlı tutmalıydım.

Odaya geçip üzerime rastgele bir kıyafet geçirip evden çıktım. Garaja geçerek arabama binerek hareket ettim. Ruman'a olanlardan bahsetmek istiyordum fakat Hamza'ya söyler düşüncesi beni bundan geri koyuyordu. Hamza'ya söylesin istemiyordum. Özellikle Hamza'nın, bundan haberdar olmasını istemiyordum. Hamza'yı artık istemiyordum. Zaten duysa da ne değişecekti ki? Koskoca bir hiç!

Ruman’la buluşacağımız saate daha zaman olduğu için önce sahafa gittim. Orada çok güzel kitaplar vardı. Zaten birkaç liste yapmıştım. Liste yaptığım kağıdı avucumla sıkıştırdım. İçeriye girdiğimde Hacı amcayı gördüm. O da beni gördüğünde sevinmişti. Önünde bir kitabın tamiri ile meşguldü.

“Hoş geldin kızım.”

“Hoş bulduk Hacı amca. Ben birkaç kitap bakmak istemiştim de…”

“Buyur kızım, sen bak bulamazsan ben yardımcı olurum.” Başımı usulca salladıktan sonra raflara ilerledim. Listedeki kitapları bulmam hiç kolay olmadı ama sonunda hedefime ulaştım. Kitapları alıp Hacı amcanın yanına döndüm. Ödemeleri yaptım. Daha sonra yaptığı işe döndü bakışlarım. Önündeki kitap Ruman’ın Hamza’nın emaneti diye verdiği kitaptı. Epey tamir edilmiş gibi duruyordu. O kitapları poşete koyarken benim parmaklarım kitapta dolandı. Unutmak istediğim adamın özlemi oturdu yüreğime. Buruktu tebessümüm. Kalbim acıyordu ama aklım dingindi.

“Çok eski bir kitap ama düzenli tamir edilince zarar görmüyor.” Hacı amca girdi araya.

“Evet, iyi bakılmış kitaba.” Sayfalarının sararması kitaba zarar vermemişti.

“Çay ikram edeyim kızım.”

“Yok Hacı amca, Ruman’la görüşeceğiz.” Anladığını belirtircesine başını salladı. Paketi bana uzatırken uzun uzun amlamlı bir şekilde baktı. Anlamıştı, Ruman anlatmış olmalıydı. Kısa bir vedadan sonra sahaftan çıktım. Kitapları arka koltuğa koydum.

Ruman'ın söylediği mekâna geldim. Arabayı bir köşeye park edip içeriye girdim. Sıcacık bir mekânda üşüyen bedenim ısındı. Yaz ayının bitmesine çok fazla bir zaman kalmamıştı. Aslında havalar güzeldi ama ben üşüyordum.

Camekânın hemen yanındaki masada oturan Ruman beni görünce kocaman gülümseyip ayağa kalktı. Yanına gidip karşısındaki sandalyeye oturdum. Uzun zamandır görmediğim içinde özlemiştim.

Garsona verdiğimiz siparişlerden sonra içeride çıkan kargaşa ile arkama döndüm. Oğuz'u görmemle oturduğum yerden hızla kalktım. Beni mi takip etmişti bu? Beni görünce hızla yanıma gelip öfkeli bakışlarla Ruman'a baktı. Bileğimi tutup soru sormama zaman kalmadan beni çekiştirmeye başladı. Saniyeler içinde oluşan bu kargaşa konuşmamı engelliyordu. Bunu beklemiyordum elbette. Oğuz’a engel olmaya çalışan kişiler oldu lakin bu onu daha fazla öfkelendirecek ki yanımıza yaklaşan her kim olursa olsun engelleyecek kadar sertti.

"Dur Oğuz." Kolumu hızla çekip, "Ne yapıyorsun sen?" diyerek bağırdım. Oğuz önce bana sonra peşimizden gelen Ruman'a baktı. Yüzündeki öfkenin bu kadar şiddetli olması şu an büyükçe kızıl kıyametin kopacağını gösteriyordu. Beni takip etmişti. Şimdi ise gördüklerinden sonra Ruman’ı da görünce daha fazla öfkelendi.

"Seni uyardım Aymira!”

“Hangi hakla?”

“Kocan olarak.” Bağırdı. "Müslüman olduğunu biliyorum." Sesindeki iğrenç tınının bu kadar ileriye gideceğini düşünmezken beni yanıltmış olması ondan bir kez daha uzaklaşmamı sağladı. Gözlerim irileşti, bu adam gerçekten normal değildi. Beni bunca zamandır takip ettiğini anlamamam ise saflığımdandı.

"Sen bu iğ..." Sözünü tamamlatmadan attığım tokatla ortamdaki gerginlik bir hayli arttı. "Kes," dedim bağırarak. "Senin derdin ne Oğuz?" Oğuz yana düşmüş başını bana çevirip kolumu sertçe kavradı. Onu öyle çok öfkelendirdim ki hissettikleri dokunuşuna yansıyordu. Dibime yaklaşıp, "Bunu sonra konuşacağız," diyerek açtığı kapıdan içeriye bedenimi soktu. Ruman engelledikçe Oğuz ona da sert davranıyordu. Şoför koltuğuna oturup gaza son sürat bastı. Delirmiş gibiydi. Hızı ise korkutuyordu. Kemerimi daha fazla kavradım.

"Sen gördüğüm en aşağılık adamsın Oğuz, senden tiksiniyorum." Arabanın frenine aniden basması ile öne savrulmam bir oldu. Dengemi koruyamadığım için kolumu çarptım. Bana bakıyor, nefesini düzene sokmaya çalışıyordu. Gözbebekleri öfkeden olsa büyümüştü. Bu durumun müsebbibi olmamdan ötürü hiçbir pişmanlık yaşamıyordum. Öfkelenebilirdi, zaten bu şaşılacak bir durum değildi. Eninde sonunda öğrenecekti, zaten ona kendimi açıklama gereği bile duymazdım. Belki bu sayede aramızdaki bu saçma evlilik biterdi. Tek duamda buydu zaten.

Üzerime doğru gelip, "O aşağılık adama mecbursun, senin bu aşağılık adamdan başka gidecek bir yerin yok anladın mı!" dedi. Yüzü yüzüme öyle yakındı ki nefesi bir kor parçası gibi yüzümü bertaraf etti. Geri çekilip tekrar arabayı sürmeye devam etti. Bense susmakla iktifa ettim.

Uzun ve sessiz bir yolculuk oldu birbirimize bağırıp çağırdığımız anın ardından. Oğuz'u arkamda bırakarak odaya çıktım. Arkamdan bağırmaya devam ederken ben ona dönüp bakmıyordum bile. "Akşam annenler yemeğe çağırdı," dedi hırsını almayan sesle. Cevap vermedim. Oğuz'u, akşama kadar görmemek için köşeme çekildim. Gitmeyecektim o eve… Ne annemi ne de babamı görmek istiyordum. Onun sinirlenmesi umurumda değildi.

Akşam olmuş, gideceğimizi söylemişti lakin onu reddetmelerim tehdidine kadar vardı.

“Babana açacağım konuyu.” Kapıdan çıkmadan evvel söylediği sözle onun istediği tepkiyi vermedim, bilakis bu sefer sakince ona olacakları söyledim.

“Eğer söylersen, bir daha yüzümü göremezsin. Çekip giderim ruhun bile duymaz.”

Loading...
0%