@rumeysadoganm
|
Hayatım karanlık bir mezardan ibaretti. Sancıyan yanım karanlığın ucundaki aydınlığa erişememekte ısrarcıydı. Zamanın geçmek bilmediği yerdeydim. Ölümle sınanan bir hayat mücadelesi veriyordum. Yok oluşun içinde varoluşumun yeniden hüküm giymesini istiyordum. Sessizliğin içerisindeki ben, ben değildim. Ruhum bu duruma itaat etmişçesine olduğu yerde onlarca güne şahit olmuştu. Sahi kaç gün geçmişti benim burada oluşum? Bir, iki... Hayır hayır, daha uzundu geçmek bilmeyen zamanın sisli yanı. Büyük bir kıyamet zuhur etmişti yaşadığım ana... İslam’la alıp veremedikleri neydi sahi? Beni buraya hapseden, inançlarıma pranga vuran sebep neydi? Oysa kimseye zararımız yoktu ki. İstedikleri yok etmekti ama yok olacaklarını bilmiyorlardı. Dizlerime gömdüğüm başımı kaldırdım. Oda yine her zamanki gibi karanlıktı. Oğuz pencerelere kanat vurdurmuştu, bu yüzden dışarıyı göremiyor yardım isteyemiyordum. Gündüz mü gece mi artık hiçbir fikir yürütemiyordum. Alışmış mıydı gözlerim karanlığa bilmiyorum ama beni korkutan bu oda beni kendi içerisindeki tutsaklıkta hiç de yabancı hissettirmiyordu. Kilitli olan kapıya baktım, oturduğum yer bedenime acı bir ağrı hissettirdiğinde ayağa kalkarak kapıya yöneldim. Günlerce kapıyı yumrukladığım için ellerim yara içinde kalmıştı. Yine de vazgeçmeyerek vurmaya devam ettim. Artık vuruşum sert değildi. Yorgundum, tükenmiştim… "Aç kapıyı Oğuz, ne olur." Kapıyı yumruklamam bir ifade etmediği gibi, kaç gündür aç olan midemden dolayı hâlsizdim. Oturup bacaklarımı yana kıvırdım ve başımı kapıya yasladım. Gözlerim kapanmakta ısrarcı olsa da onları dinlemedim. Yavaşça yumrukladığım kapının sakince açılması geri çekilmeme neden oldu. İçeriye giren ışık huzmesi ile gözlerim rahatsız bir şekilde kısıldı. Tepemde dikilen Oğuz bana bakıp bir şey demiyordu. Onu şu an yumruklamak istiyordum. "Ne zaman bitecek eziyetin?" Dibime kadar gelip gözlerini gözlerime dikti. Mavi gözlerindeki o zehir bütün uzvuma yayılıyordu. Bu ceza değildi, bu bir zulümdü. "Sen ne zaman bitti dersen." "Bu hiçbir zaman olmayacak biliyorsun. Anla artık Oğuz, ben Müslüman oldum.” Yüzümde hissettiğim acı ve gür sesi irkilmeme neden oldu. Çenemi öyle bir sıkıyordu ki bu zamana kadar ona yaptıklarımın cezasını sunuyordu. Aramızda oluşan veryansınlar ne zaman son bulacaktı? Bana acı çektirmek hoşuna giderken, beni bu kadar görmezden gelmesi sinirlerimi bozuyordu. “O zaman akıllanana kadar bu odada kalacaksın.” Hızla yanımdan ayrılırken kapanan kapıyı engellemeye çalışsam da yüzüme kapanan kapıyla bütün umutlarım yerle bir oldu. Kapıyı yumruklayıp bağırsam da sesimi duymazlıktan geldi. Dizimin üstüne çöküp hıçkırarak ağlamaya başladım. Ölüyordum her saniye, görmüyorlar mıydı? Olduğum yerden kalkıp tekrar duvar dibine geçtim. Bacaklarımı karnıma çekip kollarımı bacaklarıma sardım. Üşüyordum, fazla soğuktu oda. Üzerimde ise ince bir kıyafet vardı. Titremem arttığında bedenim kendine daha çok çekiliyordu. Daha sonra ardı sıra hapşırık ve öksürük… Sanırım hasta olacaktım. Başımı duvara yasladım. Düşüncelerim gittikçe derinleşti. Aklıma Meryem’in Hz. Mus’ab’ı anlatışı geldi. Benim farkım; belki işkence görmüyordum ama eziyet ediyorlardı. “Allah’ım!” dedim. Sesim aciz çıktı. Oysa aciz değil miydik? Yöneldiğimiz her yerde o yok muydu? Kapandı gözlerim, daha sonra süzüldü yanaklarıma gözyaşlarım. Canımı yakanlara rağmen yüreğimi ferahlatan bir Rab vardı artık. “Allah’ım, sen bana geç kaldığım bu dinde Hz. Mus’ab imanı ver.” … Annemle babamın sesi ile oturduğum yerden kalktım. Heyecanla ayağa kalktım. Onların beni buradan kurtaracağını düşündüm. Kapıya hunharca vuruyordum ama Oğuz’un onlara engel olmasına bir çare bulamıyordum. Buradan kurtuluşum onlardı. Onlar beni buradan çıkarmazlarsa asla kurtulamazdım. Bir şeyler konuşuyorlardı. Sessiz olup dinlemeyi denedim. “Dediğim gibi, onu ikna edeceğim.” Otoriter sesini duydum. Bunu kime diyordu anlamaya çalıştım. “Bunu yap o zaman Oğuz.” Bu sefer de babam konuştu. “Diğer sefere buraya bunun için gelmeyelim.” Kaşlarım çatıldı. Ne demekti bu? Biliyorlar mıydı burada olduğumu? Kapıya vurdum, istediğim oldu. İçeriye babamla annem yan yana peşinden ise Oğuz girdi. Belki bir umut beni buradan kurtarırlar diye düşündüm ama hiç de öyle gözükmüyorlardı. İkisi de oldukça rahattı ve bu durumum onları üzmüyordu. “Şu hâline bak, zavallısın Aymira.” Konuşan annem oldu. Yüzünde eğreti duran bir ifade vardı. Doldu gözlerim, bana bunu demek için mi gelmişlerdi? Oğuz’a karşı tepki niye göstermiyorlardı, neden kızıma bunu yapıyorsun demiyorlardı? “Anne ne diyorsun sen?” Sesim şaşkınlıktan ibaretti. “Bak şu düştüğün duruma, bizi uğraştırmaktan başka bir şey yapmıyorsun. Hep inadından bunlar.” Dayanamadım. Beni kendilerinin mahvettiğini bile kabullenemiyorlardı. “Siz ne biçim anne babasınız ya! Bu sefer ben kustum öfkemi. Onlara istediğini vermiyordum ve bu durumda sinirleniyorlardı. Babam hiç düşünmeden tekrar tokat attı. Bu attığı ikinci tokattı ve bu sefer canım diğeri gibi yanmadı. Yanan yüzümü umursamadan babama bakmaya devam ettim. “Akıllanana kadar burada kalacak Oğuz.” Oğuz’a baktı. “Gerekirse yemek bile vermiyorsun.” Dehşetle babama baktım. Babam bu muydu gerçekten? Ben onun kızıydım, düşmanı değil… Ama o düşmanıymışım gibi muamele ediyorlardı. “Sizi tanıyamıyorum.” “Biz de seni tanıyamıyoruz Aymira.” “Annen haklı, seni gerçekten tanıyamıyoruz.” Titredi çenem. Onlara aciz görünmedim, ağlamadım. Dimdik durdum… “İstediğiniz kadar tutun beni burada ama ben asla inançlarımdan dönmeyeceğim.” Babam hırsla kolumdan tuttu. Bedenimi kendine çekmesi ile gözlerine çok yakın oldum. “O zaman öl burada Aymira.” Bir an düşeceğim zannettim, düşmedim. Bir enkaz vardı üzerimde artık. Ölmemiştim ama ölmenin ne demek olduğunu çok iyi anlamıştım. Hâlâ onlardan bir şey beklemem hataydı zaten. “Baba!” Buruk bir tebessüm belirdi yüzümde. “Biliyor musunuz ben ölmem ama siz benim için öldünüz. Şimdi istediğiniz gibi gidebilirsiniz.” Tek bir ifadeye rastlayamadım yüzünde. Ne annem ne de babam bana ellerini uzatmışlardı. İkisi de çekip gitmişlerdi. Çaresizce çöktüm kapı dibine. Buna inanamıyordum. Beni burada bırakıp gitmişlerdi. Beni bu mahkumiyetten kurtarmamışlardı. Hayal kırıklığım bütün uzvumu uyuşturdu. Kapanan gözlerimle beraber akan gözyaşlarıma engel olamadım. Dizlerimi karnıma çektim. Artık anlamıştım benim bir zerreden önemli olmadığımı. Buna inanamıyordum. Önceki yaşadıklarım bile canımı bu kadar yakmamıştı. Başımı dizlerime gömdüm. Hareket etmem zorlaştı. Sanki bir anda dünya başıma yıkılmış ve ben altında kalıp paramparça olmuştum. İçimde kopan fırtına hıçkırıklarımla bir bir odada yankılandı. “Öl o zaman” demişti. Hiç acımadan sözleriyle beni yok saymıştı. Ama bir önemi yoktu artık. Onun için ölmem gerekirse ölmeyecektim. Onlara en büyük cezayı yaşayarak yaşatacaktım. … Günlerce yaşadığım olaylar Oğuz’un gelip gitmesinden ibaretti. Birkaç gündür sinir krizleri geçirdiğimi hatırlıyorum. Ara ara doktor geliyor bakıp çıkıyordu. Acımasızdı Oğuz, bunu şu an daha iyi anladım. Kendimi bu acımasızlıkta sıkışmış hissediyordum. Şu odadan çıkamıyor, kimseye haber veremiyordum. Benim gücüm buradan kaçıp gitmeye yetmiyordu. En son Barış’ın beni aradığını duydum. Günlerce kapımıza gelmiş ama Oğuz’un yalanları ile beni bulamamıştı. Kapının açılması ve yanıma gelen doktorun beni gözlemlemesini fark etsem de istifimi bozmadan ırgalanmaya devam ettim. Sorduğu soruya cevap vermiyordum. Kolum tutuldu. Ardından tekrar doktorun sesini duydum. "İyi misiniz Aymira Hanım?" Yavaşça başımı doktora çevirip kaşlarımı çattım. Oturduğum yerden kalkıp, "Katilsiniz!" diyerek bağırdım. Sesim kısılmıştı, boğazlarım acıyordu. Omuzlarına vurup, "Katilsiniz hepiniz," dedim. Bağırışıma engel olmadım, yine sinir krizlerimden birini yaşıyordum. Çıldırmış gibi kendimi ondan uzak tuttum. "Beni rahat bırakın, bana nasılsın diye sormayın artık." Doktoru hızla itekledim. Nasıl bir güç gelmişti bilmiyorum ama doktorun yere düştüğünü gördüm. Kapıyı yumrukladım, tekme attım fakat işe yaramadı. Köşeye sindim. Ellerimi kulaklarıma götürdüm. Hâlâ bazı sözler kulaklarımda yansıyordu. “Acınacak haldesin!” Susmadı sesler. “Öl o zaman Aymira.” Daha fazla kapattım kulaklarımı ama işe yaramıyordu. Başımda keskin bir ağrı vardı. Irgalanırken bir yandan, “Acımayın bana,” diyerek sessizce söylendim. Sesim sayıklar gibi çıktı. Bakışlarım boşluktaydı ve ellerim kulaklarımdaydı. "Sakin olun, lütfen. Ateşiniz var, iyi gözükmüyorsunuz." Ayağa kalktım. Söz dinlemeyerek bağırmaya devam ettiğim esnada kolumdan tutulup etkisiz hâle getirilmem uzun sürmedi. Çırpınışımın ardından kolumda hissettiğim iğne ile acı içinde bağırdım. Olduğum yere düşerken doktorun nabzıma bakması ile Oğuz'a seslenmesi bir oldu. Bilincim kapalı değildi, bu sefer her şey daha farklıydı sanki. O an odada bir kargaşa oluştu. Bağırışlar, kavgalar, gürültüler… Tanıdık bir ses ve bedenimin yerden kaldırılması bir anda oldu. Fakat gözlerimi açamıyordum. Bu duyduğum sanki Barış’ın sesiydi. Tam on gün sonra, tam umutlarımın bittiği yerde o ses benim belki de kurtarıcımdı. Bu sefer kapandı gözlerim. Bedenimi hissetmiyor ve sesler kesik kesik geliyordu. Daha sonra ise hiçbir şey duymamaya başladım. ... Uğuldayan sesler, ilaç kokusu ve kapanan gözlerimin yavaşça açılması. Başımın ağrısı göz kapaklarıma vururcasına sızı içerisinde açıldı gözlerim. İdrak edemediğim bir yabancılık çektim şu ana, etrafa bakmak yerine tavanda gezindi gözlerim. Her şeyin yok olduğunu sandığım o karanlık, ışığını bulmuştu. Bir müddet tavanda oyalanan gözlerim en sonunda başucumda duran doktor ve hemşireyi buldu. Bir hastane odasında olmamı anlamam güç değildi. Karanlığımın aydınlığa kavuşmasına hiçbir tepki veremedim. Daha doğrusu ne hâldeydim onu da bilmiyordum. Sanki yüreğimde canhıraş, bir sükûtun tam ortasındaydım. Dilime vurulan prangalar konuşma yetimi elimden almıştı. Ben hiç böyle olmamıştım, ben çıktığım bu karanlıkta bütün benliğimi kaybetmiştim. Ağlayamıyor, konuşamıyor, tepki veremiyordum. Ağırlaşan gözlerim açılmamakta ısrarcıydı oysaki. Bedenim uyuşmuş, ruhum bir kıyıya çarpmıştı. "İyi misiniz Aymira Hanım?" Doktorun sorusuyla sessizleştim, cevap vermek yerine başımı yan tarafımda duran pencereye çevirdim. Konuşmak istemiyordum, soru sormak, sorulara cevap vermek dilime ağır geliyordu. Böyle bir yapıya bürünmem beni ne kadar aciz duruma sokabilirdi ki? Doktorla hemşire aralarında konuştuktan sonra odadan çıktılar. Yeniden döndüğüm yalnızlığım odaya giren kişi ile yarım kaldı. Çok geçmeden annemin, "Aymira kızım," deyişi kulaklarıma ilişti. Kaşlarım çatıldı. Şu an gücüm olsa annemi bu odadan kovabilirdim ama kolumu kaldıracak gücüm dahi yoktu. Sadece sustum, beni bu zulme atan kişiye bakarsam sözlerimle her şeyi bitirebilirdim. Bakışlarımı pencereden çekmemeye gayret gösterdim. Annemin yüzünü görmek istemiyordum, özellikle onun burada oluşunu istememeyi öğretmişti bana. Oğuz’u onaylarken ki sesini hatırladım, beni bu cehennemde yapayalnız bırakışını anımsadım. Kalbim paramparçaydı, yüreğimi yakan bu gerçeklere onları koymak bu kadar zordu. Annem elimi tutarak, “İyi misin?" dedi. Kaşlarım çatıldı, bu nasıl umursamazlıktı böyle? O odada bana öl diyen kendileri değilmiş gibi davranmaları sinirlerimi bozuyordu. Yüzüne dahi bakmadım, tek bir kelam konuşmadım. Bir tanıdıktan çok yabancıydı benim için annem. Öfkeyle çektim elimi. O da anladı ve geri çekildi. Nasıl hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyorlardı aklım almıyordu. "Peki, şimdilik burada sessizce oturacağım." Yanımdan uzaklaşıp karşıdaki berjere oturdu. Elindeki telefonu kurcalarken yeniden kapı açıldı. Bu sefer gelen babamdı. Annemin belli başlı hareketleri ile o da annemin karşısındaki berjere oturdu. Suçlu değillermiş gibi bir özür bile dilemiyorlardı. Yan tarafıma dönüp yorganı başıma çektim. Kendimi yalnızlaştırıyordum. Saklandığım yer o karanlığın içindeki gerçeklerdi. Babama da anneme de tek bir kelam etsem güçsüzlüğümün ardından can verecekmişim gibi hissediyordum. Ben hiç iyi değildim, içimde biriken ruhaniyet beni bitiriyordu. O odadan kurtulmak mıydı şu anda yaşadıklarım bilmiyorum. Bu bir kurtuluş değildi, elimi kolumu bağlayan başka bir olayla baş başaydım. Gözlerimi kapattığımda o oda geliyordu zihnimin en diplerine. Çırpınışlarım, yapamadıklarım ve güçsüzlüğüm… Birkaç saatin ardından annemle babamın yanımdan ayrılması ile yattığım yerden kalkıp pencereden dışarıyı izlemeye başladım. Bacaklarımı karnıma çekip başımı dizime yasladım. Hava iyice kararmıştı. Üzerime çöreklenen yorgunluk, beni bitkin hissettiriyordu. Burada saatlerce böyle kalmak, hiçbir şey yapmamak geliyordu içimden. Ruhum çekilmiş, bütün acılarım bir bir üstüme yüklenmişti. Gözlerimi kapatıp düşündüm. O odada kaldığımdan beridir düşünmeyi unutmuş gibiydim. Kirpiklerimin arasından sızan gözyaşıyla sancıyan ruhum dudaklarımın arasında hemhal olsa da bu sessiz bir haykırıştı. Ağlayarak dinginleşsin istiyordum her şey ama ağlayamıyordum. Ölecek gibiydim, tek bir fark vardı; ölemiyor, öldürülüyordum. Sımsıkı kapattığım gözlerimi açtığımda karşımda beliren Barış'la olduğum yere daha çok sindim. Ondan bile kaçıyordum, uzattığı elini reddediyordum. Dibime kadar geldi, bağdaş kurup yüzünü yüzüme gelecek şekilde eğdi. Eli bacaklarıma sardığım koluma ilişti. Daha sonra elime baktı. Sebebini anladığında sormadı. Bir teselli cümlesine ihtiyacım olmadığını biliyordu, bir şekilde beni buradan uzaklaştırmak istiyordu. “Bana anlatsan her şeyi olmaz mı?” Konuşmayı başaramıyordum ki anlatabilseydim. Alnımı dizlerime yasladım. O zaten karşımda beni bekliyordu. “Bundan sonra seni asla yalnız bırakmayacağım. Keşke bunu baştan yapsaydım.” Kendini suçlu hissetsin istemiyordum. Bu dünyada suçlu olacak en son kişi bile değildi. Saçlarımdan öptü. Dediğini yapardı bilirdim. Yanıma biraz daha yaklaştı ve bedenimi kolları arasına aldı. Başımı omzuna koydum ve saran kollarına sığındım. Şu an beraber izliyorduk dışarıyı. Saatlerce böyle durduk. Ne o konuştu ne de ben. Oda yavaş yavaş dolmaya başladığında Barış benden uzaklaştı. Bir yandan annemin bakışları, bir yandan Gizem'in panik olup sorular sorması. Hepsi beni daha kötü duruma sokuyordu. Arkamı dönerek hepsini cevapsız bıraktım. Barış Gizem'e, "Biz çıkalım Gizem, Aymira'nın üzerine daha fazla gelme," deyince kısa süreli sessizlikten sonra kapının açılıp örtülme sesi duyuldu. Anlaşılan odadan çıkmışlardı. ... Dünden beri kaldığım hastanede gelenlerin ziyaretlerine kayıtsız kalarak uyuyormuş gibi davranıyordum. Bu benim kaçar yolumdu. Çok kişi gelmişti, birçok arkadaşım ziyaret etmişti ve hiçbirini görmemiştim. Odayı dolduran çiçekler beni asla mutlu etmiyordu. Kapı yavaşça açıldığında bakışlarımı dışarıdan çekerek kapıya yönlendirdim. Gördüğüm kişi ile kaşlarım öfkeyle çatıldı. Karşımda hiçbir şey olmamış gibi duran Oğuz, bütün umursamazlığı ile yanıma yaklaştı. Dayanamaz hâle geldim. Oturduğum yerden kalkarak karşısında durdum. Hiçbir şey düşünemiyordum. Öfkemin verdiği ani hareketle yüzüne sert bir tokat attım. Bu hareketimi beklemiyor olacak ki başı yana savruldu. Omuzlarından itip, "Defol git," diye bağırdım. Birkaç adım uzaklaşıp, "Çık bu odadan," dedim. Sesim ne kadar rahatsız ediciydi bilmiyorum fakat Oğuz'un beni umursamıyor oluşu bundan daha fazla rahatsız ediciydi. Ben de artık umursamıyordum, onun benim yanımda oluşuna katlanamıyor olduğum gibi. Kenarda duran bardağı alıp fırlattım. Bardak Oğuz'un yana çekilmesinden dolayı duvarla buluşup paramparça oldu. Şu an gözüm dönmüş gibiydi. Karşımdaki adamdan nefret ediyordum. Onu öldürmek istemem normal miydi? Bana bu zulümleri yapması normalse benim de onu öldürme isteğim normaldi. İçeriye hızla giren annemle babam beni sakinleştirmek isteseler de pek başarılı oldukları söylenemezdi. Onları da itekledim. Onlara da bağırdım. "Çık Oğuz, defol. Bir daha yüzünü görmek istemiyorum." "Kızım sakin ol." Annemin elini kolumda hissedince sertçe elini itekledim. İkisine de haddinden fazla kızgındım. Bitirmişlerdi artık beni, bu duruma gelmemin en büyük nedeni ikisiydi. "Defolup gidin, üçünüzü de görmek istemiyorum.” Annem bir şey diyecekken, "Rahat bırakın beni,” deyip geri çekildim. “Sizi görmek istemiyorum. Öldü kızınız, isteğiniz bu değil miydi?” Bana söyledikleri cümleleri bir bir hatırlattım. “Şimdi hak ettiğim yerde beni bir başıma bırakın. Çıkın gidin, bir daha sizi görmek istemiyorum.” Hareketlerime engel olamıyordum. Odada ne kadar eşya varsa Oğuz'a fırlatıyordum. Bağırışlarımı duyan hemşireler içeriye girip kolumdan kavradılar. Engel olmaya çalıştıklarında ben daha çok çırpındım ama gücüm yetmiyordu hiçbirine. İki büklüm oldum. Kollarımı tutan ellere direndim. "Bırakın beni." Beni yatağa yatırıp sakinleştirmeye çalışsalar da yapamıyorlardı. Diğer hemşirenin kolumdan tutup iğneyi saplayana kadar bütün bağırışlarım şu an son buldu. Bütün vücudum uyuşmuş, gözlerim kapanmaya yüz tutmuştu. Mayışmış bir sesle, "Gidin," dedim. Sesim boğuktu ve artık gözlerim kapanmıştı. Sadece sesim sayıklar gibi çıktı ve artık son cümlem bana karanlık bir mezar oldu. “Gidin, beni rahat bırakın.” Duyduğun son ses, “Tamam güzelim, geçti,” diyen Barış’ın sesiydi. |
0% |