@rumeysadoganm
|
Geçen zaman ve okuldaki ilk günümle beraber oldukça yoğun bir gün geçiriyordum. Okul oldukça büyüktü, Maşita ile aldığımız kahveleri okulun kafesinde yudumluyor bir yandan onlarca konu hakkında konuşuyorduk. Yanımıza oturan sabah tanıştığımız Sibel öğretmen sıkı bir of çekip suyunu yudumladı. Önce ne olduğunu anlayamamıştık ve o biz sormadan, “Ne kadar yoğun bir gündü,” dedi sitemkâr dille. Sibel öğretmen otuzlu yaşlarda, evli iki çocuk annesiydi. Türkçe öğretmenliği yapıyordu. Orta boylu, zayıf, kapalı biriydi. Maşita, Sibel öğretmenin bu hâline gülüp, “Bu sene sanki öğrenci sayısı daha fazla,” dedi. “Evet, öyleymiş.” Onlara yabancı kaldığım konuyu dinleyerek katılıyordum. Sibel öğretmen, son anda çalan telefonu ile yanımızdan kalkarken Maşita’ya dönüp, “Okul bir hayli büyük zaten, geçen yıl daha mı azdı öğrenci sayısı?” diye sordum. “Aynen, geçen yıl okulun bazı sorunları çıktı, öğrenci sayısını azaltmışlardı.” Anladığımı belirtircesine başımı salladım. Ara bittiğinde herkes sınıfına geçti. Bakışlarım öğrencilere kayarken minik bedenlerdeki heyecanlı bakışlar üzerimdeydi. Bugün ilk gün olduğu için onları sıkma gereği duymadım. Diğer ders söz verdiğim boyama kâğıtlarını dağıtıp köşedeki pencere kirişine oturdum. Çocuklar boyamasını yaparken ben de masanın ucunda duran kitabı alıp okumaya başladım. Dakikalarca süren sessizlik, çocukların boyaması bitince son bulmuştu. Tek tek yaptıkları boyamalara baktım. Ders zilinin çalması ile bugünkü okul saati de bitmiş oldu. Maşita işi olduğunu söyleyince tek başıma okuldan çıktım. Amacım biraz yürümek oradan dolmuşa binip çarşıya geçmekti. Aklımdakilerin birçoğunu yaptım. Diğer aklımda olanı ise gördüğüm kütüphane ile yok sayarak kütüphaneye girdim. Kütüphane oldukça kalabalıktı, şu an sessizliğimi alarak zorla bulduğum köşedeki masaya oturdum. Çantamda taşıdığım kitapları çıkarıp okumaya başladım. Kütüphanenin havasını severdim, bu yüzden birkaç saat kalma niyetindeydim. Bu kitabı Maşita’dan ödünç almıştım. Hatta bana kendisi vermiş, yararlı olabileceğini söylemişti. Kitapta altı çizili yerlere daha fazla dikkat ediyor, öğrendiklerimi daha iyi pekiştirme adına ayırdığım deftere kısa kısa notlar alıyordum. Daldığım kitaptan omuzuma dokunan elle ayrılmak zorunda kaldım. Karşımda mütebessim bir edayla duran kızla göz göze geldik. “Boş masa bulamadım da mahsuru olmazsa burada oturabilir miyim?” Önce etrafa bakıp ardından tebessümüne karşılık vererek, “Tabii,” dedim. Çantamı alıp sandalyemin demirine astım. Masa zaten büyüktü, iki kişiye hayli yeterdi. “Allah razı olsun.” Başımı hafiften sallayıp kitaba geri döndüm. Saatlerce okudum, saatlerce idrak etmeye çalıştım ama bazı konularda gerçekten köşeye sıkıştığımı hissediyordum. Özellikle tesettür beni en çok korkutan durumdu. Bir merakla aldığım kıyafetler öylece duruyordu. Ne yapacağımı bilmeden sessiz bir of çıktı dudaklarımın arasından. Geriye yaslandığımda karşımda oturan kızın bana baktığını fark ettim. Onun varlığını şu an hatırlamamla tuhaf şekilde hissettim kendimi. Kız, kitabına geri dönerken ben de cebimdeki telefonu kurcalayıp ayaklandım. Eşyalarımı toparlayıp kıza, “İyi akşamlar,” dedikten sonra kütüphaneden ayrıldım. Başım çatlıyordu şu anda. Eve gidip duble boy bir Türk kahvesi içmeliydim. Hızlıca bir dolmuşa binip eve geldim. İçeriye girdiğimde sesler dikkatimi çekti. Kapıdaki ayakkabılara da bakarsak Maşita’nın misafirleri vardı anlaşılan. İçeriye girince Maşita ve birkaç kız sohbet ediyorlardı. Beni fark ettiklerinde hepsi birden bana baktı. “İyi akşamlar,” dedim elimi hafiften kaldırıp. Kızlar beni ilk görmenin merakıyla baktıklarında Maşita söze atıldı. “İyi akşamlar Aymira, gelsene.” “Üzerimi değiştirip geliyorum.” Önce elimi yüzümü yıkayıp odaya döndüm. Üzerimi çıkarıp salona döndüm. Anlaşılan şanslı ana denk gelmiştim. Onlar gibi sandalyeye oturup yaptıklarını izlemeye başladım. Köşedeki kız, “Müslim’in rivayet ettiği hadis üzerinde konuşabiliriz. Neydi bu hadis? Kulun Rabbine en yakın olduğu (an) secde hâlidir. Öyleyse (secdede iken) çokça dua ediniz.” deyip sözü tamamladı. Onları sadece izliyordum. Maşita konuştu kızlar devam etti. Mutfağa geçerek kahve hazırladım. Başımın ağrısı geçmeyecek gibiydi. Kahveleri yapıp salona geçtiğimde onlarda dersi bırakmıştı. “Sağ ol tatlım.” Tepsiyi köşeye koyup oturdum. “Neredeydin, okuldan benden önce çıktın diye biliyordum.” Maşita’ya dönüp, “İşlerim vardı, onları hallettim,” dedim. Başka soru sormadı. Kızlar kahvesini içerken aralarındaki konuşmaya sessiz kalıyordum. “Haftaya bendeyiz o zaman. Dersi akaid olarak ayarlıyorum.” Konuşan İlknur’du. Başındaki siyah örtüyü alıp katladıktan sonra çantasına koydu. Maşita dâhil herkes onayladı. “Enişte bey, evde yok sanırım.” Berna’nın gülerek söylediği söz salondakileri de güldürdü, ben ise hâlâ yabancıydım her şeye, sadece kızların ismini biliyor başka bir şey bilmiyordum. “Kovdum ben onu, annesini çok özlemiş.” Kızlar gülmemek için kendilerini zor tutuyordu. Anladığım kadarıyla durum vahimdi. Zaten bu konu hakkında kimsede bir şey demedi. “Tamam, ben kurabiyeleri yaparım.” Tekrar Berna konuştu. Maşita, “Ben de tatlıyı yaparım,” dedi. Diğer kızlarda bir şeyler yapacağını söyledikten sonra ev sahibine sadece çay demleme işi kalmıştı. “Kızlar.” Köşede oturan Funda’nın seslenmesi kızların planının sonlanması ile dikkat çekti. Herkes Funda’ya bakıyordu, Funda’da telefondan bakışlarını çekip ekranı biz tarafa çevirdi. Ben dahil hepimiz ekrana baktık, ben bir şey anlamadım ama kızların sevinç naraları odayı doldurmuştu bile. Anlamsızca kızların bu sevinçlerine bakarken olaya Maşita atladı. “Çok şükür ya, sonunda.” Herkes çok şükür dedikten sonra Maşita bana konuyu açıklama adına, “İki yıldır bina arayışındaydık, belli bir meblağımız vardı sahibi kabul etmiş satın aldık binayı,” dedi. Ben hâlâ bir şey anlamamıştım. “Kızlarla medrese hayalimiz vardı onu faaliyete geçireceğiz bi’iznillah.” Dedikleri beni de mutlu etti. Kızların zaten gözleri parlıyordu. Ben konuya yabancı kalsam da mutlulukları ile mutlu olmak geldi içimden. “Ne yap ne et nişanlını ikna et. Bak sensiz olmaz.” Berna’nın Maşita’ya laf atması hepimizi güldürdü. Seneye burada olmayacaktı ve kızlar şimdiden bunun eksikliğini yaşıyor gibiydi. “Ohoo şimdiden siz beni yolladınız, durun yahu daha bir şey belli değil.” Hiç kimse başka bir cevap istemiyordu zaten. Maşita’daki mutluluk zaten şimdiden boy göstermeye başlamıştı. Bu yaz düğünü vardı. Belki de medrese onun için hayal olarak kalacaktı. “Peki, ne yapılacak medresede?” Sorum üzere Berna cevap verdi. “Ya medrese deyince akla hemen sadece ilmi dersler verilen yer geliyor ama bu bambaşka bir şey olacak bizim için. Mesela ben kaligrafi yapmayı biliyorum, onun kursu olacak, dil kursları olacak vs. Evet ilmi faaliyette olacak ama hepsini aynı anda yürütmeyi düşünüyoruz.” “Çok güzel fikirmiş. Zaten kalabalıksınız çok güzel yürür.” Onlar gibi ben de heyecan yapmıştım, kim bilir belki ben de bu faaliyetlerde görevli olabilir ya da oranın havasını soluma şansım olabilirdi. “Şimdi asıl mesele içini donatmak. Biliyorsunuz maddiyatımız çok da iyi bir yerde değil.” Çözüme kavuşması gereken birçok mesele vardı. Kızlar şimdiden ney alınacak, nasıl yürüyecek endişe içerisindeydiler. Projeleri çok güzeldi ama faaliyete geçirmek çok zordu. “Allah bir kapı açtıysa bin bir kapı daha açar.” İlknur’un sözüne herkes onay verdi. Elindeki telefonu cebine koyan Funda, çok durmadan ayağa kalktı. Diğer kızlarda Funda’nın ayağa kalkmasını fırsat bilip kalktılar ve bizlerle veda ettikten sonra çıkıp gittiler. … Kış ayının ayazı Ankara’yı daha fazla sararken kabanıma biraz daha sarıldım. Yerler sabah yağan kardan sonra erimiş ortalık çamura ve su gölcüklerine dönüşüvermişti. Öğlen yemeğinden sonra okula sonunda varabilmenin huzuru ile kendimi kalorifer peteğinin yanında buldum. Soğuk bütün uzvumu ele geçirmişti. Uyuşan ellerim gevşemiş, üşüyen ayaklarım az da olsa ısınmıştı. Maşita, elinde tuttuğu bardağı bana uzatınca aldım. O kadar üşümüştüm ki reddetmek yerine çayla şu an resmen yapışık kaldım. Avuçlarım arasında dumanı tüten çaydan bakışlarımı çekip Maşita’ya bakmamla oturması bir oldu. Öğle arasının bitmesine on dakika kalmıştı ve öğrencilerin uğultusu ta bizim odaya kadar geliyordu. İkimizde gülümsedik bu duruma, diğer öğretmen arkadaşlar ise ya çocuklara, “Koridorda koşmayın çocuklar,” diye ikazda bulunuyor ya da gelen birkaç öğrencinin derdini dinliyordu. Kimisi ise arkadaşlarını şikâyet ediyordu. “Bu okulu özleyeceğim sanırım ben.” Maşita’ya döndüm. Bakışları çocukların üzerindeyken bir an duygusallaşmıştı. İki yıldır buradaydı, normaldi buraya alışması. “Belki geri gelirsin, kim bilir.” Geri yaslanıp çayından bir yudum aldı. Ona ben de alışmıştım, en azından geri gelmesini istiyordum. Belki aynı evde kalmayacaktık ama ben ona yakın olmak için bütün dualarımı edebilirdim. “Selim’i ikna etmeliyim önce.” Gülerek söylediği şeyin aslında ne kadar zor olduğunu gösteriyordu bana. Omuz silktim, Maşita da benden farklı değildi. Onu tanıyorsam ikna ederdi. “İşin çok zor o zaman.” “Benim canım fikirlerim için bunu demeni kabul etmiyorum.” Kaşlarım şaşkınlıkla aralanırken Maşita okulun zil sesi ile ayaklandı. Bense ağır hareketlerle kalkıp elimdeki bardağı köşeye koydum. … Ders bittikten sonra geldiğim öğretmenler odasında Maşita’yı düşünceli bir şekilde gördüm. Yüzünde derin bir ifade vardı. Dikkatle baktım, beni fark etmemişti bile. Köşedeki boş koltuğa oturdum, beni yine fark etmemenin verdiği dalgınlığın sebebini oldukça merak ettim. Sessizce önce beni fark etmesini sonra bu dalgınlığın nedenin anlatmasını bekledim. Yavaşça kaldırdı başını. “Bir şey mi oldu?” Sorgulayıcı sesim ayriyeten endişeliydi de. “Bir öğrenciye canım sıkıldı. Ailesi sanırım okutmak istemiyormuş.” Şaşırdım, bu zamanda hâlâ böyle bir durum var mıydı? Şu an Maşita gibi benim de canım sıkıldı. En çok da o çocuk için ne kadar üzücü olduğunu bilebiliyordum. “Peki öğrenci?” “Görmelisin Aymira, nasıl hevesli okumaya. Küçücük daha, ne demek okutmamak!” “İstersen konuşalım ailesiyle.” Başını salladıktan sonra, “Öyle yapacağız zaten,” dedi. Böyle yapmalıydık, eğer çocuk istiyorsa aile karşı çıkmamalıydı. “Ben gidip öğrencinin bilgilerine bakayım.” Yanımdan geçip giderken arkasından sessizce bakakaldım. Durum ne olurdu bilinmezdi, şimdi ise o öğrencinin neler hissettiği beni düşündürttü. Diğer öğretmenlerin haberi olmadığını biliyordum. Maşita da yeni öğrenmiş gibiydi. Kalkıp kendime çay koydum. Zilin sesini duyunca elimdeki kupayla sınıfa çıktım. İçeride oradan oraya dönen çocuklar ve havada uçuşan kâğıtlarla şaşkınlığım arttı. Daha düne kadar sessiz sessiz duran çocuklar sınıfta adeta survivor havası oluşturmuşlardı. “Hey hey, geçin bakalım yerlerinize.” Beni fark ettikleri an hızlıca yerlerine geçtiler. Bardağımı masaya koyup, “Şu dağınıklığı kim yaptıysa ortalığı toplasın,” dedim. Kimse ortaya çıkmadı. Kaşlarım aralandı, anlaşılan benimle inatlaşacaklardı. Ellerimi belime koydum. Birileri beni duymazdan geliyordu anlaşılan. “Bence iyi düşünün, çantamda çok güzel boyamalar bekliyor. Zaman kaybedersek boyamalar benimle geri gider.” O an, çocuklardan dört tanesi ortaya çıktı. Bu hâllerine gülmemeliydim, gülersem yapmazlardı. Sadece bana tatlı tatlı bakmalarına daha fazla dayanamayıp gülümsedim. Çok şükür ki ortalığı hemen toparlamışlardı. Boyama kâğıtlarında bugün öğrendiğimiz sayıların objeleri vardı. Bazen böyle öğrenmeleri daha iyi oluyordu. Biraz daha kolay olunca hafızaya iyi yerleşiyor, çocuklar severek yapmış oluyorlardı. “Öğretmenim, benim boyamam bitti.” İkinci sırada oturan Ali’yle çocukları izlemeyi bıraktım. Ali’nin yanına gittim. Ali yarım yamalak yaptığı boyamayı bana uzatmasıyla gülümsemem çoğaldı. Boyuna gelecek şekilde eğilip, “Sence şuralar boş olmamış mı Aliciğim, oralar da boyanırsa bence daha güzel olur,” dedim. Başını tatlı tatlı salladıktan sonra boyamaya devam etti. Tek tek çocukların boyamalarına baktım. Kimi Ali gibi özensizce boyarken onların bu haline gülümsemeden edemedim. Ders bittiğinde Maşita’nın öğrencisi Firdevs’in ailesiyle konuşacağını söyleyip sınıfımın önünden geçerken boş sınıfa girdiğini gördüm. Sanırım bu dersi boştu ve o da bunu değerlendirmek istemişti. Bu kadar hızlı olacağını tahmin etmiyordum ya da birkaç gündür bu mesele vardı da bugün konuşmuş da olabilirdik. Ben öğretmenler odasına geçerken yanımdan iki aile geçip gitmişti. Şimdilik bu işe karışmamalıydım, Maşita’nın başaracağına emindim. Son derse de girip çıkmıştım. Maşita, neredeyse okulun bitiminde gelmişti odaya. Anlaşılan epey zorlu bir görüşme olmuştu onun için. Başını olumsuz şekilde sallaması benim de canımı sıkmaya yetti. “Yarın kaydını alacaklarmış, zaten buradan da taşınmayı düşünüyorlarmış. Ne dediysem olmadı, kabul ettiremedim.” “Ne zamandır var bu olay?” İç çekip, “Geçen yıldan beri var. Yine bu yıl için ikna edebilmiştim, hatta evine kadar gitmiştik öğretmen arkadaşlarla. Şimdi de babasının bu inadına bir söz bulamadım.” Başımı hafiften salladım. Onlar ellerinden geleni yapmıştı, şimdi değişen bir şeyin olmaması olaya farklı bir boyut kazandıramamıştı. Benim diyeceğim bir söz yoktu, ailevi meseleler zaten beni hep çok üzüyordu. … Günler okula gidip gelmekle geçiyordu. Kış ayını Ankara’da fazlasıyla yaşıyorduk. Ankara’nın soğuğuna inat çamurlu yolda ilerliyor, girebileceğim sıcak bir yer arıyordum. İkindi ezanının sesiyle camiye ilerledim. Yanımda bulundurduğum örtüyü başıma örtüp kapıdan içeriye girdim. İçeride üç beş kişi vardı, herkes imamı bekliyordu. Ezanın bitmesiyle herkes önce sünneti kılıp ardından imamın tekbiri ile namazı özenle kılıp tamamlamıştık. Herkes bir bir dağılmış ben ise bir köşeye geçip yeni öğrendiğim Kur’an’a bakmaya çalışıyordum. Neredeyse bir ay olmuştu lakin çok çok yavaş okumam dışında başka bir sorunum yoktu şükür ki. Bir de bir sayfayı yarım saatten fazla okumam güldürdüğü gibi Maşita’nın esprileri aklıma geldikçe kapattığım Kur’an’la sessizce güldüm. Camiden çıkıp Maşita’ya her zamanki oturduğumuz kafeye gelmesini söyledim. Bana on dakika önce işlerinin biteceğini söylemişti, o da dışarıdayken bir saleple kendimizi ödüllendirmezsek olmazdı. Geleceğini söylemesi ondan önce kafeye girmemi sağladı. İçerinin sıcak havası üşümüş bedenimin gerginliğini gevşetti. Köşede bir yer buldum ve oturdum. İçerideki hoş koku ve dışarıda yağan hafif kar, Maşita’nın gelmesi ile bütünleşti. Karşıma geçip oturmasıyla gelen garsona siparişleri verdik. Maşita, telefon konuşmasını sonlandırıp bana döndü. Yüzündeki o parlaklığı görünce nişanlısı ile konuştuğunu anlamam güç değildi. “Halledebildin mi işini?” “Hallettim, rahatladım valla. Ne yoğun bir gündü böyle.” Gelen siparişle Maşita, gününün nasıl geçtiğini anlattı ben de aynı şekil de ona anlattım. Maşita, tekrar çalan telefonuna döndüğünde yaklaşan düğünün telaşını yaşıyordu. Nişanlısının eğitimi olduğu için de biraz yalnız hazırlanıyordu her şeye. Çoğu konuyu da ablası ile halledip, diğer işlerini burada tamamlıyordu. Telefonu kapatıp ofladı. “Yorma kendini bu kadar, daha şubat ayındayız acele etmene gerek yok önünde daha birkaç ay var.” Geriye yaslanmasıyla omuzları düştü. Biraz da nişanlısını istiyordu yanında bunu görebiliyordum. Hem yalnızlık hem özlem onun için zordu; haklıydı da… “Sadece birkaç mutfak eşyası ancak alabildim Aymira ve önümüzde bir sürü alınacak şeyler var.” “Benim sana yardım edebileceğimi biliyorsun değil mi?” “Tabii, biliyorum ama zaten senin birçok meşguliyetin var yormak istemiyorum.” “Aşk olsun ya, ben senin arkadaşın değil miyim?” Gülümsedi. “Öylesin tabii.” “O zaman?” Bir şey diyemedi, benim de haklı olduğumu biliyordu. Ben de bir köşeye not edip onun için bir şeyler yapma kararı aldım. Bugün susmayan telefonuna tekrar dönüp dinlediği kişiye, “Geliyorum,” demesi anlaşılan sohbetimizin yarım kalacağını gösteriyordu. “İlknur beni bekliyormuş, binaya bakacağız. Gelmek ister misin?” Bunu asla reddetmezdim. Hem eve gitmek de istemiyordum. Ödemeyi yapıp kafeden çıkmamız soğuk havayla bütünleştirdi bizi. Tek geldiğim yolu, Maşita ile devam ettirdim. Biraz ilerledikten sonra yanımızda bir araba durdu. İlknur’un camı açması merakımızı giderdi ve hızlıca arabaya bindik. “Es’selamu aleyküm canım.” İlknur hızlıca, “Aleykümselam,” diyerek Maşita’ya sarıldı, ben de sarılamayacağım için uzattığı elini tuttum. Çıktığımız yol, epey uzun sürdü. Yol boyunca İlknur’un Maşita’ya düğün hakkındaki sorularını dinledim. Maşita da zaten her şeyi bir bir anlatıyordu. “Senin hayatında kimse yok mu Aymira? Anladığım kadarıyla bekârsın, parmağın boş.” Bu soruyu beklemiyordum. Yutkunmam boğazımda takıldığı gibi sözlerim dudaklarımın arasından çıkamadı. Ne yazık ki unutmayı bile başaramamış kalbim fazlasıyla sızladı. Maşita ile göz göze geldik. Maşita, olayı bildiği için olaya müdahil olmak istedi ama izin vermeden, “Yok,” dedim. “Şu anlık hayatımda kimse yok.” Bu sefer İlknur’la göz göze geldiler. İlknur’un kahverengi gözleri gülünce kısıldı. “Allah Allah, şaşırdım doğrusu.” Gözlerimi kaçırdım, İlknur’da hiç sorun etmeden, “Aman boş ver ya, yaşa bekârlığını. Mis gibi,” demesi biraz önceki meraklı olan kendisiyle tezat duruma düştü. Bekârlık! İçimde canhıraşla devam eden o sözcükte birçok geçmiş vardı. Yine de ses etmedim, onların aksine sessizliğime bürünüp dışarıyı izlemeye başladım. Zaten yol bu sessizlikle devam etti, bir binanın önünde son buldu. Üçümüzde heyecanla arabadan indik. Bina çok büyük değildi, üç katlıydı. İlknur kapı ziline basınca birkaç saniyenin ardından kapıyı açan kişi Berna oldu. Yüzündeki gülümseme daha fazla çoğaldı. “Hoş geldiniz, neler oldu bir bilseniz, hadi girin içeriye.” Ardı ardına, nefessizce söylenmelerine şaşırarak baktık, güzel bir şey olmuştu anlaşılan. Merakla ilerlediğimiz koridorun sonundaki odaya girdik. Gerçekten şaşkınlık hepimizi kuşattı. Odada daha yepyeni hiç açılmamış eşyalar vardı. “Bunları kim aldı?” Soruyu İlknur sordu. Hepimiz için merak konusu olan bu soruyu ise Funda cevapladı. Onun da sesi heyecanlıydı. “Erdem amca sağ olsun, nereden duyduysa yardım etmek istemiş.” “Hadi canım, şu bizim toplarımızı patlatan Erdem amca mı?” Kızlardan gür kahkaha çıkarken ben de tebessümle onları izledim. Maşita, bana dönüp, “Mahalle çocuklarıyla oynadığımız futbolda balkonuna her defasında top kaçıp, bazen de çiçeklerine zarar verdiğimiz bir amca var ondan bahsediyoruz,” demesiyle anladım dercesine başımı salladım. “Sus kız deli. Bir ara topa bir çaktın adam çiçeklerini koruyacağım diye az daha ölüyordu be. En azından kıl payı kurtuldu da başındaki şapka uçuverdi sadece.” Geçmiş anılar eşyalar sayesinde tazeliğine kavuştu. Kızların kahkahasına ben de eşlik ettim zira anlattıkları tam bir çılgınlıktı. “Adam, can havliyle bastonu kafama atana kadar.” Karnını tuta tuta koltuğa oturdu İlknur. Gülmekten herkesin gözünden yaş geldi. “Selim abinin kahramanlığını da unutmayalım.” O an Maşita, bunu beklemiyor olacak ki gülüşü dondu. Al al olmuş yüzle Funda’ya baktı. “Resmen bir çarpıştınız uçmak yerine o klişe tutuşu gerçekleştirerek seni yerle bütünleşmekten kurtardı. Ah dizilerdeki gibi, ilk karşılaşma ve ilk bakış... Çok romantik.” Diğer kızların aksine Maşita buna gülmedi. Utanarak köşedeki peçeteyi alıp Funda’ya fırlattı. Demek ilk karşılaşmaları buydu, bunu bana anlatmadığı için şimdi öğreniyordum. “Adam görür görmez vurulduğu gibi ertesi gün ailesini gönderdi Funda, dalga geçme çarpılırsın.” Bu kaosa İlknur’da katıldı. Maşita kılıktan kılığa giriyordu. Öyle utanmıştı ki belki de uzun süredir tanıdığı arkadaşlarından ilk defa böyle tepki görüyordu. “Allah Allah ya sen kendine bak. Adamı kaç gündür süründürdüğünü unutmadık.” Topu İlknur’a attı. İlknur hiç Maşita gibi kıvranmadı, aksine, “O da canımı sıkmayacaktı,” dedi. Açık açık konuşuyor, bazen de sanki o anı hatırlamış gibi birden celalleniyordu. “Kızım kıskançlıktan adamı sandığa kilitlemediğin kaldı.” Dudağını büzüp omuz silkti. O an gerçekten alınmıştı. “Ne yapayım Funda? Ya adam yüzük takmayı sevmiyorum diyor, ondan sonra kadınlar neden rahatsız ediyor. Takılacak kardeşim o yüzük. Neymiş kilo almış da yüzük olmuyormuş. Pis yalancı.” Dudaklarımı birbirine bastırdım ama kızlar benim aksime kahkahaya boğuldular. Bunlar normal kıskançlıktı aslında. Ama kızlar susmayıp devam etti. “O akşam çiçeklerle geldiği için ağlamanı hiç saymıyoruz.” Kızların bu takılmalarına İlknur kaşını çattı. “Bütün gün telefonu açmamış bir de çiçeklerle geliyor, kesin bir şey yapmıştır diye düşünmüştüm, ne yapayım.” Gözlerim kocaman açıldı. İlknur sandığımdan da takıntılı düşünüyordu. “Güvenmiyor musun eşine.” Sessizliği sonunda bozabildim. İlknur, bu sessizliğimden ötürü önce benim konuştuğumdan emin olmak için yüzüme baktı. Ben, onların hayatına yabancı olduğum için onlar gibi davranamıyordum. “Güveniyorum tabii ki. Sadece dışarıdakilere güvenmiyorum.” Söyleyişi bile hırslıydı. Onu, şu an daha iyi anlamıştım. Kızların şakaları, birbirleriyle atışmaları sayesinde akşamı etmiştik. Yorgun bir şekil de eve döndüğümüzde kızlarla yemek yediğimiz için yemek yapmak gibi bir derdimiz yoktu. Maşita, kendi odasına ben de kendi odama çekildim. Üzerimi değiştirip banyoya ilerledim. Kısa bir duş aldıktan sonra abdestimi de alarak tekrar odaya geri döndüm. Yatsı ezanı da şimdi okunmaya başladı. Ezan bitene kadar bekledim. Hâlâ bir şeyler tamamlanmış değildi ama niyetim halisti. Belki tam kılmıyordum ama öğrendikçe daha güzel kılmaya gayret ediyordum. Seccade başına geçince ise sanki içimi bir huzur kaplıyor ve kılacağım namaz kolaylaşıyordu. Namazı bitirdiğim esnada holden gelen sesle seccademi köşeye koyup odadan çıktım. Maşita da kendi odasından çıkıp mutfağa ilerliyordu. Ben de peşinden gittim. Raflardan indirdiği kahve kutusunu tezgâha koyup bana döndü. Gülümseyişi artarken, “Kahve?” diye sormayı ihmal etmedi. Ağır ağır başımı salladım sadece. Köşedeki sandalyeye oturup kahve yapışını izledim. “Ne düşünüyorsun?” Maşita’nın ne zaman yanıma geldiğini fark etmediğim esnada konuşması irkiltti. Bakışlarım onun kahve yaptığı yerde, boşluktaydı. “Bilmem, bazen öyle dalıp gidiyorum. Kafamda binlerce düşünce…” Çaprazımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Namazdan sonra bazen böyle oluyordum. Neyim olduğunu da bir türlü çözemiyordum. “Kızlarla konuşurken de oldu bu, meseleyi tahmin ediyorum ama dillendirmek de istemiyorum.” Buruk bir tebessümle iri kahve gözlerine baktım. Ne kadar kendimi sakındırsam da belli ettiğimi ben bile biliyordum. Bunun için laf kalabalığı yapmayacaktım. “Mesele o değil. Mesele etrafım o kadar kalabalıkken neden yalnız hissettiğim. Bilmiyorum, içinden çıkılmaz bir durumdayım. O kadar keyifliydiniz ki bugün, biraz kıskandım özür dilerim.” Masanın üzerinde duran elimi tuttu ve, “Sen yalnız değilsin,” dedi. “Terk edildiğin yerde seni sahiplenen bir Allah var. Ben varım, Ruman var o bahsettiğin arkadaşın Barış var… Eğer seni yalnız hissettirdiysem ben özür dilerim.” Haklıydı ama bunun dışında bir histi bu. Elimde değildi. Aklına bir şey gelmiş gibi dudaklarını kıvırdı ve, “Mesele tam da o,” dedi. Parmakları yüzümde dolandı. Bir arkadaşça, bir dostça, bir kardeşçe sevdi ve sonunda, “Sadece susuyorsun ama senin konuşman lazım Aymira. Aylarca içinde tuttuğun o sayha dudaklarının arasından çıkmalı artık,” demesi soğukluğumun içine bir kor ateşini düşürmüştü. Şu an sanki bir ateşin eşiğinde uzatılan eli reddediyordum. Bu benim elimde değildi. Ve ben artık susmayarak, “Neden?” dedim. Bu bir isyan değildi bilakis kalbimdekilere bir cevap bulabilmekti. Kıymık gibi batan bu geçmiş canımı acıtmaktan başka bir şey yapmıyordu. “Her şey zaten karmaşık bir haldeyken neden düzelmiyor bir türlü?” “İmtihan Aymira, imtihan. Biraz daha sabret.” |
0% |