Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. Bölüm

@rumeysadoganm

Satır arası yorumları lütfen ihmal etmeyin.

Bölüm müziği: Boş Liman - Heybe

...

Derse girip çıkıyor sonra odama kapanıyordum. Nefes almak dışında yaptığım hiçbir şey yoktu. Günlerce düşünüyorum, aklımdakilerle oyalandıkça kafayı yememek için sabrediyorum. Ne yapacağımı bilmeden öylece duruyorum belki de. Varlığım kendime yük oluyor, kimliğim yüzüme bir tokat gibi çarpıyordu. Uyuşmuştum.

Mektuptan sonra hiç iyi değildim. Ölü gibiydim. Ruhum çekilmiş, sessizliğim gün geçtikçe daha fazla artmıştı. Savaş veriyordum kendimle. Hiçbir şey iyi gelmiyordu. Ne kızlar ne de unutmak için kendime bulduğum meşgaleler… Sanki boş bir çırpınışın içerisindeydim. Yaşamanın bu kadar eziyet vereceğini bilememiştim hiç. Eskiden olsa hep bir bahanem olurdu ama şimdi… Bu nasıl bir dertti ki canım gün geçtikçe daha da artıyordu.

Yurda girdim. Merdivenlerden çıkarken kızların seslenmesine kayıtsız kalıp odaya girdim. Kimsenin gelmesini istemiyordum, bu yüzden kapıyı kilitleyip üzerimi bile değiştirmeden yorganın altına girdim. Titriyordum ama üşümüyordum. Daha fazla sarıldım yorgana. Uyumaktı niyetim ama uyumadım. Sadece saatlerce boş bir şekilde yatakta durdum. Akabinde duyduğum ezanla namazımı kıldım. Geri yatağa yatsam da aklımdaki veryansınlar hiç susmuyordu. Ne düşüneceğimi, nasıl bir yol izleyeceğimi bilmiyordum. İçimdeki bu kasvet dolu havanın matemini yaşıyordum. En çok da kolumu kaldıracak hâlim yoktu. Kızlar önce kapıma tıkladılar, sonra benden bir ses çıkmayınca gittiler. O ara yatağa kıvrılmıştım. Sanki bir dünya biçmiştim kendime. Bu dört duvar arasına kendimi hapsetmekten başka bir şey yaptığım yoktu.

Kapım tekrar tıklatıldı. Bu sefer Maşita biraz daha ısrarlıydı ve artık karşı koyamayacağımı anlayınca kapının kilidini açıp beklemeden yatağa girdim. Maşita, yavaşça yanıma geldi. Yatağın ucuna oturup bir süre bekledi. Kafamı gömdüğüm yorgan saklanmam için iyi bir yerdi ama nereye kadar sürerdi ki bu?

“Birden ne oldu Aymira? Neden bu kadar çekildin köşene?” Yorganı başımdan çekip yüzüne baktım. Sanırım içimi dökmem gerekiyordu ama yapamazdım. O kadar rezillik yaşanmıştı ki birilerinin bunu bilmesini istemiyordum. Utanıyordum; geçmişimden, ailemden en çok da yaptıklarından…

“Bana Kur’an okur musun Maşita.” Bu nereden çıktı der gibi bakıyordu. Kabul ederek ezberinden inşirah suresini okudu.

“Anlatmasam olur mu? İnan bu anlatabileceğim bir mevzu değil.”

“Peki, öyle olsun. Lakin sen böyleyken ben sessiz kalamıyorum ki. Belki hafifletirim yükünü, belki sana çare olurum.”

“Sen beni düşünme, boş ver.” Boş vermezdi ama üzerime de varmazdı.

“Boş vermeyeceğim. Hiç iyi gözükmüyorsun.”

“Anlatabileceğim bir konu olsa inan anlatırdım.” Bu sefer yatmadım, oturdum ve bacaklarımı karnıma çektim. Sırtım soğuk duvarla birleşince biraz ürperdim.

“Anlatma tamam. Ama ne olur böyle olma.” Başımı usulca salladım. Bu yaptığım geçiştirmekten ibaretti. Sadece sustum, sustukça ısrar etmek istedi. Yine de üstü kapalı anlattım.

Dışarıdaki işlerimi hallettikten sonra yurda geri döndüğümde kapıdaki kişi ile adımlarım olduğu yerde mıh gibi kaldı. Yüreğime saldıran lav topunun hükmü vardı şu an aramızda. Kaçtığım yerdeydim. Bu sefer kaçacak yerim gerçekten yoktu. Onu burada görmeyi beklemiyordum, hatta aklıma bile gelmemişti peşimden gelebileceği... Kaçıp gitmek istedim. Tek bir adım geriye gittim ve onu hiç düşünmeden geldiğim yolu yeniden yürüdüm. Adımlarım seriydi, adımlarım onunla karşı karşıya gelmemek için koşar vaziyetteydi. İşe yaradığı söylenemezdi, bana çoktan çatmıştı. Yine de pes etmeyerek hızlı hızlı yürüdüm. Neden gelmişti ki? Yine bana eziyet etmek miydi amacı? Belki de mektubu öğrendiğim için yine beni tersleyecekti.

“Konuşacağız Aymira.” Onu duymazlıktan geldim. Konuşmak, yüzüne bakmak istemiyordum. Önüme geçtiğinde ona son anda çarpmamak için zorda olsa kendimi frenledim. Şimdi kaçıp gitsem beni yine durduracaktı bilirdim. Başımı kaldırıp baktım. Harelerindeki koyuluk, yüzündeki ciddiyet beni korkutuyordu. Ya da ben gerçeklerle yüzleşmekten korkuyordum, kim bilir.

“Hesap sormaya mı geldin?” Mektubu okuduğumu biliyordu, yoksa buraya başka şekilde gelmezdi. Sesim sert çıktı. Gerçekler onun da benim de fazlasıyla canımızı yakıyordu.

“Sana hesap sorsam o mektubu yazmazdım.” Bu benim için bir sebep değildi. Birkaç metre uzağımdaki adam bana bunu söylerken kendi yaptıklarının bedelini kendine ödetmesi lazımdı o zaman.

“Neden geldin o zaman?” Uzatmadım lafı, ona daha fazla bu konu hakkında soru sormak istemiyordum. Sadece gitsin istiyordum.

“Teklifim için geldim.” Duruşundaki eminlik bana birçok ikilem yaşatıyordu. “Cevap vermeden gitmemeliydin.”

“Cevabım açık değil mi?”

“Değil.” Benimle oyun oynamamalıydı. “Baksana, nasıl da korkuyorsun. Oysa seninde istediğini biliyorum.”

“İstemek mi?” Alayla güldüm. “Beni eski Aymira sanıyorsun sanırım. Büyüdüm ben Hamza, eski benden eser yok.” Sesim sonlara doğru sertleşti. “Bu hâlimi daha öncede gördün, değişen ne oldu Hamza? Şimdi bütün her şey bitmişken aklındakileri değiştiren ne oldu? Ben senin için uzak durman gereken kadınım, şimdi hangi sebeple karşımdasın?”

“Belki öyleydi, şimdide yakınına gelmem çok zor. Ama artık ortada bir sebep yok.” Hiçbir şey olmamış gibi davranamazdı. O kadar çok şey yaşanmışken daha fazlası olmamalıydı. Yıpranmıştı benim sevdam.

“Sebep yok mu? Bu kadar kolay mı zannediyorsun sen her şeyi.” Sesimdeki öfke her şeyi alenen ortaya döküyordu. Bu kadar hafif değildi yaşananlar. “Hamza, git. Çıkma bir daha karşıma.”

“Seni almadan gitmeyeceğim.” Cevap vermedim, veremedim. Dedikleri ile anlamsızca yüzüne baktım. Sorumun cevabını değil olacakları söylüyordu bana. Kalabalık caddede sanki sadece ikimiz varmış gibiydi. Öyle sağır olmuştu ki kalbim, onun hiçbir sözüne tamah etmiyordu. “Yaptıklarımı telafi etmez ama düzelteceğim her şeyi Aymira.”

“Seninle gitmek mi? Sanırım sen beni yanlış anlamışsın. Seninle hiçbir yere gitmeyeceğim.”

“Gideceksin Aymira, seni burada bırakmayacağım.” Kaşlarım çatıldı. Neydi bu? Hangi cüretle bunu söylerdi bana?

“Neden? Sen kimsin de seninle gideceğim? Sebep ne?” Sesim sert çıktı. “Hâlâ hangi yüzle karşıma çıkıp bunu söyleyebiliyorsun, kimsin sen ya!”

“Yanında hiç kimse olmamak için buradayım.” Şu an elimde olsa suratının ortasına bir tane yumruk çakardım ama yapmadım, yapamazdım. Bütün replikler tersini oynuyordu şu anda.

“Boşuna zahmet etmişsin.” Artık ne İstanbul’a dönebilirdim ne de Hamza’ya bu şansı verirdim. Benim hayatım artık burasıydı ve ben bu güçsüzlüğümle buraya sığınmıştım. En azından burada geçmişe dair bir iz yoktu.

“Zahmet hiçbir zaman külfet olmadı senin için.” Alaycı bir gülüş belirdi dudaklarımda. Sözleriyle sevgimi zehirleyen adam şimdi kalbimi mi okşayabileceğini zannediyordu? Bu o kadar kolay değildi, ona eskisi gibi aldanmıyordum.

“Çünkü sen hiç zahmet çekmedin benim için.” Durdu, bir şey diyemedi. Sözlerim onun nezdinde kabul değildi. Ben acımasız değildim, sadece değişmiştim; değiştirmişlerdi. Onu görmezden gelip yurda doğru ilerlerken peşimden, “Sen kabul edene kadar buradayım Aymira,” demesi pek inandırıcı gelmediği için yurttan içeriye hışımla girdim. Yalancıydı. En fazla bir gün dururdu, daha fazlasına tahammül edemezdi. Odaya geri çıktığım gibi merakla pencereden dışarıya baktım. Oradaydı, arabanın kaputuna oturmuş telefonla görüşüyordu. Onunla gitmeyecektim, bu yüzden o gidene kadar da dışarıya çıkmayacaktım. Ne kadar sabredebilirdi ki? Giderdi eninde sonunda. Hep gittiği gibi…

Derslerin yoğunluğu oldukça fazlaydı. Arada kaçamak yapıp filmler izliyorduk. Kızlar bu durumdan oldukça memnundu zaten.

Dalgın ifadeyle projeksiyona bakıyordum. Filmi izlesem de adapte olduğum söylenemezdi. Dünden beri kapıda bekleyen Hamza, aklımdaydı. Gitmemişti. Maşita, arada ona yemek götürüyordu. Ona bir seferinde yemek götürdüğü için kızmıştım ama kızlar beni ciddiye almayarak kahkahalarla gülmüşlerdi. Sadece İlknur, bana katılmıştı. Hatta o bana İlyas’ı bu sebeple kabul etmemi söylediğinde onu da terslemiştim. Şu sıralar pek de sakin kaldığım söylenemezdi. Tuhaf hâldeydim. Film bitmiş, yemek saati olduğu için herkes aşağıya inmişti. Yemekten sonra diğer kızlar evlerine gitmişlerdi.

Telefon çaldı. Yurtta sadece Maşita ile ben vardım. Maşita da dersteydi zaten. Telefonu açtığımda Funda’nın sesi bir süre sonra kulağıma ilişti.

“Aymira, sen misin? Telefonun niye kapalı yine?”

“Bilmem, atmışımdır yine bir köşeye.” Homurdandı. Onlara artık yurt telefonunu alıştırmıştım. Kendi telefonumu çok nadir kullanırdım. Şarjı bitmiş mi bitmemiş mi pek alakadar etmezdi beni. Zaten telefonda konuşacağım pek kimsem yoktu.

“Aymira, sana zahmet olmazsa yurtta bilgisayarım kalmış getirebilir misin? Acil işim olmasa inan bana, söylemezdim. Yeğenimi bana bıraktılar nefes alacak zamanım yok.” Bu hâline kıkırdadım. O ise, “Gülme,” diyerek tersledi. Lakin onun aksine gülmeye devam ediyordum.

“Tamam canım. Sen dert etme.”

“Ay Allah razı olsun ya.” Arkadan gelen yeğeninin ağlama sesi ile gülümsedim ve telefonu kapattım. Hemen köşedeki dolaptan bilgisayar çantasını aldım. Hazırlandım ve yurttan çıktım. Hamza’nın beklediği yere bakmadan yürümeye devam ettim. En azından yurdun görüş alanında değildi de onu tersleme zahmetinde bulunmuyordum. Yurttaki kızları düşününce haklı olarak o da biraz uzakta bekliyordu.

Arkamdan beni takip ettiğini biliyordum çünkü saat epey geç bir vakitti. Tek tük insanlar hariç etraf olabildiğince ıssızdı. Funda’nın evi yakın olmasa da çok da uzak sayılmazdı. Beni görmüş olacak ki kapıya indi.

“Vallahi çok zahmet verdim sana. Sağ ol kuzum ya.”

“Yok canım ne zahmeti. Şu an ne durumda olduğunu tahmin edebiliyorum, bu yüzden dert etme.” Bir yandan aklı gerideydi. Sanırım yeğeni uyumamıştı. Arkadaki Hamza’yı işaret edip başını hayırdır dercesine salladı.

“Bir de koruyucu meselemiz çıktı.” Söylenmem ile kıkırdadı. Bu sefer ben onu tersledim.

“Bu mesele bence uzayacak gibi.”

“Kendi bilir, sonuçta ben ona diyeceklerimi dedim.” Haklısın der gibi başını salladı.

“Ay sormadım da, gelsene birer kahve yapayım.”

“Yok canım, namazı kılıp direkt yatacağım.” Aceleci olduğu için ısrar etmedi. Muhabbeti çok uzatmadık, o da eve girme konusunda panik hâlindeydi. Vedalaştıktan sonra yurda geri yürüdüm. Yurda girmeden evvel Hamza, “Görmezden mi geleceksin beni her seferinde?” dediği an öfkeyle arkama döndüm.

“Neden böyle bir şey yapayım? Sadece normal davranmaya çalışıyorum. Burada kalıp kalmamak senin tercihin.” Soludu, sonra bana biraz daha yaklaştı. Buraya gelirken beklenti içinde miydi bilmediğim için bu kadar sabretmesine fikir yürütemiyordum.

“Aymira...” Onu kendimden uzaklaştırıp, “Lütfen Hamza, bana bildiğim şeyleri söyleme,” deyip hızla yurda girdim. Bazı sözler oluşan yaraları onarmıyordu. Ben Hamza defterini çoktan kapatmıştım artık ona dair bir hayal kuramazdım.

Hâlâ bir şeyler yerine tam oturmuş değildi. Hâlâ öğrendiklerimde bir eksiklik vardı. Hamza’dan kaçıyordum ve ondan gerçekleri öğrenmek korkunç bir his olarak tebelleş etmişti yüreğime. Soramıyordum, sorarsam daha kötü olurdum biliyordum. Onu şu an arkamda bırakmak bile ne ifade edecekti ki. Dönüp sormam gerekiyordu oysaki. İstanbul’a bu yüzden gitmemiş miydim? Şimdi neyin korkusuydu bu?

Çalan telefonumla beraber sınıftan çıktım. Yabancı bir numaranın oluşu şüphelendirdi. Açıp açmama konusunda kararsız kalsam da korkulacak bir şeyin olmayacağını düşününce aramayı cevapladım. Duyduğum ses, konuşmamı engelledi. Şu an şaşırsam mı yoksa öfkelensem mi bilemedim. Daha fazla konuşmasına izin vermedim.

“Hangi yüzle arıyorsun beni?” Babam bile diyemeyeceğim bir adamla ne konuşabilirdim ki? “Beni mahvettiniz, daha ne yapabilirsiniz? Tehdit etmekten başka bir şey yapmıyorsunuz, en azından gerçekten öldürün de hepimiz rahatlayalım.” Konuşmasına bile fırsat vermeden aramayı sonlandırdım, daha sonra ise telefonu kapattım. Karşılarında yalvaran bir Aymira yoktu artık. Canımı yaktıkları kadar yakacaktım canlarını. Yaşadığım müddetçe onlara teslim olmayacaktım.

Odaya girdiğimde kızlar oturmuş sohbet ediyorlardı. Onları kendi odamda nadir görürdüm, bu akşamda onlardan biriydi. Kızlar namaz kılacağımı görünce bir şey sormadılar. Öfkem öyle bir ele geçirmişti ki beni, konuşursam daha fazla öfkelenirdim.

Başımın ağrısı şiddetlenmiş, hâlsizlik başını gizlendiği yerden çıkarmıştı. İlk defa namaz kılarken bu kadar zorlandığımı biliyordum. Kızlar arkada oturmuş sohbet ederlerken ben de tesbihatımı yapmaya çalışıyordum. Uğuldayan sesler kötü bir şekilde kulağıma yayıldığı an bağırmak istedim ama yapamadım. Zihnimde yankılanan gerçekler dün geceden beri hiç susmamıştı. Gözlerimi kapattıkça karanlık odayı anımsıyordum, daha sonra ise Burhan Bey’in sesi, katilsin deyişi kulağımda yankılanıyordu. Kulaklarımı kapattım. Ama susmadı sesler. Babamın hakaretleri girdi sahneye. Öl derkenki yüz ifadesi belirdi zihnimin en acımasız tarafına. Kızım diye sevmediği kişiye öl diyebilecek kadar acımasızca… Bitmeyen tespihatıma odaklanmak istedim ama yapamıyordum. Bu gece bütün geçmişimle yüzleşmiş gibiydim. Ayağa kalktığım an gözlerim karardı. Kızlara seslenmek istedim ama yapamadım. Kulağımdaki sesler karmaşık bir hâl alıyordu. Babam, annem ve diğerleri… Kulağımda uğuldayan sesler, beynime ur gibi yapışan görüntüler ansızın kalbimi ağrıtmıştı. Elim kalbime ulaştı, nefessizliğim gittikçe artıyor ve ben ayakta zor duruyordum.

Kızlarda fark edecek ki yanıma geldiler. Ne diyorlardı duymuyordum ama endişeliydiler. Nefesimi düzene sokmaya çalıştım ama yapamadım. Kalbim daraldığı gibi ruhumda daralıyordu. Elimi kalbimin üzerine götürdüm. Funda, pencereyi açarken İlknur koluma girdi.

“İyi misin?” Zar zor anladığım kelimelerle başımı iki yana salladım. İyi değildim. Sanki bir karanlığın içine düşmüş gibi yığılmıştım. “Sesler kesilmiyor.” Sesim güçsüzdü. “O odadaymışım gibi boğuluyorum.” Elimde boynumu tuttum. “Susun artık, susun.” Daha sonra kulaklarımı kapattım ama olmadı. Çıldırmak üzereydim.

“Buradasın Aymira, bak… Korkma biz yanındayız.” Nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Arada böyle olurdu ama bu kadar uzun sürmezdi.

İlknur zar zor beni tutmaya çalışsa da nafileydi. Şu an nefes alamıyordum. Göğsümdeki daralma daha da artarken Maşita, “Hamza’ya çağır Funda, hastaneye gitmemiz lazım,” diyen sözler kaldı kulağımda. Artık duymuyor, görmüyordum. Sanırım düştüğüm yerin en dibindeydim. Sadece hafif uğultular ve alamadığım nefesle yüzleşiyordum.

“Aymira, aç gözlerini.” Ne yazık ki açamadım. Ne yazık ki ben artık duymuyordum. Canım çıkacak kadar hissettiğim acı yoktu. Ben yoktum belki de. Bir varlığın içinde binlerce yokluk... Ben bir hikaye başlatmıştım yeni, şimdi o hikayenin sonundaydım.

Loading...
0%