@rumeysadoganm
|
Hastanede açmıştım gözlerimi. Hâlâ baş ağrım vardı ama biraz daha iyiydim. Maşita ile İlknur vardı odada. Uyandığımı görünce yanıma geldiler. İkisi de korkmuşa benziyordu. “Ne oldu bana?” “Artık patlak vermişsin.” Şu an espri yaparken bile öfkeliydi. “Erdin mi muradına? Kendini öldürmekten vazgeçmiyorsun.” Kızgındı. Ama bu benim elimde değildi. Haklı olsa da beni anlamasını umdum. “Özür dilerim.” “Bir de özür diliyor ya. Aymira, yaptığını beğeniyor musun?” “Tamam İlknur, sakin ol.” Maşita, konuştu en sonunda. “Haklı,” dedim en sonunda. “Sanırım çok haklı.” Neden böyle olmuştum bilmesem de sanırım çok düşünmek bana iyi gelmemişti. “Kıza yapmadıklarını bırakmadılar ya. O dışarıdakini de kovdum, bir daha yanına gelmeyecek.” Yorum yapmadığım gibi Maşita homurdanarak İlknur’un koluna çimdik attı. İlknur’un pek umursadığı söylenemezdi. “Beyefendi bir de korkuyormuş gibi yapmaz mı!.. Kıza yapmadığını bırakma sonra gel kapının önünde gözyaşı dök. Evet canım çok inandırıcı.” “Tamam İlknur!” “Ne tamam ya, keşke diğerlerinin de sıfatlarına tükürebilsem.” İlknur, böyleydi. Hiçbir zaman diyeceklerini içinde tutmazdı. Ona asla kızmıyordum, hatta haklı bile konuşuyordu ama bu beni incitiyordu. “Hadi Aymira, hazırlan da çıkalım. Bundan sonra kendine iyi bakmalısın.” “Ne dedi doktor?” “Çok düşünmekten ve az yemekten böyle olmuşsun. Bir de psikolog için tavsiyede bulundu.” Usulca başımı salladıktan sonra yattığım yerden kalktım. Köşedeki trencimi Maşita alıp yanıma geldi. Giyinmeme yardımcı olması ile hızlıca giyindim. Hastaneden çıkmıştık. O yoktu etrafta. Zaten çok da arayışa girmemiş gelen taksiye binip yurda geri dönmüştük. … Yemek faslından sonra öğrencilere izin verip film saati yapmıştık. Yurtta beş kız vardı, diğer kızlar hafta sonu iznini kullanmak istemişlerdi. Kızlar da evdeki işini bırakıp buraya gelmiş, film gecesine eşlik etmişlerdi. “Aymira, bir baksana.” Sessizce söylenmesi üzere İlknur’a döndüm. Merakla yüzüne baktığım İlknur çok beklemeden konuyu açtı. “Hani şu İlyas var ya.” “Eee der gibi başımı salladım. “Ona cevabını söylediğimde biraz üzülmüştü. Şimdi eşimle buraya geliyorlar, bir de senden duymak istiyormuş. O kadar dedim ama gelmesine engel olamadım. Sen onunla görüşmeyince bir şey diyemedim. Beş dakika konuşacakmış sadece.” Diğer kızlar dikkatle bizi dinliyorlardı. Kaşlarım çatılınca İlknur, “Valla engel olmak istedim Aymira. Keşke bir kere görüşseydin, en azından cevabını bilirdi. Şimdi seni bir tek burada bulacağını söyleyince engel olamadık,” deyip omuzlarını düşürdü. Yurttan çıkmadığım için onunla başka yerde karşılaşma olasılığımız yoktu. Görüşme isteğini her seferinde reddetmek olanları bu duruma getirmişti. Haklıydı, bir kere görüşüp ona cevabımı vermeliydim. “Tamam, gelsin. Madem cevap bekliyor, o zaman kabul edeceğimi söyleyeceğim. Artık bir şeyler karara bağlansın.” Bir sessizlik oluştu. İlknur, buna sevinse de Maşita, “Saçmalama,” diyerek kararımı bir kere daha düşünmemi istedi. İnadına cevap vereceğimi düşünüyordu ama öyle değildi. Bu sayede Hamza da giderdi, bir daha karşıma çıkmazdı. Ben de İlyas’a şans verirdim. Belki de severdim onu. Kim bilir Allah’ın bize yazdığı kaderde neler vardı. Maşita, kızarak yanımızdan gidince ben de sessizce köşeye çekildim. Doğru karar mıydı bu bilmiyordum. Sadece böyle yapma gereği duydum. Sanırım on beş dakika sonra gelmişlerdi. Arabanın sesini duyabiliyordum. Öğrenciler film izlemeye devam ederken biz de İlknur’la odadan çıktık. Birazdan olumlu cevap verecektim ve dönüşü olmayan yola girecektim. Aşağıya inmemizin ardından duyduğumuz seslerle kendimizi dışarıya attık. O an sanırım olayın ne olduğunu anladığım için sertçe Maşita’ya baktım. Söylemişti Hamza’ya. Bunu yapmasını istememiştim ve bu hareketi hiç de hoşuma gitmemişti. Aradaki husumet büyümesin diye yanlarına ilerledim. Hamza, çoktan İlyas’a olanları söylemişti. İlyas ise bana bakıp bir şeyler dememi bekliyordu. “Aymira, sırf inat uğruna bunu yapmayacaksın değil mi?” Sesindeki öfke beklediğim durumdu. Hatta bu durumun ileriye gitmesi hazırda bekleyen bomba gibiydi. “Olumlu cevap versen de hiçbir şey değişmeyecek.” Ona cevap bile vermeden İlyas Bey’e döndüm. Benden bir cevap bekliyordu. “Eğer gerçekten böyle bir şey varsa sizden cevap bekliyorum.” Bu sefer İlyas Bey girdi araya. Benden cevap beklerken bile ona karşı olan hissizliğimi çok net anlayabiliyordum. “Duyduklarınız doğru ama inat için değil bu. Size cevap göndermiştim İlyas Bey, buraya kadar gelmeniz gerekmiyordu.” “Belki fikriniz değişir diye düşündüm. Sizinle konuşmam gerekiyordu, rahat edemedim. Aslında gelmeyecektim ama sabırsız yanıma söz geçiremedim. Sizden duymaya ihtiyacım vardı sadece.” “Fikrim değişti evet ama size karşı hislerim değil. Buna rağmen kabul edecekseniz fikrim olumlu. Zamana bıraksam size karşı hislerimin değişip değişmeyeceğinden emin değilim. Beklerim, seni böyle kabul ederim derseniz teklifinizi kabul ederim. Ama bazı şeyler için size söz veremem.” Bakışları ikimiz arasında dolandı. Hamza ise söylediklerime karşın kaşlarını daha fazla çattı. Hamza, onunla ne konuşmuştu bilmiyordum ama sanırım o da ısrarcı olmayacaktı. Anladığını çok iyi biliyordum. Hamza’ya bakarken benim nasıl bir netliğin içinde olduğumu da biliyordu. İlknur’a kabul edeceğimi söylemişken şimdi karşısına geçip kabul ettim diyemezdim. “Zamanla bizi ne bekler onu bilmiyorum lakin ikimizde bu zaman zarfında yıpranırız. Ne hissettiğimi bile bile benimle evlenmek ister misiniz?” “Peki,” derken hayal kırıklığının omuzlarına nasıl yük olduğunu görebiliyordum. “Ben umut etsem de gönlünüzdekileri değiştiremem.” Sesi titredi. Onu üzmek istemiyorum, hatta kimse üzülsün istemiyorum ama maalesef bazı durumlar bir şeyleri eksik kılıyordu. “Allah’a emanet olun.” Arabaya geçtiği gibi hiç beklemeden uzaklaşıp gitmişti. Biraz önce kararlı tutumum vicdanımla bütünleştiği an anladım her şeyi. “Sen ne hakla benim yerime konuşursun?” On dakikadır sabretmeye çalışması boşunaymış gibi, “Aymira, hata yapacaktın,” dedi sert bir dille. Dudağım alayla kıvrıldı. Ona bakarken çok şey geçiyordu zihnimden. Ama tek bir haklılık payı sunmuyordum ona. “Sana ne Hamza?” Bağırdım. “Ben hatayı bir kere yaptım. Şimdi bu seni hiç alakadar etmez.” Keskin çıkan sesimle susmak zorunda kaldı. Karşımdaki adam gözümde hiçbir şey ifade etmiyordu artık. “Haksızlık yapıyorsun.” Alayla kıvırdım dudaklarımı. İçimdeki bu taşan duygulara engel olmadım. Ki bu kadar rahat konuşurken engel olmamda imkânsızdı. “Neden? Bak işte dediğini yaptım. Senden uzak durdum. Değişen çok şey var Hamza; seni artık sevmemem gibi.” Açık açık konuşmak en doğrusuydu, onun karşısında kırgın bir şekilde değil umursamaz gibi duracaktım. Bir zamanlar o benim canımı yakarken bu sefer ben onun canını yakacaktım. Bu gereksizdi belki ama bu akşam bunu yapmak istedim. “Buna sen inanıyor musun?” Ama o aksine, kararlı konuşuyordu. Hatta o kadar emindi ki hislerimden, ondan kaçmama müsaade etmiyordu. “Kendimi kanıtlamak zorunda değilim. Şimdi aynı şeyi ben senden istiyorum. Benden uzak dur!” Kaşları çatıldı. Ona daha fazla söz hakkı tanımadan yurda girdim. Kızlar şaşkınlıkla peşimden bakarlarken onlara tek bir kelime etmedim. Sadece geçerken Maşita’ya ters bir şekilde baktım. Film bittiği gibi kızlar odalarına dağıldılar. Ben de kendime bir çay alıp kızların sessizliğine katıldım. Biraz önceki olaydan sonra kızlar beni ikna etme çabalarına girmişlerdi. “Hâlâ gitmeyeceğim diye diretiyor ya, ben olsam kolundan tutar seni zorla götürürüm. Yani tutamaz da işte, biz öyle diyelim varsay.” Artık sessizliğin bozulmasını istedikleri için lafa Funda atıldı. Funda öyle deyince İlknur, “Bence yüz verme, az süründür de bir daha seni üzemesin,” deyince kızlar İlknur’a ters ters bakmaya başladılar. İlknur yine bildiğimiz gibiydi. Omuz silkerek, “Doğruya doğru. Zaten lafta anlamıyor, kaldı orada öyle,” dedi. Evet, İlknur doğruyu söylüyordu ama benim süründürme gibi bir derdim yoktu, tamamen gitsin istiyordum. Çok yorgundum, ne diretecek ne de direnecek gücüm vardı. Kalbime ağır gelen bu hissi neden söküp atamıyordum ki? “İlknur sussana ya, zaten ikna edeceğiz diye dilimizde tüy bitti. Ateşe körükle gitme sen de.” Sonra bana bakıp, “Aymira, bir konuşsan mı artık?” diye sordu. Saatlerce kızları dinlediğimden tek bir söz bile söylememiştim. Diyecek o kadar söz vardı ama ben diyeceklerimi ne zihnimde ne de kelamımda toparlayabiliyordum. “Evet evet konuşsun. Hatta İlknur kızları dışarıya çıkartsın zaten azlıklar.” Berna’ya ters bakış atan İlknur’u Funda önemsemeyerek, “Bence de haklı. Ay canımda nasıl dondurma çekmişti bir bilseniz,” demesi beni panikletti. Bana komplo kuruyorlardı. “Öyle bir şey yapmayacaksınız.” Sesim net çıktı. Hatta biraz da sinirlenmiştim. Kızlar daha ben konuşamadan ayaklandı. “Maşita, sen de onları yalnız bırakma. Aymira, Hamza eniştemizi vurabilir maazallah,” dedi ve kızları kolundan çekiştirdi. Bu yaptıkları gözlerimin irileşmesine neden oldu. Şu an ciddi ciddi beni göndermeyi düşünüyorlardı. “Hayır ya, kızlar durun bir.” Tabii ki beni dinlemediler. Dönüp dolaşıp yurda geleceklerdi nasıl olsa, her türlü kızardım. “İlknur hadi canım arkadaşım, daha fazla oturma orada.” Funda, dişlerinin arasından söylenip oturan İlknur’u sertçe ayağa kaldırdı. İlknur, hâlinden hoşnut olmayarak söylene söylene odadan çıkarken Maşita’ya baktım. Omuz silkip alt dudağını büzdü. “Şu an bana oyun oynandığının farkındasındır umarım. Ya siz ne yapıyorsunuz?” Maşita da olanlardan zevk alıyordu resmen. Bu yüzden bu hâlimi ne sakinleştirme girişiminde bulundu ne de inkâr etti. Sadece bana susmak zorunda kalacağım cümleler söyledi. “Yurda iyice depresiflik yaydın, senden kurtulmalıyız.” “Maşita, bu gerçekten hoşuma gitmedi.” “Sen kendi kendine iyi olamazsın Aymira. Bize izin vermiyorsun bile seni iyi edelim, ama o… Onun adını bile duyman gözlerinin parlamasına sebep olurken sana nasıl onunla konuşma diyebiliriz? Hatalı evet, bizim bilmediklerimizde var belki, fakat sen onu affetmesen de onu dinlemek zorundasın.” Ağzımı aralamışken zil sesi yurda yayıldı. Korku, panik bütün hücreme bir bir yayıldı. Kızlar Hamza’yı içeriye yollamış olamazdı değil mi? Funda, geldiğinde benim gazabıma uğrayacaktı. Endişeyle Maşita’ya baktığımda, “Size birkaç dakika zaman ondan sonra tek kalmanız uygun olmaz, hadi kapıyı aç,” dedi ve beni sırtımdan ittirdi. “Maşita, beni anlamadınız sanırım.” “Biz seni çok iyi anladık. Yaptığımız yanlış değil.” “İstediğimi söylemedim bile size. Hem artık olmayacağını bilmiyor musunuz?” Sesimdeki öfke biraz daha arttı. Hatta sesim yükseldi. Ona karşı ilk defa bu kadar sert çıkıştım. Bir an yüzü düşer gibi oldu ama hâlime hak verip gülümsemesini devam ettirdi. “Aymira, sus ve ilerle.” Tekrar arkamdan ittirdi. Bir adım atıyor sonra Maşita’ya dönüyordum. O ise bana git işareti yapıyordu. Yapamazdım, buna cesaretim yoktu. Geldiğim yolu geri döndüm. Maşita sertçe nefesini bırakıp kapıya ilerledi. “Sen hiç akıllanmazsın.” “Maşita!” Artık iş işten geçmişti. Benim aksime o kapıyı sakince açtı. Merdivenleri çıkamadan aralık kapıdan onu gördüm. Yerde olan bakışları kalktığı an içimde filizlenen acı, gözbebeklerinden yüreğime sızdı. Yutkunmakta zorlandığım kadar nefes almam da hayli güçtü. Bu gözlerin yabancılığına inanmıştı kalbim, şimdi durduk yere beni kandırmasına izin veremezdim. Bu öyle dipsiz bir histi ki ben ona inanırdım bilirdim. Bana asla yalan konuşmayacağını biliyordum. Kaçışım bu yüzdendi belki de. Ona inanırsam ona yeniden kapılırdım. Beni girdiğim bu dehlizden çıkarmamalıydı, yapmamalıydı. Ayakkabılarını çıkarıp içeriye girdiğinde etrafı inceledi. Maşita, bakışlarımı önemsemeden kenara çekildi. Hamza ise konuşmamı bekliyordu ama konuşmadım. Maşita’nın yönlendirmesi ile misafir odasına geçti. Önden geçip odanın ortasında durdu. Ben de sırtımdan ittirilmem ile odaya giriş yapmış bütün isteksizliğimle karşısında durmuştum. Konuşulacak ne kalmıştı ki? Her şeyi öğrenmiştim işte, bana başka sebepler sunmamalıydı. “Oturabilirsin.”Buz gibi çıktı sesim. Oturdu. Ben de diğer taraftaki ikili koltuğa oturdum. Odada bir sessizlik oluştu. O konuşsa da ben ne konuşacaktım bilmiyordum. “Burada olmanı istemiyorum, kızlara güvenerek benden bir şeyler bekleme. Diyeceklerini, de ve git. Seni dinleyecek zamanım yok.” Bunu bilir gibi başını salladı. İsteksizliğimi pek âlâ iyi biliyordu. İstesem de ona karşı yumuşayamıyordum. Yumuşarsam yeniden kendimi yok sayacağımı da biliyordum. “Gerçekleri mektuptan öğrenmeni istemezdim.” Buruk bir şekilde kıvrıldı dudaklarım. O mektup beni mahvetmişti. Bütün gerçeği bir anda öğrenmem zor olsa da iyi olmuştu. “Önemi yok artık.” Önemi yok muydu sahi? Oysa kaç gündür acı çekmemiş miydim? Bu kadar soğuk durmam bile inandırıcı gelmiyordu, ne fırtına kopuyordu oysa içimde. Gözlerini kısıp bakmasıyla, “Var,” dedi. “Canın yanıyor görebiliyorum.” “Bununda bir önemi yok.” Sözlerim yüreğimde katmerlendi. İçimdeki fırtınalar sadece beni savururken bir önemi olmaması kadar yalancıydı arsız çıkan kelimeler. “Söyleyeceklerini söyle ve git Hamza. Artık herkes kendi hayatını yaşasın. Buraya seninle gitmek için değil senin konuşmanı beklemek için girmene izin verdim.” Öne eğilip dirseklerini bacaklarına koydu. İkimizde halının desenlerini ezberler gibi başımızı yerden kaldırmadık. Ellerimle oynuyor başımı kaldırmamak için büyük çaba sarf ediyordum. “Sana bir soru sormuştum, cevabını vermeden habersizce gittin.” “Buraya gelmem bir cevaptı zaten.” Kaldırdı başını ve çatılmış kaşlarıyla sözlerimi dimağında derleyip toparlar gibi bekledi. Ona cevabımı şu anda daha net verdim. Kabul etmeyecektim, ona tek bir cümle söylemeyecek, geçmişte kalan kırgınlıkları dile getirmeyecektim. “Neden?” Bu sefer benim kaşlarım çatıldı. “Hiçbir nedeni yok, olsa da seni ilgilendirmez.” Fevri davranmadığım için kendimle ilk defa gurur duydum. Zamanında yaşadığım bu fevriliğin yerini artık sakinlik almıştı. En çok da bu beni sevindiriyordu. “İlgilendirmese burada olmazdım. Bunu bize yapma Aymira.” “Ben bir şey yapmadım. Sebeplerin sonuçlarını yaşıyoruz sadece.” “Aymira. Buraya beni affet diye gelmedim. Zaten affetmeni istemiyorum, her seferinde sana yaptıklarımı yüzüme vur kabulüm lakin seni burada da bırakmayacağımı bil.” “Neden?” Bu sefer ben onun gibi sordum. Nedenler bizi bitirmemiş miydi zaten? “Neden Hamza? Vicdanın mı sızlıyor? Belki de acıyorsun bana? Bu sözlerin yaşattıklarını telafi edecek mi zannediyorsun?” Hâlâ sakindim. Bu istemsizce gelişen bir şeydi. Belki de onu gerçekten istemiyordum. “Zamanında bırakmak zor değildi de şimdi mi bırakmak zoruna gidiyor? Bunu söylemeye yüzün var mı artık?” Aniden değişen hâli düşen yüzü ile bütünlük kazandı. Ağır konuşmuştum biraz da. “Bunların cevabı benim boyumu aşıyor. Mektupta yazanlar eksik ama sana olan sevgim hiçbir zaman eksik olmadı. İnan bana olmadı Aymira. Kırdım, döktüm lakin hiçbirini istediğimden yapmadım.” Yutkundu. Elleri yüzünde sertçe dolandı. “Bu yüzden seni bırakamam, bırakırsam o zaman ben eksik kalırım.” “Sonra ne olacak? Hadi seninle gittim diyelim ne olacak Hamza?” Başımı iki yana salladım. Bu kırgınlıktan öteye geçmişti artık benim için. Hissettiğim bambaşka bir şeydi, bunun ne olduğunu hâlâ çözememiştim. “Hâlâ bırakmayacağım diyorsun. Bu nasıl bencillik?” İçimde o kadar çok şey birikmişti ki geçmişi açmayacağım demiştim ama mecbur açmam gerekiyordu. “Söylesene Hamza! Bunca zaman gelmemişken, yeni yeni toparlanıyorken neden şimdi? O an sana ihtiyacım vardı. Şimdi kendimi toparlarken neden yeniden beni mahvetmeye çalışıyorsun?” “Geldim… Geldim Aymira ama bilmediklerine rağmen sana adım atamadım. Çünkü benim amacımın engeli sendin. Eğer sana gelseydim bütün planlarım mahvolacaktı, baban benim kimliğimi ele geçirecekti.” Bu sefer benim kaşlarım çatıldı. Ne demekti bu? “Ne demek bu?” Sorgulayıcı sesim duyacaklarımın altında ezilir miydi bilmiyordum. “Babana ait paralar kime ait biliyor musun? Baban sadece benim aileme mi zarar verdi sanıyorsun? Birçok ailenin perişan olmasına neden olurken sana gelseydim o ailelerden daha çok olacaktı. Eğer sana gelseydim kimliğim ortaya çıkacaktı ve baban bütün paralarla yurtdışına kaçacaktı.” Keskin bir ağrı başıma girdiğinde daha yeni idrak edemediklerime bir yenisi eklendi. Babam ne yapmıştı böyle? Peki ben? Beni Oğuz’la evlendirirken aslında bu gerçekleri de mi benden saklama derdindeydi? “Yine senden ayrı düşeceğimi bilsem yine yapardım. Anlatmadım evet, anlatamadım daha doğrusu. Üzülme istedim ama tutamadım olanları senden uzak. Bana karşı olan öfkeni görmesem yine anlatmazdım. Şimdi o kadar çabam başarıya ulaşmışken de seni bırakamam.” Yüzümü avuçlarım arasına koydum. İçimdeki bu hissi yenebilmem gerekiyordu. Bunca zaman nasıl bir hayatın içinde olduğunu idrak etmem gerekiyordu. İçim yangın yeriydi. Yaşamam gereken bir hayatın tam ortasında enkazı seyrediyordum. Ölmem gereken yerde yaşamayı öğreniyordum. “Şimdi ne değişti, kimliğini öğrenmeyecekler mi zannediyorsun?” “İflas ettikleri gün öğrendiler.” Şaşırmadım. Artık şaşırılacak durum yoktu, her şeyi beklerdim ben bu olanlardan.” “Eğer…” Anlamışçasına başını sallayıp, “Eğer başlarda bu işi başarsaydım gelirdim. Engel olurdum her şeye,” dedi. Sesinde hiçbir yalan yoktu yüzündeki ifade ise ciddiydi. Gerçekleri söylediğini anlayabiliyordum. “B’ben…” Tekrar oturdum yerime. Alnımı parmaklarımın arasına alıp ufaladım. Yaşadıklarım o kadar değişik bir boyuta girmişti ki benim bildiğim Hamza’nın ötesindeydi karşımdaki adam. Bana Özge’yi, babamı ve olanları anlatırken her şeyi eksiksiz anlatmıştı. Boğazım düğüm düğümdü. Bunca acıyı babamın pis işleri için çekmiştim. Bunca zaman babamı nasıl görememiştim ben? Evet, Hamza’ya diğer konuda güvenmiyordum ama anlattığı gerçeklerin yalan olmadığını da bilebiliyordum. Nasıl oluyordu da bana yalan konuşmadığını hissettirebiliyordu? Ona güvenmeyen kalbim bu sözlerine nasıl güvenebiliyordu? “Sen sadece vicdan yapıyorsun. Sevmediğin birine bu sözleri söylemen niye Hamza? Hangi şartın sonucu bu evlilik?” Hiç beklemediğim hızda gözlerime baktı. O an bu sözlerim onu kızdırdı. “Buraya vicdan yaptığım için mi geldiğimi sanıyorsun? Aymira, ben hislerimle oyun oynamıyorum. Seninle de bir şart için evlenmiyorum. Sevdiğim için, istediğim için…” Kaşlarım çatıldı. Ne yani beni sevdiği için mi gelmişti? Buna inanmazdım. Bu düpedüz yalandı. Sustum. Hamza, daha fazla kızdı. “Aymira, sana dair hislerimde yalan yok, belki kırıp döktüm ama inan bana yalan yok.” Konuşulacak binlerce söz varken ben ne cevap vereceğimi bilmiyordum. “Sana inanmak bu zamana kadar yaptığım en aptalca şeydi.” “Aptal olan benim. Sen sadece olmayacak durumun içine düştün. Keşke böyle olmasaydı. Keşke senin gibi cesurca sevebilseydim.” “Keşkelerin yeri hayatımızda yok artık.” “Seni sevmenin bir yalanı da yok.” “Yalan konuşma. Sen beni sevmedin hiç.” “Sevdim, yemin ediyorum sevdim.” Hayır kalbim, atmayı kes… “Ama ben seni sevmiyorum.” “Yalandı… O da inanmamıştı zaten. Canım öyle bir yanıyordu ki boğulduğumu hissediyordum. Beni kendimle bıraksınlar, hislerimle oynamasınlar, yalnızlığıma konuk olmasınlar istiyordum. Bu yüzden onların da canı yansın istiyordum. Başaramıyordum… Sessizliğimize gömülürken içeriye Maşita girdi. Yüzünde kocaman gülümseme ile bize bakıyordu. “Selim’i aramamı ister misiniz?” Başını kapıdan uzatan Maşita, imayla gülüp odaya daha çok girişti. İkimiz de o an Maşita’nın gelmesini beklemediğimiz için bir an boşlukta kaldık. Maşita ise, “Aymira’yı ikna etmek zordur ama bence buradan Selim’le önemli işinizi halledip gidebilirsiniz,” dedi. Göz kırpıp gülümsediğinde bu şakasına şu an sustum. “Doğru, bir keresinde Selim’e böyle bir vermiştim.” İkisi de hiç şaka yapıyor gibi durmuyordu. “Aymira, buraya teklifimin cevabını duymaya geldim.” “Cevabımı verdim. Seninle evlenmeyeceğim.” “Sensiz dönmeyeceğim.” “Sen bilirsin.” “Hamza, bize iki dakika verir misin?” Hamza, başını salladığında Maşita hızla koluma yapışıp beni yemekhaneye ilerletti. Şu an bana karşı hiç anlayışlı değillerdi. “Gideceksin Aymira, her şeye rağmen Hamza ile evleneceksin. Onların sana çektirdiği acının şifasını Hamza’da bulacaksın.” “Ma…” Susturdu. “İnkâr istemiyorum, yapacaksın! Hâlâ bir kuş gibi çırpınıyor kalbin görmüyor musun?” Ellerini koluma koyup, “Özür dilerim ama birazını dinledim. Evet, Hamza suçlu bazı konularda ama haklı olduğu yerlerde var. Bir şans verin birbirinize olmaz mı? Arayayım Selim’i. En azından güzel bir şeye vesile olabileyim,” dediği an sessiz kaldım. Başıma keskin bir ağrı yerleşti. “Ben artık sevmiyorum Hamza’yı.” Kıkırdadı. Neye güldüğünü anlamış değildim. “Bu yüzden İlyas’ı reddettin ya.” Kaşlarımı çattım. “Bu yüzden değil.” “Hı hı, kesin öyledir. İnandım.” “Yapamam Maşita, yorgunum. Ben kendi kabuğumu kıramam artık.” Susmayacaktı elbette ve ben bu kadar kişiyle nasıl başa çıkacaktım bilmiyordum. “Aymiracığım, canım benim. Yapma bunu kendine. Sen kabuğunu kırmayacaksın ki. Böyle yaparak kendi hayatını mı yaşamış oluyorsun? Kendine biçtiğin şey bir ceza. Kabul etsen ha. Yoksa gider şu İlyas mı ne ona derim onunla evlenirsin.” Şakasına sadece kendisi güldü. “Maşita, yapamam.” Köşedeki sandalyeye oturdum. Ayakta duracak mecalim dahi yoktu. “Kimse beni anlamıyor, sen de…” Önüme çöktü. Yüzündeki o ifadeyi görmesem belki biraz önceki dediğim doğru olurdu ama yine de bana destek olsunlar istiyordum. Çaresizce baktı yüzüme. “Hadi be Aymira. Bu yorgunluğun bir sabahı var biliyorsun.” İç çektim. Bana öyle bir bakıyordu ki kendimi savunmasız hissettim. “İnan bana değecek.” “Ya değmezse, ya yine terk edilirsem?” Başım eğildi. Boğazımda duran koca yumru ıstırap veriyordu. Elini omzuma koydu. Teselliye değil, gerçeğe ihtiyacım vardı. “Ne demiştik, herkesin terk ettiği yerde seni sahiplenen Allah var. İnan bana korktukların olmayacak. Aymira, kırgınsın ama telafi edebileceğiniz bir hayat var ortada. Ben Hamza’nın samimiyetini gördüm, gözlerindeki o pişmanlığı sen görmedin mi? Hadi içeriye geç kararını söyle. Korkma artık, kendini daha fazla heba etme.” Sözleri ruhumu okşadığı gibi acımı hafifletemiyordu. İçine düştüğüm durum bir mum alevi gibi ruhumu titretiyordu. Kabul etsem kendimi yok sayacakmışım gibi hissediyordum. Oysa ne sözler vermiştim kendime. Ama iki yandan saldırıyorlardı cepheme. “Neden ben göremiyorum? Neden bu kadar zor her şey…” “Çünkü kırgınsın, yanında olanları göremiyorsun. Senin cesur olman lazım Aymira. Yoksa daha kötü olacaksın.” “Peki.” Kocaman gülümsedi. Ben ne demiştim böyle? Şu an öyle pişmandım ki bunu dediğime. O an sanki ben değildim bu cevabı veren. “Ay ben Selim’i arayayım hemen. Kızlarda gelsin, en azından şahide ihtiyacımız var.” Bir şey diyemedim. Benden önce odadan çıkan Maşita Hamza’ya cevabımı, hiç beklemeden verdi. Onu görmeden odaya çıktım. Ne tepki vermişti bilmiyordum. Zaten umurumda da değildi, neden kabul ettiğimi de bilmiyordum ya. O an cevabı veren ben değilmiş gibiydim. Ne yazık ki iş işten geçmişti. Bakışlarım ayak uçlarımdaydı. Dimağımı yoran onca düşünceler kalbimi hezimete uğratıyordu. Yanlış karar verdiğimi bile bile kabul edişimi reddedemiyordum. Yorgundum, o kadar çok yorgundum ki yatsı namazını kılarken birçok kez şaşırmam ve birçok kez namazı bozmam yeniden namazı baştan almam artık kendime dur dememi sağladı. Kafamı toparladım ve namazımı eda ettim. Maşita, Selim’in yaklaştığını söyleyince aşağıya indik. Kızlarda gelmişti. İlknur homurdanıyor, Funda onu dirseğiyle uyarıyor, Berna ise sanki kendisi evleniyormuş gibi heyecanla beni tebrik ediyordu. Oysa ben hiçbirine karşılık veremiyordum. Kabul eden sadece sözlerimdi. Ya kalbim? Öyle tuzla buz olmuştu ki acıyordu. İlknur, ısrar eden kızları çok kez uyarmış ama Maşita bu gece onlara izin vermek istediğini söyleyince onlar da nikâha gelmişti. Şu an Hamza ile yan yana oturuyor Selim’in okuduğu Kur’an’ı dinliyorduk. Bütün gözler üzerimizdeydi. Hatta Maşita, birçok resmimizi çekmiş birçok hayır dualarında bulunmuştu. Artık kabullenme faslına geçilmişti. "Allah'ın emri, peygamberin kavli, İmam-ı Azam'ın içtihadı üzere ve şahitlerin söylemiş olduğu mehir miktarıyla Haldun kızı Aymira, İsa oğlu Hamza'yı kocalığa kabul ettin mi?" Hamza'ya döndüm. Gülümsedi, dudakları gülümsenin ihtişamına tanık oldu. "Ettim." Tek bir kelime Allah tarafından verilmiş güzellikler sunuyordu. O güzellikte bir zamanlar bana haram olan adam şimdi helal bir yuvaya adım attırıyordu. Sadece hissiz ve mutsuzdum. Tekrar sordu üç olana kadar tekrar, “Ettim” dedim. Bu sefer Hamza'ya sordu. O da benim gibi üç kere, "Ettim," dedi. Gözlerine inen perde kalkmıştı artık. Şahitler bu perdenin aralayıcısı olurken Hamza artık bana bu kadar yakından, bu kadar güzel bakabiliyordu. Ve artık çekmiyordu bakışlarını. Ve artık, sadece benim için gülümsüyordu. Biraz önce yabancı olan adam, artık eşimdi. O adam, benim imtihanımdı. Gönlüm onsuzluğa o kadar alışmıştı ki yeniden can çekişecek diye korkuyordum. Şimdi hangi yöne dönsem o olacaktı biliyordum. Peki, nasıl başa çıkacaktım hissettiklerimle? Hiçbir söz yerini dolduramayacak kadar eksik kalacaktı. Ben eksik kalacaktım, hissettiklerim eksik kalacaktı.
|
0% |