@rumeysadoganm
|
Hayat çizgimde hep bir sınırla sonlanıyordum. O sınırdan öteye geçiş yapamıyordum. Geçemediğim müddetçe de mutsuzluk yüzüme çarpıyordu. Benim kendimle başa çıkamadığım bir benliğim vardı fakat benliğime henüz kavuşmuş değildim. Ne olduğu hakkında da hiçbir fikrim yoktu. Düşünce kapasitem buna yetmiyordu belki. Kalbimin oyuncağıydım yeri geldiğinde, her dokunduğumda paramparça oluyordu. Bazen paramparça olduğunda çocuklar gibi haykırarak ağlamak istiyordum. Düşünmeyi, düşüncelerimin içine serzenişi yerleştirmeyi bir köşeye attım. Düşündükçe düştüğüm yerin bir çukur olduğunu fark ettim. Zaten ben çoktan düşmemiş miydim çıkılmaz bir çukurun içine? Şimdi o çukurdan birinin beni çıkarmasını bekleyecek kadar zavallıydım, o beklediğim kişi ise Hamza'ydı biliyordum. Beni umursamayan, bana bakmayan gece gözlü adam... Hamza; tuhaf ama bir o kadarda güzel... Onun olduğu yer, onun olduğu an sanki bir zamanı güzelleştiriyor, ona doğru adım atmama neden oluyordu. Ona kapılmak, onu kendimden uzaklaştıramamak benim elimde değildi. Öyle bir girmişti ki hayatıma, hayatımın alt üst olmasına bile bir sitem bulamıyordum. Onun olduğu hayatı seviyordum. Ben onu seviyordum, sevmek fiiline ondan başkasını yerleştiremiyordum. Oysa beni sevmeyen kendisiyken benim ona kapılmam ne ifade edebilir ki? Koskoca bir hiç… Başımı ovalayıp oturduğum sandalyeye yaslandım. Bir yandan onu düşünmek bir yandan önümdeki dosyalarla boğuşmak beni yormuştu. Telefonu elime alarak Ruman’a kahve getirmesini söylediğimde çok geçmeden kahvemi getirdi. Bu hızı beni şaşırttı. Değişik biriydi Ruman. Anlam veremediğim kadar çalışkan, alışık olmadığım kadar sıcakkanlı ve iyiydi. Tek anlamadığım başörtüsüne rağmen burada oluşuydu. Babam bu durumdan hoşnut değildi ve sanki Ruman’ın burada oluşu onu mecbur bırakmış gibiydi. Ne kadar irdelemeye çalışsam da pek faydalı olduğu söylenemezdi. Kahveyi bırakıp gittiğinde kupamı alıp cam kenarına geçtim. Şirket beni boğuyordu. Burada olmayı, burada çalışmayı istemiyordum. Babama her ne kadar laf anlatmak istesem beni tersliyordu. Telefonumun çalması ile boş bardağı masaya koyup masanın üzerinde duran telefonumu aldım. Arayan Gizem’di. Çok geçmeden açtım ama benim konuşmamı beklemeden, “Restorandayım, seni bekliyorum,” demesi ile saate baktım. Öğlen olmuştu bile. Buna sevinerek, “Geliyorum,” dedim. Çantamı ve telefonumu alıp odadan çıktım. Babamı ve Burhan amcayı gördüm. Onlarda sanırım yemeğe gidiyordu. Beni görmedikleri iyi olmuştu. Şirketin restoranına geldiğimde Gizem kendini belli etmek istercesine elini kaldırıp salladı. Yanına gittim ve tam karşısına oturdum. “Hoş geldin, hayırdır hangi rüzgâr attı seni buraya.” Elindeki çiçek buketini bana uzatıp, “Aşk olsun, hayırlı olsuna geldim,” demesi güldürdü. “Teşekkür ederim arkadaşım.” Buketi yan sandalyeye bıraktım. Gizem ne sevdiğimi iyi bildiğinden siparişi önden vermişti. “Nasıl geçti ilk günün?” Bunu imalı imalı sormuştu, ben ise buna sahte kızgınlıkla kaşlarımı çatarak baktım. O, benim ters bakışlarıma alışkındı ama şu birkaç gün ben imalı sorulara gelemiyordum. Resmen depresifliğe vurmuştum. O kadar sorunun içinde sorduğu soruya kıkırdadı. Beni şu an sinir etmeyi çok iyi başarıyordu. “Biz, senin gibi babamızın parasını prenses prenses yemiyoruz canım.” Gülüşü devam etse de benim ters bakışım hâlâ üzerindeydi. “Bir şey itiraf etsem kızar mısın?” Merakla yüzüne bakmam ve gülüşünün ardından gelecek itiraf gerçekten pek hoşuma gitmeyecekti. “Haldun amca yaşlandıkça huysuz ihtiyar amcalara dönüyor.” Düşündüğümün aksine bunu itiraf etmesi beni dahi güldürdü. Sanırım öyleydi. “Babam duyarsa sana da şirkette yer hazırlar bilesin. Hem çaktırma daha genç delikanlı o.” Babamın tabirini bu sefer benim söylemem Gizem’in gülüşünü daha da arttırdı. Ne zaman babama yaşlandın desem bana hep bunu derdi. “Hayırdır gençler, keyfiniz pek yerinde.” Babamın yanımıza gelmesi ile Gizem zor da olsa gülüşünü durdurdu ama her an patlama noktasına gelebilirdi. Bir yandan bana bakıp kaş göz işareti yapıyordu. Yapma der gibi kaşlarımı kaldırdım. “Öyle kız kız sohbet Haldun amcacığım. Aymira’nın yeni işini kutluyoruz.” “Seni sormalı. Baban artık elini eteğini çekecek sen hâlâ duruyorsun.” Gizem ellerini havaya kaldırdı ve, “Aman Haldun amcacığım ağzımızın tadı kaçmasın,” demesi ile babam dahi hepimiz keyiflendik. Babam Gizem’in yanağına makas atıp şüpheli bir şekilde baktı. Gizem yandık der gibi bana bakıyordu ama babam çok üstelemeden geri çekildi. “Peki öyle olsun bakalım. Siz oturun ben de biraz ötedeyim. Sonra görüşürüz yine.” Veda edip yanımızdan ayrıldığı an Gizem dudaklarını birbirine bastırıp babamın arkasında kalan bakışlarını çekti. İkimizde derin bir nefes çektik. Yemeğe geri döndüğümüzde onu gördüm; Ruman’ı. Yemeğini alıp biraz uzağımızdaki masaya oturdu. Yalnız yiyordu, sanırım şirkette kimseyi tanımıyordu. Asla etrafı izlemiyor sadece önündeki yemekle ilgileniyordu. O kadar sakin duruyordu ki yemek yiyişi, sadece yemeğine odaklanışı onu bir süre izlememi sağladı. Bir an göz göze geldik, kısacık bir tebessümle beraber tekrar yemeğine döndü. “Haldun amca nasıl karşı çıkmadı buna?” Gizem’in Ruman’ı işaret ederek konuşması, odaklandığım yerden beni bir an çekti. Ters bir şekilde kıza bakıyordu. “Babama göre bilemem ama bana göre çok çalışkan bir kadın. Sorun olması saçma olurdu.” Sen ciddi misin der gibi baktı. Onun ne hissettiğini anlayabiliyordum. “Farkındaysan şirkette tek kapalı kişi o.” Omuz silktim. “Ne fark eder, giyimi bizi alakadar etmez ki Gizem. Önemli olan nasıl çalıştığı.” “Bence etmeli. Yakında şirkette bunun gibiler çoğalır.” Kaşlarım hem şaşkınlıkla aralandı hem de kızgınlıkla çatıldı. Böyle acımasızca konuşmamalıydı. Önyargı insana büyük zarar veriyordu. Ruman’ı tanısa belki de böyle konuşmazdı. “Bu onu ilgilendiren bir durum. Birini inançları ile yargılayamayız.” Bu sefer o kızdı. Onunla ilk defa bu münakaşaya giriyorduk. “Aymira, saçmalıyorsun şu an.” İstifimi bozmadım hiç. O biraz fevriydi ama ben oldukça sakindim. Burada kimseyi savunmuyordum. “Hayır, saçmalamıyorum. Sadece sorun edecek bir şey göremiyorum ben. Kasmayın bu kadar kendinizi.” Başını iki yana sallayıp, “Neyse, seninle tartışmayacağım,” diyerek yemeğinin son lokmasını yedi. Bana bakarken gözlerindeki o öfkeyi görebiliyordum. Artık gitme vaktinin geldiğini anladığım an çiçeğimle beraber onunla restorandan çıktık. Veda ettikten sonra şirketten çıktı. Odaya geçip çiçekleri bulduğum boş saksıya koydum. Mis gibi kokmuştu odam. Derin nefes alarak kendimi koltuğa attım. Hafiften gülümsedim. Gizem’le yemek işi iyi olmuştu. Kafam dağılmıştı bu sayede. Zaten birkaç saat daha çalışıp eve geçtim. Sanırım bundan sonrasını uyuyarak geçirecektim. … Akşam işten döndükten sonra on bire kadar uyumuş daha sonra bölünen uykumla geri uyuyamamıştım. Biraz film izlemiş, biraz internette dolanmıştım. Şu an bilgisayar başında sosyal medyada geziniyordum. Aklıma gelenle arama butonuna girdim. Hamza’nın soyadını bilmiyordum ama yine de aratmak istedim. O kadar çok Hamza düştü ki önüme hiçbiri de o değildi. Hatta sonuna kadar gittim yine de bulamadım. Umutsuzca kapattım bilgisayarı. Şu an saat 06.00’dı. Yataktan kalktım. Kısa bir duştan sonra bahçeye çıktım. Sabahın dinginliği huzurlu hissettirdi. Oturduğum salıncakta hafif hafif ırgalandım. Dün Gizem’le konuştuklarımızı düşündüm. Ruman’ı yargılarken verdiği tepkiyi, ona bakarken acımasız oluşu… Ben mi yanlış düşünüyordum acaba? Ama bize hiçbir zararı olmayan bu insanlara nasıl onun gibi tepki verebilirdim ki? Ruman’la öyle oturup sohbet etmişliğimiz dahi yoktu. Sessiz sakin kendi hâlindeydi. Hatta o kadar saygılıydı ki ona karşı ön yargılı olamıyordum. Gelen çalışanların kahvaltı hazırlığı sesleri bana kadar ulaştı. Onlara görünmeden diğer kapıdan içeriye oradan da kendi odama geçtim. Saat 07.00 olmuştu bile. Üzerimi giyindim. Bugün evden erken çıkacaktım. Annem ve babam uyanmadan evden çıktım.Saat 08.00 olmuştu bile. Bugün şirkete gitmeyecektim. O yüzden babama işim olduğuna dair not bıraktım. Telefonumu çantadan çıkardım. Geçen gün Gözde’nin numarasını almıştım. Bu yüzden ona kahvaltı için teklif sundum. O spor yaptığı için oldukça erkenden uyanırdı. Mesajımı görünce de muhakkak dönerdi. Düşündüğüm gibi oldu, yedi dakika sonra mesajıma döndü. “Ben şu an spor salonundan çıktım. Sana olduğum kafenin adresini atıyorum.” Ardından gelen konumla arabayı hareket ettirdim. Buradan iki saate ancak ulaşırdım kafeye. Sokaklar sabah vakti dolayısıyla oldukça doluydu. Babam aradı, ona kısaca bir şeyler uydurdum. Zor ikna olmuştu ama beni en azından bu sefer zorlamamıştı. Saat on buçuk gibi kafeye ulaşmam, Gözde’yle buluşmam hızlı oldu. Ben gelene kadar hafif bir şeyler atıştırmış ardından o diyete uygun bir kahvaltı söylerken bense normal bir kahvaltı sipariş etmiştim. Oldukça kalabalık bir mekândı. Buraya hiç gelmemiştim hatta ilk defa görüyordum. “Şirkette işe başlamışsın.” Havadan sudan konuştuktan sonra meselenin geldiği yer kimsenin dikkatinden kaçmamıştı. Keyifli olmaya gayret ettim. “Evet, öyle oldu. Bir süre çalışmak istedim.” Yalandı ama bu mesele üzerinde durmak istemiyordum. Önümdeki peyniri yerken bir yandan Gözde’ye düğün hakkında sorular soruyordum. Sade nikâhla olayı kapatacaklarını, tatil olarak uzun bir seyahat yapacaklarını söylemişti. Seyit fotoğrafçı olduğu için de mesleği gereği yurtdışını tercih etmişlerdi. “Peki, sen Aymira? Oğuz’u sevmiyorsan yok mu gönlünde biri?” “Yok.” Bu doğruydu, şu anlık kimse yoktu ama kalbimi pır pır ettiren biri vardı. Diyemedim, bunu kendime sakladım. Platonik âşıklar gibiydim. Ben ona karşı bir şeyler hissederken o beni görmüyordu bile. Bunu bile bile nasıl derdim hayatımda biri var diye? Gülünç bir durumdu. “Her neyse. O zaman gelirsin nikâha değil mi?” “Gelirim. Yanında olmayı isterim.” Gülümsedi. Kahvaltıyı yaptıktan sonra kendisi kuaföre gideceğini söyleyip yanımdan ayrıldı. Ben de sahilde biraz durduktan sonra aklıma gelen yere gittim. Onunla karşılaştığımız camiydi burası. Onu görürüm zannetmiştim ama bu sefer görememiştim. Hemen köşedeki banklardan birine oturdum. Gelen gideni seyrettim. Ne çok insan geliyordu buraya. Hatta turistler bile akın etmişti. Onlar bile içeriye girebiliyordu ama ben cesaret edemiyor, dışarıdan izlemekle iktifa ediyordum. Daldığım düşüncelerden beni o ses çıkardı. O an ürperdim. Hiçbir şey hissetmemeye başladığımda o ses beni kendime getirdi. Peki ne diyordu o ses? Neyi anlatıyordu? Bu yabancısı kaldığım kelimeler ne barındırıyordu içinde? Bu inanç gerçekten var mıydı? Ya benim inandıklarım gerçek değilse! Gerçek olan bu dinse, ne yapardım ben? Kafamdaki bilinmezliklere nasıl çözüm bulurdum? Nasıl bunca yıl sonra bu dine girerdim? Bu yaştan sonra çok geç kalmış olurdum. Kocaman bir ah çıktı dudaklarımın arasından. İçimdeki kasvet beni yoruyordu. Kıvrandıkça kıvranıyordum ve ben içine düştüğüm bu durumdan çıkamıyordum. Nasıl çıkacağımı da bilmiyordum. … "Aymira Hanım babanız sizi odasına çağırdı." Başımı sallayıp Ruman’ı onayladım. Kahvemin sonunu yudumladıktan sonra babamın odasına geçtim. Pencerede dışarıyı izleyen babamı bir süre seyre daldım. Babamın dikkatini bana çekmem için hafifçe öksürmem ile babam dışarıdaki bakışını çekip bana baktı. "Beni çağırmışsın baba." Yavaşça pencere yanından ayrılıp masanın başına geçti. Ben de karşısındaki sandalyeye oturup babamın diyeceklerini dinlemeye koyuldum. "Şirketin hisseleri için alanında iyi bir avukat çağırdım. Saat üç gibi toplantı olacak, o hissenin birçoğunda senin de onayın olmalı. Toplantıda burada olmanı istiyorum." Önündeki dosyayı bana itekleyip, "Bunları iyice incele Aymira, ufakta olsa hata istemiyorum," dedi. Başımla onaylayıp dosyayı aldım. Babamın soğuk duruşunda büyük bir huzursuzluk vardı. Burhan amca ile takışmış olmalılardı, sebebini öğrenmeliydim ama şimdi değil. Aralarındaki meseleyi tahmin etmem basitti ama o meselede kurcalamam gereken başka sebepler daha olmalıydı. Babamın son zamanlarında gösterdiği tavırlara çözüm bulmam gerekiyordu. Mesele Burhan amcadan başlayıp Oğuz’la bütünleşiyordu. Oğuz’un bu yaptıkları aklıma geldikçe sinirlerim bozuluyordu. Bu böyle olamazdı. Sıkıntıları fazlaydı bunu görebiliyordum. Hatta bu avukat bunun için olmalıydı. Odama geri geçtim. Saate baktığımda neredeyse saat öğleni geçmişti. Karnım açtı ama iştahım yoktu. Dosyayı alıp kısaca inceledim. Benim üzerime olan bir arsanın husumeti vardı yazılanlarda. Elimi çenemin altına koyup yazılanları kısaca gözden geçirdim. Bir yandan aklım babamdaydı, son zamanlarda onu işle ilgili bir sıkıntının içerisinde görüyordum. Morali bozuk, sinirleri hiç olmadığı kadar gergindi. Dosyayı inceleme bittiğinde odaya Ruman girdi. İşimi bitirmemi beklediğinden onu bekletmemek için elimi çabuk tuttum. "İsterseniz geçelim toplantı odasına." Dosyayı kapatıp, "Tamam," dedim. Gerekli eşyaları aldıktan sonra odadan çıktık. Toplantı odasına geçtik. Babamla Burhan amca konu hakkında konuşuyordu. Burhan amca ne kadar sakinse babam o kadar gergindi. Şimdiden Burhan amcaya kızıyordum. Hem beni hem de babamı böyle sıkıştırması hiç iyi değildi. "Avukat geldi Haldun Bey." Babam dosyadan başını kaldırdı. Birazdan neler olacaktı görecektik. Yeşim avukatın geldiğini söyleyince ayağa kalktık. Çok geçmeden içeriye iki kişi girdi. Gördüğüm kişi beni şaşkınlığa sürükledi. Oydu, benden kaçan ama yine de bana yakın olan kişi; Hamza... Onu burada görmek hiç beklemediğim olaydı. Artık bu karşılaşmalarımız normal değildi. Avukattı demek ki. Lakin babam Hamza’yı nereden bulmuştu bilmiyordum. Ya da tanışıyorlar mıydı orası ise ayrı bir soruydu. Babamlarla el sıkıştı. Yerine oturacakken gözleri bana çevrildi. Şaşkınlık yok gibiydi gözlerinde, sanki beni burada görmeyi bekliyordu. Ya da biliyordu benim kim olduğumu. Oysa ben şaşkınlıktan ne düşüneceğimi bile bilmiyordum. Takım elbisesi içinde fazlaca yakışıklı duruyordu. Siyah saçlarını geriye taramıştı. Geniş omuzları dik ve özgüvenliydi. Gözlerini hızla gözlerimden çekip babama odakladı. “Adını çok duyduk. Umarım anlaşma boyunca aksaklık yaşamayız.” Babamın sesi otoriterdi. Bir yanlış dahi istemiyordu. Hamza, düz bir şekilde babama bakıyordu. Aralarındaki resmiyet şimdiden içine girdiğimiz olayların ne kadar düzenli işleyeceğini gösteriyordu. “İşimiz bu Haldun Bey. Anlaşma boyunca sorununuza çözüm bulacağımızdan emin olabilirsiniz.” Tanışma faslı yaşanmadığı gibi direkt işe odaklandılar. Bense aptallaşmış gibi bir şey yapamıyordum. Gülümsedim. Onu bu kadar yakınımda uzun uzadıya izleme şansım oldu. O ne kadar izin vermese de ben bu rastlantıları sevmeye başladım. O izin vermedi ama ben onu izledim. Nasıl izah edebilirdim ki yaşadıklarımı. Sanki o yaşadıklarımın içine cemre gibi düşmüş buz kesen yüreğim sıcacık olmuştu. En azından yaşanmaya değer ne varsa karşımdaki adam bunu bana daha iyi gösteriyordu. El ayamı çeneme koyup bir süre suretini inceledim. Siyah saçlarının bir tutamı arkaya taramasına rağmen alnına düşüyordu. Uzun ve kemikli yüz hattı kirli sakalıyla bütünleşmişti. Sanırım özel sektörde çalışıyordu. Uzun kirpikleri gözaltlarını gölgeliyordu. Bir sanatçının çizimi gibiydi yüz hattı. Sanki özenle çizilmiş, ona ayrı hava vermişti. Güzeldi, güzeli sevdiğim kadardı onun her zerresi. Dosyadan başını kaldırdı, onu izlediğimi görünce iki veya üç saniye olsun bana baktı. Kalbim onun bakışıyla hızla atmaya başladı. Zaten onu gördüğümde hep böyle atmıyor muydu? Sadece bir an mutlu olmuştum. Şu an önümdeki kalemi tutamıyordum heyecandan. Toplantı boyunca fazla ciddiydi. O hep ciddiydi ama işine verdiği önem fazlasıyla farklı boyuta çekiyordu onu. "Arsanın sahibiyle konuştunuz mu?" Babama yönelttiği soruya babam, "Konuştuk ama ikna edemedik," diyerek karşılık verdi. Hamza ciddiyetle bir dosyaya bir babama bakıyordu. Sanırım daha önceden incelediği bir dosyaydı. Bu kadar derine indiyse babamın işleri epey sarpa sarmıştı. "Sahibi büyük bir şirketin müdürüymüş, ikna edemezsek benim elimden gelebilecek kozları kullanırım ama bu fazla işe yarayacağa benzemiyor." Babam Hamza'yı onaylayıp, "Mahkeme işi ne oldu?" demesi babama şaşkınlıkla bakmamı sağladı. Mahkemelik olacakları kadar iş büyümüştü demek ki. Bütün öfkesi çözümsüz bir işin içine girmiş olmasıydı. Ama buna bu kadar sinirlenmezdi ki babam. "Mahkeme işi ben de siz sadece arsanın sahibiyle dediği konuda anlaşıp bana bilgi vereceksiniz." Babam sandalyeye doğru yaslanıp, "Arsa için o adamla yüz yüze gelmek istemiyorum ama ikna etmemiz şart," dedi. Masadaki herkes babamı onaylamıştı. Bu sefer söze Burhan amca girdi. Hamza’ya bakıp, “Arsanın sahibine biraz rüşvet verirsek iş çözülür,” dedi. Şaşırarak baktım Burhan amcaya. Bunu yapamazdı değil mi? Hamza’ya baktım. Öfkeden kaşları çatıldı. Belli etmek istemediği için tez toparladı. Zaten onun bu durumdan haz edeceğini sanmıyordum. Gülümsemeye gayret etti lakin keyfi bozulmuştu. “Kabul edeceğini sanmıyorum.” “Paranın çözemeyeceği iş yok.” Masadaki herkesin keyfi yerinde olsa da Hamza bu işten hiç memnun kalmadı. Bir şey demedi. Evrakları çantasına geri koydu. Tek bir dosyayı öne koyarak, "İmzalamanız lazım," dedi. Bu sözü bana söylediğinde önüme koyduğu kalemi alıp dosyayı imzaladım. Elimin titremesini şu an engellemezsem hiç iyi şeyler olmayacaktı. Sakin olmam gerekiyordu. "Arsayı alırsanız, bu arsada en büyük yetki size ait oluyor." "Arsa için kendi planlarımı koyabiliyor muyum?" Sorduğum soruyu babama bakarak cevapladı. Onun onayını alması gerekiyordu. "Haldun Bey’in ikinci imzası ile koyabilirsiniz.” Babam Burhan amcaya bakıp bir şeyler fısıldadı. Aralarında anlaştığı belliydi. Babam tekrar Hamza'ya bakıp, "Peki o arazi için alt yapı mevcut mu?" diyerek sorgulayıcı tavrını ortaya koydu. Alt yapıdan kasıt diğerlerinin olay çıkarmama güvencesini ortaya koymaktı. "Elbette, bu işi öğrendiğim zaman birkaç arkadaş gidip orayla ilgilendik." "Tamam, o zaman bir ara oraya beraber gidip gerekli ön hazırlığı yapabiliriz." Hamza memnun olmuşçasına gülümseyip başını salladı. Bu durum karşısında ben sadece Hamza'yı izlemekle yetiniyordum. Evrakı alıp babamın istemesini beklemeden direkt dosyaya koydu. Dosyayı çarçabuk çantasına koyarken sanki bir şeyleri saklıyormuş gibi geldi. Gözlerimi kısarak izledim hareketlerini. Babam dosyayı inceleyeceğini söyleyince bir ara duraksadı. Şu an şüpheyle izliyordum ne yaptığını. Duraksadı. Ardından biraz kurcaladıktan sonra farklı bir kâğıt çıkardı. Ne yapmaya çalışıyordu böyle? Benim imzaladığım evrak farklıydı. Hemen onun altındaki kâğıdı vermişti. Bunu parmaklarının arasındaki kâğıdı arkaya itince anladım. Babam dosyayı onayladı. Ben mi yanlış gördüm diye düşündüm ama yanılmamıştım. Nasıl yapmıştı bunu? Toplantı bittiğinde babamın çıkmasını bekledim. Hamza'nın yanına gidip konuşabilme şansım vardı en azından. İstediğim olmuştu, babam odadan çıktığı an adımlarımı Hamza'dan tarafa çevirdim fakat umduğumun tersine oldu. Hamza beni tekrar görmezden gelip odadan çıktı. Cesaretle attığım adımlar odanın ortasında son buldu. Bu durum karşısında moralim bozuldu, bıkkınca nefesimi bıraktım. Hem onunla konuşacaktım hem de o dosyayı sorgulayacaktım. Kendimi toparlayıp odadan çıkarak kendi odama geçtim. Saate baktım, akşam olmak üzereydi. Deri ceketimi giyinip çantamı da alarak odadan çıktım. Etraf sessizdi. Olduğum katta duran asansörün düğmesine bastım. Üçüncü katta olduğum için şirketten çıkmam uzun sürmedi. Şirketten çıktığım anda esen rüzgâr yüzüme çarptı. Hafiften titredim, arabanın yanına hızla ulaşıp bindim. Belki böylesi daha iyiydi, onu görsem yine moralim bozulacaktı biliyordum. Bana bakmayışı, benden uzak kalması bütün moralimi bozduğu gibi. O çok farklı biriydi, daha önce görmediğim, tanık olmadığım davranışlarını yakalamıştım. Mesela bana bakmamasının nedenini merak ediyordum. Çirkin miydim? En azından o kadar çirkin değildim. Beni güzel bulmaması imkânsızdı. Sıkıntıdan alnımı ovuşturdum. Zihnimdekilerle bile kavga eder duruma gelmiştim. Sadece çözüm bulmak, merakımı gidermek istiyordum. Diğer yandan ise o evrak geldi aklıma. Şüpheyle ufaladım başımı. Hamza bir işler çeviriyordu ve benim bunu öğrenmem gerekiyordu. Farklı bir şey daha imzalamıştım orada. Neden okumamıştım ki zaten? İlerlediğim yolu kaldırımda gördüğüm kişiyle yavaşlattım. Evet, oydu. Arkadan bile tanır hâle gelmiştim. Arabayı istop ettirip indim. Bir müddet takip ettim. Azıcık yaramazlıktan ne zarar çıkardı ki? Hem suç onundu, yanına yaklaştırmıyordu beni. Ne yapabilirdim yani? Heybetli bedeni yavaş adımlarla ilerliyordu. Onu takip etmeyi bırakıp hızlı adımlarla yanına ulaştım. Başını çevirip bana baktı. Şaşkınlık emaresi yüzüne yerleşince dişlerim gözükecek şekilde gülümsedim. Sanki karşısında ufak tatlı bir kız gibiydim. Başını iki yana sallayıp sertçe soludu. Ne kadar sinirlenirse sinirlensin bir şeyler konuşmadan onu rahat bırakmayacaktım. Evet, bu durum beni de şaşırtıyordu ama elimde değildi. Onun olduğu yer beni kendine çekiyordu. İradem bu konuda zayıftı. Hem ben kötü bir şey yapmıyordum ki. Sadece ufakta olsa mutlu oluyordum. "Merhaba," dedim çocuksu bir edayla. Yan yanaydık. Boyum kısa olmasa da onun boyu oldukça fazla olduğu için başımı kaldırıp ona bakmam gerekiyordu. Yine de çok boy farkımız yoktu. Sadece o biraz heybetliydi. Bu heybeti ise onu oldukça karizma gösteriyordu. "Bir şey mi oldu?" Dedikleri ile yüzümdeki gülümseme silindi. Bu nasıl bir karşılıktı? "Bu kadar kaba olmana gerek yoktu." Kaşlarını havaya kaldırıp, "Kaba mı?" dedi. Davranışlarını bilmiyormuş gibiydim. Gelmiş bir de adama soru soruyordum. Evet, kabaydı. Bir merhabayı çok görecek kaba bir adam… "Evet, merhaba diyorum bir şey mi oldu diyorsun. Çok kabasın." Belli etmemeye çalışsa da hafiften tebessüm ettiğini gördüm. Hızlı hızlı yürüdüğü için arada arkasında kalıyor daha sonra koşarak yanında yürüyordum. Kocamandı adımları. Kendini bu kadar bana itmemeliydi. Bunu yüzüme karşı yapmalıydı, gizliden gizliye değil. Ben her şeyi anlayabiliyordum. İfadelerini çözebiliyordum. "Kaba değilim, sadece neyin ne olduğunu size anlatmaya çalışıyorum. Ve beni anlamamak için büyük çaba sarf ediyorsunuz." "Anlatmana lüzum yok anlıyorum ben seni.” Sesim sert çıktı. Bu bir açıklama değildi benim nezdimde. Hem böyle sizli bizli konuşması çok saçmaydı. Daha doğrusu o koyuyordu mesafeyi. "Neden benden kaçıyorsun Hamza, neden benimle bir kere bile konuşmuyorsun? Sadece seninle ufakta olsa iletişim kurmak istiyorum. Zor mu bu?" Hiçbir şey demeden ellerini pantolonunun cebine koyup hızla yürümeye devam etti, geride kalmış bedenimi hareket ettirdim. Ne kadar umursamaz bir adamdı böyle! Cevap vermeliydi bana? Ama o cevap vermemek için benden kaçıyordu. Resmen o bir adım attığında ben koşmak zorunda kalıyordum. Şu anda da öyleydim. Hırslandım. Suratına şöyle okkalısından bir yumruk çaksam rahatlayacaktım. Hak ediyordu! "Yine aynısını yapıyorsun. Ay, biraz yavaşla ya, yoruldum." En sonunda durup bana döndü. Elleri ceplerinde bedenini geri itip başını gökyüzüne kaldırdı. Dudaklarının arasından sert bir nefes üfürdü. Gülmemek için üst dudağımı ısırdım. Biraz da o delirse hiç zararı olmazdı. Deliriyordu da! Ve ben dayanamayıp kıkırdadım. Kaşları şaşkınlıkla kalktı. Komik gözüküyordu ne yapabilirdim. "Size geçen akşam cevap vermiştim, benden uzak durun demiştim. Bakın ben sizin istediğiniz gibi bir değilim. Ne gibi bir düşünceniz var bilmiyorum, bundan vazgeçin." Rüzgârda önüme savrulan saçımı geriye çektim ve hızla önüne geçip tekrar, "Neden?" dedim. Cevabı bile bu kadar üstü kapalı olmamalıydı. Ona sorduğum soru zor değildi oysaki. Sadece bir neden söylemeliydi. Eğer hak bulsam zaten dediğini yapardım. “Ben nasıl biri istiyor muşum?” "Böyle olması gerekiyor.” Kısa ve net… Diğerine cevap bile vermedi. Ben bu oyunu sevmedim, o kovalayacak ben kaçacaktım oysaki. Ama tam tersi oluyordu, ben kovalıyordum o kaçıyordu. Şu anda yanımdan geçtiği gibi beni tiye almıştı. Dudağımı büzdüm. “Hayır, böyle olması gerekmiyor.” “Peki siz söyleyin, neden bu kadar ısrarcısınız?” “Çünkü seni kendime koca olarak seçtim.” Tabii ki şakaydı. Gülmedim ama her an gülebilirdim. Yüz ifadesi çok komikti çünkü. Duraksadı. Sözlerim onu sarsmış olmalıydı. Kaşları olabildiğince çatıldı. “Ay şaka yapıyorum tabii ki. Seninle tanışmak istemem suç mu? Bence çok uyumlu bir çift oluruz. Sen suratsız ben tam tersi.” “Bence artık bu diyalogu bitirelim. Siz de evinize dönün.” Oysa keyfi hiç bozulmamıştı. Hatta onu biraz keyiflendirmiş gibiydim. "Ne bu ego ya, bu kadar küçültme beni Hamza." Kaşları yeniden çatıldı. Yüzünde belli belirsiz ifade oluştu. Başını iki yana sallayıp, "Laf anlamıyorsunuz," dediğinde anlamamış gözlerle ona baktım. İğrenç bir varlıkmışım gibi ne yüzüme bakıyordu ne de benimle konuşuyordu. Beni böyle görmezden gelmesi sinirlerimi bozuyordu. Bu durumda olması gereken kişi o olmalıydı. O benim peşimde dolanmalı ben ise yüz vermemeliydim. “Bana iğrenç biriymişim gibi neden bakıyorsun? Sanki seninle konuşmam yasakmış gibi…” “Yasak çünkü. Hem size iğrençmişim gibi bakmıyorum, kafanızda kuran sizsiniz.” İleriden gelen taksiyi durdurdu, sessizce arabaya geçtiğinde ben de peşinden girdim. Gözleri şaşkınlıkla aralandığında sadece güldüm. Ona en büyük oyunu ben oynayacaktım. Belki yüzsüzce olacak ama onun ne derdi olduğunu öğrenip peşinden ayrılmayacaktım. Bugün bunu yüzsüzce yapmak kırılgan noktamdan kırsa da sadece bunu yapmak istiyordum. "İn taksiden Aymira." Sonunda sizli bizli konuşmayı bıraktı. Zafer gülüşüm dudaklarıma yayıldı. Sonunda onu kendime çekebiliyordum. Omuz silkip, "İnmeyeceğim," dedim. Gülümsedim, öfkesi yüzünden artık sizli bizli konuşmuyordu, bu da bir şeydi. Nefesini soluyup, "Baş belası mısın?" deyip önüne döndü. Omuz silkip onu umursamamaya çalıştım. Başını iki yana sallayıp eliyle ensesini ovuşturdu. Şoför bize garip garip bakarken Hamza ise bu tutumumla bir an önce arabadan inmek ister gibiydi. "Baş belası olmamı sen istiyorsun." İstifini bozmadan geriye yaslandı. Dudaklarının kıvrıldığını dikiz aynasından gördüm. Bugün üç kere gülüşüne şahit olmak beni etkiledi. Bu hâli gülümsememe neden olurken bir yandan da düşüncelerimi ele geçiriyordu. Gülümsemek sadece Hamza'ya has gibiydi, yakışıyordu. Biraz daha ona yaklaşmak adına öne doğru ilerledim. Şu an ensesine yakındım. Kokusunu alacak kadar dibindeydim. Gözlerim kapandı. İçimdeki bu tatlı his bu dünyanın içindeki en güzel hislerden biriydi. En azından buradan kaçamazdı. “Seni çözeceğim.” Sessizce söylenmem ve ona yaklaşmam rahatsız etmişti onu. Beklemediğim anda geri çekildi. Taksi sahile geldiğinde Hamza arabadan inerken birden kapımın kilitlenmesi ile çıkamadım. Hamza, cama doğru eğilip taksiciye, "Bu baş belasını evine kadar bırakırsın usta," dedi, olduğu yerden doğruldu. Her ne kadar kapıyı açmak için uğraşsam da açamadım. Pencereyi açıp başımı dışarıya sokup bağırmaya başladım. "Benden ne kadar kaçacaksın Hamza? Baş belası değilim ben." Cevap vermeden taksiden uzaklaştı. Başını iki yana sallayıp güldüğünde dudağımı büzdüm. Kendimi rezil etmiştim. Camdan uzattığım başımı geri çekip koltuğa yaslandım. Taksiciye arabayı bıraktığım yeri söyledim. Taksici diğer şeride geçip arabayı sürmeye devam etti. Arabanın yanına geldiğimizde taksiden inip kendi arabama bindim. Her ne kadar Hamza'nın yanına gitmek istesem de bunu bu seferlik askıya aldım. Arabamı eve doğru isteksizce sürdüm. Evde beni bekleyen bir felaket yokmuş gibi oraya gidiyordum. ... Kapıdan içeriye girmemle evdeki sesler dikkatimi çekti. Anlaşılan anemin misafirleri vardı. Onların şu an birilerini eleştirmelerini çekemezdim. Merdivenlere yönelmemle, “Aymira, tatlım buraya gel,” diyen annemin sesi, gözlerimi kapatıp yüzümü düşürmemde en büyük etkendi. Şu an ne annemi görmek ne de benim üzerimden konuşmalarına katlanacak hâlim vardı. Tekrar yukarı çıkmak için adım attığımda, “Hadisene kızım,” deyip yanlarına gitmem için baskı uyguladı. ‘Hazır ol tatlım, birazdan zulmün kollarına atacaksın kendini.’ İç sesimi dövebiliyor muydum? İsteksizce yanlarına gittim. Annemle Cansu teyze tekli berjerlerde oturuyorlardı. Öteki koltuklarda ise her zamanki takıldığı Hale abla ile Ceyda abla vardı. Onlara, “Hoş geldiniz,” deyip boş olan koltuğa oturdum. Hepsinin gözü benim üzerimdeyken en rahatsız olduğum bakışlar Cansu teyzedeydi. Bu bakışların altındaki anlamla gerildim. Oysa ona geçen gün hiç iyi davranmamıştım. Şu an bana iyi davranmaması gerekiyordu. Bunu benden hâlâ bekliyor oluşu, annem kadar yüzsüzlük Oğuz kadar acımasızlıktı. Cansu teyze ile çok anlaştığım söylenemezdi. O beni severdi ama ben onun hakkında iyi hisler beslemiyordum. Bunun sebebi Oğuz’un annesi olması bile yetiyordu. “Nişan tarihine karar verdiniz mi?” Yüzümdeki gülümseme aniden silindi. Soru soran Hale ablaya baktım hızla. Göz devirip başımı iki yana salladım. “Bu akşam takılacak yüzükler. Birkaç haftaya da nişan yaparız diye düşünüyoruz.” Konuşan annemdi. Kaşlarım çatıldı. Bundan bana bahsetmemişti. Beni bir kenara atmıştı konuşurken. Oysa ortaya atılan hayat benimdi. Şimdi ise o hayatın alt üst edeni annemdi. Hem bu akşamdan haberim hiç yoktu. Ne yapmaya çalışıyordu bu kadın? Nasıl böyle umursamaz oluyordu? “Çok yakışıyorsunuz güzelim, Oğuz’un seni mutlu edeceğine hep inanıyorum.” Evet, kesin öyle olurdu. Bir elim yağda bir elim balda olurdu. Öyle çok seviyordu ki beni resmen severek öldürenlerdendi. Ceyda ablaya bakmadım. Benim bakışlarımın tek hedefi annemdi. Annem o kadar mutlu gözüküyordu ki benim mutsuzluğum onun umurunda bile değildi. Boğuluyordum. Sadece buradan gitmek istiyordum. “Oğuz’dan başkası mutlu edemez Aymira’yı.” Emin konuşan Cansu teyze, oğlunu överek tamamlıyordu bu konuşmayı. Göz devirip sessiz kalamadım bu sözüne. “Emin misiniz?” Sesim imalı çıktı. O da ben de gayet iyi biliyorduk oğlunu. Ne düşündüğü umurumda değildi. “Ben ortada bir şey göremiyorum.” Bozuldu. Annem ters bakış atıp, “Düzgün konuş Aymira,” dedi. Artık düzgün konuşulacak bir saygı kalmamıştı ben de. Onlar ne kadar acımasız olurlarsa ben o kadar ters olacaktım. Bundan başka çözüm yolu kalmamıştı çünkü. Onların kurduğu oyunu ben bozacaktım. Omuz silkerek anneme ters bakış attım. Konuşmayacaktım, saygısızlıksa sevmiştim bu saygısızlığı. Onlar kim oluyordu da benim hislerim hakkında fikir üretebiliyordu? “Nasıl konuşmamı bekliyorsun anne? Her dediğinizi kabul ederek sizi mutlu edemediğim için terbiyesiz mi oluyorum? Bu akşam için kimden izin aldınız hem?” Annem hiddetle, “Odana çık,” dedi. Burada oturursam onların istemediği hâle gireceğimden korkuyordu. Zaten odama çıkmakta işime geliyordu. Oturduğum yerden kalkıp, “Anne, o kadar geçmişsin ki benden, benim sana anlatacağım başka bir şey kalmamış,” diyerek yanlarından ayrıldım. Ardımdan konuşmaları bile umurumda değildi. İstediği kadar da beni kötüleyebilirdi. ... Odamın kapısı aniden açıldığında içeriye giren anneme kaşlarımı çatarak baktım. Annem karşıma dikilmişti. Hesap soran gözleri yüzümde geziniyor aşağıda yaptıklarımın hesabını soruyordu. Sözde onu rezil etmiştim. "Kapı çalma gibi bir âdetimiz var diye biliyordum." Annem elini beline koyup, "Bu günü umursamayan Aymira, şimdi bana kapı çalmadığımın hesabını soruyor!" diyerek sesindeki ima dolu tınıyı yüzüme vurdu. Annemin bu kadar fevri olması beni şaşırtıyordu. Onun kanaatince suç işlemiştim ama ben onlara sadece kararımı söylemiştim. Kararımdan ötürü bana kızmaları oldukça saçmaydı. Ve ben hiçbirinden pişman değildim. "Bu gece yüzük takılacak biliyorsun." Sessiz kaldım dediklerine. Tepkisizliğim onu daha çok sinirlendirdi. Boş bir ifade belirdi yüzümde. Artık bir şeyler anlatmaya gücüm kalmamıştı. “Yapma ama böyle.” “Anne bu gece aşağıya inmeyeceğim. Bu zamana kadar her dediğinize evet dedim ama artık seni dinlemeyeceğim.” Kaşları çatıldı. İçeriye biraz daha girerken peşinden babamın girmesi bakışlarımı annemden çekip babama odaklamamı sağladı. Ondan yardım ister gibiydi bakışlarım, annemin acımasızlığından beni kurtarsın istedim. "Biraz konuşalım mı kızım?" Başım ile onayladım ve yatağın köşesine oturdum. Babamda yanıma gelip oturduğunda sıcacık elleriyle ellerimi kavisledi. "Dinliyorum seni baba." Sesim umduğundan da soğuk çıktı. Babam hafiften nefesini soluyup bir müddet ellerimize baktı. Söze nereden gireceğini bilemez gibi bir hâli vardı. Durumun vahameti bu evlilik olacak gibisindendi. Ben babamı tanıyamıyordum artık, eskiden her şeyi bir bir açıktan söylerken şimdi bu sessizliğinde bir uzaklık vardı. "Bu evlilik olmak zorunda kızım." Yerde olan bakışlarımı kaldırıp babama baktım. Onunda gözleri benim gibi doldu. Nedenini bilmiyordum ama bu nedene birçok düşünceyi sığdırabilirdim. "Neden baba, beni bu evliliğe niye zorluyorsunuz? Ben Oğuz’u sevmiyorum bile. Beni ateşe attığınızın farkında değil misiniz? Oğuz tehlikeli biri!" Sorgu dolu sesim ağlama raddesindeydi. Oysa onların biricik kızlarıydım, sözde beni el üstünde tuttukları tek bir evlattım. “Çok büyük borcum var.” “Oğuz’a mı?” “Hayır, tefecilere.” Kaşlarım çatıldı. Bu zamanda tefecilere nasıl kanardı? Babama sorgular gözlerle baktım. Çaresiz gözüküyordu. Onu ilk defa bu kadar yılgın gördüm. “Baba, neye bulaştın sen böyle?” “Oğuz olmasa borcu ödeyemezdim.” “Sen de beni bir mal gibi sattın Oğuz’a!” “Satmak ne Aymira? Sadece anlaşma.” Komik miydi bu? Bu anlaşmanın ne anlama geldiğini bilmeyecek kadar cahil değildi. Sustum. Oğuz dediğini yapardı; ne babama ne de bana acırdı. Sertçe yutkunup parmaklarımla alnımı ovuşturdum. Ben ne kadar çırpınsam onların sözleriyle hep boğulacaktım. Ne yapacaktım, nasıl davranacaktım bilmiyordum. Bildiğim tek şey bununla tek başıma nasıl başa çıkacağımdı. Zoraki şekilde yerimden doğrulup üstten babama baktım. "Kefaretinizi ödeyen ben olacağım öyle mi?" O da aynı atikle ayağa kalkıp elimi tuttu. Elimi hızla elinden çekerek bir iki adım geriledim. Susmam onun için kabuldü. Susmayı tercih etmem ise benim yok olduğumun kabulüydü. Ve ben şu an susuyordum fakat kalbim bin bir ağıt yakıyordu. Beni hiçe saymaları yüreğime dokunuyordu. Oysa ben onlardan sadece anne baba olmasını istiyordum. Çok muydu? “Neden bir şeyler için çabalamıyorsun? Yaşında küçük değil ki seni küçük yaşta evlendirmiş olalım. Bir dene, ne kaybedersin?” “Baba çıkar mısınız?” Sesim soğuk ve sertti. Sertçe nefesini soluduktan sonra odadan çıktığı için annemde peşinden gitmeyi ihmal etmedi. Hızla yatağa oturup sessizce ağlamaya başladım. Beni buna mecbur kıldıkları için ağladım. Beni kendi pisliklerinde boğdukları için ağladım. İçim yana yakıla ağladım. Her şeyin bittiğini biliyordum. Oğuz’la evliliğimin ölümüm olacağını da… O kadar yalnızdım ki, şu odadaki ağlayışlarım şahitti olanlara. Ben sadece acı çekmiyordum, her geçen gün biraz daha yok oluyordum. Yılların heba ettiği bir ömrüm vardı. Sevgiye mahrum Aymira yine sevgisizlikte yok olacaktı. Babamın bütün sessizliği bundandı demek ki. Hiçbir şeyi bize belli etmeden ama bu belirsizliğinde beni araç olarak kullanan bir kukladan başka bir şey değildim. Kendimi satılmış bir mal gibi hissediyordum, bunu bizzat onlar istemişti. Babamın bu çaresizliğinden yararlanmak isteyen Oğuz ise tek seçenek olarak beni istemişti. Babamın bu kabulü beni onlardan gittikçe uzaklaştırıyordu. Aralarında anlaşma yapmışlardı, benim hayatım ise onlar için kumardı. Kaybeden taraf bendim, benim hayatımdı. Oysa kumar oynamazdım ki ben. Dirseğimi dizlerime yaslayıp yüzümü de avuçlarımın arasına aldım. Sakinleşmem lazımdı ama bu şartlar sakinleşmeme engeldi. Oturduğum yerden kalkıp elbisenin yanına birkaç adım attım. Elbise benim için kefendi, ben ise o kefene girecek olan ölüydüm. Duygusuz bir şekilde baktım elbiseye. Bundan sonra ne olacaktı sahi? Kaçamayacak kadar çaresizdim artık. Umutsuzca oturdum yatağın ucuna. Kapandı gözlerim. İçimdeki bu bitmek tükenmek bilmeyen öfkem her geçen gün biraz daha artıyordu. Saate baktım, Oğuzların gelmesine bir saat vardı. Annemin benim için ayarlamış olduğu elbiseye bakıp iç çektim. Bej rengi olan elbise bu geceye oldukça uygundu. Parmaklarım elbisenin üzerinde gezindi. Kirpiklerimi ıslatan gözyaşlarım elbisenin üzerine damladı usulca. Silmedim ıslanan yeri, orada kalsın acımı benimle paylaşsın istedim. Oysa gözyaşım bile kurudu. Acı matem yüklü histi, bu histe boğulan kişi sadece bendim. Üzerimdekileri çıkarıp elbiseyi giydim. Üzerime tam oturmuştu. Hafif bir makyaj ve gösterişsiz bir saç modeliyle fazla abartmadan hazırlandım. Hazırlanmaktan başka çarem yoktu, babam için kendimi feda etmem gerekiyordu öyle değil mi? Onlar beni bir mal gibi satarken ben onlar için kendimi kurban ediyordum. Bu bilinçsizlikle ne kadar yaşardım bilmiyorum. Boynumda hissettiğim ağırlıkla duraksadım. Aynadan annemin siluetini gördüm. Gülümseyerek bana bakıyordu. Parmaklarım kolyeye gitti. "Gerek yoktu buna." Sesim tavrımı belli eder gibiydi. Annem sebeplere bağlı bir insan değildi. Babamın durumu kötü olmasa bile bu evliliği ister, zorla da olsa evlendirirdi bizi. Sadece bu durum vesile kılmıştı olaylara. Annem gülüyordu ben ağlıyordum. İkimizde birbirimize aynadan baktık. Yüzümdeki ifadeyi görünce gülüşü söndü ama bir şey demedi. Artık ağlamıyordum ama ifadem her şeyi belli ediyordu. Rengim soluktu, ayakta duracak gücüm dahi yoktu. Bir uçurumun dibindeydim. Her an düşecek ve paramparça olacak gibiydim. Ne yöne dönsem adım atacak yer bana cehennemi yaşatıyordu. "Bunu takınca daha güzel oldun." Gözlerimi devirip dolabın yanına ulaştım. Alt raftan ayakkabıları alıp ayağıma geçirdim. Annem beni baştan aşağı süzüp, "Makyajın çok sade Aymira," diyerek masanın üzerinden ruju alıp dudağıma sürdü. Ona artık bir şey demek yoruyordu beni. İnatçı kadındı annem, ona söz geçirmek imkânsızdı. Hiçbir şey demeden odadan çıktım. Annemle yan yana merdivenlerden inip salona geçtik. Oğuz ve ailesi gelmişti. Hepsini tek tek selamladım. Köşeye geçerek oturdum. Oğuz’un bakışları altındaydım. Dudakları kıvrıldı. Bu gece onun için dönüm noktasıydı. Zafer onundu artık, istediğini almıştı. "Daha ne kadar güzel olabilirsin bilmiyorum. Her gün biraz daha şaşırtıyorsun beni." Oğuz dibime yaklaşınca bedenim oldukça gerildi. Korkuyordum bu sefer, işin bu kadar ileri gidebileceğini bilmiyordum. Elimi tutup, "Titriyorsun," dedi. Fark etmediğim bu durumla kendimi toparladım. "Seni zorlamak istemiyorum Aymira, sadece bize bir şans ver." "O şansı bize hiçbir zaman vermeyeceğim." Sesim fısıltıdan ibaretti. Oğuz bu dediğime sinirlenip, "Vermek senin elinde ama vermemek senin elinde değil Aymira, bu gecenin sonu bizim başlangıcımız," dedi. Elimi hızla çekip Oğuz'dan uzaklaşmak adına kalkıp köşeden bir bardak alkol doldurdum. Bakışları ne kadar üzerimde olsa da ona onun gibi karşılık vermeyerek sinirlerini bozabiliyordum. Bu da benim keyfimi yerine getiriyordu. O buna layıktı. Hiçbir zaman kalbimde yerini dolduramayacaktı. Madem bir anlaşma yapmışlardı ben de o anlaşmayı onun burnundan getirerek hayatı ona zehir edecektim. Bu ona büyük hediyem olacaktı. ... Yüzükler takılmış, tarihler belirlenmişti. Bana düşen ise sessiz sakin onaylamaktı. Beni kendi kararları ile bu yaşamın tam ortasına atmışlardı. Bütün gece konuşmamam herkesin dikkatini çekmişti. Ayağa kalkıp evdekileri arkamda bırakarak olduğum yerden ayrıldım. Evden çıkışım nereye gideceğimi belirsizleştirdi. Bütün seslenmeler hâlâ kulağımdaydı. Sadece babamın, “Biraz kafasını toplasın gelir zaten,” dediğini duymuştum. Bu annemin beni engellememesini sağlamıştı. "Bin Aymira." Yanımda beliren Oğuz'la arabayı dolaşıp oturdum. Onunla adam akıllı konuşma vakti gelmişti. Ona annemin sunduğu alanı sunmayacaktım. Sessizce önüme döndüm. Sahile yaklaştığımızda, "Köşede dur," diye söylendim. Oğuz hiç ikiletmeden köşede durdu. Arabadan inince peşim sıra geldi. Denize dönük bedenim öfkeyle Oğuz'a döndü. Karşımdaki umursamaz adamdan bir kez daha nefret ettim. Hayatımı zehir etmesi yetmiyormuş gibi bir de babamı tehdit ediyor oluşu artık öfkemin son raddesiydi. "Seni istemediğimi bile bile babamı nasıl tehdit edersin Oğuz?" Bana doğru biraz daha yaklaştıktan sonra, "İsteyeceksin," dedi. Takıntılı tavrı beni ürkütüyordu. "Hayatımda olduğun müddetçe, sen beni hayatından çıkaramazsın." Gözlerimi öfkeyle kapatıp denize doğru döndüm. Anlam veremediğim bu takıntısına söz geçiremezdim, o bunu çoktan kabullenmişti. Fakat ben ona nasıl yaklaşacağımı bilmiyordum. Her gün biraz daha uzaklaştığım yere onu sokuyordum. Aramızdaki bu bilinmezliğin müsebbibi annemken sadece Oğuz’a değil anneme de kızıyordum. "Senden nefret edeceğimi biliyorsun." "Böyle bir seçeneğin yok.” Parmakları önce saçımda sonra yanağımda dolandı. Yüzümü hızla geri çektim. Ona katlanıyor olmam ayrı bir histi. Ona zerre sevgi hissetmiyordum, bu da böyle devam edeceği için kendimi daha fazla çıkmaza sokuyordum. Arabaya geçip elinde alkolle geri yanıma geldi, uzattığı şişeyi alıp taşa fırlattım. Sakinliğine karşı fevri hareketlerim oluyordu, o ise bundan zevk alıyordu. "Beni rahat bırak Oğuz, dediğin oluyor işte daha fazla bana yaklaşma." Dediklerim onu öfkelendirecek ki kolumdan sıkıca kavradı, acıyla yüzümü buruşturdum. İkinci defaydı onu böyle öfkeli görmek ve bu öfkesinin tek nedeni ise psikopatlıktan başka bir şey olamazdı. Yüzümü buruşturup ellerinde çırpındım. Biraz önce sakin mi demiştim! "Beni ciddiye almıyorsun galiba Aymira. Babanın iyiliğini istiyorsan beni öfkelendirmemeye dikkat et." Nefesi yüzüme vurduğunda başımı yan tarafa çevirdim. Her bir dediği elimi kolumu bağlıyordu. Ay ışığının gölgelediği denize baktım. Dolan gözlerim onunkilerle buluşsun istemiyordum. Ona yenilmek en son isteyeceğim şeydi. Gözlerimi usulca kapattım. Zihnimi kemiren bu düşünce yüzüğü görmemle tekrar gün yüzüne çıkıyordu. ... Deniz kenarında ayaklarımı boşluğa koyarak olduğum yere oturdum. Dün geceden beri buradaydım. Birçok aramaların, birçok mesajların ardından kendimi burada gizlemiştim. Ayaklarım boşlukta, zihnim ise o boşluğun girdabındaydı. Rüzgârla dağılan saçlarım ise kendi hâlindeydi. Telefonum dün geceden beri hiç susmadı. Hiçbirine cevap vermedim. Ne annemle ne de babamla konuşmak istiyordum. Bana dün gece bu hayatı reva görenlerden uzak kalmaktı isteğim. Yanımda hissettiğim bir hareketlilikle başımı yana çevirdim. Gözleri bir an beni buldu. Yüzündeki tebessüm hiçe sayılmayacak kadar sıcacıktı. Beni nereden bulmuştu bilmiyorum fakat sormadım. İç çektim. Bakışlarımı denizden hiç çekmeyerek, "Biliyor musun Ruman!" dedim. Sesimdeki yorgunluk hiçe sayılamayacak kadar belirgindi. Başını iki yana sallayıp, "Neyi?" deyince burukça gülümsedim. "Bilme, bilirsen sen de benim gibi bir boşluğa düşersin." "Boşluğa düşmemek için birçok nedenim var." Dudağımı büzüp, "Benim yok," dedim. "Hiçbir nedenimin olmaması zaten beni güçsüz kılıyor." Sessizleşti, diyeceğini toparlayıp bana döndü. “Neden böyle düşündünüz?” Buruk bir tebessümle karşıyı izlemeye devam ettim. Benim düşünecek sebeplerim çoktu. Hangi birini anlatabilirdim ki? “Bilmem, hep böyle düşünüyorum aslında. Belki de içinden çıkamadığım bu gerçekler beni böyle düşündürüyor.” Sessizlik oturduğunda ezan sesi aramızdaki sessizliği bozdu. Başım gökyüzüne kalktı. Yine bana düştüğüm yerde ses vermişti. “Belki de bu ses sebeplerimden biridir.” Susmaktan vazgeçip içimde sakladığım sözcükleri bir çırpıda söyleyiverdim. “Bu sesten hep nefret edilmem istendi, şimdi ise sevmem için nedenler önüme sürülüyor.” “Bu ses sizi iyi ediyor.” Başımı iki yana sallamam pek bir işe yaramadı. Evet bu ses beni iyi ediyordu ama daha çok büyük bir buhranın eşiğine sokuyordu. “Sanmıyorum.” Cevabım hiç samimi çıkmadı. “Belki de bu ses sebeplerime bir tüy gibi dokunuyor sadece.” "Sebeplerin ardındaki güzelliği görmek için çabalamıyorsunuz Aymira Hanım." Alayla kıvrıldı dudağım. Benim edebiyata ihtiyacım yoktu, benim gerçeklere ihtiyacım vardı. "Bana iş dışında Aymira de." Gülümsedi. Ondan aşağı kalmıyordum hiç. Cevaplar dudaklarımda sahteydi. "Güzellik nerede o zaman? Bak yapayalnızım, mutsuzum ve beni iyi edecek sebepler beni hep yalnız bırakıyor." Eliyle etrafı gösterip konuşmasına devam etti. Oldukça sakindi. Benim de bu sakinliğe ihtiyacım vardı. "Sanatı burada ve sanatçısı da tam yakınımızda, onun verdiği bu güzelliği aramak çok zor değil." Bana kendi dinlerinden bahsedecekti ama bunu istemiyordum. Ayağa kalktığımda sendeledim. Beni tutan Ruman’a minnetle baktım. Dün geceden bu yana hiçbir şey yememiştim. Üşüyordum en çok da. Üzerimdeki ince kıyafetler dün geceden kalmaydı. "Ben gideyim artık." "Ben de eve geçiyordum. Gelsene sen de.” Ben hiç gelmeyeyim." Eve gitmek istemiyordum ama başka bir yerde şu anlık için gitmeyi isteyebileceğim bir yer değildi. “Üşümüşsün. Ev yakın biraz ısınır öyle gidersin. Hasta olursun böyle.” Üzerimdekileri incelemeyi bırakıp, “Hem annem habersiz misafirleri çok sever. Senin bahanenle ben de böreklerinden yemiş olurum. Her zaman yapmaz öyle,” dediğinde birden ne diyeceğimi bilemedim. Tanımadığım bir eve gitme gibi bir huyum yoktu lakin ısrarla elimi kavrayıp, "Hadi, belli ki dertleşmeye ihtiyacın var,” deyince tereddütle baktım. Evet, ihtiyacım vardı, bu yüzden dediğini kabul etmek oldukça cazip geldi. Arabamı dün gece istettiğimde annem yollatmıştı. Ruman’la arabaya geçip tarif ettiği evine doğru yol aldık. Trafik şu an yoğun olmadığı için yarım saatlik yolculuktan sonra evine gelebildik. Küçük bir mahallede gösterişli olmayan bir evin önünde durduk. Burası Hamza’nın mahallesiydi. Şaşırdım. Ruman çantasından anahtarı çıkartıp kapıyı açtı. "Hadi çekinme." Gayriihtiyari gülümseme ile onun gibi ayakkabılarımı çıkarıp eve girdim. Bizim evde ayakkabı çıkartılmazdı, burada böyle davranınca tuhaf oldum. İçeriden çıkan annesi olmalıydı. Bizi görünce yanımıza gelip selamladı. Fazlasıyla güler yüzlüydü. Ruman annesine çok benziyordu. “Anne sana misafir getirdim.” Annesi hoşnut olacak ki, samimi bir sesle, "Hoş geldin kızım," dedi. "Hoş buldum," dedim çekingen tavırla. Beraber Ruman’ın odasına geçip oturduk. Odası oldukça şirindi. "Rahat davran artık, hadi geç otur." Dediklerini onayladım, o da üzerindeki montu çıkarıp odadan çıktı. Odası çok büyük değildi. Pencere kenarında masa, yanında ise kitaplık vardı. Hemen diğer kapı yanındaki duvarın dibinde tek kişilik bir karyola vardı elbise dolabı ise diğer köşedeydi. Küçüktü ama şirindi. Pencere önünde ise türlü türlü çiçekler vardı. Ruman elinde tepsi ile odaya girdi. Tepside çay ve börek ve türlü ikramlar vardı. Börek işinde ciddiydi ama her zaman yapmaz sözünü ciddiye alamadım. Şu an karşımdaki kadının şirketteki kadınla hiçbir alakası yoktu. Sanki yıllarca birbirimizi tanıyormuşuz gibi sıcacık davranıyordu. "Zahmet verdim sizlere de." Çayı sehpaya koyup, "Olur mu öyle şey," dedi, fazla üzerinde durmadım. İlgili tavırları alışık olmadığım durumdu. Sandalye çekip karşıma oturdu. “Bir şeyler ye de rengin yerine gelsin.” Dediğini yaparak birkaç lokma yedim. Üşümemde geçmişti. “İstersen rahat kıyafetler verebilirim.” Üzerimdekilerin rahatsızlığını düşününce teklifi oldukça iyi geldi. “Çok iyi olur.” Dolabından bir eşofman ve sweat verdi. Yemek işini bitirince kıyafetleri giyindim. Şu an oldukça rahat ve ısınmış hissediyordum. Yüzümdeki ifadeye uzun uzun baktı. Biraz önceki neşeli tavrı ciddiyete büründü. "İstersen bana sıkıntını anlatabilirsin." Deniz kenarındaki sıkıntımın nedenini sormak istiyordu. Ona anlatabileceğim birçok sıkıntım vardı ama ona anlatamayacağım kadarda uzaktım. Hem neyi anlatabilirdim ki? Büsbütün yıkılmışlığımı mı yoksa ailemin verdiği zararları mı? Hiçbirini anlatamazdım, beni kimse anlamazdı. "Çok da önemli değil, ailevi meseleler işte.” Üzerime gelmedi ama geçiştirilmesi gereken bir mevzu olmadığını anlıyordu. "Ruhun bunaldığında fark edilen tek şey yalnızlıktır. Yalnızdın ve bu yalnızlığına sessiz kalamam ki." Gülümsedim, gülümseyişim bir sitemden ibaretti. O da bunu anladı. "Ben hep yalnızım Ruman." Ruman elini elimin üzerine koyup, "Yalnızlığın bir kalabalığı da var," deyince başımı aşağı yukarı salladım. Beni anlıyordu, bu zaten yeterince iyi hissettiriyordu. İç çektim. Küçük odada zerre tanesi kadardım. Kendimi o kadar çok ifadesizleştiriyordum ki dimdik duran bedenim birden düşüveriyordu. "Tıpkı gereksiz bir kalabalığın ortasında olmam gibi." Ruman dediklerimin aksine oldukça sakindi. Beni böyle sakince dinlemesine minnet duydum. Beni anlamsız bir şekilde ötekileştirmeden, bana farklı bir bakış açısından bakmadan dinlemesi oldukça rahatlatıyordu. Buna ihtiyacımın olduğu o kadar belliydi ki çekinmesem ağlayacaktım. "Sen yalnız değilsin Aymira. Seni yalnızlıktan çekebilecek bir maneviyat var. Sen sadece yolunu kaybetmişsin." Bakışlarımı kitaplığına çevirdim. Dikkatimi çeken birçok kitap oldu, bu da Ruman'ın konuşma tarzından beni bunlara itmişti. Ruman kendince konuşuyordu ama ben kendimce bunlardan uzaktım. Hiçbir söz, hiçbir neden beni bunu anlamaya yöneltemezdi. Yalnızsam kendim bulmalıydım yolumu. O bizi anlamıştı. Şirkette ona pek sıcak davranılmadığını fark ediyordum ve bu da onun her şeyi fark etmesini sağlıyordu. “Belki de.” Son kez konuşmam üstü kapalı bir şekilde bu konuyu kapattı. Çayımdan birkaç yudum içtim, böreği de bitirmiştim. “Ee anlatsana, nelerle uğraşırsın? Bizim şirkete nasıl yolun düştü?” Ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra yüzüne tatlı bir tebessüm kondurdu. “Aslında biraz zor oldu, hem başarılarım hem de bir yakınım aracılığıyla işe girmem kolaylaştı.” Kaşlarım meraktan kalktı. Yine de sormadım belki de merak etmemiştim. “Sen de şaşırdın hadi itiraf et.” “Şaşırdım ama çok da üzerinde durmadım. Ama iyi ki geldin.” Hiç bozulmamıştı içine düştüğü durumdan, hatta şu an bu durumla dalga geçerken bile keyifliydi. “Şaşırman normal. Sen nasıl oldu da başladın? Daha doğrusu çoktandır biliyordum geleceğini ama geç oldu biraz.” “Ufak bir çatışma bizimki. Pek de üstünde durulacak konu değil. Zaten çok sürmeyecek kendi işime döneceğim.” “İşin?” “Sınava gireceğim, öğretmenlik yapmak istiyorum.” “Aa ne güzel. İnşallah istediğin gibi gider her şey.” Hafiften başımı salladım. İstediğim gibi gider miydi bilmiyorum ama gitmek zorundaydı. Epey sohbet ettikten sonra gitmek için kalktım. Birkaç saatte olsa kendimi iyi hissetmiştim. Şu şirin oda bile nasıl iyi gelmişse girdiğim maneviyatı fark edebiliyordum. “Bir daha gel ama bu sefer yemeğe.” Şu birkaç saatin geldiği huzur reddetmeme olanağı vermiyordu bana. Buraya bir değil birçok kez gelmeyi ne çok isterdim. Ruman bana çok iyi gelmişken bunu nasıl reddedebilirdim. “Bakalım, gelmeyi çok isterim.” Annesi kapıda belirdi, o da aynı şekilde gelmem konusunda birçok kez söylenmişti. Ruman kapalı kapıyı açtı, o an karşıma çıkan iri heybetli adama bakıp geri çekildim. Oydu; gece gözlü, Hamza... Bir an bakışlarım onun üzerinde dolaştı, o da aynı şekilde şaşkınlıkla bana bakıp kendine çeki düzen vererek kapıdan içeriye girdi. Bu sefer gerçekten şaşırmıştım. "Hoş geldin Hamza abi." Ruman gülümseyerek Hamza'yı karşıladı, Hamza da aynı şekilde, "Hoş buldum," dedi. Montunu askılığa astı. Üzerine farklı kıyafetler giymişti. Oldukça sportifti. Gözlerim bu manzarayı sevmişti. Saçları taralı değildi ama bir yüze yakışacak kadar dağınıktı. Saçları kısa değildi ama uzunda değildi. Düzdü, siyah perçemleri yüzünde özenle duruyordu. "Annemler içeride, biraz sonra teyzemlerde gelecekmiş." Hamza başını sallayıp salona geçti, bakışlarımda onun ardı sıra yürüdü. Arkasında bıraktığı ben onun yanında olmayı ne çok isterdi. "Hamza ile siz..." "Teyze çocuklarıyız, şirkette anlatamadım durumu." "Anladım," deyip vedalaştıktan sonra evden çıktım. Aslında biraz daha otursaydım onu biraz daha izleme şansım olurdu. Geri dönsem mi diye düşündüm ama vazgeçtim. Başımı tekrar eve çevirdim, pencereden onu bana bakarken görmek heyecanlandırmıştı. Baktığımı görünce perdeyi hızla geri çekti. Benden uzak kalmak istiyordu ama bana bakmaktan da geri durmuyordu. Umudum yüreğimde nüksetti. İmkânsız demiştim ama imkânsızlık diye bir şeyin olmadığını biliyordum. Ve dudaklarımın kıvrılışındaki nedende onun olması kadar muazzam bir duyguydu. Ben bu duyguyu sevmiştim. Uzun zaman sonra ilk defa mutluluktan gülümsedim. Bu duygu o kadar güzel gelmişti ki bir yerden sonra bir umudun olabileceğini düşündüm. “O bana bakmıştı, ilk defa böyle bakmıştı.” İç sesimle barışık bir hâlde konuştum ilk defa. Yüzüme yerleşen tebessüme mâni olamadım. Olmak da istemedim. Arabaya binip olduğum yeri terk etmek istemesem de yapacak bir şey yoktu. Onun olduğu yer bana ihtişamdı, ihtişamlar ise onunla güzeldi. |
0% |