Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@rumeysadoganm

Hayat çizgimde hep bir sınırla sonlanıyordum. O sınırdan öteye geçiş yapamıyordum. Geçemediğim müddetçe de mutsuzluk yüzüme çarpıyordu. Benim kendimle başa çıkamadığım bir benliğim vardı fakat benliğime henüz kavuşmuş değildim. Ne olduğu hakkında da hiçbir fikrim yoktu. Düşünce kapasitem buna yetmiyordu belki. Kalbimin oyuncağıydım yeri geldiğinde, her dokunduğumda paramparça oluyordu. Bazen paramparça olduğunda çocuklar gibi haykırarak ağlamak istiyordum.


Düşünmeyi, düşüncelerimin içine serzenişi yerleştirmeyi bir köşeye attım. Düşündükçe düştüğüm yerin bir çukur olduğunu fark ettim. Zaten ben çoktan düşmemiş miydim çıkılmaz bir çukurun içine? Şimdi o çukurdan birinin beni çıkarmasını bekleyecek kadar zavallıydım, o beklediğim kişi ise Hamza'ydı biliyordum. Beni umursamayan, bana bakmayan gece gözlü adam...


Hamza; tuhaf ama bir o kadarda güzel... Onun olduğu yer, onun olduğu an sanki bir zamanı güzelleştiriyor, ona doğru adım atmama neden oluyordu. Ona kapılmak, onu kendimden uzaklaştıramamak benim elimde değildi. Öyle bir girmişti ki hayatıma, hayatımın alt üst olmasına bile bir sitem bulamıyordum. Onun olduğu hayatı seviyordum. Ben onu seviyordum, sevmek fiiline ondan başkasını yerleştiremiyordum. Oysa beni sevmeyen kendisiyken benim ona kapılmam ne ifade edebilir ki? Koskoca bir hiç...


Başımı ovalayıp oturduğum sandalyeye yaslandım. Bir yandan onu düşünmek bir yandan önümdeki dosyalarla boğuşmak beni yormuştu. Telefonu elime alarak Ruman'a kahve getirmesini söylediğimde çok geçmeden kahvemi getirdi. Bu hızı beni şaşırttı. Değişik biriydi Ruman. Anlam veremediğim kadar çalışkan, alışık olmadığım kadar sıcakkanlı ve iyiydi. Tek anlamadığım başörtüsüne rağmen burada oluşuydu. Babam bu durumdan hoşnut değildi ve sanki Ruman'ın burada oluşu onu mecbur bırakmış gibiydi. Ne kadar irdelemeye çalışsam da pek faydalı olduğu söylenemezdi.


Kahveyi bırakıp gittiğinde kupamı alıp cam kenarına geçtim. Şirket beni boğuyordu. Burada olmayı, burada çalışmayı istemiyordum. Babama her ne kadar laf anlatmak istesem beni tersliyordu.


Telefonumun çalması ile boş bardağı masaya koyup masanın üzerinde duran telefonumu aldım. Arayan Gizem'di. Çok geçmeden açtım ama benim konuşmamı beklemeden, "Restorandayım, seni bekliyorum," demesi ile saate baktım. Öğlen olmuştu bile. Buna sevinerek, "Geliyorum," dedim. Çantamı ve telefonumu alıp odadan çıktım. Babamı ve Burhan amcayı gördüm. Onlarda sanırım yemeğe gidiyordu. Beni görmedikleri iyi olmuştu.


Şirketin restoranına geldiğimde Gizem kendini belli etmek istercesine elini kaldırıp salladı. Yanına gittim ve tam karşısına oturdum.


"Hoş geldin, hayırdır hangi rüzgâr attı seni buraya." Elindeki çiçek buketini bana uzatıp, "Aşk olsun, hayırlı olsuna geldim," demesi güldürdü.


"Teşekkür ederim arkadaşım." Buketi yan sandalyeye bıraktım. Gizem ne sevdiğimi iyi bildiğinden siparişi önden vermişti.


"Nasıl geçti ilk günün?" Bunu imalı imalı sormuştu, ben ise buna sahte kızgınlıkla kaşlarımı çatarak baktım. O, benim ters bakışlarıma alışkındı ama şu birkaç gün ben imalı sorulara gelemiyordum. Resmen depresifliğe vurmuştum. O kadar sorunun içinde sorduğu soruya kıkırdadı. Beni şu an sinir etmeyi çok iyi başarıyordu.


"Biz, senin gibi babamızın parasını prenses prenses yemiyoruz canım." Gülüşü devam etse de benim ters bakışım hâlâ üzerindeydi.


"Bir şey itiraf etsem kızar mısın?" Merakla yüzüne bakmam ve gülüşünün ardından gelecek itiraf gerçekten pek hoşuma gitmeyecekti. "Haldun amca yaşlandıkça huysuz ihtiyar amcalara dönüyor." Düşündüğümün aksine bunu itiraf etmesi beni dahi güldürdü. Sanırım öyleydi.


"Babam duyarsa sana da şirkette yer hazırlar bilesin. Hem çaktırma daha genç delikanlı o." Babamın tabirini bu sefer benim söylemem Gizem'in gülüşünü daha da arttırdı. Ne zaman babama yaşlandın desem bana hep bunu derdi.


"Hayırdır gençler, keyfiniz pek yerinde." Babamın yanımıza gelmesi ile Gizem zor da olsa gülüşünü durdurdu ama her an patlama noktasına gelebilirdi. Bir yandan bana bakıp kaş göz işareti yapıyordu. Yapma der gibi kaşlarımı kaldırdım.


"Öyle kız kız sohbet Haldun amcacığım. Aymira'nın yeni işini kutluyoruz."


"Seni sormalı. Baban artık elini eteğini çekecek sen hâlâ duruyorsun." Gizem ellerini havaya kaldırdı ve, "Aman Haldun amcacığım ağzımızın tadı kaçmasın," demesi ile babam dahi hepimiz keyiflendik. Babam Gizem'in yanağına makas atıp şüpheli bir şekilde baktı. Gizem yandık der gibi bana bakıyordu ama babam çok üstelemeden geri çekildi.


"Peki öyle olsun bakalım. Siz oturun ben de biraz ötedeyim. Sonra görüşürüz yine." Veda edip yanımızdan ayrıldığı an Gizem dudaklarını birbirine bastırıp babamın arkasında kalan bakışlarını çekti. İkimizde derin bir nefes çektik. Yemeğe geri döndüğümüzde onu gördüm; Ruman'ı. Yemeğini alıp biraz uzağımızdaki masaya oturdu. Yalnız yiyordu, sanırım şirkette kimseyi tanımıyordu. Asla etrafı izlemiyor sadece önündeki yemekle ilgileniyordu. O kadar sakin duruyordu ki yemek yiyişi, sadece yemeğine odaklanışı onu bir süre izlememi sağladı. Bir an göz göze geldik, kısacık bir tebessümle beraber tekrar yemeğine döndü.


"Haldun amca nasıl karşı çıkmadı buna?" Gizem'in Ruman'ı işaret ederek konuşması, odaklandığım yerden beni bir an çekti. Ters bir şekilde kıza bakıyordu.


"Babama göre bilemem ama bana göre çok çalışkan bir kadın. Sorun olması saçma olurdu." Sen ciddi misin der gibi baktı. Onun ne hissettiğini anlayabiliyordum.


"Farkındaysan şirkette tek kapalı kişi o." Omuz silktim.


"Ne fark eder, giyimi bizi alakadar etmez ki Gizem. Önemli olan nasıl çalıştığı."


"Bence etmeli. Yakında şirkette bunun gibiler çoğalır." Kaşlarım hem şaşkınlıkla aralandı hem de kızgınlıkla çatıldı. Böyle acımasızca konuşmamalıydı. Önyargı insana büyük zarar veriyordu. Ruman'ı tanısa belki de böyle konuşmazdı.


"Bu onu ilgilendiren bir durum. Birini inançları ile yargılayamayız." Bu sefer o kızdı. Onunla ilk defa bu münakaşaya giriyorduk. "Aymira, saçmalıyorsun şu an." İstifimi bozmadım hiç. O biraz fevriydi ama ben oldukça sakindim. Burada kimseyi savunmuyordum.


"Hayır, saçmalamıyorum. Sadece sorun edecek bir şey göremiyorum ben. Kasmayın bu kadar kendinizi." Başını iki yana sallayıp, "Neyse, seninle tartışmayacağım," diyerek yemeğinin son lokmasını yedi. Bana bakarken gözlerindeki o öfkeyi görebiliyordum. Artık gitme vaktinin geldiğini anladığım an çiçeğimle beraber onunla restorandan çıktık. Veda ettikten sonra şirketten çıktı. Odaya geçip çiçekleri bulduğum boş saksıya koydum. Mis gibi kokmuştu odam. Derin nefes alarak kendimi koltuğa attım. Hafiften gülümsedim. Gizem'le yemek işi iyi olmuştu. Kafam dağılmıştı bu sayede. Zaten birkaç saat daha çalışıp eve geçtim. Sanırım bundan sonrasını uyuyarak geçirecektim.


...


Akşam işten döndükten sonra on bire kadar uyumuş daha sonra bölünen uykumla geri uyuyamamıştım. Biraz film izlemiş, biraz internette dolanmıştım. Şu an bilgisayar başında sosyal medyada geziniyordum. Aklıma gelenle arama butonuna girdim. Hamza'nın soyadını bilmiyordum ama yine de aratmak istedim. O kadar çok Hamza düştü ki önüme hiçbiri de o değildi. Hatta sonuna kadar gittim yine de bulamadım. Umutsuzca kapattım bilgisayarı. Şu an saat 06.00'dı. Yataktan kalktım. Kısa bir duştan sonra bahçeye çıktım. Sabahın dinginliği huzurlu hissettirdi. Oturduğum salıncakta hafif hafif ırgalandım.


Dün Gizem'le konuştuklarımızı düşündüm. Ruman'ı yargılarken verdiği tepkiyi, ona bakarken acımasız oluşu... Ben mi yanlış düşünüyordum acaba? Ama bize hiçbir zararı olmayan bu insanlara nasıl onun gibi tepki verebilirdim ki? Ruman'la öyle oturup sohbet etmişliğimiz dahi yoktu. Sessiz sakin kendi hâlindeydi. Hatta o kadar saygılıydı ki ona karşı ön yargılı olamıyordum.


Gelen çalışanların kahvaltı hazırlığı sesleri bana kadar ulaştı. Onlara görünmeden diğer kapıdan içeriye oradan da kendi odama geçtim. Saat 07.00 olmuştu bile. Üzerimi giyindim. Bugün evden erken çıkacaktım. Annem ve babam uyanmadan evden çıktım.Saat 08.00 olmuştu bile. Bugün şirkete gitmeyecektim. O yüzden babama işim olduğuna dair not bıraktım. Telefonumu çantadan çıkardım. Geçen gün Gözde'nin numarasını almıştım. Bu yüzden ona kahvaltı için teklif sundum. O spor yaptığı için oldukça erkenden uyanırdı. Mesajımı görünce de muhakkak dönerdi. Düşündüğüm gibi oldu, yedi dakika sonra mesajıma döndü.


"Ben şu an spor salonundan çıktım. Sana olduğum kafenin adresini atıyorum." Ardından gelen konumla arabayı hareket ettirdim. Buradan iki saate ancak ulaşırdım kafeye. Sokaklar sabah vakti dolayısıyla oldukça doluydu. Babam aradı, ona kısaca bir şeyler uydurdum. Zor ikna olmuştu ama beni en azından bu sefer zorlamamıştı.


Saat on buçuk gibi kafeye ulaşmam, Gözde'yle buluşmam hızlı oldu. Ben gelene kadar hafif bir şeyler atıştırmış ardından o diyete uygun bir kahvaltı söylerken bense normal bir kahvaltı sipariş etmiştim. Oldukça kalabalık bir mekândı. Buraya hiç gelmemiştim hatta ilk defa görüyordum.


"Şirkette işe başlamışsın." Havadan sudan konuştuktan sonra meselenin geldiği yer kimsenin dikkatinden kaçmamıştı. Keyifli olmaya gayret ettim.


"Evet, öyle oldu. Bir süre çalışmak istedim." Yalandı ama bu mesele üzerinde durmak istemiyordum. Önümdeki peyniri yerken bir yandan Gözde'ye düğün hakkında sorular soruyordum. Sade nikâhla olayı kapatacaklarını, tatil olarak uzun bir seyahat yapacaklarını söylemişti. Seyit fotoğrafçı olduğu için de mesleği gereği yurtdışını tercih etmişlerdi.


"Peki, sen Aymira? Oğuz'u sevmiyorsan yok mu gönlünde biri?"


"Yok." Bu doğruydu, şu anlık kimse yoktu ama kalbimi pır pır ettiren biri vardı. Diyemedim, bunu kendime sakladım. Platonik âşıklar gibiydim. Ben ona karşı bir şeyler hissederken o beni görmüyordu bile. Bunu bile bile nasıl derdim hayatımda biri var diye? Gülünç bir durumdu.


"Her neyse. O zaman gelirsin nikâha değil mi?"


"Gelirim. Yanında olmayı isterim." Gülümsedi. Kahvaltıyı yaptıktan sonra kendisi kuaföre gideceğini söyleyip yanımdan ayrıldı. Ben de sahilde biraz durduktan sonra aklıma gelen yere gittim. Onunla karşılaştığımız camiydi burası. Onu görürüm zannetmiştim ama bu sefer görememiştim. Hemen köşedeki banklardan birine oturdum. Gelen gideni seyrettim. Ne çok insan geliyordu buraya. Hatta turistler bile akın etmişti. Onlar bile içeriye girebiliyordu ama ben cesaret edemiyor, dışarıdan izlemekle iktifa ediyordum. Daldığım düşüncelerden beni o ses çıkardı. O an ürperdim. Hiçbir şey hissetmemeye başladığımda o ses beni kendime getirdi. Peki ne diyordu o ses? Neyi anlatıyordu? Bu yabancısı kaldığım kelimeler ne barındırıyordu içinde? Bu inanç gerçekten var mıydı? Ya benim inandıklarım gerçek değilse! Gerçek olan bu dinse, ne yapardım ben? Kafamdaki bilinmezliklere nasıl çözüm bulurdum? Nasıl bunca yıl sonra bu dine girerdim? Bu yaştan sonra çok geç kalmış olurdum.


Kocaman bir ah çıktı dudaklarımın arasından. İçimdeki kasvet beni yoruyordu. Kıvrandıkça kıvranıyordum ve ben içine düştüğüm bu durumdan çıkamıyordum. Nasıl çıkacağımı da bilmiyordum.


...


"Aymira Hanım babanız sizi odasına çağırdı." Başımı sallayıp Ruman'ı onayladım. Kahvemin sonunu yudumladıktan sonra babamın odasına geçtim. Pencerede dışarıyı izleyen babamı bir süre seyre daldım. Babamın dikkatini bana çekmem için hafifçe öksürmem ile babam dışarıdaki bakışını çekip bana baktı.


"Beni çağırmışsın baba." Yavaşça pencere yanından ayrılıp masanın başına geçti. Ben de karşısındaki sandalyeye oturup babamın diyeceklerini dinlemeye koyuldum.


"Şirketin hisseleri için alanında iyi bir avukat çağırdım. Saat üç gibi toplantı olacak, o hissenin birçoğunda senin de onayın olmalı. Toplantıda burada olmanı istiyorum." Önündeki dosyayı bana itekleyip, "Bunları iyice incele Aymira, ufakta olsa hata istemiyorum," dedi. Başımla onaylayıp dosyayı aldım. Babamın soğuk duruşunda büyük bir huzursuzluk vardı. Burhan amca ile takışmış olmalılardı, sebebini öğrenmeliydim ama şimdi değil. Aralarındaki meseleyi tahmin etmem basitti ama o meselede kurcalamam gereken başka sebepler daha olmalıydı. Babamın son zamanlarında gösterdiği tavırlara çözüm bulmam gerekiyordu. Mesele Burhan amcadan başlayıp Oğuz'la bütünleşiyordu. Oğuz'un bu yaptıkları aklıma geldikçe sinirlerim bozuluyordu. Bu böyle olamazdı. Sıkıntıları fazlaydı bunu görebiliyordum. Hatta bu avukat bunun için olmalıydı.


Odama geri geçtim. Saate baktığımda neredeyse saat öğleni geçmişti. Karnım açtı ama iştahım yoktu. Dosyayı alıp kısaca inceledim. Benim üzerime olan bir arsanın husumeti vardı yazılanlarda. Elimi çenemin altına koyup yazılanları kısaca gözden geçirdim. Bir yandan aklım babamdaydı, son zamanlarda onu işle ilgili bir sıkıntının içerisinde görüyordum. Morali bozuk, sinirleri hiç olmadığı kadar gergindi. Dosyayı inceleme bittiğinde odaya Ruman girdi. İşimi bitirmemi beklediğinden onu bekletmemek için elimi çabuk tuttum.


"İsterseniz geçelim toplantı odasına." Dosyayı kapatıp, "Tamam," dedim. Gerekli eşyaları aldıktan sonra odadan çıktık. Toplantı odasına geçtik. Babamla Burhan amca konu hakkında konuşuyordu. Burhan amca ne kadar sakinse babam o kadar gergindi. Şimdiden Burhan amcaya kızıyordum. Hem beni hem de babamı böyle sıkıştırması hiç iyi değildi.


"Avukat geldi Haldun Bey." Babam dosyadan başını kaldırdı. Birazdan neler olacaktı görecektik. Yeşim avukatın geldiğini söyleyince ayağa kalktık. Çok geçmeden içeriye iki kişi girdi. Gördüğüm kişi beni şaşkınlığa sürükledi. Oydu, benden kaçan ama yine de bana yakın olan kişi; Hamza... Onu burada görmek hiç beklemediğim olaydı. Artık bu karşılaşmalarımız normal değildi. Avukattı demek ki. Lakin babam Hamza'yı nereden bulmuştu bilmiyordum. Ya da tanışıyorlar mıydı orası ise ayrı bir soruydu.


Babamlarla el sıkıştı. Yerine oturacakken gözleri bana çevrildi. Şaşkınlık yok gibiydi gözlerinde, sanki beni burada görmeyi bekliyordu. Ya da biliyordu benim kim olduğumu. Oysa ben şaşkınlıktan ne düşüneceğimi bile bilmiyordum.


Takım elbisesi içinde fazlaca yakışıklı duruyordu. Siyah saçlarını geriye taramıştı. Geniş omuzları dik ve özgüvenliydi. Gözlerini hızla gözlerimden çekip babama odakladı.


"Adını çok duyduk. Umarım anlaşma boyunca aksaklık yaşamayız." Babamın sesi otoriterdi. Bir yanlış dahi istemiyordu. Hamza, düz bir şekilde babama bakıyordu. Aralarındaki resmiyet şimdiden içine girdiğimiz olayların ne kadar düzenli işleyeceğini gösteriyordu.


"İşimiz bu Haldun Bey. Anlaşma boyunca sorununuza çözüm bulacağımızdan emin olabilirsiniz." Tanışma faslı yaşanmadığı gibi direkt işe odaklandılar. Bense aptallaşmış gibi bir şey yapamıyordum.


Gülümsedim. Onu bu kadar yakınımda uzun uzadıya izleme şansım oldu. O ne kadar izin vermese de ben bu rastlantıları sevmeye başladım. O izin vermedi ama ben onu izledim. Nasıl izah edebilirdim ki yaşadıklarımı. Sanki o yaşadıklarımın içine cemre gibi düşmüş buz kesen yüreğim sıcacık olmuştu. En azından yaşanmaya değer ne varsa karşımdaki adam bunu bana daha iyi gösteriyordu.


El ayamı çeneme koyup bir süre suretini inceledim. Siyah saçlarının bir tutamı arkaya taramasına rağmen alnına düşüyordu. Uzun ve kemikli yüz hattı kirli sakalıyla bütünleşmişti. Sanırım özel sektörde çalışıyordu. Uzun kirpikleri gözaltlarını gölgeliyordu. Bir sanatçının çizimi gibiydi yüz hattı. Sanki özenle çizilmiş, ona ayrı hava vermişti. Güzeldi, güzeli sevdiğim kadardı onun her zerresi.


Dosyadan başını kaldırdı, onu izlediğimi görünce iki veya üç saniye olsun bana baktı. Kalbim onun bakışıyla hızla atmaya başladı. Zaten onu gördüğümde hep böyle atmıyor muydu? Sadece bir an mutlu olmuştum. Şu an önümdeki kalemi tutamıyordum heyecandan.


Toplantı boyunca fazla ciddiydi. O hep ciddiydi ama işine verdiği önem fazlasıyla farklı boyuta çekiyordu onu.


"Arsanın sahibiyle konuştunuz mu?" Babama yönelttiği soruya babam, "Konuştuk ama ikna edemedik," diyerek karşılık verdi. Hamza ciddiyetle bir dosyaya bir babama bakıyordu. Sanırım daha önceden incelediği bir dosyaydı. Bu kadar derine indiyse babamın işleri epey sarpa sarmıştı.


"Sahibi büyük bir şirketin müdürüymüş, ikna edemezsek benim elimden gelebilecek kozları kullanırım ama bu fazla işe yarayacağa benzemiyor." Babam Hamza'yı onaylayıp, "Mahkeme işi ne oldu?" demesi babama şaşkınlıkla bakmamı sağladı. Mahkemelik olacakları kadar iş büyümüştü demek ki. Bütün öfkesi çözümsüz bir işin içine girmiş olmasıydı. Ama buna bu kadar sinirlenmezdi ki babam.


"Mahkeme işi ben de siz sadece arsanın sahibiyle dediği konuda anlaşıp bana bilgi vereceksiniz." Babam sandalyeye doğru yaslanıp, "Arsa için o adamla yüz yüze gelmek istemiyorum ama ikna etmemiz şart," dedi. Masadaki herkes babamı onaylamıştı. Bu sefer söze Burhan amca girdi. Hamza'ya bakıp, "Arsanın sahibine biraz rüşvet verirsek iş çözülür," dedi. Şaşırarak baktım Burhan amcaya. Bunu yapamazdı değil mi? Hamza'ya baktım. Öfkeden kaşları çatıldı. Belli etmek istemediği için tez toparladı. Zaten onun bu durumdan haz edeceğini sanmıyordum. Gülümsemeye gayret etti lakin keyfi bozulmuştu.


"Kabul edeceğini sanmıyorum."


"Paranın çözemeyeceği iş yok." Masadaki herkesin keyfi yerinde olsa da Hamza bu işten hiç memnun kalmadı. Bir şey demedi. Evrakları çantasına geri koydu. Tek bir dosyayı öne koyarak, "İmzalamanız lazım," dedi. Bu sözü bana söylediğinde önüme koyduğu kalemi alıp dosyayı imzaladım. Elimin titremesini şu an engellemezsem hiç iyi şeyler olmayacaktı. Sakin olmam gerekiyordu.


"Arsayı alırsanız, bu arsada en büyük yetki size ait oluyor."


"Arsa için kendi planlarımı koyabiliyor muyum?" Sorduğum soruyu babama bakarak cevapladı. Onun onayını alması gerekiyordu. "Haldun Bey'in ikinci imzası ile koyabilirsiniz." Babam Burhan amcaya bakıp bir şeyler fısıldadı. Aralarında anlaştığı belliydi. Babam tekrar Hamza'ya bakıp, "Peki o arazi için alt yapı mevcut mu?" diyerek sorgulayıcı tavrını ortaya koydu. Alt yapıdan kasıt diğerlerinin olay çıkarmama güvencesini ortaya koymaktı.


"Elbette, bu işi öğrendiğim zaman birkaç arkadaş gidip orayla ilgilendik."


"Tamam, o zaman bir ara oraya beraber gidip gerekli ön hazırlığı yapabiliriz." Hamza memnun olmuşçasına gülümseyip başını salladı. Bu durum karşısında ben sadece Hamza'yı izlemekle yetiniyordum. Evrakı alıp babamın istemesini beklemeden direkt dosyaya koydu. Dosyayı çarçabuk çantasına koyarken sanki bir şeyleri saklıyormuş gibi geldi. Gözlerimi kısarak izledim hareketlerini. Babam dosyayı inceleyeceğini söyleyince bir ara duraksadı. Şu an şüpheyle izliyordum ne yaptığını. Duraksadı. Ardından biraz kurcaladıktan sonra farklı bir kâğıt çıkardı. Ne yapmaya çalışıyordu böyle? Benim imzaladığım evrak farklıydı. Hemen onun altındaki kâğıdı vermişti. Bunu parmaklarının arasındaki kâğıdı arkaya itince anladım.


Babam dosyayı onayladı. Ben mi yanlış gördüm diye düşündüm ama yanılmamıştım. Nasıl yapmıştı bunu? Toplantı bittiğinde babamın çıkmasını bekledim. Hamza'nın yanına gidip konuşabilme şansım vardı en azından. İstediğim olmuştu, babam odadan çıktığı an adımlarımı Hamza'dan tarafa çevirdim fakat umduğumun tersine oldu. Hamza beni tekrar görmezden gelip odadan çıktı. Cesaretle attığım adımlar odanın ortasında son buldu. Bu durum karşısında moralim bozuldu, bıkkınca nefesimi bıraktım. Hem onunla konuşacaktım hem de o dosyayı sorgulayacaktım. Kendimi toparlayıp odadan çıkarak kendi odama geçtim. Saate baktım, akşam olmak üzereydi. Deri ceketimi giyinip çantamı da alarak odadan çıktım. Etraf sessizdi. Olduğum katta duran asansörün düğmesine bastım. Üçüncü katta olduğum için şirketten çıkmam uzun sürmedi.


Şirketten çıktığım anda esen rüzgâr yüzüme çarptı. Hafiften titredim, arabanın yanına hızla ulaşıp bindim. Belki böylesi daha iyiydi, onu görsem yine moralim bozulacaktı biliyordum. Bana bakmayışı, benden uzak kalması bütün moralimi bozduğu gibi. O çok farklı biriydi, daha önce görmediğim, tanık olmadığım davranışlarını yakalamıştım. Mesela bana bakmamasının nedenini merak ediyordum. Çirkin miydim? En azından o kadar çirkin değildim. Beni güzel bulmaması imkânsızdı. Sıkıntıdan alnımı ovuşturdum. Zihnimdekilerle bile kavga eder duruma gelmiştim. Sadece çözüm bulmak, merakımı gidermek istiyordum.


Diğer yandan ise o evrak geldi aklıma. Şüpheyle ufaladım başımı. Hamza bir işler çeviriyordu ve benim bunu öğrenmem gerekiyordu. Farklı bir şey daha imzalamıştım orada. Neden okumamıştım ki zaten?


İlerlediğim yolu kaldırımda gördüğüm kişiyle yavaşlattım. Evet, oydu. Arkadan bile tanır hâle gelmiştim. Arabayı istop ettirip indim. Bir müddet takip ettim. Heybetli bedeni yavaş adımlarla ilerliyordu. Onu takip etmeyi bırakıp hızlı adımlarla yanına ulaştım. Başını çevirip bana baktı. Şaşkınlık emaresi yüzüne yerleşince gülümsedim. Başını iki yana sallayıp sertçe soludu. Ne kadar sinirlenirse sinirlensin bir şeyler konuşmadan onu rahat bırakmayacaktım. Evet, bu durum beni de şaşırtıyordu ama elimde değildi. Onun olduğu yer beni çekiyordu. İradem bu konuda zayıftı.


"Merhaba," dedim çocuksu bir edayla. Yan yanaydık ve boyum kısa olmasa da onun boyu oldukça fazla olduğu için başımı kaldırıp ona bakmam gerekiyordu. Yine de çok boy farkımız yoktu. Sadece o biraz heybetliydi. Bu heybeti ise onu oldukça karizma gösteriyordu.


"Bir şey mi oldu?" Dedikleri ile yüzümdeki gülümseme silindi. Bu nasıl bir karşılıktı?


"Bu kadar kaba olmana gerek yoktu." Kaşlarını havaya kaldırıp, "Kaba mı?" dedi. Davranışlarını bilmiyormuş gibiydim. Gelmiş bir de adama soru soruyordum. Evet, kabaydı. Bir merhabayı çok görecek kaba bir adam...


"Evet, merhaba diyorum bir şey mi oldu diyorsun. Çok kabasın." Belli etmemeye çalışsa da hafiften tebessüm ettiğini gördüm. Hızlı hızlı yürüdüğü için arada arkasında kalıyor daha sonra koşarak yanında yürüyordum. Kocamandı adımları. Kendini bu kadar bana itmemeliydi. Bunu yüzüme karşı yapmalıydı, gizliden gizliye değil. Ben her şeyi anlayabiliyordum. İfadelerini çözebiliyordum.


"Kaba değilim, sadece neyin ne olduğunu size anlatmaya çalışıyorum. Ve beni anlamamak için büyük çaba sarf ediyorsunuz."


"Anlatmana lüzum yok anlıyorum ben seni." Sesim sert çıktı. Bu bir açıklama değildi benim nezdimde. Hem böyle sizli bizli konuşması çok saçmaydı. Daha doğrusu o koyuyordu mesafeyi. "Neden benden kaçıyorsun Hamza, neden benimle bir kere bile konuşmuyorsun? Sadece seninle ufakta olsa iletişim kurmak istiyorum. Zor mu bu?" Hiçbir şey demeden ellerini pantolonunun cebine koyup hızla yürümeye devam etti, geride kalmış bedenimi hareket ettirdim. Ne kadar umursamaz bir adamdı böyle! Cevap vermeliydi bana? Ama o cevap vermemek için benden kaçıyordu. Resmen o bir adım attığında ben koşmak zorunda kalıyordum. Şu anda da öyleydim. Hırslandım. Suratına şöyle okkalısından bir yumruk çaksam rahatlayacaktım.


"Yine aynısını yapıyorsun. Ay, biraz yavaşla ya, yoruldum." En sonunda durup bana döndü. Elleri ceplerinde bedenini geri itip başını gökyüzüne kaldırdı. Dudaklarının arasından sert bir nefes üfürdü. Gülmemek için üst dudağımı ısırdım. Biraz da o delirse hiç zararı olmazdı.


"Size geçen akşam cevap vermiştim, benden uzak durun demiştim. Bakın ben sizin istediğiniz gibi bir değilim. Ne gibi bir düşünceniz var bilmiyorum, bundan vazgeçin." Rüzgârda önüme savrulan saçımı geriye çektim ve hızla önüne geçip tekrar, "Neden?" dedim. Cevabı bile bu kadar üstü kapalı olmamalıydı. Ona sorduğum soru zor değildi oysaki. Sadece bir neden söylemeliydi. Eğer hak bulsam zaten dediğini yapardım.


"Böyle olması gerekiyor." Kısa ve net... Ben bu oyunu sevmedim, o kovalayacak ben kaçacaktım oysaki. Ama tam tersi oluyordu, ben kovalıyordum o kaçıyordu. Şu anda yanımdan geçtiği gibi beni tiye almıştı.


"Hayır, böyle olması gerekmiyor."


"Peki siz söyleyin, neden bu kadar ısrarcısınız?"


"Çünkü seni kendime koca olarak seçtim." Tabii ki şakaydı. Gülmedim ama her an gülebilirdim. Duraksadı. Sözlerim onu sarsmış olmalıydı. Kaşları olabildiğince çatıldı. "Ay şaka yapıyorum tabii ki. Seninle tanışmak istemem suç mu?"


"Bence artık bu diyalogu bitirelim. Siz de evinize dönün."


"Ne bu ego ya, bu kadar küçültme beni Hamza." Kaşları yeniden çatıldı. Yüzünde belli belirsiz ifade oluştu. Başını iki yana sallayıp, "Laf anlamıyorsunuz," dediğinde anlamamış gözlerle ona baktım. İğrenç bir varlıkmışım gibi ne yüzüme bakıyordu ne de benimle konuşuyordu. Beni böyle görmezden gelmesi sinirlerimi bozuyordu. Bu durumda olması gereken kişi o olmalıydı. O benim peşimde dolanmalı ben ise yüz vermemeliydim.


İleriden gelen taksiyi durdurdu, sessizce arabaya geçtiğinde ben de peşinden girdim. Gözleri şaşkınlıkla aralandığında sadece güldüm. Ona en büyük oyunu ben oynayacaktım. Belki yüzsüzce olacak ama onun ne derdi olduğunu öğrenip peşinden ayrılmayacaktım. Bugün bunu yüzsüzce yapmak kırılgan noktamdan kırsa da sadece bunu yapmak istiyordum.


"İn taksiden Aymira." Sonunda sizli bizli konuşmayı bırakmıştı. Zafer gülüşüm dudaklarıma yayıldı. Sonunda onu kendime çekebiliyordum. Omuz silkip, "İnmeyeceğim," dedim. Gülümsedim, öfkesi yüzünden artık sizli bizli konuşmuyordu, bu da bir şeydi. Nefesini soluyup, "Baş belası mısın?" deyip önüne döndü. Omuz silkip onu umursamamaya çalıştım. Başını iki yana sallayıp eliyle ensesini ovuşturdu. Şoför bize garip garip bakarken Hamza ise bu tutumumla bir an önce arabadan inmek ister gibiydi.


"Baş belası olmamı sen istiyorsun." İstifini bozmadan geriye yaslandı. Dudaklarının kıvrıldığını dikiz aynasından gördüm. Bugün üç kere gülüşüne şahit olmak beni etkiledi. Bu hali gülümsememe neden olurken bir yandan da düşüncelerimi ele geçiriyordu. Gülümsemek sadece Hamza'ya has gibiydi, yakışıyordu ve ben bunu bile ondan kıskanıyordum. Biraz daha ona yaklaşmak adına öne doğru ilerledim. Şu an ensesine yakındım. Kokusunu alacak kadar dibindeydim. Gözlerim kapandı. İçimdeki bu tatlı his bu dünyanın içindeki en güzel hislerden biriydi. En azından buradan kaçamazdı.


"Seni çözeceğim." Sessizce söylenmem ve ona yaklaşmam rahatsız etmişti onu. Beklemediğim anda geri çekildi. Taksi sahile geldiğinde Hamza arabadan inerken birden kapımın kilitlenmesi ile çıkamadım. Hamza cama doğru eğilip taksiciye, "Bu baş belasını evine kadar bırakırsın usta," dedi, olduğu yerden doğruldu. Her ne kadar kapıyı açmak için uğraşsam da açamadım. Pencereyi açıp başımı dışarıya sokup bağırmaya başladım.


"Benden ne kadar kaçacaksın Hamza? Baş belası değilim ben." Cevap vermeden taksiden uzaklaştı. Başını iki yana sallayıp güldüğünde dudağımı büzdüm. Kendimi rezil etmiştim. Camdan uzattığım başımı geri çekip koltuğa yaslandım. Taksiciye arabayı bıraktığım yeri söyledim. Taksici diğer şeride geçip arabayı sürmeye devam etti.


Arabanın yanına geldiğimizde taksiden inip kendi arabama bindim. Her ne kadar Hamza'nın yanına gitmek istesem de bunu bu seferlik askıya aldım. Arabamı eve doğru isteksizce sürdüm. Evde beni bekleyen bir felaket yokmuş gibi oraya gidiyordum.


Loading...
0%