Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@rumeysadoganm

Kapıdan içeriye girmemle evdeki sesler dikkatimi çekti. Anlaşılan anemin misafirleri vardı. Onların şu an birilerini eleştirmelerini çekemezdim. Merdivenlere yönelmemle, "Aymira, tatlım buraya gel," diyen annemin sesi, gözlerimi kapatıp yüzümü düşürmemde en büyük etkendi. Şu an ne annemi görmek ne de benim üzerimden konuşmalarına katlanacak hâlim vardı. Tekrar yukarı çıkmak için adım attığımda, "Hadisene kızım," deyip yanlarına gitmem için baskı uyguladı.


'Hazır ol tatlım, birazdan zulmün kollarına atacaksın kendini.'


İç sesimi dövebiliyor muydum? İsteksizce yanlarına gittim. Annemle Cansu teyze tekli berjerlerde oturuyorlardı. Öteki koltuklarda ise her zamanki takıldığı Hale abla ile Ceyda abla vardı. Onlara, "Hoş geldiniz," deyip boş olan koltuğa oturdum. Hepsinin gözü benim üzerimdeyken en rahatsız olduğum bakışlar Cansu teyzedeydi. Bu bakışların altındaki anlamla gerildim. Oysa ona geçen gün hiç iyi davranmamıştım. Şu an bana iyi davranmaması gerekiyordu. Bunu benden hâlâ bekliyor oluşu, annem kadar yüzsüzlük Oğuz kadar acımasızlıktı. Cansu teyze ile çok anlaştığım söylenemezdi. O beni severdi ama ben onun hakkında iyi hisler beslemiyordum. Bunun sebebi Oğuz'un annesi olması bile yetiyordu.


"Nişan tarihine karar verdiniz mi?" Yüzümdeki gülümseme aniden silindi. Soru soran Hale ablaya baktım hızla. Göz devirip başımı iki yana salladım.


"Bu akşam takılacak yüzükler. Birkaç haftaya da nişan yaparız diye düşünüyoruz." Konuşan annemdi. Kaşlarım çatıldı. Bundan bana bahsetmemişti. Beni bir kenara atmıştı konuşurken. Oysa ortaya atılan hayat benimdi. Şimdi ise o hayatın alt üst edeni annemdi. Hem bu akşamdan haberim hiç yoktu. Ne yapmaya çalışıyordu bu kadın? Nasıl böyle umursamaz oluyordu?


"Çok yakışıyorsunuz güzelim, Oğuz'un seni mutlu edeceğine hep inanıyorum." Evet, kesin öyle olurdu. Bir elim yağda bir elim balda olurdu. Öyle çok seviyordu ki beni resmen severek öldürenlerdendi.


Ceyda ablaya bakmadım. Benim bakışlarımın tek hedefi annemdi. Annem o kadar mutlu gözüküyordu ki benim mutsuzluğum onun umurunda bile değildi. Boğuluyordum. Sadece buradan gitmek istiyordum.


"Oğuz'dan başkası mutlu edemez Aymira'yı." Emin konuşan Cansu teyze, oğlunu överek tamamlıyordu bu konuşmayı. Göz devirip sessiz kalamadım bu sözüne.


"Emin misiniz?" Sesim imalı çıktı. O da ben de gayet iyi biliyorduk oğlunu. Ne düşündüğü umurumda değildi. "Ben ortada bir şey göremiyorum." Bozuldu. Annem ters bakış atıp, "Düzgün konuş Aymira," dedi. Artık düzgün konuşulacak bir saygı kalmamıştı ben de. Onlar ne kadar acımasız olurlarsa ben o kadar ters olacaktım. Bundan başka çözüm yolu kalmamıştı çünkü. Onların kurduğu oyunu ben bozacaktım. Omuz silkerek anneme ters bakış attım. Konuşmayacaktım, saygısızlıksa sevmiştim bu saygısızlığı. Onlar kim oluyordu da benim hislerim hakkında fikir üretebiliyordu?


"Nasıl konuşmamı bekliyorsun anne? Her dediğinizi kabul ederek sizi mutlu edemediğim için terbiyesiz mi oluyorum? Bu akşam için kimden izin aldınız hem?" Annem hiddetle, "Odana çık," dedi. Burada oturursam onların istemediği hâle gireceğimden korkuyordu. Zaten odama çıkmakta işime geliyordu. Oturduğum yerden kalkıp, "Anne, o kadar geçmişsin ki benden, benim sana anlatacağım başka bir şey kalmamış," diyerek yanlarından ayrıldım. Ardımdan konuşmaları bile umurumda değildi. İstediği kadar da beni kötüleyebilirdi.


...


Odamın kapısı aniden açıldığında içeriye giren anneme kaşlarımı çatarak baktım. Annem karşıma dikilmişti. Hesap soran gözleri yüzümde geziniyor aşağıda yaptıklarımın hesabını soruyordu. Sözde onu rezil etmiştim.


"Kapı çalma gibi bir âdetimiz var diye biliyordum." Annem elini beline koyup, "Bu günü umursamayan Aymira, şimdi bana kapı çalmadığımın hesabını soruyor!" diyerek sesindeki ima dolu tınıyı yüzüme vurdu. Annemin bu kadar fevri olması beni şaşırtıyordu. Onun kanaatince suç işlemiştim ama ben onlara sadece kararımı söylemiştim. Kararımdan ötürü bana kızmaları oldukça saçmaydı. Ve ben hiçbirinden pişman değildim.


"Bu gece yüzük takılacak biliyorsun." Sessiz kaldım dediklerine. Tepkisizliğim onu daha çok sinirlendirdi. Boş bir ifade belirdi yüzümde. Artık bir şeyler anlatmaya gücüm kalmamıştı. "Yapma ama böyle."


"Anne bu gece aşağıya inmeyeceğim. Bu zamana kadar her dediğinize evet dedim ama artık seni dinlemeyeceğim." Kaşları çatıldı. İçeriye biraz daha girerken peşinden babamın girmesi bakışlarımı annemden çekip babama odaklamamı sağladı. Ondan yardım ister gibiydi bakışlarım, annemin acımasızlığından beni kurtarsın istedim.


"Biraz konuşalım mı kızım?" Başım ile onayladım ve yatağın köşesine oturdum. Babamda yanıma gelip oturduğunda sıcacık elleriyle ellerimi kavisledi.


"Dinliyorum seni baba." Sesim umduğundan da soğuk çıktı. Babam hafiften nefesini soluyup bir müddet ellerimize baktı. Söze nereden gireceğini bilemez gibi bir hâli vardı. Durumun vahameti bu evlilik olacak gibisindendi. Ben babamı tanıyamıyordum artık, eskiden her şeyi bir bir açıktan söylerken şimdi bu sessizliğinde bir uzaklık vardı.


"Bu evlilik olmak zorunda kızım." Yerde olan bakışlarımı kaldırıp babama baktım. Onunda gözleri benim gibi doldu. Nedenini bilmiyordum ama bu nedene birçok düşünceyi sığdırabilirdim.


"Neden baba, beni bu evliliğe niye zorluyorsunuz? Ben Oğuz'u sevmiyorum bile. Beni ateşe attığınızın farkında değil misiniz? Oğuz tehlikeli biri!" Sorgu dolu sesim ağlama raddesindeydi. Oysa onların biricik kızlarıydım, sözde beni el üstünde tuttukları tek bir evlattım.


"Çok büyük borcum var."


"Oğuz'a mı?"


"Hayır, tefecilere." Kaşlarım çatıldı. Bu zamanda tefecilere nasıl kanardı? Babama sorgular gözlerle baktım. Çaresiz gözüküyordu. Onu ilk defa bu kadar yılgın gördüm.


"Baba, neye bulaştın sen böyle?"


"Oğuz olmasa borcu ödeyemezdim."


"Sen de beni bir mal gibi sattın Oğuz'a!"


"Satmak ne Aymira? Sadece anlaşma." Komik miydi bu? Bu anlaşmanın ne anlama geldiğini bilmeyecek kadar cahil değildi. Sustum. Oğuz dediğini yapardı; ne babama ne de bana acırdı. Sertçe yutkunup parmaklarımla alnımı ovuşturdum. Ben ne kadar çırpınsam onların sözleriyle hep boğulacaktım.


Ne yapacaktım, nasıl davranacaktım bilmiyordum. Bildiğim tek şey bununla tek başıma nasıl başa çıkacağımdı. Zoraki şekilde yerimden doğrulup üstten babama baktım.


"Kefaretinizi ödeyen ben olacağım öyle mi?" O da aynı atikle ayağa kalkıp elimi tuttu. Elimi hızla elinden çekerek bir iki adım geriledim. Susmam onun için kabuldü. Susmayı tercih etmem ise benim yok olduğumun kabulüydü. Ve ben şu an susuyordum fakat kalbim bin bir ağıt yakıyordu. Beni hiçe saymaları yüreğime dokunuyordu. Oysa ben onlardan sadece anne baba olmasını istiyordum. Çok muydu?


"Neden bir şeyler için çabalamıyorsun? Yaşında küçük değil ki seni küçük yaşta evlendirmiş olalım. Bir dene, ne kaybedersin?"


"Baba çıkar mısınız?" Sesim soğuk ve sertti. Sertçe nefesini soluduktan sonra odadan çıktığı için annemde peşinden gitmeyi ihmal etmedi. Hızla yatağa oturup sessizce ağlamaya başladım. Beni buna mecbur kıldıkları için ağladım. Beni kendi pisliklerinde boğdukları için ağladım. İçim yana yakıla ağladım. Her şeyin bittiğini biliyordum. Oğuz'la evliliğimin ölümüm olacağını da... O kadar yalnızdım ki, şu odadaki ağlayışlarım şahitti olanlara. Ben sadece acı çekmiyordum, her geçen gün biraz daha yok oluyordum. Yılların heba ettiği bir ömrüm vardı.


Sevgiye mahrum Aymira yine sevgisizlikte yok olacaktı.


Babamın bütün sessizliği bundandı demek ki. Hiçbir şeyi bize belli etmeden ama bu belirsizliğinde beni araç olarak kullanan bir kukladan başka bir şey değildim. Kendimi satılmış bir mal gibi hissediyordum, bunu bizzat onlar istemişti. Babamın bu çaresizliğinden yararlanmak isteyen Oğuz ise tek seçenek olarak beni istemişti. Babamın bu kabulü beni onlardan gittikçe uzaklaştırıyordu. Aralarında anlaşma yapmışlardı, benim hayatım ise onlar için kumardı. Kaybeden taraf bendim, benim hayatımdı. Oysa kumar oynamazdım ki ben.


Dirseğimi dizlerime yaslayıp yüzümü de avuçlarımın arasına aldım. Sakinleşmem lazımdı ama bu şartlar sakinleşmeme engeldi. Oturduğum yerden kalkıp elbisenin yanına birkaç adım attım. Elbise benim için kefendi, ben ise o kefene girecek olan ölüydüm. Duygusuz bir şekilde baktım elbiseye. Bundan sonra ne olacaktı sahi? Kaçamayacak kadar çaresizdim artık. Umutsuzca oturdum yatağın ucuna. Kapandı gözlerim. İçimdeki bu bitmek tükenmek bilmeyen öfkem her geçen gün biraz daha artıyordu.


Saate baktım, Oğuzların gelmesine bir saat vardı. Annemin benim için ayarlamış olduğu elbiseye bakıp iç çektim.


Bej rengi olan elbise bu geceye oldukça uygundu. Parmaklarım elbisenin üzerinde gezindi. Kirpiklerimi ıslatan gözyaşlarım elbisenin üzerine damladı usulca. Silmedim ıslanan yeri, orada kalsın acımı benimle paylaşsın istedim. Oysa gözyaşım bile kurudu.


Acı matem yüklü histi, bu histe boğulan kişi sadece bendim.


Üzerimdekileri çıkarıp elbiseyi giydim. Üzerime tam oturmuştu. Hafif bir makyaj ve gösterişsiz bir saç modeliyle fazla abartmadan hazırlandım. Hazırlanmaktan başka çarem yoktu, babam için kendimi feda etmem gerekiyordu öyle değil mi? Onlar beni bir mal gibi satarken ben onlar için kendimi kurban ediyordum. Bu bilinçsizlikle ne kadar yaşardım bilmiyorum.


Boynumda hissettiğim ağırlıkla duraksadım. Aynadan annemin siluetini gördüm. Gülümseyerek bana bakıyordu. Parmaklarım kolyeye gitti.


"Gerek yoktu buna." Sesim tavrımı belli eder gibiydi. Annem sebeplere bağlı bir insan değildi. Babamın durumu kötü olmasa bile bu evliliği ister, zorla da olsa evlendirirdi bizi. Sadece bu durum vesile kılmıştı olaylara. Annem gülüyordu ben ağlıyordum. İkimizde birbirimize aynadan baktık. Yüzümdeki ifadeyi görünce gülüşü söndü ama bir şey demedi. Artık ağlamıyordum ama ifadem her şeyi belli ediyordu. Rengim soluktu, ayakta duracak gücüm dahi yoktu. Bir uçurumun dibindeydim. Her an düşecek ve paramparça olacak gibiydim. Ne yöne dönsem adım atacak yer bana cehennemi yaşatıyordu.


"Bunu takınca daha güzel oldun." Gözlerimi devirip dolabın yanına ulaştım. Alt raftan ayakkabıları alıp ayağıma geçirdim. Annem beni baştan aşağı süzüp, "Makyajın çok sade Aymira," diyerek masanın üzerinden ruju alıp dudağıma sürdü. Ona artık bir şey demek yoruyordu beni. İnatçı kadındı annem, ona söz geçirmek imkânsızdı. Hiçbir şey demeden odadan çıktım.


Annemle yan yana merdivenlerden inip salona geçtik. Oğuz ve ailesi gelmişti. Hepsini tek tek selamladım. Köşeye geçerek oturdum. Oğuz'un bakışları altındaydım. Dudakları kıvrıldı. Bu gece onun için dönüm noktasıydı. Zafer onundu artık, istediğini almıştı.


"Daha ne kadar güzel olabilirsin bilmiyorum. Her gün biraz daha şaşırtıyorsun beni." Oğuz dibime yaklaşınca bedenim oldukça gerildi. Korkuyordum bu sefer, işin bu kadar ileri gidebileceğini bilmiyordum. Elimi tutup, "Titriyorsun," dedi. Fark etmediğim bu durumla kendimi toparladım. "Seni zorlamak istemiyorum Aymira, sadece bize bir şans ver."


"O şansı bize hiçbir zaman vermeyeceğim." Sesim fısıltıdan ibaretti. Oğuz bu dediğime sinirlenip, "Vermek senin elinde ama vermemek senin elinde değil Aymira, bu gecenin sonu bizim başlangıcımız," dedi. Elimi hızla çekip Oğuz'dan uzaklaşmak adına kalkıp köşeden bir bardak alkol doldurdum. Bakışları ne kadar üzerimde olsa da ona onun gibi karşılık vermeyerek sinirlerini bozabiliyordum. Bu da benim keyfimi yerine getiriyordu. O buna layıktı. Hiçbir zaman kalbimde yerini dolduramayacaktı. Madem bir anlaşma yapmışlardı ben de o anlaşmayı onun burnundan getirerek hayatı ona zehir edecektim. Bu ona büyük hediyem olacaktı.


...


Yüzükler takılmış, tarihler belirlenmişti. Bana düşen ise sessiz sakin onaylamaktı. Beni kendi kararları ile bu yaşamın tam ortasına atmışlardı. Bütün gece konuşmamam herkesin dikkatini çekmişti. Ayağa kalkıp evdekileri arkamda bırakarak olduğum yerden ayrıldım. Evden çıkışım nereye gideceğimi belirsizleştirdi. Bütün seslenmeler hâlâ kulağımdaydı. Sadece babamın, "Biraz kafasını toplasın gelir zaten," dediğini duymuştum. Bu annemin beni engellememesini sağlamıştı.


"Bin Aymira." Yanımda beliren Oğuz'la arabayı dolaşıp oturdum. Onunla adam akıllı konuşma vakti gelmişti. Ona annemin sunduğu alanı sunmayacaktım. Sessizce önüme döndüm. Sahile yaklaştığımızda, "Köşede dur," diye söylendim. Oğuz hiç ikiletmeden köşede durdu. Arabadan inince peşim sıra geldi. Denize dönük bedenim öfkeyle Oğuz'a döndü. Karşımdaki umursamaz adamdan bir kez daha nefret ettim. Hayatımı zehir etmesi yetmiyormuş gibi bir de babamı tehdit ediyor oluşu artık öfkemin son raddesiydi.


"Seni istemediğimi bile bile babamı nasıl tehdit edersin Oğuz?" Bana doğru biraz daha yaklaştıktan sonra, "İsteyeceksin," dedi. Takıntılı tavrı beni ürkütüyordu. "Hayatımda olduğun müddetçe, sen beni hayatından çıkaramazsın." Gözlerimi öfkeyle kapatıp denize doğru döndüm. Anlam veremediğim bu takıntısına söz geçiremezdim, o bunu çoktan kabullenmişti. Fakat ben ona nasıl yaklaşacağımı bilmiyordum. Her gün biraz daha uzaklaştığım yere onu sokuyordum. Aramızdaki bu bilinmezliğin müsebbibi annemken sadece Oğuz'a değil anneme de kızıyordum.


"Senden nefret edeceğimi biliyorsun."


"Böyle bir seçeneğin yok." Parmakları önce saçımda sonra yanağımda dolandı. Yüzümü hızla geri çektim. Ona katlanıyor olmam ayrı bir histi. Ona zerre sevgi hissetmiyordum, bu da böyle devam edeceği için kendimi daha fazla çıkmaza sokuyordum. Arabaya geçip elinde alkolle geri yanıma geldi, uzattığı şişeyi alıp taşa fırlattım. Sakinliğine karşı fevri hareketlerim oluyordu, o ise bundan zevk alıyordu.


"Beni rahat bırak Oğuz, dediğin oluyor işte daha fazla bana yaklaşma." Dediklerim onu öfkelendirecek ki kolumdan sıkıca kavradı, acıyla yüzümü buruşturdum. İkinci defaydı onu böyle öfkeli görmek ve bu öfkesinin tek nedeni ise psikopatlıktan başka bir şey olamazdı. Yüzümü buruşturup ellerinde çırpındım. Biraz önce sakin mi demiştim!


"Beni ciddiye almıyorsun galiba Aymira. Babanın iyiliğini istiyorsan beni öfkelendirmemeye dikkat et." Nefesi yüzüme vurduğunda başımı yan tarafa çevirdim. Her bir dediği elimi kolumu bağlıyordu. Ay ışığının gölgelediği denize baktım. Dolan gözlerim onunkilerle buluşsun istemiyordum. Ona yenilmek en son isteyeceğim şeydi. Gözlerimi usulca kapattım. Zihnimi kemiren bu düşünce yüzüğü görmemle tekrar gün yüzüne çıkıyordu.


...


Deniz kenarında ayaklarımı boşluğa koyarak olduğum yere oturdum. Dün geceden beri buradaydım. Birçok aramaların, birçok mesajların ardından kendimi burada gizlemiştim. Ayaklarım boşlukta, zihnim ise o boşluğun girdabındaydı. Rüzgârla dağılan saçlarım ise kendi hâlindeydi. Telefonum dün geceden beri hiç susmadı. Hiçbirine cevap vermedim. Ne annemle ne de babamla konuşmak istiyordum. Bana dün gece bu hayatı reva görenlerden uzak kalmaktı isteğim.


Yanımda hissettiğim bir hareketlilikle başımı yana çevirdim. Gözleri bir an beni buldu. Yüzündeki tebessüm hiçe sayılmayacak kadar sıcacıktı. Beni nereden bulmuştu bilmiyorum fakat sormadım.


İç çektim. Bakışlarımı denizden hiç çekmeyerek, "Biliyor musun Ruman!" dedim. Sesimdeki yorgunluk hiçe sayılamayacak kadar belirgindi. Başını iki yana sallayıp, "Neyi?" deyince burukça gülümsedim. "Bilme, bilirsen sen de benim gibi bir boşluğa düşersin."


"Boşluğa düşmemek için birçok nedenim var." Dudağımı büzüp, "Benim yok," dedim. "Hiçbir nedenimin olmaması zaten beni güçsüz kılıyor." Sessizleşti, diyeceğini toparlayıp bana döndü.


"Neden böyle düşündünüz?" Buruk bir tebessümle karşıyı izlemeye devam ettim. Benim düşünecek sebeplerim çoktu. Hangi birini anlatabilirdim ki?


"Bilmem, hep böyle düşünüyorum aslında. Belki de içinden çıkamadığım bu gerçekler beni böyle düşündürüyor." Sessizlik oturduğunda ezan sesi aramızdaki sessizliği bozdu. Başım gökyüzüne kalktı. Yine bana düştüğüm yerde ses vermişti. "Belki de bu ses sebeplerimden biridir." Susmaktan vazgeçip içimde sakladığım sözcükleri bir çırpıda söyleyiverdim. "Bu sesten hep nefret edilmem istendi, şimdi ise sevmem için nedenler önüme sürülüyor."


"Bu ses sizi iyi ediyor." Başımı iki yana sallamam pek bir işe yaramadı. Evet bu ses beni iyi ediyordu ama daha çok büyük bir buhranın eşiğine sokuyordu.


"Sanmıyorum." Cevabım hiç samimi çıkmadı. "Belki de bu ses sebeplerime bir tüy gibi dokunuyor sadece."


"Sebeplerin ardındaki güzelliği görmek için çabalamıyorsunuz Aymira Hanım." Alayla kıvrıldı dudağım. Benim edebiyata ihtiyacım yoktu, benim gerçeklere ihtiyacım vardı.


"Bana iş dışında Aymira de." Gülümsedi. Ondan aşağı kalmıyordum hiç. Cevaplar dudaklarımda sahteydi. "Güzellik nerede o zaman? Bak yapayalnızım, mutsuzum ve beni iyi edecek sebepler beni hep yalnız bırakıyor." Eliyle etrafı gösterip konuşmasına devam etti. Oldukça sakindi. Benim de bu sakinliğe ihtiyacım vardı.


"Sanatı burada ve sanatçısı da tam yakınımızda, onun verdiği bu güzelliği aramak çok zor değil." Bana kendi dinlerinden bahsedecekti ama bunu istemiyordum. Ayağa kalktığımda sendeledim. Beni tutan Ruman'a minnetle baktım. Dün geceden bu yana hiçbir şey yememiştim. Üşüyordum en çok da. Üzerimdeki ince kıyafetler dün geceden kalmaydı.


"Ben gideyim artık."


"Ben de eve geçiyordum. Gelsene sen de."


Ben hiç gelmeyeyim." Eve gitmek istemiyordum ama başka bir yerde şu anlık için gitmeyi isteyebileceğim bir yer değildi.


"Üşümüşsün. Ev yakın biraz ısınır öyle gidersin. Hasta olursun böyle." Üzerimdekileri incelemeyi bırakıp, "Hem annem habersiz misafirleri çok sever. Senin bahanenle ben de böreklerinden yemiş olurum. Her zaman yapmaz öyle," dediğinde birden ne diyeceğimi bilemedim. Tanımadığım bir eve gitme gibi bir huyum yoktu lakin ısrarla elimi kavrayıp, "Hadi, belli ki dertleşmeye ihtiyacın var," deyince tereddütle baktım. Evet, ihtiyacım vardı, bu yüzden dediğini kabul etmek oldukça cazip geldi. Arabamı dün gece istettiğimde annem yollatmıştı. Ruman'la arabaya geçip tarif ettiği evine doğru yol aldık. Trafik şu an yoğun olmadığı için yarım saatlik yolculuktan sonra evine gelebildik. Küçük bir mahallede gösterişli olmayan bir evin önünde durduk. Burası Hamza'nın mahallesiydi. Şaşırdım. Ruman çantasından anahtarı çıkartıp kapıyı açtı.


"Hadi çekinme." Gayriihtiyari gülümseme ile onun gibi ayakkabılarımı çıkarıp eve girdim. Bizim evde ayakkabı çıkartılmazdı, burada böyle davranınca tuhaf oldum. İçeriden çıkan annesi olmalıydı. Bizi görünce yanımıza gelip selamladı. Fazlasıyla güler yüzlüydü. Ruman annesine çok benziyordu. "Anne sana misafir getirdim." Annesi hoşnut olacak ki, samimi bir sesle, "Hoş geldin kızım," dedi.


"Hoş buldum," dedim çekingen tavırla. Beraber Ruman'ın odasına geçip oturduk. Odası oldukça şirindi.


"Rahat davran artık, hadi geç otur." Dediklerini onayladım, o da üzerindeki montu çıkarıp odadan çıktı. Odası çok büyük değildi. Pencere kenarında masa, yanında ise kitaplık vardı. Hemen diğer kapı yanındaki duvarın dibinde tek kişilik bir karyola vardı elbise dolabı ise diğer köşedeydi. Küçüktü ama şirindi. Pencere önünde ise türlü türlü çiçekler vardı.


Ruman elinde tepsi ile odaya girdi. Tepside çay ve börek ve türlü ikramlar vardı. Börek işinde ciddiydi ama her zaman yapmaz sözünü ciddiye alamadım. Şu an karşımdaki kadının şirketteki kadınla hiçbir alakası yoktu. Sanki yıllarca birbirimizi tanıyormuşuz gibi sıcacık davranıyordu.


"Zahmet verdim sizlere de." Çayı sehpaya koyup, "Olur mu öyle şey," dedi, fazla üzerinde durmadım. İlgili tavırları alışık olmadığım durumdu. Sandalye çekip karşıma oturdu.


"Bir şeyler ye de rengin yerine gelsin." Dediğini yaparak birkaç lokma yedim. Üşümemde geçmişti.


"İstersen rahat kıyafetler verebilirim." Üzerimdekilerin rahatsızlığını düşününce teklifi oldukça iyi geldi.


"Çok iyi olur." Dolabından bir eşofman ve sweat verdi. Yemek işini bitirince kıyafetleri giyindim. Şu an oldukça rahat ve ısınmış hissediyordum. Yüzümdeki ifadeye uzun uzun baktı. Biraz önceki neşeli tavrı ciddiyete büründü.


"İstersen bana sıkıntını anlatabilirsin." Deniz kenarındaki sıkıntımın nedenini sormak istiyordu. Ona anlatabileceğim birçok sıkıntım vardı ama ona anlatamayacağım kadarda uzaktım. Hem neyi anlatabilirdim ki? Büsbütün yıkılmışlığımı mı yoksa ailemin verdiği zararları mı? Hiçbirini anlatamazdım, beni kimse anlamazdı.


"Çok da önemli değil, ailevi meseleler işte." Üzerime gelmedi ama geçiştirilmesi gereken bir mevzu olmadığını anlıyordu.


"Ruhun bunaldığında fark edilen tek şey yalnızlıktır. Yalnızdın ve bu yalnızlığına sessiz kalamam ki." Gülümsedim, gülümseyişim bir sitemden ibaretti. O da bunu anladı.


"Ben hep yalnızım Ruman." Ruman elini elimin üzerine koyup, "Yalnızlığın bir kalabalığı da var," deyince başımı aşağı yukarı salladım. Beni anlıyordu, bu zaten yeterince iyi hissettiriyordu.


İç çektim. Küçük odada zerre tanesi kadardım. Kendimi o kadar çok ifadesizleştiriyordum ki dimdik duran bedenim birden düşüveriyordu.


"Tıpkı gereksiz bir kalabalığın ortasında olmam gibi." Ruman dediklerimin aksine oldukça sakindi. Beni böyle sakince dinlemesine minnet duydum. Beni anlamsız bir şekilde ötekileştirmeden, bana farklı bir bakış açısından bakmadan dinlemesi oldukça rahatlatıyordu. Buna ihtiyacımın olduğu o kadar belliydi ki çekinmesem ağlayacaktım.


"Sen yalnız değilsin Aymira. Seni yalnızlıktan çekebilecek bir maneviyat var. Sen sadece yolunu kaybetmişsin." Bakışlarımı kitaplığına çevirdim. Dikkatimi çeken birçok kitap oldu, bu da Ruman'ın konuşma tarzından beni bunlara itmişti. Ruman kendince konuşuyordu ama ben kendimce bunlardan uzaktım. Hiçbir söz, hiçbir neden beni bunu anlamaya yöneltemezdi. Yalnızsam kendim bulmalıydım yolumu. O bizi anlamıştı. Şirkette ona pek sıcak davranılmadığını fark ediyordum ve bu da onun her şeyi fark etmesini sağlıyordu.


"Belki de." Son kez konuşmam üstü kapalı bir şekilde bu konuyu kapattı. Çayımdan birkaç yudum içtim, böreği de bitirmiştim.


"Ee anlatsana, nelerle uğraşırsın? Bizim şirkete nasıl yolun düştü?" Ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra yüzüne tatlı bir tebessüm kondurdu.


"Aslında biraz zor oldu, hem başarılarım hem de bir yakınım aracılığıyla işe girmem kolaylaştı." Kaşlarım meraktan kalktı. Yine de sormadım belki de merak etmemiştim. "Sen de şaşırdın hadi itiraf et."


"Şaşırdım ama çok da üzerinde durmadım. Ama iyi ki geldin." Hiç bozulmamıştı içine düştüğü durumdan, hatta şu an bu durumla dalga geçerken bile keyifliydi.


"Şaşırman normal. Sen nasıl oldu da başladın? Daha doğrusu çoktandır biliyordum geleceğini ama geç oldu biraz."


"Ufak bir çatışma bizimki. Pek de üstünde durulacak konu değil. Zaten çok sürmeyecek kendi işime döneceğim."


"İşin?"


"Sınava gireceğim, öğretmenlik yapmak istiyorum."


"Aa ne güzel. İnşallah istediğin gibi gider her şey." Hafiften başımı salladım. İstediğim gibi gider miydi bilmiyorum ama gitmek zorundaydı.


Epey sohbet ettikten sonra gitmek için kalktım. Birkaç saatte olsa kendimi iyi hissetmiştim. Şu şirin oda bile nasıl iyi gelmişse girdiğim maneviyatı fark edebiliyordum.


"Bir daha gel ama bu sefer yemeğe." Şu birkaç saatin geldiği huzur reddetmeme olanağı vermiyordu bana. Buraya bir değil birçok kez gelmeyi ne çok isterdim. Ruman bana çok iyi gelmişken bunu nasıl reddedebilirdim.


"Bakalım, gelmeyi çok isterim." Annesi kapıda belirdi, o da aynı şekilde gelmem konusunda birçok kez söylenmişti. Ruman kapalı kapıyı açtı, o an karşıma çıkan iri heybetli adama bakıp geri çekildim. Oydu; gece gözlü, Hamza... Bir an bakışlarım onun üzerinde dolaştı, o da aynı şekilde şaşkınlıkla bana bakıp kendine çeki düzen vererek kapıdan içeriye girdi. Bu sefer gerçekten şaşırmıştım.


"Hoş geldin Hamza abi." Ruman gülümseyerek Hamza'yı karşıladı, Hamza da aynı şekilde, "Hoş buldum," dedi. Montunu askılığa astı. Üzerine farklı kıyafetler giymişti. Oldukça sportifti. Gözlerim bu manzarayı sevmişti. Saçları taralı değildi ama bir yüze yakışacak kadar dağınıktı. Saçları kısa değildi ama uzunda değildi. Düzdü, siyah perçemleri yüzünde özenle duruyordu.


"Annemler içeride, biraz sonra teyzemlerde gelecekmiş." Hamza başını sallayıp salona geçti, bakışlarımda onun ardı sıra yürüdü. Arkasında bıraktığı ben onun yanında olmayı ne çok isterdi.


"Hamza ile siz..."


"Teyze çocuklarıyız, şirkette anlatamadım durumu."


"Anladım," deyip vedalaştıktan sonra evden çıktım. Aslında biraz daha otursaydım onu biraz daha izleme şansım olurdu. Geri dönsem mi diye düşündüm ama vazgeçtim. Başımı tekrar eve çevirdim, pencereden onu bana bakarken görmek heyecanlandırmıştı. Baktığımı görünce perdeyi hızla geri çekti. Benden uzak kalmak istiyordu ama bana bakmaktan da geri durmuyordu. Umudum yüreğimde nüksetti. İmkânsız demiştim ama imkânsızlık diye bir şeyin olmadığını biliyordum. Ve dudaklarımın kıvrılışındaki nedende onun olması kadar muazzam bir duyguydu. Ben bu duyguyu sevmiştim. Uzun zaman sonra ilk defa mutluluktan gülümsedim. Bu duygu o kadar güzel gelmişti ki bir yerden sonra bir umudun olabileceğini düşündüm.


"O bana bakmıştı, ilk defa böyle bakmıştı." İç sesimle barışık bir hâlde konuştum ilk defa. Yüzüme yerleşen tebessüme mâni olamadım. Olmak da istemedim. Arabaya binip olduğum yeri terk etmek istemesem de yapacak bir şey yoktu.


Onun olduğu yer bana ihtişamdı, ihtişamlar ise onunla güzeldi.


Loading...
0%