Yeni Üyelik
2.
Bölüm

II. YABANCI

@rumeysadoganm

Yorulan ruhum, yoran insanlarla doluydu. Yorgunluk bir anlık değildi, ezelden varmış gibi hep süregelen bir histi. Öyle bir yerdeydim ki yerim dipsiz çıkılmaz bir yoldu. Adımlarımı attığım yerin bilinmezliğinde süregelen bu ıstıraba daha ne kadar katlanacaktım bilmiyordum. Tek istediğim bu yorgunluğumun sebebini hayatımın merkezinden uzaklaştırmamdı. Bu, ailemin bana sunduğu hayat ve beni ittiği karanlıktı. Şimdi karanlığımın altında bir ışık huzmesi gibiydi duyduğum ses ve ben bu sesi uzun zamandır duymak ister gibiydim.

Bu andan kurtulmak istercesine sesin geldiği yöne döndüm. Karşımda duran sert mizaçlı adamın içimde fırsat kollayan öfkeme engel olması gibiydi şu an yaşadıklarımız. Davudi sesi öfkesiyle bütünleşmişti. Ne yaşayacağımı bilmeden baktım adama, Oğuz’un da benden farkı yoktu. Koluma kavislenmiş elini çekip adama doğru birkaç adım attı. Adımlarının her biri tehdit unsuru gibi emin ve sertti. Yapabileceğinden çok yapamayacağının diğer yüzüydü aslında adımları. Ne yazık ki kendine güveni, bütün kimliğine zarar veriyordu.

“Sen kimsin de ne yapacağıma karar veriyorsun?” Sesindeki tını fazlasıyla tehlikeliydi. Yabancı adamda ise hiçbir korku emaresi yoktu. Soğuk bir ifadeyle Oğuz’a bakmaya devam ediyordu. O kadar sakindi ki ne olacağına dair hiçbir fikir yürütemiyordum. Karanlık havanın gölgesi düşmüş gibiydi gözbebeklerine. Sakinliği, Oğuz’u deli etmeye yetiyordu. Öfkesine öfkeyle karşılık verilsin istiyordu ama yabancı istediğini vermiyordu. Belki de biraz sinirlenmesi gerekiyordu.

“Bu soruyu bana değil kendine sor.” Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Cesareti sadece beni değil Oğuz’u da şaşırttı. Olaylar Oğuz açısından iyice ters yöne ilerliyordu. Kavga çıkmamasını umuyordum, Oğuz’un kendi gafletine düşmesi hem beni hem de genci tehlikeye atıyordu.

“Çek git, uğraştırma beni!” Hızla yanıma gelerek tekrar elimi tuttu. “Hadi,” dedi sabırsız, bir o kadarda fevri hareketle. Daha önceden böyle bir muameleye denk gelmediği için gergindi. Genç adamın boğazına yapışsa biliyordu ki olay büyüyecekti. Bunun olmasını istemiyordu ama zorunluluk addedip fazla ileriye gitmiyordu.

“Beni duymadın sanırım.” Yabancının sözü Oğuz’u daha fazla sinirlendirdiğinde tuttuğu öfkesini nefesinin arasından bıraktığı solukta başlattı. Umduğumdan da uzun sürdü olay, genç sanki hiç korkmuyordu. Olduğu yerde durdu. Yabancı tekrar bize yaklaştı. Oğuz ise elini kaldırıp gencin boğazına yapışacakken yabancı adam hızla Oğuz’un elini tutup onu ters bir hamlenin içine soktu. Şaşkınlıkla kavgalarını izledim. Gözlerim korkuyla irileşti.

“Bak aslanım, bu fevriliğin canını yakar. Hiç önermem!” Hızla itti Oğuz’u. Oğuz asla sakin kalmadı. Hatta öyle bir öfkelendi ki yabancıyı dinlemedi.

Aralarında büyük bir kavga çıkacaktı, bunun olmasına izin vermeden koşarak bara yaklaştım. Biraz uzak kaldığı için olaya hemen müdahale edememiştim. Hemen barın köşesinde duran güvenliğe, “Yardım edin,” diye bağırdım. Güvenlik beni duyduğu an da hızla yanımıza koştular. Oğuz’la yabancı adamı birbirinden ayırıp kavga etmelerini engellediler. Oğuz burnundan soluyordu fakat yabancı hâlâ sakinliğini koruyordu. O, zaten Oğuz’un aksine kavgaya girişmemişti, sadece Oğuz’un hamlelerini etkisiz hâle getirmeye çalışıyordu; başarıyordu da…

“Hey! Sakin olun, ne oluyor burada?” Orta yaşlarda iri cüsseli olan güvenlik konuştuğunda Oğuz söze atıldı. Gereksiz kavganın içerisindeydi şu an. Acınası hâldeydi. “Bana bak, bir daha seni görmeyeyim yoksa senin için hiç iyi olmaz.” Bu tavrı sadece kendini küçük düşürüyordu. Yabancı onu umursamaz gibiydi. Yüzümü buruşturarak onun bu tavrına karşın bağırdım.

“Oğuz!” Buna bir son vermeliydi. Sinirden güvenliğe dönerek, “Beyefendinin bir suçu yok,” diye devam ettim. Sözlerim üzere Oğuz hızla bana bakıp kaşlarını çattı. Sinirlenmesi umurumda değildi. Olanlardan ders çıkarmamış gibi tekrar yanıma yaklaşacakken güvenlikten yardım istemem işe yaramış, Oğuz’u buradan uzaklaştırmışlardı. Bu geceyi sağ salim atlatmıştım fakat Oğuz yine durmayacaktı. Bu hakkı ona annem vermişti.

Annemin bu yaklaşımından ötürü gözlerim doldu. Beni bile bile tehlikenin içine atıyordu. Bazen annemin bu tavrına anlam veremiyordum. Beni bu kadar görmezden gelmesi değildi amacı, bu onun kendi dünyasındaki kendi emellerine beni kurban etmesiydi.

Oğuz’dan bakışlarımı çekip gence döndüğümde buradan uzaklaştığını fark ettim. Gittiği yöne hızla yürüyüp, “Bakar mısınız?” diye söylendim. Genç, son anda durup bana baktı. Kumun ayaklarıma girmesini umursamadan yanına yaklaştım. Ona en azından bir teşekkür borcum vardı. Ki onun bu umurunda değilmiş gibi sabırsızlıkla buradan gitmeyi istiyordu.

“Teşekkür ederim.” Minnetim ile kısa bir müddet bana baktığında ay ışığında yansıyan aydınlık, kuzguni harelerini ortaya çıkardı. Uzun boyu başımı kaldırıp bakmama neden olurken yüzünde yer edinen soğuk ifade ürpermeme neden oldu. Gözlerini gözlerimden uzaklaştırdığından beri tekrar hiç bakmadı, beni görmezden gelmek istiyor gibi bir hâli vardı.

“Önemli değil, buralarda dolaşmanız tehlikeli hanımefendi. Daha fazla durmadan evinize gidin.” Dedikleri ile anlamsız bakışım gencin üzerindeydi. Onun burada dolaşma demesi benim burada olmam gerçeğine büyük tokat attı. Bir bilse, yardım ettiği için pişman olurdu. Bir bilse kim bilir neler düşünürdü. Başka bir şey demeden hızla yanımdan ayrılıp gittiğinde arkasında kalan bakışlarım dalgalarla buluştu. Karanlığın gölgesi yabancının bedeniyle birlikteydi sanki. Ne oldu ne bitti hâlâ anlamış değildim. Ama algıladığım ve düşündüğüm tek şey gencin sert mizacıydı.

Soğuk, bir o kadar da ürpertici…

Gözlerimi usulca yumup derin bir nefes aldım. Debelendiğim bu durum iflah olmayacak kadar arsızdı. Bitmesini bekledikçe daha da üzerime geliyordu. Geldiğim yöne geri dönüp yerde duran çantamı alarak sahilden çıktım. İleriden gelen taksiyi durdurup bindiğimde aklım geride kalanlardaydı.

Aklımdaki karmaşıklığı çözecek yere birbiriyle daha çok karışıyordu. Oğuz beni iyice köşeye sıkıştırıyor, bunun bu kadar kolay olmasını annem sağlıyordu. Annemin bana böyle yaklaşımı Oğuz’un istediğiydi oysaki. Belki de onları anlamak yerine, onları yok saymalıydım. Annemin istediğini yapsam yarın evli bile olabilirdim.

Akan birkaç damla gözyaşımı parmağımın tersiyle silip kendimi toparlamaya çalıştım. Başımı pencereden kaldırdım. İçim yana yakıla eve gitmek, çaresiz hissettirdi. Belki bir otel olabilirdi ama şu an hiç hazırlıklı değildim. Şoföre adresi söyleyip çantamdan telefonu çıkardım ve düşünmeme adına sosyal medya ile ilgilenmeye koyuldum. Kafamı bir şeylerle meşgul etmediğim müddetçe bazı şeyler beni darmadağın edecekti, izin vermemeli hayatımın yönetimini kendime devretmeliydim. Yoksa üzülecek, yenilecek, kendimi kaybedecektim.

Başımdaki keskin ağrıyla açtım gözlerimi. Dün gece üzerimi değiştirmeden ve alkolün etkisiyle yattığım için keskin bir ağrıyla yüzleştim. Yataktan kalkıp dolaptan havlu çıkararak banyoya geçtim. Üzerimde leş olmuş kıyafetleri kirli sepetine attıktan sonra sıcak suyun altına girdim. Sıcak su, ağrıyan başımı dinginleştirdiğinde üzerimdeki yorgunluk bir nebze olsun bedenimden uzaklaştı. Lakin ruhum perme perişandı.

Banyodan çıkıp sarıldığım havlu ile odaya geri dönerek dolaptan çıkardığım birkaç kıyafeti giyinip salona geçtim. Babam berjerde oturmuş gazete okurken annem mutfakta kahvaltıyla uğraşıyordu. Annem mutfaktaysa bugün çalışanlar izinli olmalıydı, bu da bütün gün evde olacağımızın akşam ise planlarımızın olacağını gösteriyordu. Bu hiç iyi haber değildi, akşam büyük ihtimalle ihtişamlı bir yere davetliydik. Annem yine yakacaktı başımı.

Salona doğru ilerleyip babama karşı, "Günaydın," dedim, neşem biraz önceki gerçekle yüzleşince benden uzaklaşmıştı. Ne zaman şöyle normal bir hayat yaşayacaktım ben? Babam bana baktı ve usulca tebessüm etti. O da bana aynı şekilde, "Günaydın," deyince tekli berjere oturdum. Şimdi mutfağa gitsem annem bir ton nutuklar sıralayacaktı. Oğuz hakkındaki düşüncesi beni sinirlendirmeye yetiyordu zaten. Ne ben annemi kaldırabilirdim ne de annem beni dinleyebilirdi. Hepimiz için en doğru karar buydu ve ben berjere kuruldukça kuruldum.

"Kahvaltı hazır." Annem tok sesi ile mutfaktan çağırınca babamla ayaklanıp mutfağa ilerledi. Biraz önceki kararıma saygısızlıktı bu, ne yani gitmeseydik içeriye. Amma velakin sürünerek de olsam mutfağa geçtim. Oflamam ikisinin de dikkatini çekti. Masalara geçtiğimizde annemin gözleri benim üzerimde dolanıyordu. Bakışlarındaki imayı anlasam da anlamamış gibi yaptım. Sessizce tabağıma döndüm ve annemi göz ardı ettim. Bazen de babama saldırıyordum sözlerimle, en azından annemi bir müddet sessize almaktı bu.

"Bu gece Cansu'larda davet var, bizi de bekliyorlar." Annemin imalı sözleri direkt bana çarptı. Demiştim işte, akşam kesinlikle planlarımızın olduğunu ve annem beni yine hiç yanıltmadı. Ne vardı ki bu kesin bir emirdi.

Cansu teyze, Oğuz'un annesiydi. Babama değil de direkt bana söylüyordu sözlerini. Babam aldırış etmeden kahvaltısına devam etti, ben de çok fazla üzerinde durmadım. Söz, gelecek bahsin temeli olurdu.

Cevap bekler gibi bana ara sıra bakıyordu. Boğazıma dizilen lokmalar annemin bakışları altında yutkunmamı epey zorluyordu.

"Ben gelmeyeceğim anne." Önce kaşları çatıldı. Aslında benden bir cevap beklemiyordu, sadece tepkimi ölçüyordu. Annem çatalı sertçe masaya bırakıp, "Öyle bir seçeneğin yok," dedi. Bu seçenek annemle beraber onay almıştı bile. Sinirden tuttuğum nefesimi geri bıraktım. Bir türlü kararlarıma saygı duymayı öğrenememişti. Bu emrivakileri can sıkıcı bir hâl almaya başlamıştı artık.

"Lütfen anne, ağız tadıyla kahvaltı yapalım. Neden zorluyorsun beni?"

"Aymira! İnatlaşmanın zamanı değil. Bu gece o davete hepimiz gideceğiz." Bu sefer çatalı masaya sertçe bırakan ben oldum. Dayanılmaz bir sınırın eşiğindeydim. Artık hayatımı annem yönetsin istemiyordum. Bunu bana hep yapardı. Okuyacağım okulları, giyeceğim elbiseyi, alacağım eşyayı hep kendisi seçerdi. Onun sayesinde yaşamak nedir hiç bilmemiştim. Oturduğum sandalyeyi geri çekip ayağa kalktım. Sessiz kalmayacaktım, annemin bu tavrına karşı çıkmazsam annem beni o davete götürürdü.

"Gitmeyeceğim anne. Ne kadar zorlasan da gitmeyeceğim. Hâlâ anlamadın mı Oğuz'a karşı bir şey hissetmediğimi?" Hızla mutfaktan çıkarken annemin, “Aymira!” diye bağırışlarını duysam da takmayıp hızla odama çıktım. Ağız tadıyla bile kahvaltı yapamıyorduk artık. Zaten ne zaman yapmıştık ki? Öfkeyle yataktaki yastığı alıp kapıya fırlattım. Annemi tanıyamıyordum artık, bana karşı tavırları yabancı biri gibiydi. Kızı değil de Oğuz’a karşı bir kuklası gibiydim.

Odanın kapısı açıldı, içeriye annem sert ifadesiyle girince bu zorlayışın ardından gitme mecburiyeti doğacaktı. Annemi umursamama adına telefona taktığım kulaklığın ucunu kulağıma yerleştirdim. Annem kulaklığı çekiştirip onu dinlememi istedi.

“Neden böyle yapıyorsun?”

“Bunu bana ciddi ciddi soruyor musun anne? Sence ben neden böyle yapıyorum düşünüyor musun hiç?” Annem yerdeki yastığı alıp yanıma geldi. Beni ikna etmek için ne söyleyecekti merak ediyordum! Hemen ayakucuma oturup, “Ben senin mutlu olmanı istiyorum tatlım,” dedi. Bu sözleri ihtihzalı bir gülüşü yüzüme yaydı. Sesindeki gerçeklikten uzak tını ona karşı sadece gülmemi sağlıyordu. Ben böyle mutlu olamazdım, bunu annem benden daha iyi biliyor olmalıydı. Neden bana bunu yapıyordu, neden öz evladını ateşe atıyordu anlayamıyordum.

“İstemediğim biriyle evlenerek mi mutlu olacağım anne?” Sesim beni anlamasını ister gibi hüzünlü çıktı. Sahi anlar mıydı beni? Sanmıyorum! Beni anlayacak en son kişi annemdi çünkü.

“İlerde seversin.”

“Sevemem anne, ben Oğuz’u sevmiyorum ama sen bunu görmüyorsun.” Annem kaşlarını bu dediklerimle çatıp, “Ne biçim konuşuyorsun sen öyle!” deyince annemin beni hiçbir zaman anlamayacağını fark ettim. Annemin bencilliğinde bir tek ben yanacaktım.

Sessiz kaldım zira annemle konuşmak istemiyordum artık. Annemin anlayışsızlığı bu sessizliğe meylettirdi beni. Sessizce odadan çıkmasını bekledim, annem konuşmayacağımı anlayınca ayağa kalkıp son kez gözlerime baktıktan sonra odadan çıktı. Onun bana karşı yaptıkları benim nezdimde büyük bir hayal kırıklığı olsa da o bunu göremeyecek kadar kör olmuştu. Bu yüzden ikimizin de susmaktan başka bir seçeneği yoktu.

Saatlerce kitap okumuş, annemin inadını kırmayı başarmıştım. Bana zorla bir şeyler yaptırmasını kabullenemeyecektim.

Bu gece bu durumu atlatmıştım ama asla baskısından kurtulamayacağımı biliyordum. Ne derse desin pek umurumda değildi. Ve ben bu gece oraya gitmediğim için bir kere daha anneme yenilmemiştim.

Onlar davete giderken ben de bugün beni arayan Gözde’yi eve çağırmıştım. Gözde benim liseden arkadaşımdı ve okul bittikten sonra pek görüşme fırsatımız olmamıştı. Severdim kendisini, bu yüzden İstanbul’a geldiğini haber verdiğinde görüşmek istemiştik. Evde olduğumu bildiği için buraya gelmek istemişti. Gözde kendi dünyasını yaşayan biriydi. Dışarıda pek vakit geçirmeyi sevmediği için her buluşmamızı evde yapardık.

Zil sesini duyunca mutfaktan çıkarak kapıya yöneldim. Açtığım kapının ardındaki kadın elinde bir buket çiçekle yine karşımdaydı. Her seferinde geldiği gibi yine aynı buketlerle gelmişti.

“Hoş geldin.” İkimizde heyecanla birbirimize sarıldık.

“Hoş bulduk tatlım.” İçeriye geçmemizin ardından ne zamandır görüşmediğimiz için bir tuhaf olmuştuk.

“Unutmamışsın ne sevdiğimi bakıyorum da.”

“Aşk olsun hiç unutur muyum?” Çiçekleri köşedeki vazoya koydum. Gözde oturmamı beklediği için konuşmamıştı. Hemen yakınına oturduğum an bakışlarım parmağındaki yüzüğe kaydı.

“Hadi canım, Seyit’le mi?” Heyecanla başını sallayıp, “Evet,” dedi. “Geçen hafta sonu nişanlandık.” Heyecanını görebiliyordum, hele ki bunca zamana sığan geçmişini benimle paylaşması benimde onun için mutlu olmamı sağlıyordu.

“Çok sevindim, bilmiyordum nişanlandığını.” Kolumu sıvazlayıp, “Aile arasında oldu zaten. İkimizde istemedik öyle büyük nişan. Asıl sen anlat, Oğuz’la bir şeyler olacakmış galiba,” dedi. Gülen yüzüm birden dedikleri ile düştü. Benden başkası kabullenmişti olanları ve benden habersiz çoktan yayılmıştı haberler. Annem aklıma gelince ona olan öfkem günden güne artıyorken sanki bunu görmemiş gibi davranıyordu.

“Şu anlık öyle bir şey yok.” Olmayacaktı da… Bu tavrım karşısında heyecanı gitmiş gibiydi. Yanıma biraz daha yaklaşıp ses tonunu azaltarak konuştu.

“İstemiyor musun?”

“İstemiyorum,” dedim fısıltılı sesle. Bazen o kadar çok bağırıp, etrafı yerle bir etmek istiyordum ki, yapacak gücümün kalmamasıydı beni yıpratan. Elimi tutup, “İstemediğin bir evliliğe zorlamazlar seni,” dese de pek öyle değildi hâlbuki. Önümde büyük bir uçurum vardı, beni itmeye hazırlanan annemin bizzat kendisiydi.

“Her neyse, kahven yine sade mi?”

“Senin huyun değişmediyse benim de aynı.” Bu imasına kıkırdadım. Beraber mutfağa geçtik. Yine eski günlerdeki gibi kocaman kupalara Türk kahvesi yapmıştım. Eskiler gözlerimin önündeydi adeta. Şu masada oturuşumuz, yine birbirimizin hakkında yargı yapmamız alıştığımız durumdu.

“Seyit yine iyi dayanmış.” Kıkırdadı.

“Adam göz göre göre beni o gece kaçırdı ya. Görmen lazım evlenmiyorum deyince deliye döndü.”

“Sen de ne diye inat ediyorsun? Gönlün var naza çekiyorsun adamı.”

“Bana net olacaktı o zaman. Zorla adama evlenme teklifi ettirdim. En sonunda ayrılacağım deyince kendisi itiraf etti de rahatladık.” İkisinin deli hâllerine gülümsemeden edemedim. Liseden beri süregelen aşkları artık bu boyuta gelmek için geç bile kalmıştı.

“Ay görmeliydim o hâllerinizi.”

“Bilseydim video çektirirdim. Benim bile bazen aklıma gelince gülüyorum.” Kahvesinden kocaman yudum alıp keyifle başından geçenleri anlattı.

“Nasıl özledim sizinle vakit geçirmeyi. Eski günlere dönemiyor muyuz ya!”

“Keşke öyle bir şey olsa…”

“Keşke,” dedim sessizce.

Gözde giderken ben de odaya geri döndüm. O ara çoktandır bakmadığım telefona göz gezdirmemle gelen bildirim dikkatimi çekti. Mesaj Oğuz’a aitti ve hiç anlamadığım bir şekilde yazdığı sözler beni büyük bir çıkmaza soktu.

“Evlenmezsen olanlardan ben sorumlu değilim.” Mesajına cevap vermedim ama o hiç beklemeden yanıtını verdi. “Babanın yaşaması sana bağlı…”

Loading...
0%