Yeni Üyelik
4.
Bölüm

IV. CEVAPSIZ SORULAR

@rumeysadoganm

Gözlerimi usulca kapatıp zihnimi boşaltırcasına bekledim. Kapının aniden açılması ile gözlerimi açtım. Annem karşımda beni sorgularcasına bakıyordu. Sabahtan bu yana benimle muhatap olmaması zaten oldukça ilginçti. Tebrik etmeliydim kendisini ama önce şimdi ne derdi vardı onu öğrenmeliydim, sonra ederdim. Annemi anlamaya çalışırcasına baktım.

"Sen hâlâ oturuyor musun?" Evet, gelmiştik asıl konuya. Birazdan hoşuma gitmeyecek kelimeleri sıralayacağa benziyordu. Belki de bir emrivaki yapacaktı. Bu annemin son zamanlarındaki vazgeçemediği huyuydu. Bunun içinde ayrı tebrik edecektim.

"Ne yapmamı bekliyorsun anne? Kalkıp dans mı edeyim?" Sesimdeki bıkkınlık fazlasıyla ortadaydı. Annem dediklerime kaşlarını çatıp hızla dolabımın yanına geçti. Dolabın içini karıştırırken bir yandan da konuşmayı ihmal etmiyordu. Bense öylece bakıyordum. Dediği gibi söyledikleri bir kulağımdan girip diğer kulağımdan çıkıyordu. Tabiri ile kıkırdadım. Annemse neden kıkırdadığımı anlamak ister gibi elini beline koyup bana baktı. Hızlıca dudaklarımı birbirine bastırdım, yakalanmıştım işte.

"Cansu'lar bu akşam buraya gelecekler. Oğuz'la senin evliliğin hakkında konuşacağız. Üzerine doğru dürüst bir şeyler giyin. Geçen günün acısı hâlâ çıkmadı biliyorsun." Dedikleri ile öfkelendim. Artık istemeden aniden duygu değişimine giriyordum. “Hayır, bu kadarda olamaz” dediğim ne varsa hepsi oluyordu. Annem sağ olsun!

Ne zaman yanıma gelip bir şeyler dese ardından Oğuz’la ilgili bahis açılıyordu. Annemin bu huyundan nefret ediyordum. Kendi kendine karar alıp bana hiçbir söz hakkı tanımaması ciddi şekilde yıpratıyordu beni. Dolaptan birkaç kıyafet seçip koltuğa koydu. Bana bakınca yüzünde hiç tanımadığım o ifadeyi gördüm. Bu annem miydi sahi? Ya da böyle annelik olur muydu?

"Neden bundan benim en son haberim oluyor anne? Ben sana Oğuz'la aramızda hiçbir şey olamaz demiştim. Neden benim kararlarıma saygı duymuyorsun?" Elini sarı saçlarının arasından geçirdi. Bedenini saran yeşil elbiseyi çekiştirip bu sefer elini benim saçlarımın arasından geçirdi. Önüme düşen saçlarımı geriye itti ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Benim aksime o oldukça rahattı.

"Peki, sen neden işi zorlaştırıyorsun tatlım? Ben senin mutsuz olmanı istemem. Oğuz, seni mutlu edecek biliyorum." Başımı geriye çektiğimde eli aşağıya düştü. Yüzünü ekşitip sertçe soludu. Sanki karşısında çocuk vardı. Vaatler veriyordu lakin vaatlerinin çoğunda koskoca bencillik vardı. Bu asla beni mutlu etmezdi. Bu benim kıyametimdi, bu benim yok oluşumdu. Ama annem mutlu olacağımı söylerken bile bunun ne kadar imkânsız olacağını göremiyordu. Sadece istediğim beni kendimle bırakmasıydı. Ben hayatıma sevebileceğim bir adamı yerleştirmek istiyordum.

"Mutlu mu olacağım? Güldürme beni anne." Kaşlarını çatıp, "Seninle konuşulmuyor bir türlü," dedi. "O yüzden hadi kalk hazırlan." Odadan çıkışını izledim. Son noktayı yine kendisi koymuştu. Geri dönüp kapıdan başını uzatarak, "Seni bekliyoruz," demesi ile gözlerimi devirdim. Sabahtan beridir çıkmadığım yataktan çıktım. Yatağı düzenleyip annemin koltuğa koyduğu elbiseye baktım. Yine abartıya kaçmıştı. Ama onun çıkardığı elbiseyi değil, siyah renkli olan elbiseyi giyindim. Artık ona zıt gidecektim. İsterse kızabilirdi ama bu umurumda değildi. Hatta saçımı atkuyruğu yapıp hiçbir makyaj yapmadan hazırlanma işimi tamamladım. Yüzümde arsız bir gülüş vardı. Annem, beni böyle görünce delirecekti. Biraz da kendisi delirse fena olmazdı.

Bu gecenin söz hakkı annemin üzerindeydi, ben ise onu temsil etmekten öteye gidemiyordum. En azından bu gece karşı tarafa kendim konuşursam bir şeyler değişebilirdi. Umutsuz bir vakaydım.

Odadan çıkıp aşağıya indim. Misafirler yeni gelmişti, beni gördüklerinde hepsinin yüzünde kocaman gülümseme oluştu. Lakin annem çatılmış kaşlarla bana bakıyordu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Yanlarına geçip Burhan amca ve Cansu teyzeyle tokalaştım. Yan taraflarına geçtiğimde Oğuz belimden kavrayıp beni kendine çekti. Yanağımı öpmeye kalkıştı ama geri çekildim. Ona bu hakkı vermeyecektim. Annemin kararı kendineydi, onun kararlarına saygı duymayacaktım. Asla Oğuz’la evlenmeyecek, hayatımdaki yerini doldurmasına müsaade etmeyecektim.

Herkes hâlinden memnundu. Bu gece bu odada bir tek ben mutsuzdum. Kendimi buraya yabancı hissettiğim anlarda sessizleşiyordum. Yerde olan bakışlarımı babamın sesi ile ayırdım.

"Masaya geçip sohbetimize orada devam edebiliriz." Herkes kabul edip ayaklandı. Peşlerinden giderek boş sandalyeden birine oturacaktım ama annem etimi sıkıştırınca irkildim. Ters ters bana baktı. Omuz silktim ve çektiğim sandalyeye oturdum. Annemi öfkelendirmem oldukça hoşuma gitti hatta sinsi gülüşümü doğrudan gösterdim.

"Sen ne yaptın, Aymira? Okul bitti değil mi?" Cansu teyzenin sorusu ile yemekten bakışlarımı çekip bana bakan gözlerine odakladım. Cansu teyze de annem gibi düşünürken bu gece umutla benden ayıramıyordu gözlerini. Anlıyordu aslında, hepsi istemediğimi biliyordu lakin bu inat neydi bilmiyordum. Amaçlarına neyi sığdırmışlardı. Beni mutlu etmek miydi amaçları yoksa kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmek miydi hiçbir fikrim yoktu.

"Sınavlara gireceğim." Sesim soğuk çıktı. Sadece kısa cevaplarla ortama dâhil oluyordum, gerisi kocaman bir sessizlik ve içine düştüğüm yalnızlıktı.

"Kızım şirketteki pozisyonun hazır ne öğretmenliği?" Gözlerimi devirip anneme baktım. Defalarca konuşulmuş kararı bilmezden gelmesi yine beni ona karşı geri tuttu. Özellikle bunu kalabalık ortamda yapması ayrı ilginçti.

"Anne sana kaç defa öğretmenlik yapacağımı söylemiştim." Sinirden yüzü gerildi ama misafirlere ayıp olmasın diye sustu. Ben de sustum, konuştukça ikimizde çetrefilli hâle düşüyorduk. Yemek bir kere boğazıma dizilmişti bile. O kadar hissizdim ki anneme bakmak bile istemiyordum. Bir an önce bu gecenin bitmesini istiyordum.

Yemekleri yedikten sonra biraz hava almak için terasa geçtim. O hengâmeden kurtulmaktı amacım. Annemin imalı, Cansu teyzenin ise alıcı bakışları beni o ortamdan uzaklaştırmaya yetmişti. Kararlar, planlar, istekler beni oldukça yoruyordu. En azından onlara hâl ve hareketlerimle cevap veriyordum. İstemediğimi daha ne kadar belli edebilirdim ki?

İçinde yaşadığım bu dünya, hayatım, ailem, hepsi hayal kırıklığımdı. Bunu bana bizzat ailem yaşatmıştı. Belki başka bir imkân içerisinde doğsam bunlar olmayacaktı, belki de mutlu biri olacaktım.

"Ne yapıyorsun burada?" Sesin geldiği yöne döndüm, Oğuz duvara yaslanmış bir vaziyette beni izliyordu. Kaçacak yerimin olmaması gibiydi onun burada oluşu. O ise kendisinden kaçmama izin vermiyordu. Sertçe nefesimi soludum. Artık ciğerlerimdeki nefes bile yakıcı his bırakıyordu.

"Biraz hava almak istedim.” Sesim yılgın ve soğuk çıktı. Yanıma yaklaşıp elini cebine soktu. Benim gibi bakışları karşıdaydı. Bir an önce söze girmek istiyordu ama ben konuşmasını istemiyordum.

"Bu soğukluğunun sebebi ne?"

"Nasıl?" dedim umursamaz bir sesle. Yanıma biraz daha yaklaştığında bakışları yüzüme değdi.

"İşte bu!" Soruma geri cevap vermesi uzun sürmedi. Dudağımın kenarı burukça kıvrıldı. Bu tavrımla yüzü gerildi. "Hoşlanmıyorum senden." Onunla muhatap olmak istemediğimden bardağımı alıp yanından geçmek istedim fakat kolumdan tutup beni durdurdu. Bedenimi kendine çekip yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Gözleri koyulaştı, gerilen yüzünün her bir karşılığı dudaklarının arasında asılıydı.

"İstesen de istemesen de benim karım olacaksın." Kolumu hızla elinden çekip birkaç adım uzaklaştım.

"Böyle bir şey olmayacak.” Öfkem git gide büyüyordu. Neyi anlamıyorlardı hâlâ bilmiyordum. Hızlı adımlarla salona geçtim. Annemle Cansu teyze bir köşede, babamla Burhan amcada bir köşede oturuyordu. Annem beni gördüğünde gülümseyerek yanını işaret etti. Anneme itaat ederek yanına gittim. Hemen dibine oturduğumda ikisi de bana bakmaya devam etti. Cansu teyze diğer köşeme yaklaştığında işin içinde bir mesele olduğunu anlamam güç değildi. Annem elindeki çay fincanını sehpaya koyup bana döndü. Tahmin ettiğim meselede söz hakkına çoktan sahip olmuştu. Meseleyi biliyordum, en çok da bu yaralıyordu beni.

"Biz sizin evliliğiniz hakkınızda konuştuk çocuklar. İki hafta sonra nişan yapmaya karar verdik." Annemin dedikleri ile donup kaldım. Bu kadarını yapmaz diye düşünürken daha fazlasını yapmıştı. Bana sorulmamış, benden onay alınmamıştı. Bu sadece kendi istekleri doğrultusunda kendi keyiflerince verilmiş iğrenççe bir karardı. Gözlerim doldu. Anneme hayal kırıklığı ile bakıyordum. Şefkat kalmamış kalbinin acımasızlığındaydım. Beni bir sözle yok sayan annemin sevgisinden şüphe ettim. Hayır, annem beni sevmiyordu. Bunu artık anlamamam olanaksızdı.

Öfkeyle Oğuz'a baktım. Onun yüzünde benim aksime mutluluk vardı. Sinsi bir gülüş belirdi yüzünde. Elindeki alkol bardağını zafer kazanmışçasına kaldırdı ve keyifle dudakları arasında götürdü.

"Bana sormadan mı?" Sesimdeki o güçsüz kişilik bir çocuk acziyetine sığındı. Annemin yüzü önce dediklerimle düşse de hızla ifadesini değiştirdi. Bu kadarına katlanmam güçtü. Annem beni isteklerinin doğrultusunda idam etmişti. Öyle bir hâle gelmiştik ki anneme yapma desem o yine yapacağını yapardı.

"Bunu daha önce konuşmuştuk." Bu gece öfkemi sınıyordu zannımca. Nasıl bir vurdumduymazlıktı bu? Onca söze rağmen nasıl çiğnerdi sözlerimi? Hızla yerimden kalkıp, "Ben de daha önce bu olmayacak demiştim," dedim. Yüksek çıkan sesim sayesinde herkesin dikkatini çekmeyi başardım. Buna kayıtsız kalamazdım, buna sessiz hiç kalamazdım. Annem elimi tutup, "Saygısızlık yapma," diye söylendi. Bu tavrı karşısında gözlerim doldu. Sahi neydi bu yaptığı? Bir değerim var mıydı gözlerinde? Ağlamamak için direndim. Karşılarında bunu yapmayacaktım. Onların sözleri benim nezdimde ne ifade edecekse benim sözlerim onların nezdimde hiçbir şey ifade etmiyordu.

“Asıl siz benim yerime karar verirken bana saygısızlık yapıyorsunuz.” Ardından Cansu teyzeye döndüm. Ona bakarken öyle hınç doluydum ki o bunu çok iyi anlıyordu. “Ailenizi de alın gidin evimden. Oğlunuzla evlenmeyeceğim!” Bağırdım. Kimseden tek bir söz çıkmazken annem bir şeyler demek için kalktı ama onu engelledim. Elimi elinden çekip arkamdan bağırmalarını umursamadan evden çıktım. Canım haddinden fazla yanıyordu. Canımı en çok yakan kişide ailemdi. Annemin bencilce istekleri, babamın sessizce onaylayışı ve benim bunlara katlanamayışım… Asla dediklerim annemin lügatinde bir kabul değildi.

Garaja geçip arabama bindim. Belki gecenin sonunda annemle yüz yüze gelecektim ama bunu düşünecek zihinde değildim. Umurumda da değildi zaten, bu sefer ben onlara tepki gösterecek, onlarda verdiği karardan vazgeçeceklerdi. Bu benim hayatımdı, kimsenin idame ettirmesine müsaade edemezdim.

Bir yandan ağlıyor bir yandan da kendi kendime saydırıyordum. Nasıl bir ailem vardı onu da bilmiyordum. İnsan ailesini seçemediği gibi, ben de ailemi seçememiştim. Bu kaybım, en büyük yaşam savaşımdı.

Elimi saçlarımın arasından geçirdim ve yılgın bir şekilde başımı direksiyona yasladım. Haykırarak ağlamak istiyordum fakat yapamıyordum. Sessizce döktüm gözyaşlarımı, her zaman yaptığım da bu değil miydi zaten? Kendimi toparlayıp arabayı hızla sürmeye başladım. Diğer yandan Barış’ı aradım. Çok geçmeden aramamı yanıtladı. Sesim berbat çıktı.

“Aymira, iyi misin güzelim?” Endişeli çıkan sesine karşın ağlayışlarım arttı. Bu gece patlama noktasına geldiğimi bir kez daha iyi anladım. “Aymira bir ses ver, iyi misin?” Hızlıca sildiğim gözyaşlarımla beraber, “Yanına gelmek istiyorum Barış,” dediğimde telaşlandı ve evde olduğunu söyledi. Arabamı onun evine doğru yönlendirdim. Aslında bununla başa çıkabilirim zannediyordum ama artık bu beni fazlasıyla boğuyordu. Ne yapmam gerektiğini, nasıl bir yol çizeceğimi bilmiyordum. Birinin desteğine ihtiyacım vardı.

Barış’ın evinin önünde bir süre bekledim. Annemlerin aramalarını reddettim. Babam aradı, Oğuz aradı hepsini reddedip en sonunda telefonu tamamen kapattım. Şu an onlarla konuşmak en son istediğim bir durum bile değildi. O kadar kızgın, o kadar kırgındım ki bu dünyada yerimin olmadığını bana hissettirdikleri gibi büyük bir boşluğun içerisine itmişlerdi beni.

Ben daha arabadan inmeden Barış kapıyı açıp yanıma hızlı adımlarla geldi. Kapımı açması ile endişeyle bana baktı. Onu görünce ağlamam biraz daha arttı. Aslında bu bir boşluğu tamamlama hissiydi. Kimseden göremediğim ilgiyi Barış’tan istememdi. Bedenimi hızla sardı. Kolları arasında ufacık kaldım. Omzuna yasladığım yüzümden ötürü ağlayışım boğuk bir şekle büründü. Saçlarımı okşadı usulca.

“Şşş, hadi toparla kendini.” Sıvazladığı sırtımla beraber daha çok girdim kollarına. Bir an ne yapacağımı bilemediğimi anladım. Barış ise sessizce ağlamamın bitmesini bekledi. Geri çekildim. Biraz daha iyiydim.

“Hadi içeriye gidelim.” Dediğini yapıp arabadan indim ve açık kapıdan içeriye girdim. Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilmiyordum. Buraya gelmiştim ama anlatmakta gelmiyordu içimden artık. Yorgundum, en çok da çaresizdim.

Yan yana oturduk koltuğa. Bana anlat der gibi bakıyordu ama üzerime gelmiyordu. Bir süre sessiz kaldık, bu süreçte zihnimi toparlamam kolay oldu.

“Oğuz’u öldürsem suç olur mu?” Alayla çıkan sesim Barış’ı memnun etmedi. Buruk bir tebessümle, “Kim ister ki kendisini sevmeyen birini Barış?” dediğimde ne olduğunu çok net anladı. “Bu gece anneme o kadar kızdım ki o eve dönmek, annemin yüzüne bakmak istemiyorum.”

“İstediğin kadar burada kalabilirsin. Bu esnada ben babanla görüşürüm.” Başımı iki yana salladım. Bunu istemiyordum.

“Seni dinlemeyecek. Ben artık yoruldum onlara laf anlatmaktan.” Kucağımda duran elimi tutup, “Kimse seni zorlayamaz Aymira, merak etme ben halledeceğim,” dedi. Ona cevap vermek yerine başımı omzuna koydum.

“Barış, ben ne yapacağımı bilmiyorum.” Bedenimi kolları arasına aldı. Ona sığınmam iyi hissettiriyordu.Kolumu sıvazladı. Onu yanımda hissedişim iyi geliyordu.

“Birkaç gün kafanı toparlarsın burada. Sonra tekrar ne yapacağımızı konuşuruz. Merak etme, her şey geçecek.” Geçmeyeceğini bilsem de başımı usulca salladım. Geçmeyeceğini bilsem de geçsin diye umut ettim. Ben sadece bu saçma durumdan bir an önce kurtulmak istiyordum.

Üç gündür Barış’ta kalıyordum. Bu üç günde iyi hissetmem için çok çaba sarf etmişti ve onun sayesinde biraz olsun kendimi toparlamıştım. Bu zaman zarfında dışarıya çıkmadığımı anlayınca hazırlanıp evden çıktım. Arabaya ilerleyecekken gördüğüm kişi kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Onu görmezden gelerek arabaya ilerledim. O bunu bile anlamayacak kadar yüzsüzdü. Yanıma gelmesi uzun sürmedi. Bindiğim arabaya o da bindi.

“Konuşacağız, sür arabayı.” Her an Barış’ın gelmesinden çekiniyor gibiydi. Birkaç sefer aralarındaki soğukluğu fark ettiğim için şu an bunu hissetmem oldukça normaldi.

“İn arabadan, konuşacak bir şey kalmadı.” Kolumu tuttuğu gibi kendine çekti. Üç gündür bana ulaşamıyor olması onu öfkelendirmişti anlaşılan.

“Aymira, beni ciddiye almıyorsun. Sana konuşacağız dedim, sür.” Kolumu elinden çektim. O da beni ciddiye almıyor olacak ki ısrarına devam ediyordu.

“Sana konuşacak bir şey kalmadığını söyledim ben de. İnmezsen polise gideceğim.” Uzun uzun yüzüme baktı. Bu kadar fevri olacağımı düşünmüyordu ama ben artık onun yüzünü bile görmeye tahammül edemiyordum. Arabadan indi.

“Sana iyilikle yaklaşmaya çalıştım. İncinme istedim, zarar görme istedim ama artık sabrım taştı Aymira. Şansın yok, bitti. Bundan sonra olanları ben değil sen karar vereceksin.” Sözlerinin arkasına sığdırdığı tehditleri beni zerre korkutmuyordu. O sadece istediği gibi olsun istiyordu ama ben onun istediğini vermeyecektim.

“Sen bana daha ne kadar zarar verebilirsin ki? Oğuz, artık tahammülüm kalmadı.” Konuşmasına bile fırsat vermeden onun tarafındaki kapıyı kapattım ve hızla arabamı sürdüm. Geride kalan bedenini dikiz aynasından gördüm. Yaşadığım her günümü zehir eden bu adama istediğini vermeyecektim.

Üç gündür iyi olmaya çalıştıkça beni bu hâle sokmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Artık hayatın neresinden tutsam beni bir kenara atıyordu. Bıkmıştım; her şeyden, herkesten kurtulmak istiyordum.

Barış’ın zoruyla yemek yediğim için karnım toktu, bu yüzden kendime kahve alıp sahile geçtim. İçimdeki kasvet her an patlak verecekmiş gibi bana büyük bir hâlsizlik bırakıyordu. Oturduğum bankta kuşları izledim. Akşam serinliği çökmüştü bu yüzden biraz üşüyordum. Bu yüzden burada durmaktan vazgeçtim.

Yağan yağmura, çöken karanlığa inat ilerledim. Bir şeyler olmalıydı, beni iyi hissettirecek bir neden bulmalıydım. Hayatım o kadar tekdüze ilerliyordu ki, beni bu durumdan kurtaracak bir neden bulmalıydım.

Buna bir son verip arabayı bir köşede durdurdum. Geldiğim yer bilmediğim bir caminin önü oldu. Neden buraya geldiğimi de bilmiyordum, ne zaman geldiğimi bilmediğim gibi… Arabayı sürecekken kulağıma ilişen sesle duraksadım. Bu ses… Her ne zaman acımda çırpınsam bu ses beni hiç yalnız bırakmıyordu. Sebepsizce dinlemek istiyordum. Hatta gerçekleri söylemek gerekirse, bu sesi dinlemeyi bende istiyordum. Biraz da bana iyi geliyordu, bu gerçeği asla göz ardı edemezdim.

Arabayı tamamen durdurup indim. Adımlarım cami avlusunda son buldu. Bu neyin nesiydi, nasıl bir çekimdi anlamadan burada bulmuşsam kendimi belki de bir şeyleri görmezden gelmek en doğrusuydu. Yağmur şiddetini her dakika arttırmaya başladı. Kaç dakika kaldığımı bilmeden yağmurun altında bekledim. İçeriden çıkan yığınla insanla bir kenara sindim. Hepsi dağılınca adımlarım camiye doğru çekti beni. İçeriye girme cesaretim yoktu. Kapının önüne bir köşeye çekilip oturdum. İçeriden gelen sesle olduğum yere daha çok iliştim. Soğuktan titresem de burada durmak ister gibiydim. Bu yaptığım saçmalıktı, bu yaptığım mantıksızcaydı. Bunu yapmamalıydım, bu benim fıtratıma tersti hem.

Sesin verdiği hissiyatla ne olduğumu anlamadan duraksayıp sadece dinlemek istedim. Müslümanların okuduğu kitap olan Kur'an'dı bu. Küçükken benimle ilgilenen dadım okuduğunda görüyordum daha çok, sonra ise babam kadının Müslüman olduğunu görünce işten çıkarmıştı. Oradan aklımda kalmıştı.

Bir müddet sese odaklandım. Sesteki nağme saçma bir şekilde etkiliyordu beni. Kalbime işleyen bu nağmeyle sanki her şey yoluna giriyormuş gibi geliyordu; tabii bir müddet... İçimde kalan yarım bir hissi tamamlar gibi, yüreğimde birikmiş sıkıntıyı yok etmek ister gibiydi. Uzak olduğum bu nağme neden bana bu kadar güzel geldi ki? Cezbediciydi, sanki bu gecenin bütün sıkıntısı şu saniyeler arasında kayboluyordu. Ve ben ilk defa kendimi iyi hissediyordum. Bir ya da iki kere dinlediğim bu sese en çok bu gece kapılıyordum. Ya da ben öyle sanıyordum. Belki de yaşadıklarımdan ötürü böyle hissediyordum. Babamın anlattığı gibi değil kendi hissettiğim gibiydim bu akşam.

Merdiven köşesine oturup bedenimi birbirine kenetledim. Kulağıma ilişen sesi dinledim, dinledikçe kalbimdeki sızı yok oluyordu. Kollarımı dizime sarıp, başımı kollarımın arasına gömdüm. Hıçkırıklarım artarken birden başucumda oluşan sesle başımı kaldırdım. Ağlamaktan acıyan gözlerim önce karşımdaki kişiyi zor seçti, sonra onu gördü. Bunu beklemiyordum.

"İyi misiniz?" Yüzüne vuran sokak lambası ile başımda dikilen kişiyi tanımam güç olmadı. Zifiri karanlık gözleri beni bulduğunda çok beklemeden indirdi bakışlarını. Bu o adamdı, gece gözlü adam. İsmini bilmesem de ona verdiğim en güzel addı belki de bu. Sesim çıkmıyordu, konuşacak mecalim kalmamıştı belki de. Gözyaşlarım ise ardı ardına akmaya devam ediyordu. Başımı olumsuzca salladım. Berbat hâldeyken iyiyim diyemezdim. Artık birilerine kendimi iyi göstermekten yorulmuştum belki de. Paramparçaydım… En sonunda bana yaklaştı ve elinde duran şemsiyeyi gelip köşeye koydu. Açık olan şemsiyeden bakışlarımı çektim.

"Çok ıslanmışsınız, fazla durmayın burada." Sesi davranışına tezattı. Soğuk çıktığı için kalbimi sızlattı. Bu daha fazla parçalamıştı beni. Etkilendiğim bu ses en azından bana iyi hissettirir diye düşünmüştüm fakat o ses birkaç dakika öncesinde kalmıştı. Şu an konuşsa kalbim acıyacak kadardı. "Ben sizi dinledim, okuduğunuz Kur'an'dı değil mi?" Başını sallayıp, "Evet," dedi. Kesinlikle o okumuştu bunu anlayabiliyordum. Kaşları çatıldı. Beni anlamak ister gibi bakışlarını üzerimde odakladı. “Kötüyseniz yardımcı olabilirim. İsterseniz arkadaşlarınızdan birini arayabilirsiniz.” Başımı iki yana salladım, kimseyi aramak istemiyordum. Bir müddet sonra yüzü kaskatı kesildi. Yardımını istemediğimi anlayınca yanımdan ayrılıp gittiğinde ben de şemsiyeyi alıp peşinden gittim. O da ıslanıyordu, bunu pek umursamıyordu. Hatta şemsiyesini bile bana vermişti. Bir yabancıya bunu neden yaptığını anlamıyordum. Bana hep başından savmak ister gibi davranıyorken bu yaptığına anlam veremiyordum.

"Durur musun?" Sesimle duraksayıp ardına dönmeden öylece bekledi. Yanına gittiğimde sadece o soğuk bakışlarını görebiliyordum. Her zamanki gibi bunu istemiyordum. "Bana bu rastlantı artık normal gelmiyor." Konuşmadı. Kollarımı birbirine kenetleyip titremi engellesem de pek faydalı olmuyordu. "Adın neydi?" Cevap vermedi, ah bu kadar mı berbat durumdaydım? Yağmurun yüzünü ıslatışını seyrettim. Saçlarının ucundan damlayan yağmur çoğu kere kirpiklerinde asılı kalıyor oradan yanağına süzülüyordu. Bu güzel görüntü içimi sıcacık etti. O benden kaçsa da ben oturup yüzünün güzelliğine dalıp gidebilirdim.

Yüzünde hiç anlayamadığım bir ifade vardı. Ona baktıkça insanın içini ferahlatan bir parlaklıktı bu. Hayatın bana sunduğu bu çirkinlikte belki de bu an beni o çirkinlikten kısa bir an arındırıyordu. Bu yüzdendi belki de ona kapılmam.

"Hanımefendi hava yağıyor ve siz de ıslanmışsınız gidin isterseniz." Dedikleri ile dudağımı büzdüm, yanımdan gidişini izlemek fazlasıyla kırıcıydı. Şimdi başka bir erkek olsa çok farklı davranırdı. Ama gece gözlü adam bana bir kere bile bakmamıştı. Peşinden koşup kolunu tuttum. Bakışları elime kaydığı an ateşe dokunmuş gibi kolunu elimden geri çekti. Öfkelendi ama bir şey demedi. Hayır yani ben kötü bir şey yapmıyordum ki, bu tepki fazla değil miydi?

"Sana sadece soru sordum. Öfkeleneceğin bir şey yapmadım ki." Sesim küçük bir çocuk gibi çıktı. Gözlerini kapatıp nefeslendi. Benden kurtulmak ister gibi bir hâli vardı. Oysa ben burada dursa saatlerce sohbet edebilirdim onunla. Sessizliğinin arkasında nasıl bir adam vardı merak ediyordum. Bunu neden merak ettiğimi bile bilmiyordum ama bu sanki ona karşı bir çekim gibiydi.

"Ben de size hâlinizi söyledim, bu hâlde neden burada olduğunuzu sormadım." Başını iki yana sallayıp yanımdan geçip gitti. Bu çok can yakıcıydı. Öfkelenmesi saçmaydı. Alt tarafı adını söyleyecekti, bu zor olmamalıydı.

Şimdi ne yapacaktım? Barış bu hâlimi görürse kesin kızardı. Yine de tek gidebileceğim yer onun eviydi.

Loading...
0%