Yeni Üyelik
9.
Bölüm

IX. GEÇMİŞİN YÜKÜ

@rumeysadoganm

Ölüm sessizliği oluşur bazen, ona temayül edersin ve hiç ummadığın an da kapısı aralanır. Yakıcı bir soğukla ürpermek gibidir bu. Titremeye gelemezsin! Acılarını bir kenara atıp devam edemezsin yoluna. Onu bir köşene gizlemekle kalırsın. Unuttum dersin unutamazsın, öldüm der yine yaşarsın. Kara bulutlar üşüşür yüreğine, zihnin feveran eder sen susarsın. Yüzüne çarpan gerçeklerle bir uzvunu yitirirsin. Kalbinle aklını bir tutarsın hep. Kurtuluşun irtihaldir ama onu bile başaramazsın. İçinde biriken canhıraşla kalırsın ancak. Deprem olur zihninde ve sen o depremin enkazında kalırsın.

Kapının açılması ile istifimi bozmadım. Kimin içeriye girdiği umurumda bile değildi. Yavaşça sandalye çekildi yanıma. Nemli gözlerim yanımdaki kişiyi buldu. Eve nasıl girmişti bilmiyorum, fakat sormadım. Büyük ihtimal evde çalışanlardan başka kimse yoktu.

Uzun uzun hâlimi inceledi. Bakışlarında hüzün vardı. İkimizde sessizdik. Elimi tutup zoraki şekilde tebessüm etti. Kaç gündür telefonlarını açmadığım için buraya gelmiş olmalıydı. Yorgundum, ona karşılık vermeyi başaramıyordum. Kendimi sessizliğe hapsetmiştim. Düşünmeyeceğime dair kendime kaç kere söz versem de olmamıştı. Daha doğrusu bu hâlimin sebebi ailemdi. Geçen gece yaşadığımız tartışmada bu raddeye gelmiştim. O günden beri şirkete gitmiyordum.

"Şu an sana yardımcı olmayı çok istiyorum. Ama izin vermiyorsun." Dediklerine karşılık vermedim, vermeyecektim. Bunun cevabını düşünmek istemiyordum. Sertçe yutkunup gözlerimi usulca kapattım. Ruman sadece bana bakıyordu. Bir karşılık beklemiyordu.

“Yapma böyle, biri için kendine bunu reva görme.” Sustum. Sadece sessizlik istiyordum. "Tamam, konuşma ama beni dinle olur mu?" Çantasından çıkardığı kitabı açtı. Bilmediğim bir dilde bir şeyler okuyup tekrar Türkçesini okudu. Okuduğu Kur’an’dı. En son Hamza’nın sesinden dinlemiştim. O gün de kötü bir hâldeydim. Şimdi Ruman okuyor ve yine kötü hâldeyim.

“Çaresizlik tuzağına düşme. Her zaman bir umut ışığı olduğunu aklından çıkarma. (Onlar; başlarına bir musibet gelince, "Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na döneceğiz" derler.) "Bakara-156"

Okuduğu şeyle meraklı bakışlarım yüzünde dolaştı. Bana tebessümle bakıp, "Her şeyi atlatacaksın Aymira," dedi, ben de ona aynı şekilde tebessüm ettim. Kitabını çantasına koyduğunda içeriye hızla giren annem öfkeyle Ruman’a baktı. O da duymuş olacak ki öfkelendi. Anneme bakmamla dışarıdan yeni geldiğini anladım, demek ki Ruman’ın buraya geldiğini bilmiyordu.

"Çık odadan," dedi öfke tılsımıyla. Annemin ilk defa bu kadar öfkelendiğini gördüm. Ruman sakince oturduğu yerden kalkıp çantasını aldı. Gidecekken elinden tutup durdurdum.

"Onunla bu şekilde konuşma anne." Adımlarını bize çevirmesiyle ayağındaki topuklu ayakkabının rahatsız edici sesi daha çok ilişti kulaklarıma. Ruman’ın karşısında durup elini elimden çekti. Kolundan tutup odadan çıkardığında kalkmaya çalışsam da baş dönmemin verdiği sendeleme ile kalkamadım. Başıma saplanan keskin ağrı ile başım tekrar yastıkla buluştu. Dışarıdan gelen sese bakacak olursam annem öfkesini Ruman’a kusuyordu. Yatak başlığından tutunup zoraki şekilde bedenimi yataktan kurtardım. Adımlarım gitmemem konusunda ısrarcı olsa da bunu pek takmadım. Kapıyı açıp yanlarına gittim, ikisi de bana baktı. Kapı pervazından tutunup kendimi biraz daha dayadım kapıya.

"Kızım niye kalktın ayağa?" Anneme öfkeyle baktım ve sinirle, "İyiyim ben," dedim.

"Ruman, annem adına özür dilerim." Annemin bakışları Ruman’a münhasırdı. Elinde olsa daha fazlasını yapabilirdi. Ruman önemli değil gibisinden başını salladı. Veda edip ayrıldığında ben de odaya tekrar geri döndüm. Annem peşimden hızlıca gelip karşımda durdu. Eli ile kolumu kavrayıp sesini yükseltti.

"O kızdan uzak duracaksın Aymira, gerekirse şirketteki işine de son vereceğim."

"Sakın anne, böyle bir şey yaparsan yüzümü göremezsiniz." Annem konuşmaya çalıştı fakat onu susturdum. Bu kadarda yapamazdı. Beni bununla tehdit edemezdi. Söz konusu Ruman’sa buna engel olurdum. Artık rezilliklerine katlanamıyordum.

"Anne çıkar mısın, yalnız kalmak istiyorum." Yanıma yaklaştığında elimi kaldırıp durması için işaret yaptım. Ona verdiğim tepkilerle bozuldu. Bunda en büyük etken kendisiydi. Son kez bakıp odadan çıktı.

...

Çenemi el ayama dayayıp dışarıda yağan yağmuru izlemeye başladım. Duygularımın fütursuzluğunda kaybolup gidiyordum. Duygularım riyakârdı bu konuda. Bazen Hamza ile bazen de mantığım ile hareket ediyordu. Buna çare bulamıyordum. Kendimi ikna edemiyordum belki de. Geçen gün Hamza’nın şirketten ayrıldığını hatta başka bir şehre taşındığını öğrendiğimden beri hissizdim. Bu hissizlik büyük bir boşluk bırakıyordu. Artık hiçbir şey için çabalamıyordum. Belki de annemler haklıydı. Belki de o evden uzaklaşmak benim için en iyisiydi.

Çalan telefonuma uzanarak elime aldım. Arayan Ruman'dı. Her ne kadar kimseyle konuşmak istemesem de onunla konuşmak bana iyi geliyordu.

"Efendim," dedim soğuk bir o kadarda istekli bir dille. Ona yakın olmayı ve sadece ona içimi dökmeyi istiyordum. Bir o kadar da kaçıyordum.

"İyiysen kahve içelim mi diyecektim?"

"Olur," dedim atikle. Bu evde kaldığım müddetçe daha kötü olacağımı biliyordum. Özellikle ara ara annemin gelip bana ithamlarda bulunması artık canımı yakıyordu. Ayağa kalktım ve dolabın başına geçtim. Üzerime rahat kıyafetler giyip odadan çıktım. Annemle babam kendi hâllerinde bir şeylerle uğraşıyorlardı, bu yüzden beni görmediler. Onlara bir şey demeden yavaşça evden çıktım. Anneme desem bunu engellemek için elinden geleni yapardı. Arabaya geçip rotamı söylediği konuma çevirdim.

Geldiğim yer küçük bir kafeydi. Arabadan inip kafeye girdim. Ruman beni gördüğünde eli ile işaret yaptı. Yanına gittiğimde kucaklaştık. Karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum.

"Geçen gün için çok özür dilerim Ruman." Elimi kavrayıp tebessüm ettiğinde bile rahatlayamıyordum. Ruman çok farklı bir kızdı, onun üzülmesini istemezdim. Şimdi de beni hissettiklerinden uzak tutuyordu. Bunu yapmamalıydı…

"Olsun, pek takmadım canını sıkma sen." Çayımdan bir yudum alıp çekingen şekilde Ruman’a baktım, soracağım soru beni zora sokuyordu. Bunu duymaya hazır mıydım bilmiyordum ya da duymak istiyor muydum onu da bilmiyordum.

"Hamza," dedim ismini dudaklarımda acıyla dökerek. Dudağını ısırıp başını pencereye çevirdi. Onun düşüncelerine ulaşmak zordu.

"Sen nasıl oldun?" Lafı değiştirmesi beni üzse de bunun benim içinde iyi olacağını biliyordum. Zaten sormam hataydı.

"İyi olmaya çalışıyorum işte.”

"Peki sebep o mu?"

“Hayır, yani tabii üzüldüm ama başka bir mesele benim ki. Boş ver.” Anlayışla başını salladı. Ruman’da ayrı bir davranış vardı. Bazen Hamza onu yönlendiriyormuş gibi hissediyordum. Belki ben kuruntu yapıyordum bilmiyorum. "Ben senin her şeyi anlatmanı istiyorum Aymira. O gece olaylar olmuş ama kimse bir şey demedi."

"O yüzden gitti değil mi?"

"O da var ama tek sebep bu değil." Başımı iki yana sallayıp, "Boş ver," dedim. Ben boş vermiştim artık. Ona dair hiçbir şey bırakmamıştım, kalbime bir gün söz geçireceğimden emindim.

"O gece nişanlandım, daha doğrusu canım ailem için kendimi feda ettim!" En sonunda dayanamayıp anlattım. İçimi dökmeye ihtiyacım vardı belki de. Dediklerim ile kaşlarını havaya kaldırıp, "Bilmiyordum," dedi. Bir şey demedim. Zaten diyecek bir söz yoktu artık. Ben bunları düşünmezken açıklama yapmakla uğraşamazdım. En önemlisi de hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordum bundan sonra. Gülümsedim.

“Yani anlayacağın beni hasta eden ailem.” Buruk bir tebessüm ne kadar acı vericiyse o kadar acı veriyordu. “Hem buraya kafa dağıtmaya geldim, anlattırdıklarına bak.” O benim aksime durgundu. Başka konulardan laf açmak uzun sürmedi. Ruman annesinin kendisine kurduğu oyunları gülerek anlatıyor, keyfimi yerine getirmeye çalışıyordu. Başarılı oluyordu ve ben Kevser teyzenin yaptıklarına şaşırıyordum. En azından kızının hislerini düşünmesi güzeldi.

“Yani anlayacağın, anneme göre evde kaldım.” Kıkırdadım. O da pek ciddiye almıyor, bu hâline gülüyordu.

“Sen de hiçbiriyle görüşmeden reddetmişsin, haklı kadın.” Kaşları havalandı. Elime çimdik atıp, “Hani benim tarafımdın,” dediği an gülüşümü bastıramadım. “Şaka bir yana. Biraz hayatımı düzene sokmam lazım Aymira. Hazır hissetmiyorum ki hiç.” Evliliğe nasıl bakmam gerektiğini ben de bilmiyordum. Beni mecbur bırakmasalar belki ben de evliliği şu an düşünmezdim. Saatine baktıktan sonra, "Benim kalkmam lazım artık," dedi. Beraber çaylarımızın son yudumunu içip kalktık.

"Seni bırakayım istersen?"

"Uğramam gereken yer var ama önce camiye gitmem lazım sonra oraya uğrayacağım."

"Olsun ben de zaten eve gitmek istemiyorum. Seni bırakıp oradan geçerim."

"Tamam, önce namaz kılmam lazım." Başımı sallayıp en yakın caminin oraya geçtik. Ruman içeriye girerken ben de kapıda bekledim. Hava kararmaya başlamıştı iyice. Oturduğum yerden kalkıp ileride duran köpeklerin yanına geçtim. Daha yeni doğmuşlardı ve beni gördüklerinde korkmuşlardı. Daha fazla yaklaşmayıp yanlarından uzaklaştım. Birkaç adım attığımda içeriden gelen sesle odak noktam değişti. Kapıya yaklaşıp sesi dinlemeye başladım. Sertçe yutkundum ses karşısında, bu sesi duydukça Hamza geliyordu aklıma. Camide karşılaştığımız günü düşündüm. Zaten bu camii karşılaştığımız camiydi. Sahile yakındı, bu yüzden sık sık karşılaşıyorduk. Şimdi ise o uzakta bense burada o hatıralarla yüzleşiyordum. Yine de dinlediğim bu ses ve bu nağme onu biraz olsun unutturmaya yetmişti. Gözlerim kapandı, sesin beni bu kadar etkilemesini beklemiyordum.

"Gidelim mi Aymira?" Ruman’ın sesiyle düşüncelerimden çıkıp ona döndüm. Zaten o ses de kesildi. Beni bekleyen gerçek dünyaya inat o sesi daha fazla duymak isterdim. Bu çok değişikti, neden böyle olduğunu da bilmiyordum. Sanki eksik yanım bu sesle tamamlanıyor ve içimdeki huzursuzluk yok olup gidiyordu. Başka bir şey demeden yürümeye başladım. Aklım camideydi. Yeniden duyabilir miydim bu sesi muammaydı. İkimizde sessizleştik. Ruman benimle bu konuları konuşmak istiyordu ama çekiniyordu, ben de konuşmasını istemiyordum zaten. Yeni bir hayatı istemiyordum belki de.

Geldiğimiz yer küçük bir sahaftı. Ruman çantasını arkadan alıp, "İstersen sen de gel," dedi. Teklifini kırmadan kabul ettim. Bugün Ruman’a uyacaktım anlaşılan. Şikâyetim yoktu, hatta onunla bir şeyler yapmayı seviyordum. Beraber arabadan indik ve içeriye girdik. Orta büyüklükte bir dizayna sahip olan sahafı kısaca inceledim. Kitapların ağır bastığı yer fazlasıyla düzgündü. Kitaplıkların hepsi ahşaptı ve eski cilt kitaplar kitaplıkta yerini almış, bazı kitaplar ise düzenlenmeyi bekler gibi yerdeydi.

"Selamun aleyküm Hacı dedem." Ruman’ın sesini duyan yaşlı adam bize bakıp kocaman gülümsedi.

"Ve aleykümselam güzel kızım, hoş geldiniz." Ruman yanına gidip elini öptükten sonra çantasından çıkardığı kitabı yaşlı adama uzattı. Adam kenardan tutup dikkatlice kitabı aldı.

"Hamza abi bunu sana emanet etmemi söyledi, senden başkasına güvenemiyor biliyorsun." Dedesi güldü, burnuna indirdiği gözlükle önce kitaba sonra ise gözlüklerinin üstünden Ruman’a sonra bana baktı.

"Emaneti güvenilir elde, en kısa zamanda yırtık yerlerini yapıp iade ederim." Kitabın cildi eskiydi ama çok yıpranmamıştı. Sanırım yıpranan yerler tamir edilse yeni gibi olacaktı.

"Tamam Hacı dedem, artık bir çayını içeriz," deyip hafiften gülümsedi. "Sen istersin de söylemez miyim?" Hacı amca kitabı özenle köşeye koyuşuna kadar izledim. O kadar sakindi ki tavırları, Hamza’yı anımsattı bana.

İkisi de gülüştükten sonra Hacı dede dediği kişi, çay söyledi. Ruman bana döndükten sonra, "Hacı dede baba tarafından benim dedem, Hamza abinin de akıl hocası gibi biridir," demesi ile anlamışçasına başımı salladım.

"Hanım kızımız kim?" Hacı amcanın sorusuna Ruman cevap verdi. Bense sessizce oturuyordum.

"Çalıştığım şirketin sahibinin kızı," demesi beni pek iyi hissettirmemişti. Ben sadece biri olmak istiyordum. Hacı amca bir şey demedi. Çaylarımız gelene kadar etrafı inceledim. Ruman da dedesiyle sohbet ediyordu. Beni ilgilendiren pek kitap yoktu, çoğu dini kitaplardı. Parmaklarım meal denen kitapta takılı kaldı. Bunu biliyordum. O an bu kitaba dair ufak bir kıpraşma oldu içimde. Sanki onu almam konusunda beni kendine çekiyordu. Alıp almama konusunda tereddüt ettiğim esnada önüme uzanan kitaba baktım, amca bana kitap uzattı. Anlamsız gözlerle kitaba bakıp elinden aldım. Bu baktığım mealin aynısıydı. Bir de yanında tefsir yazan bir kitap vardı. Bu ikinci kitabın ne olduğuna dair bir fikrim yoktu. Merakla amcaya baktığımda yüzünde ferahlatıcı bir gülümseme oluştu. Öyle güzel gülümsüyordu ki içimde biriken bu perme perişan histen uzaklaşıyordum. Alıp almama konusunda tereddütsüz kaldığımda kitabı geri uzattım. Kabul edemezdim. Okumayacağım, işime yaramayacak olan bu kitabı alamazdım.

"Ben bunu alamam," dedim onu kırmamak adına. Bunu alıp ne yapacaktım ki hem?

"Ricamı geri çevirmeyeceksin değil mi? Hem sahafımıza gelen herkesin nasibi bu kitap." Dudağımı dişledim istemsizce. Kitapları alıp çantama koydum. Gülümseyerek teşekkürlerimi sıraladım. Her ne kadar okumasam da böyle güzel tebessüm ederken geri çeviremezdim. Çalan telefonumun sesi ile yanlarından uzaklaşıp ekrana baktım, Oğuz'un aradığını görmemle öfkeyle nefesimi sertçe soludum. Aramayı reddedip cebime soktuğumda tekrar çaldı. Geri çıkartıp kapatacakken bu sefer Barış'ın aramasını görmemle açıp, "Efendim yakışıklım," dedim. Sesinde endişe vardı, en önemlisi de merak vardı. Bense hiçbir şey belli etmemek adına sesimi oldukça dinç tuttum.

"Neredesin Aymira? İyi olmadığını duydum yanına geleceğim." Göz ucuyla içeriye bakıp, "Küçük bir sahaftayım," dedim. Son zamanlarda bendeki değişim Barış’ı şaşırtıyordu. Lakin kendimi böyle iyi hissediyordum.

"Orada ne işin var?"

"Bir arkadaşla geldim, sana konumu atayım buraya gel."

"Tamam," dediğinde mesajdan konumu attım. Ruman'ın yanına gidip oturdum. Önündeki kitaba dikkatli şekilde bakıyordu. Elindeki boşalmış çay bardağını kitabın yanındaki boşluğa bırakıp bana döndü.

"Gidelim istersen."

"Biraz bekleyebilir miyiz? Bir arkadaş gelecek, onunla döneceğiz eve." Bir şey demeden önündeki kitaba geri döndü. Göz ucuyla kitaba baktığımda benim duyabileceğim bir sesle; "Ve onları kötülüklerden koru. O gün Sen, kimi kötülüklerden korumuşsan, gerçekten ona rahmet etmişsin. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur," diyerek gülümsedi.

"Mü'min suresi 9. ayet." Tepki vermediğimde kitabı kapatıp telefonunu cebinden çıkardı. Tepki vermemem onu üzmüştü. Ama ben o okuduklarını bir bir düşündüm. Gerçekten dediği gibi miydi her şey? Bunu bilmeli miydim, öğrenmeli miydim? Ya öğrendiklerim gerçek değilse? Şüphe tohumlar bir bir içimde filizlendikçe ben daha fazla boğuluyordum. Ya onlarınki gerçekti ya bizimki. Eğer onlarınki gerçekse bu zamana kadar kandırılmamın hesabını nasıl verir ailemi nasıl affederdim. Ona doğru hareket edecekken "Aymira," diyen sesle elim havada kaldı. Barış'ın sesi ile ayağa kalkıp arkama döndüm. Önce bana bakıp ardından sahafı inceledi. Burayı benim gibi ilk defa görüyor olmalıydı.

"Gelsene." Dediğimi yapıp kapıdan içeriye girdi. Önce Hacı amca ile tokalaşıp akabinde bana döndü. Barış’ın endişeli hâlini bana bakarken görebiliyordum. Bana bakarken nasıl korku içerisinde olduğunu anlayabiliyordum.

"Hazırsan gidelim mi? Benim araba ilerideki tamircide kaldı. Buraya girdiğimde bozuldu." Başımı olumlu şekilde sallayıp köşedeki çantamı aldım. Barış bir yandan etrafı inceliyor, bir yandan da sabırsız bir eda ile çıkmamızı istiyordu. Onu bekletmemek için acele ettim.

Şu andan uzaklaşıp eve gitmek zulüm gibiydi. Annemin baskılarından uzaklaşmaktı amacım. Evim bildiğim yer bile bana yabancı geliyordu artık. "Ruman, gidelim mi artık." Ruman oturduğu yerden kalkarak kitabını çantasına koydu. Ben de Hacı amca ile veda edip hediyesi için tekrar teşekkür ettim. Gidebileceğimizi söyleyen Ruman yanımda duran Barış'la göz göze geldiklerinde hızla bana dönüp, "Siz gideceğiniz yere gidin, ben sizin yolunuzu uzattırmayayım," deyince sahte bir kızgınlıkla, "Öyle şey mi olur, geçerken seni de bırakalım eve," dedim. Geçmemiz için yer veren Barış’tan önce Ruman ve ben çıktım. Barış elimden anahtarı alıp, "Arabanın hızını denemem lazım," demesiyle gözlerimi kısıp, "Arabama laf ettirmem," dedim. Elindeki anahtarı salladığı an bir çılgınlık yapacağını anladım. Ruman kilidi açılan kapıdan sessizce girdi.

Arabaya geçtiğimizde Ruman’a baktım, Barış'tan çekindiği belliydi. O da Hamza gibiydi. Birbirlerine bu kadar benzemeleri tuhaf hissettirdi.

"Bu arada Ruman bizim şirkette çalışıyor, sizi tanıştırmadım değil mi?" Barış aynadan Ruman’a bakıp, "Hayır tanıştırmamıştın," dedi. Gözü Ruman’daydı. “Ama ben sizi gördüm.” Aynaya bakarak Ruman’la konuştu. Ruman merakla Barış’a baktığında Barış, “Şirkette görmüştüm, restoranda. Haldun abi ile kahve içiyorduk o zaman, siz de yemek yiyordunuz. Dikkat etmemiş olabilirsiniz,” dediğinde Ruman fazla üzerinde durmadı. Bense şaşırdım.

“Sen ne zaman gelmiştin, hiç haberim olmadı.”

“Sen evdeydin,” dedi önemsiz bir şeyden bahsediyormuş gibi. Ama meselenin ben olduğunu biliyordum. Anlatmıyordu ama ben anlıyordum. Önüme dönmemin ardından merakla, "Ne oldu arabana?" diye sordum.

"Motorunda sorun varmış, mühim bir şey yok."

Barış önüne dönerek, "Ne tarafa?" deyince yolu tarif ettim. Sessizce geçen yolculuğumuzda Barış'ı inceledim. Ara ara aynadan Ruman’a bakması gözümden kaçmadı. Ruman ise ara sıra telefonuna bakıyor, bazen de pencereden dışarıyı seyrediyordu. Evinin önüne geldiğimizde, "Hayırlı akşamlar," deyip arabadan indi. Camı açıp başımı Ruman’dan tarafa çevirdim. Bana yaklaşmasıyla diyeceklerimi duymak için bekledi. Ona minnettardım. Bugün evde kalmak yerine onunla zaman geçirmeyi tercih etmemle kendime ne büyük iyilik etmiştim.

"Bugün çok iyi geldi, teşekkür ederim."

"Rica ederim, ne zaman istersen yaparız yine. Görüşürüz." Evine geçtikten sonra biz de sessiz kalan yolculuğumuzu tamamlıyorduk. Barış’ın bu tavrı beni iyi hissettirmiyordu. Birilerinin benim hâlime üzülmesinden ziyade anlamasını istiyordum. Bu da bana soru sormak yerine hiç konuşmamaktan geçiyordu. Yine de hiçbir şey olmamış gibi Barış'a dönüp, "Bir sıkıntı mı var, moralin bozuk gibi," dedim. Sanki meselenin ben olduğunu bilmiyordum. Bana bakıp, "Senin bu hâlin canımı sıkıyor, annen durumdan bahsedince yanına geldim işte," demesi gülümsetti. Beni düşünen birinin olması hoşuma gidiyordu. En azından soru sormadı, bu da benim için kıymetliydi. Çünkü beni anlıyordu.

"Hamza gitti." Sesim oldukça moralsiz çıktı. Terk edip gitti. Bir enkaz bırakarak, ne olacağını umursamadan çekip gitti. Kırıp dökerek, sessiz sedasızca terk etti. Barış kaşlarını çattıktan sonra, "Onu gördüğüm ilk yerde döveceğim," demesi burukça tebessüm ettirdi. Ne değişirdi ki hangi ifade ona bu sözlerimi haklı kılabilir? Bütün suçlu benken hangi sözüm onu suçlayabilir? Suçlayamazdım, ben sevmiştim onu, o değil… Benim yüreğim sahiplenmişti onu, o değil… Bu yüzden suçlu varsa ortada, o bendim. O, hiçbir şey yapmamıştı ki; ağır sözleri haricinde. Zaten bunu da kimse bilmiyordu, bilmesindi.

"O inançlarını yaşıyor Barış. Asıl suçlu benim, onu sevmem büyük yanlıştı." Elini kucağımda birleştirdiğim elime koyup, "Yine onu koruyorsun farkında mısın?" dedi. Omuz silkip başımı yan tarafa çevirdim. Kimseyi korumuyordum. Kendi hislerimin cezasını yaşıyordum sadece. Hamza ismini duymam ne ifade ederdi artık bilmiyorum ama o artık yoktu. O artık bir hiçti ve ben bu sevdanın en büyük mağlubuydum. Korumak değildi benim yaptığım, gerçekleri itiraf etmekti. Hamza ve ben diye bir şey olamayacağını ta baştan beri bilmeliydim. Hamza gitmişti, tamamen yok olmuştu hayatımdan. Onu unutabilir miydim bilmiyorum ama kalbimde bir yerde sızısı hep duracaktı. O yokken nasıl olurdum bilmiyorum ama o yokken onu unutacağımdan emin değildim. Yine de göz görmeyince gönül alışırdı.

...

Arabanın kaputuna oturup karşıdaki boşluğu seyre durdum. Önüme uzatılan kahveyi alıp, "Ne konuşacaksak konuşup gidelim," deyince Oğuz da benim yanımda yerini aldım. Yan simasını inceledim. Oldukça uzun boyluydu, belki 1.90 falandı. Uzun yüzü sakalıyla bir ahenk içerisindeydi. Mavi gözlerini sarmalayan uzun kirpiklere sahipti. Kalın kaşlarının biraz yukarısına düşen kâkülleri Oğuz'u tanımayan birinin aklına masumane bir düşünce yerleştirebilirdi. Yakışıklıydı, birçok kızın hayallerini süsleyebilen bir yakışıklılığı vardı. Bu benim ilgimi çekmiyordu, onu sevebilme ümidim hiç yoktu.

Kahvesinden bir yudum alıp, "Babanın borçları evlendiğimiz gün silinecek. Fakat bunu fırsat bilip benden ayrılırsan o borçların sahipleri değil ben yakarım canını," deyince ürperdim. Kahvemi toprağa saçıp kutusunu elimin arasında büktüm. Yanan elimi umursamadan yanından geçip uzaklaştım. Peşimden gelerek kolumu kavrayıp gidişimi engelledi. Bana bakarken ki ifadesi acınasıydı. Ulaşamıyordu bana, bu da beni ona karşı daha güçlendiriyordu. Ve hiçbir zamanda bunu başaramayacaktı. Buna izin vermeyecektim.

"Bırak beni!" dedim sesimi daha çok yükselterek. O bundan zevk alırcasına daha da yapıştı bedenime. Kollarını gevşetip görüş alanıma girdi. Mavi gözleri gözlerimi hapsi altına aldı. Bundan hoşnut olmadığımı gösterircesine ona bakmamaya devam ettim. Çenemden kavrayıp kendisine bakmamı sağladı.

"Bu gözler başka birine bakarsa önce seni öldürürüm." Tehditkâr sözleriyle dudağım kıvrıldı. Şimdi başlıyordu bizim savaşımız. Nasıl acı çekilir, nasıl korkulur yüzleştirecektim.

"İstediğini yapabilirsin," dedim. Sesim oldukça emin çıktı. Artık yüzümde tek bir ifade yoktu. Benim kaybedecek tek bir şeyim kalmamıştı ama o beni her an kaybedebileceğini biliyor ona göre tehditlerini her gün hatırlatıyordu. "Öldürmen benim için iyilik olur. Bu yüzden seni hiçbir zaman sevmeyeceğim." Yüzü dediklerimle gerilse de pek belli etmedi. Belli etse de değişen bir durum olmayacaktı. Tehditleri beni korkutmuyordu. Zaten ölüm bana uğradığında bunu geri çevirmezdim. Hamza'yı ima etmesi ise nereden öğrendiğinin merakını yükledi zihnime. Ona bağlanan hayatım babamın armağanıydı. "Öyle bir şey olmayacak Aymira?" diye mırıldandı yüzüme doğru eğilerek. Bu yakınlığından hoşlanmayarak yüzümü yana doğru çevirdim.

"Ya olursa?" diye devam ettirdim sözlerimi. "Ben senin için kaybetme korkusu olmayan, satın aldığın bir mal değil miyim?" Sözlerim iğneleyici çıkıyordu her defasında ve bunda çekinecek hiçbir sebep bulmuyordum. Ona bu denli nefret kusmayı seviyordum. Tek kaşını kaldırıp öne düşen saçımdan bir tutam alıp oynamaya başladı.

"Buna sebep kılan sensin Aymira!" Saçımı ellerinden kurtardım, ben hiçbir şeye sebep olmamıştım. Belki istememe rağmen para uğruna hayatımı satın alabilirdi ama hislerimi asla! Bu yüzdende o sadece hırslarının ve bana ulaşamamanın öfkesiyle hayatını mahvedecekti. "Başka bahane bulman daha gerçekçi olurdu Oğuz," dedim lafı çarpıtarak. Onun yüz ifadesi hiçbir zaman değişmediği gibi yine beni yanıltmadı. Yüzsüzdü ve bundan zevk alıyordu.

"Bahane mi!" dedi sesindeki alaycı tonuyla. "Ben bahanelere sığınmam." Doğruydu o bahanelere sığınmazdı, istediği ne varsa bir sözüne bakardı. Parası olan güçlüdür sözü Oğuz için geçerli olmalıydı. Parasını kullanarak hayatımın merkezine kurulmuştu.

"Gitmek istiyorum artık." Cevap vermeyerek önden gidip şoför koltuğuna oturdu. Arabaya geçip sessizce yerime kuruldum. Ne o konuşuyordu ne de ben, aramızdaki münasebeti kendince halletmişti beni ise sessizliğe mahkûm etmişti. Bu mahkûmiyeti sadece Oğuz sağlamamıştı, buna ailemde ortak olmuştu. Evin önüne geldiğimizde çantamı alıp kapıyı açtım. İnmeme müsaade etmeden önce bileğimden tutup durdurdu.

"Bu sözlerimde ciddiyim, beni hafife aldığını görebiliyorum." Bileğimi hızla elinden çekerek arabadan indim. Onu arkamda bırakıp kapıya yaklaştım. Onunla hiçbir konuda anlaşamayacağımı anlayınca konuşmak yerine sadece susuyordum. Eve girdiğimde yine karanlık karşıladı beni, nerede olduklarını sorgulamadan odaya çıktım. Aklım karmakarışıktı. Oğuz'a mecbur olmak kadar iğrenç bir durum vardı ortada. Günler yaklaştıkça tedirgin oluyordum. Korkuyordum da... Kendimi sırt üstü yatağa atarak tavanla bakıştım. İnsan büyüdükçe dertleri de artıyordu. O dert büyüyor, dağ gibi oluyordu.

Babam kumar illetinden bahsetmemişti bize hiçbir zaman. Onun kumar oynadığını da bilmiyordum ya. Kaybettiği ve borçlandığı para oldukça fazlaydı. Bu borcu tefecilerden aldığı parayla kapatmak isterken asıl iğrenç plandan haberi olmadığını söylemişti. Bunları ilk duyduğumda babama oldukça fazla öfkelenmiştim. Bu zamanda tefecilerle iş mi olurdu, hem tefeciden para almakta neydi? Babamın zekâsının altında yatan bu akılsızlığa sinirlensem de elimden gelen bir şey yoktu. Onu ancak ben kurtarabilirdim, Oğuz'la evlenmezsem babam ölebilirdi. O yaşasın diye de ben ölecektim. Fakat beni kurtaran hiç kimse olmayacaktı.

Loading...
0%