Yeni Üyelik
5.
Bölüm

V. UMURSAMIYORSUN

@rumeysadoganm

Kapanan gözlerimin arkasında perdelediğim bir hayalle usulca gülümsedim. Kulağıma ilişen kuş cıvıltıları, dudağımın kenarına konan hüznün matemi... Bir kez daha sitemliydim, haksız sayılmazdım belki de...

Gözlerimi açtım, kendi cehennemimde kendime bir cennet kurmuştum kapanan gözlerimin ardındaki dünyama. Bir kaçış bin can çekişin bedeliydi oysaki. Ben, ödediğim bedellere rağmen bir umut vaat etmiştim kendime sadece. Oysa umudumun arkasında bana sunulan ölümden başka bir şey değildi. Yaşamayı beceremeyen Aymira, ölmeyi bile beceremezdi ki... Sessizliğimi kullanırdım ancak, bu benim acziyetim değil miydi zaten?

Oturduğum çimden kalkıp adımlarımın beni götürdüğü yöne doğru ilerledim. Caminin biraz uzağındaki yeşillikte birkaç saattir oturuyordum. Belki onu görürüm umudu vardı. Belki bu sefer onunla konuşma imkânım olurdu. O gece yağmurdan ötürü olmalıydı acelesi, şimdi ise konuşmamak için hiçbir bahanesi yoktu. Ama olmamıştı, görememiştim onu. Gelmemiş olmalıydı.

Telefonuma gelen bildirime birkaç dakika sonra bakmayı akıl edebildim. Mesaj annemdendi, üst üste aradığı telefonlara cevap vermediğimden bu sefer böyle daraltmayı başarıyordu.

“Neredesin? Gelmelisin ve kaçtığın konuyu konuşmalıyız. Böyle kaçamazsın Aymira.” Üst üste attığı mesajlarla çığlık atmak istiyordum resmen. Ve ardından Oğuz’dan mesaj… Resim atmıştı. Bu sefer şaşırmadım, bilakis Oğuz’dan beklediğim hamleler geliyordu artık. Yüzük almıştı, beğenip beğenmediğimi soruyordu. O günden kalma depresif hâllerim yeniden beni avucuna aldı.

Başımı gökyüzüne çevirdim ve kimseyi umursamadan bağırdım. Hiç iyi değildim. Açtım, uykusuzdum en önemlisi de başım dönüyordu. Son zamanlarda kendimi kahrettiğim yetmiyormuş gibi bir de baş dönmesiyle uğraşacaktım.

Bitkindim. Annemin bana yaptığı bu düşüncesiz muameleler nefes almamı zorlaştırıyordu. Hiçbir şeyi düşünmemek imkânsızdı. Benim de bir kalbim vardı, bir sabrım bir hayatım vardı. Bunu görmemeleri o kadar inciticiydi ki yürüdüğüm bu yol bile bana yalnızlığımı öğretiyordu.

Yutkundum. Boğazımdaki acı his gözlerimi doldurdu. Ne yapacaktım ben? Anneme söz anlatamazken onu nasıl ikna edecektim?

Yürüdükçe başım dönüyordu. Camiye yakın olduğum için ister istemez kalabalık daha fazlaydı. Bu da beni boğuyordu. Sanırım namaz vaktiydi ve benim gözlerim onu arıyordu. Aradığını da bulmuştu. Karşıdan gelişini izlemek istedim ama birden nefesim kesildi. İyi değildim. Hâlsizlikten ötürü düşecek gibi yürüyordum. Önce kendime gelmek adına duraksadım ama olmadı. Şiddetlenen baş dönmem gözlerimin kararmasına yol açıyordu.

“Hanımefendi iyi misiniz?” Yanımdan geçen orta yaşlardaki adama usulca başımı salladım. Adam, geçip giderken köşedeki tırabzana tutundum. İyi değildim ve gidip bir yerlerde nefes almalıydım. Olduğum yere oturdum. Nefes almaya çalıştım.

“Hasta mısınız?” Duyduğum ses yabancı değildi. Bu hâlime kayıtsız kalmamıştı. Beni fark etmiş, yanıma gelmişti.

“Bilmiyorum.” Kararsız sesim boğuk bir hâl aldı.

“Hastaneye götürmemi ister misiniz?” Başımı iki yana salladım. Oturduğum yerden kalkıp ilerlemek istedim ama bir iki adım atmamla dayanamayıp köşedeki ağacın dibine istifra ettim. Sanırım üşütmüştüm. Beni bekler diye düşünmüştüm ama gitmişti. Zor da olsa ilerledim. Yanıma gelen araba biraz önceki düşüncelerimde yanılmama neden oldu. Önce arabadan indi daha sonra benim tarafa gelip arka kapıyı açtı. Binmemi beklediği için elimden geldiğince hızlı olmaya çalıştım. O ise beni sabırla bekliyordu. Zar zor bindiğim gibi nefes alış verişlerim güçsüzleşmeye başladı. O ise hızlıca camı açtı. Bir an bana dönmesi ile endişeli bakışlarına rastladım. O kadar kötü mü duruyordum? Bedenen düşünürsem bitap haldeydim.

“Hiç iyi gözükmüyorsunuz.”

“Neden böyle oldum bilmiyorum.” Arabayı hareket ettirmesi ile başımı cama yasladım. Uyumak istiyordum ama mide bulantısı ile ne kadar başarılı olurdum bilmiyordum. Saatler süren yolculuk trafikle bütünleşince ister istemez uyuyakalmıştım. Gözlerimi açtığımda ise hastane odasındaydım. Sanırım hastalık bana derin bir uyku bırakmıştı.

“Geçmiş olsun Aymira Hanım, nasıl hissediyorsunuz kendinizi?” Doktorun sözleri ve güler yüzü ile kendimi biraz daha iyi hissettiğimi fark ettim.

“İyiyim sağ olun. Ne oldu bana?”

“Üşütmüşsünüz ve tansiyonunuz düşüktü. Değerlerinize baktım şimdi, takviye almanız lazım. Değerleriniz çok düşük. Serum bitince çıkabilirsiniz. Ben gerekli reçeteyi Hamza Bey’e verdim.” Hafiften başımı sallamamla doktor odadan çıktı. Çok geçmeden serum bitmiş, hemşire serumu sökmüştü. Hamza dediğine göre, oydu. Sanki ilk defa bir şey öğreniyormuşum gibi heyecan yaptım.

Odadan çıkınca onu gördüm. Doktorla görüşüyordu. Adı Hamza'ydı. Hamza... Yüreğimde filizlenen bu fidana sımsıkı tutundum. Hamza... Nedendir bilinmez ama o soğuk adamın arkasında başka bir adam olduğunu hissediyordum. Yine de ona karşı nasıl adım atacağımı bilmiyordum. Onu tanımak istiyordum, onunla biraz zaman geçirmenin bana iyi geleceğini biliyordum.

Doktorla konuşması bitince beni gördü. Yanına doğru yürüyüp dibinde durdum. Onunla böyle yakın oluşumuz sanki dünyadan sıyrılıp başka bir gezegene yolculuk etmişim hissi yaşatıyordu.

"Seni işinden alıkoydum, kusura bakma." Başını sallayıp, “Önemli değil, şimdi iyisiniz değil mi?” dedi. Sanırım bugün o ters adam rolünü oynamayacaktı. Bu tavrını daha çok sevmiştim.

“İyiyim, sayende.” Bir şey demedi. Ben önde o arkada yürüdü. Aramızda epey bir mesafe vardı. Elleri cebindeydi ve yere bakarak yürüyordu. Hastane koridorunda tanışmıştık ama iki yabancıydık birbirimize. Onun adını öğrenişim onunla ilk tanışıyormuşum hissini yaşatmıştı. Bu da bir başka ihtimaldi.

Arkama döndüğümde dalgınlığına gelecek ki ona döndüğümü fark etmedi. Bu yüzden çarpışmaktan son anda kurtulmuştuk. Şu an birbirimize oldukça yakındık. Burnuma ilişen kokusu, harelerine ulaşan gözlerim bir an kendi rotasından şaştı. Öyle bir dipsiz kuyuydu ki kendimi kurtaramadığım bir hisle boğuşuyordum. Sanki bu yaşıma kadar onu beklemişim gibi bir anda kapılmıştım.

Hızlıca geri çekildi. Yüzündeki ifade beni paramparça etse de çok üzerinde durmadım.

"Taksi çağırdım, evinize kadar bıraksın sizi." Daha fazla geri çekildi. Kendisinin bırakabileceğini düşünmemeliydim zaten. Dediğini yapıp taksiye ilerledim. İkimizde sessizdik ve konuşulacak bir dünya mesele varken konuşmuyorduk.

Başka bir şey diyemeden taksiye binmemle o da kendi aracına geçti. Hareket etmesi ile aklımdan geçenler gülümsememi sağladı. Taksiciye öndeki aracı takip etmesini istedim. Belki saçmalıktı bu yaptığım ama yapma gereği duydum. Nerede oturduğunu, nasıl bir yaşam sürdüğünü öğrenmek istiyordum. Sapıklık değildi bu, sadece ona dair ne varsa bilmekti amacım.

“Aferin canım mantığım, aynen böyle devam.” İç sesime alkış tuttum. Gerçekten iflah olmazdım ben. “Ama ne yapayım, bakmasaydı bana böyle ben de ona böyle tutulmazdım.” Yine homurdandım ve, “Sanki bakmasa uslanacaktın,” dediğim an bu sefer kendime haklılık payı çıkardım. Omuz silkerek dediğimden vazgeçmedim. En azından aklımda kalacağına hamlede bulunmam sorun teşkil etmezdi.

Epey bir mesafeden sonra şirin bir mahalleye geldik. Bu mahalleyi biliyordum, arada bu yolu kullanıyordum. Hamza biraz ilerideki evin önünde durunca, taksiciye söylemem üzere evi görebileceğim şekilde bir uzaklıkta durdu. O an onu seyrettim. Arabasından inip hemen yan tarafında duran lüks olmayan müstakil bir eve doğru yürüdü. Evin bahçesini geçip kapıyı tıklattığında çok geçmeden kapı açıldı. İçeriden tahmini yirmili yaşlarında bir kız çıktı. Kardeşi olmalıydı. Hamza ile sarıldılar. Daha sonra Hamza ceketinin cebinden bir çikolata uzattı. Sevinen kızın yanağını sevimli bir şekilde sıktı. Demiştim; buz gibi olan adam sıcacıktı… İç çektim bu hâllerine. Şu an o kızın yerinde olmayı ne çok isterdim. İçeriye geçtiklerinde bütün manzaram bozuldu.

"Abla, burada mı bekleyeceğiz?" Bakışlarımı evden çekip, "Gidelim," dedim. Ben göreceğimi görmüş, öğreneceğimi öğrenmiştim. Evli değildi, en çok da buna sevindim. Bu hâlim resmen çocuk gibiydi. Bu yaşıma kadar hiç böyle bir çılgınlık yapmamıştım. Şoföre adresi verdiğimde rotasını bizim eve çevirdi. Başımı pencereye yasladım. Birden hayatıma giren bu adama neden böyle hisler beslemiştim? Oysa o beni görmüyordu bile. Kapılmamalıydım ona, yoksa üzülen yine ben olurdum. Daha ne kadar kapılabilirdim ki? Sapık gibi evini gözetlerken normal bir düşünceyle gelmediğimi elbette biliyordum.

"Hamza," diye fısıldadım. İsmi dudaklarımdaki gülümsenin nedeniydi. Gece gözlü adamın artık bir ismi vardı ve o isim kalbime olur olmadık heyecan yüklüyordu. İlk görüşte aşk saçmalığına tutulmuştum, neyi inkâr edebilirdim ki? Bu hissettiğim aşk olabilir miydi yoksa o an ondan etkilendiğim için mi böyle hissediyordum? Yaşadığım dilemma benden çok farklıydı.

Evin önüne geldiğimde taksiciye ücreti uzatacağım esnada, "Ücret ödendi," demesi ile şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Neydi şimdi bu? Beni umursamayan adamın hem taksiyi çağırması hem de ücreti ödemesi şaşırtıcıydı. Parayı geri cüzdanıma koydum. Başımı iki yana sallamam, iç sesimi susturamamam, zihnimi kontrol edememem şu anlık büyük bir düşmandı bana.

Arabadan inip eve girdim. Hızla odama çıkıp banyoya girdim. Evde kimsenin olmaması iyi olmuştu. Duş alıp üzerimi giyindim. Yorgun bedenimi yatağa kavuşturduğumda bedenen rahatlamış hissediyordum. Şu an sadece uyumak, uyuyup zihnimi dinlendirmek istedim. Gözlerimi kapatıp uykunun rahatlatıcı kollarına teslim ettim kendimi.

...

"Anne istemiyorum şirkette çalışmak falan, neden zorluyorsunuz beni?" Annem dediklerimle kaşlarını çatıp, "Zorlamıyorum," dedi. "Sadece bir şeyleri yoluna koy istiyorum. Her şeye itiraz ediyor ve beni çileden çıkarıyorsun artık." Sesi sertleşti. Netti, bunu her geçen gün biraz daha gösteriyordu. Şirkette çalışmam onlar için büyük bir avantajdı.

Dediğine alaycı bir kahkaha attım. Ben hayatı ne zaman yoluna koysam engel olan kendileri değilmiş gibi davranıyordu. "Bunu sen mi söylüyorsun sahiden?" dedim gülüşümü sonlandırarak. Annemin beni düşünüyor gibi yapmasına şaşırmıyordum. Annem istediğini yapmamı bu kadar diretirken geçmişten bu yana kendini hiç hesaba katmadı. Oysa o sadece benim olayları yoluna koymamı değil, o yolda kendine pay çıkarmayı istiyordu.

Eve geldiğinde en son gecede yaptıklarımı tartışmıştık. Bu tartışma saatler sürmüş ve en sonunda bana yine ne yapmam gerektiğini söyleyip odadan çıkmıştı. Şimdide şirket konusunu diretiyordu. Birbirimize o kadar çok ters düşmüştük ki ne o susuyordu ne de ben kendimi ifade edebiliyordum.

"Ben seninle dalga geçmiyorum." Oturduğum yerden kalkıp, "Ben de buna alışkın olmadığımı söylüyorum, bu zamana kadar beni düşünmediniz, şimdi ise hayatıma bir set çekiyorsunuz. Ben kendi kararlarımı veremeyecek miyim?" dedim beni anlamalarını umarak. Asla da anlamazlardı. Bundan sonrasında onlar için sınırı çizilmiş biriydim.

"O şirkette çalışılacak Aymira." Bu sefer bağıran babam oldu. İlk defa bana bağırıyor oluşu konuşmamı engelledi. Bu yaşıma kadar babamın bir kere bile sesini yükselttiğini görmemiştim, şimdi karşımda babam değil de başka bir adam var gibiydi. Gözlerim doldu, ağlamamak için alt dudağımı dişledim. İncitiyorlardı artık beni.

Babam ayağa kalktı ve yavaşça yanıma geldi. Elleri kumaş pantolonunun cebinde tepeden bana bakıyordu. Sinirliydi, bu öfkesi başka bir şeye aitti ama benden çıkarıyordu. Onu anlamak istedim fakat bu onu istemedi.

"Şirkette pozisyonun hazır, öğretmenlik yapmayacaksın." Yanımızdan geçip hızla merdivenleri çıktı. Hükmüm verildiği gibi görmezlikten geldikleri geleceğim bir anda yerle bir oldu. Ben sadece kendi ayakları üzerinde durmayı isteyen, hayatıma bir şeylerin düzenini sokmaya çalışan biriydim. Ailemin bir oyuncağı olmaktan hiçbir zaman öteye geçemeyecektim.

Anneme baktım ama o oldukça memnundu. Aslında babamı bu duruma sokan annemdi, Oğuz'la evlenmem için önce bana sonra babama baskı kuruyordu. Babamın bana böyle davrandığı günler nadirdi. Sinirli bir insan değildi, bunu bana gösterdiği olmazdı. Bugün öyle değildi, otoritesini üzerimde uygulasa da ona bu davranışlarından ötürü kızıyordum.

"Bana neden böyle davranıyorsunuz anne?”

"Terbiyesizlik yapma Aymira." Annemin sözleri üzere sitemli bir gülüş sergiledim. Canım yana yana bu konuları konuşmak zehirliyordu bütün düşüncelerimi. Başka bir şey deme gereği duymadım ve onu arkamda bırakıp odama çıktım. Kapıyı sertçe kapattıktan sonra masanın üzerinde duran eşyaları elimin tersiyle itekledim. Kendimi ifade edemeyişim, annemin anlayışsızlığı, babamın anneme destek oluşu üzüyordu beni. Sanki kendimi bir hiçmişim gibi hissediyordum. Nereye dönsem gerçekler yüzüme çarpıyordu.

Sırt üstü yatağa attım kendimi. Tavanla bakıştım. Öyle bir yerdeydim ki bir robottan farksızdım. Aymira kimdi ki zaten, hangi yöne gitsem çekildiğim yön burasıydı. Bazen bütün gerçeklerden kaçmak istiyor bazen de durup bütün her şeye direnmek istiyordum. Bu direnişimde kim kazançlı çıkardı bilinmezdi ama ben bu yaşadıklarımın hafife alınmayacağını bir kere daha iyi anlıyordum.

‘Şirkette çalışacaksın.’ İki kelimede kocaman bir tutsaklık vardı. Bu beni düşündükleri bir eylem değildi, bu beni hayatımın bir noktasından ötekileştirmeleriydi. Şimdilik istedikleri gibi olsundu. Ama tercihleri yapacaktım. O sınava girecek ve günü geldiğinde bu evi, bu hayatı terk edip gidecektim. İşte o zaman ne annem kalacaktı ne de babam. Susuyorsam, şimdilik olan bir eylemdi bu.

...

Şirketin önüne geldiğimde daralan nefesimi düzene sokarak şirket kapısından içeriye girdim. Asansöre binip odamın olduğu kata çıktım. Odaya girdiğimde kapı önünde bir müddet bekledim. İçeriye usulca göz gezdirdim.

Köşede siyah ve kahverenginin hükmü altında kalan masa ve deri sandalyeler ilk göze çarpan detaydı. Masanın üzerinde beyaz bir dizüstü bilgisayar hemen arkasında bir siyah sandalye vardı.

Kahverengi deri oturma gurubunun arasında kalan ahşap rengi sehpa odanın neredeyse bir kısmına hâkim olmuştu. Masanın üzerinde duran envai çeşit eşyalar ve ismimin yazdığı logo gözden kaçmayan detaydı.

Arkada bir duvardan diğer duvarı kaplayan konsol ve üzerinde çerçeve ve süs eşyalarının olduğu yer odanın bir şirket odası olduğunu oldukça belli ediyordu.

Diğer tarafa yürüdüm. Odayı kaplayan camekân ve yanında duran Areka bitkisi kocaman bir görünüm sağlamıştı. Diğer köşede bir plazma ve oldukça çeşitli eşyalarla süslenmiş detayla bir odadan daha fazlasıydı. Kocaman odanın ortasında kalakaldım.

İç çektim. Şu ana kadar olmadığım bir yalnızlığın eşiğindeydim. Çıkılmıyordu bu yalnızlık hissinden ve ben bu histe kayboluyordum.

"Hoş geldiniz Aymira Hanım." Sesin geldiği yöne çevirdim başımı. Kapalı, benimle aynı yaşta bir kızla karşılaşmayı ummuyordum. Şaşkındım şu an. Kapalı bir kadının şirkette çalışmasına babam izin mi vermişti? Benim için fark eden bir durum değildi lakin babam bu insanlara tavırlı biriydi.

"Hoş buldum," dedim sesimdeki ciddiyete bürünerekten. Kızın tebessümle karşımda durması bana bir nebze olsun iyi gelmişti. Sıcak yüzle karşılaşmayalı uzun süre olmuştu.

"Efendim ben Ruman. Altı ay önce başladım işe. Sizinle çalışacağımızı Haldun Bey söyledi." Anladığımı belirtircesine başımı salladım. Şimdilik bir sorun çıkarmayacaktım. Zaten boştaydım da, çalışmak kafamı dağıtırdı.

"Tamam Ruman. Bir şey olursa sana söylerim ben."

"Peki," deyip odadan çıktı. Çantamı askılığa asıp büyük camekân önünde duran berjere oturdum. Kendimde tarif edemeyeceğim bir his vardı; yorgunluk, huzursuzluk belki de daha fazlası. Son zamanlarda meydana çıkan bu hisse dayanmak güç vericiydi. Bunun nedenini bilmiyordum. Oğuz'la evlenecek olmamız değildi beni mutsuz eden, fakat bu mutsuzluk neyden kaynaklanıyordu bilmiyordum. Odanın kapısı açıldı, içeriye babam girdiğinde oturduğum yerden kalktım. Yanıma yaklaşıp gülümsemesini çoğalttı.

"İlk iş günün hayırlı olsun kızım." Başımı sallayıp, "Sağ ol," dedim. Sesimin mesafesinden dolayı yüzündeki gülümseme kayboldu. Beni anlasın istedim, ona karşı mesafe koyarak beni nasıl bir duruma soktuğunu anlasın istedim ama anlamadı, anlamayacaktı da... Meselenin burada çalışmak olmadığını ikimiz biliyorduk. Mesele annemdi, babamın annemin her dediğini kabul etmesiydi.

"Bugün etrafı incele, yarın tamamen başlarsın."

"Tamam," dedim. Babam saçlarımın arasından öpüp odadan çıktı. Ben de daha fazla durmak istemediğimi anlayınca çantamı askılıktan alıp odadan çıktım. Etrafı inceledim geçerken. Bana yabancı gelmiyordu ama bilmeyen biri şirketi gezse kaybolabilirdi. Şirket, babama dedemden kalan servetti. Dedem beş yıl önce babaannemle trafik kazasında ölmüşlerdi. Bu durum babamı etkilemiş bir süre sonra şirketle tek başına başa çıkamayacağı için Burhan amca ile ortak olmuştu. Şirketler üzerinde ise en çok hak payı olan kişi Burhan amcaydı. Bunun nedenini bilmiyordum.

Arabama geçerek rotamı eve çevirdim. Evin önüne geldiğimde annemi valizleri arabaya yerleştirirken gördüm. Acele etmeden arabadan indim. Annem önündeki işiyle o kadar meşguldü ki beni sonradan fark etti. Yanına gidip, "Nereye anne?" dedim. Bagajın kapısını kapatıp, "İzmir'de Seçil teyzenler davet veriyor, bizi de davet etti. Babanla birkaç günlüğüne İzmir'e gidelim dedik," deyip soluklandı. Seçil teyzemle annem çok görüşmezdi, davetten davete ancak görüşürlerdi. Onları gören asla kardeş olduğunu anlamazdı. Birbirlerine hiç benzemiyorlardı.

"Anladım," dedim. Annem yanıma yaklaştıktan sonra yanağımı öpüp, "Kendine iyi bak," diyerek arabasına geçti. Ben de eve geçtim. Saate baktım, akşam olmak üzereydi. Telefonu aldıktan sonra Gizem'e, “Akşam buluşalım.” diye mesaj attım. Gizem çok geçmeden mesajımı onaylayarak yanıtladı. Hızlıca dolabı açıp mavi renk elbisemi alarak giyindim. En azından kendimi toparlamaya ihtiyacım vardı ve bunu başaracak kişi bendim. Kendime bakım yapmayalı uzun zaman olmuştu. Eskiden sevdiğim şeylerden biri kendime biraz zaman ayırmaktı ama şimdi kendime ceza verir gibi annemin ısrarı dışında pek ilgilenmezdim kendimle. Makyaj kutumu alıp şifonyerin başına geçtim. Çok az kullandığım malzemelerin kapağını açıp neredeyse bir saate yakın makyajımı ve saçımı yaptım. İyi gelmişti bu. Aynadaki ben hem bakımlı hem de gösterişliydim. Gülümsedim. Ruhum dinginleşmişti adeta.

Gizem bütün arkadaşları toplayıp bara geçtiğini mesajla haber verdiğinde ben de çok geçmeden yanlarına ulaştım. Strobe ışığın altında dans edenlerden biri de Gizem’di. Beni görünce el sallayıp dans etmeye devam etti. Diğer kızlarsa dedikodu yapıp gülüşüyorlardı. Yanlarına gitmem ve sohbetlerine dâhil olmam Gizem’in gelmesiyle daha çılgın bir hâl almış, kendimi sahnede bularak o yoğun ışıkta aynı şekilde dans etmeye başlamıştım. Gizem yine kendince birilerini bulup bu geceyi o çok övdüğü kolların arasında devam ettirmişti.

Yanıma gelen bir beden ve belime sarılan el tamamen yabancıydı. Elindeki iki kadehten birini bana uzattığında aldım. Gizem eğlenerek yanıma yaklaştı. Yoğun sesle birlikte bana eğilip adamı işaret etti lakin onun anlamayacağı şekilde benimle konuştu.

"Oğuz meselesi çözüldü diye umuyorum." Gizem’in iğneleyici tavrına gülüp, "Kime göre?" dedim. Bu tavrım ona göre oldukça tezat bir durum alıyordu. Üzerinde çok konuşmuyorduk ama merak ettiğini biliyordum. Elimdeki bardağı aldıktan sonra, "İnadından hiç vazgeçmeyeceksin değil mi?" dedi. Kalabalık olduğu için bağırarak konuşuyordu. Kimsenin bizi dinlediği yoktu ama bu durumu ulu orta yerde konuşmayı sevmiyordum. Huysuz bir tavırla elindeki bardağı geri alıp, "Aaa ne ayıp, inat size işler mi!"" diyerek içkimden bir yudum daha aldım. İkimizde gülüştük. Sanki ortada bir sorun yokmuş gibi konuşmamız dışında diğerleri arka planda kalmıştı. Neyse ki buna ayak uydurmak iyi geliyordu.

"Annemin kafasındansın Gizem, bu yüzden beni hiç anlamayacaksın." Anlaşılan bu gece birbirimize laf sokacaktık. Mühim değildi, hatta hoşuma bile gidiyordu. Gizem başını iki yana sallayıp, "Sen de çok geri kafalısın tatlım, üzgünüm," diyerek burnunu kırıştırdı. Bencilceydi tavırları. Kendimi ilk defa onların düşüncelerinden uzak hissettim. Bu beni farklı yola iteklese de yine de onlar gibi düşünmeyecektim. Ama en azından artık eskisi gibi kafaya takmıyordum, hatta bazen gerçekten takmadığımı kabullenmek için konuyu alaya vuruyordum.

"Geri kafalılık çok nadir bulunur, değerimi bil." Kızlar kahkaha atarken Gizem koluma çimdik atmakta geri kalmadı. Omuz silkerek eğlenmeye devam ettim. Diğer kızlar bu halimden fırsat bilip Gizem’le birlik olmaya devam ediyordu.

Herkes tekrar eğlencesine dönerken karşımdaki adam kızların gitmesini fırsat bilip yanıma daha çok yaklaştı. Adamın yoğun bakışları altında yudumladığımız alkolle dans etmeye devam ediyorduk. Bu yakınlaşma daha fazla çoğaldı. Rahatsız olduğumu anlayan yabancı adam belimden kavrayıp beni kendine daha çok çekti. Üzerindeki yoğun alkol kokusu ve belime batan parmaklarıyla geri çekildim. Bu kadarına müsaade edemezdim, hatta bu yaptığım gerçekten çok saçmaydı. Gideceğimi anlayan adam, “Nereye güzelim, eğleniyorduk daha,” dedi. Yüzüm buruştu, o an adama tiksinerek baktım. Kim bilir benden önce kaç kızla bu konuşmayı yapmıştı. “Bırak!” dedim sertçe. En azından ısrarcı olmamış, çekip gitmemi engellememişti.

Kızlara veda ettikten sonra bardan çıktım. Eve gitmek istemedim. Başım çatlasa da ağrıdan, pek takmadım. Nereye gittiğimi bilmeden sadece yürüdüm. Arabayı sonra alacaktım, alkolle araba sürersem büyük ihtimal kazalara sebep olabilirdim. Sadece yürüdüm, ne kadar zaman geçti bilmiyordum. Saate baktığımda saat altıya geliyordu. Bense bardan üçte çıkmıştım. Hava serin değildi ama ben üşüyordum. Ve tam üç saattir hiç anlamadan yürümüştüm. Alkol ise şaşırılacak derecede etkisini kaybetmemişti. Lakin bünyem alışık olduğu için yürüyüşümü zorlaştırmadı. Aslına bakılırsa yürümek bana iyi gelmişti.

Geldiğim yeri görünce şaşırdım. Buraya gelmem belki büyük aptallıktı lakin istemeden gelmiş olmam belki de bir şeylerin bana iyi geldiğindendi.

Hamza'nın evinin önüne gelmiştim yine. Sokak direğinden destek alıp ayakta durmayı başardım. Hafiften yağmur başladı. Dakikalarca bekledim. Dakikalar sonra başımı kaldırdığımda onu gördüm. Evden bu saatte neden çıktığını bilmiyordum. Başı yerde yürüyor, ıslanmasın diye de elindeki kitabı ince montunun iç tarafına koyuyordu. Bir yere gideceği belliydi, bu yüzden yorgun ve uykusuz hâli dikkatimi çekti.

Beni fark ettiği an kaşları çatıldı. Sert mizacı yine yerini aldı. Oysa buraya onun için gelmiştim, o da bunu gayet iyi biliyordu. Beni görmezlikten gelip gidecekken buna engel olup önüne geçtim. Bütün cesaretimi toplayarak yaptım bunu. Hoşlanmadığını bile bile dokundum. En azından benimle konuşmalıydı. Onun için buradaysam konuşması, bir tepki göstermesi gerekiyordu. Her ne olursa olsun, bunu istemem suç değildi.

"Ne arıyorsunuz burada? Bu hâliniz ne?" Sesi sert olsa da kıkırdadım. Şaşırarak bana baktığında başımı yana eğdim. Ne güzel bakıyordu öyle, ne güzel kızıyordu. Gülmeye devam ederken o ise bundan hoşnut olmayan bir ifade ile kaşlarını çattı. Omuz silktim.

Ah! Çok içtim saçmalıyordum şu an. Ruh hâlim öyle tuhaftı ki, biraz önce hoşuma giden tavırlarına şimdi kızdım.

"Sen de beni umursamıyorsun, kimse beni umursamıyor." Bir an da değişen ruh hâlim şu an beni çok farklı bir kişiliğe bürüyordu. Anlamamış gözlerle bana bakıp hızla bakışlarını uzaklaştırdı. O kadar çirkin miydim ben? "Görmezlikten gelme beni Hamza. Bak görmüyor musun hâlimi?" Daha fazla sinirlendim. Bu kadar büyütülecek bir mevzu değildi. Tamam, tanımıyorduk birbirimizi ama bu tanışmayacağımız anlamına gelmiyordu. Sadece birkaç görüşme bu işi hallederdi.

"Sarhoşsunuz siz. Taksi çağırayım evinize gidin." Başımın dönmesi ile üzerine düştüm. İri cüssesi düşmemize izin vermedi. Burnuna ilişen kokusu ile ona biraz daha sokulmak istedim fakat izin vermedi. Geri çekilmesi hislerimi incitti. Ona bakarken kendimden bir parça kaybediyordum. Güzel yüzü dengeleri bozuyordu. Nemli saçları alnına düşmüşken nasıl oraya dokunmazdım ki! Bu haliyle gafil avlanmıştım.

"İstemiyorum gece gözlü. Bak sana geldim." Yüzünde oluşan ifade benden tiksindiğini belli ediyordu. Sanırım içkiden dolayı kötü kokuyordum. O, buna alışkın değildi, bu yüzden kendimi olabildiğince sakin tutmaya çalışıyordum. Telefonunu cebinden çıkarıp taksi çağırdı. Bir an önce benden kurtulmak istiyordu.

O, telefonla konuşurken bense sokak direğine yaslandım. Ayakta duracak kadar dinç değildim. Başımı direğe koyup yüzünü izledim. Kemikli yüz hatları gergindi. Uzun kemikli parmakları kirli sakalında dolandı. Kilosuna dikkat eden biriydi sanırım, fiziğini özenle korumuştu. Geniş omuzları, heybetli vücudu ve uzun boynunda duran âdemelması tek tek izleyebileceğim güzellikti. Saçları ise benim en büyük zafiyetimdi. Simsiyah, düz ve ensesine gelecek kadar uzundu.

"Neden bana mesafeli davranıyorsun?" Mırıldandım. Sesim bitkindi. Bir şey demedi, sadece yüzünde oluşan huzursuzluk dikkatimi çekti. "Cevap ver Hamza, susma." O an o sesi duydum. Bir şeyler ters gittiğinde duyduğum gibi. O da bu durum karşısında burada olduğum için burnundan soludu. Yeniden camiye gidecekti anlaşılan. Tuttuğu nefesini geri bırakıp, “Benden uzak durmanız gerektiğini söylemem mi gerekiyor illa?” dedi. Sinirlenmişti. Ama ben anlamıyordum, uzak durmamda hiçbir sebep yokken bunu anlayamayacaktım da.

"Neden?" dedim arsızca. Bana bir neden söylemeliydi. Böyle bilinmezliğin ortasında kafayı yiyecektim.

"Bakın hanımefendi. Benim sınırlarım var ve ben bu sınırları inançlarıma gire çiziyorum. Sizse benim sınırlarımı geçmeye çalışıyorsunuz.” Nasıl bir sınırdı ki bu beni kendinden uzaklaştırabilecek bir adama dönüştürüyordu? Bu adil değildi. Ben, ondan uzak durmak istemiyordum. Ben, karşımdaki bu adamı tanımak istiyordum.

Çok sürmeden taksi geldi, ne kadar gitmek istemesem de şu an, bundan başkasını yapacak takatim kalmamıştı. O da zaten gitmem için elinden geleni yapmıştı. Bazen çabalamak gereksiz geliyordu. Biraz önce heyecanlanarak ona yakın olmak istemiştim ama şimdi bütün heyecanım yerin dibine girmişti. Son kez bakışlarımı Hamza'ya çevirip kendimi bununla avutmak zorundaydım. Ben ondan uzak kalmak zorundaydım, bunu o söylemişti. Fısıltı halinde söylediğim kelimeler onun duraklamasına sebep oldu.

"Hamza, zihnimi yoran adam... Uzaklığın uçurumum oluyor. Elini uzatmana ihtiyacım var."


 

Loading...
0%