Yeni Üyelik
8.
Bölüm

VIII. İMKANSIZLIK

@rumeysadoganm

Eve geldiğimde karşılaştığım ilk sima annem oldu. Bu rezil hâlimi görmesini istemiyordum. Lakin çoktan beni gördü, hızlıca yanıma gelip çenemden kavradı. Bilmesem üzüldü zannedecektim ama o bırak üzülmeyi umursamazdı bile. Alnımı inceledi, ince bir sesle, "Ne oldu Aymira alnına?" dedi. Yüzümü elinden çekip, "Bir şey yok," dedim. Şu an kimseye hesap vermek istemiyordum. Özellikle annemi görmek hiç istemiyordum. Hızlıca merdivenlerden çıkıp odama girdim. Annem, peşimden geldiğinde onu tersleme gereği duydum; "Beni yalnız bırak anne." Sesim sert ve soğuk çıktı. Annem ise beni dinlemeyip alnıma bakıyordu.

"Kızım, sana soru sordum!" Makyaj masasının raya geçip pufa oturdum.

"Küçük bir kaza sadece, abartılacak bir şey yok."

"Ne demek abartılacak bir şey yok, hadi hastaneye gidelim."

"İstemiyorum anne, rahat bırak beni." Fazla ısrar etmeden odadan çıktı. Geri geldiğinde elinde ilk yardım malzemeleri vardı. Yanıma oturup alnıma bakmaya başladı. Elindeki ilaçlarla alnımı temizleyip bantla kapattı. Bakışlarındaki o hissin gerçekçiliğini sorguladım. Anneme yabancılaşmıştım artık. Onun bana böyle gelişi ona dair hiçbir düşüncemi yumuşatamıyordu.

"Bana böyle davranma Aymira." Bu sözlerin aşinası olmak göz devirmeme neden oldu. Ben kimseye farklı davranmıyordum. Sadece nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum, özellikle anneme ise hiç bilmiyordum. Annemin elini itip, "Bana bunu sen mi söylüyorsun anne?" dedim. Sesimdeki öfke soğumamıştı. Bu sadece kısa bir diyalog olsa da söylediklerimin derininde yıpratıcı yaşanmışlıklar vardı. Annem düşüncesizdi ama ben bu düşüncesizliğe kayıtsız kalamazdım. Beni bu kadar yaralamışlarken hiçbir şey olmamış gibi davranamazdım. Yapamazdım, ben bu hâldeysem bunun sebebi ailemdi.

"Ben senin iyiliğini istiyorum." Oturduğum yerden hızlıca kalkıp, "Sen beni mahvediyorsun anne," dedim, o da hızlıca kalkıp ellerimi kavradı. Aramızda sert rüzgârlar esiyordu. Bakışları bana samimiyet içermeyen ifadelerle doluydu. Burukça güldüm. Annem bir adım attığında geri çekildim. Onlarda farkındaydı birbirimizden nasıl koptuğumuzu, onlarda farkındaydı bu hâlimin nedenini yine de dediklerini yapmaktan vazgeçmiyorlardı.

"Sen de ileride mutlu olacaksın, gör bak. Seveceksin Oğuz’u, bu evlilik sizi iyi edecek." Bu kadardı. Annemi özetleyen tek cümle ancak bu kadardı. Başımı iki yana sallayıp, "Anne çık odamdan,” dedim. Başka konuşacak söz bırakmamıştı. Birkaç cümleyle içimdeki ölü ruhu yeniden öldürdü. Öfke ile söylediğim sözlerle elimi bırakıp odadan çıktı. Öfkeliydim, hem aileme hem Oğuz'a hem de Hamza'ya... Hayatım altüst olmuştu ve ben bu altüst olmuşluğun enkazındaydım. Masanın üzerinde duran kitapları öfkeyle devirdim. Bağırdım, ilk defa bu evde acıdan bağırdım. Sessizliğim artık bedenimden taşıp kocaman bağırışa dönüyordu. Ölseydim ne olurdu ki? Varlığım zaten kocaman zarardı. Neden var olduğumu bilmiyordum, neden yaşıyordum bilmiyordum.

...

Dosyalardan başımı kaldırmıyor, kendimi böyle oyalıyordum. Boşlukta gibi hissediyordum kendimi. Yorulan beynimi dinlendirmek için geriye yaslandım. Alnımı ovalayıp ağrıyan başımı geçirmeye çalışsam da geçmeyeceğini bildiğim için ilaç arayışına giriştim. Dün çarpmadan ötürü bütün gece uyumamış, ağrıyla bütün geceyi bitirmiştim. Çekmeceler bomboştu. Odadan çıkıp ecza dolabına baktığımda orada da bulamamanın hayal kırıklığı ile odaya geri dönecekken Ruman’la Hamza'yı görüp bir an duraksadım. İkisi de bana baktı. Bakışlarımın hedefi olan adama ilk defa nefretle baktım.

Ruman hızlıca yanıma gelip, “Alnına ne oldu?” diye sordu. Hamza’da aynı şekilde yaraya bakıyordu.

“Önemli bir şey değil, ufak bir kaza.” Ruhsuz çıkan sesimle odaya geçtim. Hamza’yı arkamda bırakırken bana hâlâ baktığını gördüm. Kaçıyordum gerçeklerden. Daha doğrusu ona kızgınlığımdan ötürü onu umursamamaya çalışıyordum. Ruman peşim sıra gelip sorularını sıralamaya devam ediyordu.

Bir an Hamza ile göz göze geldim. Onu tanımasam endişelendiğini zannederdim. Onu göz ardı edip Ruman’a tekrar döndüm. Hamza odaya girmişti, köşeden yine de gözüküyordu. Kapımı örtüp koltuğa geçtim. Yok sayacaktım, kapı arkalarından birbirimize bakmak yerine birbirimizi görmemeyi sağlayacaktım.

"Ağrı kesici bakmıştım, bulamadım. Sen de var mı?"

"Ben odaya bakayım belki vardır." Belli belirsiz balımı sallayıp, "Tamam," dedim. Kapıyı açtığı esnada onu gördüm. Ruman odaya girince bir şeyler konuşmaya başladılar.

Birkaç dakika sonra yanıma gelip ilacı uzatması ile alıp içtim. Bu ağrının pek geçeceği yok gibiydi. Bu da beni oldukça hâlsiz hissettiriyordu.

"Ben de yokmuş, Hamza abi gönderdi." Dediklerine sessiz kaldım. Verdiğim tepkiye şaşırmıştı ama bunu umursamıyordum. Daha doğrusu kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Günlerce uyumak iyi gelse hiç şüphesiz uyurdum. Canımın acısı en fazla böyle geçerdi.

"Bir şey sorabilir miyim?"

"Tabii.” Yanıma oturdu. Şüpheli bakışlarını üzerimdeydi. Ne soracağını çok iyi anladım. Ona sakince bakmaya devam ediyordum.

"Hamza abi ile aranızda bir şey mi geçti?" Sözleriyle bocaladım. Önce tepki veremedim, belki de diyeceğim bir sözüm yoktu.

"Hayır, nereden çıkardın bunu?"

"Seni geçtim, Hamza abi neden sana öyle bakıyor?" diye sorması ile içtiğim su genzime kaçtı. “Özellikle biraz evvel sana nasıl baktığını gördüm. Hamza abi bir kadına bu kadar bakmaz.” Ben bana bakmıyor diye yakınırken Ruman’ın bunu demesi normal değildi. Bu Hamza ise hiç normal değildi. Endişeyle elini sırtıma koydu.

"İyiyim iyi.” Bu dedikleri saçmaydı hatta komik. Bu cevaba gülmemek için zor tuttum kendimi, yoksa alayla kahkaha atabilirdim. “Daha neler.” Zorla konuştum.

“Ne daha neler Aymira. Fark etmedin mi sahi? Geçen günde onu sana bakarken yakaladım. Odada sanırım dağılmış saçlarını toparlıyordun. O an denk geldim.” Yutkunmam boğazımda takılı kaldı. Hiç fark etmemiştim bile. "Bana her şeyi anlatabilirsin Aymira." Su bardağını sehpaya koyup bir an duraksadım. Ona bunu anlatmam ne kadar doğru olurdu bilmiyorum ama bunu ona anlatmakta istiyordum. Beni anlayacağını umuyordum.

"Tamam, anlatacağım ama aramızda kalacak tamam mı? Söz ver bana. Hatta bu konuştuğumuzdan onun da haberi olmayacak.” Başını olumlu şekilde salladı. “Aslında Hamza bana karşı hiçbir şey hissetmiyor, ben biraz kendimi fazla kaptırdım galiba. Psikopatlar gibi peşinde dolandım." Kaşlarını şaşkınlıkla kaldırıp, "Siz epeydir tanıyorsunuz birbirinizi o zaman," dedi, başımı salladım. Her detayını ister gibi bakıyordu. Ona detaylıca anlatabileceğim bir durum yoktu aslında. Hatta Hamza ile anlatabileceğim tek güzel hatıram bile yoktu. Daha çok acı çeken taraf bendim. Hamza ise beni kıskıvrak köşeye sıkıştırıyordu. Yine de kısaca anlattım.

"Dün o yüzden apar topar gittin." Tekrar başımı salladım. Şaşkınlıkla bakmaya devam ederken ne soracağını bilemez gibiydi.

"Benden nefret ediyor." Elimi tutup, “Onun senden kaçtığını görebiliyorum sadece, benim anladığım sadece bu," dedi. Anlamıyordum dediklerinin hiçbirini. Bu konuşmalara uzaktım. Hamza bana karşı hep buz gibiydi. Onu anlamam için derine inmem gerekiyordu. “Kaçması için bir neden yok.” Mütebessim bir ifadeyle başını iki yana salladı.

"İslamiyet'te zina konusu bizi aşıyor Aymira, Hamza abi harama helale dikkat eden biri ve sen de dâhil bütün kadınlar bir erkeğe göre haram; anne, kız kardeşler ve belirli kişiler hariç. Hem farklı dinlere mensubuz, sen bunu bilmesen de gerçekler bu.”

Anlattıklarını bir yandan anlasam da neden imkânsız olduğumu bilmiyordum. Açık olduğum için mi ya da alkol kullandığım için mi? Neydi beni ondan uzak tutan? Başımın ağrısı daha fazla şiddetlendi.

"Neden imkânsızım?" dedim sözünün üstüne hızla. Bunu bilmeliydim. Bilmeliydim ki kendimi yiyip bitirmekten vazgeçmeliydim. “Sebep bu olmam mı?” Sakin tavrıyla gözlerime bakmaya devam ediyordu. "Bu çok saçma değil mi?"

"Değil," dedi kelimelerini özenle seçerken. “Keşke sana daha detaylı anlatabilsem ama durum bu Aymira.” Ortamdaki gerginlik anlattıkları ile yumuşadı. Daha fazla konuşmanın da bir manası yoktu. Çağırılması ile odadan çıktı. Pencere kenarına geçip camı açtım. İçeriye dolan havayı teneffüs edip rahatlamaya çalıştım. Tuhaf duygular içindeydim. Benden hoşlanıyor muydu? Müslüman olmadığım için mi uzak duruyordu? Ama neden bana doğruyu anlatmıyordu. Ben... Hayır, Müslüman olmam kabul edilir gibi değildi. Yapamazdım... Sırf onun için... Saçmalıyordum şu an.

Masanın başına geçip bilgisayardan birkaç araştırma yaptım. Araştırmam İslamiyet'le alakalıydı ve tam da Ruman'ın dediği gibi çıktı. O bana bunları demese belki daha farklı şeyler düşünebilirdim. Hamza'nın başka kadını sevme olasılığı beni kahrediyordu. Bana bakmayan gözleri başka kadına baksın istemiyordum. Şimdi de onunla evleniyor oluşu bütün düşüncelerimin gerçekliğine seyre duruyordu. O evleniyordu, başka bir kadın onun helali oluyordu. Yüzüm düştü, ağrıyan şakaklarım daha fazla sızladı.

Kapım açıldı. Şaşkınlıkla Oğuz’a baktım. İlk defa geliyordu buraya ve ben onu görmeyi beklemiyordum. Kapıyı kapatmayı bile beklemeden gülümseyerek yanıma yaklaşması odada kasvetli bir hava meydana getirdi. Bilgisayarı kapatıp işime odaklanmaya çalıştım. Onu görmezden gelecektim lakin o buna bile takılmadan arkama geçip kollarını bedenime sarmaladı. Bu atağı beni sinirlendirse de sakin olmaya çalıştım ve kollarından kurtulup ayağa kalktım.

“Neden geldin?” Onu arkamda bırakıp kapıya ilerledim. Yanında biraz daha durursam sanırım sinirlerime engel olamazdım.

“Dur bir dakika Aymira.” Önüme geçti.

“Ne var Oğuz!” Bıkkın çıktı sesim. Soludum.

“Çok çalışmışsın anlaşılan, hadi yemeğe inelim.” Sinirden güldüm.

“Oğuz, iyi misin ya. Beni niye anlamıyorsun sen?” Yanıma yaklaştığı gibi eli belime gitti. Biraz daha yaklaşması ve dibime sokulması çok uzun sürmedi.

“İyiyim ben. Bundan sonrası içinde kötü olmaya bir sebebim yok. Bence sen de öyle yap ve temiz bir hayata sıfırdan başlayalım.” Eğilip saçlarımdan öptü. Geri çekildim. O kadar anlayışsızdı ki boşu boşuna konuşuyormuşum gibi geliyordu. Hızlıca açık olan kapıdan çıkmamla yeniden durmak zorunda kalmam Hamza ile oldu. Ne kadar süredir buradaydı fikrim yoktu. Bir bana bir Oğuz’a bakıyordu. Öfkeli çehresi bana döndü. Bir şey demeden odaya geri döndü. Ortada kalmanın verdiği büyük yıkımla lavaboya girdim. Bizi ne zaman gördü bilmiyorum ama kesinlikle farklı anlamıştı.

Öfkeyle bağırdım. Her şey berbat bir hâle giriyordu. Hamza’nın görmesi hiçbir şey ifade etmiyordu lakin Oğuz’dan artık kurtulmak istiyordum. Artık yüzünü görmek midemi bulandırıyordu. Oğuz’un lavaboya girişi artık çığırından çıkarmıştı beni.

“Bunu al.” Elindeki yüzüğü gördüm. “Bunu geçen gün lavaboda unutmuşsun, bir daha parmağından çıkmayacak.” Sinirden güldüm, hatta kahkaha attım. Şaşkınlıkla bana baktı. Hırsla parmağıma geçirdiğim yüzükle elimi kaldırdım ve, “Al taktım, oldu mu?” dedim. “Bu yüzükle beni sadece esir alabilirsin ama kalbimi hiçbir zaman kazanamayacaksın. Bu sana ceza olarak yeter Oğuz.” Onu arkamda bıraktım ve odaya geri döndüm. Ne peşimden geldi ne de sesini duydum. Sanırım ona bu sözlerim yeterli geliyordu. Madem kaçış yoktu, onu sözlerimle mahvedecektim.

Hızlı şekilde odadan çıktım. Ruman’ın odasına girdiğimde Hamza'yı görmemle duraksadım. Bir şeyler yapıyordu. Nadir rastladığım bir durumdu bu. Daha önceden ne olduğunu duymuştum ama kılan birini çok az görmüştüm. Yaptığı hareketlere bakarsam onların ibadetiydi. Köşeye geçip onu izlemeye başladım. İzledikçe sanki ben rahatlıyordum. Yere bir örtü sermişti. Yaptığı hareketler onu huzura erdirmiş gibi duruyordu. Sert mizacı yumuşamıştı. Onu böyle görmek onu izlemek başka boyutlara çekiyordu beni. İlk defa fark etmiştim ondaki bu farklı güzelliği. Siyah saçları her eğilişinde önüne düşüyordu ve onu kendi ellerimle düzeltmek istiyordum. Yüzündeki o haz dünyadan kopmuş gibiydi. Şu an o kadar güzel görüntüye sahiptim ki zihnim bir fotoğraf makinesi olsa her hareketini çekerdim. Ona dair her anıya yer vermek kadar güzeldi zihnimin onu resmetmesi.

Başını yan tarafa çevirdiğinde beni gördü, hızlıca diğer tarafa çevirdi. Ellerini birkaç dakika açıp yüzüne sürdü. Beni görse de yaptıklarında aceleci değildi. Hızlıca yerden kalkıp serdiği örtüyü kaldırdı. Biraz önceki huzurlu suretinin yerini şaşkınlık ve öfke aldı.

"Sen ne yapıyorsun burada?" Yüzü eski ciddiyetini alınca istemsizce soludum. “Keşke hep o hâlde kalsa” dedim içimden. Ama o birkaç dakika, bu ana münhasırmış gibi benden uzaktı. Fakat fevri davranmayıp açıklamamı yaptım.

"Ruman’a sormam gereken dosyalar vardı, asıl sen ne yapıyorsun burada?"

"Şirkette mescit olmayınca burada kıldım." Şaşırtıcı! Bana açıklama yapabiliyor, benimle sakin konuşabiliyor... Ama babam görürse çok kızardı. Ona kızmasını istemiyordum.

"Babamın görmemesi gerekiyor biliyorsun." Babamı tanıyordum ve neler olabileceğini bilebiliyordum. Kaşları dediklerim ile daha çok çatıldı. "İsterse şirketine sokmasın, beni bununla mı tehdit ediyorsun?" Sert çıkan sesiyle yanlış bir şey mi dedim diye düşündüm. Ben sadece onu düşünmüştüm. Tehdit edecek değildim onu, buna ben karışamazdım ki. Sadece babama engel olmak istiyordum.

"Hayır dediğimi yanlış anladın."

"Ben anlayacağımı anladım," deyip yanımdan geçecekken hızlı davranıp gitmesini engelledim. Kolunu hızla çekip, "Dokunmaman gerektiğini kaç kere söyleyeceğim!" dedi. Sesi beklediğimden daha sert çıktı. Onu kızdırmıştım ama bu sefer onun anladığı gibi değildi hiçbir şey. Sebepsizce gözlerim doldu bu tavrına karşı. Hoşuna gitmeyecek hareket yapmıştım ama ne vardı bu kadar kızacak? Bu kadar öfkelenilecek biri değildim ama o hiçbir sebep aramaya gerek duymuyordu öfkelenmek için. Bana gelince canavara dönüşüyordu.

"Bana neden böyle davranıyorsun? Kimsin sen ya! Hangi hakla?"

"Sabır," deyip odadan çıktı. Ben de peşinden odadan çıktım. Koridoru ben çıkana kadar yarılamıştı. Kendimi dizginleyip konuşmaya devam ettim. Konuşmazsam içimde kalacaktı.

"Benden kaçtığın için mi o kadınla evleniyorsun? Derdin ne senin?" Yürüdüğü yolu son dediğim ile duraksattı. Arkasını dönmeden sadece başını çevirip, "Sana hesap mı vereceğim Aymira, sana ne!" dedi. Bu tavrına karşı öfkeyle bağırdım. Canımı çok yakıyordu. Bunu hak etmiyordum. Onu sevmem ona göre suçtu, oysa kalbimi dizginleyememem benim elimde değildi. Ben ona kızgın olmalıyken o beni tersliyordu.

"Amacın ne Hamza?" Öfkem sesimin titremesine engel olmuyordu. Nasıl bir yapıya sahipsem onun yanında güçsüzlüğümün diğer yanına şahit oluyordum.

"Hiçbir amacım yok, sadece bana bu kadar yakın olma. Uzak dur benden." Acı dolu bir kahkaha attım. Bana bunca sözü söylemek için beni terslemesi mi gerekiyordu? Karşımdaki adama kırgınlıkla baktım.

"Senin sayende zaten duruyorum.” Bu sefer ben bağırdım. Delirmiş gibiydim. "Bunun için uyarı yapmana gerek yok." Ardına dönüp bana baktı. Bu sefer ki bakışı farklıydı ve dediği şey gülümsetecekken daha çok üzdü.

"Sen her erkeği böyle diyerek mi yanında tutuyorsun?" İmalı sözleri yüzüme okkalı bir tokat gibi çarptı. Bir an nefes almayı unutmuş gibi gözlerim dahi kırpışmadan baktım yüzüne. Bu çok ağır olmuştu. Hayır, ben böyle bir insan değildim. Bir müddet olduğum yerde kalakaldım. Kalbim sözlerine dayanamaz gibi sızladı. O, bana bunu derken benim ne hissettiğimi hiç düşünmemiş miydi? Bütün hıncı bana mıydı da böyle iğrenç sözler sarf edebiliyordu? Oysa onu sevmekten başka bir suçum yoktu. Beni bu kadar mı küçültüyordu gözlerinde? Hayır, suçlu ben değildim, oydu. O benim sevgimi hak etmiyordu. Onu sevmek yaptığım en büyük kabahatti.

Yanağımı ıslatan gözyaşlarım ardı sıra aktı. Beni bu denli küçük düşürmesi acı vericiydi. Bakışları yanağıma süzülen gözyaşıma doğru gittiğinde sertçe yutkunduğunu görebildim. Kapanan gözleriyle beraber başını yana çevirdi. Yüzündeki ifadeye bakmadan omzuna vurup, "Hayvan," diyerek bağırdım. “Hayvan herifin tekisin anlıyor musun?” Bir kez daha vurdum, bağırdım. Öyle bir hâle düşürmüştü ki beni, müsebbibi olduğu acım sadece onun omzuna vurduğum yerle kalıyordu. “Senden nefret ediyorum.” Vuruşum onun nezdinde neydi bilmiyorum ama benim nezdimde öfkeydi. “Unutma bu sözlerini Hamza. Çünkü ben unutmayacağım. Bir gün gelip özür dileyeceksin ama ben seni affetmeyeceğim.” Yanından koşarak geçip gittim. Bu burada kalmayacaktı, söylediği bu sözü ömrüm boyunca unutmayacaktım. Her bir sözü mıh gibi kazınmıştı zihnime.

Zaten ne umuyordum ondan? Sevgi mi! Sözlerini acımasızca yüzüme çarpmıyor muydu? Hayatından defolmamı daha ne kadar söyleyebilirdi ki? Son sözünün ağırlığı çöreklendi kalbime. Ben böyle bir insan gibi mi duruyordum?

Başımı direksiyona yasladım. Sakinleşmem gerekiyordu. Onu daha fazla düşünemezdim. Berbat bir hâldeydim. Kolumu kaldıracak hâlim kalmamıştı. Şimdi buradan gidecek ve onun yüzünü görmeyecektim. Beni kendinden uzaklaştırdığı gibi uzaklaşacak, onun istediğini yerine getirecektim.

Sırtıma dokunan elle başımı kaldırdım. Oğuz’u görmenin sırası hiç değildi ama görmüştüm. “Nereden çıktın sen?” Sesim öfkeli çıktı. Biraz önceki kızgınlığımı ondan çıkartabilirdim de…

“Ne bu hâlin? Neden ağladın?” Cevap vermedim. Bana biraz daha yaklaştı. Başımı çekmeme rağmen yüzümden tutup kendine çevirdi. Bana merakla baksa da ona şu an cevap verme gibi bir hâlim yoktu. Zaten karşımdaki Hamza dikkatimi bozan tek unsurdu. Oğuz’u gördüğü için kaşları çatılmış, arabaya binip uzaklaşmıştı. Kastettiği buydu belki de, Oğuz’la aramda olup biteni biliyor olmalıydı.

...

Gösterişin hüküm sürdüğü bahçede üzerimdeki kıyafetlerle hareket anım kısıtlanmıştı. Yanı başımda duran Oğuz ara sıra beni sözleriyle yoruyor, bir yandan gelen misafirlere beni takdim ediyordu. Evimizin bahçesinde olmuştu nişan, daha doğrusu annemin yeni kreasyona uyan bu düşüncesi yine beni şaşırtmadı. Benim yüzümden düşen bin parçayken annem kahkahalarla misafirleri memnun etme derdindeydi.

"Çok güzel olmuşsun canım benim." Gizem'in heyecanla yanıma gelmesi, elimden tutup beni incelemesi bir oldu. Nişan daha yeni başladığı için bahçede rahatlıkla hareket edebiliyorduk.

"Hoş geldin." Sesimdeki hassas tını Gizem'in gülen yüzünü düşürdü. Elini yüzüme koyup ardından alnıma değdirdi.

"Niye bu kadar zayıfladın sen bakayım?" Bunu birinin fark etmesi kadar şaşırtıcı bir durumla karşı karşıya olmam buruk bir tebessümü meydana çıkardı. "Solgunsun da, makyaj bile kapatamamış solgunluğunu. Hasta mı olacaksın yoksa!"

"Her zamanki ben işte, boş ver..." Gizem kaşlarını çatıp, "Nasıl söz o!" dedi. Ardından Barış ve Gözde de geldiğinde ortamdaki gerginlik azaldı. Gözde ve Barış'a sarılıp aralarında yerimi aldım.

Misafirler yavaş yavaş geliyor, bizi tek tek tebrik ediyorlardı. Bahçedeki tek mutsuz insan bendim, benden hariç herkes mutlu gözüküyordu. Annemle babama göz ucuyla baktım. Babam Burhan amca ile annem ise birkaç kadınla sıkı bir muhabbete dalmıştı.

Çok geçmeden yüzükler takıldı. Hafif bir müzik eşliğinde Oğuz beni zorla dansa kaldırmıştı. Uzun süre izledi yüzümü.

"Yüzündeki ifadeyi sil Aymira." Sakinleşme adına susmayı tercih ettim. "Nikâh tarihini aldım."

"Benden habersiz mi? Bunu bensiz yapamayacağını biliyorum."

"Ben Oğuz Saygıner'im unuttun mu?"

"Unutmama gerek yok, hatırlatıyorsun zaten her seferinde." Dudağının kenarı alaycı bir gülümsemeyle kıvrıldı. Ona baktıkça saygımı da yitirdiğimi fark ettim.

"Bu kadar gurursuz bir insansın işte." Morali hiç bozulmadı aksine ona karşı söylediğim bu sözler onun umurunda dahi değildi.

Dans bittiğinde kendimi evin arkasındaki bahçeye yönlendirdim. Kafamın toparlanmasına ihtiyacım vardı. Yanıma gelen Barış’ta olsa kıpırdamadım.

"Kötü gözüküyorsun.” Ellerini pantolonunun cebine sokup benim gibi karşıyı izledi. Bir yandan bardağımdaki kokteyli yudumluyordum.

“Bunları konuşmayalım artık.”

“Peki.” O da biliyordu başka bir çıkar yolun olmadığını. “Ama senin sakladığın başka bir şey var sanki!" Sesi imalıydı. “O adam…” Bunu nasıl öğrenmişti bilmiyorum ama acı da olsa saklamayacaktım. Onu anmak acı verici olsa da anlatacaktım.

"Evet." Bana samimi şekilde gülümsese de benim gülümsemem ise müphemdi. Beni kendine çekti ve başımı omzuna yaslamamı sağladı. Kolunu omzuma atması ile kendimi biraz daha iyi hissettirdi. "Bunu fark etmem güç olmadı," dedi. O beni benden daha iyi tanıyordu. Bunu şu an tekrar daha iyi anladım.

"Bu kadar belli mi ediyorum?" Başını sallayıp, "Daha fazlasını," dedi. "Geçen ki gördüğümüz kişi mi?"

"Evet. Boş ver, zaten çok da olacak bir iş değil bu." Tek kaşını kaldırdıktan sonra, "Neden?" diye sordu. Bu cevabı vermekten korkuyordum. Aslında bana kalsa her şeyi bir bir anlatırdım ama bunu sadece üstün körü anlatmak en doğrusuydu.

"O Müslüman," dedim hızla. Yüzünde hiçbir ifade göremedim. Fırtına önce sessizlik olmasından korkuyordum. Ne diyecek diye beklerken o oldukça sakin konuştu.

"Ne olmuş bunda, imkânsız diye bir şey yok ki."

"Müslüman bir erkek bizim inançlarımızla olan biriyle evlenemiyormuş Barış."

"Sen de Müslüman ol." Şaka yapmadığını anlamamla Barış'a baktım ama o gayet ciddiydi. Kendimi tuhaf hissettim bu durum karşısında. Bana bu durum karşısında tavır takınacağını düşünmüştüm ama o gayet anlayışlı bir şekilde konuştu.

"Benimle oynama Barış!" Başını belli belirsiz sallayıp, "Asıl sen kendinle oynama," dedi, gözlerimi devirdim. "Bak senin de dediğin gibi, imkânsız. Bu yüzden artık yoluna devam et. Eğer seviyorsan gerçekten istiyorsan Müslüman olur onun yanında kendi çizgini belirlersin. Yok, eğer kendi tozpembe hayallerini yaşıyorsan başka şeyler için çabalamalısın."

Haklıydı bunu yapmak için bir karar verecektim. Ya yoluma devam edecektim ya da onun peşinden gidecektim. Peki, ben ne yapacaktım? Müslüman olmak her şeyi karmaşık duruma sokardı, bu yüzden olamazdım. Artık kendime çeki düzen vermeliydim. Ayağa kalkıp yanından ayrıldım, bahçeye geri döndüğümde kalabalık azalmıştı. Misafirler yavaş yavaş ayrılırken Oğuz ve ailesi salonda yerlerini almışlardı. Annemin doldurduğu içki bardaklarından birini ve şişeyi alıp bahçeye geri döndüm. İçtiğim kadar öfkeleniyordum. Öfkemin en yoğun olduğu zamanlarda alkole sarılmam beni iyi duruma sokmasa da bundan vazgeçmeye niyetim pek yoktu.

“Bana anlatsana onu.”

“Ne yapacaksın Barış, boş ver.”

“O zaman neden yıpratıyorsun kendini?”

“Bilmem, sanırım ona karşı kapılmamın ikilemi bu.”

“Eğer içindeki his bunu istiyorsa yap Aymira, sonra pişman olma.” Hızla yüzüne baktım. Gerçekten de ciddiydi. “Ben de Oğuz’la evlenmeni istemiyorum. Eğer bana izin verirsen seni buradan götürürüm.” Ben son dediğine değil ilk dediğine takıldım. Bu yüzden ayağa kalktım. Yapacaktım dediğini. Beni rencide etmesine müsaade edemezdim. Neyi kastetmişse onu bana söylemeliydi. Onunla son kez konuşacak son kez aramızdaki husumeti kapatacaktım. Beni anlamayacaktı fakat ben onu anlamaya çalışacaktım. Son kez ve son konuşmayla bütün mesele hallolacaktı. Ya bana elini uzatacak beni kendi yoluna çekecekti ya da tamamen bitirecekti. Bu son yüzsüzlüğüm olacaktı. Barış’ın seslenmesini umursamadan arabaya geçtim.

Bir saatin sonunda geldiğim yer Hamza'nın evi oldu. Telefonu alıp Hamza'yı aradım. Açmadığında mesaj attım. Ona da cevap vermedi. Arabadan inip evine doğru yürüdüm. Yaptığım delilikse bu sefer bunu hiçbir zaman düşünemezdim. Bu gece kararım onun dudakları arasından çıkacaktı. Beni kabul ederse ben de Barış’ın dediği gibi kendime çeki düzen verecektim. O isterse de Müslüman olacaktım. Lakin bana kapıları kapatırsa işte o an ne benden ne de ondan tek bir eser kalmayacaktı. Kapıyı sertçe çaldım, açan kişi Hamza'nın nişanlısı oldu. Beni gördüğünde tanıyacak ki şaşkınlıkla kaşlarını araladı. Ona öfkeyle baktım. Bana uzak dur diyen adam nişanlısından uzak duramıyordu. Bunda bir tezatlık yok muydu? Ya da sadece bana karşı böyleydi. Belki de Hamza’nın tanımadığım başka yönleri vardı. “Buyurun?”

"Hamza nerede?" Sesim soğuk ve ürpertici çıktı. Hamza da sesimi duyacak ki kapıya geldi. Onları yan yana görmek sinirlerimi bozuyordu. Hamza'nın yanında her kim olursa bu beni zaten kahrediyordu.

"Seni aradım neden açmadın?" Hamza kıza işaret yapıp geçmesini söyledi. Kız her ne kadar bozulsa da pek üzerinde durmadı. Fakat benim üzerinde duracağım mesele onu pek mutlu edecek gibi değildi.

"Bu kız için mi Hamza, söylesene neden ben değil?" Bu davranışım küçültüyordu beni, göz göre göre kendimi onun yanında bu hâle getiriyordum. Nefesi sertçe çıktı, her zaman dediği gibi "Bunu konuşmuştuk." dedi. Bu söze delirmiş gibi güldüm, bu bir cevap değildi benim nezdimde, yine de, "Sadece sen konuştun ben değil." dedim, kararlı bir o kadar fevrice. Sesimizi duyan herkes yanımıza geldi. Kendimi küçük düşürdüğümü biliyordum ama kendime de engel olamıyordum. Hamza'ya baktığımda gerildi. Hareleri daha çok koyulaştı. Öfkem, başıma buyrukluğum beni yıpratsa da yapmasam içim rahat etmeyecekti. İçeridekiler zaten ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir cevap bekler gibi annesi geldi Hamza’nın yanına lakin bir cevap alamadı. Hamza bana doğru bir adım atıp, "Sarhoşsun sen Aymira, ne dediğini bilmiyorsun." demesi güldürdü.

“Biliyorum.” Sesim alaylı çıktı. “Ama aklım yerinde Hamza.”

"Saçmalıyorsun," Saçmalıyordum evet ama bunu yapmayı seviyordum. Hamza söz konusu olunca kendimle başa çıkamıyordum. Bakışları parmağımdaki yüzüğü bulunca, "Nişandan çıkıp gelmişsin bana hesap soruyorsun, neyin zihniyeti bu?" deyince bunun ağırlığında ezildim. Ne için gelmiştim oysa. Boğazıma yumru oturdu. Sustum, onun bu sözleri yarama kabuk bağlayamadan yeniden kanıyordu. O gün dedikleri ne çabuk aklımdan çıkmıştı. O sözleri nasıl beni yaralamışsa yeniden aynı şekilde yaraladı. Evet, sarhoştum. Evet, gelmiştim ve artık gelmemem gerektiğini bir kez daha anladım.

"Amacın beni her seferinde kırıp dökmek mi? Bak bu yüzüğe, iyi bak da nasıl öldüğümü gör." Ne hissediyordu bana bunları söylerken? Büyük bir zevk mi alıyordu, beni böyle küçültmek hoşuna mı gidiyordu? "Bugün her şeyi konuşacağım." Başım döndü, düşecekken nişanlısının tutması ile hızlıca doğruldum. Ona öfkeyle baktım, onunda bana bakışı farksızdı. "Bana göz ucuyla bakmazken bu kızla aynı ortamda oluyorsun hani senin inançların?"

"Kes sesini Aymira ve şimdi çık git. Burada olay çıkarmanı istemiyorum." Bağırarak söylediği sözlerle irkildim. Sesi her konuştuğumuzda sert çıksa da bu sefer daha farklı kızgınlık vardı. Bağırması ile gözlerim doldu.

“Gideceğim,” dedim. “Ama sana son bir soru soracağım.” Bir şey demedi. Diyeceklerimi dinleyip buradan gitmek istediğini biliyordum.

“Eğer değişsem yine beni bu kadar yaralar mısın?” Sözlerimin üstü kapalıydı ama o gayet iyi anlamıştı.

“Bunu kendine sor.” Benim için değişme demekti bu. Bu sefer de ben onu iyi anladım. Ben cevabımı almıştım. Vurdum tam göğsünün üzerine. Verdiği cevap fazlasıyla yaralamıştı. “O gece hiç rastlaşmasaydık keşke. O gece onun bana zarar vermesini sağlasaydın da karşıma çıkmasaydın.” Tekrar vurdum. Gözümden bir damla yaş daha süzüldü. Kendimi engellemeliydim, yapamadığım müddetçe onun bana söylediği sözlerde daha fazla incinecektim.

“Keşke.” Aynı şekilde bağırdı. O kadar gaddardı ki, tek bir sözü bile beni öldürüyordu. Hayal kırıklığı ile baktım yüzüne. Dikleştirdim omuzlarımı.

“Hamza, bir daha sakın karşıma çıkma. Ve sakın benden özür dileme. Çünkü ne ben senin bıraktığın yerde olacağım ne sen benim… Teşekkür ederim, bana seni öğrettiğin için.” Son kez ikisine baktım. Gidecektim ama bu sefer annesinin sesini duydum.

"Oğlum siz içeriye geçin ben Aymira kızımla konuşayım." Hamza, anlayışlı şekilde başını sallayıp nişanlısıyla içeriye geçtiler. İçeriye geçecekken son kez bana baktı. İçeride başka birilerinin daha olduğu belliydi ve hepsi ile göz göze gelmiştim. Belki rezil olmuştum ama bunu umursamadım. Dikeldiğim yerden Hamza’nın annesi ile hareketlendim.

"Hadi kızım bahçede konuşalım." Annesinin anlayışla bana söylediği sözler tuhaf geldi. Oysa burada yaptıklarımla bana öfkelenmesi gerekiyordu. Son kez içeriye baktığımda Hamza ile kız hararetle bir şeyler konuşuyordu. Onları düşünmeden annesinin peşinden gittim. Beraber bahçeye geçip sandalyeye oturdum. O da karşıma oturup bakışlarını bana odakladı. Sakindi, beni bu hâlde böyle görmesi bu sakinliğini bozar mıydı bilmiyordum.

"Hamza’yı ne zamandan beri tanıyorsun?" Cevap vermedim. Onu tanıdığımdan bu yana günlerin hesabı yoktu ben de. Gülümsedi. Kucağımda duran elimi tutması ile gerginliğim arttı.

“Bana kızgınsanız lütfen söyleyin.” İçim içimi yiye yiye sordum bunu.

“Sen yolunu kaybetmişsin sadece ve yüreğindekiler seni buraya yönlendirmiş. Hatalısın bunu ikimizde biliyoruz ama bunda senin suçun yok.” Şaşırarak baktım yüzüne. Aslında ne demek istediğini anlamıştım. Bakışlarım ayak uçlarıma indi. Hatalıydım ve bir daha olmayacaktı bu.

“Özür dilerim. Sadece…” Konuşamadım. Sesim haddinden fazla kısık çıktı.

“Bak kızım, ben seni anlıyorum ama sen hoş olmayan şeyler yapıyorsun. Hamza ve Özge biraz önce evlendi. Sen de artık kendini üzmede bu sevdadan umudunu kes. Arada kalırsan yıpranırsın, bunu hiçbirimiz istemeyiz.”

Nikâh! Bu kadarcıktı işte, tamamen gitmemi sağlayacak tek kelime buydu? Evet, artık bizden olmazdı, bunu daha iyi öğrenmiştim. Şimdi daha net bir şekilde çizgim önümde belirdi. Ona karşı tek bir umudum vardı ve bu gece o da savrulup gitti.

Başımı sallayıp, "Peki" dedim. Artık konuşmanın bir anlamı yoktu. Zaten buraya son kez konuşmak için gelmiştim ve cevabımı almıştım. O istese din bile değiştirecektim lakin bütün kapılar yüzüme çoktan kapandı. Gülümseyip ayağa kalktı. “Zaten son karşılaşmamızdı. Merak etmeyin sizi daha fazla rahatsız etmem. Çok özür dilerim. Bu gece içinde diğer zamanlar içinde… Bir daha ne siz benim yüzümü görürsünüz ne de ben sizi rahatsız ederim.” Oysa bu acıyla burada yok olmam gerekiyordu.

"Hadi Allah'a emanet ol, geç olmadan evine dön." Gidişini seyrederken bir gözümde evdeydi. Buraya son gelişimdi artık. Onu son kez görüşümdü ve artık Aymira ile Hamza diye bir şey olamayacağını da bu gece anlamıştım. Onlar evlenmişti artık. Bu kadar kendimi alçaltamazdım. Ayağa kalkıp yavaş ve çaresizce bahçeden çıktım. Artık son kez ağlayacaktım onun için ve şu an akan gözyaşlarım onunla son görüşümüzün tek şahidiydi. Bitti dediğim yerden yeniden ayaklanabilir miydim bilmiyordum.

 

Loading...
0%