@rumeysadoganm
|
Durmak bilmeyen hengâmelerin içinde savruluyorduk. Bir yanım uçsuz bucaksız düşlerle kaplıyken bir yanım sürgün etmişçesine kör karanlığa hapsetmişti kendini. Hayatıma giren her şey acı bir mateme dönmüştü. Kendimi bir hayata kilitleyip, kapı arkasında saklamıştım hislerimi. Bir kuş kadar özgür olmayı istiyordum belki de. Mavi bulutları kendime kaftan biçerek, yorulana kadar uçmak istiyordum. Mutluluk bu kadar zor muydu? Peki yaşamak... Ben mi başlamıştım hayata bir sıfır mağlubiyetle ya da bunu isteyen ben miydim? Zihnimdeki sorulara cevap veremezken nasıl bir girdaba sığınacaktım? Ateş miydim yoksa ateşi körükleyen bir hayatım mı vardı? Elimin değdiği yer tenimi yakıyordu. Uzattığım el ise uzatılan kişi sayesinde kesiliyordu. Yattığım yerden kalkıp çoktandır çantadan çıkarmadığım telefonumu almak için çantayı açtığımda içindeki kitap dikkatimi çekti. Hacı amcanın verdiği kitaptı bu. O gün okumam dediğim kitap sanki şu an okunması için bana el uzatıyordu. Alıp okumalı mıydım karar veremedim. Yaşadığım bu dilemma parmaklarımın arasında duruyordu. Yapacaktım, içimde bir ses bunu istiyordu. Kitabı alıp rastgele bir sayfa açtım. Okumayacağım demiştim lakin merakım tezat bir görünüm aldı. İçinde yazan küçük bir satırı birkaç sefer okudum. Allah kimi hidayete erdirmek isterse, onun gönlünü İslâm'a açar. Kimi de saptırmak isterse, sanki göğe yükseliyormuş gibi, göğsünü dar ve sıkıntılı yapar. Allah, inanmayanları işte böyle pislik içinde bırakır. (En’am / 125) Kaç kere okuduğumu bilmeden sayfaya boş boş baktım. Kuruyan dudağımı ıslatıp sertçe yutkundum. "Göğsünü dar ve sıkıntılı yapar." Bundan mıydı benim mutsuzluğum? Sertçe nefesimi bırakıp ne düşüneceğimi bilemeden okuduğum yerde kaldı gözlerim. Hayır, saçmalıyordum. Kesinlikle saçmalıyordum. Parmaklarım satırlarda dolandı. Bu katıksız his bana bilmediğim bir hissi veriyordu. Nereye dönsem beni buna yönelten bir işaret oluyordu. Kitabı kapatıp kimsenin göremeyeceği bir yere koydum. Zihnimi kontrol edemiyordum ve bu beni yoruyordu. Aslında bu düşünceden uzak durmam gerekiyordu. Mantığım bana bunu söylerken yüreğimdeki o fısıltı daha da çekiyordu beni içine. Buna engel olamıyordum. İçimdeki buhrana çözüm bulmalıydım, bulamazsam ben bu buhranda kaybolup gidecektim. Odanın içinde sağa sola dönerken arada kitaplığa bakıp durdum. Okumamalıydım, bunu kendime yapmamalıydım. Saçmaydı! İslam diye bir din yoktu. Okuduklarım saçmalık ötesiydi. Bu zamana kadar benim aradığım bu değildi. Benim istediğim bu değildi. Bu din değildi. Benim istediğim neydi peki? Ellerimi saçlarımın arasından geçirerek seslice solumam gerginliğimi biraz daha arttırıyordu. Odadan çıkıp aşağıya indiğimde kimse yoktu. Kapı zilinin evi doldurması ile kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda karşımda beliren Gizem’i beklemiyordum. O da gülümseyerek bana baktı ve içeriye girdi. "Hoş geldin," deyip adımlarımı salona çevirdim. Peşim sıra gelerek sorgulayıcı ifadesini takındı. "Sen iyi misin?" Bedenimi ona çevirip sadece başımı sallamakla iktifa ettim. Sessizliğim onu şaşırtsa da konuşmak istemiyordum. Koltuğa kurulduğumuzda Şerife abla kahve yapıp getirdi. Gizem sessiz kalmayarak konuşmasını sürdürdü. "Seni hiç böyle görmemiştim Aymira. Senin şu an çılgınlar gibi alışveriş yapıyor olman lazım, haftaya nikâhın var farkında mısın?" Kahvemden bir yudum alıp tekrar masaya geri koydum. Gizem’e baktığımda bana ‘sen ciddi misin’ der gibi bakıyordu. Omuz silkip yerime biraz daha kuruldum. Ben ne diyordum onlar neyden bahsediyordu! "Ben istiyor muyum bunu?" Umursamaz tavrını öne sürerek kahvesini yudumlamaya devam etti. Sesinin verdiği rahatsız edici tınıyla kahkaha attı. Kendimi bir hiçmişim gibi hissetmem buydu galiba! Ne bekliyordum ki, Gizem'de annemlerden farklı değildi. "Oğuz'un reddedilmeyecek adam olduğunu bilmiyor musun Aymira? Adam seni seviyor, zengin üstüne üstlük fazlasıyla yakışıklı. Ona bakan kaç kadın var farkındasındır umarım," dediğinde oturduğum yerden kalkıp, "Bunlar umurumda değil," dedim. Bu çıkışıma şaşırdı. Ona karşı ilk defa bu kadar hiddetlendim. "Ya ben, benim sevmemde önemli değil mi? Ben Oğuz'u sevmezken nasıl olacak bu Gizem? Hâlâ zengin yakışıklı diyorsunuz. Bundan bana ne!" Sesim oldukça sert çıktı. Kendimi ifade edemediğimde böyle hırçın oluyordum. Karşımdaki ise beni anlamayan yakınlarımdı. Onların beni anlamadığı yerde kendimi yalnızlıktan öteye atamıyordum. Tepeden bana bakan bakışlarına odaklanıp tepkisizliğiyle kaşlarımı çattım. "Senin sevdiğin biri mi var Aymira?" Sorduğu soru hiddetimi soğuttu. Bir de afalladım. Bu kadar belli etmemem gerekiyordu ama sanırım elimde olmayan durumdu bu. Gözlerimi ondan kaçırarak, "Hayır," dedim. ‘Yalancı.’ İçimde beni yalanlayan düşünce gülünçtü. Şimdi ise bakışlarımı kaçırdığım yerdeydim. Barış’tan başka kimse bilmiyordu ama Gizem’inde öğrenmesine az kalmıştı. Bana inanmazdı, yalan söylediğimi hemen anlardı. Bende olsam onu anlardım, birbirimizi artık çok iyi tanıyorduk. "Yalan söylemeyi bırakacak mısın?" Sıkkınca omuzlarımı düşürerek, “Of, evet var," dedim. Bu beni yaralıyordu. Kalbimi delik deşik ediyorlardı sanki. Daha fazla saklayamazdım da. Belki öğrendiği kişi onu şok edecekti ama ben bunu bile umursayacak zihinde değildim. "Kim?" dediğinde güldüm. Bu gülüş benim acımdı. "Ne yapacaksın Gizem, boş ver işte," dedim. Zordu, artık zordan da ziyade tamamıyla imkânsızdı. “Hem o beni sevmiyor, gerek yok anlatmaya.” Salonu dolduran gür kahkahasına takılıp kaldım. Komik değildi. Anlamsızca yüzüne baktım. Önüne düşmüş sarı saçlarını geriye itip, "Seni mi sevmiyor?" dedi. "Bu adam kör galiba Aymira. Evet, gerçekten kör. Güzelliğinle etkileyemeyeceğin biri yok, nasıl sevmez seni?" Sertçe nefesimi bıraktım. Birbirimizi anlayamıyorduk, bu epey yıpratıcıydı. "O Müslüman," dedim. Dediklerim karşısında küçük çaplı şok geçirdi. Bunu bekliyordum. Daha doğrusu bu tepkileri beni korkutuyordu. Gözlerini kırpıştırıp, "Geri zekâlı mısın sen?" dedi. Ben tam da dediği gibi geri zekâlının önde gideniydim, bunu inkâr edecek hâlim yoktu. Kendi duygularıma sahip çıkamadığım içindi bunlar. Hislerimden ötürü kendimi suçlamak yerine bu hislerimden vazgeçmeliydim. Evet, onu sevmiştim, lakin bunun için pişman olacak değildim. Ben suçlu aramıyordum, aradığım tek kaçış hislerimdendi. Ki, ortada suçlu kimse yoktu zaten. Hamza’yı beni sevmediği için değil, bana o sözleri sarf ettiği için suçluyordum. Beni bu kadar alçalttığı için suçluyordum. Benden kaçarken kırıp döktükleri için suçluyordum. Ondan nefret edeceğimi söyleyip yine onu sevmemi sağladığım için kendimi suçluyordum. "Gerçekten de imkânsız birine âşık olmuşsun Aymira, bunu unut ve hayatına devam et." "Ben ne için uğraşıyorum?" Gizem’in beni anlayabilme ümidine kapılmam saçmaydı. "Onlar gibi olmana izin vermem, hepsinin geri kafalı olduğunu görmüyor musun?" Bu dediklerine kaşlarımı çattım. Her ne olursa olsun kimseyi inancı için yargılayamazdım ve onların öyle olmadığını da biliyordum. Evet, belki inançlarını saçma bulabilirdim ama onları yargılayamazdım. Gizem’in abarttığı yerde insanların inançları vardı. Bu söz onlar için asla yakışık kalmıyordu. "İnançları için kimseyle bu denli ileri konuşamazsın Gizem." Kaşlarını şaşkınlıkla aralayıp, "Onları mı savunuyorsun bana?" diye sordu sert bir dille. Burukça başımı iki yana salladım. Beni anlamıyorlardı, ben de anlasınlar diye uğraşmak istemiyordum. "Saçmalıyorsun." "Asıl saçmalayan sensin. Beynini yıkıyorlar senin Aymira, görmüyor musun?" Bu dediği çok ağırdı. Bunun olmadığını ona söylesem ileriye gidecekti. Böyle bir durumla karşılaşsam bilirdim. Onların tavrı bizim tavırlarımızdan daha iyiydi. Gittiğim yerlerde bana ters davranan olmamıştı, bana ters bir söz söylememişlerdi. Hem bana kendi dinleri üzerinden dahi baskı yapmamışlardı. “Onların tavrı, duruşu hiçbir zaman beni yönlendirmedi. Kalkıp onları suçlamak yerine, onları anlamayı denedim. Ki, benimle kendi dinleri hakkında bile derinlemesine konuşmadılar. Bu söylediklerine katılmıyorum.” Gizem kaşlarını şaşkınlıkla havalandırıp, “Sen çok değişmişsin Aymira,” dedi. Başımı olumsuz manada salladım. “Ben değil sizler değişiksiniz. Sizin vermediğiniz sıcaklığı ben onlarda gördüm. İki tarafı tartsam bizimkinin hiçbir ağırlığı bile kalmaz terazide,” deyip sesimdeki sakinliği korudum. Bir şey diyemedi, benimle konuşmak yerine gitti. Bana nasıl tepeden baktığını görebiliyordum, özellikle bu konuştuklarım onun nezdinde saçmalıktı. Odama çıkıp aklımdaki cevapsız sorularla rafa koyduğum kitabı tekrar elime aldım. Kitabın kapağını açma konusunda tedirgindim. Kitapla bakışmam uzun sürdüğünde nefesimi düzene sokup kapağı açtım. Sayfaları çevirmemle ellerimin titremesi bir oldu. Sanki çevrilen sayfa beni başka boyutlara sokuyordu. Bundan memnun gibiydim. En azından birkaç dakikada olsa bunu hissediyor oluşumdan kendimi kaptırmak istiyordum. Rastgele bir sayfada durdum. "Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle huzur bulur." (Râd / 28) Gördüğüm ilk yazı bu oldu. Sanki kitap içimi biliyor gibi hep tutunduğum yerden karşıma çıkıyordu. Olduğum satırı on defa okudum. Parmaklarım satırlarda durdukça ferahlıyordum. İhtiyaçmış gibi gelen satırla hislerim beni alt üst ediyordu. Cesaretle açtığım kitabı büyük bir korku ile geri kapattım. Ruhum dayanmıyordu artık kitap karşısında. Huzurlu hissetsem de korkuyordum. Ya benim yürüdüğüm yol yanlıştı ya da bu yol doğruydu. Yürüdüğüm yol yanlışsa nasıl başa çıkardım ki? Bunca zamana kadar yaşadıklarımla kendime nasıl pay çıkarırdım? Aklıma gelenle oturduğum yerden kalkıp kitabı yerine koyarak evden çıktım. Bu delilik olmalıydı, delilikse bir yerden başlamalıydım. Arabama geçerek motoru çalıştırıp hızımı arttırdım. Ne diye gidecektim oraya bilmiyordum, bildiğim tek şey ben hiç iyi değildim. Belki de iyi olmaya gidiyordum. Biraz önce çok farklı düşünen ben değilmişim gibi davranıyordum. İlk defa doğru düşündüğümü varsayarak hızımı arttırdım. Biri beni sanki bunu yapmaya zorluyordu, bu zorlama ise manen iyi geliyordu. Yanlışsa yanlış, doğruysa doğruydu. Yanlışıyla da doğrusuyla da benimdi. En fazla ne olabilirdi ki? Belki de doğru yolu bulmamı sağlardı. Geldiğim yer Hamza ile karşılaştığım camiydi. Adımlarımı avludan içeriye sokup camiye yaklaştırdım. Şimdi camiye girecek, bir arayışın eşiğinde kıvranacaktım. Belki cevapsız kalacak belki de cevabımı bulacaktım. Her ne olursa olsun oraya girecektim. Bu boşluktan düşmekte, uzaklaşmakta benim elimdeydi. Siyahın hüküm sürdüğü merdivenler ayaklarımın altında kayıyor gibiydi. Elimle girişteki kahverengi sütundan destek alarak bir müddet kendimi toparlamaya çalıştım. Kahverengi camekânlı kapıdan içeriye girdiğimde biraz ileriden gelen sese yöneldim. Dış kapıdan girdiğimde bir de iç kapı vardı. Oraya doğru ürkek adımımı attım. Korkuyordum lakin öğrenmek istediklerimden de kaçamıyordum. Bu dilemma adımlarımın olduğu yerin doğru olduğunu düşündürtüyordu. Bana göre yanlış olan ne varsa hislerimde tezat bir görünüm alıyordu. Caminin havasını ilk defa solumamdan ötürü kendimle çelişki yaşadım. İçeride birkaç topluluk beyaz cüppe giymiş adamın başında toplanmış, önlerinde ise küçük masa gibi olan yerde duran kitaplarla ders başı yapıyorlardı. Onlara gözükmeden köşeye sindim. Benim buradan alacağım bir fayda olmalıydı. Eğer ki adımlarım beni buraya getirmişse boş dönmeyeceğimi düşünüyordum. Özellikle bu hissi yaşayıp, böyle bir manzarayla karşılaşmak tesadüf olamazdı değil mi! Kapıdaki düşüncelerimin olumlu çıkması gülümsetti. "Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle huzur bulur." (Râd / 28)" Bugünkü okuduğum yazıyı imamdan duymam fazlasıyla şaşırttı. Konuyu daha çok merak edip dinlemeye başladım. Dinledikçe biraz daha kafam karıştı. Hayır, bu kesinlikle tesadüf değildi. Sanki bir işaret gibi labirentin içerisinde dönüp dolanıyordum adeta. "Hocam peki bunu inanmayan birine nasıl anlatabiliriz?" Gencin sorusuyla hoca mütebessim şekilde karşılık verip konuşmaya başladı. Kırklı yaşlarda, hoca denilen adamın yüz ifadesi öyle güzeldi ki buna ben bile kapılabiliyordum. Dudaklarımdan çıkacak kelimeye ihtiyacım varmış gibiydi. Vardı da... En azından merak ettiklerimi ehil birinden duymak karışık düşüncelerimi o tarafa çekiyordu. "Hangimiz Allah'ın zatını bilebiliriz? Ya da hayal edebilir miyiz?" Genç bir müddet düşünür gibi yapıp, "Hayır," dedi. Hoca memnun olmuşçasına gülümseyip devam etti. Benim de aklımdaki soruya cevap oldu. Gencin sorusu sanki benim merak ettiklerimdi. Bir Tanrı vardı ve neye benziyordu hiç bilmiyordum. Var mıydı orası da muallaktaydı. "Bu mümkün değil, bunu düşünmemiz bile doğru değil çünkü biz bir mahlûkatız, düşüncelerimiz dahi mahlûk. Buna gücümüz yetmez. Peki, bana Allah'ı tanıtan külli tanıtıcıları söyleyebilecek var mı?" Gençlerden biri söze atlayıp dediklerini saymaya başladı. Oldukça heyecanlı çıkan sesi beni de heyecanlandırmaya yetti. Gülümsedim ve biraz daha olduğum yere sokuldum. Dinlemek istiyordum, kaçtıklarıma ilk defa yaklaşmak istiyordum. "Kur'an'ı Kerim, Peygamber efendimiz ve diğer Allah'ı anlatan kâinat kitapları." Hoca önündeki sudan içip boğazını temizledikten sonra konuşmaya devam etti. Sorduğu sorulara cevap alması hocayı memnun ediyordu. "Kur'an'ı Kerim öyle güzel kitap ki Allah'ın mevcudiyetini bize en güzel şekilde sunuyor. Arapça bilmeyenler için mealinden özellikle tefsirinden faydalanabileceği huzur verici bir yöneliş. Ateist ya da başka bir dinden olan insanlar bakmayabilir ama biz onu okuyup araştırma yaparak en güzeliyle sunabiliriz. Allah yok derler ama onun var olabileceğini gösterebileceğimiz türlü güzellikle var çevremizde. Biz nasıl kendimiz olamıyorsak âlemdeki bütün güzelliklerde bir sanatkâra muhtaç. Bu kadar güzellik kendi kendine olamaz." Gözlerimi kısarak dikkatimi hocanın mimiklerine verdim. Yüzü oldukça sıcaktı, pür pak olan çehresi inançlarından mı diye düşündüm fakat bu düşüncemle saçmaladığımı hissettim. Evet, kesinlikle saçmalıyordum. Bu hâlime gülmekle iktifa ettim. "Ama hocam bunları göstersek bile kolay kolay inanamazlar. Bilim ve fenden olaya girip olaylara nasıl bir çözüm bulacağımızı bilemez duruma sokuyorlar." Gencin dediğine bu sefer ben onay verdim. Ben böyle yetişmiştim ve aldığım birkaç eğitim bununla alakalıydı. Bu soru bana daha merak uyandırıcı geldi. Sanki genç benim dilimden konuşuyordu. "Güzel bir soru ile geldin evlat. Aslında Kur'an-ı Kerim ve peygamberde somut. Ama onlar bunu ilmi düzeyde algılamıyorlar biliyorsun. Peki, biz ne yapacağız o zaman? Yine rabbimizin bize bildirmiş olduğu uzunca ayetlerden yola çıkacağız. Neydi o ayetler; tefekkür ayetleri... Rabbimiz ne diyordu bize: ‘Düşünmez misiniz, akıl erdirmez misiniz’ değil mi? Mesela varlık âlemlerinden örnek gösteriyordu: Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı?(Nebe-7) Bu ayette ibret alınacak birçok mesajlar vardır. Bu ayetten yola çıkarak birçok şey anlatılabilir. Bunu zihnimizde iyice oturtup, ben Rabbimi nasıl anlarım ve anlatırım düşüncesiyle yola çıkarak her şeyi göz önünde bulundurmamız lazım. Bilim ve fen olayı çok derin mevzu, ki ehil olmayan kişinin bunda zorlanacağı, eğer böyle bir işe girerse büyük bir çaba sarf etmesi gerekir." Gençler hocanın dediğine onay verip dikkatle dinlemeyi sürdürüyordu. Öyle anlamlı kelimeler çıkıyordu ki dilinden dinlemek büyük bir zevk hâline dönüşüyordu. Sohbet epeyce sürmüş sonuna kadar dinlemiştim. Kafam karmakarışıktı. Kimseye kendimi fark ettirmeden camiden çıktım. Saatler geçmesine rağmen sanki kısacık bir an gibi gelmişti burada olmam. O anı yine tekrarlamak istiyordum. Bir gün bu imamla ayrıntılı konuşma niyetiyle adımladım. Yerdeki bakışlarımı kaldırıp son kez camiye baktım. Buraya gelmemin bir normallikten ibaret olmadığı kesindi. Tesadüfte olamazdı. Sıkılgan bir tavırla nefesimi soludum. Nereye varacağımı, ne düşüneceğimi bilmiyordum. Sanki bir kuvvet beni bu inanca çekiyordu. "Aymira." Birden arkamda beliren sesle irkildim. Ruman bana şaşkın gözlerle baktığında ben de ondan farksız sayılmazdım. Yüzünde ışıl ışıl olan ifadeye kayıtsız kalamayarak şaşkın ifademi yok saydım. "Sen ne arıyorsun burada?" dedim. Bana gülüp, "Bu soruyu ben sorsam?" dediğinde ben de aynı şekilde güldüm. Rastlantımız ikimizi de hayli şaşırttı. İmayla bana baktı ama onu geçiştirdim. Ona vereceğim cevap onu umutlandırırdı. Bunu istemiyordum. Belki de şu anlık... Hatta hiç… Kendime bile cevap veremezken başkasına hiç veremezdim. Etkilenmiştim doğru lakin buna kendimi teslim edemezdim. "Bilmiyorum, kendimi burada buldum," deyince onun burada namaz kıldığı aklıma geldi. Sanırım bu dersler düzenli olacak ki derse geldiğini anlayabiliyordum. Yavaşça ona dönerek yüz ifadesini inceledim. Oldukça memnundu. Ben ne kadar umutlansın istemesem de o hep umutluydu. "Aşağıdaki dersi dinledin değil mi?" Dudaklarımı zorda olsa kıvırıp, "Galiba," dedim. Bu hâlime hoşnut olmuşçasına gülümsedi. “Her hafta düzenli olarak veriliyor, senin burada oluşun çok iyi oldu.” "Bu durumumdan faydalanmana izin vermem." Şakaya karışık imamla kıkırdayıp, "Bunu sana bir gün fena hatırlatacağım," dedi. Kaşlarımı aralayıp, "Hoşuna gidiyor değil mi?" diye sordum. Başını onaylarcasına sallayıp, "Galiba," dedi. Omuz silkerek önüme döndüm. Zaman ne gösterirdi bilmiyordum. Kendimi huzurlu hissettiğim yeri değerlendirmekti amacım. "İlerideki kafede kahve içelim mi?" Dediğimi onaylayınca arabaya geçen günkü kafeye geçtik. Siparişleri söylediğimizde Ruman’a göz ucuyla baktım. Bana hâlâ umutla bakıyordu ve ben yine ona istediğini vermiyordum. O sabrediyordu, benim nasıl bir şeyle mücadele ettiğimi de en çok o biliyordu. Dirseklerini masaya dayayıp, “Anlatmayacak mısın?” diye sordu. Amacı neden camide olduğumu bilmekti. Cevabını bilmediğim sorularla gelmesine karşın ifadesizleştim. Geriye yaslanıp, “Bilmiyorum,” dedim nefesimi soluyarak. “Ben ne yaptığımı, nasıl davrandığımı inan bilmiyorum.” Ruman beni biraz daha anlamaya çalışıyordu. Kendimi koyduğum yer boşluktu. Düşüyordum, tutmak istediğim yer elimde kalıyordu. Ruman tutmak istiyor ben elini itiyordum. “Sen doğruları arıyorsun Aymira.” Tepki vermeden bakışlarımı kaçırdım. Galiba öyleydi. Geriye yaslanıp bana bakmayı sürdürdü. Sakindi, bense dıştan sakin görünsem de içimde büyük bir muharebe ile uğraşıyordum. “Doğrunun neresi olduğunu da bilmiyorum ya.” Siparişlerimiz gelince konuşmamız yarıda kaldı. Aslında bu iyi oldu, bu konuda konuşmak beni nereye sürükleyeceğini bilemez duruma getiriyordu, Ruman’da üzerime gelmekten vazgeçti. Şu an ne kadar ilerlediğimin farkında değildim. “Bulacaksın.” Gizem’in tekrar yanıldığını gördüm. Onlar beni hiçbir şey için zorlamazken ‘Beynini yıkıyorlar’ ifadesi oldukça ağır ithamdı. Bana hiçbir şey yapmıyorlardı, hatta bu çetrefilli hayatımda bana oldukça yardım ediyorlardı. Yıllarca tanıdığım arkadaşımla Ruman’ı kıyas etsem, sanırım Ruman benim için daha iyi bir dosttu. “Eee sen anlat, neler yaptın?” “Annem ve gelen görücüler.” Bu hâline güldüm. Burnumu kırıştırıp, “Eyvah eyvah,” dedim. Bu hâlimize gülüşürken, Ruman, “Yaş ilerleyince evlendirmek için çaba sarf ediyorlar resmen. Evde saklambaç oynuyoruz anlayacağın,” deyip kendi hâline yakındı. Annesinin zorlamadığını söylemişti ama annesinin de laf etmesi kaçınılmazdı. ... Bugün nikâh vardı. Bu evdeki son dakikalarımdı. Evden çıktığımda artık eski Aymira olmayacağını herkes iyi biliyordu. Sadece onları hatırlayacak, kırgın olduğum ailemi affetmeyecektim. Bu eşikten atacağım adımla ailemin bir aile olmadığını kabullendirecektim kendime. Onları bir zorunluluk bilecek öyle kabullenecektim. Kapının açılması ile oturduğum yatak ucundan kalktım. Babam girdi odama, beni görünce olduğu yerde durup gözlerimin içine baktı. Son zamanlarda yaşadığımız olaylar bizi birbirimizden iyice koparmıştı. Yüzüne bakmaktan kaçar olmuştum. Babamla aramızdaki o soğukluk belki de hiç gitmeyecekti. Bunu kendisi çok iyi biliyordu. Yanıma gelip önümde durdu. Elleri ellerimi bulunca yerde olan başımı kaldırıp özlem kaldığım yüzünü izledim. Ne kadar kırgın olsam da o benim canımdı. Evet, onları hayatımda bir yabancı olarak kabullenecektim lakin hislerim bunu kabullendiremeyecek gibiydi. "Sana böyle bir yükü yüklemek beni de üzüyor Aymira. Ama Oğuz'un sana sahip çıkacağını seni seveceğini biliyorum. Bu yüzden kızgın mıyım değil miyim bilmiyorum. Çok mutlu ol kızım, benim sana verdiğim mutsuz bir hayattan uzak hep mutlu ol." “Baba, sizi hiç affetmeyeceğim.” Yüzü düştü. Ellerimi elinden çekmem ona artık neyin ne olduğunu gösteriyordu. Hiçbir tepki vermedi, sessizce açtığı koluna girdim. Merdivenlerden inerek salona geçtik. Salonda bizi karşılayan ufak kalabalık oldu. Annem yanıma gelerek elindeki kolyeyi boynuma taktı. Bana sarılıp, "Hep mutlu ol," dedi. Tavrı hiç samimi değildi. Mutlu ol derken mutsuz olmamı sağlayan oydu. Çekilmesine müsaade etmeden, "Olamayacağımı biliyorsun, beni mutsuzluğa kendi ellerinizle gönderdiğiniz için teşekkür ederim anne," diyerek bir iki adım geriledim. Annemin yüz ifadesinde bozulma olduğunda ona bakmayı kesip önüme döndüm. Bu sefer yanıma Oğuz geldi. Uzattığı koluna kolumu koyup hayatımın kilidini oraya taktım. Şu an ardımda bıraktığım ev bana artık çok uzaktı. Ardımda bıraktığım ailem ise benim yitik yanımdı. Gözümden düşen yaş yanağımdan süzülürken onlara dahi bakmadan kendimi yok sayarak tamamen uzaklaştım. Bu evden ölü bir Aymira bırakırken, kendime yeni bir Aymira kazandırmıştım. Artık sevmeyi kabullenmeyen yüreğimin infilasıyla yeni bir Aymira…
|
0% |