Yeni Üyelik
13.
Bölüm

XIII. VUSLAT

@rumeysadoganm

Başımı geriye yaslayıp ağrıyan yerlerimi ufaladım. Doğumun sancısı gibiydi şu zaman da yaşadıklarım. Ben artık iyileşiyordum. Şimdi ise şifamı getirene gitmeliydim. Ruman’ı aradım fakat açmadı. Bir kez daha arayınca meşgule attı. Tuhaf şekilde ekrana baktım. Ruman benim aradığımı görünce her zaman açardı. Şimdi ona ulaşamıyor olmam şaşırttı. Aklım camideydi. O imama ulaşmalı, en azından ehil bir kişiden cevap bulmalıydım. O günkü konuşmalarını unutamıyordum. Hele ki art arda gelen tesadüfler beni buna itiyordu. Ben hazırdım her şeye lakin ufak tefek sorularım beni yiyip bitiriyordu. Ne yapacağımı bile bilmezken özellikle düştüğüm bu durum çetrefilli bir hâl alıyordu.

Caminin önüne geldiğimde arabayı park edip indim, heyecanlıydım. İmamı görememe ihtimalim vardı. Yine de ben olabilme umuduyla camiye ilerledim. Caminin önünde kargaşa vardı ve ne olduğunu bilmiyordum. Birkaç adım attığımda bir köşeye iliştim. Hoca bir tabut başında bir şeyler konuşuyordu. İnsanlar etrafına dolmuştu. Etrafı izledim öylece. Daha fazla yaklaştığımda gözüme ilişen kişi Hamza oldu. Merakım daha fazla arttığında ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Yüzünde hiçbir emareye denk gelemedim ve durgundu da, dokunsam ağlayabilirdi. Kimindi bu cenaze, Hamza bunun için mi gelmişti buraya? Bir an içim sıkıldı, ya yakınıysa diye düşünmeden edemedim. Onlara yaklaşamadığım için kimin olduğunu göremedim, belki de bir tanıdığıydı. Daha fazla burada durmayarak camiden uzaklaştım. Aklım hâlâ Hamza'da kalsa da daha fazla onun karşısına çıkamazdım. İkimizde artık yollarımızı ayırmıştık. Daha fazla birbirimizi kırmamalıydık. Ona karşı sevgim baki kalsa da mesafem hep olacaktı. Camiden vazgeçip çantamdan Meryem’in verdiği kartı alarak adrese ilerledim. Bana her zaman yardımcı olabileceğini söylemişti, en azından onun dediğini yapabilirdim.

Meryem'le konuşalı iki hafta olmuştu, üstüne tonlarca kitap okumuştum. Onlarda yetmemiş internetten sohbetler dinlemiştim. Hatta İslamiyet’e giren kişilerin hayat hikâyelerini dinlemiştim. O kadar güzel hayat hikâyeleri vardı ki bazılarını kendi hayatıma benzetmiştim. Ama en çok etkilendiğim Meryem’in anlattığıydı; Mus’ab bin Umeyr. O anlattıktan sonra onun hayatını biraz daha okumuştum. Bir insan birini görmeden nasıl sevebilir diye düşünmeden edemedim. Hayran olmamak elde değildi.

Şimdi Meryem’in beni iyileştirmesi için elimi uzatacaktım. Artık emindim, ben ilk adımımı atacaktım. Yeri geldiğinde eziyet görecektim, yeri geldiğinde ise incinecektim ama ben mutlu olacaktım. Düşüncelerimle ilk defa gülümsedim, aylardan sonra ilk defa kendimi bu kadar iyi hissediyordum. Kalbimdeki sıkışma kuş çırpınışlarına dönüşmüştü. İleriye dönük bir karardı bu, geçmişimi ise elimle itmemdi.

Meryem'in dediği adrese gelerek bir müddet bahçe kapısından içeriye girmeyip olduğum yerde durdum. Birazdan çok güzel şeyler olacaktı buna inanıyordum, bunu biliyordum. Gülümsedim ve adımlarımı huzurla attım. Ben adım attıkça korkum çoğaldı, ben adım attıkça her şey beni kendinden uzaklaştırdı ama kararım cesaretime büyük bir galibiyet verdi.

Kursun önüne geldim ve sertçe nefesimi soludum. Fazlasıyla heyecan yapmıştım. Korkuyordum da, yapabilecek miydim bilmiyordum. Merdivenlerden yavaşça çıkıp kapı ziline elim titreyerek bastım. Kalp ritmim benden bağımsız çarpıyordu. Kapıyı açan on sekiz, on dokuz yaşlarında bir kız oldu. Gülümseyerek bana bakıp, "Buyurun?" dedi, heyecanlandım istemsizce. Konuşamadan kızın yüzüne bir müddet baktım. Sanki dilim tutuldu da ben sesimi çıkaramıyordum. Ne güç bir durumdu.

"Ben Meryem Hanım’a bakmıştım." Şu an sesimin titremesiydi beni ele veren, yine de gülümsemeden edemedim.

"Kendisi şu an derste.”

“Kendisi görüşebileceğimizi söylemişti. Girebilir miyim?”

“Buyurun geçin, ben çağırayım." Dediğini kabul ettikten sonra ayakkabılarımı çıkarıp içeriye girdim. Etrafı inceleyip adımlarımı kızın gösterdiği yere yönlendirdim. Gösterişten uzak sade bir dizaynı vardı kursun, fazla iç ferahlatıcı ve fazla göz yormayan... Koltuğa oturup bir müddet bekledim. Terleyen avuçlarımı pantolonuma sürttüm. Kaçıp gitse miydim? Bir an pişman mıyım acaba diye düşünürken aslında hiç de öyle olmadığımı biliyordum. Hatta ilk defa bu kadar kararlıydım. Bu hissettiklerim korktuğumdan olmalıydı.

Meryem gelene kadar iç muhasebem bitmedi. O kadar çok şey düşünmüştüm ki zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Kapı açıldı, içeriye giren Meryem yine vakur bir yürüyüşle yanıma geldi. Her hareketi imrenilecek kadar güzeldi. Yüzündeki gülümseme beni görünce daha da çoğaldı. Yanıma yaklaşıp sıkıca sarıldı, ben de aynı karşılığı verip sarıldım.

"Hoş geldin Aymira."

"Hoş buldum," deyip tekrar koltuğa oturdum. Olduğum yerde çekingen bir hareket sergilediğimi anlayınca kolumu sıvazladı. "Rahat ol." Ellerimi saçlarımın arasından geçirip kendimi toparlamaya gayret gösterdim. Artık cesaretlenmem lazımdı. Şimdi yapamazsam başka zaman asla yapamazdım.

"Artık vuslat vakti demek, ah o ne güzel vuslat!" Dediklerine gülümsedim, o benden önce bunu demiş, benim sıkıntılarıma tercüman olmuştu bir nevi. Vuslat vaktiydi… Zamanımı çalan aileme ise sırt dönme vaktiydi.

"Vuslat bu kadar zor olmamıştı," dedim zihnimdeki karmaşanın irtihalini ister gibi. Sağ elimi kavrayıp kalbimin üzerine koydu.

"Kalbinde, dilinde itaat ediyor artık, zor görünen her şeyi yıkmışsın." Öyle miydi sahi? Öyleyse ben artık hazırdım. Öyle heyecanlıydım ki avuçlarımın içinin terlemesi daha da artıyordu. Titriyordum da birazdan ölecekmişim gibi hissediyordum.

"Söylemek ister misin?" Neyi kastettiğini anladığımda başımı usulca salladım. Dudaklarından tane tane dökülen kelimelerle ben de aynı şekilde tekrarladım. Ve kulağıma ilişen o güzel nida ne de güzel cezp etti yüreğimi.

"Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasulühü."

Tekrarlanan o güzel kelimeler kifayetsizdi, anlatılmaz bir duyguydu. Ve tekrar bir nida: Ben şahadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur, yine ben şahadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Resulüdür.

Artık içimde biriken sonsuz yağmur damlaları göz pınarlarımdan akmaya başladı. Ben bir acizmişim oysa şimdi kalbim onun güzelliğiyle doldu. Ben dilimdeki şifayla kalbimi iyi ettim. O şifa şimdi kalbimdeki bütün acıyı alıp götürdü. Yeniden doğmuş gibiydim. Eski Aymira’yı öldürmemin zaferiydi bu. Yeniden doğmuş gibi pürü pak, bir yok oluşa sığdırdığım varoluş gibi… Sahiden yeniden doğmuş gibi temiz miydim? Allah beni affetmiş miydi? Gülümsedim, ıslanan yanaklarıma rağmen kıvrıldı dudaklarım. Okuduğum kitaplarda, dinlediğim sohbetlerde affedildiğim belirtiliyordu. Buna rağmen sığındım Allah’a.

Bazen ne zaman çıkılmaz bir derde düşsem bana hep el uzatan bir rabbin olduğunu daha iyi anladım. Boğulduğum zamanlar duyduğum ezan sesleri, bir köşede dinlediğim kur’an lafzı her şeyi açıkça belli ediyordu.

"Hoş geldin Mahpeyker, hoş geldin vuslatına. Semalarda adın yankılanıyor, Müslüman oldu Aymira, Allah'ın en sevilen kullarından biri oldu. Dirilişin vuslatın, vuslatın Rabbim oldu."

Gülümsedim, ilk defa böyle güzel gülümsedim... O mutluluğunu paylaşmak istercesine konuşmaya devam etti, o konuştukça ben rahatlıyordum.

“Kırgınlıklarını sahiplenmek mi yaptığın yoksa alışagelmiş bir serzeniş mi?

Zemheriyi sığınak bildiğin, gönlünün vuslatı mıydı?

Eskimeyen mısralarda saklanmış hayatın hengâmesi.

Kulağa ilişen melodi usul usul çalıyor zihne uğrayan nağmesi.

Alt tarafı birkaç kelime olsa da, zihninde köreltmişsin duygularını.

Kalbin mi muvazzaf yoksa düşüncelerinle sen mi müphemsin?

Mahpeyker! Yakışanı uzaklaştırdığın bu kelime mukadderatın olacak, gitme.”

Meryem'in bana okuduğu bu mısralar sol yanıma ne güzel uğramıştı, bu akşam ilk defa doğru karar verdiğimin farkına vardım. Ben artık Müslümandım. Ben artık eski ben değildim. Bilmem kaç kere demiştim bu kelimeyi. Hep de diyecektim, itirafın güzelliği için hep ben Müslümanım diyecektim. Belki haykırmayacaktım ama kalbimde dilimde birbirini tamamlayacaktı. Hem kendim alışmalıydım bu yeni inanca hem de ailem için kendime zaman tanımalıydım. Bazı zamanlar ne kadar zor bir dönemden geçmiş olduğumu biliyordum, ilerisi için zaten hiç düşünemiyordum.

"Bana nasıl iyi geldin biliyor musun? Çok teşekkür ederim, çok çok teşekkür ederim."

Elimi tutup, "Teşekkür etmene gerek yok, asıl ben nasıl mutlu oldum bir bilsen," deyince elimdeki eline bakıp iç çektim. Asıl iş şimdi başlıyordu, hayatım daha zor olacaktı biliyorum. Ona veda edip gidecektim ama izin vermedi. Beraber yemek yedik, daha sonra öğrencileri ile tanıştırdı. Yüzünde o kadar güzel bir ifade vardı ki benim adıma nasıl mutlu olduğunu görüyordum. Bazı insanlar şifa olarak gelirdi ya, işte benim şifam Meryem olmuştu.

...

Birkaç günlük Müslümanlığın heyecanını yaşıyordum. Bu zaman zarfında Meryem'in yanına gidiyor, onun katıldığı sohbetlere katılıyordum. Daha doğrusu bana bu cesareti veren Meryem’di. Kendimle iç içeydim bazen, ne kadar aptallık ettiğimi anlamam uzun sürmemişti. Ben bunları hiç bilmiyordum, kimse öğretmemişti bana. Çoğu şey ise sadece gördüklerimden ibaretti. Zamanında kâleye almadıklarımın pişmanlığı vardı üzerimde ama ne demişti Meryem; nasip… Nasip şimdi olmuştu, en azından bundan sonra daha iyi bir kul olacaktım.

Kapının çalması ile odadan çıkıp kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda Gizem ve Barış'ı karşımda görmeyi ummuyordum. İkisi de içeriye girdiğinde tek tek sarılıp salona geçtik. Onları görmeyeli uzun zaman olmuştu. Bu süre zarfında zaten kimseyi görmemiştim, neredeyse iki aya yakındır bu yoğunluğun peşindeydim.

"Kız evlendi bizi unuttu Barış." Yaptığı imayla göz devirip koltuğa oturdum. Gizem yine aynı Gizem’di. "Ne içersiniz?" diye sordum Gizem'i göz ardı ederek. Kahve alacaklarını söylediklerinde mutfağa geçip raftan kahveyi çıkardım. Ardımdan gelen Barış, belini tezgâha yasladı. Bakışları sorgulayıcı cinstendi. Aslında ona anlatabilirdim her şeyi, güvenim sonsuzdu Barış'a. Anlatacaktım da… En önemlisi onun desteğine ihtiyacım vardı, belki ondan güzel söz duyarsam iyi hissederdim.

"Neden öyle bakıyorsun?" dedim. Sesimin titremesine mâni olamadım. O böyle bakarsa kahveyi elime dökmem yakındı.

"Son zamanlarda görüşemedik, meraktan bakıyorum." Kahvenin altını kısıp Barış'a döndüm. Elimi saçlarımın arasından geçirip aynı şekilde kalçamı tezgâha yasladım. İçim içime sığmıyordu, en çok da şu an Barış’la konuşacağım için heyecanlıydım. Ona güveniyordum, bu yüzden anlatmak istedim. Kısık sesle, "Ben Müslüman oldum," dedim. Sakinliğini koruduğunda endişelenmeye başladım, aslında Barış olay çıkarmazdı ama az da olsa şaşırmasını bekliyordum. İstekle gözlerinin içine bakmam bile ne kadar el uzatmasına ihtiyacın olduğundandı.

"Hamza yüzünden mi?" Kaşlarım çatıldı. Bu etkiyi mi bırakmıştım onda? Dıştan nasıl göründüğümü de merak ediyordum doğrusu. Başımı olumsuz şekilde salladım. Artık onun için feda edeceğim duygularım yoktu. Ben çok yıpranmıştım, şimdi onun gönlünün hanesinde yurt edinemezdim. O sadece yabancıydı, öylede kalacaktı. Ben çok değişmiştim, daha da değişecektim. O hâlim eski Aymira’yla maziye karışmıştı. Bu öfkemden değildi, onu artık yadırgayacak değildim çünkü onu artık anlıyordum. Bu yüzden de onu unutacak, onu sevmemeyi öğrenecektim. Çünkü o benim için yoktu artık.

"Hayır," dedim sorduğu soruya. "Hamza için değil, kendim için." Yaslandığı tezgâhtan doğrulup bana döndü. Yüzündeki memnuniyeti görünce doğru bir cevap verdiğimi anladım. Gerçektende öyleydi. Ben kendim için Müslüman olmuştum. Ellerimi tutup başımı göğsüne bastırdı. Bir abi şefkatiyle saçlarımı okşamaya başladığında ilk defa ona güvendiğim için doğru karar verdiğimi daha iyi anladım. Barış, bu hayatta benim başıma gelen en güzel insandı. Hayatımdaki tek insan da oydu zaten. Başkası olmasa da umurumda değildi.

"Eğer onun için Müslüman olsaydın bunun için sana kızardım ama bir dine gireceksen kendin için girmen sana destek olmamdan başka bir yol bırakmaz." Kolumu beline dolayıp yüzümü göğsüne yasladım. Biz buna kedi gibi sırnaşmak diyebiliriz hatta.

“Bundan sonraki olacaklar beni endişelendiriyor.”

“Sen yanlış bir şey yapmadın. Kendi kararların. Belki senin inandıkların doğrudur bilemem ama bana göre benim inançlarım doğruysa sana göre senin ki doğrudur. Bunu tartışamayız.” Şaşkınlıkla baktım yüzüne. O kadar dingin konuşuyordu ki benim inançlarıma gel desem gelecekmiş gibiydi ama o bunu yapmazdı. O kendi kararını kendi verirdi.

“Peki, sen hiç düşündün mü?” Burnuma fiske atıp, “Ne demiştik, senin inandıkların sana göre benim inandıklarım bana göre doğru,” diyerek gülümsedi. Bu bir cevaptı. Oysa onun da bu dine girmesini çok isterdim.

"Ailene ya da Oğuz'a ne zaman söyleyeceksin?"

"En kısa zamanda." Bunu saklamam ne kadar doğruydu bilmiyorum ama şu anlık saklamak istiyordum. Korkuyordum bir yandan, nasıl tepki vereceklerini bilmiyordum ama kızacaklarını tahmin edebiliyordum. Özellikle annemin tepkisi gözlerimin önünde film şeridi gibi geçmişti. Ruman'ın okuduğu meali duyunca sinirlendiği gün geldi aklıma. O gün öyleyse gerçekleri öğrendiği gün kıyameti koparacaktı. Alışacaklardı, başka çareleri yoktu çünkü.

Kahveleri alıp içeriye geçtik. Gizem, bizi görünce telefondan bakışlarını çekti.

"İçeride ne konuştunuz öyle uzun uzun."

"Hiç, aynı konular işte."

"İyi bakalım, bu aralar pek tuhafsın ama üzerine gelmeyeceğim." Dediğine gülüp oturduğum yere daha çok kuruldum. Onu yalanlayacak değildim çünkü değişmiştim. Bu itirafımla içim kıpır kıpır oldu. Belli etmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp gülüşümü yok saydım. Elimde olsa avazım çıktığı kadar haykırırdım gerçekleri.

"Akşam hep beraber mekâna geçelim, uzun zamandır kafa dağıtmamıştık." Bunu bana bakarak söylemesi iğneleyici tarafını göstermişti. Bana, benimle ithamları cabasıydı. Şu an ona alınarak moralimi bozamazdım.

"Siz gidin benim işlerim var." Elindeki fincanı sehpaya koyup ters ters bakmayı sürdürdü. Gizem tuhaf biriydi ve bir meseleyi oldukça kurcalayan yapıya sahipti. Aradaki soğukluğu da kurcalayacağından emindim.

"Ne işin var?" Öfkeyle nefesimi geri bırakıp, “Ne kadar soru soruyorsun Gizem!" dedim. İsminin sonunu uzatarak konuştum. Ona başka bir dine girdiğimi söylesem kesinlikle olay çıkarır benden önce davranıp işleri zora sokardı. Önce benim her şeyi toparlayıp meseleyi çözüme kavuşturmam gerekiyordu. Bu yüzdende bazı şeyler gizli kalmalıydı.

"Hadi ama Aymira, sen olmayınca olmuyor." Fincanı masaya bıraktığımda Barış’ın, "Zorlama kızı Gizem, hem ben de gelemem," demesi ile ona bakıp gülümsemem bir oldu. Göz kırpıp ayaklandı. Resmen yine kurtarıcım olmuştu. İşlerinin olduğunu söyleyerek kapıya yöneldiğinde ben de peşinden gittim. Kapıyı açtı, bana döndüğü an da yanaklarını sıktım. İç çektim. Onun öz kardeşim olmasını ne çok isterdim.

“Sen var ya, bir tanesin.” Göz ucuyla içeriye bakıp ardından bana döndü.

“Beni pamuklara sarıp sarmalaman lazım.” Saçlarını itinayla dağıtıp, “Sen yeter ki iste yakışıklı,” deyip güldüm. Burnumu sıkıp, “Hadi görüşürüz,” deyip evden uzaklaştı. Gizem'le baş başa kaldım. Gizem, bitirdiği kahvesinin fincanı ile oynarken bir yandan bana bakıyordu. Çalan telefonumun melodisi mutfaktan gelince mutfağa yöneldim. Ekranda Ruman'ın ismini görünce telefonun onaylama tuşuna hızla bastım.

“Canım, kusura bakma ya. Sana dönemedim, çok işimiz vardı bu aralar.”

“Bir sorun yok değil mi?” Sesi üzgün geliyordu.

“Yok yok. Sadece biraz yoğunuz. Sen ne yapıyorsun?”

“Hiç, aynı. Görüşelim mi diyecektim sadece. Ama yoğunsan sonra görüşebiliriz.”

“Sıkıntı yok. Bir saate çıkarım.”

“Tamam.” Vedalaştıktan sonra telefonu kapattım. Salona geri döndüğümde Gizem, yan taraftaki çantasını alıp ayaklandı. Biraz bozulmuştu. Onu ne zaman reddetsem böyle oluyordu. Ama bu sefer kabul etmeyeceğimi o da iyi anlamıştı.

“Hafta sonu için plan yapmıyorsun.”

“Tamam, konuştuk işte.” En azından çok dikkat çekmemek için bunu kabul etmeliydim. Gizem, yine de bu durumumdan ötürü şüphelense de bir şey demeden, "Tamam," dedi. Çok büyük bir sorun olmadığı müddetçe uygun zamanı bekliyordum. Yavaştan oturtmalıydım her şeyi.

Yanağımdan öpüp, "Hadi görüşürüz," deyip arabasına binerek gözden kayboldu. Şu an rahatladığımı hissediyordum. Bu ne kadar sürerdi bilmiyordum, bu yüzden elimi hızlı tutmalıydım.

Odaya geçip üzerime rastgele bir kıyafet geçirip evden çıktım. Garaja geçerek arabama binerek hareket ettim. Ruman'a olanlardan bahsetmek istiyordum fakat Hamza'ya söyler düşüncesi geriyordu. Hamza'ya söylesin istemiyordum. Özellikle Hamza'nın bundan haberdar olmasını istemiyordum. Aslında duysa da pek bir şey ifade etmeyecekti. Yine de kendi içimde halletmeden onun gerçeği bilmesini istemiyordum. Kendisini sebep gösterirse, bu beni üzerdi.

Ruman’la buluşacağımız saate daha zaman olduğu için önce sahafa gittim. Orada çok güzel kitaplar vardı. Zaten birkaç liste yapmıştım. Geçenlerde emin olduğum bir siteden kaynak arayışına girmiş, oldukça başarılı olmuştum. Liste yaptığım kâğıdı avucumla sıkıştırdım. İçeriye girdiğimde Hacı amcayı gördüm. O da beni gördüğünde sevinmişti. Önünde bir kitabın tamiri ile meşguldü.

“Hoş geldin kızım.”

“Hoş bulduk Hacı amca. Ben birkaç kitap bakmak istemiştim de…”

“Buyur kızım, sen bak bulamazsan ben yardımcı olurum.” Başımı usulca salladıktan sonra raflara ilerledim. Listedeki kitapları bulmam hiç kolay olmadı ama sonunda hedefime ulaştım. Kitapları alıp Hacı amcanın yanına döndüm. Ödemeleri yaptım. Daha sonra yaptığı işe döndü bakışlarım. Önündeki kitabı Ruman Hamza’nın emaneti diye vermişti. Epey tamir edilmiş gibi duruyordu. O kitapları poşete koyarken benim parmaklarım kitapta dolandı. Unutmak istediğim adamın özlemi oturdu yüreğime. Buruktu tebessümüm. Kalbim acıyordu ama aklım dingindi.

“Çok eski bir kitap ama düzenli tamir edilince zarar görmüyor.” Hacı amca girdi araya.

“Evet, iyi bakılmış kitaba.” Sayfalarının sararması kitaba zarar vermemişti.

“Çay ikram edeyim kızım.”

“Yok Hacı amca, Ruman’la görüşeceğiz.” Anladığını belirtircesine başını salladı. Paketi bana uzatırken uzun uzun amlamlı bir şekilde baktı. Anlamıştı, Ruman anlatmış olmalıydı. Kısa bir vedadan sonra sahaftan çıktım. Kitapları arka koltuğa koydum.

Ruman'ın söylediği mekâna geldim. Arabayı bir köşeye park edip içeriye girdim. Sıcacık bir mekânda üşüyen bedenim ısındı. Yaz ayının bitmesine çok fazla bir zaman kalmamıştı. Aslında havalar güzeldi ama ben üşüyordum.

Camekânın hemen yanındaki masada oturan Ruman, beni görünce kocaman gülümseyip ayağa kalktı. Yanına gidip karşısındaki sandalyeye oturdum. Uzun zamandır görmediğim içinde özlemiştim.

Garsona verdiğimiz siparişlerden sonra daha Ruman’la doğru dürüst sohbet edemeden içeride bir kargaşa oluştu. Oğuz'u görmemle oturduğum yerden hızla kalktım. Beni mi takip etmişti bu? Beni görünce hızla yanıma gelip öfkeli bakışlarla Ruman'a baktı. Bileğimi tutup soru sormama zaman kalmadan beni çekiştirmeye başladı. Saniyeler içinde oluşan bu kargaşayla tepki veremedim. Bunu beklemiyordum elbette. Oğuz’a engel olmaya çalışan kişiler oldu lakin bu onu daha fazla öfkelendirecek ki yanımıza yaklaşan her kim olursa olsun engelleyecek kadar sertti.

"Dur Oğuz." Kolumu hızla çekip, "Ne yapıyorsun sen?" diyerek bağırdım. Oğuz, önce bana sonra peşimizden gelen Ruman'a baktı. Yüzündeki öfkenin bu kadar şiddetli olması şu an büyükçe kızıl kıyametin kopacağını gösteriyordu. Beni takip etmişti. Şimdi ise gördüklerinden sonra Ruman’ı da görünce daha fazla öfkelendi.

"Seni uyardım Aymira!”

“Hangi hakla?”

“Kocan olarak.” Bağırdı. "Müslüman olduğunu biliyorum." Sesindeki iğrenç tınının bu kadar ileriye gideceğini düşünmezken beni yanıltmış olması ondan bir kez daha uzaklaşmamı sağladı. Gözlerim irileşti, bu adam gerçekten normal değildi. Beni bunca zamandır takip ettiğini anlamamam ise saflığımdandı. "Sen bu iğ..." Sözünü tamamlatmadan attığım tokatla ortamdaki gerginlik bir hayli arttı.

"Kes," dedim bağırarak. "Senin derdin ne Oğuz?" Oğuz, yana düşmüş başını bana çevirip kolumu sertçe kavradı. Onu öyle çok öfkelendirdim ki hissettikleri dokunuşuna yansıyordu. Dibime yaklaşıp, "Bunu sonra konuşacağız," diyerek açtığı kapıdan içeriye bedenimi soktu. Ruman engelledikçe Oğuz ona da sert davranıyordu. Şoför koltuğuna oturup gaza son sürat bastı. Delirmiş gibiydi. Hızı ise korkutuyordu.

"Sen gördüğüm en aşağılık adamsın Oğuz, senden tiksiniyorum." Arabanın frenine aniden basması ile öne savrulmam bir oldu. Dengemi koruyamadığım için kolumu çarptım. Bana bakıyor, nefesini düzene sokmaya çalışıyordu. Gözbebekleri öfkeden olsa büyümüştü. Bu durumun müsebbibi olmamdan ötürü hiçbir pişmanlık yaşamıyordum. Öfkelenebilirdi, zaten bu şaşılacak bir durum değildi. Eninde sonunda öğrenecekti, zaten ona kendimi açıklama gereği bile duymazdım. Belki bu sayede aramızdaki bu saçma evlilik biterdi. Tek duamda buydu zaten.

Üzerime doğru gelip, "O aşağılık adama mecbursun, senin bu aşağılık adamdan başka gidecek bir yerin yok anladın mı!" dedi. Yüzü yüzüme öyle yakındı ki nefesi bir kor parçası gibi yüzümü bertaraf etti. Geri çekilip tekrar arabayı sürmeye devam etti. Bense susmakla iktifa ettim.

Uzun ve sessiz bir yolculuk oldu birbirimize bağırıp çağırdığımız anın ardından. Oğuz'u arkamda bırakarak odaya çıktım. Arkamdan bağırmaya devam etse de ona dönüp bakmıyordum bile. "Akşam annenler yemeğe çağırdı," dedi hırsını almayan sesle. Cevap vermedim. Oğuz'u, akşama kadar görmemek için köşeme çekildim. Gitmeyecektim o eve… Ne annemi ne de babamı görmek istiyordum. Onun sinirlenmesi umurumda değildi.

Akşam olmuş, gideceğimizi söylemişti lakin onu reddetmelerim tehdidine kadar vardı.

“Babana açacağım konuyu.” Kapıdan çıkmadan evvel söylediği sözle onun istediği tepkiyi vermedim, bilakis bu sefer sakince ona olacakları söyledim.

“Eğer söylersen, bir daha yüzümü göremezsin. Çekip giderim ruhun bile duymaz.”

...

Odadan çıkıp şirketin terasına geçtim. Nefes alamıyordum bir türlü, yorgundum haddinden fazla. Gözlerimi usulca kapattım, arkamdan gelen sesle irkilip gözlerimi açtım. Ruman'ı karşımda görünce rahat bir nefes aldım.

"Korkuttun beni."

"Af edersin, korkutmak istemedim." Önüme dönüp bakışlarımı en son baktığım yere odakladım. Ruman da benim gibi sessizleşti. Beni yine her zamanki gibi anlıyordu ve bu büyük yenilgiydi benim için.

"Mutlu olmam için ne yapmam gerekiyor, etrafımdaki musibetler neden beni buluyor Ruman?" Dudağımı birbirine bastırıp düz çizgi haline getirdim. Zihnimin yorgunluğu dilime vuruyordu artık. Hiçbirine ket vurmuyordum, bunun için bir çabam yoktu.

"Allah sevdiği kuluna musibet verirmiş, senden sadece sabır ve dua istiyor." Tepki vermedim. Elindeki kahve kupasını uzattığında aldım. "Bana söylemeyi düşünüyor muydun?" Mutlu olduğu sesinden belli oluyordu. Onun gibi gülümseyip, "Daha yeni Müslüman oldum," dedim. Üzerime gelmedi ama ben anlatmaya devam ettim. “Şu an kimse bilsin istemiyordum.” Gülümsedi.

“Hamza abiye anlatırım diye korktun?” Kaşlarım çatıldı sonra hemen düzeldi. Aslında doğruydu. Özellikle onun duymasını istemiyordum. Bu konuya girmedim. Bakışlarındaki o güzel hisse sığınıp, "Seninle senin gittiğin yerlere gitmek istiyorum Ruman," deyiverdim. Hiçbir söz kararlarımı yok sayamazdı. Oğuz’un aksine ben bildiğimi yapacaktım. Ruman yanıma gelip hızla boynuma sarıldı. Onun bu kadar mutlu olması benim umutsuz yanımı filizlendiriyordu. Barış'tan sonra beni mutlu eden tek kişi Ruman'dı. Onların varlığı beni ayakta tutuyordu. Onlar da olmasaydı benim dayanma gücüm kalmazdı.

"Tabii. Gidelim, sen ne zaman istersen konuşuruz. İstersen bugün gidebiliriz." Verdiği cevapla gülümsedim. Başımı olumlu şekilde sallayınca gözleri parladı. Ertelemek istemiyordum, erteleyince korkularım artıyordu. Tekrar boşlukta kaldı bakışlarım, iç çektim.

“Teşekkür ederim Ruman.”

“Ben ne yaptım ki? Keşke daha fazlası gelse elimden.”

“Sen beni anladın, daha ne yapabilirsin.” İkimizde birbirimize iyi gelmek adına sessizleştik. Oturduğumuz yerden kalkarak terastan çıktık. Ruman, kendi odasına geçti ben de kendi odama geçtim. Mesainin bitmesine az kalmıştı. Ruman, bugün sohbete gidebileceğimizi söylediğinde içimde tarifi imkânsız bir mutluluk kaplamıştı. Hiç bu kadar heyecanlanmamıştım. Oturduğum yerde geriye yaslanıp hafiften sallandım. Şu an istemsizce tırnaklarımı yiyordum fakat engel olamadığım başka hisler tebelleş oluyordu. Hissettiğim korku değildi, ben de anlamıyordum. Zaman geçtikçe neler olacağına dair bir fikir yürütemiyordum. Nasıl biz çizgide ilerleyecektim, nasıl bir hayat beni bekliyordu bilmiyordum. Sadece istediğim inançlarımı yaşamak ve Oğuz’dan kurtulmaktı.

"Çıkalım mı?" Ruman kapı pervazından bana baktığında, "Çıkalım," deyip çantamı askılıktan aldım. Beraber şirketten çıkıp arabaya bindik. Ruman, benden daha heyecanlıydı.

"Gideceğimiz yer uzak mı?"

"Biraz, sen eminsin değil mi?"

"Hiç olmadığım kadar." Sıcacık gülümseme yollayıp önüne döndü. Tuhaf hissediyordum kendimi, Ruman'la tanışıp şimdi onunla sohbete gitmek aklımın ucundan geçmezdi. Kader bize güzel gelmişti ve ben kaderimi seviyordum. Her ne kadar acıyla yoğrulmuş olsam da sonundaki mutluluk anlatılmayacak kadar güzeldi.

Belki zorlu bir sürecin içerisine girecektim, belki de yakınlarım tarafından hiç görmediğim muameleyi görecektim. Bunları düşünürken az da olsa korkuyordum. Kolay olmayacaktı hiçbir şey, kolay olmayacaktı inançlarımı yaşamak, fakat bunu göze almıştım. Şu anlık sadece kendi hislerimi önemsiyordum.

Oğuz, bu kadar hiddetleniyorsa babamla annemi düşünemiyordum. Özellikle babam çok sinirlenecekti, bunu tanıdığım birkaç Müslüman insanlara davranışlarında görebiliyordum. Ruman'dan bile haz etmezken mecbur kaldığı bu işte ne kadar yol kat edecekti görecektim. Hâlâ bana anlatmamışlardı neden onu işe aldığını. Bunda bir iş vardı ve ben bunu çözecek kadar yeterli değildim.

"Geldik." Ruman, dediği binayı gösterdiğinde arabayı müsait yere park edip indik. Adımlarım uçar gibiydi ama bir taraftan çekiniyordum. Üzerimde kasvetli hava dolaşmaya başladı. Giydiğim kıyafetler uygun değildi buraya, bana nasıl bir gözle bakacaklarını az çok tahmin edebiliyordum. Belki hor göreceklerdi belki de aşağılayacaklardı. Meryem’de bunu hissetmemiştim. Onunla sohbetlere giderken bu his yoktu bende. Şimdi neden böyle olduğum hakkında bir fikrim yoktu. Hâlâ olduğum yerde beklediğimi gören Ruman, bana kısaca baktı. “Ne oldu?”

Tedirgin bir bakışın ardından, “Girmesem mi?” dedim. Yanıma geri geldi, beni ikna etme çabaları yoktu lakin, “Hâlâ korkuların mı var?” dedi. Sesi istihzalı değildi bilakis beni dinlemek istiyor gibi bekledi.

“Hayır, mesele o değil. İçerisi çok kalabalık olacak.” Bir an sustum akabinde üzerimdekilere bakıp devam ettim. “Mesele benim sanırım.” Bana bakıp dudağını büzdü. Kendi kendime dert edindiğimi biliyordum. O ise beni yatıştırma derdindeydi. Başını omzuna eğdi. Düşünmeden edemiyordum, hiçbir sözün de beni avutmasına izin vermiyordum.

"Tahmin ettiğin gibi bir şey olmayacak merak etme." Güven verici sesi yine de diken üstünde olmama yetiyordu. Binaya girdiğimizde bizi karşılayan kızlardan hiçbir tepki almadım, bilakis oldukça sıcak davranmışlardı. Aklımda putlaşan düşünceler bir bir yıkılıyordu sanki. Gergin bedenim biraz daha rahatladı.

Büyük bir odaya geçtik. İçeride her yaştan insan vardı. Ruman, onlara selam verip tek tek sarıldı. Sanırım çoğunu tanıyordu. Hepsiyle samimiyeti ileri düzeydeydi. Zaten o hep cana yakın biri olduğu için buna şaşırmadım. Kadınlar Ruman’dan sonra bana sarılıyorlardı. Beni tanımıyorlardı ama bana sıcacık davranıyorlardı. Bu samimiyeti sevmiştim.

"Teyze." Ruman’ın dönüp teyze dediği kişiye baktım, Hamza'nın annesinin olması beni biraz tedirgin etti. O da beni gördüğünde belli belirsiz şaşkınlık oluştu yüzünde. Yaklaştıklarında zorla da olsa selam verebildim. O günden sonra yüzüne bakamıyordum. Rezilliğim, utanç verici o hâlim sıkıntımı gittikçe gün yüzüne çıkarıyordu. Köşeye oturmamızla içeriye birkaç kadın konuşmacı girdi. Odanın ortasındaki rahleye Kur'an'larını koyup tek tek selam verdiler. Odada benden başka bir beş kişi daha açıktı ve bu tuhaf duygu biraz olsun benden uzaklaştı. Etrafı gözlemlediğimde hiçbirinin ilgi alanına girmemem rahatlattı. Herkesin ilgisi ortamdaki manevi havadaydı. Zaten ben de çok geçmeden o manevi havanın lezzetini alabildim.

Konu iman ile ilgiliydi. Şu an beni en çok ilgilendiren mevzu buydu sanırım. Besmeleyle başlayan hoca kısa sürede konuyu toparladı. Anlattıkları her bir kelime zihnimde pas tutmuş düşünceleri silip süpürüyordu. Dinlediklerimin altındaki gerçeklikte beni farklı hisse sokan bu duygu karmaşasında gözlerim ağlamak ister gibi doldu. Yine ne kadar doğru bir tercih yaptığımı idrak etmekle kalmayıp bunu direkt kendime kabul ettirdim.

Bu sefer sağ taraftaki orta yaşlarda güzel giyimli kadın söze girişti. Önce birkaç yudum su alıp boğazını temizledi. Konunun ortasında bir kıssa anlatmaya başladı.

“Size Ukbe Bin Amir el-Cuhani sahabemizden bahsetmek istiyorum.” Gülümsedi ve söze yeniden girişti.

Ukbe Bin Amir el-Cuhenî radıyallahu anh Kur’an-ı Kerim’i güzel okuyan bir Kur’an hâfızıdır. Ukbe Bin Amr radıyallahuanh, Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin Medine-i Münevvere'ye hicretinden sonra İslâm'la şereflendi. Müslüman oluşunu kendisi şöyle anlatıyor:

"İnsanlardan uzak, çöllerde küçük sürülerimin peşinde hayatımı geçiriyordum. Mekke’de yeni dinin ve son Peygamberin geldiğini daha sonra Medine'ye hicret edeceğini duydum. Kısa bir zaman sonra da Medine'ye teşrif ettiği müjdesini aldım. Bütün Medineli Müslümanların sevinç haberleri geliyordu. Ben de sürülerimi bırakıp Medine'ye koştum. Huzuruna vardım ve: "Ya Resûlallah! Ben size bey'at edeceğim," dedim. Sevgili Peygamberimiz: "Sen kimsin?" dedi. Ben de: "Ukbe Bin Amir el-Cuhenî'yim," dedim. Bana: "Sence hangisi daha iyi. Bedevi bey'atı mı, yoksa hicret bey'atı mı?" dedi. Ben de: "Hicret bey'atı yapmak istiyorum." Yani, Medine'de kalmak üzere bey'at ediyorum dedim. Muhacirlerle beraber yanında bir gece kaldım. Ertesi gün küçük sürümün yanına döndüm."

Ukbe Bin Amr radıyallahu anh’ın gönlüne İslâm ışığı girmişti, fakat o sevgiliden ayrı kalışı yeni gelen vahiyleri duyamaması ona çok zor geliyordu. Kendi ifadesiyle şöyle bir çare bulmuştu: "Biz 12 arkadaştık. Sürülerimizi otlatmak için Medine'den uzakta kalıyorduk. Arkadaşlarla aramızda: "Biz de hiç iş yok. Yeni gelen vahyi öğrenmek ve Resûlullah’ın sohbetinde bulunmak için her gün birimiz Medine'ye gitse, sürüsüne burada kalanlar baksa diye anlaştık. Ben sürüleri bırakmaktan korkuyordum. Siz gidin ben sürünüze bakayım. Geldiğinizde, dinlediklerinizi ve öğrendiklerinizi sizden alırım," dedim. Bir müddet böyle nöbetleşe devam ettik. Sonra o sevgilinin yüzünü görememek, huzurunda bulunamamak canıma tak etti ve kendi kendime:

"Yazıklar olsun sana! Sen bu sürüler yüzünden mi Resûlullah'ın sohbetinde bulunmayı terk ediyorsun? Gelen vahyi direkt onun ağzından duymak, aracısız, ondan almaktan bu sürüler mi seni alıkoyuyor?" dedim. Gafletten uyanarak kendime geldim ve koyunlarımı bırakıp Resûlullah'ın yakınında bulunmak için Medine'ye hicret ettim. Mescitte yatıp kalktım."

Ukbe Bin Amr radıyallahuanh gölge gibi Resûlullah (s.a) efendimizi takip etmeye başladı. Yolculukta hayvanının yularını tuttu. Ona hizmeti zevk haline getirdi. Efendimiz de Ukbe'yi çoğu kere terkisine alırdı. Bu sebepten ona Resûlullah’ın redifi diye isim verildi. Kendisi şöyle anlatıyor.

Bir gün Resûlullah bana:

"Ukbe! Sana, şimdiye kadar benzeri görülmeyen iki sureyi öğreteyim mi?" dedi. Ben de: "Evet, Ya Resûlullah!" dedim. Bunun üzerine İki Cihan Güneşi Efendimiz bana, "Felâk ve Nas" surelerini okudu. Namaz vakti girince imam oldu ve o iki sureyle namazı kıldırdı. Daha sonra: "Ey Ukbe! Yatarken bu sureleri daima oku!" buyurdu.

Ukbe Bin Amr Allah'ın sevgilisine yakın olmanın ve ona hizmet etmenin bereketini, hayatında gördü. Kur'an, hadis, fıkıh ve ferâiz ilminde güzide şahsiyet oldu. Ashap arasında ilim ve cihat eri olarak anıldı.

O, Kur'an okumak ve öğretmekten büyük zevk alırdı. Bir gün Resul-i Ekrem efendimizden: "Ya Resûlullah! Hûd ve Yusuf surelerini bana okur musunuz?" diye ricada bulundu. Efendimiz okudu Ukbe dinledi. Daha sonra öğrendiği şekilde etrafına okudu ve öğretti.

O, Kur'an-ı Kerim'i çok güzel okurdu. Sahabe onun tane tane okuyuşunu dinler, kalpleri ürperirdi. Bilhassa geceleri ortalık sakinleşince yüksek sesle, Mevla’sıyla konuşurcasına ayetleri tefekkür ederek huşu ile okur gözleri yaşlarla dolardı.

Hz. Ömer, onu bir gün çağırıp şöyle dedi: "Ey Ukbe! Bana biraz Kur'an oku!" O da: "Hay hay, Ey emîru'l-mü'minin," dedi ve bir miktar Kur'an okudu. Ukbe radıyallahu anhın tatlı tatlı okuyuşunu huşu ile dinleyen Hz. Ömer radıyallahuanh gözyaşlarını tutamadı ve sakalını ıslatıncaya kadar ağladı.

Evet! Kur'an böyle bir kitaptır. Onu huşu ile dinlemek kalpleri ürpertir... Gönülleri yumuşatır. Gözyaşlarını akıtır... Çünkü kâmil müminlerin, gıdasıdır Kur'an... Allah'ım! Bizlere de o yüce kitabın derinliklerine dalabilmeyi, onu okumak okutmak ve dinlemeyi zevk haline getirebilmeyi nasip et!..

Ukbe radıyallahuanh kendi elleriyle yazdığı bir Kur'an bıraktı. Yakın zamana kadar Mısır'da kendi adıyla bilinen camide muhafaza edildi. Fakat kaybolan kültür hazinelerimiz arasında maalesef o da kayıplara karışıp gitti.

O, Hz. Ömer radıyallahuanh devrinde Şam'ın fethinde bulundu. Büyük kahramanlıklar gösterdi. Komutan Ebu Ubeyde radıyallahuanh halifeye müjdeyi ulaştırmak üzere onu gönderdi. Muaviye devrinde Mısır'da valilik yaptı. Onun emriyle Rodos adasının fethi için gönderilen orduya kumandan oldu.

Ukbe radıyallahuanh askeri bilgileri öğrenmekten zevk alırdı. Kendisi de mükemmel ok atardı. Halkı da bu işe teşvik ederdi. Bir defasında Hz. Halid İbn Velid radıyallahuanha Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem: "Cenab-ı Hak bir ok için üç kişiye cennet nasip edecektir," hadisini hatırlatmıştı. Bunun için ok atmak hususunda büyük gayret sarf ederdi.

İlim ve cihada çok önem veren Ukbe radıyallahuanh elli beş hadis-i şerif rivayet etmiş ve 58. hicri senede Mısır'da vefat ettiği bildirilmiştir. Cenab-ı Hak'tan şefaatlerini niyaz ederiz. Âmin.”

Her bir kelimesini dikkatle dinlemiştim. Etkileyiciydi. Sanki bu hissi yaşıyordum ben de. Koluma dokunan elle irkildim. Ne zaman aktığını bilmediğim gözyaşlarımı yeni yeni fark edebildim. Sohbet bitmişti ama ben duyduklarımla kaldım. Ne ara bu kadar daldığımı kolumdaki eli hissettiğimde anladım. Gölge olabilmek... Ukbe bin Amr gibi... İç çekmemin ardından Ruman’a baktım. Ruman bana gülümsediğinde iyiyim dercesine gözlerimi kırpıştırdım. Bakışlarım Hamza'nın annesine kaydı. O da aynı şekilde bana bakıyordu. Yüzünde beliren şefkat unsuru gülümseme, yüzümdeki hüznün gölgesini yok etti. Utana sıkıla önüme döndüm. Onların öğrenmesini istemiyordum. Geçen zamanki rezilliğim aklıma gelince mahcup oldum. Annesi bana yine aynı şekilde bakarken nasıl yaklaşabilirdim ki yanına? Şimdi bile rezilliğimi yüzüme vuracak bir ifade göremiyordum yüzünde. Sohbet bittiğinde herkes gitmek için ayaklandı. Oturduğum döşekten kalkarak Ruman'a döndüm.

"Eve bırakayım sizi." Ruman, teyzesi ile annesine döndüğünde hiçbiri kabul etmedi. Kendilerini alacakları birinin olduğunu söylediklerinde ısrar edemedim. Ruman, benimle vedalaştıktan sonra gidecekken kolundan tutup durdurdum.

"Teyzen çok tuhaf bakıyordu, ona açıklama yapmanı istesem kabul eder misin? Kimsenin farklı düşünmesini istemem. Bir de…" Ruman elini omzuma koyup, "Merak etme, ben her şeyi söylerim. Hem de…" diyerek tamamlayamadığım isme vurgu yaptı, ardından komik bir şay varmış gibi güldü. Ters bakışlarımı görmezden gelip kendisini bekleyen teyzesinin ve annesinin yanına geçti. Ben de ileride duran arabama binip yönümü eve doğru çevirdim. Epey ilerledikten sonra gözüme ilişen mağazayla durdum. Bu saatte bir mağaza açıktı, üstüne üstlük tesettüre dair kıyafetler satılıyordu. Bu bana bir işaret miydi ya da normal bir rastlantı mıydı bilmiyordum. Arabadan inip mağazanın içine girdiğimde içeride anladığım kadarıyla sipariş işleri ile uğraşılıyordu. Mağazayı baştan aşağı inceledim, içerideki birkaç kadın bana bakıp, "Buyurun?" dedi. Tedirgin bir şekilde kadına baktım. Gözüme ilişen yeşil renkli şalla duraksadım. Alıp almama konusunda kararsız kalsam da cesaretlenerek şalı aldım. Şimdi takamasam da elbet bir gün takacaktım.

"Ben bu şalı almak istiyordum." Kadın elimdeki şala bakıp, "Tabii," dedi. Kasaya geçip ücreti ödeyerek mağazadan çıktım. Arabaya tekrar bindim, yüzümde oluşan gülümseme daha da arttı. Her ne kadar hazır olmasam da örtüyü bir gün takacaktım, en azından ara ara başıma takıp kendimi cesaretlendirirdim. İçim kıpır kıpır oldu.

Eve geldiğimde kimse yoktu. Oğuz dışarıda olmalıydı. Hızla odama geçip şal paketini yatağa koydum. Üzerimdekileri çıkarıp şalı paketinden alarak başıma taktım. Boy aynasından kendime bakarak tebessüm ettim. Heyecanıma mani olamıyordum. Aynadaki siluetim çok değişikti. İç çekerek elimi kalbimin üzerine koydum. “Uslu dur kalbim.” Bu mutluluğun kısa sürmesi beni o kadar çok korkutuyordu ki, istemsizce yüzüm düşüyordu. Fakat bu sefer yüzümü düşürmeden gülümseyerek şalı başımdan çıkardım.

Şalı katlayıp dolabımın en üst bölümüne koydum. Elbet bir gün özgürce başörtümü takacaktım. Bunu Allah'tan istiyordum, onun beni affedeceğini de biliyordum.

Mutfağa geçip kendime kahve yaptım. Masaya oturduğum an evdeki tıkırtı ve çok geçmeden Oğuz’un yanıma gelmesi dışarıdan gelmediğini gösteriyordu. Ev kıyafetleriyleydi.

"Sen evde miydin?" Sessizce yanımdan geçip kendine de kahve yaptı.

"Odadaydım, sen neredeydin?"

"Bir arkadaşlaydım." Karşıma oturup, "Arkadaşında pek sosyalmiş!" demesiyle yudumum boğazımda takılı kaldı. Durgundu, sinirlenmeden söylemesi beni oldukça şaşırttı. Cevap vermek yerine sessizce kahvemi yudumladım. Hazır benimle böyle sakin konuşuyorken lafı değiştirdim. Dirseklerimi masaya dayayıp bardağı dudaklarıma götürdüm.

"Neden senden bu kadar nefret eden kişiyle evli kalmak istiyorsun?" Sakin bir şekilde konuşmak işe yarardı belki, onun düşüncelerini merak ediyordum çünkü. Kısa bir sessizlikten sonra çatılmış kaşlarıyla bana baktı.

"Seni sevdiğimi görmüyor musun hâlâ?"

"Beni sevseydin mutlu olmamı isterdin." Kelimelerim ona göre kifayetsizdi belki ama o da bilmeliydi kendini.

“İzin vermiyorsun.” Alayla güldüm. Ya ne demek istediğimi anlamıyordu ya da anlamak istediği buydu.

“Bizim evliliğimiz izin vermek için bir bahane mi! Sen beni sevmiyorsun Oğuz, bunu takıntı hâline getirmişsin sadece.” Elindeki kahve kupasını sertçe masaya koydu. Boşluğuma gelen bu an irkilmeme neden olurken Oğuz'un yine fevri çıkışı geri çekilmeme neden oldu.

"Aşkı da sevgiyi de sen mi öğreteceksin bana? Söylesene Aymira daha sevginin ne olduğunu bilmeyen sen mi bana yol göstereceksin?" Dedikleri kırıcıydı. Gözlerindeki öfke beni anlamamasının emaresiydi. O sadece kendini düşünen bencil adamın tekiydi.

"Acınacak durumdasın," dedim tiz bir sesle. Hızla kalkıp masanın üzerindekileri savurdu. O an dökülen kaynar kahve gerginliği biraz daha arttırdı. Canım çok fazla yanmıştı ama belli etmedim. Hatta o bunu fırsat bilip birikinti dağılmadan kaynar kahveye elimi biraz daha bastırdı. Şu an canımı acıtmak istiyordu. Yarım dakika sonra ellerini masaya dayayıp bana doğru eğildi.

"Şunu küçük beynine sok artık, senin benden başka gidecek yerin yok. Bu yüzden benim sözlerim dışında başka sözler ima etme." Nefesini yüzümde hissettiğim an geri çekildim. Mavi gözleri fazlasıyla koyulaştı. Nefesindeki alkol kokusu ilk defa bu kadar iğrenç geldi.

"Ben senin malın değilim." Dudakları istihzalı bir şekilde kıvrılırken usulca cümlelerini döktü ortaya. Kahretsin ki ona bu hakkı ben verdim.

"Sence..." Dedikleri ile bocalasam da öfkemin en dibine battım. Çatılmış kaşlarım ve koyulaşmış gözlerimle mavi gözlerine baktım. Alaycı gülüşü sinsi bir hâl aldı. Ona değil kendime kızıyordum. Canımı bile kendim yakabilecek kabiliyete sahiptim. Babamın bana yaptıklarına saydırdım. Konuşmadım, hızla yanından uzaklaştım. Onu arkamda bırakırken bile ona kırık dökük yanımı bırakmıştım. Zalimceydi bana yaklaşımı.

Odaya girdiğim gibi kapıyı sertçe kapattım. Ağlamak haykırmak istiyordum ama yapamıyordum. Ağlamayı bile beceremiyordum artık. Bir mal gibi ona satıldığımı ima etmişti, ima etmekle kalmamış direkt yüzüme çarpmıştı. Elimle kapıyı yumruklamam bana sadece zulümdü. Yanan elim, gerçekler kadar acıtmıyordu bile. Aklıma gelenle yanığa baktım. Avucumun içi kızarmıştı, elimin üstünde ise kesik kesik kızarıklık vardı. Lavaboya geçip elimi soğuk suya tuttum. Sanırım yara su kaplayacaktı. Yüzüm buruştu.

“Adi, pislik.” Sesime yerleştirdiğim nefret, sözlerimden ibaret kalıyordu. Biraz zaman geçtikten sonra evde yanık kremi baktım ama bulamadım. Bu yüzden ara ara serin kompresler yapıyordum.

Yatağa uzandım. Ara sıra Oğuz’un tıkırtılarını duyuyordum. Elimin acısıyla yatağa kıvrıldım. Acı uyutmamıştı ama düşüncelerim biraz olsun bunu yok saymamı sağlıyordu. En azından ruhumun acısı elimin acısını unutturmuştu.

...

Öğretmenlik için başvuru yaptım. Geçen gün girdiğim sınavda istediğim puanı almıştım. Artık kararlarımda emin adım atmalıydım, üstüne bugün herkesle bu işi konuşacaktım. Belki kızacaklardı ama en doğrusu bu olacaktı. Birçok kaybın içinde daha kaç kayıp olacaktı bilmiyordum.

İlk işim hastaneye gidip yarama tedavi uygulattırmak oldu. Korktuğum başıma geldi, yanık su kaplamıştı ve oldukça büyüktü. Doktorun verdiği kremi alıp arabaya geçtim. Daha sonra alışveriş yapmak için mağazaları dolandım. İstediğim birkaç kıyafeti almanın mutluluğunu yaşıyordum. Kendime birkaç tesettür kıyafeti ve başörtü aldım. Şu an daha hazır hissetmesem de bir gün bunlarla yaşamasını öğrenecektim.

Eve geldiğimde evdeki kalabalığın merakı ile içeriye doğru yürüdüm. Birkaç kişinin hararetle konuşması geliyordu kulağıma. Kapıyı kapatıp salona girdiğimde annem ve babam, Oğuz'un benim Müslüman olduğuma dair söylemlerini dinliyordu. Hepsinin bakışı bana denk geldi, düşündüğümden daha öfkeli bir hâle bürünmüşlerdi. Kaşlarımı çatarak Oğuz’a baktım, şu an onu boğmak istiyordum.

"Duyduklarımız doğru mu Aymira?" Sertçe yutkundum ve babamın sorusu karşısında sessiz kaldım. Ben anlatacaktım oysaki Oğuz'dan duymaları bütün işimi bozmuştu. Babam öyle bir bakıyordu ki kendimi olduğum yere sığamaz hissettim. "Sana doğru mu diyorum dedim?" Babamın bağırması ile başımı aşağı yukarı salladım. Kulaklarımda çınlayan veryansınlar benim nasıl bir gidişatıma zemin hazırlıyordu bilmiyordum. Babam hızla yanıma yaklaştığında tereddüt etmeden bakışlarımı öfkeli yüzüne odakladım.

"Bu düşüncenden vazgeçeceksin Aymira."

"Asla!" dedim boğuk çıkan sesimle. Sol yanağımda hissettiğim acıyla başım yana savruldu, saçlarım ise hayal kırıklığını gizlemek istercesine yüzümü bertaraf etti. Elim istemsizce yanağıma gitti, gözümden düşen yaşa mani olamadım. Babamın ilk defa şiddetine maruz kaldım, bu fazlasıyla gururumu zedeledi. Gözümden düşen bir damla yaş yanağımı değil yüreğimi yakıyordu. Sızlayan yanağım değildi, sızlayan iyileşmeyen kalbimdi.

"Bana bak Aymira, ya o düşüncelerinden vazgeçersin ya da..." Kelimelerini tamamlayamadan, "Ya da ney baba?" diye sordum.

"Ya da bizim gibi bir ailen olmadığını bil." Şaşkınlıkla yüzüne baktığımda acı ve hayal kırıklığının bütünleşmiş hâlini gördüm. Bu konu babamı fazlasıyla sinirlendirmişti ama bu kadar ileriye gideceğini tahmin etmemiştim.

"Kolay kolay silebileceğiniz evladınız mıyım ben sizin?" Parmağı ile burun kemerini sıkıp, "Evladımız yolunu seçmiş," dedi. Hiçbir tereddüt barındırmayan bu sözleri bana vaat ettikleri hayatın bir yenisiydi.

"Yapma baba, sizden bu zamana kadar sevgi dilenmedim hatta sevginizi doğru dürüst hissedemedim ama kararlarımdan dolayı beni bu kadar kolay çıkartabiliyorsanız hiç beklemeyin…" Bunları duymayı beklemiyormuşçasına şaşkınlıkla yüzüme baktı. Annemde yanımıza geldi, o da aynı şekilde öfkeyle bakıyordu. Fakat onlara yapmayın diyemezdim. Beni bu kadar kolay silebiliyorlarsa ben de onları ancak onaylardım. Kimseye artık tamahım kalmamıştı, isterlerse beni hayatlarından tamamen çıkartabilirlerdi. Zaten beni Oğuz’la evlendirerek hayatlarından çıkarmamışlar mıydı?

"Senin gideceğin yol sadece biz olabiliriz Aymira, bu saçmalığı kes artık." Eline hapsettiği kolumu hızla çektikten sonra, "Bu saçmalık değil," dedim. Babam burnundan solurken annem ise saçma sapan tavırlara bürünüyordu. Oğuz araya girdiğinde öfkeyle ona baktım. Sebep oldukları sınırı aşmıştı.

"Merak etme, o iş ben de." Babam Oğuz'a güvenircesine kolunu sıvazlayıp kapıya doğru yürüdü. Çıkacakken son kez bana bakıp, "Vazgeçmediğin müddetçe tependeyim bilesin Aymira," deyip öfkeyle evden çıktı. Dediklerine aldanmadan odaya çıkıp eşyalarımı toparlamaya başladım. Oğuz'la artık tamamen kesecektim ilişkimi, bundan sonra yüzünü dahi görmeyecektim. Elimdeki valiz hızla çekildiğinde ne olduğunu anlamadan Oğuz'a baktım.

"Sana demiştim Oğuz, mutlu musun şimdi?" Kolumdan kavrayıp öfkeyle yüzüme doğru tısladı. Bu bana yapılmış bir saygısızlıktı.

"Seni bu yoldan vazgeçmen için kaç defa uyardım." Kolumu elinden çektim ve, "Ben de sana vazgeçmeyeceğim demiştim," dedim ama o istemediğim bir şekilde bile isteye yaralı elimi tutup sürüklemeye başladı. Boş bir odaya geldiğimizde buranın kullanmadığımız ve kullanıma müsait olmayan yer olduğunu görmem endişelendirdi. Üzerime doğru yürüdüğünde duvar dibine sıkışmam bütün korkularımı ortaya serdi. Bu beklemediğim bir olaydı, başka davranışlara maruz kalabilirdim ama bu oda beni fazlasıyla korkutuyordu. Kapanan kapı ve söylenen sözler bedenimdeki titremeyi arttırdı. Hızla kapıyı yumrukladım, bağırdım. O an sesini duydum:

“Bana dönene kadar buradan çıkış yok Aymira.” İşte o an meselenin inançlarım değil aramızdaki mesafe olduğunu daha iyi anladım. Kaybetme korkusu o valizi elime aldığım an duygusuz yüreğine daha çok nüksetmişti.

Ona karşı mesafelerimi bu karanlık odaya hapsetmişti. Korkarak baktım karanlığa, daha sonra Mus’ab bin Umeyr geldi aklıma ve geçen gün dinlediğim sohbeti anımsadım anında. Ne demişti Meryem: Allah Ta-Ha suresinde şöyle buyurmuştur: Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim. İşitirim ve görürüm.

Loading...
0%