Yeni Üyelik
19.
Bölüm

XIX. ESKİ HESAPLAR

@rumeysadoganm

Düşlediğim hayattan vazgeçeli çok olmuştu. Hayal ettiğim ne varsa artık benden fazlasıyla uzaktı. Zifiri karanlığa boğulalı çok olmuştu. Beni meyleden hayatı istemiyordum, istediğim tek şey mutlu olacağım yerde olmaktı. Benim mutlu olacağım yer yoktu aslında, nereye gitsem oraya kendimi sığdıramıyordum. Yaşadığım hayatın altında ezilmekti bu, ömrüm bu ezikliğin içinde boğuşup duracaktı.

Koridorda öylece bekliyordum. Hamza da işlemleri yaptığında yanıma geldi. Bana uzattığı suyu alıp birkaç yudum içtim. Kendimi berbat hissediyordum. Oğuz’un öfkesine sebebiyet verirken bunların olacağını bilemezdim. O görüntüler hâlâ gözlerimin önündeyken kendime gelmem imkânsızdı. Öne eğilip dirseklerimi dizime dayadım. Yüzümü sertçe ufalayıp geçmeyecek olan bu hâlime dem vurdum. Oğuz’un gazabına uğrarken şimdi onun kendine verdiği zarara üzülüyordum. Kapandı gözlerim, geçmişten bugüne kadar süre gelen anları düşündüm. Hiçbiri aklımdan çıkmamıştı, bana yapılanları unutmamıştım. Ben kindar bir insan değildim ama yapılanları hatırladıkça affetme isteğim tamamen yok oluyordu.

Sabırlı olmak, imtihanımdı benim. Allah’ın bana vereceği güzel bir hayat olduğundan emindim. Belki şu an değildi, belki de en güzeline ulaşmam içindi bu kadar olumsuzluklar. Bunu düşündükçe rahatlıyordum ama bir süre sonra yeniden yüreğimi saran zehirli hisse engel olamıyordum. Bütün güçsüzlüğüm buydu belki de.

"İyi misin biraz daha?" Hamza’nın endişeli tavrına karşı omuz silkip, "Bilmiyorum," dedim. "Ben böyle olsun istemezdim." Usulca başını sallayıp, "Kendini suçlama artık, alkollüydü biliyorsun," dedi. Sesindeki sıcak tını gergin bedenimi biraz olsun rahatlattı. Fakat ne derse desin o buradaysa benim yüzündendi. Gelmeseydim buraya, belki de bu kadar kargaşa yaşanmazdı.

Hamza, koridorda adımlarken ben de onu saatin akrep ve yelkovanının zamanı gibi seyrediyordum. Arada bana bakıp tekrar oda kapısına bakıyordu. Başımı duvara yaslayıp gözlerimi kapattım. Kapanan gözlerimin sızlaması ayrı konuydu. Dün geceden beri hiç uyumamıştım. Vakit öğle vaktine ulaşmıştı. Ailesine bir saat önce haber verilmişti, birazdan onlar da burada olurdu. Her şey karışacaktı ve bu karmaşıklıkta ben suçlanacaktım.

Birkaç saatin ardından Oğuz'un babası, onun ardından ise benim babam geldi. İkisi de önce bana bakıp sonra Hamza'ya baktılar. Oğuz'un babası hiddetle yanıma gelip, "Neyin peşindesin sen Aymira?" dedi. Bağırması ile irkildim. Konuşma yetim elimden alınmış gibiydi. Yerde olan başımı kaldırdığımda Burhan amcanın öfkeli bakışları altında kendimi güçsüz hissettim.

"Söylesene?" Kolumdan sertçe kavrayıp beni dürtüklediğinde hızla kolumu elinden çekip, "Onu oğlunuza soracaktınız," dedim, siniri biraz daha arttı. Üzerime doğru yürüyecekken Hamza'nın Burhan amcayı engellemesi ile ortamın gerginliği bir hayli arttı. Hamza, daha fazla öfkeliydi. Sertleşen yüz hatları oldukça ürkütücü gözüküyordu. Kararan gözbebeklerindeki o hisse tanık olmak istemiyordum. O an saçmaladığımı hissettim. Belki de burada olmasının sebebi yine beni görüyordu. Beni suçluyordu; hep yaptığı gibi. Rahatlarını bozmuştum en nihayetinde!

"Şimdide bu adamla mı oğlumu..." Sözünü tamamlatmayan Hamza'nın sözleri oldu. Sesi oldukça otoriterdi. "Yavaş..." Hamza, Burhan amcanın fevri hareketlerini göz önünde bulundurarak, "İleri gidiyorsunuz, onunla doğru konuşun," dedi.

Burhan amca, bu tavır karşısında fazlasıyla öfkelendi. Bakışları Hamza’da dolandı. Arada kalmıştım. Kimi sakinleştirsem yetersiz olacaktı. Kaçıp gitmek istiyordum buradan; her şeyden, herkesten uzak kalmak istiyordum. Neden gelmiştim ki zaten? Durulacak mıydı sanki olanlar ve ben görmezden gelinecek miydim?

"Aradan çekil sen." Babamın sesini duydum bu sefer. Burhan amcayı mı koruyordu? Zaten Hamza ile aralarındaki husumet onu biraz da buna itmişti. Beni bile görmezden geliyordu. Burada ben mağdurdum, bunu benden yana kullanmalıydı. Babamın gözlerine baktım ama aldığım sonuç tamamen hayal kırıklığıydı.

"Baba!" dedim güçsüz ve kırılgan bir sesle. Boğazım düğüm düğümdü, babamın bu tepkisi ile gözyaşım büyük bir acıyla yanağıma doğru süzüldü. Ona doğru yaklaştım; elimi tutsun, bana güç versin istedim ama yapmadı. Ona olan kırgınlığıma rağmen şu an gerçekten onun desteğini istiyordum. Bu benim aslında bir şeylere tutunma ihtiyacımdandı. Şu an yapayalnızdım. Birilerinin bana destek olması o kadar ihtiyaç hâlini almıştı ki yüzsüzlükse yüzsüzdüm. Beni elinin tersiyle itiyordu. Bu fazlasıyla can yakıcıydı. Gözlerime baksın istedim lakin o bana oldukça yabancıydı. Beni korusun istedim ve o beni gerçekten silmişti.

"Bunların bütün sorumlusu sensin Aymira, bizi bu hâle getiren sensin." Karşısında dirayetsiz duruşum elzem bir görüntüyü sundu. Her şey bir yana, bu fazlasıyla acı vericiydi. Beni böyle suçlaması haksızlıktı.

"Ben sadece kendim oldum, eğer bir suçlu arıyorsanız kendinize bakın. Bu olanlar benim yüzümden değil sizin yüzünüzden, para hırsınızdan. Onu benim hayatıma sokan sizdiniz." Kararlı çıktı sesim. Aslında elimde olsa onlara gerçekleri bir bir haykırırdım ama gücüm yoktu. Şu birkaç dakikada bütün gücüm tükenmişti.

"Sen bizi arkanda bıraktın Aymira." Başımı iki yana sallayıp, "Ben yine sizin kızınızdım, beni yok sayan sizlersiniz," deyip bağırmamı sürdürdüm. “Beni mahvettiğinizi görmüyor musunuz? Bana o odada ölmemi söyleyen sizdiniz baba. Şimdi beni suçlu göremezsiniz.” Elini tehdit eder gibi kaldırıp, "Git buradan Aymira," deyince içimde kopan fırtına beni sertçe itekledi. Gözlerinin içine daha fazla baktım. Kararlı ve keskindi bakışlarım.

“Baba.” Gülümsedim. Dudaklarımda bir alay vardı. “Artık karşında eski Aymira yok. Bitti, bitirdiniz.” Daha fazla yaklaştım dibine. Parmağımla kalbinin üzerine bastırdım. “Ne benim senin gibi bir babam, ne de senin Aymira bir kızın var.” Beklemeden yanından hızla yürüyüp geçtim. Hep bir yerlerden kırılıyordum. İmtihanım buydu benim. Artık tek bir umudum kalmamıştı. Onların hayatlarına dokunamazdım. Yaşadığım bunca yıla tek bir söz bulamazken bu bir yılda ne kadar büyüdüğümü anladım.

Hastanenin önündeki bankta bir müddet oturdum. Etraftaki insanları boş gözlerle seyrediyordum. Uyuşmuş gibiydim. Sessizliğim, içime attığım bir haykırıştı aslında. Kabullenişti biraz da… Yanıma gelen Hamza endişeyle bana bakıp, "İyi misin?" diye sordu. Kurumuş boğazımdan ötürü zorla yutkundum. Yanağımda biriken gözyaşımı silip, “İyiyim,” dedim. Bir şeylerin serzenişini yapamazdım. Zaten gözleriyle görmüştü her şeyi, savunabileceğim bir sözüm yoktu. O da inanmamıştı zaten.

“Yaşamak çetrefilli bir imtihan Aymira, içeride hakir gördükleri duygularını bedbaht etme.” Hem konuşuyor hem de karşıya bakıyordu. Bankın ucuna, biraz uzağıma oturdu. Elleri deri montunun cebindeydi. Ellerini cebinden çıkarıp öne eğildi. Dirseklerini dizlerine yaslayıp yere baktı.

“Bedbaht etmemeyi bir yıl önce bıraktım.” Dudağının kenarı kıvrıldı. Vasıf olarak belki öyleydim ama ruhen bir yerlere tutunmaya ihtiyacım olduğunu biliyordum, biliyordu. Hamza, bu tavrım karşısında sessiz kaldı. Tepkisizdi, ne yapacağını bilemiyordu. Benden uzak kalamıyor, bu da onu kötü hissettiriyordu. Üşüyordum. O kadar üşüyordum ki ruhum bir ıstırabın eşiğinde, bedenim ise bir titremenin hissindeydi.

"Ben çok üzgünüm," deyince buruk bir tebessümle baktım yan profiline. Artık pes eder gibi açmıştı sözünü. Bu artık önemli değildi. Canım eskisi gibi yanmıyordu, alışmıştım.

"Üzgün müsün? Sen benim için üzülmezsin ki Hamza.” Bakışlarım buz gibiydi. ‘Üzülmezsin ki!’ Bir kelime ne kadar inciticiydi. Oysa gerçekler bunlardı. Bana bakmıyordu lakin bakışlarındaki o histe hüznü şaşıracağım derecede görebiliyordum. İkimizde birbirimize uzak ve soğuktuk.

"Sana bunu hissettirdiğim için kendime o kadar kızgınım ki lakin benim için hiçbir zaman öyle değildin. Seni asla üzmek istemezdim, seni kırmak seni incitmek istemezdim." Buruk bir gülümseme yerleşti dudaklarıma. Oysa ne çok kırmıştı beni. Fakat bu konuyu açmak istemiyordum, hatırlamak ise hiç istemiyordum.

"Ben artık her şeyi anlayabiliyorum, bu yüzden sana kızmıyorum." Kısa bir an kuzguni bakışlarını bana yönlendirdi. Gözlerinde çok farklı bir his gördüm. Sanki değişmişti, sanki bir şeyler anlatmak istiyordu.

"Ama kırgınsın!" Umurunda mıydı sahi? Bana itham ettiklerini ne çabuk unutmuştu?

"Beni bu hayatta kıran bir tek sen değilsin. Ben alışığım Hamza. Bu yüzden beni düşünüyormuş gibi yapma. Şimdi benden uzak durman gerekiyor, neden buradasın ki? Gitsene yine! Merak etme bu sefer kimseyi aynı anda idare etmiyorum ben." Aniden çevrildi bakışları bana. O an gerçekten büyük bir acı gördüm gözlerinde. Bazı hatıralar zehir gibi yayılıyordu zihne. Hiçbir zaman unutmayacağım bu sözü o da hatırlasın, canı acısın istedim. Oturduğum yerden kalkarak ilerdim. Onunla konuşmak ilk defa bu kadar lüzumsuz geldi. Onu arkamda bırakarak umursamamaya çalışıyor gibi davrandım, oysa başaramadığımı biliyordum.

İçeriden çıkan kargaşa ile olduğum yerde duraksadım. Ağlayarak çıkan kişi Cansu teyzeydi. Beni gördüğünde o da Burhan amca gibi öfkeyle bana bakıp, "Gör eserini Aymira," dedi. "Oğlum senin yüzünden bu halde!" Cevap vermedim, şimdilik onu acılı annenin hâliyle dinledim. Suçlayıcı bakışlarına alışıktım, bu yüzden ne konuşacak bir hâlim ne de onlara kendimi ifade edecek bir sözüm vardı. Koluna giren annem bana kısaca bakıp hızla yanımdan uzaklaştılar. Yanımdaki ağaçtan tutundum, dizlerim titriyordu. Herkes üzerime gelirken tutunacak bir dalımın olmayışına ağladım bu sefer. Ne babam, ne de annem dalım olabilmişti. Yapayalnız hissetmem gururumu incitti. İkisi de beni, arkalarında bırakıp gitmişti. Bu önemli değildi ama inciticiydi.

Hamza arkamdan bana bakıyordu, bunu fark edebiliyordum. Onu görmezden gelerek yavaş adımlarla hastane bahçesinden çıktım. Bu kadardı, her şeyin kısa ve özeti. Ben bu görüntünün ardında kalan tek enkazdım, yeniden yapılanmaya, yeniden kendimi inşa etmeye ihtiyacım vardı. Yapacaktım bunu, terk edilmişlik beni bu enkazda ölü bırakmayacaktı.

Her enkaz, yeniden var olmaktı.

...

Günümün çoğunu Ruman’la geçiriyordum, bazen de kendi hirama çekiliyordum. Karmakarışık olan zihnim beni oldukça yoruyordu. Neyi, nasıl kavrayacağımı bilemiyor attığım adımın hesabını yapmıyordum.

Oğuz'un yaptığı kazanın üstünden iki gün geçmişti. Aniden gelen bu kaza hiç iyi şeylerin olmayacağını gösteriyordu. Sertçe nefesimi soluyup köşedeki banklardan birine oturdum. Denizi karşıma alarak bakışlarımı öylece dalgalara diktim. Bugün şu dalgalar gibi hoyrattı içimde birikenler. O günden sonra ailemin acısıyla avuttum kendimi. Yok saydım onları, ilk defa içim sızlamadı. Gidemiyordum da… Oğuz’dan haber almadan da gidemeyecektim. İçimdeki vicdan ne kötüydü ki her şeyin müsebbibi olan adama karşı acımasız olamıyordum. Oysa çekip gidebilirdim ama içimdeki bir his tam tersini söylüyordu.

Yanımda hissettiğim hareketle bakışlarım yan tarafa kaydı. Burhan amcayı görmemle oturduğum yerden kalktım. Onun yanında kalmayacak, onu dinlemeyecektim. Zaten buraya normal bir durum için geldiğini düşünmüyordum.

"Arabaya geç." Emredici sözlerine takılmadan diğer tarafa yürüdüm.

"Aymira, bu son ikazım. İnan bana çok can yakarım." Kaşlarımı çatarak ona döndüm. Ciddiyetine takılıp söylendim. Bu gerçekten gülünç vericiydi, artık eskimemiş miydi bu tehdit!

"Hiçbir şey yapamazsınız." Yanıma gelip elindeki evrakı bana uzattı. Evrakı alarak incelediğimde babamın imzasını gördüm. Oğuz evlenince ödenecek dediği borçlar iki katına çıkmıştı. Şaşırmadım, zira onların vicdanı en iyi öğrendiğim durumlardandı.

"Vicdansızsınız. Yanınızda duran adamın arkasından iş yapacak kadarda riyakâr.” Dudağı istihza ile kıvrıldı. Ne kadar mide bulandırıcı olduğunu bile görmüyordu.

"Bu hayatta kimse kimsenin dostu olamaz Aymira. Arabaya geç, ikiletme sözümü." Kâğıdı elimden çekip cebine geri koydu.

“İstediğinizi yapabilirsiniz artık. Ya da en güzeli ne biliyor musunuz?” Merakla bana baktı. “Öldürün beni, herkes kurtulsun.” Alayla kıvırdı dudaklarını. Ondan korkmuyordum, yapacaklarından ise hiç korkmuyordum. Yapacakları sadece blöften ibaretti.

“Bu kadar kolay değil Aymira. Tekrar söylemeyeceğim düş önüme.” Hırsla kolumu elinden çektim. Onu dinlemeyerek yanından geçmek istedim ama imkânı yoktu. Kolumdan tutup iteklediğinde direndim ama benim gücüm onun için zerre kalırdı. En fazla öldürebilirdi, başka ne yapabilirdi ki? Ölümden korkacak değildim!

“Bırak beni Burhan amca.” Koluma mengene gibi yapışması ile arabaya zorla oturtup hızla şoför koltuğuna geçti. Kilitlenen kapıdan çıkmamın mümkünatı yoktu.

Araba diğer şeride geçerken aramızdaki kasvetli hava kendini daha fazla meydana çıkardı. Araba çok geçmeden Oğuz'un evinin önünde yerini aldı. Şu an endişeli düşüncelerim korkunç bir hâl alıyordu. Burhan amca, beni kolumdan tutup içeriye soktu. Ona karşı koyacak bir güçte değildim. Sonucu nereye varacaktı bilmiyordum. Bildiğim tek şey; babamın kefaretini yine ben ödeyecektim, tıpkı eskiden olduğu gibi.

"Ne istiyorsun benden?" Burhan amca, kapıyı kapatıp yüzüme nefretle baktı.

“Karşında eski insanlar yok artık. Oğuz gelene kadar burada olacaksın.” Anlamsız gözlerim üzerinde dolaştı.

"Bitti artık anlamıyor musunuz? Beni mahvettiniz zaten, şimdi gelip benden fedakârlık bekleyemezsiniz." Öfkeliydi. İçinde biriken koca koca çığlıklar birazdan patlak verecekti. Bileğimden tutarak beni o odaya çıkardı. Buraya girmek beni eski hatıralarımda öldürmek demekti. Buna izin vermeyecektim. Faydasız çırpınışlarım öfkesini daha fazla biledi.

"Oğlum sağ salim bu eve dönene kadar burada kalacaksın. O, iyi olacak ve siz yine evleneceksiniz. Oğlumu gözlerimin önünde kaybedemem." Kapıyı kapatacakken durdurdum. Yapma dercesine baktım. Vicdansızlıktı bu, insanlıktan bu kadar uzak olamazlardı. Oğlu için beni öldüremezdi.

"Hiç mi vicdanınız kalmadı? Bakın bana, ben çok mu iyi gözüküyorum? Lütfen, biraz kalbiniz varsa beni bırakın." Burhan amca, sözlerimi dinlemeyip beni geri iterek kapıyı üzerime kapattı. Kapıya koşmam boşunaydı, kapı kilitliydi. Karanlık odada göz gözü görmüyordu. Korkularıma neden sunamazdım. Ben iyi olmaya başlamışken yeniden düşemezdim. Bu oda beni yeniden karanlığına çekmemeliydi.

"Burhan amca, aç kapıyı." Sesimi duymazlıktan geliyordu. Kapıyı açmaya zorluyordum. "Bitti anlayın artık, oğlunuzla hiçbir zaman biz olmadık.” Sessizlik… Ürperdim, titredim. Beni bu koca evde yapayalnız bırakmıştı.

Dakikalarca bağırdım, saatlerce feryat ettim. Gitmişti, bu evde yapayalnız, bu odada bir ben, eskilerle baş başaydım. Dakikalarca süren bekleyişimin boşluğuna düştüm. Olduğum yere oturdum. Kapıya dayadım sırtımı, yine bu evde girdaptaydım. Ölüm sessizliği doldurmuştu odayı sanki, beni öldüren yoktu ama ruhumu öldüren çoktu. Yaşadığım bedeni terk etmek gibiydi bu olanlar. Fakat ben, bu olanlarla başa çıkamayacak kadar yorgundum. Eskileri hatırladıkça ruhum emiliyordu. Yine o günü yaşayamazdım, buna cesaretim yoktu.

Acziyetimi bir kez daha akan gözyaşımla dile getirdim. Tutunduğum dalı kırmaya çalıştıkları an da karşıma yine geçmişimi çıkarıyorlardı. Yüzleşmek, salt kâbustan öteye geçemezdi.

Karanlık odada beni bırakıp giderken kulağımdaki uğuldamalar arttı. Babamla annemin o sözleri bir sanrı olarak yerleşti. Gözlerimi kapattığımda ise Oğuz’un her bir yaptığı sanki şu anda yaşıyormuşum gibi hissediyordum. O kadar kötü durumdaydım ki beni ben yapan ne varsa bu odada gibiydi. İrkildim. Babamın, “Öl o zaman,” dediği anlar zihnime yerleşti. Bacaklarımı kendime çekerek titrememe engel oldum. Hızlıca kapatırken kulaklarımı başımı dizlerime yasladım. Kanım çekiliyordu adeta. Yavaştan tükeniyordum.

Rüya gördüğümü zannediyordum ama değildi. Babam tam karşımdaydı. Bana öyle bir öfkeyle bakıyordu ki bir an karşısında en büyük düşmanıymışım gibi hissediyordum. Tepeden bakmayı bırakıp dibime çöktü.

“Neden inat ediyorsun?” Sesi aşağılayıcıydı. Konuşmadım, dümdüz baktım yüzüne. Kendimi savunmaktan vazgeçmiştim artık. “Dönsen yine, eskisi gibi olsak. İnan bana ben her şeyi unuturum.”

“Kanlı hayatınıza mı? Midemi bulandırıyorsunuz artık.” Öfkeli olduğunu biliyordum, bu yüzden sözlerim onu çıldırtmış gibiydi. Ona eskileri hatırlatmam hoşuna gitmeyecek ki sert bir tokat attı yüzüme. Bu canımı acıtmadı bilakis alay eder gibi kahkaha atmaya başladım. Bu gülüşüm dakikalarca sürdü. Şaşkınlıkla baktı yüzüme, ben de kendime şaşırdım. Daha sonra acı şekilde güldüğümü anladım. Yaptıkları beni ağlatmıyordu, artık ağlayamadığımı anladım. Bu kötü müydü bilmiyorum ama acı acı gülmem beni korkutuyordu. Kahkahamı sürdürdüm. Gözlerimden yaş gelmişti gülmekten. Ne acı ki ağlamaktan gelsin isterdim gözyaşlarımın gelmesini. Ama ben tükenmiştim.

“Kes artık! Bırak gülmeyi.” Bağırdığı an irkildim. “Şu kafandakini çıkarıp atıyorsun. Bundan sonra kendine çekip düzen ver Aymira.” Gülüşüm sonlandı. Hırsla ayağa kalktım. Babamda ayağa kalkınca öfkeyle bağırmaya başladım.

“Çıkıp gidin. Bir daha sakın bana karışmayacaksınız anladınız mı? Yokum artık, bitti. Sizin böyle bir kızınız yok. Siz de benim ailem değilsiniz.” Bir adım öne gelmesi ile geri çekildim. “Yine gideceğim ben. Ne Oğuz ne de siz engelleyebileceksiniz beni.” Ağzını aralamıştı ki, “Git,” diye bağırdım. Canım yana yana, feryat eder gibi bağırdım. O gitti ben ise yine acılarımla kalakaldım. “Git,” diye bağırdım arkasından. Sesim boş evde inledi. Yarım kalan gülüşüm ne kadar sürdü bilmiyorum ama artık yorgunluktan bir köşeye çöktüğümü anımsıyordum. Bitip tükenmişliğim beni kendi karanlığına çekiyordu. Başımı duvara yasladım. Kapanmaya yüz tutmuş gözlerimle beraber, “Gidin,” diye sayıkladığımı anımsıyordum.

...

Günlerce bu odadaydım. Oğuz'dan gelecek haber beni bu odadan çıkarmaya yetecek tek ümitti. Doğru dürüst yemek yememiş, gün ışığı hiç almamıştım. Sadece temel ihtiyaçlarım dışında bu odada hapistim. Dün kaçmaya çalıştığımda Burhan Bey’in tuttuğu adamların gazabına uğramıştım. Karanlık odaya rağmen gözüme bir gram uyku girmemişti. Hâlsiz bedenimin güçsüzlüğünü yaşıyordum sadece. Kapı açıldı. İçeriye Burhan Bey girdi. Kısık gözlerle baktım karşımdaki adama. Şu an buradan kalkıp kaçmak istiyordum ama gücüm kalmadığı için kolumu dahi kıpırdatamıyordum. Sadece uyumak, daha da uyanmamak istiyordum. Bütün uzvum uyuşmuş, ağrıdan durulmaz bir hâl almıştı.

Yüzünde büyük bir acı yer edindi. Yanıma gelerek öfkeyle sert bir şekilde tokat attı. Daha ne olduğunu anlamadan kendimi yerde buldum. Eşarbımın arkasından saçımı tutup, "Öldü o," dedi. "Onu sen öldürdün." Ölmüş müydü sahiden? Gözlerim irileşti. Onu acıyla geri itip, "Onu siz öldürdünüz," dedim. "Yeter artık anlıyor musunuz, yeter! Oğlunuzun hayatını siz mahvetmişken beni suçlayamazsınız. Ortada bir katil varsa o sizsiniz." Sesim neredeyse zar zor duyuluyordu.

Tekrar tokat attığında öfkesiyle neyi dile getirecekti bilmiyordum. Yüzümde yer edinen acı ve dudağımdan sızan sıcak sıvı ile bedenim de bitap düştü. Bu evin dili olsa beni anlatan tek mesken olurdu. Dayanamadı ve öfkeyle vücuduma sert bir darbe indirdi. Bu darbe bütün görüntüyü silikleştirdi. Bulanık görüyordum ve beynim uyuşmuş gibiydi. Gözlerim karardı, duvardan destek aldığımda artık bacaklarımın hükmü yoktu bende.

Kapalı olan kapı sertçe açıldı. Köşeye daha fazla sindim. Başını duvara yasladım. Uyumak istiyordum. Titreyen bedenim göz kapaklarıma büyük bir ağırlık verdi. Öksürükle beraber ağzımdan sızan tek şey kan oldu. Elimde hissettiğim elle başımı zor da olsa kaldırdım. Bulanıklaşsa da görüş alanım kim olduklarını fark edebiliyordum. Ruman ve Barış, karşımda bana endişeyle bakıyordu. Diğer yönde polisler hırpalanan Burhan Bey’i aldılar. Birisi onu dövmüştü anlaşılan. Polis memurunun çağırması ile Barış o tarafa yöneldi.

"Kalkabilecek misin?" Ruman’ın endişe dolu sesini zar zor duydum. Başımı usulca salladım, ayağa kalktım lakin gözlerimin kararmasından ötürü bedenim Ruman’ın kolları arasına yığıldı. Kulağımda Ruman’ın sesi kalırken aralık olan gözlerimin önünde Hamza'nın silueti belirdi. Burhan Bey’i hırpalayan kişi o olmalıydı. Bir şeyler diyordu ama duyamıyordum. Yakınıma yaklaştığını görebiliyordum. Sadece hâlsizdim, bir de geçmişimin anılarını yaşıyordum. Titriyordum, bu titremem üşümekten değildi, sadece yaşadığım travmadandı. Üzerime örtünen örtü ile aldığım koku huzurla gözlerimi kapatmama neden oldu. Bedenim yerden ayrıldı, birkaç yabancı ses ve yatırıldığım sedye üşümemi artırdı. Duyduğum son söz, “Uyuma Aymira,” oldu. Sesinin verdiği bu özlemle söz dinleyemedim. İstediğim ölümü belki şu an yaşayacaktım, bilinmezdi. Kollarım güçsüzlükle yan tarafa düşerken bilincim artık yavaş yavaş kayboluyordu. Sadece ufak mırıltılar bendeydi ve Hamza’nın son sözü beni daha derine itti.

...

Ağırlıkla açmakta zorlandığım göz kapaklarım büyük bir sızı ile aralandı. Tavanla kesişen bakışımı çekerek etrafta gezdirdim. Gözlerim ışığı algılamada zorluk çekti. Başucumda duran Ruman, gülümseyerek bana yaklaştı. Onu görmemle beraber gözlerim doldu ama ağlamadım. Elimi tutup, "Çok şükür," dedi. Tedirgindi. “İyi misin?”

"Ölmemişim." Elime çimdik atıp, "İstersen deneyeyim," demesi sessiz kalmama neden oldu. Ama hakikat buydu, ölümün ucundan bu kadar kolay kurtulmam bile şaşırtıcıydı. Yataktan doğruldum. Ruman, ne kadar izin vermese de onu dinlemeyerek kolumdaki serumu söktüm. Bu delice hareketim baş dönmeme sebebiyet veriyor olsa da bunu umursamadım. Olduğum yer beni boğuyordu. Vücudumdaki bazı yerler sızlıyordu. Aldığım darp az değildi ve bu ağrılar onun yanında normal gibiydi.

Kapı açıldı, içeriye doktor girdi. Doktorun bana engel olacağını biliyordum, bu yüzden aceleciydim. Kimseye hâlimi anlatacak psikolojide değildim. Üzerime çeki düzen vererek doktorun sesine rağmen odadan çıktım. Hâlâ halsizdim ama yürüyebiliyordum. Koridorda gördüğüm Hamza ile üşümem daha fazla arttı. Yanından hızla geçip gittim ve koluna sertçe çarpan kolumu umursamadan adımlarımı serileştirdim. Boğuluyordum, daha birkaç gün önce geçmişimle yüzleşmişken şu an neyi yaşamak istiyordum onu bile bilmiyordum. Peşimden geliyorlardı ve ben onlardan kaçıyordum. Ruman ve Barış’ın seslenmelerini duydum. Arkamı dönmeden adımlarımı daha fazla artırdım. Hastanenin önüne çıktığım an da nefesim daha çok daraldı.

"Aymira." Hamza, arkamdan seslendiğinde ona dönmeyerek olduğum yerde durdum. Aramızda fazla mesafenin olmadığını fark edebiliyordum. Ona ne kadar kırgın olsam da sesi iyi gelen tek nedendi. Affedemesem de benden uzak kalsın da istemiyordum. Bu yüzsüzceydi, bu alçaltıcıydı. Ama dönmedim. Tek bir adımımda yeniden konuştu.

"Canının yandığını biliyorum, daha fazla kanatma ruhunu." Ona dönüp, "Ruhum kan içinde zaten, daha ne kadar yanabilir ki canım?" deyip onu ima dolu sözlerimle üzmek istedim. Bu yaptığım çok saçmaydı. Bağırmam hiçbir işe yaramıyordu. Yine de bağırmasam içimdekileri atamayacaktım.

"Ruhunun ihtiyaç olduğu yeri biliyorsun." O odada olduğu gibi gülmeye başladım. Delirmiş miydim ben? Etraftaki insanların bakışlarını umursamıyordum. Hamza bile şaşkınlıkla bana bakarken ben sadece gülüyor, kendimi rahatlatmaya çalışıyordum.

"Bunu söylemek için geç kalmadın mı Hamza?" Gülüşümü sonlandırdım. Artık ciddiydim. Hamza, yanıma yaklaşıp, "Geç kalmaktan korktuğum için buradayım Aymira," deyip hiç çekinmeden gözlerime baktı. Korkaktı gözlerime bakarken, titreyen gözbebekleri bir ateşin içindeymişçesine geri çekildi. Neden böyle yaptığını bilmiyordum. Sanki aramızda başka husumetler varmış gibi davranıyordu. Benden bir şeyler daha sakladığını anladım o an. Sormadım, bir daha ona asla bir şey sormazdım.

"Neyin derdindesin sen Hamza? Daha fazla mı canımı yakmaya çalışıyorsun?" Kelimelerim yaramaz bir çocuk gibi arsızdı. Ona bu kadar yakınken, uzaklığın en kıyısındaydık. Hamza'nın uzun kirpiklerinin arasında asılı duran kuzguni hareleri tek uçurumumken şimdi o harelerde yeniden can bulmayı isteyen kalbim oldukça arsızdı. Terk edilmişliğin içinde yine ona sığınmak beni oldukça alçaltıyordu. Yine onu seven kalbim onun karşısında dirilirken onun ölü bıraktığı gerçeğine bir set kuruyordu. İri cüssesindeki o şefkati görebiliyordum. Yine de neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamıyordum. Hamza’dan kaçmak istiyor, yine dönüşümü onda buluyordum. Bu, benim elimde olan bir durum olsa şu an ondan nefret etmek isterdim. Onu yumruklamam gereken yerde yine ona sarılmak istiyordum. Sarılmak, kolları arasında sarsıla sarsıla ağlamak istiyordum. Ne kadar yüzsüzceydi!

Dibine doğru adım atıp, "Sen korkaksın Hamza," dedim. "Ama benim artık korkaklarla işim olmaz.” Zaman durdu, Hamza yine aynı Hamza'ydı. Sessizliği onu benden uzaklaştırıyordu. Öfkelenerek bağırdım. "Git Hamza, gözümün gördüğünü benden sakındır."

"Gidemiyorum." Sinirden gülüp, "Beni delirtmek mi istiyorsun?" dedim. "Derdin ne ya, senin için ne yapmamı istiyorsun? Peşinden koşmam hoşuna mı gidiyor yoksa, zoru mu oynuyorsun? Yeter artık Hamza, bana beni düşünüyormuş gibi davranmayı bırak. Canımı en çok yakan sensin, görmüyor musun?" Parmağı ile burun kemerini sıkıp elini yumruk yaptı. Yana düşen eli geri giden adımlarına bir yenisini ekledi. Susmadım bağırdım. “Git dedin, sen gittin. Uzak dur dedin şimdi istediğini yapıyorum. Şimdi ben diyorum bunu sana, uzak dur benden.”

"Uzağım, biliyorsun Aymira. Bilmiyormuş gibi yapmayı ne zaman bırakacaksın? Benimde canımın yandığını görmüyor musun? Ben kaç kere ölüyorum, kaç kere senin uzağında kalabilmek için mücadele ediyorum gör artık." Alayvari şekilde gülüp, "Göremiyorum," demekle iktifa ettim. Göremiyordum da; karşımda gamsız, ruhsuz bir adam varken de göremeyecektim. “Ben karşımda korkak, neyi istediğini bilmeyen birini görüyorum. Geç kaldın Hamza Atay, her şeyin başladığı yerde sen bittin.”

Sustu zaman, saniyeler kalp atışıma eşlik etti. Söylenecek söz kalmadı. Ruman ve Barış’ın dikkatlice bizi izlemelerini bile düşünecek değildim. Arkamı dönüp adımlarımı hızlandırdım ama o susmadı ve beni yeniden başa döndürecek sözü söyledi. "Evlenelim." Tek bir kelimeden oluşan sözü bir gök gürültüsü etkisi yaşattı kalbimde. Tek bir kelime, yüreğimin sızısını yok edebilecek kadar etkiliydi. Gözyaşlarım bu anı bekler gibi tek tek akarken ona dönemeden öylece bekledim. Susmalı mıydım bilmiyorum, susmak neyi değiştirecekti ki? Ama ben susacaktım, onunla susacak, kalbimi ziyan etmeyecektim. Ona dönmeden, gözyaşlarımı göstermeden çekip gittim. Gidenler hep kaybedenlerdi… Ya ben? Kaybetmiş miydim yoksa yeniden kaybetmemek için mi gidiyordum? Hayır! Ben hislerime vurulan zincirlerden kurtulmanın özgürlüğünü yaşıyordum. Sadece hislerime değildi vurulan zincir. Ruhumda özgürdü. Hayatımı ziyan edenlerin verdiği özgürlüktü. Bu bir kayıp değil büyük bir ödüldü. Şimdi gittiğim yerde Aymira’ydım. Eğer ona dönsem yeniden hislerine zincir vuran bir Aymira olacaktım.

Gülümsedim. Dudaklarımdan dökülen şükür naraları kalbimdeki sevinci şahlandırdı. İlk defa kendimi iyi hissettim. Şükrettim. Herkesin terk ettiği yerde bana el uzatan bir Rabbin varlığını anımsadım. O beni terk etmemişti. Varlığını hissetmeme, kendimi bulmama izin vermişti. Eskiden olsa bu dünyada bana cenneti yaşatacak kişinin sadece Hamza olduğunu düşünürdüm ama şimdi öyle değildi. Bu dünyada cenneti imtihan edilerek en önemlisi de Rabbi bularak yaşamıştım. Benim cennetim onun verdikleriydi.

Loading...
0%