Yeni Üyelik
16.
Bölüm

XVI. ZAMANIN DEĞİŞTİRDİKLERİ

@rumeysadoganm

Ankara’nın o soğuk havası artık azda olsa ısınmıştı. Okulun temposu, Maşita ile İslamî konularda ilerlememiz oldukça yoğun geçiyordu. Bugün de medresenin ilerleyişi hakkında kızlarla konuşmak için binadan içeriye girdim. Birkaç gündür gelmiyordum ben, bu yüzden bu kadar ilerlediğini görmem beni epey mutlu etti.

“Selamun aleyküm.” Kızlar selamımı alırlarken etrafa göz gezdirdim. İlknur, köşedeki çalışanlara talimat verip koltukların bu odaya değil diğer odaya koyulması yönünde epey bir çatışma altındaydı. Çalışanlar da çok diretmeden koltuğu diğer odaya götürdüler. Bu odada ise sadece bilgisayarlar ve kitaplar olacaktı çünkü bu oda binanın en büyük odasıydı. Köşeye ise tek bir tane köşe koltuğu bırakılmıştı.

Funda, yeni yerleşmiş kitaplığın tozunu almakla meşguldü. Yerde ise sayamayacağım kadar koli vardı. Berna, kolileri açıp içerideki kitapları temizlenmiş raflara yerleştirmeye başlamıştı, zaten on rafı da dolmuştu. Maşita’yı görememiştim, onu ararken İlknur, “Diğer odada,” dedi. Usulca başımı salladım. Diğer odaya geçtim. Selamımı alan Maşita’yı kısa bir süre izledim. Elinde duran Kur’an’ı rafa koydu. Burası hafızlık için ayrı bir odaydı. Rafta beş adet Kur’an’ı Kerim vardı. Hemen ileride kare bir masa ve etrafında birkaç sıra vardı. Yerler ise mavi bir halıfleksle kaplanmıştı. Perdeler asılmayı bekliyordu. Sanırım birkaç oda tamamlanmıştı.

İlknur, çalan telefonu ile yanımızdan ayrıldı ve çok geçmeden, “Kızlar, ben birkaç bir şey almıştım. Ağır diye eşim onları getirdi. Uygunsanız ve mahsuru olmazsa eşim içeriye girecek,” dediğinde kızlar kendini toparlayıp köşeye çekildiler. İçeriye, eşi diye tahmin ettiğim bir abi ile yanında onun yaşlarında biri girdi. İkisinin de eli doluydu. Ağır olduklarını tahmin ettiğim eşyaları yerlerine koydular.

“Başka bir şey var mı?” İlknur, hemen köşedeki kitaplığı gösterdiğinde erkek gücünden yararlanmak istediğini gösterdi. Diğer gençle kitaplığı yerlerine koydular. Kızlar, bir bir teşekkürlerini sundular aynı şekilde ben de. İkisi de epey bir yardımcı olmuşlardı.

“Gelmişken şu perdeyi de asıver canım.” Abi diretmeden perdeyi de astı. İlknur’da ona yardım ediyordu. Ben de etrafta olan dağınıklığı toparlamaya çalışıyordum.

“Müsaade eder misiniz?” Diğer genç adam elindeki koliyi köşeye koyacaktı ama olduğum yer ona engel olduğu için köşeye çekildim hemen. Bana kısacık bakıp ardından hemen önüne döndü ve koliyi yerine koydu. Şu an ağır işlerin neredeyse çoğu iki abi tarafından da bitmişti. Onlar da epey bir yorulmuştu. İlknur, birer bardak su ikram etmiş, soluklanmaları için yardımcı olmuştu. İşleri bittiğinde gittiler. Ben de aklıma gelenle köşedeki çantamı aldım. Kaç gündür çantamda beklettiğim zarfı çıkarıp Maşita’ya uzattım. Maşita, sorgular gözlerle zarfa bakıyordu.

“Belki yeterli olmayacak ama ben de bir şeyler katmak istedim, Maşita.” Maşita, zarfı açıp içerisine bakınca gözleri büyüdü.

“Bu oldukça fazla bir meblağ!” Okul boyunca zaruri ihtiyaçlarım dışında biriktirdiğim paraydı bu. Maşita, benden kira parasını kendi evi olduğu için almıyordu ama diğer her şeyi ortak yapıyorduk. Kira almadığı için de çoğu ihtiyaçları karşılamaya özen gösteriyordum. Bu da epey para biriktirmeme yardımcı olmuştu. Olanı da bu medrese için harcamak istiyordum. “Sen sıkışma sonra.”

“Ben sıkışmam merak etme. Bunu yapmazsam başka ne zaman yaparım Maşita. Bunu size hem yardımcı olsun diye hem de öğrenciler buradan yararlansın diye veriyorum. Ben de Allah için bir şeyler yapmış olayım. Zekât olarak düşün.” Çehresinde oluşan gülümseme ay gibi parladı. İri gözleri dolmuştu, mutlu olduğu o kadar belliydi ki sıkıca sarıldı.

“Tam da sıkıştığımız yerden bize ulaştın Aymira, inan bana bu para ile işimiz hızlanacak. Allah razı olsun senden.” Bir şey demek yerine kolunu sıvazladım sadece. Bu yaptıklarım yeterli değildi benim için, daha birçok şey yapmak istiyordum. Aklımda biriken düşüncelere bir son vermeliydim artık.

“Maşita, ben senden bir şey daha isteyecektim.”

“Tabii, yardım edebileceğim bir şeyse neden olmasın.” Nefesimi, aklımdakileri savuşturmak için soludum.

“Madem çok çeşitli bir eğitim sistemi olacak, uzun zamandır aradığınız İngilizce eğitmeni ben olabilirim. Böylelikle bir eğitmene ücret ödememiş olursunuz.” Önce bu dediğime anlam veremedi. Ona, “Benim zaten bütçem kendime yetiyor, hem buranın manevi havasını almak istiyorum hem de bir şeyler yapmak istiyorum. İzin ver bunu da ben yapayım,” dedim. Onlara kalsa birçok ücretli öğretmen tutmak istiyorlardı. Dil, resim, kaligrafi, ney derken birçok işi bu çatı altında buluşturacaklardı. En azından birkaçı bizim elimizin altından çıkarsa iş daha kolay olacaktı.

“Harika olur Aymira, var ya tam zamanında yetiştin. Daha kaç kere Allah razı olsun diyebilirim ki sana.”

“Hep, de.” İkimiz de gülüştük. Kızların yanına döndüğümüzde hepsi de yorgunluktan kendilerini bir köşeye atmıştı. İçeriye ellerinde poşetlerle gelen Berna’ya kızlar gözleri parlayarak baktı.

“Aysel ablaya gidip sarılsam ne diyebilir ki?” Hızlıca kalkan İlknur’a Funda’da eşlik etti. Yere serilmiş gazetelere yemekler yerleştirilmeye başlanmıştı bile.

“Annenin ellerine sağlık Berna.”

“Afiyet olsun dileklerini iletti.” Kızlar açlıkla yemeklere saldırdıklarında İlknur, “İşte ya bekârlık kadar güzel şey var mı? Annene diyorsun o leziz yemeklerinden yapıyor. Misler gibi,” dediği an Funda, “Neden evlenince yapmıyor mu anneler?” diye sordu ağzı dolu bir vaziyette.

“Hayır be, lafı çarpıtma hemen. Baksana bize, hangimiz ailesine yakın. Şimdi anamın kollarında olmak varken benim herifin yüzük takıp takmadığının peşindeyim.” Bu kadar enerjiyi nasıl buluyordu bu kadın? O kadar imreniyordum ki bu hâline… Bize de bu enerjisini bulaştırıyordu. Her sözüne gülmeden edemiyorduk.

“Anneni özlediğini bu kadar belli etme.” Omuz silken İlknur, daha fazla cevap vermedi. Maşita ortaya zarfı koyunca kızlar sohbete devam edemedi. Ne bu der gibi Maşita’ya bakıyorlardı. Aslında söylemesini istemiyordum ama bunu başta ben akıl edememiştim.

“Bu zarfta büyük bir meblağ var, sağ olsun Aymira kurs için kullanmamızı istedi. Ortak karar verip alınacak kısmı belirlemeliyiz.” Tek tek zarfa bakıp uğuldamaya başladılar. Şunu alalım bunu alalım derken oldukça fazla şey kararlaştırılmıştı.

“Hayırdır Aymira, evlilik için biriktirdin de vazgeçip kursa mı verdin?” Funda’nın dediğine yüzüm düştü. Şaka yaptığını biliyordum ama bunu demesi biraz olsun incitici olmuştu. Maşita dirseğiyle Funda’nın koluna vurunca Funda bilmediği bir konuda pot kırdığını anladığı an özür diledi. Daha fazla sürdürmedim, gülümsedim. Kızlar beni pek tanımıyordu, bu yüzden de nasıl davranmaları gerektiğini bilmiyorlardı. Bu sözleri ile onları suçlayamazdım.

“Aymira.” İlknur’un seslenişi belki de ortamdaki bu kesif hissi kenara çekti. “Bize hiç kendini anlatmadın, biz de sormadık. Seni gerçekten tanımak isteriz.” Bu dostane bir soru olsa da onlara belli şeyleri anlatamazdım. Yine de üstü kapalı anlatmak istedim.

“O kadar uzun ki dinlerseniz uykunuz gelebilir.”

Namaz surelerin neredeyse hepsini ezberlemiştim. Hâlâ bir şeylerin beni engellemesi namaza başlamam konusunda geri planda tutuyordu. Ara ara kıldığım namaz yetersizdi. Çoğu zaman sabah namazına kalkmıyordum mesela, nefsimle en büyük cebelleşmem ise sabah ve yatsı namazıydı. Bazen de abdest almaya üşendiğim içinde dışarıdaysam bütün gün hep namazsız geçiyordu. Hâlâ tesettürlü değildim mesela. Neyi beklediğimi de bilmiyordum ya. Bu iş sandığımdan da zor geçiyordu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Kitabı komodine koyup sırt üstü yatağa uzandım. Bu aralar tavanla ciddi manada aşk yaşıyordum. Deliriyorum sanırım. Duyduğum ezan sesi aniden yataktan kalkmamı sağladı. Evet deliriyordum ve delirmemem için şu an niyet etmiştim bile. Odadan hızla çıkarak banyoya geçtim. Abdest alıp odaya geri döndüğümde artık o nefsimin kıramadığı engellere bir tekme çakarak Maşita’nın verdiği seccadeyi serdim.

‘Niyet ettim Allah’ım senin rızan için nefsimi yok saymaya.’

Birkaç ay sonra

Dersten yeni çıkmanın verdiği yorgunlukla odaya geçtim. Masanın üstünde duran telefonun çalması oturduğum koltuktan yeniden kaldırdı. Ahizeyi kulağıma götürdüğüm an, “Es’selamu aleyküm,” diyen sese karşılık verişimin ardından, “Rukiye ile görüşebilir miyim?” diye sordu genç kadın.

“Şu an dersteler hanımefendi, saat sekiz gibi ararsanız yardımcı oluruz.”

“Peki, Allah’a emanet olun,” dedikten sonra telefonu kapattı. Böyle sıklıkla gerçekleşen telefon trafiğine en çok ben takılıyordum sanırım. Saate baktım, yediye geliyordu. Bir saat sonra ise yemek vakti olacaktı.

Kapı açıldı ve içeriye telefonla görüşen İlknur girdi. Tartıştığını görmemle gülümsedim, eşiyle tatlı atışmaları bile gerçekçi değildi.

“Neden, erkeklere çiçek alınmaz diye bir kaide mi var, var da ben mi bilmiyorum?” Mimiklerini izledim, o da gözleriyle telefonu gösterip yüzünü buruşturdu.

“Ay Sami ya, git reçel yap o zaman en azından kahvaltıda yeriz.” Elimle ağzımı kapattım. Birazdan gülersem telefonun arkasındaki eşi kesin duyardı. “Sami, beni çıldırtma. Gelme sen eve ya bu gece, en azından azıcık içim soğur.” Uzun uzun dinledi eşini.

“Bana çiçeğinle fotoğraf atmazsan gerçekten yaparım bunu.” Sanki eşi görüyormuş gibi omuz silkti. Yüzü gittikçe öfkeden bembeyaz kesiliyordu.

“Yine unuttun demi yüzüğünü. Sami bence sen gülün hoşafını yap ben de senin helvanı kavurayım. Akşama kızlarla yeriz.” Eşinin konuşmasına bile fırsat vermeden telefonu kapattı. Öfkeli gözüküyordu ama hiç de öfkelenmiş değildi. Bakışlarını tavana kaldırıp ofladı.

“Bugün evlilik yıldönümümüzdü, iş yerine çiçek gönderdim diye hesap soruyor beyefendi. Rezil olmuşmuş, erkeklere çiçek mi gönderilirmiş miş miş de miş miş. Var ya sırf gıcıklık olsun diye gönderdim.” Bu çift gerçekten ilginçti.

“Aslında güzel bir jest olmuş.”

“Yok yok, bir kere yaptım başkası beni övünce ağzını burnunu kırdı adamın. Neymiş adım hiçbir yerde anılmayacakmış.” Kahkaha attığımda o da bana eşlik etti. “Allah’tan adam şikâyetçi olmadı da iş uzamadı. Bu sefer şikâyetçi olmasını söyleyip şöyle bir gece nezarette bekletecektim.” Kaşlarım aralandı. Gerçekten psikopatça bir düşünceydi. Ona öyle baktığımı görünce, “Ay şaka yaptım ya, öyle bir düşüncem yok tabii ki,” demesi ciddi misin der gibi bir hâle düşürmüştü beni artık. İlknur bu hâlime gülmeden edemedi.

“Ne diyeyim ki Allah eşine sabır mı versin diyeyim.” Dudakları büzüştü. İğnesi çıkan eşarbının ucunu omzuna tekrar taktı. İlknur benim gözümde o kadar iffetli bir kadındı ki onu imrendiğim kadar ondan korkuyordum da. Zaten mahremiyet konusunda dikkatliydi hep, eşini gıcık etmek için de böyle çılgınlıklarına bir şey diyemiyordum. Kıskançtı, özellikle her dakika sesini duymasa ölecekmiş gibiydi.

“Gerçeği söylemem gerekirse bana da vermeli.” Bir an ciddileşti. “Kıskanıyorum evet, bazen dozunu kaçırıyorum ama benden daha kötü Aymira. Baksana çiçek için beni metheden adamı nasıl dövdü Alt tarafı ne kadar şanslı olduğunu falan söylemiş.” Bana pek öyle gelmese de İlknur’u doğrulamaktan başka bir şey yapmadım.

Burada İlknur’la neredeyse bir saat oturmuştuk. Kızlar yemek saatinin geldiğini söyleyince yemekhaneye ilerledik. Bu gece nöbetçi olarak Funda kalacaktı, o yüzden biz yemekleri yedikten sonra çıkacaktık. Diğer kızlarında dersi yoktu zaten.

“Kızlar yarın akşam kayınvalidemin seneidevriye mevlidi var. Eğer müsaitseniz bekliyorum.” Hep beraber anlaştığımızda yarın akşam için planımızı yaptık.

Aynada son kez başörtüme baktım ve trençkotumu da giydikten sonra beni bekleyen İlknur’un yanına gittim. Hafif çiseye rağmen beraber yan yana yürüyorduk. Onun evi yakındı, bu yüzden benden erken ayrılacaktı. Evine geçmeden evvel, “Allah’a emanet ol,” deyip yanımdan uzaklaştı. Ben de biraz daha uzak olan evime ilerledim. Yol boyunca bugünkü yaptıklarım kulaklarımda uğuldadı. Sanırım okuldan sonraki bu ders beni epey yoracak ki gözlerim kapanmaya başlamıştı bile. Hem birkaç gün sonra Maşita’nın kına gecesi vardı. Gidip biraz dinlenmeli, arkadaşıma destek olmalıydım.

İçeriye girdiğim gibi trençkotumu ve başörtümü çıkardım. Hava hafif yağsa da çok fazla sıcaktı. Maşita, başını kapıdan uzatıp, “Hadi gel çay demledim içeriz,” demesi beni salona değil mutfağa yönlendirdi. Çay demlemiş yanına ufak atıştırmalıkların yanında tatlıda yapıp koymuştu. Her akşam ritüeli olmuştu artık çay içme işi. Sohbetlerimiz, kahkahalarımız bu masadaydı. Onu çok fazla özleyecektim.

Karşılıklı oturduğumuz masada tek bir serzeniş olmadan sadece havadan sudan bahsettik. Maşita, “Selim’in tayin işi belli olmuş, bir saat önce öğrendik. Buradan gitmiyorum bi’iznillah,” deyince ikimizde çığlıkla birbirimize sarıldık. “Sadece ilk birkaç ay İstanbul’da kalacağız, tek bir eğitimi kalmış onu da annesigilden gidiş geliş yapacak.” En azından bu da bir şeydi. Burada ona çok fazla ihtiyacım vardı.

“En azından geleceksiniz. Hih, bu akşam toparlanmam lazım o zaman benim.” Maşita bu dediğime üzülür gibi olunca, “Hayır ya, bak kalacak yerim var en azından. Hem yurtta nöbetçi derdiniz de olmayacak,” dememle gülmedi ama ben oldukça neşeyle söylendim. Suçluluk hissetsin istemiyordum, sonuçta ben, onun evine kurulmuştum.

“Ya sorun etme, hallederiz.” Bunu düşünmek zorundaydım. En azından yurt benim için güzel seçenekti. Kızların çoğu evli olduğu için nöbette de zorlanıyordu, en azından benim orada kalmam onların nöbet sorununu ortadan kaldıracaktı.

“Telefonun çalıyor Aymira.”

“Hı,” deyip önümdeki telefona baktım. Barış’ın ismini görmemle sevinçten mutfaktan çıktım. Konunun dağılması iyi olmuştu.

İlknur’a yardım için önceden gelmiştik. Çok fazla olmasa da yine de epey bir kalabalık olacaktı. Eşinin arkadaşları, akrabaları ve İlknur’un kendi tarafı olacaktı. Tek tek gelmeye başlamışlardı bile. Önce gelen akrabalar ile tek tek selamlaştık. Erkeklerle de eşi ilgileniyordu.

Herkes tamamlanınca odadan gelen sesle kapıları araladık. Kur’an okuyan beyefendi bir hoca ile herkes sessizliğine büründü. Dualar edildikten sonra herkes masaya geçti. İkramlara yardımcı olduk. İlknur’u daha çok misafirlerle ilgilenmesi için bu işe karıştırmadık. Ayranları getirmek için mutfağa geçtim. Hazır olan bardaklara ayranları doldurduğumda, “Su alabilir miyim acaba?” diyen sesle arkama döndüm. Simanen hatırlatan ama tanımadığımı düşündüğüm biri ile denk geldim. Evet, şimdi hatırlamıştım. İlknur’un eşinin arkadaşıydı. Birkaç ay geçince illaki unutmuştum. Elindeki sürahiyi alıp su doldurdum ve geri verdim. Bakışları kısa bir an yüzümde dolandı daha sonra rahatsız olduğumu hissedince çekti.

Sürahiyi alıp mutfaktan çıktığında ben de ayranları alarak salona döndüm. Hanımlar kendi aralarında sohbete başlamıştı bile. Ayranları dağıtıp kızların yanına geçtim. Mevlid çok uzun sürmemişti. Misafirler bir bir dağıldığında herkes derin bir nefes almıştı. Berna ve Funda, aileleri geldiği için erkenden çıkmıştı. İlknur kahve içmeden bizi bırakmadı. Yaptığı birkaç kahvenin ikisini eşine verdi. Sanırım gitmeyen bir misafir daha vardı.

“Ay valla şu an yorgunluktan sizin tayin işini de unuttum. Sen söylemesen hiç aklıma gelmeyecekti.” Maşita, keyifle geri yaslanıp, “Bundan sonrasını size bırakıyorum artık,” dediğinde İlknur göğsünü kabarta kabarta, “Başlasın o zaman bizim entrikalar,” dedi. Bunun pek de normal bir düşünce olmadığı ikisinin gülüşünden anladım. Saatte epey ilerlemişti. İlknur, çalışmaları hasebiyle akşam yaptığı mevlidin zorluğu ile yakındı. Biz de artık ayaklandık ama Sami abi bizi yalnız göndermeyeceğini söylediği için Maşita ile bunu kabul etmek zorunda kaldık. Hazırlanıp evden çıktık. Önde diğer arkadaşı arkada biz sessizce ilerliyorduk. İki arkadaş aralarında sohbet ederlerken uykumun gelmesi ile yolun hemen bitmesini istedim.

“Bizi hemen ileride indirebilirsin abi.” Hemen köşede arabasını durdurdu. “İyi geceler,” dedikten sonra arabadan indik ama, “Bakar mısınız,” diyen sesle ikimizde arkamıza döndük. Sami abinin arkadaşının elinde benim anahtarlar vardı. Anahtarlarımın onda ne işi olduğunu anlamadan arabaya tekrar ilerledim.

“Şimdi düştü, sizin sanırım.” Başımı usulca sallayıp, “Evet, benim,” dedim ve iyi geceler dileyerek geri döndüm. Benim şu eşya düşürme huyum hiç değişmeyecekti. Okulda da böyleydim. Arkamdan, “İyi geceler,” demesi ile usulca başımı salladım ve gülümsedim. İkimizde eve geçtik. Bu gece sanırım hiç beklemeden uyuyacaktık.

Biz kızlarla salonu büyük özveriyle süslerken Maşita’yı da Funda ve İlknur hazırlıyordu. İkisi bu işten iyi anladığını söylemişti ama Maşita dâhil hepimizi korkutuyordu bu durum. Ellerinde makyaj malzemesini ve saç maşasını gözümüze soka soka Maşita’yı zorla odaya soktular.

“Aymira, sen markete gidip gelebilir misin? En azından Maşita için küçük veda yemeği güzel olur. Birkaç içecek alırsan makbul olur ya.”

“Tamam sen kekini yakma, ben bir koşu alır gelirim.” Üzerime trençkotumu geçirip evden çıktım. Bu gece buruk geçecekti ama kızlar oturunca en azından güzel zaman geçebiliyordu. Kapıda gördüğüm siyah bir araba dikkatimi çekti, ilk defa gördüğüme emindim ve bu binanın önüne yabancı araba pek gelmezdi, hem de plaka kodu İstanbul’a aitken. Maşita’nın akrabalarıdır diye üstünde durmadım. Fazla umursamadan marketin yolunu tuttum. Birkaç içecek bir şey, çekirdek, kuruyemiş derken aklımdakileri alıp marketten çıktım. Evin önünde gördüğüm araç gitmişti. Merdivenleri çifter çifter çıktım ve aralık kapıdan içeriye girdim. Çok kişi olmayacaktık zaten. Aynı kadro ile bu geceyi tamamlayacaktık, bir de Maşita’nın ve eşinin birinci dereceden ailesi olacaktı sadece. Ama içerisi sandığımdan daha kalabalıktı. Maşita’nın deyimiyle annesinin ve kayınvalidesigilin oyununa gelmişti. Her adım atışımda tanıdık gelen bir ses kulağıma ilişiyordu ve ben bu aşinası olduğum sesi bir türlü çıkartamıyordum.

Salona girdiğim an görmeyi beklemediğim yüzle salonun ortasında kalakaldım. O da beni fark etti ve kollarını açtı. Beklemeden kucaklamam özlemimizin çokluğuyla dakikalarca sürdü. Ruman, karşımda canlı kanlı duruyordu ve ben onu bir yıl sonra görmemin verdiği heyecanla ne yapacağımı bilmiyordum.

“Aymira, ay ne kadar güzel olmuşsun böyle.” Heyecanla üstüme başıma bakıyor ardından tekrar sarılıyordu. “Nasılsın, iyisindir umarım?”

“İyiyim, seni görünce olduğumdan daha iyi oldum.” Onu son gördüğümden bu yana çok değişmemişti. Çok azıcık kilo almıştı sadece. Üzerinde çok şık mavi bir elbise vardı, bu geceye özel giyinmiş olmalıydı.

Hemen diğer köşede Kevser teyzeyi gördüm, o beni fark etmeden Ruman yanına çekiştirdi. Kevser teyze, Ruman’ın bu yaklaşımıyla bize baktı. O da en az Ruman kadar şaşırmış olmalı ki ayağa kalkıp kısa bir tebessümün ardından aynı şekilde sarıldı. Diğer akrabalarıyla da tanıştım. Maşita’nın annesiyle, kayınvalidesi, ablası ile… Onlar birkaç gün önce gelmişlerdi ama başka evde durdukları için tanışma fırsatımız olmamıştı.

“Maşita, seni o kadar anlattı ki, ben bile merak etmiştim.” Maşita, annesini onaylayınca, “Sağ olsun, burada bana en iyi arkadaşlığı yaptı,” dedim. Kadınlarda zaten Maşita’yı oldukça övmeye başladı. Gerçekten seviliyordu, onların tabiriyle ailenin en hayırlı evladıydı. Babaannesinin bu söylemleri Maşita’yı utandırırken annesi de bunu onayladı.

“Hanımlar beni utandırmayı bırakır mısınız?” Kadınlar kahkaha atmaya başladı. Sohbetler su gibi akıp giderken artık kına başladı. Ben sandalye çekip hemen köşeye otururken kızlar dönmeye başlamıştı bile. Kına tepsisi Maşita’nın görümcesindeydi. Kızlar ne kadar dönse de Maşita’yı bir türlü ağlatamadılar, hatta ağlamak yerine resmen gülüyordu. Kadınlar artık gösteriyi izlemekten vazgeçip uğultu olacak şekilde aralarında konuşuyorlardı. Kimi ise Maşita’nın annesi Zeynep ablayı teselli ediyordu, anne yüreğiydi hâliyle üzülüyordu.

“Sıra Ruman’da ha Kevser.” Oradan bir teyzenin konuşması Kevser teyzeyi biraz olsun ah vah ettirdi. Bu tavrı Ruman’ın bana anlattığı kadar vardı. Kızının hâlâ evlenememiş olması Kevser teyzeye biraz olsun dert olmuştu.

“Sen de buralı mısın kızım?” Maşita’nın babaannesi Sevim teyze, bana bakarak söyleyince o an diğer kadınların konuşmasından çıktım.

“Yok Sevim teyze ben İstanbulluyum. Öğretmenlik için geldim sadece.” Başını usuldan sallayıp başını kaldırarak elime baktı. “Genceciksin daha, yeni başladın sanırım mesleğe?” Kırışmış yanakları gülümseyince daha çok kırıştı. Evdeki en yaşlımız Sevim teyze olunca diğer kadınlar susmak zorunda kaldı. Kevser teyze, Zeynep abla, Cemile abla ve Sevim teyze dışında herkes Maşita’nın başındaydı. Bu yüzdende Sevim teyze ne konuşursa diğer kadınlarda ona eşlik ediyordu.

“Evet, bu yıl başladım mesleğe.” İmayla başını salladıktan sonra başka bir şey demedi. Zaten Maşita’dan dolayı da beni az buçuk tanıyorlardı.

Kına bitmiş, hep beraber yemek yendikten sonra misafirler bir bir dağılmaya başlamışlardı. Maşita’nın ailesi gitmek için ayaklanmıştı. Maşita göndermek istemese de biz gençleri baş başa bırakmak ve eşlerinden dolayı mahremiyet çizgisini korumak istemişlerdi.

Misafirleri yolcu etmek için hep beraber aşağıya indik. Kadınlar arabayı bekleye dururken bir yandan sohbet ediyorlardı. Akşamki gördüğüm o siyah araba yeniden geldi. Sohbeti kesen arabanın gelişiydi. Kadınlar gelen arabaya ilerlediğinde arabadan çıkan üç gençte tek bir kişiye takıldı gözüm. Siyah takım içerisinde bütün heybetiyle karşımda duruşu ve kuzguni harelerinin en yoğun tonunun geceyle bütünleşmesi kesif bir histe beni fazlasıyla şaşırttı. O da bana bakarken, şaşkınlık ikimizde de gayrisafi bir hâl aldı. Ve ben tekrar unuttuğum yeri yeniden tazelemiştim.

Loading...
0%