Yeni Üyelik
17.
Bölüm

XVII. YİTİK HİSLER

@rumeysadoganm

Unuttum dediğin an da canlanan bazı anlar yeniden hayat bulur, yeniden alevlenir. Bazı anlar unutmaya engeldir. Engel olanlar ise ayağına gelir, yeniden can yakar. Bu can yakan olaylar her şeyiyle yok eder. Yok oluş yerle bir edişti benim için.

Karşımdaki adam şaşkınlıkla bana bakıyordu. Bakışları yüzümden ayakuçlarıma kadar indi. Sanırım değişimim beklediği durum değildi. Onun da benim kadar şaşkın oluşu, nasıl davranacağım konusunda beni dilemmada bırakıyordu. Unutmaya çalıştığım adamın tam karşımda duruşu bu zamanda boşuna çabalamışım gibi hissettiriyordu. Beklemediğim an da böyle ansızın karşıma çıkması haksızlıktı. Daha ne kadar kaçabilirdim ki? Kaçtıkça aniden çıkmaları, unuttuğum an da tekrar kalbimi uyandırması haksızlıktı.

Aramızdaki bu bakışmaya son verdim. O kadar yakındık ki, birkaç adım vardı aramızda sadece. Ben biraz uzakta kalırken Ruman ve Maşita kadınların yanına gitti. Önce ne yapacaklarına dair planlar yapıyorlardı. Başımı kaldırıp bakamıyordum, eğer kaldırırsam onunla göz göze geleceğimi biliyordum. Gözlerine bakarsam dolan gözlerimi ele verecektim. Genzimi yakan bu acı hisle tek başıma mücadele ettim yeniden.

“Aymira.” Seslenen Maşita, koluma dokunup, “İyi misin?” dediği an başımı kaldırdım bu sefer. “Hıhı, iyiyim.” Misafirlerin ne zaman gittiğini bilmiyordum. İçeriye geçtik. Diğer kızlar yere gazete sermişler üzerlerine abur cuburları koymuşlardı. Onlar konuşurken düşünceli ifadem hâlâ benimleydi. Bunu anlayan Ruman ve Maşita ise şimdilik bana bir şey sormuyorlardı lakin ara ara bana bakıp sonra birbirleriyle bakışıyorlardı.

“Aymira, iyi misin?” İlknur’un sesi ile sıçradım ve sıçramamla elim bardağa değdi. İçindeki içecek yere döküldü. Hızlıca kalkarak mutfaktan bez getirdim. Kızlar öylece bana bakıyordu. Zaten ben de tuhaf davranıyordum. Şu an bütün hırsımı bezden alıyordum. Diğer kızlar anlamayacaktı ama Maşita ile Ruman, beni çok iyi anlıyordu.

“Hadi bırak onu gel.” Maşita, kolumu tutup beni oturttu. Sildiğim yeri yüz kere silmiştim belki de. Tuhaf davranmış olacağım ki diğer kızlarda hiç normal bakmıyordu.

“Elin acıdı Aymira. Betin benzin de atmış, iyi misin?” Gülümsemeye çalıştım.

“Sanırım yoruldum bugün.” İnanmadı tabii ki. En çok da İlknur bana sorgularcasına bakıyordu. Ama onu anlatmayacaktım, bunu istemiyordum. “Öyle bakma İlknur, sonra anlatırım olur mu ama şimdi değil.”

“Peki.” Ben de artık kendimi toparlayıp kızlara katıldım. Aniden karşılaşmalara alışmam lazımdı çünkü o benim geçmişimdi her halükarda bir gün görecektik birbirimizi. Sohbetin çoğuna da katılmıştım zaten. En çok da İlknur’un delilik halleri sessizliğimi bozmaya yetiyordu.

Herkesin eşi geldiğinde dağıldılar. Ruman’a salona yatak hazırladık. Şu an gece üçtü ama biz uyumak yerine oturuyorduk. En azından yarın akşamdı düğün, öğlene kadar uyuyabilirdik. Maşita uyuyamayacağı için onu göndermek istedik ama kabul etmedi. Az uyumaya alışık olduğu için bizimle oturmak istedi.

“Gelirken kursa uğradım Maşita.” Maşita kurs deyince kocaman gülümsedi.

“Ya, Müberra hoca hâlâ kursta mıydı peki?”

“Evet, hatta sana bir şey gönderdi, dur getireyim.” Koltukta duran çantasından bir paket çıkarıp getirdi. “Düğüne gelmek istiyordu ama çocuğu hastaymış. Hastanede tedavi görüyormuş.”

“Gerçekten mi? Ay ben onu arayayım yarın.” Daha sonra özenle tuttuğu paketi açmasıyla gözleri doldu. İçinden bir Kur’an ve minik ev hediyesi çıktı. Ağlamakta direnen hâli duygusallaştığındandı. Kur’an çok yeni değildi, içini açtığında ise sayfaların üzerinde epey çalıştığını gösteren notlar vardı.

“Talebeliğimde nakış nakış işlediğim Kur’an’ım.” Öpüp kaldırdı Kur’an’ı. Hediyeyi de aynı şekilde özenle koydu bir kenara.

“Aymira, sen nasılsın görüşmeyeli?”

“İyiyim, her şey daha iyi gidiyor.” Beni baştan aşağı süzmesi ile yüzü düştü.

“Zayıflamışsın ama.” İstanbul’dan geldiğimden bu yana dokuz kilo vermiştim. Şu an kırk altı kiloydum ama bu önemli değildi.

“Ruhen iyiyim ama, böyle durduğuma bakma.” Öyleydim gerçekten, ruhen iyiydim. Bana öyle bir bakıyordu ki onu görmüş olmamın verdiği acı histen haberdardı.

“Sen neler yaptın asıl?”

“Ben evden işe, işten eve.” Babamın onu şirketten çıkarmasını o kadar içerlemiştim ki bunu konuşmak bile istemiyordum. En azından daha güzel iş bulduğu için de seviniyordum. Ruman bunu hiç dert etmemişti zaten.

“Bir de annesinin damat bulma hayalleri arasında kaçmakla meşgul.” Maşita’nın akşamki olayı kastetmesine en az Ruman’da Maşita kadar güldü. Artık annesini ciddiye almıyor gibiydi. “Ay kızlar açık konuşun artık. Mesela sen Aymira, akşamdan beri bakışlarını kaçırıp duruyorsun. Bak buradayken o Hamza’yı çok kötü döverim, niye gelmiş yine o?”

“Onun, Aymira’nın burada olduğundan haberi yok. Aslında otobüsle gelecektik ama son dakika bir sorun çıkınca Hamza abi getirmek zorunda kaldı.” Mahcup bir şekilde bana bakıp, “Kızmadın değil mi Aymira? Ben vazgeçirmek istedim ama işte teyzemin ısrarı nettir,” dedi. Evet, onunla karşılaşmak istemezdim ama olan olmuştu bir kere.

“Tabii ki hayır, hem bu zamana kadar ona söylemediğin için teşekkür ederim. Zaten eskisi gibi düşünmüyorum ben. Evet, onu görünce kötü oldum ama bir anlık. İnan bana ben eskisi gibi değilim Ruman. Zaten son kez görüştü bu.” Neşeli olmaya gayret ettim, bu sefer gerçekten başardım. Evet, son kez! Onu görmediğim bir sene gibi belki de yıllarca bu sürecekti. En çok da uzak oluşum tesellimdi. En azından hislerim artık netti. Onu eskisi gibi düşünmeyişim, ona baktığımda eskisi gibi üzülmeyişim netti. Ve ben gerçekten yepyeni bir Aymira olabilmiştim. Şükrettim…

Düğün alanı oldukça kalabalıktı. Dün gecenin aksine çok çok fazla insan vardı. Maşita ara ara buradayken akrabalarıyla görüşüyordu ama burada bu kadar akrabası olduğunu bilmiyordum. Ruman’la hemen ileride oturan Kevser teyzenin yanına ilerledik. Boş olan iki sandalyeye oturuşumuz o kadar insanın oradan oraya koşturması, kiminin ise gelinle resim çekilip, tebrikleşmesi dikkatle etrafımdakilere odaklandırdı beni. Böyle birkaç düğün görmüştüm ama bu kadar ayrıntılı inceleme şansım olmamıştı. Düğünün diğer şaşırtanı ise erkekle kadının ayrı oluşuydu. Düğün diye nasıl bir şey hayal edebilirdim ki? İlk defa böyle bir düğüne gelmiştim. Sanırım en son Gözde’nin nikâhına gitmiştim. Daha çoğu şeyi idrak edememiştim, mahremiyet konusunda hâlâ eksiklerim vardı ve bu gördüklerimle biraz daha olaya odaklanabiliyordum. Maşita’nın yanından aksayarak gelen Sevim teyzenin işareti ile yer vermek için kalktım. Biraz zor yürüdüğü içinde yardımcı olmak istedim ama o gideceği için işaret etmiş, oturmayacağını söyleyip, “Kızım torunuma bir şey vermem gerekiyor yardımcı ol sana zahmet,” demesi sanki o an oturup da sonradan vazgeçtiği bir durumdu. Çağırdığım Ruman da bize eşlik etti. Diğer koluna da o girdi. Daha doğrusu ben çağırmıştım çünkü Sevim teyze gerçekten ağırdı, oldukça zor yürüdüğü içinde bize tutunuyordu. Çok fazla gücüm olmadığı için ikimizin de düşmesini istemezdim. İlerledikten sonra kapıda bekleyen genç adama ilerledik. Kızları gördüm, arabadan inmişler bize doğru geliyorlardı. Hemen Asaf’ın yanında ise misafirleri yolcu eden Selim ve Hamza vardı. Sevim teyze, torunu Asaf’a çantasından bir zarf çıkarıp verdi.

“Hediyeler diğer tarafa veriliyormuş oğlum bunu verirsin sen.” Torunu Asaf, “Zaten biz vermiştik babaanne,” dedi. Sevim teyzenin çıkışması ile Asaf zarfı aldı. Sanırım ayriyeten kendisi de katkı sağlamak istemişti.

“Ha oğlum dur bir dakika. Bak seninle Maşita’nın ev arkadaşını tanıştırayım. Aymira kızım, bir yıldır Maşita ile kalıyor.” Ne alakaydım ki ben? Sevim teyzenin amacını anlamış değildim. Ruman köşede gülmemek için kendini zor tutuyor bense şaşkınlıkla Sevim teyzeye bakıyordum. Utançtan karşımda duran adama bile bakamazken yanımızdan kıkırdayarak geçen kızlara ters bakış attım.

“Memnun oldum Aymira Hanım. Babaanne, babaanne,” diye tısladı sessizce. Asaf bile babaannesinin yaptığından hiç hoşnut olmamıştı. Resmen beni torunuma bir şey vereceğim diye oyuna getirmişti. Bu yaşlılardan gerçekten korkulurdu.

“Dur oğlum celallenme hemen.” Giden Asaf göz devirip sabır çekerek babaannesine döndü. “Babaanne Allah rızası için ya, günlerce zaten ısrar ettin. Aymira Hanım, kusura bakmayın lütfen. Kaç gündür sizden bahsedip durdu, burada da görünce böyle sizi rahatsız etmiş olduk,” dedikten sonra Hamza ile Selim’in yanına gitti. Hamza’nın o an koyulaşmış bakışlarına denk geldim. Çatılmış kaşları ile Asaf’a döndü. Kızmıştı. Şu an ne yaşamıştım sahi? Bir anda apar topar nikâh masasına oturtulan çiftler gibi hissetmiştim. Sevim teyze, üzgün gözlerle torunundan çekti bakışlarını, bense aniden gelişen bu duruma bir çift söz söyleyemedim.

“Sevim teyze, beni oyuna getirdin ama sen.”

“Ben seni Maşita kızımın yanında görünce çok beğenmiştim, gelinimiz ol istedim.” Masum masum söylendi, kızamazdım ki ona. Zaten bütün büyüklerde böyle dert yok muydu? Bu hâline gülmeden edemedim.

“Böyle meselelerde önce tek konuşulup öyle karar verilir. Torununu kızdırdın bana da ayıp ettin.” Kolumu sıvazlayıp, “Kusura bakma kızım, ama ben torunumu ikna edeceğim, sen de ol emi.” Başımı iki yana salladıktan sonra bu kadın söz dinlemez diyerek kulak arkası kesildim. Onu yerine oturtup Ruman’la da boş olan sandalyelere oturduk.

“Kadın seni Maşita ile birlikte evlendirecekti neredeyse. Hazır nikâh memuru varken kabul etseydin ya.” Ardından kıkırdadı.

“Resmen rezillik ya, adamda kızardı bozardı resmen. Baksana hâlâ bana bakıyor.” Şu an Ruman’a doğru iliştim. Bu gecenin hemencecik bitmesini istiyordum.

“Sevim teyze aslında öyle şeyler yapmaz. Beğendiği olursa önce Asaf’la konuşurdu, demek ki seni epey beğenmiş.” Koluna çimdik atıp, “Sussana ya,” dedim. Omuz silkti. Gecenin sonunda büyük ihtimal kızların alay konusu olacaktım. Onlar bile duymuştu ne yazık ki. Soluklarım genzimi yakmaya başladı velev ki nefes alamayacağımı zannettim o bakışlar aklıma gelene kadar. Nasılda kötü bakmıştı öyle, belki de yine aynı şeyi düşünmüştür; birçok erkeği bir arada yürütmek mi?

Evet, nefes alamıyordum. O, buradayken onunla yaşadığım her an bıçak gibi saplanıyordu yüreğime. Söylediği sözleri unutamıyordum. Koyulaşmış irislerindeki nefreti gördükçe sürdürdüğüm bu tepetakla histen kurtulmak istedim. Boğazıma kadar ince bir sızı yayıldı. Gerçekler o kadar acı vericiydi ki, bir an olsun yaşamanın ıstırabı vardı üzerimde.

Kalabalık yavaş yavaş dağılıyordu. Kızlar eşyalarını gelin odasından alıp gelmişti. Ben de yavaş yavaş gitmeliydim.

“Kızlar telefonumu gördünüz mü?” Maşita ortalıkta telefon arıyordu. Ablası, “En son gelin odasındaydı,” deyince Maşita yorgun bir ifade ile, “Abla getirsene, ölüyorum yorgunluktan,” deyince ablası gelen misafirler yüzünden cevap veremedi.

“Ben getiririm canım, sen otur.” Ben araya girdim. Yorgunluğunu görünce üzülmüştüm.

“Çok mutlu olurum Aymira, topuklulardan adım atamıyorum.” Güldüm bu tavrına. Biraz ilerideki kapıdan içeriye girdim. Gelin odasının olduğu tarafa ilerlediğimde ortalık sessizleşti. Hızlı adımlarla içeriye girmiştim ki onu gördüm. O da sanırım bir şeyler arıyordu. Ayak seslerimi duyunca bana döndü. Aynı benim gibi şaşırmıştı ama onu görmezden gelerek içeriyi aramaya başladım. Daha sonra kendi telefonumla Maşita’nın telefonunu çaldırdım. Hemen köşedeki sesi duyunca telefonun yerini öğrenmiş oldum ama o telefon Hamza’nın epey yakınındaydı. Şu an için tek isteğim telefonu alıp çıkmaktı. Lakin elimin ayağımın birbirine dolanmasını engelleyemiyordum. Telefonu benden önce Hamza aldı ve uzattı. Parmaklarının arasında duran telefon şu an gözümde büyüdü de büyüdü. Titreyen ellerime engel olmak istiyordum ama bu epey zordu. Sonunda başardım ve telefonu aldım.

Uzun zaman sonra ilk defa yakınındaydım. Artık roller değişmişti, ikimizde birbirimize ulaşamayacak kadar yabancıydık. Nefesim bu yüzden göğsümü acıtmamalıydı. Bakmadım yüzüne, bakmak ıstırap vermekten başka bir işe yaramazdı. Gözlerinin hükmü hazırda bekliyordu ve ben oraya bakmak yerine arkamı dönüp kapıya ilerledim.

“Aymira.” Uzun zaman sonra ismimi seslenmesi ile kalbim rotasını değiştirdi. Sırtım ona dönük bir şekilde durdum. Gözlerinin hükmünde sarsılmasam da sesi çoktan beni çevrelemişti. Yanıma geldi daha sonra önümde durdu. Sesinin çevrelediği hislerim yerlerdeydi şu an. Başımı kaldırıp baktım yüzüne. Bu sefer sesi değil gözleri çevreledi ruhumu. O da farklılaşmıştı; zayıflamış, yüzündeki canlılık kaybolmuştu.

“Nasılsın?” Uzun zaman sonra tek sorduğu buydu. Buruk ama bir o kadar kendinden emin bir gülümseme çıktı dudaklarımdan.

“İyiyim,” dedim gülmeye gayret ederek. Omuzlarım dikti, eski benden bir eser yoktu artık. O da bunu gayet iyi anladı. “Sen nasılsın?” Alaylı çıktı sesim. Yutkundum ve boğazımı yakan acı hissi hızla yok ettim. “Beni görmeyi beklemiyordun değil mi?” Ondan önce ben atıldım söze. Uzatmaya gerek yoktu, hâl hatır sormaya ise hiç gerek yoktu.

“Beklemiyordum,” dedi. “Yine de beklediğim bir karşılaşma ânı vardı.” Bu bir kilit cümle miydi? “Peki sen?”

“Bunu düşünmedim. Her karşılaşmanın bir sebebi var, bu da onlardan biri. Şimdi izninle.” Tekrar kapıya dönmüştüm ki susmadı. Bu sefer o mu ısrarcıydı?

“Seni çok kırdım değil mi?” Bu sefer ona dönen ben oldum. Umursamaz gözükmek istiyordum. Ne kadar başarıyordum bilmiyorum ama artık kalbim eskisi gibi acımıyordu.

“Bunun bir önemi kaldı mı Hamza? Sen dert etme, dert edeceğin bir sebebin kalmadı artık. İyiyim ben. Hatta o kadar iyiyim ki ilk defa nefes aldığımı biliyorum burada. Bu yüzden sen dert etme.” Bu sefer konuşmasına fırsat vermeden odadan çıktım. Arkamda kalan beden ne kadar süredir oradaydı bilmiyorum ama ben on beş dakikadır oturduğum yerde sessizliğimdeydim. Normalde konuşmazdı ama vicdan yapıyordu, ben bunu istemiyordum. Bu acınası bir durum olurdu. Bu yüzdendi biraz da açıktan konuşmam.

Vedalaştık Maşita ile. Herkes bu gece evlerine dağılacaktı ve ben artık kendime bir başka düzen daha kuracaktım. Saate baktım, oldukça geç olmuştu. Bu saatte buralardan taksi geçer miydi bilmiyordum. Bu düşüncemi askıya alıp Ruman’a döndüm. Onlar da gideceği için buradan vedalaşmamız gerekiyordu.

“Keşke biraz daha kalabilme şansın olsaydı.”

“Bunu en çok ben istiyordum biliyorsun. Ama işte, iş güç…”

“Biliyorum. Umarım kısa zamanda yine görüşürüz.” Geri çekilmemle elini kaldırdı. Arkama dönmedim, çünkü o oradaydı. Ona bakmak istemiyordum. Tek bir kez göz göze gelirsem bu benim için ıstırap verici olurdu.

“Hey dur, burada değil.” Kucaklamama izin vermedi. “Önce seni bir eve bırakalım, bu saate nasıl gideceksin?”

“Olmaz Ruman, yolunuzu uzatmayın ben giderim bir şekilde.” Kevser teyze de aynı şekilde beni azarlayıp bir yere bırakmadılar. Ama o arabaya binmek istemiyordum. Onunla aynı havayı solumak, gözlerine rast gelmek istemiyordum. Bakarsa bana yanıp kül olacağımı biliyordum. Başka araba da geçmiyordu yoldan. Kızlara yarın fırça atmalıydım erken gittikleri için.

“Hadi düş önümüze.” Kevser teyzeyi onaylayan Ruman, koluma girip beni arabaya çekiştirdi. Kapıyı açıp girdiğinde bir süre duraksadım. Bakmaya korktuğum kişi arabayı çalıştırmış bekliyordu. Nefesimin en yakıcı hissini bütün hücremde hissediyordum.

“Hadisene Aymira.” Pes etmişçesine arabaya bindim. Kevser teyze de öne binmişti. Şu an arabada emanet gibi duruyordum. Ona bakamıyordum, başımı kaldırmaya bile cesaretim yoktu. O odadaki gibi cesaretli değildim. O cesaret bir bakışa yenik düşüyordu ama ben ısrarla dik durmaya çabalıyordum.

“Okul tatil olduğu için kurslar da devam ediyor mu Aymira?” Arabadaki toksik sessizliği Kevser teyze bütün özverisi ile bozdu. Oysa ne güzel sessiz sessiz gidiyorduk. Ne gerek vardı ki konuşmaya?

“Sanırım tatilden kaynaklı öğrencilerimiz çok arttı. Aileler yatılı konusunda bizleri ikna edecekler sanırım.” Sondaki esprim güldürdü. En azından neşelenebiliyorduk, bu da bir şeydi.

“Ya ne kadar güzel… İngilizce dersi veriyormuşsun sanırım sen de.” Ruman, ortama dâhil olunca içerideki gerginlik biraz daha azalıyordu. Artık kendimi sıkkın hissetmiyordum.

“Evet. Güzel bir sınıfımız var dil konusunda.”

“Maşallah, Allah daha fazlasını versin.” Kevser teyzenin duasına hep birlikte âmin dedik. Merak ettikleri birçok soruyu soruyorlardı, en çok da kurs için konuşuyorduk. Arabada sadece Hamza sessizdi. Bir ara dikiz aynasından kısacıkta olsa göz göze geldik. Kısacıktı, belki de bir iki saniye. O bir iki saniye bir ömrün birçok noktasına dokunuyor, bütün sözlerimi domino taşına çeviriyordu. Bütün düzenimi bozmuştu. Aklımdan silmek istedikçe gelip tekrar tekrar hatırlatıyordu yerini.

“İstanbul’a hiç gitmeyi düşündün mü kızım?” İşte bütün merak edilen sorunun cevabı bekleniyordu. Hamza, bu sorunun cevabını merak ediyormuş gibi dikiz aynasından bana daha uzun baktı. Sanki bu cevap onu rahatlatacakmış gibi kesif bir hâl aldı yüzü. Tabii ki de ondan uzak kalmamı isteyecek kadar açıktı bu ifadesi. Bazı sözler unutulmuyordu; bazı yok oluşlar, bazı kaçışlar, bazı itiraflar… Yine de bazı gerçeklere sığınarak içimi ferah tutuyordum.

“Hayır, Kevser teyze!” Soruyu çok içselleştirmeden kısaca cevapladım ama onlar anlamıştı. Ses tonum beni ele vermişti. Sert ve kararlıydım. Bu yüzden bu konuya değinmeden önüne döndü. Yolun devamı sessizlikle geçerken evin önüne gelmemiz de çok uzun sürmedi. Arabadan inmemle Kevser teyze ve Ruman’da peşimden indi.

“Yıllık izninden birkaç gününü istiyorum Ruman, ona göre.” Başını omzuna eğip, “Merak etme kısa zamanda tekrar geleceğim,” dedi ve sarıldı. Onlarla veda etmek zor olsa da hayatın bu elzem düzenine bir şey diyemedim. “Seni Allah’a emanet ediyorum, kendine çok iyi bak olur mu?”

“Sen de Allah’a emanet ol,” dedikten sonra arabaya binişini izledim. Kapıdan girmeden son kez bana baktı ve el sallayıp içeriye girdi. Onca zaman sonra onları görmem iyi gelmişti. Binaya girmemi bekledikleri için olduğum yerden kıpırdayıp aralık kapıyı biraz daha araladım. Son kez arabaya baktığımda tek bir bakışla kesişti bakışlarım ve o bakış ürpertici bir titreyişe yol verdi. Kuzguni harelerinin verdiği o gayrisafi hissi bir türlü anlayamayacaktım. Ay ışığı düşmüştü sanki gözbebeklerine. Değişmişti. Veda ederken bile tek bir kelam düşmemişti ikimizden de. Bir yabancı gibi karşılaşmış bir yabancı gibi ayrılmıştık. Ne o bana bir adım atmış ne de ben ona bir adım yaklaşmıştım. Bu kadar yakınken o kadarda uzaktık birbirimize. Uzaklık aslında aramızdaki şu birkaç metrenin verdiği hezimette saklıydı. Hangi yalanı konuşabilirdi ki zihnim? Onu geçtim, yüreğim onu nasıl yalanlayabilirdi? Artık bu önemli değildi. Artık birbirimize ait olmayacağımızı çok daha iyi anlıyordum. Ölene kadar da anlayacaktım. Belki onu yüreğimden atamamıştım ama bu sevda mezara kadar benimle beraber gidecek ve sessizce yüreğimde kalacaktı. Başka birini sevmek bile zordu benim için. Onu unutmayan kalbim bu saatten sonra da unutacak değildi. Belki de benim imtihanım buydu. Belki de zamanla hafifleyecekti hislerim. Belki de unutacaktım kim bilir.

Her şeyiyle onu arkamda bırakarak girdiğim bina tek sesle üzerime çökmüş gibiydi. Arabanın gidişiyle yüreğimde biriktiğim sessizliğimi bir çığlık gibi düştüğüm yere ödettim. Dünden bu yana tuttuğum gözyaşlarımla beraber merdivene oturdum. Sessizleşen gecenin izbe köşesi, yüreğimdeki bu terk ediliş kadar soğuk ve kasvetliydi. Sustum, susan yüreğim kadar akıtmadığım gözyaşlarımdaydı da. Ona dair ne varsa bu gece yeniden yaşadım. Aramızdaki bu yabancılık benim gerçeğimdi. Bir hastalık gibi yapışmıştı bütün hücreme. Unuttum dediğim yerde yeniden canlanan gerçekle yüzleştiğim, sevmem dediğim hislerimi yalanladığım, yeniden özlemimi yerleştirdiğim bu adam bana fazlasıyla zarar veriyordu.

Hamza; gece kadar karanlık, kıyamet kadar ürperticiydi. Aslında kalbime sorsam bir meltem kadar nahifti.

Elimdeki kalemi bir sağa bir sola döndürüp durdum. Saatler geçmek bilmiyordu bugün, epey de başım ağrıyordu. En azından bugün dersim olmadığı için sessizce bir şeyleri düşünebiliyordum. Düğünün üzerinden neredeyse bir ay geçmişti. Maşita kendi düzenini kurduğu için yurda taşınmıştım. Alıştığım o evi bırakmak her ne kadar zor olsa da sonuçta orası Maşita’nın eviydi ve evliydi. Kimsenin düzenini bozamazdım, en çok da birilerine yük olmak hiç istemiyordum.

Sıkkınca soludum. Dışarıda yağan yağmuru seyre daldım bir süre. Kendimi o kadar yalnız hissediyordum ki düştüğüm bu çetrefilli hâlden çıkamıyordum. İçimdeki kasvet gittikçe gün yüzüne çıkarken kapımın tıklatılması ile düşüncelerimden çıktım. Aralık kapıdan başını uzatan hafız öğrencisi Nesrin, “Kapıda bir abi var hocam, sizinle görüşmek istiyor,” dedikten sonra aralık kapıdan uzaklaştı. Kim olabilirdi ki? Hem de bir erkek… Alt dudağım büzüldü. Kalkıp aralık kapıdan çıktım ve iki kat aşağıya indim. Dış kapı aralıktı, merakla oraya ilerledim. Bir abi demişti Nesrin, bir abi… Aralık kapıdan çıktığım an arkası dönük kişi bana döndüğünde şaşkınlığım ve sevincim yüreğime hücum etti.

“Barış, sen…”Merdivenleri ikişer çıkarak yanıma gelişini izledim. Bu sefer gerçekten şaşırdım. “Hoş geldin, yani ben senin geleceğini bilmiyordum. Neden haber vermedin?” Bakışları üzerimde dolandı, ayakuçlarıma kadar bakışı yüzündeki şaşkınlığı arttırıyordu. Şaşırması normaldi de. Onun karşısına tamamen değişen bu hâlimle çıkmam pek de normal sayılmazdı.

“Biraz konuşalım mı Aymira?” O an tuhaf bir şekilde benimle böyle ciddi konuşuna takıldım. Oysa eski Barış olsa bana sıkıca sarılır, beni özlediğini dile getirirdi. Şimdi ikimiz de bunu yapamazdık artık, o yapsa bile ben yapamazdım.

“Tamam, hazırlanıp geliyorum.” İçeriye göz atıp, “Burada durma, malum kız yurdu, uygun olmaz,” dememle Barış, anlayışla başını sallayıp arabasını da alarak diğer caddeye ilerledi. Merdivenleri çift çift çıkıp odama döndüğümde askılıkta duran trençkotumu üzerime geçirdim. Başımdaki tülbenti değiştirmek istemedim. Aynada kendime bakınca güldüm. Önceden olsa asla bu kıyafetime uygun değil diye değiştirirdim ama şimdiki ben kendime artık özenmiyordum bile.

Beş ay önce aldığım trencim fazlasıyla bol gelmeye başlamıştı artık, kıyafetlerimin çoğu da olmuyordu. En azından bol olduğu için kendimi teselli ediyordum çünkü kıyafet almak da istemiyordum. Paramı başka türlü değerlendirmek için hayırla yaptığım İngilizce kursu hariç özel ders veriyordum. O parayı da köşeye atıp son beş aydır aklımda yer edinen Umre için kullanmak istiyordum.

Çok sürmeyen hazırlanma işim bittikten sonra İlknur’a haber verip yurttan çıktım. Kısa mesafede ulaştığım arabaya binmemin ardından Barış, motoru çalıştırdı ve arabayı hareket ettirdi. Hâlâ ciddi olduğunu görünce korkum daha da nüksetti yüreğime.

“Bir şey mi oldu Barış?” Bakışları bana çevrildi. Biraz önceki ciddiliğini bir kenara atarak, “Anlatacağım,” dedi. Gülümsemesi çoğalmasa daha fazla korkardım ve ben şimdiden bunu biraz olsun hafifletmek istiyordum. Biliyordum ki Barış, benim canımı sıkacak şeylerden uzak tutardı beni.

“Aç mısın? Yemek yiyelim istersen…”

“Değilim, sen açsan geçebiliriz bir yerlere ama.” Başını olumsuz anlamda sallayıp gözüne ilk çarpan kafenin önünde durdu. Peş peşe girdiğimiz kafe büyüktü, en azından tek kalmamamız doğru olduğu için birkaç kişinin olması beni rahatlattı. O an gülümsedim, mahremiyet konusunu ben de aşmaya başlamıştım sanırım. Barış; önceden kollarında ağlayıp mutlu olduğum adam şimdi bir mahremiyet çizgisine sığıyordu, ne tuhaftı! İslam öyle bir çizgi belirliyordu ki bazı meselelere, nefse zor gelen her şeyin mükâfatı muazzam bir hâl alıyordu.

Karşımda ne konuşacağını bilmeyen bu adama değil ellerime bakıyordum. Karşımda konuşmayı başlatmayan adamın neden bu kadar kıvrandığını düşünmeden edemiyordum.

“Onlara benzemişsin.” Ne demek istediğini anlayamadım. Buruk bir tebessümle bana bakıyordu. “Ama çok güzel olmuşsun. Mutlu olduğun yerdesin.” Onun gibi gülümsedim.

“Peki sen, onlar gibi olmamdan hoşnut musun?” Sorum netti. Onun da bu inanca girmesini istiyordum, bu yüzden ne düşündüğünü merak ediyordum.

“Bu senin kararın Aymira. Herkes inandığını yaşıyor, saygı duyulacak bir durum. Benim hoşnut olup olmamam önemli değil.” İşte Barış’tan beklediğim cevap buydu. O inançları ile kimseyi yargılamazdı.

“Ama senin sıcak baktığın bir durum da değil.” Tepki vermedi. Belki bir umut bu inanca sıcak baktığını hissetmek istiyordum.

“Sen öğrendiklerini, istediklerini ve hissettiklerini başardın. Ben bunları hiç düşünmedim bile.”

“Peki düşünsen?”

“İstemem gerek…”

“İstemez misin?”

“Hayır.” Net çıktı sesi ama gülümsemeye, sıcacık olmaya gayret ediyordu. Bu sefer yüzü düştü. Sanırım artık konuyu açacaktı.

“Haldun abi, iflas etti.” Masada olan bakışlarımı kaldırmak zorunda kaldım. Yeşil gözleri buğuluydu. “Seninle onlar hakkında konuşmak istemiyordum ama annen perişan Aymira. İki gündür aradım, ulaşamadım sana. Ben de buraya gelmek zorunda kaldım. Bunu görmeni istiyorum.” Verdiği dosyaya baktım. Gördüklerimle şaşkınlığım daha da arttı. Dosyaya uzun uzun baktım. Dosyada babamla Hamza arasında bir husus söz konusuydu. Lakin açık açık yazmıyordu. Sadece davacının Hamza olduğunu ve bütün mal varlığının onun yüzünden yok olduğu yazıyordu. Hatta babamı iflasa sürükleyen oydu. Bunun sebebini öğrenmek için dosyayı didik didik aradım ama bulamadım. Bir başka dosya daha olmalıydı.

“Bu ne demek? Nereden buldun bunu Barış? Ya da başka bir açıklaması olan dosya yok muydu?”

“Maalesef. Bunu da son an da aldım. Uzun süredir babanın peşindeydim. Diğerlerini de alacaktım ama baban son an da gelince sadece bunu alabildim. Baban bir şeyler çeviriyor Aymira. Belki biliyorsundur diye buraya geldim. Çünkü delile ihtiyacım var.” Olumsuz şekilde başımı salladım. Ben hiçbir şey bilmiyordum. Her şey öyle ustaca saklanmıştı ki ben, sadece aradaki çatlakların yok edilmesindeki bahanelerden biriydim. Sebep ne olursa olsun bana bunu yapmalarından dolayı onları asla affetmeyecektim.

Bir acı infilak edince yüreğime, dudaklarımı birbirine bastırdım gözlerimin dolmasını engellemek için. Bir acı infilak edince yüreğime, haykırmamak için bekledim bir süre. Konuşursam giriftleşecek olan sözlerim Barış’ı da suçlayacaktı. Sükût her zaman yarama merhem olmuştu benim, bu sefer de engelleyecektim kanayan yaramı. Öğrenmeliydim bunu. Babamın mevzusu sadece ben değildim anlaşılan. Bir şeyler çeviriyordu. Bunu öğrenemezsem içim rahat etmeyecekti.

“Şimdi peki, ne yapıyorlar?”

“Baban emniyette. Sanırım bugün çıkacaktı. Şu an elde pek delil yok. Annen hastanede.” Omuzlarım düştü. Kendilerine ne yapmışlardı böyle? Resmen göz göre göre sonlarını hazırlamışlardı. Hamza’yı düşündüm. Şirkete gelişi, sık sık karşıma çıkmaları… Bununla alakalı olabilirdi. Babama oyun mu oynamıştı yoksa?

“Seninle İstanbul’a geleceğim Barış.” Kaşları çatılan Barış, “Olmaz, seni tehlikeye atamam. Buraya sadece bir şeyler biliyor musun diye geldim. Daha fazlasını yapmana izin veremem,” dese de kabul etmedim. Bu kadar sessiz kalmam yeterdi. Öğrenmeliydim. Öğrenip babama hesap sormalıydım.

“Babamın ne iş çevirdiğini öğreneceğim. Bana yaşattıklarının sebepleri neymiş göreceğim.” Öne eğildi ve ellerini masaya koydu. O an gelen siparişlerimizin masaya koyulmasını bekledik. Garson gidince devam etti Barış.

“Emin misin?” Acı acı tebessüm ettim. Emin olsam da olmasam da ne değişirdi ki? Hiç!

“Beni tekrar kovacaklar, birçok hakaret yağdıracaklar ama eminim. Keyfiyetten gitmiyorum zaten. Onların gönüllerini almak için de gitmiyorum.” Bakışları yumuşadı. Bu sefer kararlıydım. Bazı şeyleri öğrenecektim.

“Tamam, ama bir şartım var.” Merakla baktım. “Karşılarına tek çıkmayacaksın. Yanında olacağım. İncinmeni istemiyorum artık.”

“Peki.” Ve bir daha gitmeyeceğime yeminler ettiğim şehre tekrar dönecektim. Bu sefer onların aciz kızı olarak değil, güçlü varlığımla çıkacaktım. Bu sefer onlara nedenler değil hesap soracaktım.

Loading...
0%