@rumeysadoganm
|
Derse girip çıkıyor sonra odama kapanıyordum. Nefes almak dışında yaptığım hiçbir şey yoktu. Günlerce düşünüyorum, aklımdakilerle oyalandıkça kafayı yememek için sabrediyorum. Ne yapacağımı bilmeden öylece duruyorum belki de. Varlığım kendime yük oluyor, kimliğim yüzüme bir tokat gibi çarpıyordu. Uyuşmuştum. Mektuptan sonra hiç iyi değildim. Ölü gibiydim. Ruhum çekilmiş, sessizliğim gün geçtikçe daha fazla artmıştı. Savaş veriyordum kendimle. Hiçbir şey iyi gelmiyordu. Ne kızlar ne de unutmak için kendime bulduğum meşgaleler… Sanki boş bir çırpınışın içerisindeydim. Yaşamanın bu kadar eziyet vereceğini bilememiştim hiç. Eskiden olsa hep bir bahanem olurdu ama şimdi… Bu nasıl bir dertti ki canım gün geçtikçe daha da artıyordu. Yurda girdim. Merdivenlerden çıkarken kızların seslenmesine kayıtsız kalıp odaya girdim. Kimsenin gelmesini istemiyordum, bu yüzden kapıyı kilitleyip üzerimi bile değiştirmeden yorganın altına girdim. Titriyordum ama üşümüyordum. Daha fazla sarıldım yorgana. Uyumaktı niyetim ama uyumadım. Sadece saatlerce boş bir şekilde yatakta durdum. Akabinde duyduğum ezanla namazımı kıldım. Geri yatağa yatsam da aklımdaki veryansınlar hiç susmuyordu. Ne düşüneceğimi, nasıl bir yol izleyeceğimi bilmiyordum. İçimdeki bu kasvet dolu havanın matemini yaşıyordum. En çok da kolumu kaldıracak hâlim yoktu. Kızlar önce kapıma tıkladılar, sonra benden bir ses çıkmayınca gittiler. O ara yatağa kıvrılmıştım. Sanki bir dünya biçmiştim kendime. Bu dört duvar arasına kendimi hapsetmekten başka bir şey yaptığım yoktu. Kapım tekrar tıklatıldı. Bu sefer Maşita biraz daha ısrarlıydı ve artık karşı koyamayacağımı anlayınca kapının kilidini açıp beklemeden yatağa girdim. Maşita, yavaşça yanıma geldi. Yatağın ucuna oturup bir süre bekledi. Kafamı gömdüğüm yorgan saklanmam için iyi bir yerdi ama nereye kadar sürerdi ki bu? “Birden ne oldu Aymira? Neden bu kadar çekildin köşene?” Yorganı başımdan çekip yüzüne baktım. Sanırım içimi dökmem gerekiyordu ama yapamazdım. O kadar rezillik yaşanmıştı ki birilerinin bunu bilmesini istemiyordum. Utanıyordum; geçmişimden, ailemden en çok da yaptıklarından… “Bana Kur’an okur musun Maşita.” Bu nereden çıktı der gibi bakıyordu. Kabul ederek ezberinden inşirah suresini okudu. “Anlatmasam olur mu? İnan bu anlatabileceğim bir mevzu değil.” “Peki, öyle olsun. Lakin sen böyleyken ben sessiz kalamıyorum ki. Belki hafifletirim yükünü, belki sana çare olurum.” “Sen beni düşünme, boş ver.” Boş vermezdi ama üzerime de varmazdı. “Boş vermeyeceğim. Hiç iyi gözükmüyorsun.” “Anlatabileceğim bir konu olsa inan anlatırdım.” Bu sefer yatmadım, oturdum ve bacaklarımı karnıma çektim. Sırtım soğuk duvarla birleşince biraz ürperdim. “Anlatma tamam. Ama ne olur böyle olma.” Başımı usulca salladım. Bu yaptığım geçiştirmekten ibaretti. Sadece sustum, sustukça ısrar etmek istedi. Yine de üstü kapalı anlattım. … Dışarıdaki işlerimi hallettikten sonra yurda geri döndüğümde kapıdaki kişi ile adımlarım olduğu yerde mıh gibi kaldı. Yüreğime saldıran lav topunun hükmü vardı şu an aramızda. Kaçtığım yerdeydim. Bu sefer kaçacak yerim gerçekten yoktu. Onu burada görmeyi beklemiyordum, hatta aklıma bile gelmemişti peşimden gelebileceği... Kaçıp gitmek istedim. Tek bir adım geriye gittim ve onu hiç düşünmeden geldiğim yolu yeniden yürüdüm. Adımlarım seriydi, adımlarım onunla karşı karşıya gelmemek için koşar vaziyetteydi. İşe yaradığı söylenemezdi, bana çoktan çatmıştı. Yine de pes etmeyerek hızlı hızlı yürüdüm. Neden gelmişti ki? Yine bana eziyet etmek miydi amacı? Belki de mektubu öğrendiğim için yine beni tersleyecekti. “Konuşacağız Aymira.” Onu duymazlıktan geldim. Konuşmak, yüzüne bakmak istemiyordum. Önüme geçtiğinde ona son anda çarpmamak için zorda olsa kendimi frenledim. Şimdi kaçıp gitsem beni yine durduracaktı bilirdim. Başımı kaldırıp baktım. Harelerindeki koyuluk, yüzündeki ciddiyet beni korkutuyordu. Ya da ben gerçeklerle yüzleşmekten korkuyordum, kim bilir. “Hesap sormaya mı geldin?” Mektubu okuduğumu biliyordu, yoksa buraya başka şekilde gelmezdi. Sesim sert çıktı. Gerçekler onun da benim de fazlasıyla canımızı yakıyordu. “Sana hesap sorsam o mektubu yazmazdım.” Bu benim için bir sebep değildi. Birkaç metre uzağımdaki adam bana bunu söylerken kendi yaptıklarının bedelini kendine ödetmesi lazımdı o zaman. “Neden geldin o zaman?” Uzatmadım lafı, ona daha fazla bu konu hakkında soru sormak istemiyordum. Sadece gitsin istiyordum. “Teklifim için geldim.” Duruşundaki eminlik bana birçok ikilem yaşatıyordu. “Cevap vermeden gitmemeliydin.” “Cevabım açık değil mi?” “Değil.” Benimle oyun oynamamalıydı. “Baksana, nasıl da korkuyorsun. Oysa seninde istediğini biliyorum.” “İstemek mi?” Alayla güldüm. “Beni eski Aymira sanıyorsun sanırım. Büyüdüm ben Hamza, eski benden eser yok.” Sesim sonlara doğru sertleşti. “Bu hâlimi daha öncede gördün, değişen ne oldu Hamza? Şimdi bütün her şey bitmişken aklındakileri değiştiren ne oldu? Ben senin için uzak durman gereken kadınım, şimdi hangi sebeple karşımdasın?” “Belki öyleydi, şimdide yakınına gelmem çok zor. Ama artık ortada bir sebep yok.” Hiçbir şey olmamış gibi davranamazdı. O kadar çok şey yaşanmışken daha fazlası olmamalıydı. Yıpranmıştı benim sevdam. “Sebep yok mu? Bu kadar kolay mı zannediyorsun sen her şeyi.” Sesimdeki öfke her şeyi alenen ortaya döküyordu. Bu kadar hafif değildi yaşananlar. “Hamza, git. Çıkma bir daha karşıma.” “Seni almadan gitmeyeceğim.” Cevap vermedim, veremedim. Dedikleri ile anlamsızca yüzüne baktım. Sorumun cevabını değil olacakları söylüyordu bana. Kalabalık caddede sanki sadece ikimiz varmış gibiydi. Öyle sağır olmuştu ki kalbim, onun hiçbir sözüne tamah etmiyordu. “Yaptıklarımı telafi etmez ama düzelteceğim her şeyi Aymira.” “Seninle gitmek mi? Sanırım sen beni yanlış anlamışsın. Seninle hiçbir yere gitmeyeceğim.” “Gideceksin Aymira, seni burada bırakmayacağım.” Kaşlarım çatıldı. Neydi bu? Hangi cüretle bunu söylerdi bana? “Neden? Sen kimsin de seninle gideceğim? Sebep ne?” Sesim sert çıktı. “Hâlâ hangi yüzle karşıma çıkıp bunu söyleyebiliyorsun, kimsin sen ya!” “Yanında hiç kimse olmamak için buradayım.” Şu an elimde olsa suratının ortasına bir tane yumruk çakardım ama yapmadım, yapamazdım. Bütün replikler tersini oynuyordu şu anda. “Boşuna zahmet etmişsin.” Artık ne İstanbul’a dönebilirdim ne de Hamza’ya bu şansı verirdim. Benim hayatım artık burasıydı ve ben bu güçsüzlüğümle buraya sığınmıştım. En azından burada geçmişe dair bir iz yoktu. “Zahmet hiçbir zaman külfet olmadı senin için.” Alaycı bir gülüş belirdi dudaklarımda. Sözleriyle sevgimi zehirleyen adam şimdi kalbimi mi okşayabileceğini zannediyordu? Bu o kadar kolay değildi, ona eskisi gibi aldanmıyordum. “Çünkü sen hiç zahmet çekmedin benim için.” Durdu, bir şey diyemedi. Sözlerim onun nezdinde kabul değildi. Ben acımasız değildim, sadece değişmiştim; değiştirmişlerdi. Onu görmezden gelip yurda doğru ilerlerken peşimden, “Sen kabul edene kadar buradayım Aymira,” demesi pek inandırıcı gelmediği için yurttan içeriye hışımla girdim. Yalancıydı. En fazla bir gün dururdu, daha fazlasına tahammül edemezdi. Odaya geri çıktığım gibi merakla pencereden dışarıya baktım. Oradaydı, arabanın kaputuna oturmuş telefonla görüşüyordu. Onunla gitmeyecektim, bu yüzden o gidene kadar da dışarıya çıkmayacaktım. Ne kadar sabredebilirdi ki? Giderdi eninde sonunda. Hep gittiği gibi… … Derslerin yoğunluğu oldukça fazlaydı. Arada kaçamak yapıp filmler izliyorduk. Kızlar bu durumdan oldukça memnundu zaten. Dalgın ifadeyle projeksiyona bakıyordum. Filmi izlesem de adapte olduğum söylenemezdi. Dünden beri kapıda bekleyen Hamza, aklımdaydı. Gitmemişti. Maşita, arada ona yemek götürüyordu. Ona bir seferinde yemek götürdüğü için kızmıştım ama kızlar beni ciddiye almayarak kahkahalarla gülmüşlerdi. Sadece İlknur, bana katılmıştı. Hatta o bana İlyas’ı bu sebeple kabul etmemi söylediğinde onu da terslemiştim. Şu sıralar pek de sakin kaldığım söylenemezdi. Tuhaf hâldeydim. Film bitmiş, yemek saati olduğu için herkes aşağıya inmişti. Yemekten sonra diğer kızlar evlerine gitmişlerdi. Telefon çaldı. Yurtta sadece Maşita ile ben vardım. Maşita da dersteydi zaten. Telefonu açtığımda Funda’nın sesi bir süre sonra kulağıma ilişti. “Aymira, sen misin? Telefonun niye kapalı yine?” “Bilmem, atmışımdır yine bir köşeye.” Homurdandı. Onlara artık yurt telefonunu alıştırmıştım. Kendi telefonumu çok nadir kullanırdım. Şarjı bitmiş mi bitmemiş mi pek alakadar etmezdi beni. Zaten telefonda konuşacağım pek kimsem yoktu. “Aymira, sana zahmet olmazsa yurtta bilgisayarım kalmış getirebilir misin? Acil işim olmasa inan bana, söylemezdim. Yeğenimi bana bıraktılar nefes alacak zamanım yok.” Bu hâline kıkırdadım. O ise, “Gülme,” diyerek tersledi. Lakin onun aksine gülmeye devam ediyordum. “Tamam canım. Sen dert etme.” “Ay Allah razı olsun ya.” Arkadan gelen yeğeninin ağlama sesi ile gülümsedim ve telefonu kapattım. Hemen köşedeki dolaptan bilgisayar çantasını aldım. Hazırlandım ve yurttan çıktım. Hamza’nın beklediği yere bakmadan yürümeye devam ettim. En azından yurdun görüş alanında değildi de onu tersleme zahmetinde bulunmuyordum. Yurttaki kızları düşününce haklı olarak o da biraz uzakta bekliyordu. Arkamdan beni takip ettiğini biliyordum çünkü saat epey geç bir vakitti. Tek tük insanlar hariç etraf olabildiğince ıssızdı. Funda’nın evi yakın olmasa da çok da uzak sayılmazdı. Beni görmüş olacak ki kapıya indi. “Vallahi çok zahmet verdim sana. Sağ ol kuzum ya.” “Yok canım ne zahmeti. Şu an ne durumda olduğunu tahmin edebiliyorum, bu yüzden dert etme.” Bir yandan aklı gerideydi. Sanırım yeğeni uyumamıştı. Arkadaki Hamza’yı işaret edip başını hayırdır dercesine salladı. “Bir de koruyucu meselemiz çıktı.” Söylenmem ile kıkırdadı. Bu sefer ben onu tersledim. “Bu mesele bence uzayacak gibi.” “Kendi bilir, sonuçta ben ona diyeceklerimi dedim.” Haklısın der gibi başını salladı. “Ay sormadım da gelsene birer kahve yapayım.” “Yok canım, namazı kılıp direkt yatacağım.” Aceleci olduğu için ısrar etmedi. Muhabbeti çok uzatmadık, o da eve girme konusunda panik hâlindeydi. Vedalaştıktan sonra yurda geri yürüdüm. Arkamda onun varlığını hissetmem huzursuz ediyordu. Bu yüzden de hızlı yürümek zorunda kalıyordum. Yurda gelmem uzun sürmedi. Allahtan kızların evi yakındı da böyle işlerde çok yürümek zorunda kalmıyordum. Yurda girecektim ama onun seslenmesi ile duraksadım. “Görmezden mi geleceksin beni her seferinde?” “Neden böyle bir şey yapayım?” “Anlatmama bile izin vermiyorsun?” “Anlattın ya.” “Dinlenmen gerekenler var.” “Yeteri kadar dinledim.” Elini ensesine götürüp başını gökyüzüne çevirdi. Sertçe üflediği nefesi sabırsız yanını gösteriyordu. Alayla kıvrıldı dudağım. “Sen inatçıysan ben de öyleyim. İstediğin kadar kaç benden.” “Burada kalıp kalmamak senin tercihin.” Soludu, sonra bana biraz daha yaklaştı. Buraya gelirken beklenti içinde miydi bilmediğim için bu kadar sabretmesine fikir yürütemiyordum. “Aymira...” Birkaç adım geri gittim. “Lütfen Hamza, bana bildiğim şeyleri söyleme.” Ona arkamı döndüm. Bana ne anlattığından çok anlayışlı olmasına ihtiyacım vardı. Konuşmasına fırsat vermeden yurda girdim. Bazı sözler verilen hasarları onarmıyordu. Ben Hamza defterini çoktan kapatmıştım artık ona dair bir hayal kuramazdım. Hâlâ bir şeyler yerine tam oturmuş değildi. Hâlâ öğrendiklerimde bir eksiklik vardı. Hamza’dan kaçıyordum ve ondan gerçekleri öğrenmek korkunç bir his olarak tebelleş ediyordu yüreğime. Soramıyordum, sorarsam daha kötü olurdum biliyordum. Onu şu an arkamda bırakmak bile ne ifade edecekti ki? Dönüp sormam gerekiyordu oysaki. Bir bir hesap sormam gerekiyordu. Yakasına yapışıp haykırmak istiyordum. İstanbul’a bu yüzden gitmemiş miydim? Şimdi neyin korkusuydu bu? Neden yapamıyordum? … Çalan telefonumla beraber sınıftan çıktım. Yabancı bir numaranın oluşu şüphelendirdi. Açıp açmama konusunda kararsız kalsam da korkulacak bir şeyin olmayacağını düşününce aramayı cevapladım. Duyduğum ses, konuşmamı engelledi. Şu an şaşırsam mı yoksa öfkelensem mi bilemedim. Daha fazla konuşmasına izin vermedim. “Hangi yüzle arıyorsun beni?” Babam bile diyemeyeceğim bir adamla ne konuşabilirdim ki? “Beni mahvettiniz, daha ne yapabilirsiniz? Tehdit etmekten başka bir şey yapmıyorsunuz, en azından gerçekten öldürün de hepimiz rahatlayalım.” “Sen kendini mahvettin Aymira, yanında bizi de mahvettin.” Sert çıkan sesi yine bir şeylere canının sıkıldığını gösteriyordu. “Ne yaptım ya ben? Sadece kendi inandıklarımı yaşıyorum. Beni böyle de kabul etmek varken arkamdan türlü türlü iş çevirdiniz. O da yetmedi, birçok insanın hayatını mahvettiniz.” “O Hamza denen adamın sözlerine mi inanacaksın?” “Siz o adamın ailesini öldürdünüz. Asıl yalancı sizsiniz. Ne çabuk unuttun o odada dediklerini?” “O odada olanların sorumlusu ben değildim. Böyle bir evlat olacağını bilseydim bunu baştan isterdim.” Gözlerim doldu. Canımı o kadar çok yakıyordu ki bu zamana kadar yüzüme karşı gülen adamın bir cani olduğunu bilemeyecek kadar kendimi aptal hissediyordum. Daha fazla konuşmasına bile fırsat vermeden aramayı sonlandırdım, daha sonra ise telefonu kapattım. Karşılarında yalvaran bir Aymira yoktu artık. Canımı yaktıkları kadar yakacaktım canlarını. Yaşadığım müddetçe onlara teslim olmayacaktım. Onlar yenilecek ben karşılarında dimdik duracaktım. Odaya girdiğimde kızlar oturmuş sohbet ediyorlardı. Onları kendi odamda nadir görürdüm, bu akşamda onlardan biriydi. Kızlar namaz kılacağımı görünce bir şey sormadılar. Öfkem öyle bir ele geçirmişti ki beni, konuşursam daha fazla öfkelenirdim. Başımın ağrısı şiddetlenmiş, hâlsizlik başını gizlendiği yerden çıkarmıştı. İlk defa namaz kılarken bu kadar zorlandığımı biliyordum. Kızlar arkada oturmuş sohbet ederlerken ben de tesbihatımı yapmaya çalışıyordum. Uğuldayan sesler kötü bir şekilde kulağıma yayıldığı an bağırmak istedim ama yapamadım. Zihnimde yankılanan gerçekler dün geceden beri hiç susmamıştı. Şimdi de biraz önceki konuşmanın verdiği acıyı hissediyordum. Gözlerimi kapattıkça karanlık odayı anımsıyordum, daha sonra ise Burhan Bey’in sesi, katilsin deyişi kulağımda yankılanıyordu. Kulaklarımı kapattım. Ama susmadı sesler. Babamın hakaretleri girdi sahneye. Öl derkenki yüz ifadesi belirdi zihnimin en acımasız tarafına. Kızım diye sevmediği kişiye öl diyebilecek kadar acımasızdı. Bitmeyen tespihatıma odaklanmak istedim ama yapamıyordum. Bu gece bütün geçmişimle yüzleşmiş gibiydim. Ayağa kalktığım an gözlerim karardı. Kızlara seslenmek istedim ama yapamadım. Kulağımdaki sesler karmaşık bir hâl alıyordu. Babam, annem ve diğerleri… Kulağımda uğuldayan sesler, beynime ur gibi yapışan görüntüler ansızın kalbimi ağrıtmıştı. Elim kalbime ulaştı, nefessizliğim gittikçe artıyor ve ben ayakta zor duruyordum. Kızlarda fark edecek ki yanıma geldiler. Ne diyorlardı duymuyordum ama endişeliydiler. Nefesimi düzene sokmaya çalıştım ama yapamadım. Kalbim daraldığı gibi ruhumda daralıyordu. Elimi kalbimin üzerine götürdüm. Funda, pencereyi açarken İlknur koluma girdi. “İyi misin?” Zar zor anladığım kelimelerle başımı iki yana salladım. İyi değildim. Sanki bir karanlığın içine düşmüş gibi yığılmıştım. “Sesler kesilmiyor.” Sesim güçsüzdü. “Boğuluyorum.” Elimle boynumu tuttum. “Susun artık, susun.” Daha sonra kulaklarımı kapattım ama olmadı. Çıldırmak üzereydim. “Buradasın Aymira, bak… Korkma biz yanındayız.” Nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Arada böyle olurdu ama bu kadar uzun sürmezdi. İlknur, beni zar zor tutmaya çalışsa da nafileydi. Şu an nefes alamıyordum. Göğsümdeki daralma daha da artarken Maşita, “Hastaneye gitmemiz lazım,” Dedi. Söylediği sözler son kez kaldı kulağımda. Artık duymuyor, görmüyordum. Sadece hafif uğultular vardı kulağımda ve alamadığım nefesle yüzleşiyordum. “Aymira, aç gözlerini.” Ne yazık ki açamadım. Ne yazık ki ben artık duymuyordum. Canım çıkacak kadar hissettiğim acı yoktu. Ben yoktum belki de. Bir varlığın içinde binlerce yokluk... Ben bir hikâye başlatmıştım yeni, şimdi o hikâyenin sonundaydım. Hastanede açmıştım gözlerimi. Hâlâ baş ağrım vardı ama biraz daha iyiydim. Maşita ile İlknur vardı odada. Uyandığımı görünce yanıma geldiler. İkisi de korkmuşa benziyordu. “Ne oldu bana?” “Artık patlak vermişsin.” Şu an espri yaparken bile öfkeliydi İlknur. “Erdin mi muradına? Kendini öldürmekten vazgeçmiyorsun.” Kızgındı. Ama bu, benim elimde değildi. Haklı olsa da beni anlamasını umdum. “Özür dilerim.” “Bir de özür diliyor ya. Aymira, yaptığını beğeniyor musun?” “Tamam İlknur, sakin ol.” Maşita, konuştu en sonunda. Sesi tuhaftı, hatta rengi soluktu. Mahcupça baktım ikisine. “Haklı,” dedim en sonunda. “Sanırım çok haklı.” Neden böyle olmuştum bilmesem de babamla konuşmak iyi gelmemişti. Hiçbir zaman da iyi gelmeyecekti. “Kıza yapmadıklarını bırakmadılar ya. O dışarıdakini de kovdum, bir daha yanına gelmeyecek.” Yorum yapmadığım gibi Maşita homurdanarak İlknur’un koluna çimdik attı. İlknur’un pek umursadığı söylenemezdi. “Beyefendi bir de korkuyormuş gibi yapmaz mı!.. Kıza yapmadığını bırakma sonra gel kapının önünde gözyaşı dök. Evet canım çok inandırıcı.” “Tamam İlknur!” “Ne tamam ya, keşke diğerlerinin de sıfatlarına tükürebilsem.” İlknur, böyleydi. Hiçbir zaman diyeceklerini içinde tutmazdı. Ona asla kızmıyordum, hatta haklı bile konuşuyordu ama bu beni incitiyordu. “Hadi Aymira, hazırlan da çıkalım. Bundan sonra kendine iyi bakmalısın.” “Ne dedi doktor?” “Çok düşünmekten ve az yemekten böyle olmuşsun. Bir de psikolog için tavsiyede bulundu.” Usulca başımı salladıktan sonra yattığım yerden kalktım. Köşedeki trencimi Maşita alıp yanıma geldi. Giyinmeme yardımcı olması ile hızlıca giyindim. Hastaneden çıkmıştık. O yoktu etrafta. Sanırım İlknur’u dinlemiş gitmişti. Belki de tamamen İstanbul’a dönmüştü. … Yemek faslından sonra öğrencilere izin verip film saati yapmıştık. Yurtta beş kız vardı, diğer kızlar hafta sonu iznini kullanmak istemişlerdi. Kızlar da evdeki işini bırakıp buraya gelmiş, film gecesine eşlik etmişlerdi. “Aymira, bir baksana.” Sessizce söylenmesi üzere İlknur’a döndüm. Merakla yüzüne baktığım İlknur, çok beklemeden konuyu açtı. “Hani şu İlyas var ya.” “Eee der gibi başımı salladım. “Ona cevabını söylediğimde biraz üzülmüştü. Şimdi eşimle buraya geliyorlar, bir de senden duymak istiyormuş. O kadar dedim ama gelmesine engel olamadım. Sen onunla görüşmeyince bir şey diyemedim. Beş dakika konuşacakmış sadece.” Diğer kızlar dikkatle bizi dinliyorlardı. Kaşlarım çatılınca İlknur, “Valla engel olmak istedim Aymira. Keşke bir kere görüşseydin, en azından cevabını bilirdi. Şimdi seni bir tek burada bulacağını söyleyince engel olamadık,” deyip omuzlarını düşürdü. Yurttan çıkmadığım için onunla başka yerde karşılaşma olasılığımız yoktu. Görüşme isteğini üç dört seferdir reddetmek olanları bu duruma getirmişti. Haklıydı, bir kere görüşüp ona cevabımı vermeliydim. “Tamam, gelsin. Madem cevap bekliyor, o zaman kabul edeceğimi söyleyeceğim. Artık bir şeyler karara bağlansın.” Bir sessizlik oluştu. İlknur, buna sevinse de Maşita, “Saçmalama,” diyerek kararımı bir kere daha düşünmemi istedi. İnadına cevap vereceğimi düşünüyordu ama öyle değildi. Bu sayede Hamza da giderdi, bir daha karşıma çıkmazdı. Ben de İlyas’a şans verirdim. Belki de severdim onu. Kim bilir Allah’ın bize yazdığı kaderde neler vardı. Maşita, kızarak yanımızdan gidince ben de sessizce köşeye çekildim. Doğru karar mıydı bu bilmiyordum. Sadece böyle yapma gereği duydum. Sanırım yarım saat sonra gelmişlerdi. Arabanın sesini duyabiliyordum. Öğrenciler film izlemeye devam ederken biz de İlknur’la odadan çıktık. Birazdan olumlu cevap verecektim ve dönüşü olmayan yola girecektim. Ona şans vermek doğru bir karar mıydı bilmiyordum. İleride onu sevebilir miydim hiçbir fikrim yoktu. Sıkkınca soludum. Kendimi çaresiz hissediyordum. Aşağıya inmemizin ardından duyduğumuz seslerle kendimizi dışarıya attık. O an sanırım olayın ne olduğunu anladığım için sertçe Maşita’ya baktım. Söylemişti Hamza’ya. Bunu yapmasını istememiştim ve bu hareketi hiç de hoşuma gitmemişti. Aradaki husumet büyümesin diye yanlarına ilerledim. Hamza, çoktan İlyas’a olanları söylemişti. İlyas ise bana bakıp bir şeyler dememi bekliyordu. “Aymira, sırf inat uğruna bunu yapmayacaksın değil mi?” Sesindeki öfke beklediğim durumdu. Hatta bu durumun ileriye gitmesi hazırda bekleyen bomba gibiydi. “Olumlu cevap versen de hiçbir şey değişmeyecek.” Ona cevap bile vermeden İlyas Bey’e döndüm. Benden bir cevap bekliyordu. “Eğer gerçekten böyle bir şey varsa sizden cevap bekliyorum.” Bu sefer İlyas Bey girdi araya. Benden cevap beklerken bile ona karşı olan hissizliğimi çok net anlayabiliyordum. Biraz ileriye geçtik. Sakin bir yerde konuşmamız daha uygun olurdu. “Duyduklarınız doğru ama inat için değil bu. Size cevap göndermiştim İlyas Bey, buraya kadar gelmeniz gerekmiyordu.” “Belki fikriniz değişir diye düşündüm. Sizinle konuşmam gerekiyordu, rahat edemedim. Aslında gelmeyecektim ama sabırsız yanıma söz geçiremedim. Sizden duymaya ihtiyacım vardı sadece.” “Fikrim değişti evet ama size karşı hislerim değil. Buna rağmen kabul edecekseniz fikrim olumlu. Zamana bıraksam size karşı hislerimin değişip değişmeyeceğinden emin değilim. Beklerim, seni böyle kabul ederim derseniz teklifinizi kabul ederim. Ama bazı şeyler için size söz veremem. Ama denerim.” Bakışları benimle ileride duran Hamza arasında dolandı. Hamza, onunla ne konuşmuştu bilmiyordum ama sanırım o da ısrarcı olmayacaktı. Anladığını çok iyi biliyordum. Hamza’ya bakarken benim nasıl bir netliğin içinde olduğumu da biliyordu. İlknur’a kabul edeceğimi söylemişken şimdi karşısına geçip kabul ettim diyemezdim. “Zamanla bizi ne bekler onu bilmiyorum lakin ikimizde bu zaman zarfında yıpranırız. Ne hissettiğimi bile bile benimle evlenmek ister misiniz?” “Peki,” derken hayal kırıklığının omuzlarına nasıl yük olduğunu görebiliyordum. “Ben umut etsem de gönlünüzdekileri değiştiremem.” Sesi titredi. Onu üzmek istemiyordum, hatta kimse üzülsün istemiyordum ama maalesef bazı durumlar bir şeyleri eksik kılıyordu. “Allah’a emanet olun.” Arabaya geçtiği gibi hiç beklemeden uzaklaşıp gitmişti. Biraz önce kararlı tutumum vicdanımla bütünleştiği an anladım her şeyi. Öfkeyle kalabalığa yürüdüm. “Sen ne hakla benim yerime konuşursun?” On dakikadır sabretmeye çalışması boşunaymış gibi, “Aymira, hata yapacaktın,” dedi sert bir dille. Dudağım alayla kıvrıldı. Ona bakarken çok şey geçiyordu zihnimden. Ama tek bir haklılık payı sunmuyordum ona. “Sana ne Hamza?” Bağırdım. “Ben hatayı bir kere yaptım. Şimdi bu seni hiç alakadar etmez.” Keskin çıkan sesimle susmak zorunda kaldı. Karşımdaki adam gözümde hiçbir şey ifade etmiyordu artık. “Haksızlık yapıyorsun.” Alayla kıvırdım dudaklarımı. İçimdeki bu taşan duygulara engel olmadım. Ki bu kadar rahat konuşurken engel olmamda imkânsızdı. “Neden? Bak işte dediğini yaptım. Senden uzak durdum. Değişen çok şey var Hamza; seni artık sevmemem gibi.” Açık açık konuşmak en doğrusuydu, onun karşısında kırgın bir şekilde değil de umursamaz gibi duracaktım. Bir zamanlar o benim canımı yakarken bu sefer ben onun canını yakacaktım. Bu, gereksizdi belki ama bu akşam bunu yapmak istedim. “Buna sen inanıyor musun?” Ama o aksine, kararlı konuşuyordu. Hatta o kadar emindi ki hislerimden, ondan kaçmama müsaade etmiyordu. “Kendimi kanıtlamak zorunda değilim. Şimdi aynı şeyi ben senden istiyorum. Benden uzak dur!” Kaşları çatıldı. Ona daha fazla söz hakkı tanımadan yurda girdim. Kızlar şaşkınlıkla peşimden bakarlarken onlara tek bir kelime etmedim. Sadece geçerken Maşita’ya ters bir şekilde baktım. Film bittiği gibi kızlar odalarına dağıldılar. Ben de kendime bir çay alıp kızların sessizliğine katıldım. Biraz önceki olaydan sonra kızlar beni ikna etme çabalarına girmişlerdi. Ne ara Hamza’ya karşı yumuşamışlardı böyle? “Hâlâ gitmeyeceğim diye diretiyor ya, ben olsam kolundan tutar seni zorla götürürüm. Yani tutamaz da işte, biz öyle diyelim varsay.” Artık sessizliğin bozulmasını istedikleri için lafa Funda atıldı. Funda öyle deyince İlknur, “Bence yüz verme, az süründür de bir daha seni üzemesin,” deyince kızlar İlknur’a ters ters bakmaya başladılar. İlknur yine bildiğimiz gibiydi. Ama şaşırdığım onun bile Hamza’ya karşı tanıdığı fırsattı. Omuz silkerek, “Doğruya doğru. Zaten lafta anlamıyor, kaldı orada öyle,” dedi. Evet, İlknur doğruyu söylüyordu ama benim süründürme gibi bir derdim yoktu, tamamen gitsin istiyordum. Çok yorgundum, ne diretecek ne de direnecek gücüm vardı. Kalbime ağır gelen bu hissi neden söküp atamıyordum ki? “İlknur sussana ya, zaten ikna edeceğiz diye dilimizde tüy bitti. Ateşe körükle gitme sen de.” Sonra bana bakıp, “Aymira, bir konuşsan mı artık?” diye sordu. Saatlerce kızları dinlediğimden tek bir söz bile söylememiştim. Diyecek o kadar söz vardı ama ben, diyeceklerimi ne zihnimde ne de kelamımda toparlayabiliyordum. “Evet evet konuşsun. Hatta İlknur kızları dışarıya çıkartsın zaten azlıklar.” Berna’ya ters bakış atan İlknur’u Funda önemsemeyerek, “Bence de haklı. Ay canımda nasıl dondurma çekmişti bir bilseniz,” demesi beni panikletti. Bana komplo kuruyorlardı. “Öyle bir şey yapmayacaksınız.” Sesim net çıktı. Hatta biraz da sinirlenmiştim. Kızlar daha ben konuşamadan ayaklandı. “Maşita, sen de onları yalnız bırakma. Aymira, Hamza eniştemizi vurabilir maazallah,” dedi ve kızları kolundan çekiştirdi. Bu yaptıkları gözlerimin irileşmesine neden oldu. Şu an ciddi ciddi beni göndermeyi düşünüyorlardı. “Hayır ya, kızlar durun bir.” Tabii ki beni dinlemediler. Dönüp dolaşıp yurda geleceklerdi nasıl olsa, her türlü kızardım. “İlknur hadi canım arkadaşım, daha fazla oturma orada.” Funda, dişlerinin arasından söylenip oturan İlknur’u sertçe ayağa kaldırdı. İlknur, hâlinden hoşnut olmayarak söylene söylene odadan çıkarken Maşita’ya baktım. Omuz silkip alt dudağını büzdü. “Şu an bana oyun oynandığının farkındasındır umarım. Ya siz ne yapıyorsunuz?” Maşita da olanlardan zevk alıyordu resmen. Bu yüzden bu hâlimi ne sakinleştirme girişiminde bulundu ne de inkâr etti. Sadece bana susmak zorunda kalacağım cümleler söyledi. “Yurda iyice depresiflik yaydın, senden kurtulmalıyız.” “Maşita, bu gerçekten hoşuma gitmedi.” “Sen kendi kendine iyi olamazsın Aymira. Bize izin vermiyorsun bile seni iyi edelim, ama o… Onun adını bile duyman gözlerinin parlamasına sebep olurken sana nasıl onunla konuşma diyebiliriz? Hatalı evet, bizim bilmediklerimizde var belki, fakat sen onu affetmesen de onu dinlemek zorundasın.” Ağzımı aralamışken zil sesi yurda yayıldı. Korku, panik bütün hücreme bir bir yayıldı. Kızlar Hamza’yı içeriye yollamış olamazdı değil mi? Funda, geldiğinde benim gazabıma uğrayacaktı. Endişeyle Maşita’ya baktığımda, “Size birkaç dakika zaman ondan sonra tek kalmanız uygun olmaz, hadi kapıyı aç,” dedi ve beni sırtımdan ittirdi. “Maşita, beni anlamadınız sanırım.” “Biz seni çok iyi anladık. Yaptığımız yanlış değil.” “İstediğimi söylemedim bile size. Hem artık olmayacağını bilmiyor musunuz?” Sesimdeki öfke biraz daha arttı. Hatta sesim yükseldi. Ona karşı ilk defa bu kadar sert çıkıştım. Bir an yüzü düşer gibi oldu ama hâlime hak verip gülümsemesini devam ettirdi. “Aymira, sus ve ilerle.” Tekrar arkamdan ittirdi. Bir adım atıyor sonra Maşita’ya dönüyordum. O ise bana git işareti yapıyordu. Yapamazdım, buna cesaretim yoktu. Geldiğim yolu geri döndüm. Maşita sertçe nefesini bırakıp kapıya ilerledi. Bana bunu yapmamalıydı. “Sen hiç akıllanmazsın.” “Maşita!” Artık iş işten geçmişti. Benim aksime o kapıyı sakince açtı. Merdivenleri çıkamadan aralık kapıdan onu gördüm. Kaçtıkça başa sardığım yerdeydim artık. Yerde olan bakışları kalktığı an içimde filizlenen acı, gözbebeklerinden yüreğime sızdı. Yutkunmakta zorlandığım kadar nefes almam da hayli güçtü. Bu gözlerin yabancılığına inanmıştı kalbim, şimdi durduk yere beni kandırmasına izin veremezdim. Bu öyle dipsiz bir histi ki ben ona inanırdım bilirdim. Bana asla yalan konuşmayacağını bilirdim. Canımı acıtan asıl nokta buydu. Bana yalan söylemeyeceğini bildiğim gerçekleri kabul etmeyişimdi birazda. Hiçbir nedenini kabul etmesem de istediğim daha büyük nedenleri aramamdı. Kaçışım bu yüzdendi belki de. Ona inanırsam ona yeniden kapılırdım. Beni girdiğim bu dehlizden çıkarmamalıydı, yapmamalıydı. Ben bir kere alışmıştım, bin defa öldürmemeliydi. Onu suçlu bulduğum yerde suçunu aklamamalıydı. Gücüm yoktu artık.
|
0% |