@rumeysadoganm
|
Ayakkabılarını çıkarıp içeriye girdiğinde etrafı inceledi. Maşita, bakışlarımı önemsemeden kenara çekildi. Hamza ise konuşmamı bekliyordu ama konuşmadım. Oysa gözlerime baksa neler dediğimi çok iyi anlardı. Maşita’nın yönlendirmesi ile misafir odasına geçti. Önden geçip odanın ortasında durdu. Ben de sırtımdan ittirilmem ile odaya giriş yapmış bütün isteksizliğimle karşısında durmuştum. Konuşulacak ne kalmıştı ki? Her şeyi öğrenmiştim işte, bana başka sebepler sunmamalıydı. Zaten dayanamıyordum, başka şeyler öğrenirsem yıkılacaktım. Korkuyordum, iliklerime kadar hissediyordum bu hissi. Başka bir şey hissettiğimde yoktu zaten. Sanki ufak bir mutluluk çalsa kapımı uzun süre onu ağırlayamayacağım kesindi. “Oturabilirsin.”Buz gibi çıktı sesim. Oturdu. Ben de diğer taraftaki ikili koltuğa oturdum. Odada derin bir sessizlik oluştu. O konuşsa da ben ne konuşacaktım bilmiyordum. Gerçi onun karşısında konuşmak benim için acı hatıralarla doluydu. “Burada olmanı istemiyorum, kızlara güvenerek benden bir şeyler bekleme. Diyeceklerini, de ve git. Seni dinleyecek zamanım yok.” Bunu bilir gibi başını salladı. İsteksizliğimi pek âlâ iyi biliyordu. İstesem de ona karşı yumuşayamıyordum. Yumuşarsam yeniden kendimi yok sayacağımı da biliyordum. Kendimi avuttuğum bir gerçek olsa da hislerimi yok sayamayacak kadar da güçsüzdüm. İçimde manalı bir uçurum vardı, en çok da kendime asla söz dinletemeyecek bir ikilemin ortasındaydım. “Gerçekleri mektuptan öğrenmeni istemezdim.” Buruk bir şekilde kıvrıldı dudaklarım. O mektup beni mahvetmişti. Bütün gerçeği bir anda öğrenmem zor olsa da iyi olmuştu. Bundan sonrası için beni diri tutacak gerçeklerle beraber yaşayıp avunacaktım. “Önemi yok artık.” Önemi yok muydu sahi? Oysa kaç gündür acı çekmemiş miydim? Bu kadar soğuk durmam bile inandırıcı gelmiyordu, ne fırtına kopuyordu oysa içimde. Gözlerini kısıp bakmasıyla, “Var,” dedi kararlı bir sesle. Beni düşünüyormuş gibi davranmasına katlanamıyordum. Bunu yapmamalıydı, içinden çıkamadığım bu duruma bir yenisini eklememeliydi. “Canın yanıyor görebiliyorum.” Canımın yanması bu zamana kadar sadece beni ilgilendirmişti. İyi olmadığım zamanların çoğunda beni yerle bir edecek sözler söylerken bunu hiç düşünmemişti, şimdi ise canımın yanmasının onu ilgilendirmeyeceğini biliyordum. “Bununda bir önemi yok.” Eski mevzulara girmek istemedim, bu yüzden kısa ve net konuşmaktı amacım. Bazı şeylerin hiçbir önemi kalmamıştı. Benim canım hep yanmıştı, şimdi daha fazla yansa da toparlanırdım ben. Sözlerim yüreğimde katmerlendi. İçimdeki fırtınalar sadece beni savururken bir önemi olmaması kadar yalancıydı arsız çıkan kelimeler. “Söyleyeceklerini söyle ve git Hamza. Artık herkes kendi hayatını yaşasın. Buraya seninle gitmek için değil senin konuşmanı beklemek için girmene izin verdim.” Öne eğilip dirseklerini bacaklarına koydu. İkimizde halının desenlerini ezberler gibi başımızı yerden kaldırmadık. Ellerimle oynuyor başımı kaldırmamak için büyük çaba sarf ediyordum. “Sana bir soru sormuştum, cevabını vermeden habersizce gittin.” “Buraya gelmem bir cevaptı zaten.” Kaldırdı başını ve çatılmış kaşlarıyla yüzüme baktı. Bir süre sustu, sözlerimi dimağında derleyip toparlar gibi bekledi. Ona cevabımı şu anda daha net verdim. Kabul etmeyecektim, ona tek bir cümle söylemeyecek, geçmişte kalan kırgınlıkları dile getirmeyecektim. Buna gücüm yoktu. Oysa haykırsam sabaha kadar susmazdım. Bunu o da iyi biliyordu. Ne yöne dönsem bu sorunun cevabıyla yüzleşecektim. Hep onu istemişken şimdi vazgeçmek zorundaydım. “Neden?” Bu sefer benim kaşlarım çatıldı. “Hiçbir nedeni yok, olsa da seni ilgilendirmez.” Sakinliğim beni şaşırtıyordu. Zamanında yaşadığım bu fevriliğin yerini artık sakinlik almıştı. Oysa günlerce ondan hesap soracağıma dair birçok sözler etmiştim. Şimdi bu sözlerin hiçbir hükmü kalmamıştı. “İlgilendirmese burada olmazdım. Bunu bize yapma Aymira.” Kapandı gözlerim. Ben içimde başka bir insanla uğraşıyordum ve bu insan Hamza’nın varlığını yok sayamıyordu. “Ben bir şey yapmıyorum. Sebeplerin sonuçlarını yaşıyoruz sadece.” “Aymira. Buraya beni affet diye gelmedim. Zaten affetmeni istemiyorum, her seferinde sana yaptıklarımı yüzüme vur kabulüm lakin seni burada da bırakmayacağımı bil.” “Neden?” Bu sefer ben onun gibi sordum. Nedenler bizi bitirmemiş miydi zaten? “Neden Hamza? Vicdanın mı sızlıyor? Belki de acıyorsun bana? Bu sözlerin yaşattıklarını telafi edecek mi zannediyorsun?” Hâlâ sakindim. Bu istemsizce gelişen bir şeydi. Belki de onu gerçekten istemiyordum. “Zamanında bırakmak zor değildi de şimdi mi bırakmak zoruna gidiyor? Bunu söylemeye yüzün var mı artık? ” Aniden değişen hâli düşen yüzü ile bütünlük kazandı. Ağır konuşmuştum biraz da. Sadece içimi dökmek istiyordum. Hamza’ya karşı ne biriktiyse hislerimde dilimden bir bir çıkıyordu. “Bunların cevabı benim boyumu aşıyor. Mektupta yazanlar eksik ama sana olan sevgim hiçbir zaman eksik olmadı. İnan bana olmadı Aymira. Kırdım, döktüm lakin hiçbirini istediğimden yapmadım. Mecburdum.” Yutkundu. Elleri yüzünde sertçe dolandı. “Bu yüzden seni bırakamam, bırakırsam o zaman ben eksik kalırım.” “Biz eksildik Hamza, en çok da eskidik. Artık hayallerim yok ya da ne bileyim heyecanlarımın yerini isteksizlik aldı. Seni görünce heyecanlanmıyorum mesela. Ben eski Aymira değilim, sen de kapıma dayandığında eski Hamza olmadın. İkimiz de değiştik; en çok da yıprandık.” “Kalbine ağır gelen kırgınlıklar gözlerindeki o safi ışığa engel değil. Bunu ben görebiliyorum Aymira. Sen de kırgınlıklarını sardığımda fark edeceksin.” Acı bir tebessümle kaçırdım bakışlarımı. “Gidelim, sarayım yaralarını. İzin ver.” Bu acının ortasına attığı tohum zehirli bir sarmaşık gibi sarıyordu kalbimi. “Çek al beni bu acıdan” diyemedim. “Sonra ne olacak? Hadi seninle gittim diyelim ne olacak Hamza?” Başımı iki yana salladım. Bu kırgınlıktan öteye geçmişti artık benim için. Hissettiğim bambaşka bir şeydi, bunun ne olduğunu hâlâ çözememiştim. “Hâlâ bırakmayacağım diyorsun. Bu nasıl bencillik?” İçimde o kadar çok şey birikmişti ki geçmişi açmayacağım demiştim ama mecbur açmam gerekiyordu. “Söylesene Hamza! Bunca zaman gelmemişken, yeni yeni toparlanıyorken neden şimdi? O an sana ihtiyacım vardı. Şimdi kendimi toparlarken neden yeniden beni mahvetmeye çalışıyorsun? Sen beni sevseydin zor zamanlarımda yanımda olurdun.” “Geldim… Geldim Aymira ama bilmediklerine rağmen sana adım atamadım. Çünkü benim amacımın engeli sendin. Eğer sana gelseydim bütün planlarım mahvolacaktı, baban benim kimliğimi ele geçirecekti.” Bu sefer benim kaşlarım çatıldı. Kafamı allak bullak eden ne varsa saklamakta ısrarcıydı. Artık açık ve net olmalıydı. “Ne demek bu?” Sorgulayıcı sesim duyacaklarımın altında ezilir miydi bilmiyordum. Yüzündeki o ifade bir şeylerin beni saf dışı bırakacağını gösteriyordu. Parmakları ile çenesini sıvazladı. Gergin bir şekilde oturup kaldım olduğum yerde. “Babana ait paralar kime ait biliyor musun? Baban sadece benim aileme mi zarar verdi sanıyorsun? Birçok ailenin perişan olmasına neden olurken sana gelseydim o ailelerden daha çok olacaktı. Eğer sana gelseydim kimliğim ortaya çıkacaktı ve baban bütün paralarla yurtdışına kaçacaktı.” Keskin bir ağrı başıma girdiğinde daha yeni idrak edemediklerime bir yenisi eklendi. Babam ne yapmıştı böyle? Peki ben? Beni Oğuz’la evlendirirken aslında bu gerçekleri de mi benden saklama derdindeydi? Bu zamana kadar beni ne çok kandırmıştı. Beni o evliliğe mahkûm ederken aslında kendi dertlerinden arınmaktı amacı. Ne Oğuz babamı öldürecekti ne de babam o mafya yalanını bana söyleyecekti. Tek amacı daha fazla çalmak, daha fazla yakıp yıkmaktı. Ben bunları nasıl oldu da görememiştim? “Yine senden ayrı düşeceğimi bilsem yine yapardım. Anlatmadım evet, anlatamadım daha doğrusu. Üzülme istedim ama tutamadım olanları senden uzak. Bana karşı olan öfkeni görmesem yine anlatmazdım. Şimdi o kadar çabam başarıya ulaşmışken de seni bırakamam.” Yüzümü avuçlarım arasına koydum. İçimdeki bu hissi yenebilmem gerekiyordu. Bunca zaman nasıl bir hayatın içinde olduğunu idrak etmem gerekiyordu. İçim yangın yeriydi. Yaşamam gereken bir hayatın tam ortasında enkazı seyrediyordum. Ölmem gereken yerde yaşamayı öğreniyordum. “Şimdi ne değişti, kimliğini öğrenmeyecekler mi zannediyorsun?” “İflas ettikleri gün öğrendiler.” Şaşırmadım. Artık şaşırılacak durum yoktu, her şeyi beklerdim ben bu olanlardan sonra. Hamza, amacına ulaşmıştı. Bu amaçta tek yaralı çıkan bendim. Sanki kendimi feda edeceğim daha çok şey varmış gibi bana verilen payı hesaplayamıyordum. Yaşanan yaşanmıştı ve yaşanacak asıl nokta daha ilerisiydi. “Bana anlatabilirdin bunları.” “Elimde olan bir şey olsaydı anlatırdım.” “Eğer…” Anlamışçasına başını sallayıp, “Eğer başlarda bu işi başarsaydım gelirdim. Engel olurdum her şeye,” dedi. Sesinde hiçbir yalan yoktu yüzündeki ifade ise ciddiydi. Gerçekleri söylediğini anlayabiliyordum. Belki de bunu istemiyordum. Bana gerçekleri söyleyerek bunca yaşananları arkamda bırakmamı sağlayamazdı. Alıştığım bu hayatın ötesini istemiyordum. Varlığının bu kadar iyi gelmesi istediğim durum değildi. Yeniden yaralanmaktan korkuyordum. O beni hep yaralamışken iyi edebileceğini düşünmüyordum, bunan inanmak gelmiyordu içimden. “B’ben…” Tekrar oturdum yerime. Alnımı parmaklarımın arasına alıp ufaladım. Yaşadıklarım o kadar değişik bir boyuta girmişti ki benim bildiğim Hamza’nın ötesindeydi karşımdaki adam. Bana Özge’yi, babamı ve olanları anlatırken her şeyi eksiksiz anlatmıştı. Boğazım düğüm düğümdü. Bunca acıyı babamın pis işleri için çekmiştim. Bunca zaman babamı nasıl görememiştim ben? Evet, Hamza’ya diğer konuda güvenmiyordum ama anlattığı gerçeklerin yalan olmadığını da bilebiliyordum. Nasıl oluyordu da bana yalan konuşmadığını hissettirebiliyordu? Ona güvenmeyen kalbim bu sözlerine nasıl güvenebiliyordu? “Sen sadece vicdan yapıyorsun. Sevmediğin birine bu sözleri söylemen niye Hamza? Hangi şartın sonucu bu evlilik?” Hiç beklemediğim hızda gözlerime baktı. O an bu sözlerim onu kızdırdı. Beni sevebileceği ümidi yoktu içimde, bunu çoktan kabullenmiştim. “Buraya vicdan yaptığım için mi geldiğimi sanıyorsun? Aymira, ben hislerimle oyun oynamıyorum. Seninle de bir şart için evlenmiyorum. Sevdiğim için, istediğim için…” Kaşlarım çatıldı. Buna inanmazdım. Bu düpedüz yalandı. Sustum. Hamza, daha fazla kızdı. “Aymira, sana dair hislerimde yalan yok, belki kırıp döktüm ama inan bana yalan yok.” Konuşulacak binlerce söz varken ben ne cevap vereceğimi bilmiyordum. “Sana inanmak bu zamana kadar kendime yaptığım en büyük haksızlıktı.” “Sen değil ben yaptım sana o haksızlığı. Sen, sadece olmayacak durumun içine düştün. Keşke böyle olmasaydı. Keşke senin gibi cesurca sevebilseydim.” “Keşkelerin yeri hayatımızda yok artık.” “Seni sevmenin bir yalanı da yok.” “Yalan konuşma. Sen beni sevmedin hiç.” “Sevdim, yemin ediyorum sevdim.” Hayır kalbim, atmayı kes… “Ama ben seni sevmiyorum.” “Yalandı… O da inanmamıştı zaten. Canım öyle bir yanıyordu ki boğulduğumu hissediyordum. Beni kendimle bıraksınlar, hislerimle oynamasınlar, yalnızlığıma konuk olmasınlar istiyordum. Bu yüzden onların da canı yansın istiyordum. Ama başaramıyordum… Sessizliğimize gömülürken içeriye Maşita girdi. Yüzünde kocaman gülümseme ile bize bakıyordu. “Selim’i aramamı ister misiniz?” Başını kapıdan uzatan Maşita, imayla gülüp odaya daha çok girişti. İkimiz de o an Maşita’nın gelmesini beklemediğimiz için bir an boşlukta kaldık. Maşita ise, “Aymira’yı ikna etmek zordur ama bence buradan Selim’le önemli işinizi halledip gidebilirsiniz,” dedi. Göz kırpıp gülümsediğinde bu şakasına şu an sustum. “Doğru, bir keresinde Selim’e böyle bir söz vermiştim.” İkisi de hiç şaka yapıyor gibi durmuyordu. “Aymira, buraya teklifimin cevabını duymaya geldim.” “Cevabımı verdim. Seninle evlenmeyeceğim.” “Sensiz dönmeyeceğim.” “Sen bilirsin.” “Hamza, bize iki dakika verir misin?” Hamza, başını salladığında Maşita hızla koluma yapışıp beni yemekhaneye ilerletti. Şu an bana karşı hiç anlayışlı değillerdi. “Gideceksin Aymira, her şeye rağmen Hamza ile evleneceksin. Onların sana çektirdiği acının şifasını Hamza’da bulacaksın.” “Ma…” Susturdu. “İnkâr istemiyorum, yapacaksın! Hâlâ bir kuş gibi çırpınıyor kalbin görmüyor musun?” Ellerini koluma koyup, “Özür dilerim ama birazını dinledim. Evet, Hamza suçlu bazı konularda ama haklı olduğu yerlerde var. Bir şans verin birbirinize olmaz mı? Arayayım Selim’i. En azından güzel bir şeye vesile olabileyim,” dediği an sessiz kaldım. Başıma keskin bir ağrı yerleşti. Kulaklarım uğulduyordu. Kimseye kendimi anlatamıyordum. Oysa ne hâlde olduğumu görmüşlerdi. Bu yüzden de benim tarafımda olmalılardı. “Ben artık sevmiyorum Hamza’yı.” Kıkırdadı. Neye güldüğünü anlamış değildim. “Bu yüzden İlyas’ı reddettin ya.” Kaşlarımı çattım. “Bu yüzden değil.” “Hı hı, kesin öyledir. İnandım.” “Yapamam Maşita, yorgunum. Ben kendi kabuğumu kıramam artık.” Susmayacaktı elbette ve ben, bu kadar kişiyle nasıl başa çıkacaktım bilmiyordum. “Aymiracığım, canım benim. Yapma bunu kendine. Sen kabuğunu kırmayacaksın ki. Böyle yaparak kendi hayatını mı yaşamış oluyorsun? Kendine biçtiğin şey bir ceza. Aklında biriktirdiğin olağanca şeyin çatısı altına çekilmişsin. Kabul etsen ha. Yoksa gider şu İlyas mı ne ona derim onunla evlenirsin.” Şakasına sadece kendisi güldü. “Maşita, yapamam.” Köşedeki sandalyeye oturdum. Ayakta duracak mecalim yoktu. “Kimse beni anlamıyor, sen de…” Önüme çöktü. Yüzündeki o ifadeyi görmesem belki biraz önceki dediğim doğru olurdu ama yine de bana destek olsunlar istiyordum. Çaresizce baktı yüzüme. “Bu yorgunluğun bir sabahı var biliyorsun.” İç çektim. Bana öyle bir bakıyordu ki kendimi savunmasız hissettim. “İnan bana değecek.” “Ya değmezse, ya yine terk edilirsem?” Başım eğildi. Boğazımda duran koca yumru ıstırap veriyordu. Elini omzuma koydu. Teselliye değil, gerçeğe ihtiyacım vardı. “Ne demiştik, herkesin terk ettiği yerde seni sahiplenen Allah var. İnan bana korktukların olmayacak. Aymira, kırgınsın ama telafi edebileceğiniz bir hayat var ortada. Ben Hamza’nın samimiyetini gördüm, gözlerindeki o pişmanlığı sen görmedin mi? Bu sefer seni terk etmeyecek biliyorum. Hadi içeriye geç kararını söyle. Korkma artık, kendini daha fazla heba etme.” Sözleri ruhumu okşadığı gibi acımı hafifletemiyordu. İçine düştüğüm durum bir mum alevi gibi ruhumu titretiyordu. Kabul etsem kendimi yok sayacakmışım gibi hissediyordum. Oysa ne sözler vermiştim kendime. Ama iki yandan saldırıyorlardı cepheme. “Neden ben göremiyorum? Neden bu kadar zor her şey…” “Çünkü kırgınsın, yanında olanları göremiyorsun. Senin cesur olman lazım Aymira. Yoksa daha kötü olacaksın.” “Peki.” Kocaman gülümsedi. Cevabı veren ben miydim yoksa kalbimde az buçuk kalan sevdam mı bilemedim. “Ay ben Selim’i arayayım hemen. Kızlarda gelsin, en azından şahide ihtiyacımız var.” Bir şey diyemedim. Benden önce odadan çıkan Maşita, Hamza’ya cevabımı hiç beklemeden verdi. Onu görmeden odaya çıktım. Ne tepki vermişti bilmiyordum. Zaten umurumda da değildi, neden kabul ettiğimi de bilmiyordum ya. O an cevabı veren ben değilmiş gibiydim. Ne yazık ki iş işten geçmişti. Bakışlarım ayak uçlarımdaydı. Dimağımı yoran onca düşünceler kalbimi hezimete uğratıyordu. Yanlış karar verdiğimi bile bile kabul edişimi reddedemiyordum. Yorgundum, o kadar çok yorgundum ki vakit namazımı kılarken birçok kez şaşırmam ve birçok kez namazı bozmam yeniden namazı baştan almam artık kendime dur dememi sağladı. Kafamı toparladım ve namazımı eda ettim. Maşita, Selim’in yaklaştığını söyleyince aşağıya indik. Kızlarda gelmişti. İlknur homurdanıyor, Funda onu dirseğiyle uyarıyor, Berna ise sanki kendisi evleniyormuş gibi heyecanla beni tebrik ediyordu. Oysa ben, hiçbirine karşılık veremiyordum. Kabul eden sadece sözlerimdi. Ya kalbim? Öyle tuzla buz olmuştu ki acıyordu. İlknur, ısrar eden kızları çok kez uyarmış ama Maşita bu gece onlara izin vermek istediğini söyleyince onlar da nikâha gelmişti. Şu an Hamza ile yan yana oturuyor Selim’in okuduğu Kur’an’ı dinliyorduk. Bütün gözler üzerimizdeydi. Hatta Maşita, birçok resmimizi çekmiş birçok hayır dualarında bulunmuştu. Artık kabullenme faslına geçilmişti. "Allah'ın emri, peygamberin kavli, İmam-ı Azam'ın içtihadı üzere ve şahitlerin söylemiş olduğu mehir miktarıyla Haldun kızı Aymira, İsa oğlu Hamza'yı kocalığa kabul ettin mi?" Hamza'ya döndüm. Gülümsedi, dudakları gülümsenin ihtişamına tanık oldu. Saniyeler beni kıvrandırdı. Şu an onun gibi onu terk etsem ödeşmiş olacağımızı bile düşündüm ama yapamadım. Ona onun gibi davranamadım. "Ettim." Tek bir kelime Allah tarafından verilmiş bir iznin nişanesiydi. O nişanede bir zamanlar bana haram olan adam şimdi helal bir yuvaya adım attırıyordu. Sadece hissiz ve mutsuzdum. Tekrar sordu üç olana kadar tekrar, “Ettim” dedim. Bu sefer Hamza'ya sordu. O da benim gibi üç kere, "Ettim," dedi. Gözlerine inen perde kalkmıştı artık. Şahitler bu perdenin aralayıcısı olurken Hamza artık bana bu kadar yakından, bu kadar güzel bakabiliyordu. Ve artık çekmiyordu bakışlarını. Ve artık, sadece benim için gülümsüyordu. Biraz önce yabancı olan adam, artık eşimdi. O adam, benim imtihanımdı. Gönlüm onsuzluğa o kadar alışmıştı ki yeniden can çekişecek diye korkuyordum. Şimdi hangi yöne dönsem o olacaktı biliyordum. Peki, nasıl başa çıkacaktım hissettiklerimle? Hiçbir söz yerini dolduramayacak kadar eksik kalacaktı. Ben eksik kalacaktım, hissettiklerim eksik kalacaktı. |
0% |