@rumeysadoganm
|
Nikâhın üstünden üç saat geçmişti. Nikâhtan sonra kızlarla eşyalarımı toparlamış, vedalaşmamızın ardından kendimizi yolda bulmuştuk. Yol boyunca ikimiz de susuyorduk. Neredeyse bir saat geçmiş ikimizde tek bir kelime etmemiştik. Ara sıra bana baktığını anlayabiliyordum, ben ise başımı cama yaslayıp dışarıyı izleyerek kaçıyordum ondan. Onca konuşulacaklara rağmen susuyordum, aslında bu sessizlik bir yönden iyi geliyordu. “Aç mısın? İleride bir restoran var dururuz.” Başımı iki yana salladım. “Değilim.” Önüne döndü, ara sıra bana baksa da ben başımı camdan kaldırmıyordum. Eli kalktı, elimi tutacaktı ama vazgeçti. Sadece benim sessizliğime uydu. Yollar akıp giderken aklımdakiler biriktikçe birikiyordu. Hamza, kısık sesle müzik açtı. En azından yol boyunca sessiz kalmaktan iyiydi. Araba benzinlikte durunca Hamza’ya ihtiyacımı gidereceğimi söyleyip lavaboya ilerledim. Aslında bir ihtiyacım yoktu ama elimi yüzümü yıkamak iyi gelecekti. Akan suyu avuçlarıma doldurup yüzümü yıkadım. Serin su biraz iyi gelmişti. Aynada kendime baktım. Sanki bir hastalığa yakalanmış gibi sapsarıydım. Şu an Hamza ile gidiyordum ama ne yapacağımı bile bilmiyordum İstanbul’da. Biliyordum ki pek huzurlu olmayacaktı yeni hayatım, bir yerden tekrar huzursuzluk sızacaktı. En son bıraktığıma rağmen yeni yeni gelişen olayları da oldukça merak ediyordum. Dengemi sağlamak için lavaboya yaslandım. Nefes alamadıkça kaçıp gitme isteği oluşuyordu. Kaçsam gitsem uzaklara, her şey düzelecek miydi sahi? Sanmıyorum… Geri döndüğümde Hamza telefonda görüşüyordu. Ondan önce arabaya geçtim. O da beş dakika sonra arabaya binip motoru çalıştırdı. “Annemler, merak etmişler.” Ben sormadan söylemişti. Annesi biliyor muydu? Peki, tepkileri ne olmuştu? Kim bilir Hamza’ya ne kızmıştı. Annesinin bana sıcak bakmayacağını bilebiliyordum. Belki de istenmeyen bir gelin olacaktım, kim bilir. “Önce annenin rızasını alsaydın keşke, duyduğunda pek sevinememiştir.” Dudakları kıvrıldı. Sözlerimi ciddiye almıyor gibiydi. Bir yola bir bana bakıyordu, en önemlisi de yolun boş olmasından dolayı rahattı. “Seni almadan gelmememi, gelirsem eve almayacağını söyledi. Doğru, nikâh biraz aceleye geldi ama böylesinin daha iyi olduğunu söyledi.” Rahatça söylemesi ve ardından göz kırpması şaşırttı. Annesinin beni kabul etmesi tuhafıma gitti. Ben mi abartıyordum bazı şeyleri? O kadar şeye rağmen bu kadar rahat olmamalılardı. O an ne düşündüğümü anlamış gibi, “Birçok yemek yapmış benden demesi, o yüzden aç gitmemiz daha doğru olacak,” deyip göz kırptığında rahatlamamı istedi ama benim pek rahatladığım söylenemezdi. Özellikle şu yolculuğun hem bitmesini istiyordum hem de bitmemesini. Dengesizlik büyük bir zulümdü. “Hamza, bana açık olabilirsin.” Sözlerimle yeniden kıvırdı dudaklarını. Bana baktı, bunun ne kadar doğru bir söz olduğunu söyleyecek zannederken o, “Sana gayet açığım,” dedi. Yüreğim bunu kabullenmiyordu. Hiçbir insan bazı yaşanmışlıkları göz ardı edemezdi, bunun imkânı yoktu. Her şey yaşanmıştı bir defa, şimdi dönüp de ben onları unuttum diyemezdi. Eski nesil insanlar aile ahlakını düşünürdü, kim kapısında evladına alkolle gelip ilanı aşk eden birini kabul ederdi? Etmezdi! “Sen açıksın, peki annen? Söylesene Hamza, senin kabullendiğini annen kabul edecek mi? O gece rezil olan bendim, şimdi yüzüne bakacak cesaretim yokken o her şeyi unutacak mı?” “Annemi tanımıyorsun? Tanıdığın zaman ön yargı yaptığını anlayacaksın.” Nefesimi sertçe soludum. Kafam çok fazla karışıktı. Bazen ne dediğimi, nasıl düşüneceğimi bilmiyordum. Sadece bir şeyleri kabullenmeye çalışırken bazı uç noktalarda takılı kalıyordum. Hayat bana güvenmemeyi öğretmişti. “Kirli bir geçmişi olan birine kimse iyi bakmaz.” Direksiyonu sıkı sıkı tuttuğunda bu sefer alayla gülen ben oldum. Yanılmamıştım. “Sen bile… Baksana geçmişimden bahsederken bile yüzün değişiyor.” Bu sefer sertçe baktı yüzüme. Bu beni korkutmuyordu, şimdiden hayatımızın her anı bu öfke dolu bakışlarla dolu olacaktı. O duymaktan kaçamayacaktı, ben ise hep hatırlatacaktım. “Senin geçmişin beni ilgilendirmiyor. Allah bile seni tertemiz kılmışken ben sana kirlisin diyemem. Buna haddim yok. Sana ne desem bana inanmayacaksın belki fakat sen, benim karımsın artık.” Neden etkilenmiyordum bu sözlerden? Oysa eskiden olsa bunu duymak için can atardım. Şimdi bu hissizliğim bana büyük bir boşluk bırakıyordu. Her an o boşluğa düşecek, kendimi perme perişan edecekmişim gibiydi. “Hamza, beni yargılayan sendin. Şimdi bunu demen inandırıcı gelmiyor, sen bile inanmıyorsun baksana.” Açık ve serttim. Gönlümden geçenler bunlarken, hiçbir sözümü sakındıramazdım. O an bana baktı ve biraz önceki sakinliğini koruyamadı. Canını yakıyordum, hiç düşünmeden konuşuyor ve ona olan güvensizliğimi dile getiriyordum; zamanında onun bana yaptığı gibi… Sanki bir yol vardı ve ben o yolda ikimizi de heba ediyordum. Daha fazlası gelmiyordu elimden, belki de yaşamanın verdiği acı ıstırabı böyle yok ediyordum. “Aymira yeter!” Araba aniden durdu. Birkaç saniye bakamadı yüzüne. Kapanan gözleriyle beraber nefesini soludu. “Ne kadar acı çektiğimi görmüyor musun?” Başını direksiyona yasladı. Onu bu kadar inciteceğimi düşünmemiştim. Dakikalarca kaldı öyle. Tekrar bana döndüğünde kızaran gözlerine denk geldim. “Artık yakma canımı!” Yutkundu. “Yalvarırım yapma bunu bana.” Sesi titredi. Kucağımda duran ellerimi tuttu. Aniden yaptığı bu hareketle donup kaldım. Daha sonra beni kendine çekti. Elleri ellerimden çekildi ve yüzümü buldu. O kadar yakınken nefes almam ne kadar kolaydı orasını bilmiyordum. “Aymira, sen benim geçmişiyle yargıladığım kadın değilsin.” Alnı alnımdaydı. İkimizin de gözleri kapalıydı ve yüzümde hissettiğim nefesi nefesime karışmıştı. “Ben seni istiyorum, geçmişini değil.” Ürperdim. “Ben seni hiçbir zaman yargılamadım, yargılama hakkına da sahip değilim. Sen tertemiz bir insansın, Allah seni tertemiz kılmış. Burada kirli biri varsa o da benim.” Yutkundum. Güvenmeyeceğim dediğim adamın sözlerini samimi bulmam beni baştan aşağı kuşatıyordu. Ne yapacaktım böyle? “Seni seviyorum Aymira.” Hızla geri çekilmem ile elleri kucağıma düştü. O da geri çekildi. Titriyordum, en çok da alışık olmadığım adama bu kadar yakın olmam beni nefessiz bırakıyordu. İlk defa bana dokunmuştu. İlk defa nefesini hissetmiştim. Artık bu heyecan değil salt bir korku bırakmıştı bana. Olduğum yere daha çok sindim. Diyecek tek bir sözümün olmaması biraz önceki hâline ket vurdu. Artık konuşulacak bir şey yoktu. Sessizce yolun süzülüşünü izledik. İkimizde başka söze girmedik. Yorgundum, dinlemekte istemiyordum zaten. Gözlerime binen ağırlıkla beraber bir saate yakın uyuduğumu hatırlıyorum. Hamza, tek bir söz söylemeyince rahatlamıştım. Kısaca ona baktım. O da uykusuz gözüküyordu. Bu yüzden dalgın ve yola adapteydi. Onu beş dakikadır izlediğimi bile fark etmemişti. “Mehlika Hanım…” Ona çoktandır sormak istediğim soru şu an aklıma geldi. Merak ettiğim konuyu hızla anladı ve cevabı çok beklemedi. “Süt annem.” Kısa bir an bana bakıp, “Ben bebekken hayatlarına girmişim. Ailem öldürüldüğünde kimse beni istememiş o yüzden beni yetiştirme yurduna vermişler. Beni orada görmüşler,” dediğinde aslında şaşırılmaması gereken bir durumken yine de şaşırdım. Hayatında neler oldu bilmiyordum, bu da benim neyi sorup neyi sormamam gerektiğini zorlaştırıyordu. Aslına bakarsam binlerce soru vardı ama hiçbir şey sormak istemiyordum. “Babamın yaptıklarına rağmen bana sunacağın hayat seni geçmişe çekmeyecek mi Hamza? Bana baktıkça nefretin artacak, aileni hatırlayacaksın. Daha doğrusu bana baktıkça babam gözünün önüne gelecek.” Çehresinde oluşan o dinginlik tebessümü ile bütünlük kazanıyor bana kötü hissettirecek hiçbir hissi barındırmıyordu. Oysa dediklerim sertti. Bugün acımasızlığı yüklemiştim sırtıma, biraz da onun sırtına. Duygularım eskisine nazaran sertti. “Sen babanın yaptıkları ile sorumlu değilsin. Bana ne kadar inanırsın bilmiyorum ama benim için sen, baban değil. Sen benim için Aymira’sın, Aymiramsın.” Çehresini tekrar bana çevirdi. Kuzguni harelerindeki o umuda tutunmak istedikçe korkuyla geri çekiliyordum. O beni benden çekip alamıyordu, sanki bütün sözleriyle ben kendimi acılarıma çekiyordum. … Bakışlarım yabancı kaldığım evde dolandı. Bir zamanlar ağlayarak çıktığım bu ev şimdi yuvam olmuştu. Ve onun odası tam da hayal ettiğimin ötesindeydi. Onun odasında, onun hayatında olmak yılların getirdiği bir boşluk gibiydi. Yüzüme kapanan kapı, sarf edilen sözlerin kulağımda çınlayışı gözlerimin önündeydi sanki. ‘İki erkeği bir arada yürütmek mi?’ Hatırladığım bu sözler gözlerimin kapanmasına neden oldu. Zihnim bu düşünceyi ihtirasla kendinde saklıyor, hatıralar kalbimi zedeliyordu. Ben, bu sözleri bana söyleyen kişiyle evlenmiştim. Bu sözlerin canımı ne kadar yaktığını bilerek uzatmıştım ona elimi. Gözüm valizimi bana gösterilen odaya koyan Hamza'ya kaydı. Bana kısa bir süre bakıp yanıma yaklaştı. Aşinası olmadığım bakışları gözlerime sevgiyle bakarken ona karşılık veremememin hezimetini yaşıyordum. Nasıl verebilirdim ki? Canım bu kadar yanıyorken ona nasıl bakabilirdim öyle? "İstediğin her şey dolapta var. Valizini boş tarafa yerleştirebilirsin. Ben yan odada olacağım, bir şey olursa bana haber verirsin." Başımı usulca salladım. Hamza, durgunluğumu göz ardı etmeyerek yanıma geldi. Ellerimi tutacakken bir adım geri gittim. Eli havada kaldığı an yumruk yaptı ve geri çekildi. Diyemedi bir şey, araladığı dudakları kapandı. Aramıza sınır çizmiştim. Bir anda ona adım atamıyordum. Bazı korkularım bazı güzelliklere engel oluyordu. “Ben hallederim.” Soğuk çıkan sesim onun istediği durum değildi. Ben de istemezdim, şu an her şeyin yoluna girmesi için elimden geleni yapabilirdim ama yaşadıklarımız buna engeldi. Buruk bir tebessümle, “Peki,” dedi. Bir an da sesi kısıldı. Başını eğip burun kemerini sıktı. Dolan gözlerini kaçırsa da fark etmiştim. “Bir şey olursa seslen yine de.” Daha fazla bir şey demedi. Gidişini izlerken olduğum yerin ne kadar üşüttüğünü hissettim. Odadan çıktığında valizle bakıştım. Şu anlık boşaltmayacaktım. Bir gün yine bana karşı o eski Hamza olursa şayet işte o vakit bu evde yerim olmadığını anlardım. Tekrar odada gezindi bakışlarım. Gri renkte bir yatak ve hemen sağ tarafında gri ve beyaz tonlarında bir gardırop vardı. Diğer köşede ise beyaz renkte bir çalışma masası varken hemen yan tarafında duvar sonuna kadar süren bir kitaplık vardı. En önemlisi de kitaplığın kapaklı oluşuydu. Yatağın ucuna oturdum. Bazı zamanlar içimi sıkan bir sıkıntı oluştuğunda böyle boş boş oturup duvarla bakışırdım. Şimdi o bile işe yaramıyordu. Duvarlar üstüme üstüme geliyordu. Bu yüzden kalkıp merak ettiğim yere ilerledim. Elim havada kalırken bir süre sonra dolabın kapağını açtım. Titreyen elim kıyafetlerden birine ulaştı. Sanki dokunduğumda elim alev alacakmış gibi hissettiğim kıyafet, yüreğimin ortasını cayır cayır yakacak bir hisse bürümüştü beni. Bastırdım sineme. Bir yaralı kalp bu kokuyla iyi olacakmış gibi doldu buram buram içime. Bir kokunun özlemini çeker gibi hasretle bastırdım burnuma. Gülümsedim, belki yaralıydım ama biliyordum ki tazelenecek güzellikler vardı bu yolun sonunda. Biliyordum ki ben iyi olacaktım. Ya Hamza iyi edecekti beni ya ben kendi kendimi iyi edecektim. Uzandım bu yüzden yatağa. Yenilmiştim işte. Tekrar bir kere daha çekilmiştim Hamza’ya. Kendime kızmalıydım. Biraz daha bastırdım kıyafeti göğsüme ve kapattım gözlerimi. Arabadaki o uykuyu saymazsam günlerce uyumadığımı düşününce ağırlaşan göz kapaklarım usulca kapandı. Dipsiz bir karanlık yeniden uyandığımda bunların bir hayal olduğunu gösterecekti bana. … İncelediğim birkaç kitabı raflara geri koydum. O an kapım tıklatıldı ve birkaç saniye sonra açıldı. Hamza, kafasını kapıdan uzatıp, “Müsait miydin?” diye sorması ile girmesi çok uzun sürmedi. Elimdeki son kitabı rafa koydum. “Ne yaptın yerleşebildin mi?” Sözü valizi görünce yarıda kesildi. “Boşaltmak istemedim, belki…” Konuşmama izin vermeden, “Belki ne Aymira? Yine seni terk edeceğimi düşünüyorsun değil mi?” deyince sorusunu yanıtsız bıraktım. Ben, bile sorumun cevabını bilmiyordum. Sadece korkuyordum. Söz konusu Hamza ise bu korkularım daha fazla kendini gösteriyordu. Ne hissettiğimi bilse bana bunları söylemezdi. “Aymira, eğer böyle bir şey yaparsam bu sefer ben kendimi affetmem. Zaten affettiğim de söylenemez.” Doğru diyordu. Affetmek şu an için geçiştirici bir yalan olurdu. “Hamza, konuşmasak mı artık bu konuları?” Bıkkınca çıktı sesim. Usulca başını sallayışı onunda bu konuyu bir an önce bitirme isteğinden dolayıydı. Soğuk bir sesle, “Annem yemeğe çağırmıştı, uyuyorsun diye gelemedim. Hadi geçelim.” dedi. Ses tonu kendini ele veriyordu. Ona söylediklerim bu sefer onun için hafife alınacak türden değildi. Başımı sallamamla geçmem için yer verdi. Onu daha fazla bekletmeden önden yürüdüm. Hamza, peşim sıra geliyor bir şey demeden bana eşlik ediyordu. Dönüp bakmak istedim ama yapamadım. Salona geçtik. Mehlika Hanım, çorbaları koyuyordu. Bizi görünce gülümsemesi arttı. İlk geldiğimizde onu görememiştik, şimdi ise ilk defa böyle bir an da karşı karşıya gelişimiz ne demem gerektiği konusunda beni zorluyordu. Utanıyordum, çok fazla elem doluydum. “Hoş geldin kızım.” İşini bırakıp yanıma geldi. Eliyle kolumu sıvazlaması önce çekingen kıldı ama sonra, “Hoş buldum,” dememle en azından ilk soğukluğu üzerimizden atmamızı sağladı. Ne yapacağımı bilemediğim için ilk hamleyi ondan bekledim biraz da. O ise hiç tereddüt etmeden sarıldı bana. “Buyurun geçin, acıkmışsınızdır.” Hamza, önden masaya oturdu. Üzerimdeki gözler çoktan çekilmişti, en azından bu rahatlatıcıydı. Ben de çektiği sandalyeye, yanına oturdum. Sanki ilk defa değil hep girdiğim bir evmiş gibi hissettirmeleri şaşırtıcıydı. Özellikle Mehlika Hanım’ın böyle sakince kalması hiç alışkın olduğum durum değildi. O an kapı zilinin çalmasıyla Hamza ayaklandı ve kapıya ilerledi. Baş başa kaldığımız masada Mehlika Hanım’ın bakışlarıyla karşı karşıyaydım. Bir şeyler konuşsa tuttuğum nefesimi rahatlatacaktım. “Yerleşebildin mi kızım?” İstediğim oldu ve tek söz şu sessizliği yok etti. “Yerleşiyorum yavaş yavaş.” Başını salladı. Bu kadar sakin kalmalarına dayanamayıp artık konuşmak istedim. Bir şeyleri sormazsam rahat edemeyecektim. Ağzımı aralamıştım ki kapıdan şen şakrak giren Hamza ile genç kız buna izin vermedi. Genç kız, Hamza’nın kolunun altına girmiş söyleniyordu, Hamza’nın ise onu duymazlıktan geliyormuş gibi bir hâli vardı. Sanırım kız kardeşiydi. “Hem çikolatamı alma hem suçlu beni gör, oh ya.” Söylene söylene içeriye gelmesi ile yabancı bakışları beni bulması çok uzun sürmedi. “Abi, düşündüğümü yaptıysan seninle bir hafta konuşmayacağım.” Mehlika Hanım ve Hamza, kızın bu hâline gülerken o ters ters Hamza’ya bakıyordu. İçime düşen telaş genç kızın, “Aşk olsun abi ya,” demesiyle biraz daha arttı. Gelip bana sarıldı ve içimdeki telaş uçup gitti. Her an evham yapmaktan vazgeçmeliydim. “Aymira ablayı bana anlat sonra beni bekleme, küstüm size.” Mızmızlanan sesiyle Hamza gülmeye başladı. “Ben Şeyma,” dedi en sonunda. Yüzündeki tatlı söylenmeler bana bakınca yumuşadı. “Beni tanıyormuşsun zaten,” dedim ben de aynı karşılığı vererek. Abisine bakıp, “Seni ele vereyim de gör,” dediği an Hamza, hiç istifini bozmadan masaya oturdu. “Tanıyorum tabii, abimden az duymadım adını,” dediğinde Hamza’ya baktım. Masaya otururken yanaklarımın nasıl yandığını sanırım bir ben fark etmedim. Hamza ise keyifle bana bakıp gülümsüyordu. “Hatta gece gündüz adını zikrettiğini sana itiraf etmemiştir değil mi?” Abisine bakıp güldü. “Baksana, bensiz nasıl da nikâhı kıymış.” Hamza kardeşine daha fazla söz hakkı tanımadan ağzına ekmek soktu. “Çok yiyip çok konuşanlardansın Şeyma, az ye az konuş." Şeyma kocaman gözlerle Hamza'ya baktı. "Abi ya." Kaşlarını çatıp, "Biraz daha nazik olamaz mısın?" dedi. Hamza, başını iki yana sallayıp, "Küçük kız çocuğu," dedikten sonra çorbasını içmeye devam etti. Bizde çorbalarımızı içtikten sonra biten tabağımla doyduğumu hissettim. Mehlika Hanım, tabağıma uzanacaktı ama ben ona izin vermeden, “Ben koyarım, siz oturun lütfen,” deyip hızlıca sandalyemden kalktım. En azından hem kendisine hem de nimete ayıp olmasın diye birkaç kaşık yemek koymamla Mehlika Hanım, “Onunla doyacak mısın? Az daha koysana kızım,” dediğinde alışık olduğum porsiyona bakındım. Aslında benim için çoktu bile. “Pek aç değildim aslında, doyarım ben.” Israr etmedi, Hamza’nın biten tabağını da doldurduktan sonra yavaş yavaş yemeğimi bitirdim. Hamza, önden kalktı, biz kadınlarda masayı toparlayıp mutfağı toparlama işine giriştik. Lakin Şeyma beni kapıdan kovdu ve annesiyle kendisinin yapacağını söyledi. Elim boş salona döndüm. Hamza, bilgisayardan bir şeyler bakıyordu, beni görünce, “Bir dakika gelir misin Aymira?” dediğinde çektiği sandalyeye oturdum. Bilgisayarın ekranını hafiften eğip, “20 Ağustos senin için uygunsa nikâh ve düğün tarihini o güne almak istiyorum,” demesi iki hafta gibi bir süremizin olduğunu hatırlattı. Çok uzun bir süre yoktu ama kısa da değildi. Bu yüzden, “Olur, benim için uygun,” dedim. Hazırlık gibi bir telaşımız olmayacağı içinde sakin bir hazırlık olacaktı bizim için. Bana emin misin der gibi bakması onu ikna etmem için birkaç şey daha söylememi gerektirdi. “Eminim Hamza, öyle bakma. Benim içinde yeterli elbette. Zaten öyle büyük, gösterişli bir düğün istemiyorum, sade nikâh olsa yeterli.” Başını omzuna eğip sanki yanlış bir şey demişim gibi baktı. Şu an bunları konuşacak heyecan yoktu içimde. “Kırgınlığın heyecanının önüne geçmesin Aymira, sırf benim…” Sözünü tamamlamasına izin vermeden, “Zamana ihtiyacım var sanırım,” dedim. Üstüme gelmese de yüzündeki ifade değişti. Üzülsün diye demiyordum sadece bilmediğim hislerle savaşıyordum. "Beni hiç affetmeyeceksin değil mi?" “Af bana düşmez Hamza, affederim elbette…” Bu sefer o benim sözümü yarıda kesti. “Ama kırgınlığını saramam.” Bir şey diyemedim. Şu an böyleysem ilerisi için bir şey diyemezdim. Zaman ne gösterirdi bilinmezdi, Hamza’yı tanıyamamaktandı belki de bu. Ya da hislerimin tazeliğindendi. “Pekâlâ. O zaman senin nerede çalışmak istediğine gelelim.” Düşüncesi buydu aslında. Benim buralarda durmak istemediğimi düşünüyordu, ailemi benim için tehdit olarak görürken onun içini rahatlatmak istedim. "Ben burada da çalışırım. Ailem benim için sorun değil. Ola ki bu evdekilere zarar gelirse bunu kaldıramam. Uzakta olmamız onları güvende tutacaksa Ankara’ya dönelim." Onun sormasına gerek kalmadan verdiğim cevap yarım yamalaktı. Bu kadar karmaşanın içerisinde bu eve gelişim beni hiç iyi hissettirmiyordu. Belki de heyecanımı yaşayamamamın bir diğer nedeni buydu. “Buna cesaret edemezler. Sen sadece bana güven.” Bacaklarımın üstünde duran elimi tuttuğu an ürperdim. Hızla elimi çektim. Ona bir cevap vermeyişim, son sözünden ibaretti. Güvenmek benim için başlı başına acı vericiydi. “Onları tanıyorum.” Bu sefer eli yanağıma ulaşınca bakmaktan korktuğum gözlerine bakabildim. Elimi tutmasına izin vermediğim gibi teninin tenime değmesini engelleyemedim. İzin vermedi. Omzuna eğik başını düzeltip yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Bir nefes kadar yakınındayken bu kadar korkmam normal miydi? “Korkuyorsun.” Kaşları çatıldı. Geri çekildi. Titriyordum şu anda. Ona mesafem onun en büyük yıkılışıydı. Şu an bunu düşünmeyerek konuşmaya devam etti. “İsteklerin benim için önemli, korkarak yaşamanı istemiyorum. İnan bana, seni o hayatın kıyısına sokmayacağım.” “Biz oyun oynamıyoruz Hamza ve sadece ikimiz yaşamıyoruz. Annene, kardeşine bir şey olsa bunların sorumlusu ben olacağım.” Geri çekildim. Son anda tuttuğu elimden kurtulan eli kucağına düşerken tenimde hissettiğim yanmadan kurtulmanın rahatlığı vardı üzerimde. Bu kadar sert çıkmamalıydım ama çıktım. Hiçbir şeyi görmezden gelemezdim. Bu kadar basit değildi. “Sana bir söz verdim, kendini sorumlu tutmaman içindi bunlar. Ben ne için uğraşıyorsam onları tanımadığım için değil, sana neler yaptıklarını bildiğim için. Onlara da dokunmaya cesaret edemezler bundan sonra. Bırak da bunları ben düşüneyim.” Öfkeden güldüm. Ona göre kolay görünenler benim için kocaman hayattı. “Bunun için geç kalmadın mı Hamza? Her şey bu kadar karmaşık bir hâl almışken şimdi mi düşünüyorsun beni?” İçimde durduramadığım bu hissi söylemekten de çekinmedim. Bu benim elimde olan bir şey değildi. Çünkü çok geç kalmıştı. “Baksana bana. Senin beni korumak istediğin hayata ben her gece gördüğüm kâbuslarla geldim. Hangi izi silebileceksin. O gece orada olup da gelmediğin zamanı mı?” Onu her seferinde yaralamak istiyordum, bu öfke beni yiyip bitiriyordu. O odada günlerce kalırken neler yaşadığımı bilemezdi. Anlayamazdı beni bu kadar acının içerisinde. Hâlâ o gecenin izleri varken üzerimde, tazelenen o acıyla bir başıma kaldığımda, beni sadece ben koruyabilmiştim. Benim günlerce ağladığım kişi oyken o bana bu kadar geç kalmıştı işte. Bunu ne ben ne kalbim unutabilirdi. “Geç kaldım, engel olmak istediklerime olamadım. Yapamadım işte. Keşke elimde olsaydı inan yapardım. Bunlara rağmen yine de beni affetmeni bekleyecek kadar yüzsüzüm işte.” Sesi benim aksime oldukça sakindi. Onun karşısında ilk defa ağlamıyordum, ona ilk defa böyle uzak kalabiliyordum. Bu hissizliğim beni korkutuyordu. Ben, ne zaman unutmuştum böyle ağlamayı? Bu iyi bir şey değildi. Ağlarsam rahatlardım lakin ben ne ağlayabiliyordum ne de rahatlayabiliyordum. “Telafi etmeyecek ama özür dilerim. Beni affetme istersen, beklerim. Ama bana böyle bakma Aymira, dayanamam.” Gözleri dolduğu an araladığım dudaklarımda sözler çıkmaz oldu. Bakışlarını kaçırdı, elini kolunu nereye koyacağını bilemedi. Sağ elini ensesine götürüp arkasına döndü. Birkaç saniye sonra yeniden bana döndüğünde anladım ne hissettiğini. Sadece bakıyordum, konuşmak şu an beni fazlasıyla güçsüz düşürecekti. Oysa ne çok isterdim onu affetmeyi. Ufak bir sessizlikten sonra kapı zilini duymamız Hamza'nın olduğu yerden kıpırdamasını sağladı. Bana baktı son kez, biraz önceki dik duran adamdan eser kalmamıştı. Ona bakarken yıkılmış bir adam görüyordum. Bir zamanlar o benim gibi dimdik dururken ben yıkılmıştım ama şimdi roller değişmiş ve dimdik ayakta durmayı öğrenmiştim. Gitti ve yerini boşluk doldurdu. En azından aramızdaki çatışmanın son bulması rahatlattı. Şeyma çekingen gözlerle içeriye gelince kavgamızı da onların duyması iyi hissettirmedi. Etrafımdaki insanları üzmek istemiyordum. Geri odaya döndüm ve yatağın ucuna oturup nefesimi soludum. Hamza’ya şans vererek iyi mi yapmıştım bilmiyordum. Yüreğim sıkışıyordu ve ben, buna çözüm bulamıyordum. Kalbim ağrıyordu, en çok da kendimi iyi hissetmiyordum. Evlendiğime şimdiden pişman olmuştum bile. Gelmemeliydim buraya, kendimi koyduğum o hayata devam etmeliydim. Kapımın tıklatılması bütün düşüncelerimi dağıttı. Ruman’ı görmeyi beklemediğim için şaşırdım. Hiç beklemeden içeriye girdi. “Hoş geldin mi demeliyim yoksa hayırlı olsun deyip sevinmeli miyim bilemedim.” Birbirimize sarıldık. Parıldayan gözleri sevinciyle beraber heyecanını olağanca hissettirdi. Gülümsemeden edemedim. Oysa benimde şu an o kadar heyecanlı olmam gerekiyordu, ki bunu yaşayamıyordum bile. Sadece buruk bir tebessüm oluşuyor sonrasında zifiri bir karanlıkta kalıyormuşum gibi hissediyordum. Hislerim boşluktaydı. Hamza’ya karşı araftaydım. Sevmek kelimesini unutmuştum sanırım ben. “Sanırım senin için ikisi de geçerli.” “Bence senin için daha fazlası geçerli olmalı ama sen kendine haksızlık etmekte fazlasıyla iyisin.” Elinde olsa bana kızacaktı. Bu hâli gülümsetti. Bana karşı tatlı söylemleri olmasa gerçekten kızdığını düşünürdüm. “Bu sefer kendime haksızlık etmiyorum Ruman, günahımı alma.” Omuz silkti. Ona göre asla haklı durumda olamayacaktım. “O zaman bu hâlin ne? Üflesem savrulacaksın.” “Hiç de bile. Hadi içeriye gidelim.” Kalktığım an bileğimden tutup geri oturttu. Kaşlarını çatması hiç gerçekçi olmasa da inanıyormuş gibi yaparak dudaklarıma hayali bir fermuar çekip elimi teslim ol vaziyetine getirdim. “Gidince Maşita’yı tebrik edeceğim. Senin inadınla iyi baş etmiş.” “Olanları bilmiyormuş gibisin Ruman.” Sesim soğuk ve net çıktı. “Biliyorum ama o mektubu okuyunca biraz yumuşarsın zannediyordum.” Mektup! Keşke hiç okumasaydım, keşke yırtıp atsaydım dediğim tek gerçek... Gerçeklerden kaçmaya o kadar ihtiyacım vardı ki elimde olsa şu an kendimi zamanın dışında bir yere hapseder, ömür boyu uyuyabilirdim. “Haklısın ama biraz zamana ihtiyacım var sadece.” Başını usulca salladı. Haklı olduğumu ikimiz de biliyorduk. Mektup diye bir gerçek olsa da benim gerçeklerim benim nezdimde daha ağır basıyordu. “Hadi içeriye gidelim. Teyzem çay demledi, çay önemli.” Usulca güldüm ve gidişine eşlik ettim. İçeriye girdiğimizde Hamza’nın yerde olan bakışları bana çevrildi. O an suretine düşmüş hüzün silinmiş gibi gülümsemesi de çoğaldı. Odaya gidişimi istemediği için yanında oluşuma ihtiyacının olduğunu biliyordum. Zamanında bu hisleri ben yaşadığım için onu anlamam zor olmuyordu. Ruman, beni Hamza’nın yanına iterken kendisi de Şeyma’nın yanına oturdu. Kendimi yabancı hissettiğim bu evde çoktan aileden sayılmıştım. Oysa korkularımın haddi hesabı yoktu ve ben bu korkuların karşısındaki samimiyetle yüzleşmiştim. |
0% |