İki günlük tatilimiz bitmiş, dönüşümüz dün gece gelen telefonla hızlanmıştı. Normalde öğlende çıkacakken gece yarısı çıkmak zorunda kalmıştık. Hamza’nın mahkeme işi vardı, önceden işini yaptığı bir öğretmenin meselesiydi. Sanırım veli ile aralarında olay çıkmıştı. İki tarafında kendine göre haklılık payı olduğunu söylemişti. Aralarında çıkan kavga, Hamza’ya kadar ulaşmıştı. Hamza, sabah namazından sonra topladığı çantasıyla beraber erken vakitte kahvaltısını yapıp çıkmış, bense iki saat daha uyuyup kalkmıştım. Eğer akşama işi erken biterse Mehlika annelere geçecektik. Önce kendime bir kahvaltı hazırlayıp tepsiyi alarak bilgisayar başına geçtim. Önce kendime göre bir film seçtim. Önceden kahvaltı masasında pek film izleme gibi huyum yoktu ama bugün kendime bu konuda sınır tanımadım.
Kahvaltımı edip tepsiyi mutfağa koyduktan sonra kapı zili çaldı. Hamza’nın geldiğini düşünmediğim için merakla kapı deliğinden baktım, Ruman’la Şeyma’yı görmem yüzümdeki gülümsemeyi çoğalttı. Kapıyı açtığım an ikisinin kavgasına şahit oldum. Şeyma, ayakkabılarını çıkarıp içeriye girdiği gibi boynuma kocaman sarıldı. “En sevdiğin görümcen geldi.”
Bu hâli hâyretle kaşlarımın kalkmasına neden olurken Ruman, Şeyma’nın kafasına vurup, “Laf cambazlığını sana sorarım,” dedi. Aynı şekilde o da bana sarıldı. İkisinin arasındaki bu soğuk savaşta gel git yaptım.
“Hoş geldiniz, dışarının kasveti sizi bayağı etkiledi sanırım!” Ruman, Şeyma’ya ters bakış atıp, “Yok canım, havalar yanımdaki gibi çarpmıyor,” deyip önden salona geçti. Şeyma, Ruman’ın arkasından dediklerini tekrarladığı gibi kırıta kırıta ilerledi. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum.
“Ya ne oluyor, biri bana anlatsın artık.” Şeyma, hiçbir şey demeden arkasına yaslanırken Ruman, sinirli bakışlarla Şeyma’ya bakmaya devam etti. Olay büyük gibi duruyordu. Ruman, ilk defa bu kadar sinirliydi.
“Şu gördüğün manyak, sabahın nurunda bana kumpas kurup, kapıma gelen görücünün oğlunu reddetmeme rağmen olumlu baktığımı söylemiş.” Gözlerim dehşetle açıldı. Şeyma bunu yapmış olamazdı değil mi? “Vallahi Kevser teyze öyle söylememi istedi abla, benim suçum yok.” Ruman, kendine fırlatılan yastığı tekrar Şeyma’ya fırlattığında olanların şaşkınlığına diyecek bir söz bulamıyordum. “Sus be, zaten seni dövmemek için kendimi zor tutuyorum.” Şeyma, omuz silkip elindeki telefonu kurcaladı. “Sonra ne oldu?” diye sordum bu sefer. Gerçekten neler olmuştu böyle? Alt tarafı iki üç gün yoktuk buralarda. Biz yokken birçok kaos oluşmuştu.
“Mecbur konuştuk, annemin kumpasına denk geldim bu sefer.”
“Annen zorluyor mu seni?”
“Annem beni zorlamıyor, gelen görücüler darlıyor. 28 yaşındayım ve şu ana kadar yaşımdan çok görücü geldi. Kadında haklı bir şey diyemiyorum. Şimdi hakkını yiyemem, adam çok beyefendi. Bu sefer mantığıma yatan birçok sebepler oldu. Kabul edeceğim sanırım.” Şeyma olduğu için diğer mevzuyu konuşamadım. Ruman, bunu inatla yapacak kız değildi. En azından düzenini kuracağına inanıyordu, aşk değil de mantık evliliği gibi düşünüyordu. Fakat kalbi de aklı da Barış’taydı.
Şeyma’yla aralarındaki çatışma bitmiş gibiydi. Şeyma, kahve yapacağını söyleyip mutfağa ilerlediğinde Ruman’la baş başa kaldık. Sanırım böylesi daha iyiydi.
“Ruman. Peki, kalbinde ki hisleri nasıl sökeceksin?” Anlamamış gibi davranarak, “Ben kimseye karşı bir şey hissetmiyorum,” dedi. O da çok iyi biliyordu bunu. Israrlı bakışlarımdan kaçamayacak kadar köşeye sıkışmıştı.
“Bana bari yapma işte.”
“Aymira. Kapatalım mı konuyu? Herkes kendi tercihlerini yapıyor. Ben hislerimi ön plana çıkaracak bir yapıya sahip değilim.”
“Hiç konuşmadınız mı?”
“Konuştuk.” Daha fazla anlatmasını istedim. “Bir şans istedi, ben de ona olması gerekenleri anlattım. Kabul etmeyeceğini söyledi ve bir daha konuşmamak üzere vedalaştık.” Her şeyi o kadar net bir şekilde özetledi ki bana soru soracak bir şey bırakmadı. Üstelemedim. Doğrusunun bu olduğunu şu an daha iyi anladım. Barış kabul etmeyeceğim dediği zaman kabul etmezdi.
“Ee sen anlatsana, nasıl geçti cicim günleriniz?” Konuyu hızla değiştirdi. Cicim günleri mi? Tabirine kıkırdadım. “Bak sen, otuz iki diş sırıttığına göre, anlatmana gerek yok diye düşünüyorum.” Öyleydi, inkâr edemezdim. Birkaç gün yalnız kalmamız gerçekten iyi gelmişti. Özellikle Hamza’nın bu kadar yakınında, güzel bakışlarında olmak tarif edilemez bir şeydi.
“Anlatacak pek bir şey yok ama güzeldi. Bu kadarını beklemiyordum.” Kucağımda duran elimi tuttu. Dostane tavırları, yüzünden eksik olmayan gülümsemesi hiç eksilmemişti hayatımızdan.
“Aymira, sen bu dünyada güzellikleri dibine kadar hak edecek kişisin. Hamza abiyi asla akrabam olarak övecek değilim ama inan bana onun kalbi öyle güzel ki seni çok güzel seveceğinden eminim.” Bunu artık biliyordum. İki gündür bana öyle güzel davranmıştı ki güzelliğin, merhametin bir bedende nasıl böyle tam durabildiğini görmüştüm. O ismini layığıyla taşıyordu. Onu çok zor tanımıştım ama beni kendine çektikçe önce haklılığı ile adaletine sonra ise sıcacık kalbine hayran kalmıştım.
Sarıldım Ruman’a. Sanırım kalbimdeki heyecan Hamza’yı her hatırladığımda olacaktı. “Ruman, ben çok mutluyum. Sanırım hayatımda ilk defa mutlu olmayı başardım.” Sırtımı sıvazladı. İç çekişim titreyerek çıktı yüreğimden. Hamza, yarama yar olan adam… Ben bu yaşıma kadar ilk defa böyle hissetmiştim. Aşk değildi mesele, hayatın bana sunduklarıydı.
“Ohoo, bensiz yumuş yumuş olmak mı? Aşk olsun.” Şeyma, elinde tepsi ile belirdi kapıda. Gerçekçi olmayan ifadesiyle yüzünü düşürmesine karşın Ruman’la kollarımızı açtık. Şeyma elindeki tepsiyi masaya koyup hızlıca üzerimize atladı.
“Öf vıcık vıcık olduk hadi kahvelerimizi soğutmayalım.” Kaşlarım şaşkınlıkla aralanırken değişen bu hâline Ruman pek şaşırmasa da ben şaşırdım. Kahvemi yudumlarken telefonumun mesaj sesiyle masadaki telefonumu aldım. Kızlar hep bir gözden telefonuma baktılar. Mahalle teyzeleri gibi göründüklerini söylememe gerek yoktu değil mi?
“Kızlar!” Sesim oldukça tok çıktı. “Telefonu elimden kapacak gibi bakıyorsunuz şu an.” Kızlar tam da düşündüğüm gibi yapıp telefona uzandıklarında hızlıca geri çekildim. İnsanında bir özeli vardı yahu! İnatla omuz silkip mesaja baktım. Kızları görmezden gelip telefonun ekranına baktım. Gördüğüm mesajla yüzüme kocaman gülümseme yayıldı. Şeyma, ıslık çalarak beni sabote etmeye çalışıyordu ama ona bu hakkı vermeyecektim. Gözleri telefondaydı. Telefona geri döndüm. Selamını alıp mesaj yazmaya koyuldum ama Hamza benden önce davrandı.
“Akşama kadar sabretmem gerekiyor değil mi?” Mesajın sonuna surat asan bir emoji koymuştu. Yorgun olmalıydı. Şaşırılacak derecede mesajına emoji koymuştu. Hatta şu son birkaç günde değişik huylarına şahit oluyordum. O suratsız, memnuniyetsiz olan adam gitmiş yerine bambaşka biri gelmişti. Aramızdaki engelleri sayarsak o ilk zamanki hallerini normal görmeye başlamıştım.
“Maalesef.” Bende üzgün yüzlü bir emoji koydum mesajın sonuna. Onunla ben de değişiyordum. Telefonu kenara koyup kızlara döndüm. Şeyma, telefonuyla oynamayı bırakıp, “Abim gelecek mi bugün?” dedi.
“Bilmiyorum, sanırım ilgilendiği dosyada sorun çıkmış. İşi uzar gibi.” Anladım dercesine başını salladı. Ruman, gelen telefonla mutfağa geçerken Şeyma’ya dönüp, “Neler yaptınız?” dedim.
“Bildiğin gibi abla, annem siz geleceksiniz diye hazırlık yapıyordu.”
“Aaa belli değil demiştik, yoracak yine kendini.” Şeyma gülüp, “Annem mi! Ay abla ya anneme bunlar vız gelir tırıs gider,” deyince gülüştük. Doğruydu, ona ne kadar yapma desem de dinlemezdi bizi. Onu tanıma fırsatım çok kısa bir süre de olmuştu. Neredeyse çoğu hâl ve hareketini tahmin edebiliyordum. Onun kadar iş yapsam kendimi birkaç gün toparlayamazdım.
“Ya yine de kıyamam ona.” Şeyma, elini umursamazca sallayıp, “Ne yapalım abla, seviyor işte. Hem abime olan düşkünlüğünü bilirsin,” demesiyle yüzünü gerçekçi olmayan ifadesiyle bozdu. Mehlika anne, gerçekten çok düşkündü Hamza’ya. Fakat Şeyma’yı da gözünden sakındığını es geçmemek gerekiyordu. Onları tanıdıktan sonra aile kavramını daha iyi anlamıştım. Aralarındaki bağ enfesti.
Ruman, telefon görüşmesini bitirip tekrar yanımıza geldi. İşi olmalı ki Şeyma’ya çıkmaları gerektiğini söyledi.
“Oturuyorduk.”
“Annem, benimle konuşmak istiyormuş tekrar. Yanına gidip diğer işlerine yardımcı olacağım.”
“Kalbinden ne geçiyorsa onu söyle, üzülmeni istemiyorum.” Ruman, koluma dokunup, “Elbette,” diyerek açtığı kapıdan çıkarak ayakkabısını giyindi. Bana dönüp vedalaşarak gittiler. Evde yalnızlığımı değerlendirerek Hamza’nın kitaplığına ilerledim. Parmaklarım kitaplar arasında gezinmeyi bıraktı. Gözüme ilk çarpan kitabı aldım. Kitabı diğer kalın kitapların arasında çıkarmayı başardığım an satırlar bakışlarıma merhaba dedi.
Mutfağa geçerek büyük bir kupaya sütlü bir kahve yaptım. Geri döndüğümde berjere oturup kitabı kucağıma aldım. Önceki evde olan kitaplık aklıma gelince başımı iki yana salladım. Burası gözüme kocaman bir kütüphane gibi geldi. Kendimi bir de kitap kurdu zannederdim. Hamza’nın boydan boya kaplayan kitaplığını görünce bu düşüncemden vazgeçtim.
Kitaba başlamadan önce Hamza’yı aradım. Aramamı reddedince yüzüm düştü lakin ardından beş saniye geçince mesaj attı. “Şu an müvekkilimle görüşüyorum güzelim, seni sonra ararım.” Düşen yüzümde gülümseme oluştu. Cevapsız bırakmaması içimi rahatlattı. Telefonu kenara koyarak kitaba odaklandım. Birkaç sayfa okumama rağmen birçok eksiğime rastlamam Hamza’nın pos-itle işaretlediği yerlerde daha belirginleşiyordu. Çok yeni değildim, neredeyse bir buçuk yıl olmuştu Müslüman olalı, yine de eksiklerim çok çok fazlaydı. Bu beni üzüyordu, yetişemeyeceğim zannettiğim İslam’a daha sıkı sarılmamı sağlıyordu.
Ben, yolculuğumu çok acemiyken başlatmış, şimdi ulaşacağım yerin uzaklığına ulaşmak için sabırsızlanıyordum. Düşüncelerime set kuran ezan sesi oldu, gülümsedim. Ben ne zaman derin bir düşünceye dalsam ezan sesiyle hemhal oluyordum. Kulağıma ilk fısıldandığında bu dini nasılda merak etmiştim. Sanki hayatımda hiç var olmayacakmış gibiydi inançlarım ama şimdi buradaydım. O sesi duydukça geçmişe gidiyor, ilk adım attığım zamanları düşünüyordum. Var olduğum her an için şükrettim. Rabbim beni hiç yalnız bırakmamıştı. Beni sevdiğini bana verdiği imtihanlarla daha iyi anlıyordum. Ben her imtihanımda onun için layık kul olmaya çalışıyordum. Ahretim kıymetliydi, Dünya ise benim evim değildi.
...
Namazımı kıldıktan sonra kapı zilinin sesini duydum. Seccadeyi kenara koyup kapıyı açtığımda karşımda Gizem’i gördüm. Şaşırdım. Onu en son düğünde görmüştüm, buraya geleceğini hiç düşünmüyordum.
“Gizem, hoş geldin.” Yüzünde beliren müphem ifade dikkatimi çekti.
“Hoş bulduk. Konuşabilir miyiz biraz?”
“Tabii buyur geç.” Ayakkabılarını çıkarıp içeriye girdi. O önde ben arkada beraber salona geçtik. Bakışları evin içinde gezindi. Her an ağlayacakmış gibi duruyordu.
“Aymira, ben Müslüman olmak istiyorum.” Aniden dediği sözle kalakaldım. İlk önce tepki veremedim ama sonra gülümsedim.
Dünya tuhaf bir yerdi. Telakki edilen kavrayış ise bambaşkaydı. Birden yaşadıkların karşına ummadığın an da başkası tarafından çıkabilirdi. Tıpkı şu an yaşadığım gibi, geçmişim önüme serilmiş gibi şaşırtıcı bir hâl alabiliyordu.
Gizem, karşımda bana öylece bakıyor, benden cevap bekliyordu. Karşılıklı oturduğumuz koltukta sessizliğimiz hükmünü idame ettiriyordu. Birden konuşamadım, düşüncelerime ne katacağımı bilemez duruma gelmiştim. Gizem’den bunu bekler miydim bilmiyordum. Bir zamanlar bizler için geri kafalı diyen kendisi şimdi Müslüman olacağını dile getiriyordu. Ensemdeki elimi çekip halıdaki bakışlarımı Gizem’e çevirdim. Çok farklı bakıyordu.
“B’ben, bir an şaşırdım. Şey, yardımcı olurum ben sana.” Gülümsedim. Şu an nasıl hissettiğini bildiğimden onu rahatlatmak istedim. Elim eline ulaştı.
Gizem, dudaklarını birbirine bastırıp omuzlarını düşürdü. Öne doğru eğilip dirseklerini dizlerine yasladı. Durmak bilmeyen merakım Gizem’in yüzünde gezindi, mistik tavırlarına bir cevap vermiyordu.
“Ön yargı ne tuhaf değil mi? Büyük konuşmamak gerekiyormuş.” Dudağının kenarı burukça kıvrıldığında ona doğru biraz daha yaklaşıp tam yanına oturdum. Gizem, bana bakmaktan kaçınıyordu. Yüzündeki ifade bambaşkaydı, o eski Gizem’den tek bir eser yoktu.
“Sen sadece Allah’ın sevdiği kulusun. O, seni bırakmadı,” dedim içini rahatlatacak söz söylemek istercesine. Bana baktığında gözleri doldu. Onu böyle görmek gerçekten şaşırtıcıydı fakat bu şaşkınlığıma bir son vermeliydim.
“Ben, ne yapacağımı bilmiyorum.” Bacağında duran elini tutup, “Her şeyi öğreneceksin,” dedim. Bir şey demedi. Onu, en iyi ben anlıyordum, benim de ne yollardan geçtiğim ortadaydı. Gözümün önüne gelen geçmişle bir istiğfar daha çektim.
“İstediğini söyleyebilirsin, dinlerim seni.”
“Ben o gün, yani senin bana geldiğin gün çok kötüydüm. Zaten sen buradan gidince çok şeyle yüzleştim Aymira. Birçok rüyalar gördüm, birçok ayet fısıldandı rüyamda. Bir işaret mi bilmeden günlerce bunu düşünerek gezdim. Sonra bilgili birine gittim, anlattım fakat o gün kabul edemedim. İnternetten araştırdım derken kendimi burada buldum. Başka gidecek yerim yoktu. Ben hazırım Aymira, ne yapmam gerektiğini bilmem gerekiyor.” Gülümsemem genişledi. Konuşurken kararlı duruşu onun her şeye hazır olduğunu gösteriyordu. Benim yapmam gereken tek şey ona yardım etmekti.
“Şehadet getirmeni isteyeceğim senden.” Hiçbir şey sormadan başını salladı. Birkaç tekrarlı şehadet getirdikten sonra yapması gerekenleri ve guslü anlattım. Yine hiçbir tereddütü ortaya koymadı. Hepsini kabul edince aklıma gelenle kitaplığa ilerledim. Meryem’in bana verdiği, yüzlerce kez bitirdiğim kitabı Gizem’e verdim. Kaynak çok güzel olduğu için daha tatminkâr olacaktı.
“Tebrik ederim canım. Allah seni bu yolda istikrarlı kılsın.” Birbirimize sarıldık. Onunda girdiği bu yol, beni fazlasıyla mutlu etmişti. Gizem’in gözleri parlıyordu şu an. Ben bile nasıl heyecanlıydım ki şu an ona defalarca sarılmak geldi içimden. İlk arkadaşım, yıllarımızı paylaştığım yoldaşım artık benimle aynı davadaydı.
“Sanki yorgun ruhum dinlendi.” Kolunu sıvazlayıp gülümsedim. Geçmek bilmeyen acılardan sonra mükâfat gibiydi bu yaşadıklarım. Allah’ın sunduğu dikenli yol gül bahçesine çıkmıştı. Artık terk edilişler yoktu. “Ben artık gideyim, bizimkiler dün geldi. Merak etmesinler.” Soru sorarcasına bakınca yüzü düşmedi, bilakis oldukça rahat gözüküyordu.
“Onlara açtım konuyu, düşüncelerimi önemsiyorlar. Belki onları da ikna ederim. Annem zaten katı değil bu konularda.”
“Ne güzel.”
“Sen daha güzellerini bulmuşsun, bu konuda seninle konuşamadık ama bir gün mutlaka konuşalım olur mu?” Başımı usulca salladım. Gizem, çoğu konuyu bilmediğinden çok bir şey soramadı. Ona da ben sormadım. O şanslıydı, en azından onu önemseyen ailesi vardı. Bu paha biçilmez olsa da Gizem için normal olurdu.
“Hayat teyzeye selamlarımı iletirsin.”
“İletirim, görüşürüz.” diyerek kapıyı açtığımda Hamza’yı tam eli havada yakaladım. Ne oluyor der gibi bakıp içeriye girdi. Gizem’e hafiften baş selamı verip, “Hoş geldiniz,” dedi. Gizem, çekingen tavırla, “Hoş buldum,” deyip vedalaşarak kapı önünden uzaklaştı. Kapıyı kapatıp Hamza’nın yanına gittim. Üzerini değiştiriyordu, erken gelmişti ve ben onu erken görmeyi beklemiyordum. Yatağın ucuna oturup, “Gizem, Müslüman oldu,” dedim. Şaşırmadı, bilakis mütebessim bir tavırla, “Rabbim amel edenlerden eylesin,” diyerek elindeki kirli gömleği alarak banyoya geçti. Elini yüzünü yıkayıp döndüğünde bana kocaman sarılıp, “Bütün yorgunluğum şu an geçti,” deyip saçlarımdan öptü. Kalbim kolları arasında şımardı.
“Özlemişim,” dedim kollarımı beline dolayıp başımı göğsüne yaslarken. Başımı tekrar kaldırıp çenemi göğsüne yasladım bu sefer, “Hem de çok,” dediğimde gülüp burnunu burnuma sürttü. Yanında çocuklaşmayı seviyordum.
“Sevimli miyiz acaba?” Burnumu kırıştırıp, “Öyle miymişim,” dememle başını geriye atıp güldü. Vicdansız mıydı acaba şu an? Şu gülüşe kalbim sığmazdı ki. Kısılan gözlerinde, çıkan gamzesinde kendimi buldum.
“Bilmem öyle miymişsin?” Beni taklit etti. Gözlerimi kısarak baktım yüzüne.
“Azıcık şımartmıyorsun da.”
“Belki trip atman hoşuma gidecek.”
“Gitmesin, nazıma gitmen gerektiğini nikâh memuru söylemedi mi sana?”
“Yo, duymadım ben öyle bir şey.”
“Zaten söylemedi, sadece kastetti.”
“Hım, kastetti yani!” Dudaklarını birbirine bastırıp kaşlarını havalandırdı.
“Sen duymadıysan bir şey diyemem.” Yanından geçerek dolaptan üzerime kıyafet aldım. Üzerimi değiştirmek için banyoya geçecektim ki kolumu tutup durdurdu. Hızlıca kendine çektiğinde üzerine düştüm ama o belimden tutup düşmemi engelledi. Göğsüm vücuduna çarptığı an kalbimdeki serçeler uçuşa geçti.
“Sen böyle yapacaksan ben sana hep trip attırayım.”
“Artık kalbimi kazanmak için de yer ararsın.” Dudakları kıvrıldı. Şu an ciddi durmak istiyordum ama yapamıyordum. Çalan telefonuyla bir şey diyemedi.
“Annem.” Telefonu açıp dinledikten sonra bana dönerek, “Bizi bekliyorlarmış?” deyip benden onay bekler gibi bir tavra büründü.
“Gidelim,” dedim neşeli bir ifadeyle. Hamza annesine, “Tamam güzel annem, bir eksik var mı gelirken alayım?” deyince annesinin bir şey istemediğini duydum. “Tamam tamam anacım, sen merak etme.” Sessizlikten sonra, “Hadi Allah’a emanet ol,” deyip telefonu kapattı. Bana arsız bakış atıp, “Hadi yine iyisin,” diyerek göz kırptı. Kaşlarım şaşkınlıkla aralansa da Hamza, hiç istifini bozmuyordu. Üzerini giyindiğinde ikimizde hazırdık. Arabanın anahtarını alarak geçmem için yer verdi. Holün ışığını da kapatıp kapıyı kilitleyerek peşim sıra yürüdü. Yatsı ezanına bir saat gibi bir süre vardı.
“Ev yakın, yürüsek mi?” Hamza önce düşünür gibi yapıp çok geçmeden onayladı. İlerledik. İkimizde yan yana yürürken Hamza elimi tuttu. Tatlı bir tebessüm sunması ile ben de tebessüm ettim. Yol üzerindeki marketlerden birinden alışveriş yaptık. Hamza zaten düzenli alışveriş yapıp annesine bırakırdı.
Tekrar yürümemiz sessizlikle devam etti. Bugünkü olanları düşündüm. Gizem’in Müslüman oluşu, içinde taşan o hisler bir zaman öncesine ait değildi. Ne oldu da fikri değişmişti bilmiyordum. Onun ailesi ona destek olurken kendi ailemin aklıma gelişi bile her şeye haksızlık yaptığımı düşündürtüyordu.
“İyi misin?” Daldığım için Hamza’nın sesi irkiltti.
“Hıhım, iyiyim.”
“Peki.” O da anlamıştı bir şeyler düşündüğümü ve sormamıştı. Çok geçmeden Mehlika annelere gelebildik. Şeyma, abisinin sırtına atlarken Hamza biraz önceki yaptığımız alışverişten aldığı çikolatayı Şeyma’ya uzattı. Mehlika anne ise elimiz boş gelmediğimiz için bizi azarlıyordu. Ona artık anne diyordum çünkü düğün günü beni sıkı sıkı tembihlemişti. Ben de buna elbette sevinmiştim. Hamza, annesinin yanaklarından öpüp, “O tonton yanakların beni özlemiştir,” deyip biraz daha öptü. Bu hâllerine gülüp mutfağa geçtim. Şeyma da peşimden gelince Mehlika anne zaten direkt yanımıza geldi. Onu zorla içeriye gönderip masayı kurduk. O kadar çok şey yapmıştı ki nasıl yorulmuştur kim bilir. Köşedeki biber dolmasını görünce kocaman gülümsedim. Bu evde biber dolmasını sadece ben severdim. Mehlika annenin düşüncesiyle mutlu olmama bir sebep daha buldum. Diğer yanda ise mantı vardı, mantıyı da en çok Hamza seviyordu, sanırım en sevdiği yemek desem doğru olurdu. Bunu düğünden önce öğrenmiştim.
Yemekleri tabaklara servis ettim, Şeyma da tabakları masaya taşıyordu. Masa özenle kurulunca herkes yerlerini aldı. Mehlika anneye dönüp gülümsedim. Sessizce yemeklerimizi yerken arada Hamza’ya bakıyordum. Belli etmemeye çalışıyordu ama canı sıkkın gibiydi. Şimdilik bir şey demeden tabağımı bitirmek için uğraştım.
“Nasıl, alıştın mı kızım evine?” Mehlika annenin sorusuyla bakışımı tabaktan çekip, “Alışmaya çalışıyorum,” dedim. “Bugün pek iş yoktu, evin sessizliğine alışmaya çalıştım daha doğrusu. Sizin sesinizi aradım sanki.” Çocuksu söylemlerim hepimizi güldürdü. Gerçekten de öyleydi. Onlara alışmam kısa süreli olmuştu ve ben, onların eksikliğini hissediyordum. Hamza, gelen telefonla son lokmasını alıp masadan kalktı. Bakışlarım peşi sıra giderken yüzündeki ifade çok da rahat değildi. Yüzüm istemsizce düşerken bu durumdan vazgeçip önüme döndüm. Meseleyi bilebiliyordum. Mehlika anneleri üzmek istemediğim için yüz ifademi belli etmek istemedim. Bu zamana kadar kendime dert ettiklerimi bu akşam hafifletmek istedim. Zihnimin dar sokaklarındaydım, oradan kurtulabilir miydim bilmiyordun.
“En çok benim sesimi aramışsındır.” Zihnime yayılan düşünceleri Şeyma’nın sesi böldü. Bu bir nevi iyiydi. Kendimi o dar sokakta boğulmaktan kurtarmıştı. Şeyma’ya kısa bir bakış atıp, “Yoo, en çok Mehlika annenin sesini aradım,” dedim. Neşeli olmaya çalıştım biraz da. Başarmıştım da. Şeyma, burnunu kırıştırıp omuz silkti.
“Ay aman, bir şımaralım dedik?” Çocuksu tavırlarına takılmadan edemezdim. Kolumu omzuna atıp, “Hım, sana bir sır vereyim mi? Abinin cebinde yine çikolata var,” dedim. Omuz silkti yeniden. Alınmış mıydı yani?
“Kandıramazsın beni.” Gülümsedim. Yanağına makas attıktan sonra eğrilen bedenimi düzelttim. Hamza, telefon konuşmasını bitirip yanımıza tekrar döndü. Masadan birkaç tabak alıp mutfağa taşıdı. Mehlika anne oturtmaya çalışsa da söz dinlemedi. “Siz de yoruldunuz anne, alt tarafı bir tabak.” Yorgun bedenini koltuğa bıraktı. Şeyma, mutfağı halledeceğini söyleyip beni salona yönlendirdi. Hamza’nın yanına oturup Mehlika anneyle sohbetini dinledim. Arada akrabalarından giriş yapıp bilmediğim konuya değiniyorlardı. Akrabalarını pek tanımıyordum, düğünde gördüğüm kadarıyla anımsıyordum sadece.
“Şeyma’yla Musab’ı tanıştırmak istiyorlarmış. Hatta düğün günü Şeyma’yı Musab’a göstermişler, gönlü varsa olur demiş.” Hamza, Mehlika annenin son anda dediği sözle kaşlarını çattı. Annesine bakmaya devam edip sessizce ne diyeceğini bekledi. “Şeyma delirdi tabii. İstemem diye tutturdu.”
Hamza, önce kapıya bakıp ardından, “Musab’ı severim ama Şeyma yok dediyse üstelemelerine anlam veremiyorum,” deyip sesine öfke yerleştirdi. Sanırım daha önceden haberi var gibiydi.
“Bunu söyledim ben de. İmanlı, işi yerinde diye Şeyma’nın bu vakitten sonra başıboş kalmayacağını söyleyip duruyorlar. Hiçbirini umursamıyorum fakat habersiz kapımızı çalarlar gibi geliyor oğlum.”
“Ne demek başıboş anne? Hayvan mı bu? Beni sinir etmesinler. Kardeşimin bunu yapmayacağını biliyorum. Güvensem ya da güvenmesem onun neyi istediğini önemsemezsek asıl o zaman istemediğimiz durumla karşılaşırız. İmanlı olması elbette güzel ama karşılıklı uzlaşmaları daha önemli.” Annesi başını hafiften sallayıp, “Elbette oğlum,” dedi. Hamza’nın öfkeli yüzü soğumazken bir yandan kapıya bakmayı ihmal etmiyordu. Şeyma’dan uzak tutmak istiyorlardı konuyu anlaşılan. Özellikle bu sinirli hâlini göstermek istemiyordu.
“Halama söyle böyle bir şeyi unutsun. Benim kardeşim kendi kararını kendi verecek. Ne Musab’ı ne de başka birilerini bize yönlendirmesinler. Daha yaşı küçük hem…”
“Söyledim.”
“Bir daha konuyu açarlarsa bana yönlendir.” Başını sallayıp Hamza’yı tasdikledikten sonra başka bir şey demedi. O ara Şeyma içeriye girdi. Hepimizin gözü Şeyma’ya kaydı. Meseleyi duymuş gibi duruyordu. Ne ben ne de Hamza soru sordu. Şeyma, karşımıza oturup, “Abi!” dedi çekinir gibi. Bir şey diyecek gibi duruyordu ama yine de onun konuşmasını bekledik. “Kızdın mı?”
Hamza’nın sert üslubu anında silindi. Oturduğu yerden kalkıp yanına oturdu. Yüzüne şefkatle yerleştirdiği gülümsemeyle Şeyma’nın saçlarını okşadı. “Ben sana neden kızayım abim? Sen ne yapacağını, nasıl davranacağını bilen bir kızsın.” Şeyma kocaman gülümseyip Hamza’ya sarıldı. Abisine olan minneti gözlerinden okunuyordu. Hamza ise Şeyma’ya zaten düşkündü. Düğünden bu yana sık sık görüştüklerine şahittim. Hatta ona karşı ince bir çizgisi vardı. Asla Şeyma’ya karşı sert bir tutumunu görmemiştim.
Şeyma’yı savunması ise bir kez daha Hamza’ya olan hayranlığımı artırdı. Onların bu hâli beni pamuk gibi yaptı. Şeyma, “İyi ki benim abimsin,” deyip Hamza’nın yanaklarına sulu öpücük kondurdu. Çok güzellerdi ve ben bu güzelliğe imrendim.
Aralarındaki güven enfes bir duyguydu. Şeyma’nın mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Bu aile tablosu hep istediğim bir tabloydu. Hamza, bana bakıp göz kırptı, Mehlika teyze de kolunu omzuma atıp sıvazladı. Hiçbir hüznü barındırmayan kalbim, mutluluğun her zerresinin yurduydu. Bu ailenin bir parçası olmak benim en büyük şansımdı.
…
Kitaplıktan bir kitap çıkarıp köşeme kuruldum. Hamza kitapları birden fazla okuduğu için ayrıntılar daha fazla göz önündeydi. Bu da bana oldukça yardımcı oluyordu. Eksiklerim fazla olduğu içinde ayrıntıları birden fazla okuma fırsatım oluyordu. Pos-itle işaretlediği yerler özellikle hoşuma gidiyordu. Bugünde açtığım kitabın post-itli yerini okudum.
Efendimiz, “Ey Ebu Bekir! Şimdi sen benim yerime ölür müsün, ölümü göze alabilir misin?” diye soruyor. Hz. Ebu Bekir en ufak tereddüde kapılmadan, “Evet Ya Resûlullah! Senin için seve seve ölürüm,” diyordu. Efendimiz ailesini ve yakınlarını ona hatırlatarak: “Neden peki, benim için ölümü göze alırsın,” diye soruyor. Bu soru üzerine Hz. Ebu Bekir diyor ki: “Ya Resûlullah! Eğer ben ölürsem sadece babam Eba Kuhafe’nin evi ağlar. Ama sen ölürsen, sana bir şey olursa, bu ümmet ağlar, bu din ağlar, bu varlık âleminin tamamı ağlar. Sen değil, ben senin yolunda ölmeliyim.”
İç çekerek satırlarla bakıştım. Nasıl bir teslimiyet ki sevginin en üst mertebesine ulaşabilmekti bu! Seviyorduk O’nu, fakat sevgimizi sadece dille söyleyebiliyorduk. Peki, O’nun için ne yapıyorduk? Koskoca bir hiç! Okuduğum yer kısa bir müddet silkeleyecekti beni biliyordum, bunun için istikrarımın olmadığını da biliyordum. Yetmiyordu yaptıklarım. Ben, nefsimle mücadele ediyordum hâlâ. Belki de korkuyordum.
Daha sabahlara kadar seccade başında uyuklayan beni hatırladım. Bunu da istemiyordu efendimiz. En son Ruman’la konuştuğumuzda kendimi toparlayacağım diyerek söz vermiştim. Artık uykusuz kalmıyordum, bunu başarmıştım ama biraz da eksilmiş gibiydim. Belki kendime büyük haksızlık yapmıştım ama şimdi peki?
Sevgimiz eksikti. Bu eksiklikte bizi hiçbir zaman tam yapmayacaktı. Ama inançlarım tamdı, biliyordum ki bunca şehvete rağmen Allah’a tutunuyorduk. Bu, öyle güzel histi ki en azından bize sunulan onca merhalede bu zamana gelebilmiştik. Şükür ki yapmıyorum demiyordum, sadece çabalıyordum.
Birkaç sayfa daha okudum. Hamza dışında birkaç yerin altını da ben çizdim. Kitabı rafa geri koyduğumda telefonuma bir bildirim geldi. Ekranı açıp baktığımda nefesim kesilmiş, gözlerim kararmıştı. Kendimi iyi hissettiğim yerde çelme takacak sebepler oluyordu. Bu mesajda bana bunu göstermişti.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.9k Okunma |
449 Oy |
0 Takip |
31 Bölümlü Kitap |