Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@ruzgardc

 

 

Yara bendeydi ama kanayan onun ruhuydu.

 

Acısın dedim içimden. Acısın ki anlasın beni.

 

Kanasın ki nasıl paramparça edip bıraktın gör.

 

Yaşarken ölmelisin ki yaşadıklarımı biraz da olsa anla.

 

Eğer ki günün birinde seni affedersem bilmelisin ki kendimi Azrail'in kollarına teslim ettiğim gündür.

 

Yine de kalbime söz geçmiyor sevgilim. Kalbimde ruhumda sana aitken aklım çalışmıyor. Mantığım hayır derken lanet kalbim hala seni sayıklıyor.

 

Bendenim sana ait ama izlerini silebilirim. Fakat açtığın yaraların ve bıraktığın izlerin hiçbirini silemem.

 

Silmeyeceğimde.

 

Her gün sana bakarken bir kez daha kendimden nefret edeyim diye bize ait olanı silmeyeceğim sevgili asker.

 

Rojbin özen

 

Belimden tutan kişiye dönüp vurmak üzereydim ki burnuma dolan kokuyla durmak zorunda kaldım. Bakışlarım ağır ağır gözlerine tırmandı. Öfkeyle kavrulan gözlerim aynı duyguyla bakan mavilerle buluştu.

 

"Delirdin mi kızım sen" belimdeki elini daha da sıkılaştırdı.

 

"Delirdim evet. Delirtiniz siz şerefsiz erkek milleti beni"

 

Kollarını daha çok belime sardı. Az sonra gözüne bir yumruk yiyecekti ama haberi yok.

 

"Benim ne suçum var şimdi."

 

Şaşkınlık dolu bir nida kaçtı dudaklarımdan. Gözlerim kocaman açıldı. Arkın tepkilerime hem şaşırmış hem de kaşlarını çatmıştı.

 

"Ne, ne dedim ulan ben." Biraz uzaklaştı benden. Ama hala koca elleri belimdeydi. "Niye böyle bakıyorsun"

 

"Yoksa sende mi onlardansın" dedim elimi açıkta kalan ağzımın üzerine kapatarak.

 

İyice gerilen bedeni daha fazla kasıldı kasıldı durdu. Hareketlerime anlamam vereye çalışıyor ama bir sonuç bulamayınca kendi kendini yiyordu.

 

Yiyip yiyip dur kendini pis köpek. Erkek değil misiniz hepiniz aynısınız. Boşuna demememmişler büyüklerimiz aynı üretim fabrikasından çıkan her ürün bozuktur diye.

 

"Rüzgar" dedi adımı bastırarak ikaz dolu bir sesle. "Söylesene kızım ne bende miyim"?

 

"Şerefsizler liginde oynayan erkolardan"

 

"Neylerden neylerden"

 

Dudaklarımı ıslatıp dişlerimi ortaya serecek şekilde gülümsedim.

 

"Şerefsiz erkolardan" dedim bir kez daha.

 

Yüzünü buruşturup belimdeki elini daha da sıkılaştırdı. Ufak ufak belimi okşaması gözümden kaçmış değildi ama şuan onu düşünecek vaktim yoktu. Önce ağzının payını vermek zorundayım.

 

"Rüzgar ateş o adamın niye ağzına sıçtın"

 

Sorduğu soruya tek olsaydık eminim kahkahalarla gülerdim ama ney yazık ki değildik.

 

"Ayy inanır mısın pedikür günüm canım bugün"

 

Dişlerini sıka sıka adımı mırıldandı. Daha doğrusu tısladı desem yeridir.

 

"Rüzgar"

 

"Canım asker bozuntusu"

 

Yanımızdan gelip geçenler hem hayranlıkla hem de iç çeke çeke gidiyorlardı. Birbirine yapış bedenlerimiz ve sadece birbirimizin anlayacağı o tebessümle sevgili olduğumuzu sanıyorlardı eminim ki. Fakat yanılıyorsunuz hanımlar beyler. Ben bu deliyle sevgili olacağıma evde küflenip otuz kilo turşu kurar yerim daha iyi.

 

Rüzgar ateş büyük lokma ye büyük konuşma.

 

"Arkın" dedim hala sırıtarak birbirimize bakarak. "biraz daha elin benlimde kalırsa münasip bir yerine emanet edeceğim canım" çenem kasılıyordu gülmekten ama başka da çarem yoktu.

 

Sanki çok komik bir şey söylemişim gibi erkeksi bir kahkaha firar etti dudaklarından.

 

"Başka emrin doktor olan ama öğrenci kız"

 

Burnumdan soludum. Biraz daha devam etse ateş püskürteceğim.

 

"Bir ben öğrenci değil doktorum. İki bu kadar emrim"

 

"Küçük bir düzletme ateş. Asistan doktor"

 

Daha fazla dayanamayıp koluna yapıştırdım bir tane.

 

"Sana ne oğlum ha asistan ha cerrah doktor, ne fark eder doktor doktordur işte"

 

Parmağını bana doğrun salladı.

 

"Sen fazla olmaya başladın küçük hanım"

 

"Küçük sesin dedim" burnumu dikine giderek. Fazlasıyla bu konu uzatmıştı. İki de bir bana doktor olmayan doktor demesi sinirlerimi bozuyordu. Alanında cerrahi asistanlığını yapıp bir sene içinde cerrah olacaktım ama beyimiz için yeterli değildi.

 

Tam ağzımı açmış arkına cevap verecekken duyduğum sesle arkamı döndüm.

 

"aaa siz o doktorsunuz"

 

Kaşlarımı çatıp bana hitaben konuşan adama baktım. Daha önce karşılaşmadığıma emin olduğum adam son derece samimiydi. Hareleri arkamda duran arkına kayınca yüzündeki tatlı tebessüm çapkın bir sırıtışa döndü.

 

"pardon" dedim anlamayarak.

 

Benim soğuk ve mesafeli duruşum onda pek etki bırakmıyordu. Aksine oldukça sıcakkanlı bir yaklaşımı vardı.

 

"Eren ben." Dedi kendini tanıtarak. "Üsteğmen Eren Öztürk" elini uzattı tokalaşmak için. Kısaca tokalaştık. "rüzgar".

 

Tahminimde yanılmıyorsam eğer ya eren arkının ekibindeydi yâda arkadaşıydı.

 

"Ne işin var lan senin burada"

 

"Dedim aşkım şimdi beni çok özlemiş gidip göreyim onu" arkamda dağ ayısı gibi duran asker bozuntusunun koluna hafice vurup sırıttı. "çok özledin değil mi hayatım beni"

 

"Götüne füze takıp seni uçuracak kadar özledim hayatımın anlamı seni< yüzünde aynı ifade olsa da gözleri başkaydı. Erenle aralarında garip bir bağ varmış gibi hissediyorum.

 

"Canim komutanım ya benim götünü tırmaladığım"

 

Erene attığı yakıcı bakışların hedefi bu sefer ben oldum. "gidiyoruz küçük doktor"

ne olduğunu anlamdan koluma girip-pardon suçluymuşum gibi sürüklemeye başladı. O kadar sıkı tutuyordu ki elinden kurtulma mümkün değildi. Boşta kalan kolumun dirseğiyle karın boşluğuna bir tane geçirip üzerine atladım. Dayağı fazlasıyla ha ediyordu atık.

"lan manyak karı bıraksana saçımı"

 

Daha fazla yoldum saçlarını. Kafasına göre beni sorguya çekemezdi. İfademi bile almaması lazımken bilerek beni sorguya çekmek istediğini söylüyordu.

 

"sensin oğlum manyak. Ayrıca seni yolarım çocuk hiç bir yere gelmiyorum"

"göreceğiz göreceğiz "dedi. Bir yandan üzerindeki beni atmaya çalışırken bir yandan da saçlarını kurtarmaya çalışıyordu ellerimden. Ama inat değil miydi gitmiyordum. Suçsuz yere beni hücreye bile kapatırdı.

 

Kısa bir boğuşmanın ardından beni top gibi yere -tabir caizse fırlatıp- atınca kalçamın üzerine düştüm. Umursamayarak anımdan geçip giderken bir yandan da arkasından bağırıyordum.

"Sen var ya hayatımda gördüm en hayvan insansın. Asker bozuntusu yüzbaşı"

 

Elbette ki dönüp bana bakmadı. Erene eliyle işaret verip yoluna devam etti sevimsiz.

 

Erenin uzattığı elini tutup ayağa kalktım. Kalçamın üzerindeki tozları elimle üstün körü temizleyip arkının arkasından yürümeye devam ettik. Askeri ve polis araçlarını es geçip onun arabasına bindim. Yol boyunca ne o konuştu nede ben. Kaybettiğim enerjimi toplayıp sorgu odasında onu çıldırtmak için kullanacaktım. Bakışlarımı ona çevirdim. Düz bir ifadeyle yola bakıyordu. Yüzünden duyguları asla okunmuyordu. Ki arkın genelde de suratsız bir şekilde takılmayı tercih ediyordu. Eminin doğarken de suratsız bir şekilde dünyaya gelmiştir.

 

"daha ne kadar taciz etmeyi düşünüyorsun acaba doktor"

 

Omuz silkip koltukta iyice yayıldım. Yan bir şekilde dönerek onun çirkin yüzünü incelemeye devam ettim.

 

"sorguya alırken birde tacizden alıp hepten benden kurtulursun diye bakmaya devam edeceğim"

 

Dudaklarının ucu kıvrılır gibi olsa da hemen kendini toparlamıştı. Çok ama çok fena bir adamdı. Ve çok zordu. Ama onun bilmediği bir şey ise ben zoru severdim. Belki biraz zaman alırdı ama eninde sonunda benim istediğim olurdu. Belki de beni ona çeken şeyde buydu. Uzun zamandır zora oynamıyordum.

 

Günün sonunda ya batacaktık ya da çıkacaktık. Zaman gösterecekti.

 

"iyi fikir doktor ama hala işimiz var seninle" göz kırpıp tekrar yola çevirdi yeşillerini.

 

Oda benimle oynuyordu ve bu oyun oldukça zevk vermeye başlıyordu. Küle dönüşecektik birlikte yâda o külden birlikte doğacaktık. Ayrı veya bir. Başımı daha çok yaslayıp bedenimi de küçültüp gözlerimi kapattım. Şehir içinde olsak ta bu saatlerde İstanbul çok yoğundu ve trafik oldukça fazlaydı. Karargâha varmamız en az bir saati alırdı ve ben bir saati arkını çirkin yüzünü görmektense uyumayı tercih ederdim. Bende öylede yaptım. Uyudum uyudum uyudum.

 

**************

 

Arabanın sallanmasıyla gördüğüm kâbustan irkilerek uyandım. Gözlerimi ovuşturup yattığım yerde dikleştim.

 

"Kızım o nasıl horlamak hayır bangır bangır müzik açtım o bile senin horlamanı kesmedi sen düşün"

 

Tek gözüm açık arkına baktım. Ne horlaması ne müziğinden bahsediyordu.

 

"Ben asla horlamam" dedim kendimi savunarak.

 

İnanamaz gözlerle bakıyordu bana. Gerçekten de horlamış olabilir miydim? İhtimal dâhilinde olması pek mümkün değildi.

 

"valla bacım bizde yalan olmaz"

 

Kaşlarımı çatı yüzümü buruşturdum.

 

"bacım mı "?

 

"Gardaşım mı demeliydim" dedi kocaman gözlerle. Resmen beni taklit ediyordu arsız.

 

"Sen cidden manyaksın." Önüme dönüp duran arabanın içinden dışarıya baktım.

 

Karargâha gelmiştik. Dışarıda birkaç asker ve askeri araç vardı. İçimden bir ses babamın da burada olduğunu ve beni izlediğini söylüyordu. Arabayı garaja park edip birlikte indik. Yanında oldukça sesiz bir şekilde ilerlerken olabildiğince göz temasından kaçınıyordum. Arkın bilmese de buradaki çoğu kişi yaptığım işlerden ve babamın kızı olarak tanıyorlardı beni. Başım önümde karargâh kapsına girmeme bir adım kala his mi yoksa bilinmezlik bilmem başımı kaldırıp camdan beni izleyen adama baktım. Gözlerinde ne vardı bilinmez ama özlem ve öfkenin karışımı olduğunu görebiliyordum. Aynı hisleri paylaşıyorduk. Tek fark benim gözlerimde değil kalbimdeydi.

 

Yine rahat durmadın diyordu gözleri. Yine yaptın yapacağını kızım diyordu kehribarları. Annemin görür görmez âşık olduğu gözleri.

 

Karargâh kapısından içeri girdik. Sessiz koridorda ilerlken babamı görmeyi beklesem de gelmemişti. Arkının önüne geçip merdivenlere yönelendim. Ondan daha iyi bilirdim bu yolları. Az düşmedik mahpus damlarına. Merdivenleri bitirip solda kalan siyah kapıyı açtım. Sorgu odasının basık ve rutubet kokusu doldu burnuma. Derin bir iç çektim. Ne yalan söyleyeyim özlemiştim burayı. Buradan sonrası belliydi. Arkının da olaylardan haberi olduğunu, beni birkaç günlüğüne saklayacağının bilincindeydim.

 

Sandalyeye çakılıp kalmıştım, soğuk metal sırtıma işlerken, karşımda duran Arkın'ın gözlerine meydan okurcasına baktım. Gri duvarlar sanki bu sessiz düellonun tanıklarıydı. Onun o yeşil gözleri ciddiyetle parlıyordu ama benimkilerdeki alaycı kıvılcım onun tüm ciddiyetini alaşağı edecek cinstendi. "Ne düşünüyorsun?" diye sordum, sesimdeki alayı saklamadan. "Bu kadar kasvetli bir yerde, yüzünde gülümseme unutulan bir yavrukurt, esprinin ne olduğunu hatırlar mı acaba? "Arkın'ın kaşları çatıldı, o sert bakışları bir an yerini şaşkınlığa bıraktı. Ama ben onu tanıyordum, o gözlerin arkasındaki merakı görebiliyordum. "Burası şaka yapacak yer değil, Rüzgâr," dedi ciddi bir tonla.

 

Gözlerimi devirdim ve omuzlarımı silktim. "Eğer hayatın her anında sadece ciddiyet ararsan, gülümsemeyi unutursun Arkın. Ve unutma, bazen en iyi savunma, insanın kendi silahını ona çevirmektir." Bir an için, o sert yüzünde küçük bir kırılma oldu. Belki de bir gülümseme izi, ya da sadece benim umudumun bir yansımasıydı. Ama o kırılma, bu gri duvarlar arasında bile, bir ışık huzmesi gibi parladı. Sorgu devam etti ama artık havada farklı bir enerji vardı. Belki de bu, Rüzgar'ın fırtınasının ön fragmanıydı bu. Devamı ise vizyona girince gelecek. Arkının ardından babam gelmişti odaya. Bu kadar dayanması bile mucizeydi doğrusu.

 

Sorgu devam ederken, Arkın'ın gözlerindeki sertlik azalmış, yerini bir tür anlayışa bırakmıştı. Ben de bu değişimi fark etmiştim tabii. Her ne kadar bu soğuk odanın içinde birbirimize düşman gibi bakıyor olsak da, aramızda tuhaf bir bağ oluştuğunu inkâr edemezdim." Simdi, doktor hanım," dedi Arkın, elindeki dosyayı yavaşça masanın üzerine koyarken. "Bize anlatmak istediğin başka bir şey var mı?" Gülümsedim, bu sefer daha yumuşak, daha samimi bir gülümsemeyle. "Aslında var," dedim. "Bir teori geliştirdim. Bu yer, dışarıdan bakıldığında bir cezaevi gibi görünse de, aslında bir yetenek yuvası. Burada herkesin özel bir yeteneği var ve sen de bunun farkındasın." Arkın'ın gözleri daraldı. "Ve senin özel yeteneğin nedir?" diye sordu. "İnsanları okuyabilmek," dedim gururla. "Ve senin hakkında da birkaç şey okudum." Arkın oturduğu sandalyeye doğru eğildi, ilgisi tamamen bana dönüktü. "Mesela?" Mesela, senin sert bir kabuğun var ama içinde kırılgan bir yanın da. Ve sanırım ben de o kırılgan yanını görmekte oldukça iyiyim." Arkın'ın yüzünde beliren ifadeyi okumak zordu, ama gözlerindeki titrek ışık bana cevabını vermişti. Sessizce, masanın üzerindeki dosyayı açtı ve içinden bir fotoğraf çekti. Fotoğrafı bana doğru itti." Bunu tanıyor musun?" diye sordu. Fotoğrafta sarı saçlı, yeşil gözlü bir kadın vardı. Kalbim duracak gibi oldu. İkizim..."Evet," dedim nefesim daralarak. "Tanıyorum. Bu benim ikiz kardeşim..."Arkın'ın gözleri şimdi daha da dikkatliydi. "O halde," dedi, "sanırım sana anlatacak çok şeyimiz var. "Ve o an biliyordum ki, bu sorgu odasında başlayan hikâye, bizim hikâyemiz, henüz çok yeni bir sayfaya gelmişti.

 

 

Arkın'ın yüzünde beliren ifadeyi okumak zordu, ama gözlerindeki titrek ışık bana cevabını vermişti. Sessizce, masanın üzerindeki dosyaya uzandı ve bir kâğıt çıkardı, üzerine bir şeyler karaladıktan sonra onu bana doğru itti. "Seninle ilgili de birkaç şey öğrendim," dedi, ses tonu alaycı bir ciddiyetle doluydu. Kâğıda baktım ve orada yazanları okurken, kalbimde beklenmedik bir sıcaklık hissettim. 'Rüzgâr, sadece ismin gibi serbest ve güçlü değil, aynı zamanda kırılgan ve duyarlısın. Seni anlamak zor olabilir, ama anlamaya değer. 'Gözlerimi kâğıttan kaldırdığımda, Arkın'a bakarken artık öfke yerine bir tür anlayış vardı. Belki de bu sorgu sadece birbirimizi daha iyi anlamamız için bir fırsattı. "Galiba sen de benim hakkımda bir şeyler öğrendin," dedim, sesimdeki sertlik yumuşamıştı. Arkın başını hafifçe eğdi. "Belki de her sorgu bir itirafnameye dönüşebilir. "Ve o anda, gri duvarlar arasındaki bu soğuk odada, bir anlığına iki düşman değil de iki müttefik gibi hissettik. Her ne kadar dış dünya bizi ayırsa da, burada, bu anın içinde, sadece birbirimizi anlamaya çalışan iki insan vardı. Sorgunun sonunda, Arkın ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. Duraksadı ve ardına dönmeden önce bana doğru baktı. "Bu sadece başlangıç, Rüzgâr ateş." Kapının arkasından onun adımlarının sesini duyabiliyordum. Kalbim hala hızlı atarken, o küçük kâğıt parçasını avucumun içine sakladım. Belki de Arkın haklıydı; belki de bu sadece başlangıçtı.

 

.............................

 

Gözlerimdeki yaşlar, kırık bir barajın ardından boşalan nehir gibiydi; her biri, yıllar süren sessiz çığlıkların yankısıydı. Babam, karşımda, o bilindik albay duruşuyla, ama şimdi tereddüt dolu elleri havada asılı kalmıştı. "Baba, neden görmüyorsun?" Sesim titriyordu; kelimeler, boğazımda düğümleniyordu. "Ben sadece senin sevginle büyümek istedim. Senin onayınla, senin gururunla..."Babamın gözleri kaçıyordu, kendi iç savaşlarıyla yüzleşemeyecek kadar korkak ve yalnızdı. Tıpkı benim gibi. Kızı gibi.

 

Arkın gittikten sonra gelmiş yıllar önce bıraktığı enkaza bakmaya gelmişti.

 

"Rüzgâr, ben... Savaştım senin için. Her şeyi senin geleceğin için yaptım."

 

"Geleceğim için mi?" Alaycı bir kahkaha attım, ama içim kan ağlıyordu. "Senin savaşların yüzünden kaç gece korkudan titreyerek uyuduğumu biliyor musun? Sen evde yokken, koruyacak kimsem yoktu. Babam şimdi benimle aynı dili konuşuyor gibiydi; gözleri de benimkiler gibi yaşlı.

 

"Benim de seni koruyacak başka yolum yoktu, kızım."

 

Sesim titriyordu. Ruhum ölüyordu fakat yine de onun tarafından görünmüyordum.

 

"Yollar vardı baba, sen seçmedin!" Bağırdım, sesimdeki öfke odanın dört bir yanına çarpıp dönüyordu. "Sen her zaman silahlarını seçtin, bizi değil! Annem profesör, ben doktorum, ikizim... Hepimiz buradayız ama sen hiçbir zaman gerçekten 'burada' olmadın!" Babamın başı önünde eğik kaldı, belki de ilk defa kendi savaşlarının bedelini ödemek üzereydi. "Seni sevgiyle büyüttük Rüzgâr," dedi kısık solukların arasında. "ama belki de bazen sevgi bile yeterli olmuyor."

 

"Sevgi yeterli olurdu baba," dedim, "eğer onu hissettirebilseydin." Sözlerimle birlikte odadan çıktım, ardımda kırık bir albay ve tamir edilmesi gereken bir köprü bırakarak.

 

................

 

Gözlerim hâlâ yaşlıyken, Eren'in adımlarını duydum. Babam ile olan tartışmadan sonra içimdeki fırtına biraz dinmişti ama yüzümdeki izler henüz kaybolmamıştı. Kendimi karanlığın gölgesinde kalan, ay ışığının aydınlattığı bir çardakta oturmuş dizlerimi kendime çekip başımı da kollarımın arasına aldım. Tek istediğim şey uyumak ve bir daha uyanmamaktı. Eren, yanıma yaklaştı ve standardına uygun bir selam verdi. "Komutanımızın kızı, gözyaşlarına boğulmuş bir vaziyette bulunmaz genelde," dedi, sesinde yarı ciddi bir tonla. Bir gülümseme çalmaya çalıştım. "Eren, şu an için komik olman gereken son zaman olabilir" desem de ancak o pes etmeye niyetli değildi. "Bak Rüzgâr, ben askerim, savaşta bile mizahımızı kaybetmeyiz. Üzgün bir yüz, düşmana cesaret verir," diye konuştu ve omzuma hafifçe vurdu. "Öyleyse düşmanı korkutacak bir şaka yap," dedim, meydan okurcasına. Eren düşünür gibi yaptı ve sonra ağzından muzip bir gülümsemeyle, "Peki, biliyor musun neden askerler saat kullanmaz?"

 

Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. Cevabı bilmiyordum.

 

"Çünkü her zaman 'zamanı' komutan belirler!" dedi ve ekledi. "sevimsiz bir arkın demir komutan varsa hele de başınızda"

 

Bu sefer gülümsememek elde değildi. Eren'in bu basit mizahı, babamla olan gerginliğin ardından ihtiyacım olan şeydi. "Seninle savaş alanında olmak nasıl bir şey merak ediyorum," dedim, artık gülümseyerek. Eren kahkahayı patlattı. "Ah, Rüzgâr, orada benim şakalarım gerçek mermiler kadar hızlı." Yanımda durdu ve ciddileşerek, "Ama merak etme, gerçek mermilerin arasında bile seni koruyacak kadar ciddiyim." Bu sözlerle içimdeki savaşçı ruhun yeniden canlandığını hissettim. Eren'in varlığı garip bir şekilde insana iyi geliyordu. Temiz kalbi, çocuksu heyecanı ve tatlı tebessümü, insan onu asla kıramazdı. Kendine bir şekilde çekiyordu.

 

Gün geceyi ağırınken erenle dertleşmiştim vakit akşam saatleri olduğunda artık gitme vaktimin geldiğini söyleyip yanından ayrılışmıştım. Gitmeden telefonuna kendimi kaydetmiş yanıma istediği zaman uğraması içinde birkaç günlüğüne kalacağım sığınağın adresini vermiştim.

 

Sığınak diye adlandığım yere geldiğimde kimliğimi kapının yanındaki bölmeye okutup açılan kapıdan içeri girdim. Dışarıdan küçük görünümlü cezaevi tipi olsa da içi oldukça geniş ve dahi insanlarla dolu bir yuvaydı. Binlerce bilgisayarın, birçok elektronik eşyanın olduğu yerlerde ilerlek gözlerim tek tek etrafta dolaşıyordu. Samimi olduklarıma baş selamı verip ilerledim biraz daha.

 

Arven yanıma yaklaştı, omzuma hafifçe dokundu. "Bu sığınakta seni korumak için buradayım ama unutma, burası benim alanım. Burada benim kurallarım geçerli." Sarı saçları ışığın altında parlıyor, mavi gözleri ise bütün odayı aydınlatıyordu. Onun bu sözleriyle içimde bir rahatlama hissettim. "Senin kuralların altında olmak güven verici," dedim ve etrafımızı saran teknolojik harikaları hayranlıkla izledim. Arven'in mavi gözleri gülümseyerek başını salladı. "Burası bizim küçük dünyamız. Dışarıdaki her şeyi unutabilirsin. Burada sen güvendesin, Rüzgâr." Monitörlerin arasından geçerken, her bir ekranın farklı bir dünyayı gözler önüne serdiğini fark ettim. Arven'in parmakları klavyede dans ederken, ekranlardaki veriler hızla değişiyordu. Bu, onun savaş meydanıydı; silahları ise bilgi ve kodlardı." Burası... Nasıl bu kadar güvenli olabilir?" diye sordum, gerçekten merak ederek. Arven, bir monitörü işaret etti. "Gördüğün her şey, en üst düzey şifreleme ve güvenlik protokolleriyle korunuyor. Bizi bulmaları imkânsız şekerim." Sarışın saçlarının arasından mavi gözleriyle bana bakarak durdu, sonra devam etti: "Senin güvenliğin için her şeyi yaparım, Rüzgâr. Bunu biliyorsun." Onun bu sözleri, yüreğime işliyordu. "Biliyorum," dedim ve ona minnettar bir bakış attım. "Ve senin için de aynısını yaparım, Arven.

 

"Arven gülümseyerek başını salladı ve saçlarının altından mavi gözleri parladı. "O zaman hadi, bu yer altı sığınağındaki hayatımıza başlayalım."

 

Arven, en karmaşık şifreleri bile çözebilen bir hacker olarak tanınsa da onun asıl amacı intikamdı. O ve birlikte olduğu adamın. Asıl mesleği başka olsa da doğuştan gelen bir yeteneği vardı bilgisayarlara karşı. Tabi bunun yanında babasının da etkisi büyüktü. O bizi yetiştirmişti. Beni bile o bulmuştu. Burası da ona aitti. Ben de bu konuda oldukça yetenekliydim. Gözlerimiz mavi alevler gibi parlıyordu; ikimiz de birbirimize meydan okurcasına klavyenin başına geçtik. "Senin güvenlik duvarların iyi Arven, ama acaba benim saldırılarımı durdurabilecek mi?" diye sordum, meydan okur bir tonla. Arven gülümseyerek yanıt verdi: "Seni buraya sadece korumak için çağırmadım Rüzgar. Bakalım ne kadar iyi olduğunu göster bana." Parmaklarımız klavyede dans etmeye başladı. Hobi olarak başladığım işe şimdi binlerce örgütün duvarını aşıp onları yakalamak için devam ediyordum. Terapi gibiydi. Doktorluğumu hiçbir şeye değişmesem de kanım her zaman Türkler için akacaktı. Vatanım için akmaya devam edip ve son bulacak.

 

Ekranlarda kod satırları bir nehir gibi akıyordu. Arven'in kurduğu güvenlik sistemleri sağlamdı, ama ben de azimliydim. Birkaç dakika içinde, onun savunma mekanizmalarının arasından süzülüp bir açık buldum ve gülümseyerek, "İşte, girdim!" dedim ellerim havada sallanırken. Arven şaşkınlıkla bana baktı ve ardından kahkahayı patlattı. "Senin de bu kadar iyi olduğunu unutmuşum, Rüzgâr. Ama asıl sorun şimdi başlıyor. "O anda, ekranlarımızın birinde uyarı ışıkları yanıp sönmeye başladı ve bizim sakin sığınak, aniden bir alarm sesleriyle dolu savaş alanına dönüştü.

 

"Bu ne?" diye sordum, parmaklarım hızla klavyede hareket ederken.

 

Arven ciddi bir ifadeyle yanıt verdi, "Bir saldırı girişimi. Ama senin yaptığın açıktan değil. Dışarıdan biri..."

 

Birbirimize baktık ve anladık; bu bir tesadüf olamazdı. Bir şekilde, benim sistemde yaptığım değişiklikler birinin dikkatini çekmişti. Ve şimdi, burada olmamız gereken en son yerde, gerçek bir tehditle karşı karşıya kalmıştık.

 

"Bu iyi mi kötü mü?" diye sordum, endişeyle.

 

Arven hızla kodları analiz ediyordu. "İyi bir haberim var, kötü bir haberim var, Rüzgar. İyi haber şu ki, senin yeteneklerin hala zirvede. Kötü haber ise şimdi muhtemelen düşmanın radarına girdik."

 

Kalbim hızlanırken, Arven ve ben ekranlara kilitlendik. Bu sadece bir sınama değildi; gerçek bir savaştı ve biz her iki cephede de savaşıyorduk.

 

Ve böylece, klavyelerin tıkırtısı altında, yeni bir mücadele başlamış oldu. Bir sonraki hamlemizin ne olacağı belirsizdi, ama bir şey kesindi: Rüzgar ve Arven Işık'ın hikayesi daha yeni başlıyordu.

 

 

Loading...
0%