Yeni Üyelik
5.
Bölüm

3. BÖLÜM

@s.mmerrvee

 

Herkese merhaba

Nasılsınız?

Keyifli okumalaaar!!

 

 

 

 

UMAY ERDEM

Bakışlarımı zeminde gezdirdikten sonra karşımdaki bilmem kaçıncı kez baktığım tabloya çıkardım. Başta baktığımda hiçbir şey anlamamıştım. Ama şimdi daha çok anlam kazanıyordu.

Tabloda yalnızlığı anlatıyordu. Bir sürü insan ve elinde çiçek vardı. Sadece tablonun en sağ ve üstündeki çiçek koparılmamış öylece duruyordu. Çiçek diğerlerine göre daha canlı ve güzel duruyordu. Bu tabloda çıkarabileceğim tek şey; tablodaki insanların elinde tuttuğu çiçeklerin, yıpranmış ve insanlar tarafından kullanılan bazı insanların olduğu. En sağdaki koparılmamış çiçeği anlamadım. Ama çözeceğim. Biraz daha bakarsam belki...

"Eee... Ne görüyorsun tabloda? Sana ne ifade ediyor?"

Tablodaki boş bakışlarıma bu sefer doktor maruz kaldı.

"Konuşmayacak mısın?"

Yine bakmaya devam ettim.

"Seansa böyle başlayamayız. Benimle konuşman lazım. Sana yardım edebilmem için bana yardım etmen lazım."

"Sen bana yardım edemezsin." dedim sertçe kaşlarımı çatarak.

"Bilemezsin." dedi bilmiş edayla. Bakışlarımı ondan çekerek tabloya yönelttim.

"Umay Erdem. Neden burada olduğunu biliyor musun?"

Cevap vermedim.

"Peki konuşma."

Birkaç kağıt sesi duydum bir süre sessizlikte. Kağıt sesinden sonra itici ses yine konuşmaya başladı.

"Annen neden seni terk etti?"

Hızla kafamı ona çevirdim. "Bu seni ilgilendirmez." dedim kelimelerimin üstüne bastırarak.

"Peki." dedi gözlerim içerisine bakarken.

"Umay son zamanlarda baban sana kötü davrandı mı? Babanın sana karşı davranışları nasıl?"

Bakışlarımı tabloya çevirerek cevap verdim. "Babam beni çok seviyor. Bana asla zarar vermez. Bende onu çok seviyorum," Doktora baktım ve devam ettim. "Ona asla zarar vermem. Ben neden babamı öldürmek isteyeyim ki?"

"Anlıyorum seni."

"Hayır. Beni kimse anlayamaz."

"Hayır anlıyorum. Bende babamı çok severim. Aynı senin gibi. Ve böyle bir suçlama olması kötü olmuş." dedi dudaklarını büzerek.

Kafamı iki yana salladım. Ona inanmıyorum. Resmen beni salak yerine koyuyordu. Sırf ona inanayım diye beni anladığını söyleyip bana inandığını ima ediyor. Ama ben inanmam. Bunların hepsi palavra.

"Bak Umay. Benim hastalarımın çoğunun akli melekeleri yok. Ama sen çok akıllı birisisin."

"Ben senin hastan değil." sinirli sesimle.

Düz bir şekilde bana baktı ve arkasına yaslanarak ukalaca gülümsedi.

"Anlaşıldı. Senin dilinden konuşacağım. Ha bu arada haberin olsun. Bana böyle davranmanı tavsiye etmem tatlım. Bilirsin az çok. Burada bana böyle kaba davranamazsın."

Burnunun ucuna düşen gözlüğünü geri iterek öne eğildi. "En son ne zaman uyudun?" dedi ciddiyetle.

Bende hem bu saçma oyuna son vererek hem de artık buradan kurtulmak istediğim için cevap verdim. "Hatırlamıyorum. Son zamanlarda uykum bölük pörçük." dedim mırıldanarak.

"Anneni en son ne zaman gördün?"

"Annemi dün gece gördüm." dedim burnumun ucu sızlarken.

"Annen seni terk etmedi mi?" dedi kaşları çatılırken.

"Hayır! Annem beni terk etmedi." dedim yüksek çıkan sesimle. Kadın bana tek kaşını kaldırarak bakarken "Emin misin?" dedi inanmamış bir şekilde.

Gözlerimi sımsıkı kapattım.

Kendini kandırma.

Ama bazı şeylere karşı kendimi kandırmak daha kolay.

Kendini kandırma.

İç sesimle savaş verirken doktorun sesini duydum ama idrak edemedim. Aklım karıştı. Kapalı olan gözlerimi daha sıkı kapattım. Kolumda hissettiğim ince sızıyla sımsıkı kapalı olan yavaşça açtım. Görüş alanım bulanıkken yanaklarımda ıslaklık hissettim. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdıktan sonra bulanıklık gitti.

Vücudum gibi düşüncelerimin de gevşediğini fark ettim. Birkaç dakika da olsa rahatladım. Birkaç dakika da olsa her şeyi unuttum. Gözlerimi rahatça açıp kapadım. Omuzlarımdaki yükten kurtulduğumu hissettim. Rahatladığım kadar da hareket edemedim. Sanki koltuğa bağlanmış gibiydim. Hayır. Hayır. Koltuğa sabitlenmedim, sadece vücudum o kadar gevşedi ki kaslarımı bile oynatamıyorum.

Gözlerimi doktora çevirdiğimde ayağa kalkmış sol tarafımdan bana baktığını gördüm. "Daha iyi misin?" dedi sakin sesle.

"Ne yaptın?" dedim çatlamış sesimle.

"Bir şey yok. Sadece sakinleştirici. Sakinleşmem ve gevşemen için. Daha iyiysen devam edelim." dedi güven veren sesle.

"Hayır değilim." dedim zar zor kısık çıkan sesimle. Koyun can derdinde, kasap et derdinde resmen. Ben bu haldeyken bile ağzımdan laf almaya çalışıyordu.

Gözlerimi devirdim ve gözlerimi tabloya sabitledim. İfadesizce çiçeğe bakarken doktora soru sordum. "Bana ne oldu?"

"Daha önce yaşadığın bir olay ya da bir düşünce, bir ses seni tetikledi ve sende bir çeşit kriz geçirdin. Ama şuan gördüğüm kadarıyla daha iyisin. Şuanlık bir sorun yoksa devam edelim."

Ne çok ısrarcı bir kadındı. Kafasını sağımdaki masaya vurmamak için kendimi zor tutuyordum. Şiddet yanlısı birisi değilim, hele ki hemcinslerime karşı asla onların karşısında değil arkalarında olup destek olurum. Bir kadın diğer bir kadının yanında köstek değil destek olmalı. Kadınlar arasındaki dayanışmayı her zaman desteklemişimdir ve asla bir başka kadının kötü duruma düşmesine göz yummadım. Ama bu kadın, bu doktor benim sinirlerimi öyle bozuyor ki bildiğim doğrularımla yanılıyorum.

Kafamı bitkince salladım. Bir an önce bitsin de kurtulayım. Zaten çok fazla yorgunum. Bu doktorun darlamalarıyla da iyice canıma tak etmişti.

Yanımdan ayrıldı ve koltuğuna oturarak bana döndü.

"Unutkanlık var mı?"

"Ara sıra." dedim kısa cevaplar vererek.

Önüme bir şeyler uzattığını fark ettim ama dönüp bakmadım. "Bunu okur musun? Zaten kısa bir paragraf. Hemen biter."

Derin bir nefes aldım ve bana uzattığı kağıdı elime aldım.

Oflayarak gözlerimi kısaca koca paragrafta gezdirdim. Ardından dikkatimi vererek bilerek sesli okumaya başladım.

"Antik çağda, bir kral ana yola büyük ve kımıldatması zor bir kaya yerleştirdi. Daha sonra saklandı ve birinin kayayı yoldan çekip çekemeyeceğini görmek için izledi. Kralın en zengin tüccarlarından ve saraylılarından bazıları gelip sadece kayanın etrafından dolaştı.Birçok kişi de yüksek sesle, Kralı yolları açık tutmadığı için suçladı. Ancak hiçbiri taşı yoldan çekmek için hiçbir şey yapmadı.Daha sonra sırtında oldukça ağır sebze taşıyan bir köylü oraya geldi. Kayaya yaklaşan köylü, yükünü kenara bırakıp kayayı yoldan çıkarmaya çalıştı. Uğraştı ve biraz zorlandıktan sonra kayayı yolun kenarına itmeyi başardı.Köylü sebzelerini sırtlamak için geri döndüğünde, kayanın yerinde bir para kesesi olduğunu fark etti.Kesede çok sayıda altın vardı. Bir de Kralın şu notu: 'Kayayı yoldan kim çektiyse bu kesedeki altınlar da onundur.'"

Paragrafı okuduktan sonra kafamı kaldırdım ve doktorun gözlerine baktım.

"Okuduğundan ne anladın Umay?" dedi.

Ne bu şimdi, lise de falan mıyız? Çünkü en son bu soruları lise de soruyorlardı. Gözlerimi devirerek doktora cevap verdim.

"Bir köylü dışında taşı kimsenin yoldan çıkarmaması."

Benim söylediklerimden sonra önündeki deftere birkaç bir şey yazdı. Kafasını kaldırdı ve bana baktı. "Sadece bu kadar mı?"

"Evet. Ne olmasını bekliyorsun?" dedim gözlerimi devirerek.

"Hiç, öylesine dedim. İstersen bir de sessiz oku."

"İstemiyorum." dedim elimdeki kağıdı sertce kadının önüne bırakarak.

"Tamam, öyle olsun bakalım."

Önüme dönüp tabloya bakmaya devam ettim.

"Annenden bahsedelim mi?"

Cevap vermedim.

"Annen neden seni terk etti? Neden baban ve seni bırakıp gitti?"

Cevap vermedim.

"Baban anneni sever miydi?" Gözlerim aniden doldu. Doktor görmesin diye hemen kafamı eğdim.

Bu sorunun cevabını biliyorum. Hem de çok iyi biliyorum.

"Umay iyi misin?" dedi sorgularcasına.

Kafamı salladım ve elimi göz pınarlarına bastırarak göz yaşımın geri gitmesini sağladım. Derin bir nefes aldım ve kafamı kaldırarak tabloya baktım ifadesizce.

"Umay uyku sıklığın nasıl? Uyuyabiliyor musun?"

Kafamı iki yana salladım.

"Neden benimle konuşmuyorsun?"

Kafamı çevirerek ona baktım. "Konuşmak istemiyorum." dedim yalan atarak.

Ben o kadar güçsüzüm ki en küçük kelimeye bile yoruluyorum. Sanki benim için çok büyük bir güçmüş gibi geliyor. Hayat öyle bir şey ki insanı konuşmaya bile yorar.

Derin bir nefes alıp verdim ve kafamı tekrardan çevirerek tabloya baktım.

"Tamam Umay. Peki buraya gelirken illaki gazeteciler senin fotoğrafını çekti. Belki de seninle konuşmak bile istediler. O an nasıl hissettin? Seni nasıl hissettirdi?"

"Kötü." dedim kısık sesimle.

"Anladım. Neden kötü hissettirdi?"

Cevap vermedim.

"Umay arkadaşlarınla aran nasıl?" dedi farklı bir konuya değinerek.

"İyi."

"Arkadaşların sana nasıl davranıyor?"

"İyi."

"Son bir soru."

Rahat bir nefes alarak doktora döndüm.

"Umay babanla aran nasıl?" dedi merakla.

"İyi." dedim tekrardan.

Kafasını salladı ve ayağa kalktı. Onun ayağa kalkmasıyla ben de ayağa kalktım ama hafif başımın dönmesinden dolayı elimi koltuğa koyarak destek aldım.

Kafamı kaldırdığında doktorun hızla yanıma gelip kolumu tuttuğunu gördüm. "İyi misin?"

"İyiyim." dedim ve kolumdaki elinden kurtularak kapıya doğru yürüdüm. Kapıyı açtığımda boş koridor beni karşıladı. İleri adım attım ve kafamı sağa çevirerek iki tane görevlinin kapının sağ tarafında durmuş birini beklediklerini fark ettim. İki gorevlide aniden kolumu tuttu. İkisine de öldürücü bakışlarımı attım ve kollarımı ikisinin elinden kurtarmaya çalıştım. O kadar sert tutmuşlardı ki kolumu oynatabilsem bile ellerinden asla kurturamıyordum.

"Bırakın!" dedim iksine de sinirle bağırarak. Tam ayağımı kaldırmış sağ tarafındakine tekme atıyordum ki boynumda hissettiğim acı ve sıcaklıktan dolayı kaldırdığım ayağımı geri indirmek zorunda kaldım.

Yine o aynı his... Doktorun odasındayken vücudumda hissettiğim o his. Ama bu sefer daha farklı.

Kapanmak için zorlanan gözlerimi ve ayakta direnmeye çalışan vücudumu en sonunda pes ederek bıraktım. Bilincim açık ama gözlerim kapalıydı. Gözlerimi açamıyorum. Olmuyor. Geriye doğru sürüklendiğimi hissettim. Hayır. Ben bildiğin sürükleniyorum. İki kolumdan tutulmuş bacaklarım yerde bir şekilde ilerliyordum.

"Onu 6. Kattaki 3. Tecrit odasına götürün."

"Tamam efendim."

Bir şeyler duyuyorum ama algılayamıyorum. Sanki algımı kaybettim. Bir süre sonrasında da algımı kaybettiğim gibi bilincimi kaybettim.

🎭🎭🎭

Yemyeşil ağaçlar, koyu mavi gökyüzü, kuşlar, çiçekler, nemli toprak ve kokusu...

Yüzüme konan sinekten dolayı kafamı geri çektim. Elimi salladım sineğin gitmesi için. O beni içine çeken uçsuz bucaksız ormana baktım. İradesizce ileri adım attım. Sanki irademi kaybetmişim gibi. Beni ormana çeken bir şey var. Güçlü bir çekim. Hem de çok güçlü bir çekim. Daha fazla hızımı arttırarak yürümeye başladım. Bir yere yetişmeye çalışıyorum ama nereye yetişeceğimi bilmiyorum.

Bir ses duymamla adımlarım bıçak gibi kesildi. Az kalsın düşüyordum. Elimi yanındaki ağaca koymamla düşme tehlikesi kayboldu. Elimde hissettiğim ıslaklıktan dolayı geri çektim. Elime baktığımda simsiyah bir sıvının elime geçtiğini gördüm. Bakışlarımı ağaca çıkardığımda ağacın dokundugum yerden başlayarak simsiyaha döndüğünü gördüm. Gözlerimi irice açarak o siyahlığı takip ettim. Siyahlık ağacın dallarına oradan da yapraklarına geçti. Yapraklarına geçer geçmez yapraklar hemen çürüyerek ağaçtan düştü. Adımlarımı düşen yapraklara doğru getirdiğinde eğildim ve elime bir tane yaprak almaya çalıştım. Ben yapraklara dokunur dokunmaz teker teker birbirinden ayrıldı ve toprakla karıştı. Elimi diğerine atarken arkadan ses duymamla korkarak irkildim ve elimi hızla ordan çekip ayağa kalktım.

"Elleme! Daha çok zarar vericeksin." dedi narin bir ses.

Arkamı döndüğümde daha önce hayatımda görmediğim bir kız vardı.

Küçük adımlar atarak benim yanıma geldi. Sanki yürümüyor da süzülüyor gibiydi. Giydiği beyaz elibesesi o kadar uzun ki arkasından sürünmesine rağmen asla toprakla karışıp çamur olmuyordu.

Eğildi ve elini yaprağa atar atmaz yaprak canlandı, eski haline geri döndü. Eski haline geri dönmekle kalmadı aynı zamanda daha da güzelleşti. Aynı işlemi diğer yapraklara da yaptı. Sonra eğildiği yerden ayağa kalkıp ağaca doğru yanaştı. Ben onu hayretle izlerken o benim dokunup da ağacı bu hale çevirdiğim yere dokundu ve bir kaç saniye bekledi. Geri çekildiğinde ağaç o siyahlığı içine çekip eski canlılığına kavuştu. Hızla kıza döndüm.

"Nasıl yaptın bunu?" dedim merakla.

Ellerini iki yana açtı ve ağaçlara dokunarak ilerlemeye başladı. Sorumu görmezden geliyordu.

"Hey sana sordum?" dedim arkasından seslenerek cevap vermeyip ilerlemeye devam edince onun peşine takıpdım.

Kız bir şey hatırlamış ki arkasını hızla dönüp bana baktı.

"Sakin bir yere dokunma! Bu güzelliği mahvetmeni istemiyorum." dedi göz devirerek arkasını döndü ve ilerlemeye devam etti.

Donmuş bir şekilde kızın arkasından baktım. Arkamı döndüm ve dokunduğum ağaca baktım. Hâlâ capcanlı duruyordu. Sağ elime baktım hâlâ o siyahlık orada duruyor. Diğer elime de baktığımda yine aynı siyahlık orada da vardı. Gözlerimi sıkıca kapattım ve açtım. Yine orada gitmediler. Ellerimi iki yana silmeye başladım. Ama yine gitmedi. Ellerimi üstümdeki kıyafete götürdüğümde üzerimde o kızın ki gibi bir elbise olduğunu fark ettim. Baştan aşağı elbiseye baktım. Bembeyazdı ama uçları kirlenmişti. Toprakta yürüdüğümden dolayı çamur olmuştu. Arkamdaki elbisenin etek kısmına baktım. Orası da çamur olmuştu. Hatta siyaha bile çalmıştı. Ellerimi beyaz elbiseye götürüp sildim. Ellerime baktığımda geçmediğini gördüm. Bakışlarımı bu sefer beyaz elbiseye götürdüğümde elbisenin dokunduğum yerlerin siyah olduğunu gördüm. Elimdeki her ne ise çıkmıyor ve dokunduğum neresi varsa siyaha dönüyordu.

Sinirden dolan gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Çok güzeldi. Ağaçlara çevirdim. Yine çok güzeldi.

Cennete düşen şeytan gibiydim. Heryer beyaz ben siyahtım. Dokunduğum ne varsa çürütüyor. Ellerim gibi simsiyaha döndürüyordum.

Ellerim iki yana düştü. Beni artık tutmayan ayaklarım yavaşça yere çöktü. Düşen ellerimi hemen kucağıma çektim.

O kızında dediği gibi burayı mahvetmek istemiyorum. Bu güzelliği harcamak istemiyorum.

Ani bir gök gürültülüsüyle beraber şiddetli bir yağmur yağmaya başladı. Yağmur o kadar hızlı ve çok yağıyordu ki nefesimi kesiyordu. İki saniyede bile sırılsıklam olmayı başarmıştım.

Kafamı çevirip etrafa bakmaya çalıştım çünkü yağmurdan sonra gelen sisden dolayı önümü göremiyordum. Hiçbir yere dokunmadan dizlerimden destek alarak yürümeye başladım. Uzun elbiseden dolayı her seferinde düşüyordum ama pes etmeyip yine ayağa kalkıp yağmur yağmayan bir yer bulmaya çalışıyordum. En sonunda bir ağacın gövdesine yasladım. Buaraya da yağmur geliyordu ama az önceki kadar çok değildi.

Kafamı ellerime çevirip baktığımda derince yutkundum.

Ellerindeki siyahlık akıp gidiyordu ama ellerimden bir türlü çıkmıyordu. Bu giden siyahlık toprağa karışıp toprağı da kurutuyordu. Yağmur yağmasına rağmen toprak kupkuruydu.

Tam bir kabus gibi. Bu koca güzellik git gide soluyordu.

Topraktan çiçeklere ve ağaçlara gidiyordu. İki dakikada da her şey kupkuru olmuştu.

Birkaç dakika sonra yağmur durduğunda kısaca etrafa baktım. Dayanamayıp gözlerimi kapatarak kafamı ağaca yasladım.

Uzaktan gelen ağlama ve çığlık sesinden dolayı gözlerimi daha da sıkıca yumdum.

Herşey benim yüzümden.

Herşeyi ben yaptım.

Herşeyi ben mahvettim.

🎭🎭🎭

Keskin bir baş ağrısından dolayı kafamı oynattım. Elim yavaşça kafama doğru gitti.

Felaket bir baş ağrısı vardı. Of çok fena!

Gözlerimi sımsıkı yumdum ve yavaşça açmaya başladım. Kirpiklerim birbirne yapıştığından dolayı zar zor açabildim. Gözlerimi birkaç defa sıkıca kapatıp açtım. Görüntüm netleşince de etrafa göz attım.

Neredeyim ben böyle?

Beyaz duvarları olan boş bir odaydım. Yavaşça ayağa kalktım. Odadaki kapının önüne gittim. Gri demir kapının ortasında küçük bir cam vardı. Oradan diğer tarafa batığımda sadece koridorun duvarını görebildim.

Elimi kaldırdım ve yumruk yaptığım ellerimi sertçe kapıya geçirdim. Belli bir süreden sonra ellerim acıdığı için geri çekildim ve yavaşça yere çöktüm. Sırtımı kapıya yaslayarak dizlerimi kendime çektim. Ellerimi kafamın içerisine aldım. Kafamı da dizlerime yasladım. Ta ki bir ses duyana kadar öylece bekledim.

"Umay..."

Bu annemin sesiydi, kafamı hızla kaldırdım. Ama ortada yoktu. Sesi vardı ama kendisi yoktu. Gözlerimi sımsıkı kapatarak kafamı dizlerime sertçe dayadım.

Sakin ol.

Sakin ol Umay.

Sen deli değilsin.

"Neden kimse sana inanmıyor?"

"Umay, güzel kızım."

"Beni hiç mi merak etmiyorsun?"

"Umay, neden bana bakmıyorsun?"

Hayır! Yok! Annem burada değil!

Ne kadar kendime inandırmak istesemde annemin sesi yine duyuldu. Asla gitmedi sesi kulağımdan.

"Umay hadi bana bak." dedi ılımlı bir sesle.

Korkuyorum.

Kafamı yavaşça kaldırdım. Etrafta kimse yoktu. Annem burada değildi.

Sağ omzumda hissettiğim dokunuşla aniden donup kaldım. Hareket eden göz bebeklerim bile donup kaldı. Kafamı yavaşça sağa doğru çevirdim. Kimse yoktu.

Derin bir nefes aldım ve gözlerimi sıkıca yumup açtım. Bu sefer sol omzumda hissettigim dokunuşla irkildim. Yutkunamadım.

"Hayır, hayır, hayır..." diyerek hızla ayağa kalktım ve geri geri girderek oradan uzaklaştım.

"Sen burda yoksun!" dedim bağırarak.

"Burdayım." dedi arkamda bir ses.

Hızla arkamı döndüm ve baktım, yine kimse yoktu.

Allah'ım aklımı kaçıracağım. Kafamı iki yana salladım ve zar zor tuttuğum göz yaşlarımı serbest bıraktım. Ağlayarak etrafımda dönmeye başladım.

"Neredesin?" dedim cılız bir sesle.

"Buradayım!" Bu sefer her yerden ses gelmeye başladı. Sanki birden çoğalmış gibiydi. Odanın her yerinden geliyordu.

Eğilerek ellerimle kulaklarımı bastırdım. Ama nafile, o ses hâlâ geliyordu. En sonunda o sesi bastırmak için bağırmaya başladım.

Hayır gitmiyor. Gitmiyor...

Birden bütün sesler kesildi. Bağırmayı kestim ve kafamı yavaşça kaldırdığımda karşımdaki o demir kapının açıldığını gördüm. İki hemşire hızla benim yanıma geldi. Ben daha onlara hamle yapamadan sol tarafındaki olan hemen sol koluma iğneyi geçirdi.

Bir anda başım döndü ve yer ayaklarımın altından çekilip gitti. Gerisi tamamen koca bir karanlık.

Loading...
0%