@sadeceyaziyorumist
|
"Hadi Mira, uyan artık. Nöbetin var bugün." Gözlerimi araladığımda hala yer yatağının içine gömülmüş uyuyordum. Kafamı yorganın içinden çıkarıp diğerlerine baktım. Ben esneyen ağzımı kapatmaya çalışırken Büge kahvaltı masasında oturuyor, Elif ise yeni yapmış olduğu menemeni masaya doğru getiriyordu. Menemenin kokusunu alır almaz bende hemen masaya koştum. "Önce banyoya. Küçük müsün sen? Git elini yüzünü yıka."diyen Büge'ye öfke dolu bakışlarla bakarken kabullenip banyoya doğru yol aldım. Elimi yüzümü yıkayıp masaya geri döndüğümde Büge telefonla konuşuyordu. O an içime doğan bir istekle Berk'i aramak için telefonuma uzandım ama telefonum bıraktığım yerde yoktu. Elif'e dönüp "telefonumu gördün mü?"diye sordum."Büge'de ya işte. Telefon konuşuyor. Fark etmedin mi?" "Ne yani? Benim telefonumla mı konuşuyor!?" "Hmm. Öyle" "Kimle konuşuyor?" "Be-" "Oda yanımda enişte. Kahvaltı yapıyoruz."cümlesini duyar duymaz bakışlarımı Büge'ye sabitledim. Benim telefonumla konuşuyordu. Benim telefonumdan Berk'le konuşuyordu.
Berk'le.
Benim telefonumdan.
Benim telefonumdan Berk'le.
Dün Büge yüzünden askıya aldığım sevgilimle.
"Büge! Telefonumu bana ver!" "Tamam o zaman enişte. Ben telefonu bizim deliye vereyim. Sonra konuşuruz detayları. Hadi o-" "Ver şu telefonu Büge!" Büge'nin hareket bile etmesini beklemeden elindeki telefonu çekip aldım. Sahiden Berk'le konuşuyordu. Telefonu sakin olmaya çalışarak ama başaramayarak kulağıma dayadıktan sonra"Berk?" dedim kısık bir sesle. "Mira? Günaydın. Biraz erken aradım, uyandırsıysam eğer özür dilerim." "Yok kalkmıştım ben zaten. Ee nasılsın?" "Ben iyiyim de, sen dün gelmeyince birşey oldu sandım. Asıl sen nasılsın? Dün telefonunu da açmadın hem. İyi misin Mira? Bir sorun yoktur umarım?" "Yok. Birşey olduğundan değil. Bizim Büge ile ilgili birkaç sorun çıktı da onları hallediyordum. O yüzden gelemedim. Zamanın nasıl geçtiğini de anlamamışım. Telefonumun şarjı bitmiş o arada zaten. O yüzden yani." Berk'le konuşurken işaret parmağını kendine çevirmiş "Ben mi?" Diye fısıldayan Büge'yi görmezden gelmiştim. Sonuçta dün onunla buluşamamın sebebi oydu. Ben konuşurken Elif'te kıkırdıyordu. Büge'de hala ağzını açmış beni ve sözde pembe yalanlarımı dinliyordu. O inanmamıştı ama Berk bana koşulsuz şartsız inanmıştı ve bu beni sebepsiz yere rahatsız ediyordu. Sonuçta benim için endişelenen birine yalan söylüyordum. Üstelik Berk bu haldeyken. Berk birkaç gün kadar önce acil bir ameliyata girmiş, çocuk hastasını kaybetmişti ve psikolojisi tamamen darmadağındı. Başhekim bile onun bu halini görür görmez izin almasını ve birkaç gün dinlenmesini istemişti. Öyle ki hastaneden beş psikologtan Berk için randevu bile almıştım. Tüm bunlar olmuşken birde ben onu dün buluşmamız gereken yerde tek bırakmış, onu ekmiştim. Kendimden utanıyordum resmen. Telefonu kapattıktan sonra en hızlı halimle kahvaltımı yapıp hemen hastaneye koşmuştum. Ters davranıp Büge'yi üzmek istemiyordum ama yaptığı şey pekte hafif sayılmazdı. İşlerimi hallettikten sonra hemen acile geçmiştim. Şansıma çokta hasta yoktu zaten. Acildeki tüm hastaların tedavisi bittikten sonra kendime bir bardak çay almak için personel odasına gitmiştim. Tekrar acile döndüğümde ise birkaç üniformalı polis acilin kapısında bekliyordu. Selam verip acile geçtim. Sanırım bir mahkûmu,yada yeni yakalanan bir şüpheliyi getirmiş olmalıydılar. Acildeki yerimi aldığımda ise bunun tamamen yanlış olduğunu fark etmiştim. Hemşirelerden duyduğum kadarıyla bir komiser suçlunun peşinden koşarken bıçaklanmıştı. Daha fazla oyalanmadan hemşirelerin bahsettiği bu ekstra yakışıklı, yaralı adamı görmeye gittim. Komiseri benim muayene odama almışlardı. Zaten benden başka doktorda yoktu bugün. İçerideki polisleri görünce ağzım bir, hatta birkaç karış açılmak zorunda kalmıştı çünkü onları tanıyordum. En azından birini. Beril, Ümit başkomiserin yanındaki kadın polis buradaydı. Yanlarında ise biri erkek üç polis daha vardı. Yaralı olan polisi benim masamın hemen karşısındaki sandalyeye oturtmuşlardı. Adam maskeliydi. Yüzünü tam göremiyordum. Oda benim yüzümü göremiyordu çünkü yüzümü örten perçemlerim ve yüzümün yarısını kapatan cerrahi maskem bunu engelliyordu. Etrafa bakındım ama başkomiser ortalıkta yoktu. Rahat bir nefes aldıktan sonra masama oturup, her hareketimi izleyen polislere dikkatle baktım. Yaralı olan polise ilk müdahaleyi olay yerinde yapmışlardı ve artık kanaması yoktu. Ama yaraya sandıkları beyaz bez parçası kıpkırmızı olmuştu. Yaralı polis yüzümü biraz inceledikten sonra gözleri yaka kartıma kaymıştı. Yaka kartımı gördükten sonra kocaman açılan gözleri görülmeye değerdi. Kapkara gözleri faltaşı gibi olmuştu. Göz göze geldiğimizde ikimizde bakışlarımızı ayırmıyorduk. "Bayan platonik, sensin değil mi?" diyen Beril'e kafamı çevirdiğimde gözlerimi karşımdaki adamdan zar zor ayırmıştım. "Beni hatırlama şeklin takdire şayan Beril komiser"dedim hiç uzatmadan. Arkadaki tek erkek polis araya girip "Ooo. Bayan platonik yenge sen misin? Desene tam yerine denk geldik. Değil mi başkomiserim? "dedi. Onun cümlesi biter bitmez benim gözlerimde en az yaralı adamınkiler kadar, hatta biraz daha fazla açılmıştı. Odadakilerin yüzüne tekrar baktım. Hiçbiri Ümit olamazdı. Karşımdaki yaralı komiser hariç tabi... Kendimi zorla toparlayıp karşımdaki yaralı adama baktım. Bez parçasının üzerindeki elini çekmiş, bana bakıyordu. Cesaretimi toparladığıma emin olana kadar beklemek istedim ama bu neredeyse imkansız gibi bir şeydi. Yaralı adam"Ben muayene olmayacağım. Hadi gidelim."dedi. Maskenin altında sesi zor duyulsada kendini maskeleyemiyordu. Bu adam gerçekten başkomiserdi. "Lütfen maskenizi indirin beyefendi"dedim en sakin sesimle. Başkomiser kalkmak istemişti ama arkasındaki adam omzuna bastırdığı eliyle onu durdurmuştu. "Yaram ağzımda değil. Karın boşluğumda." "Onun bende farkındayım fakat yüzünüzü açmalısınız." "Neden?" "Çünkü ben öyle istiyorum. Merkezde değilsiniz Ümit başkomiser. Şu anda benim kontrolüm altında olan acil polikliniğindesiniz." diğer polislerin imalı bakışlarını görmezden gelerek karşımdaki adama bakıyordum. Öfkelenmişti ama ses etmedi. "Maskenizi açmazsanız sizi muayene etmeyeceğim. Karar vermekte özgürsünüz. Ama yaranızın işinizi aksatacak hale gelmesini istemezsiniz sanıyorum ."Başkomiser biraz daha bekledikten sonra sağ elini uzatıp yüzündeki siyah maskeyi yavaş yavaş indirmeye başlamıştı. Maske inince kahrolsun ki,yakışıklı yüzü yine ortaya çıkmıştı. Ona bakarken dün akşam bizim kızlarla olan konuşmamız aklıma gelmişti. Dün akşam belki itiraf etmemiştim ama adam gerçekten yakışıklıydı. Hatta yakışıklının yakışıklısı. Gözlerimi gözlerinden ayırıp"Güzel. Lütfen şimdi sedyeye çıkın Ümit bey."dedim. Şimdi oynama sırası bendeydi ve o küçük bir piyondan farksız değildi gözümde. Gerçi adamda tamda şah tipi vardı ya. Neyse. "Ümit bey değil. Başkomiser."diye araya girdi hemen. Sesi kısık ve güçsüzdü. "Az önce dediğim gibi Ümit bey şu anda acildesiniz. Merkezde değil. Emin olun başında amca takısı olmadan size bey demek benimde zoruma gidiyor ama şu an zorunluyuz. İkimizde." Ümit bana bir süre daha baktı ama yine bir şey demedi. Diğer polislerin neşeli kıkırdamalarını umursamadan usulca oturduğu yerden kalkıp sedyeye oturdu. Yanına yaklaşıp yaranın üzerindeki kanlı bezi ellerinin arasından çekip aldım. Elleri buz gibi olmuştu. Demek ki çok kan kaybetmişti ama hala böyle durabiliyordu. Sanırım onu tanımayan biri olsaydım şu an ona hayran olabilirdim. Bezi bir kenara bıraktıktan sonra yanına yaklaşıp yarasına baktım. İstemsiz bir şekilde elim yarasına değdiğinde dudaklarından küçük bir inilti dökülmüştü ama bunu ben hariç kimse duymamıştı. Sanırım oda kimse duysun istemezdi. Gözlerime odaklanan o kara gözlerde bunu anlamıştım. Diğerlerine bakıp,"siz burada kalın. Ben onu pansuman odasına götüreceğim. Yarasına dikiş atılması gerekiyor."dedim. Az önceki erkek polis araya girip"olmaz. Bizde gelelim."demişti. Diğer polislerde evet anlamında kafalarını sallayınca "burada kalın dedim. Doktor-hasta mahremiyeti diye bir şey duymadınız mı siz hiç? Ben sizin sorgu odanıza dalabiliyor muyum!?" diye patlak vermiştim. Ümit'in gözleri yine irice açılmıştı ama yine susmayı tercih etmişti. Kolundan çekip ayağa kaldırdım ama yarasından dolayı sendeliyordu. Sendelediğini farkedince kolundan elimi çekip direk kafamı omzunun altına sokarak ağırlığını yüklenmeye çalıştım. Başarılıda olmuştum ama o tüm ağırlığını bana bırakmamakta ısrar ediyordu. Bana bakan hemşireleri yada arkamızdan fısıldayıp, gülüşen polisleri umursamadan pansuman odasına gittim. Odaya girdiğimizde Ümit'i yavaşça sedyeye oturtup açık kalan kapıyı kapatmak için arkamı döndüm. Her yerden kafalar uzanmış, bizi gözetliyordu. Arkamı tekrar döndüğümde başkomiser bana bakıyordu. Gerçi muayene odasından çıktığımızdan beri gözleri bir ağ gibi üzerimdeydi. O, sedyede beni izlerken ben dolaba yönelip pansuman malzemelerini çıkardım. Yara kandan neredeyse gözükmez haldeydi. Gazlı bez ve diğer malzemelerle yarasını temizlemeye başladım. Bıçak fazla derine inmişti. Hatta neredeyse aynı yerden birkaç kez sokulmuş bile sanılabilirdi. Ben yarasını temizlerken oda ağzından küçük iniltiler çıkarıyordu. Diğerlerinden bunu saklamıştı ama benim önümde bunu saklama gereği duymuyor gibiydi. O, birkez daha inledikten sonra kendimi tutamayıp"Bıçak bu yaradan kaç kez girdi?"diye sordum. "Nasıl girdi desene sen şuna." "Nasıl yani?" "Şerefsiz en az beş kez sapladı. Birde içinde çeviriyor. Sanki insan eti değil tarhana çorbası" "Pardon?" "Bildiğin soktu işte." "Onu anladım zaten" bir yandan konuşurken bir yandanda hala yarası ile ilgileniyordum. Temizlemeyi bitirmiştim. Yaralı bölgeyi uyuşturup dikiş atmaya başlamıştım. "Nasıl oldu bu yara? Nasıl yaralandın? Diğerleri neredeydi hem?" diye sordum. Türk damarlarım kaynadığından merak tavan yapmıştı. Yüzündeki belli belirsiz gülümseyi hissetmiştim ama bozuntuya vermedim. Oda biraz düşündükten sonra"Yalancı bir platoniğe göre benimle fazla ilgilenmiyor musun? İnsanlar yanlış anlayacaklar."dedi pat diye. Nereden geldiğini bilmediğim ani bir heyecanla elime geçirdiğim ilaçlı bezi yarasına basmıştım. Oda bunu beklemediğinden sesli ve bir o kadarda acı bir inleme ve yüksek bir of dökülmüştü dudaklarından. Alt dudağını dişlerinin arasına alıp sıkıyordu. Acısını göstermek istemediğinin farkındaydım. Elimdeki pamuğu bir kenara fırlatarak eğilip "acıdı mı? Özür dilerim. Öyle yapmak istemedim. Yani birden bire oluverdi. Heyecandan. Tutamadım kendimi."deyiverdim hemen. Yüzündeki acı silinmiş, yerine muazzam bir gülümseme yerleşmişti. "Ne bu heyecan doktor? Sanki beni ilk kez muayene ediyorsun?"dedi. Çenesini kaldırmış, dudaklarındaki gülümsemesini gözlerine yansıtmıştı. Yanağında beliren gamzesine bakmadan edememiştim."Gamzemi sende fark ettin değil mi? O kahrolası çukurdan nefret ediyorum. Beni çok ciddiyetsiz gösteriyor." Bakışlarım tekrar gözlerine kaydığında"Genelde çocuk hastalarla ilgileniyorum. Seni gördüğümü sanmam."dedim. Çünkü onu muayene ettiğimi gerçekten hatırlamıyordum. "Poliklinikte değil doktor, acilde karşılaştık. Yine. Hemde iki kez." Siyah tişörtünü biraz yukarıya sıyırıp eski bir yara gösterdi. "Görüyor musun bu yarayı? Onuda sen dikmiştin. Ama farklı bir odadaydık. Buraya gelmemiştik." dedi. Ve ben bunuda hatırlamıyordum. Yine... "hatırlamıyorum."dedim zor duyulur bir sesle. "Unutmuşsundur doktor. İnsanlık hâli. Diğer gelişimde yaralı bir adamla gelmiştim. Yeni yakaladığım bir suçluyla. Sarışın bir adamdı, siyah göz bandı takıyordu. Sağ gözü kördü hani. Acı anılar unutulmaz derler. Bunu kesin hatırlıyorsundur." Onu dinlerken ela gözlerim iyice açılmıştı. Kestane rengi saçlarımdan önüme gelen tutamı acemi bir şekilde kulağımın arkasına sıkıştırırken o anları gözümde tekrar canlandırmaya çalıştım. Bundan önce defalarca kez acilde bulunmuştum ve baktığım tek kör hasta 3 ay önce bana gelmişti ve onu gördüğümede, göreceğimede pişman olmuştum.
Merhaba, umarım kugumu sevmişsinizdir. Bu arada medya için müzik önerebilirseniz sevinirim. Keyifli okumlar... |
0% |