@sahrakendirci
|
İçimde şehirler yıkılmış gibiydi. Enkazın altında kalan keşke bedenim olsaydı sadece. Ellerimdeki yanmış aşkın son küllerine baktım. Zihnimdeki kadın olduğu yerde defalarca dönmüş, aşık olduğu adamı suçlamış, ona isyan etmiş, hesap sormuş ve ihanetine çoktan bir kılıf uydurmaya başlamıştı bile. İçimde oluşan kargaşa öyle derindi ki ben bile karışamıyordum aralarında geçen tartışmaya. Biri suçlarken diğeri haklı yanlarını savunuyordu. Gözlerimin önünden geçen anıların içinde takılı kalan kalbim ise kenara çekilmiş ve onlara sığınarak avutmaya çalışıyordu kendini. Bin bir parçaya bölünmüş benliğim bunu neden yaptığına karşılık cevabı avuçlarımın arasına bırakıp kenara çekildiğinde kargaşa sonlanmış ve herkes sinesine çekilmişti. Kızamadım ona. Karşısına geçmek istesem de yapamadım bunu. Nasıl yapabilirdim ki. Bir yanım ondan duyacaklarından ölesiye korkuyordu. Biliyordum çünkü. Ben babama ve onun neden olduğu tüm depremlere gözlerimle şahit olmuştum. Ben yıkılan şehrin enkazına annemi gömerek gitmiştim bu şehirden. Cevabını bildiğim hesabı sorgulamak yersizdi. Bunlar olurken ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum. Soğuk kaldırımdaki cansız bedenim ruhsuz gözlerini göğe dikti. Şafak çoktan sökmüş yerini aydınlığa bırakan karanlığa veda eden gökyüzüne bırakmıştı kendini. Öylece gece bitmiş ve gün aydınlanmıştı. Düştüğüm yerde kalmış yenilişimin zaferini kutluyordum. Beni iten kişi yine aynı kişiydi. Kimseye isyan etmeye hakkım yoktu benim. Sırtımdaki soğuk duvar kollarını açmış bedenimi ısıtırken öylece boş gözlerle günün aydınlanmasını izliyordum. Acıyı hissedemeyecek bir evreye ne ara geldim bu sınırı ne zaman geçtim bilmiyorum. Yoğun bir sızı hissettiğim yüreğim acıdan uyuşmaya başlamıştı. Kesik nefeslerim düzene girmişti. Yanaklarıma dökülen yaşlar durmuş yaşadığım şokun vermiş olduğu bir anı yaşıyordum. Karanlığın ardından el sallayan yıldızlar beni terk etmiş ve ben de yönümü kaybetmiştim çoktan. Tek bildiğim hissetmeye başladığımda yaşayacağım acıydı. Bunu yeniden yaşamak istemiyordum. En azından bulunduğum yerde yapamazdım. Zaten yeterince küçülmüştüm daha fazla yerin dibinde kalamazdım. Daha fazla onun sebep olduğu acılara katlanamazdım. Parmaklarım komut almış gibi duvara uzandı. Yukarı kaldırmaya çalıştığım bedenimi dizlerim taşımazken sertçe yere düştüm. Yüzümde ya da içimde gram bir his yoktu. Ne bir acı ne bir hayal kırıklığı. Sonuna geldiğim sınırın farkındaydım. Ve bu sınırı burada geçmeyecektim. Bu sefer insanların beni görmesini istemiyordum. Ellerim tekrar duvara tutunduğunda kollarıma dokunan parmaklar ilk sinir harbimi tetikleyen hareketti. "Dokunma" sert kelime dudaklarımdan çıktığında parmakların sahibi hızla uzaklaştı ve bedenim soğuk zemine tekrar çarptı. Hayır buradan gitmem gerekiyordu. Biraz daha dayan. "Yardım edeyim" üzerime yeniden uzanan ellerin sahibine hızla gözlerimi çevirdim. Maviye çalan gözlerin sahibi kalbimde saplı duran hançeri yerinden oynatmayı başarmıştı. Onu hatırlatmasına izin verme. Yeşil harelerimle çarpışan gözleri şokla dalgalandığında çatılan kaşları ile acıyarak baktı yüzüme. Acınacak haldesin çünkü. Elleri yeniden bedenime uzandığında içimdeki uçurumun kenarından itilecek gibi hisseden kadına engel olamadım. Çoktan kilitli kapıyı kırmıştı. Yeniden. "Dokunma dedim dokunmayın artık bana" sınırın eşiğinde olan ellerim titremeye başlarken hırsla bedenimi kaldırarak ayakta durmaya çalıştım. Bu ilk düşüşüm değildi. İlk defa itmediler seni o kıyıdan. "Bakın iyi gör-" karşımda duran adam konuşmaya başladığında elimi kaldırarak susturdum onu. Çok fazla ses vardı kafamın içinde. "Dokunma yeter." ya da sus. Bedenimi elimde kalan son gücümle hareket ettirdiğimde düşecek gibi olsam da hemen toparladım ve geldiğim yolu yürümeye başladım. Şimdi değil. Birazdan. Biraz daha dayanmalıyız. Nefes almak için açtığım dudaklarıma havayı doldurarak sokaktan çıktığımda düşecek gibi oldum. Ki düştüm de. Dizlerim sert zemine vurduğunda ağzımdan çıkan küfüre engel olmadım. Olmak istemedim. Ellerim betona uzandığında önümde duran ayaklara baktım. Tanıdık gelen hatıra ile başımı kaldırdığımda eskiye nazaran ak düşmüş saçlarında dolandı gözlerim. Kaçamadığın geçmişin yine karşında. "Yine karşılaştık" . İkimizin de gözlerinin önünden geçen altı yıl önceki karşılaşmamız geçtiğine emin olduğum süre boyunca kendime telkin vermeye çalışıyordum. Şuan değil. Sıktığım dişlerimin ardından yerden kalktığımda acı zihnime ulaşmıştı.. Önümden çekilen adamın açtığı kapıya hızla yöneldim. Dayanamıyorum. Altı yıl önce açtığı kapıdan içeri girmeyen vücudum bu sefer yenilmenin zaferiyle boynunu bükmüş ve sessiz anlaşmayı imzalamıştı. Kaçışım ya da sonum yoktu. Araba hareket etmeye başladı. Tırnaklarımı bacağıma gömerek başımı akıp giden yola çevirdim. Sakin ol. "Sen hazır hissettiğinde bana nasıl ulaşacağını biliyorsun" his bulundurmayan sesi ile konuştuğunda ne ara geldiğimizi , kapının ne ara açıldığını anlamadan öylece yüzüne baktım. Emindi. Bu sefer kazanan o olmuştu. Biliyordu. Başımı usulca sallayarak arabadan indiğimde kasılmaktan uyuşan bedenimle öylece eve baktım. Annemi kaybettiğim eve.. .Şimdi bırakabilirsin içinde tuttuklarını. Anahtarı vestiyere bırakırken içimde bıraktığım acı bir çığlık misali dudaklarımdan çıktı. Artık yıkılabilirdim. Kimse yoktu. Elime ilk aldığım annemle gülerken çekindiğimiz fotoğraf olurken bilincim beni terk etmiş kenara çekilmişti. İstediğimiz de bu değil miydi zaten. Zihnimde dolanan kadın kahkahalarla kendini olduğu karanlıktan çıkardı ve tırnaklarını ruhumun tek masum kalan yerine geçirdi. Kalbime... Uzaktan olanları izleyen benliğimle eline aldığı vazoyu aynaya fırlattı hızla. Canım öyle çok yanıyordu ki bu acıyla baş edemiyordum. Zihnime geçirilen prangaların ardından yüreğime de kilit vurulmuş mantık çoktan ikimizi de terk etmişti. Bende katılmıştım bu yenilginin haklı zaferine... Acı içinde tekrar haykırdım, yaşamak değildi bu, ölüm de değildi. Ve lanet olsun ki içimden de koparamıyordum. Titreyen bedenim kaçıncı kez geçirdiğimi bilmediğim nöbetin tekrar başlamasına haberciyken tüm iliklerime kadar yaşadığımı hissettim. Evet lanet olsun ki yaşıyordum ve bu acıya dayanıyordum. Beraberdik artık. Salonda kalan son sağlam vazoyu elime aldığımda artık kendimde değildim. Gözlerimin önünden yüzü gitmezken karşımdaki aynaya fırlattım hızla . "Suçlusun sen" zihnimin ardından konuşan kadına hak veren ellerim saçlarıma gittiğinde onları çekmekten zevk aldım. İzlerini silebiliriz. Evet onun okşadığı saçlarımı tek tek koparırsam belki silebilirdim sahte şefkatini. Parçalanmış aynadan görünen bedenime bakındım. Sen buydun işte. Hiçbir değeri olmayan, kullanılmış ve atılmış bir çöptün sadece. Kahkahalar yankılandı salonda. Olduğum yerde etrafa baktım şokla. Ve yerdeki aynanın kırıntısıyla karşılaştığımda korkarak geri adım attım. Zihnimde bir yılan misali kıvrılan kadın çoktan karşıma geçmişti bile. Acımazsızca bir kahkaha daha attığında karşımdaki diğer eşine baktım. Kaç kişiydik biz. Elleri saçlarında umarsızca gülüyordu. Yavaşça sakinleşti kadın, küçümseyici bir bakış attı bedenime. Dudakları alayla kıvrıldı . Yılların içinde bıraktığı nefret çıkmıştı içinden. Ruhsuz gözleri saçlarımdaki ellerime uğradığında ikinci bir kahkaha döküldü dudaklarından. "Sahiden seni sevebileceğini düşündün mü" konuştuğunda göz damarlarım çatlarcasına açıldı. Hayır hayır kafayı yiyordum . "Başka bir kadın için yanındaydı anlamadın mı aptal" acımasız sözleri kulaklarıma çarptığında bulunduğum yere çöktü bedenim. Dizlerimi kendime çekerek yarısı kırılmış aynayı izlemeye devam ettim korkarak. Bunu yapmak istemiyordum. Ben o kadın değildim. Ellerini dudaklarına götürdü ve o da çöktü karşımda. Gözlerinden damlayan yaşlar kan gölüne dönmüştü. O bile inanmış mıydı? Yıkılmış bedeni titreyerek karşımda sallanırken usulca aynaya uzattım parmaklarımı. O kadın , ben miydim? Ellerimden korkan gözleriyle hızla geriye çekildi ve bacaklarına sıkı sıkı sarıldı. Biraz önceki vahşi halinin yerini saf masumluğa bırakmıştı. Yeşil gözlerinin damarları kan çanağına dönmüştü. "Anneni bile aldılar elinden hala şımarık bir çocuk gibi duracak mısın öyle" fısıltıyla konuşmuştu bu sefer. Sözleriyle içimde oluşan nefrete engel olamadım. Yıllardır kendimle olan savaşı kazanmış ve kaybeden ben olmuştum. Yerde bulduğum cam parçasını defalarca yüzüne geçirdiğimde son çırpınışlarımı yaşıyordum. Beynimin içerisinde dolanan cümlesini susturmak istiyordum sadece. Biraz sussa rahatlayacaktım. Çünkü haklıydı. Ve ben bir korkak gibi gerçekleri kabul etmek istemiyordum. Ben babama bunu yapmak istemiyordum. "Tamay sakin ol " "Tamay geçti abim bana bak" "Ambulansı ara Emre görmüyor musun halini" "Tamay yapma artık" Uzaktan gelen seslerle gözlerimi kırptım defalarca. Bedenime sarılan kollar beni bir yere sabitlediğinde karşımda siluetler görünmeye başladı. Siyah beneklerin ardında puslu bir halde hareket eden insanlar ne olduğunu anlamamı zorlaştırıyordu. O kadın gitmiş miydi? "Geçti güzelim yapma artık" ellerime geçirilen parmakları istemsiz sıkmaya başladım. Ne olmuştu? Geçen neydi? Sislerin ardından daha önce görmediğim bir adam yüzüme baktığında korkarak arkamdaki bedene yaslandım. Ben nerdeydim? "Sakinleşti" arkamdan gelen abimin sesi ile olduğum ana odaklanmaya çalıştım. Gözlerimin netleşmesini bekledim. Kim sakinleşmişti ki? "Hey beni duyuyor musun" karşımdaki adam elini gözümün önünde salladı. Tereddütle kendini gösterdi. "Ben abinin iş arkadaşıyım , korkma tamam mı" Başımı salladım usulca. Söylediklerini anlamakta zorlanıyordum. Önümde geçilmez bir bariyer vardı sanki. Bedenimdeki kollar gevşemeye başladığında tutmayan dizlerim bedenimi taşımazken arkamdaki adam kucakladı bedenimi. Bana ne olmuştu? Bedenim koltuğa bırakıldığında acıdan kasılan bacaklarımla ufak bir inleme çıktı dudaklarımdan. Dayak yemiş gibi ağrıyordu her yanım. Zihnimdeki boşluklar yavaş yavaş dolmaya başladığında gördüklerim canlandı gözlerimin önünde. Acı içinde zihnimin karanlık odalarından birine kendini kilitleyen kadının çığlıkları yankılandı kulaklarımda. Gerçekti. Gözlerimden akmaya başlayan yaşlara engel olamadım. Yüreğim yangın yeriydi ve ben o yangını kendi ellerimle başlatmıştım. Acıya rağmen dizlerimi kendime çekerek başımı yasladım usulca. Ağlamaktan başka çarem yoktu. Zaten olsa da halim yoktu. Ne kadar o halde kalmıştım bilmiyorum. Belki bir saat belki iki saat. Zaman kavramı çoktan yok olmuştu. İhanet en beklemediğim anda vurmuştu beni. En beklemediğim kişiden... "Abim bir şey söyle artık." huzuru bir zamanlar sadece onun kollarında bulduğum adam konuştuğunda başımı kaldırdım ve gözlerine baktım. Gözleri yüzümü taradığında en son yeşillerimde takılı kaldı. Başını eğerek ellerime tutundu çaresizlikle. Parmaklarımın üzerinde hissettiğim yaşla yutkundum sertçe. O da görmüştü sınırı geçtiğimizi. "Ne söyleyeyim" pürüzlü sesim kulaklarına ulaştığında başını kaldırıp gözlerime baktı tekrardan. Nefret bir ateş misali harlanmıştı kahvelerinde. Yüzü demir gibi sertleşirken gözlerindeki katliama şahit oldum. Orada işlenen cinayetlerden biriydi sadece. "Ben keşke daha önceden-" pişmanlık barındıran sesi ile konuşacakken elimi kaldırıp susturdum sertçe. Onun suçu yoktu. Ya da vardı. Bu ne ifade ederdi ki şu saatten sonra? "Tamam . Anladım." gözlerimi eskiden çok güzel dizayn edilmiş salonda gezdirdim. Yemek masasının olduğu yer tamamen dağılmış camlar yere saçılmış vazolar ve fotoğraflar bin bir parçalara bölünmüştü. Bizim gibi. Ben mi yapmıştım bunu? Biz yapmıştık. Olumsuzca salladım başımı. Öfkeyi ilk defa damarlarımda bu kadar net hissetmiştim. Onun ilk defa bana hakim olmasına izin vermiştim. Hissiz bakışlarımı odada olan diğer adama çevirdim. Umursamazca etrafa bakınan gözleri yüzümde durdu ve elini salladı usulca. Yaşananlar ona hiç bir şey ifade etmemiş miydi. Ya da beklediği bir şeydi. "Barbaros bu çok kötü bakıyor " dudaklarını kıpırdatmadan konuştuğunda ifadesizce çektim bakışlarımı üzerinden. İçimde engel olamadığım yangın yerini küllerine bırakmıştı. Tüm bahçelerim yanmıştı. Belki de bir gün önce mutluluğu damarlarında bile hisseden ben, bugün acının esiri olmuştum . Yüzü gözlerimin önünde tekrar canlandığında parmaklarımın ucu hasretle karıncalandı. Ona sarılmak istiyordum. Her şeye rağmen. Omzuna başımı yaslamak ve eşsiz kokusunda soluklanmak istiyordum. Herkese rağmen. Ellerini tutmak ve yanında kalmak istiyordum. O kadına rağmen... Aşk öyle bir anda sarmıştı ki bedenimi istesem de nefret edemiyordum. İstesem de onun hakkında kötü bir söz söyleyemiyordum. Ve en kötüsü onun canı yansın istemiyordum. Kendime rağmen onun yaşamasını , mutlu olmasını istiyordum. Bu ne hastalıklı bir histi böyle . İnsan kendinden çok bir başkasını düşünebilir miydi. İnsan çiçeklerini solduran bir adama bahçesini feda eder miydi. Zihnim çoktan ihanetine kılıflar aramaya başlamıştı bile. Bunu neredeyse bulmuştu da. Başka çaresi yoktu , belki de mecbur kalmıştı ve yapmıştı. Seni bile sınırdan iten baban değil miydi? Evet böyle düşünmek daha basitti. Yine de dedi nefretle bakmaya çalışan kadın başka bir kadın için sana ihanet etmesi acımasızca değil mi? Keşke bunu ailesi için yapmış olsaydı. Keşke bunu başka bir şey için yapmış olsaydı. Keşke beni başka bir kadın için kandırmış olmasaydı. Beynimin içinde dolaşan sesler içimdeki karmaşaya yenilerini eklerken başımı ellerimin arasına aldım. Ne yapmam gerekiyordu? Çoktan kararını vermedin mi zaten? Fısıldayan sesle gözlerimi kapadım hakikate. Vermiş miydim kararımı? Daha önce yapman gereken bir şeydi. Yapmadığın için bu halde değil misin? Sesi tekrardan zihnimde yankılandığında sol gözümden akan yaşı sildi parmaklarım. Geç verilmiş bir karardı. Pişman da olacaktım. Kendime ihanette edecektim. Ama aşkıma etmeyecektim. Ben her şeye rağmen sevdiğim adamın üzülmesine göz yummayacaktım. Bunu yapan kendi baban bile olsa mı? "Evet " gözlerimi açarak verdiğim kararla yerimden kalktım. Tanımadığım ama aslında kim olduğunu bildiğim adama baktım direk. Çünkü abime bakamazdım. "Anlaşmak istiyorum sizinle" kelimeler dudaklarımdan çıktığında yerinden fırlayan abimle geri adım atmaktan son anda döndüm. Üzgünüm gideceğim tüm yollar kapalıydı artık. "Hayır" aksi bir ihtimali kabul etmeyen sesi ile karşımda dikildiğinde gözlerimi kaçırdım gözlerinden . "Tamay hayır dedim . Kendini harcamana izin vermeyeceğim. Bunu aklından çıkar." İçimde biraz sonra söyleyeceklerime üzülen kadını susturdum. Bunu yapmam gerekiyordu ve benim başka hiçbir seçeneğim yoktu. Özür dilerim abi. "Sen bana karışma hakkını çoktan kaybettin. Şimdi çekil karşımdan" acımasızca konuşan kadın ben miydim. Gözlerine baktım sertçe. Yaşadığı hayal kırıklığı ve pişmanlık yüzünden bile okunurken başını onaylamazca sallayarak önümden çekildiğinde derin bir nefes verdim dışarıya. Karşımdaki diğer adam memnuniyetle yüzüme baktı. "Şartları yarın bizim söylediğimiz yerde konuşalım. Doğru bir karar verdin. Her şeye rağmen, inan bana" sözlerinin ardından salondan çıktığında yerde duran fotoğrafa takılan gözlerimle yavaşça ona doğru ilerledim. Bir zamanlar eksikte olsa o neşe ile şarkı söyleyen kıza. Evet benim hayatım aslında acılarla dolu bir roman değildi. Ben Tamay KARAMAN herkesin imrenerek baktığı başarılarla dolu , neşesi ile insanları aydınlatan bir kadındım. Ben annemin kızıydım; kötülükten uzak , içinde sevgi ile yaşayan. Hayır , dedi karanlıkların içinden avuçlarının arasına özgürlüğü bıraktığım kadın. Biz Tamay Hanzade KARAMAN. Annesi babası tarafından sevilmeyerek büyütülmüş, ailedeki ikinci kadının kızı, elleri kanlarla kaplanmış genç kız ...Ve şimdi de ellerini kana bulayan adam yüzünden yüreği kanayan kadın. Biz iyi olan değiliz. Biz şeytanın kızıyız. Biz tüm karanlığın arasında elindeki el feneriyle gökyüzünde yıldızları arayan tarafız. Fotoğrafta gezinen gözlerim öylece annemin yüzünde takılı kaldı. Özür dilerim anne. Senin gibi olmak istememiştim. Kızlar annelerinin kaderini yaşar derdin ya hep doğruymuş sözlerin. Sana her kızdığımda yaşamadan bilemezsin derdin. Haklıydın. Ama ben senin kadar zayıf değilim. Ben sevdiğim adam mutlu olsun diye kendimi bile yakıp küle çevirebilecek bir merhamete sahibim. Ve yine özür dilerim anne bana öğrettiğin gibi kin tutamıyorum içimde. Nefretle bakamıyorum insanların yüzüne, kusamıyorum öfkemi senin gibi. Yoruldum çünkü. Öyle yorgunum ki şuan o toprağın altına yanına kıvrılmak isterdim. Ölümün derin uykusuna yatmak ve orada kalmak. Çünkü cehennemi ölmeden dünyada yaşamaya başladım ben. Senin ve babamın günahlarının bedeli olarak geldiğim bu dünyada yine sizin günahlarınızın kefaretini ödüyorum. Sevmeyin beni artık olur mu. Çünkü sizin sevginiz yakıyor artık beni. "Tamay" içine daldığım hesaplaşma abimin sesi ile kapandığında gözlerimi yüzüne diktim öylece. Belki sabaha kadar bir on yıl yaşlanmış gibi bakıyordu. "Ben seni uyarmak istedim fakat yapamadım biliyorsun kafama göre hareket edemiyorum" fırtınanın ardında bıraktığı meltem rüzgarları esiyordu artık içimde. Öyle sakin öyle sessiz. Kimseyi suçlayamıyordum, sanırım artık kendime bir suçlu da aramıyordum. "Biliyorum." biliyordum evet. Beni belki de koşulsuz şartsız seven biriydi o. Nasıl bilmezdim ki. "Benim öfkem kendime abi, benim hesabım geçmişle" gelecekle bir derdim kalmamıştı artık. Geçmişin yaralarını sarmadan geleceğe gidemiyor muşuz. En azından bunu öğrenmiştim. "Ben gerçekten de sevilebileceğime inanan yanıma kızgınım." İtiraz etmek için aralanan dudakları geri kapandı gözlerimle. "Sen biliyordun" kabullenişi yüzündeki anlamsızlığına yansırken buruk bir tebessüm bıraktım dudaklarıma. "Biliyordum kim olduğunu. Ve bir şey söyleyeyim mi, ben zaten çok daha önceden tanıyordum onu." fısıltım aramızdaki sessiz çığlıkları delerken başını olumsuzca iki yana sallayarak yere bıraktı bedenini. "Neden yaptın bunu" uzattığı bacaklarının yanına bıraktım bedenimi bende onun gibi. "Çok sevdim sanırım." omuz silkerek elindeki yaktığı sigaraya uzandım. Hep merak etmiştim içtiklerinde ne hissettiklerini. İçime çektiğim duman bir ateş misali boğazımı yakıp geçtiğinde verdiği acıyla gülümseyerek öksürdüm. "Tamay, gözümün çiçeği anladım vallahi anladım ben seni hadi kaçırayım seni seç bir ülke yine kendine. Söz veriyorum her şeyi ayarlarım kimseye de söylemem yerini. Ama yapma bunu. Sen bu değilsin." parmaklarımın ucunda duran izmariti alıp evin herhangi bir köşesine attı. Omuzlarımda varlığını gösteren parmakları ile bedenini bana çevirdi hafifçe. "Bu sefer olmaz abi. Bu sefer zarar görecek kişi sadece ben değilim" onun canını yakacaktı. Onu bu kadere mahkum edemezdim. Babam durmazdı. "Söz veriyorum o lavuğu da ben koruyacağım sana söz abim güven bana ama yapma sen bu hayata ait değilsin" belki de ben aittim buraya. Kader hep aynı çarkta dönmüştü benim için. Belki de değildim. Bunu yaşamadan bilemezdik. "Babam durmaz, durmayacak. Bunu biliyorsun." "Devletle anlaşmaya oturuyorsun kızım sen. Kendine gel artık. Geri dönüşü olmaz anlamıyor musun. Kaldıramadığında kaçamazsın Tamay. Çocuk oyuncağı değil bu." aniden öfkeyle yerinden kalkıp kenardaki sehpaya tekme attığında anlayışla nefes verdim dışarı. Ben zaten biliyordum olacakları. "Nereye gideyim ha söyle bana Almayan, Fransa, Danimarka, Fas mı Cezayir mi seç bir yer söyle. Ben altı yılda kaç ülke kaç şehir değiştirdim biliyor musun? Ben bu kaderden ne kadar kaçtım farkında mısın? Ama olmuyor. Anla artık olmuyor. Bu aile için bir tek sen savaşamazsın. Eğer birine ceza verilecek ve o kişi de babam olacaksa artık ben varım. " boğazımda düğümlenen sözler bir bir dudaklarımdan çıkarken hızla salondan çıkarak kendimi evden dışarı attım. Nefesim daralıyordu. Bir zamanlar kahkaha içinde dolandığım İstanbul sokakları dar geliyordu artık bana. Tam bir gün olmuştu , yirmi dört saat olmuştu ben uçaktan ineli. Biliyordu da indiğimi ama aramamıştı hala. Neden arayacaktı ki? Onun için zaten bir kuklaydın. Gerçeklerin acısı bir bir dikenlerini batırıyordu. Hep aramızda olan soğukluğun sebebini kendim sayardım. Ona anlatmadıklarımdan dolayı içinde bir güvensizlik hissi yüzünden bu halde olduğumuzu düşünürdüm. Ne aptaldım ama. Aramıza gizli bir anlaşma vardı her zaman sanki. Onun sınırını ben benimkini de o ihlal etmezdi. Yaşadığımız ilişki bende sevgiye dayalıyken onda tutkunun izlerini taşırdı. Yani öyleymiş. Gözlerinde o kadına bakarken gördüğüm hislerin derinliği içimin en derininden çıkıp bir el misali kalbimi sıktığında olduğum yerde duraksadım. Ben bir kadın nasıl sevilir bilmediğim için mi anlamamıştım bakışlarından. Haksızlık etme diyen yanımla yaşadığımız anılar gözümün önünden tekrar geçmeye başladı. İnsan nasıl olurdu da sevmediği birini öperdi. Nasıl olurdu da onunla kahkaha atıp gece göğsünde yatardı? Sorular o kadar fazlaydı ki. Geçtiğim yolun üzerinde durup İstanbul'un o eşsiz manzarasında gezdirdim gözlerimi. Siktir et dedim kendi kendime. Bugün herkesi siktir et ve kendi yenilişini kutla kızım. Eskiden uğradığım büfeye ilerleyen adımlarım tereddütte kalsa da sonunu düşünmek istemedim yine. Üç ay önceki gibi. Elime aldığım poşetle kendimi sahilin kenarına bıraktım. İnsanların az geçtiği dalgaların kıyıya en çok çarptığı yere. Bacaklarımı suyun serinliğine uzatıp son özgür günümün şerefine bir yudum aldım içecekten. Bugün ölürcesine içip kafamı bulmam lazımdı. Toparlamak için dağıtmak lazımdı. Hiç iyi olmayan psikolojimle kaçıncı şişe olduğunu saymadığım şişeyi de dudaklarımın arasına aldım. "Vay anasını satayım ne oyundu ama. Üç ay tam tamına doksan gün. Sen nasıl dayandın be pezevenk." kelimeler yayvanca dudaklarımdan dökülürken gülmeye başladım birden. "Hadi dayandın bana hadi yaptın bunu da nasıl vicdanın el verdi be adam" hıçkırıp soluklandığımda yan tarafımda oturan iki gence çevirdim gözlerimi. Öylece denize bakıyorlardı. "Valla güzel kaybettik ha alkış tutun bana hadi hadi ne duruyorsunuz alkışlasanıza" halime gülerek alkışlamaya başladıklarında çoktan beni terk eden bilincimle beraber onlara doğru yaklaşmaya çalıştım. Vay anasını ya ne uzaklardı. "Ben size bir şey diyim mi. Gel gel başım dönüyor gelemiyorum ben " gençler gülerek yanıma geldiklerinde biten şişeyi dudaklarıma dayadım ve yerimden kalkıp onları selamladım. " hadi içimden koptu şarkı söylücem size hadi hadi bedavadan iyisiniz haa" yanımıza gelen bir kaç kişide dahil olduğunda ayaklarımla ritim tutturarak şarkı söylemeye başladım. "Yookk biirr siiitemiiim hayıtta her şeeyy kısmeet. Solduu gençklğim ömrüsümü aşkla ziyan ettim" Ne söylediğim anlaşılmayan sözlerim onların kahkahalarla gülmesine sebep olurken belime sarılan kollarla bir anda dünya ters düz olmuştu. Hay ben böyle işin. Çok mu içmiştim. "Sen ne yapıyorsun" özlediğim sesi , aşık olduğum sesi, ah sesi... "Vay be dünyam ters dönmüşken bile sesi geliyor hay ben böyle aşkın ızdırabını " fısıltıya dönüşen küfürüm dudaklarımdan dökülürken sarkan saçlarımı toparlamaya çalıştım. Hayaline bile çirkin gözükmek istemiyordum. Düşüncelerime kıkırdayarak güldüm. Şerefsiz güzel kandırmıştı beni. "Tamay kendine gel artık!" dünya tekrar düzeldiğinde beni tutan kolların sahibine baktım. Hah Cihangir miydi o? "Oooo paşam gelmiş hoş gelmiş aman aman gel buyur şey vereyim sana aa şişelerim yok" olduğum yerde etrafımda dönerek şişe poşetini aradım. Yoktu. Sinirlenerek etraftaki insanlara baktım."Kim çaldı lan benim poşetimi. Sen mi çaldın aç çantanı bakıcam aç be hala konuşuyor " kenardan geçen kadına doğru kolumu sallayarak yürürken kolumdan tutan parmaklar hızla kendine çekti bedenimi. Çok mu sinirli bakıyordu. "İnsanlıkta kalmamış çalmışlar" mırıldanarak başımı göğsüne gömdüm. Yemişim ihanetini anasını satayım. Ben burada öleceğimi bilsem sarılırdım bu adama. "Tamay ne oldu güzelim söyle bana" hah. Hala beni kandırıyordu. Takdire şayan bir oyunculuğu vardı bu adamın. Geri çekilip tebrik etmek istedim onu. Sonuçta beni altı yıl sonra ülkeme döndüren de oydu. Elimi uzatıp ellerini kavrayarak salladım hızlıca. "Vallahi helal olsun. Tebrik ederim seni. Benim bile şu şehre ayak basmamı sağladın ya helal." gözleri değişik bir duygu içinde üzerimde dolandığında kirpiklerimi sıkıca birbirine bastırdım. O bana karşı oyun oynuyorsa bende yapardım bunu. "Tamam gel hadi eve götüreyim seni kendine gel bi" sözleri üzerine bana uzanan kollarını tuttum aklıma gelen şeyle. "Cihaanngir benim poşetimi kim çalmış. İçkim vardı benim birazcık" parmaklarımın ucuyla minik işareti yaparken dudaklarında oluşan anlık gülümsemeyi hayal etmiş olabilirdim. Bilmiyorum. Şuan her şey olmuş olabilirdi. "Gel ben sana bir sürü aldım eve gidelim vericem gel bakalım" "Bir sürü mü" "Evet güzelim bir sürü" "Gerçekten mi" "gerçekten hadi ama Tamay" sinirli sesi ile kendimi küskünce geriye çekip yere oturdum. Kızmıştı bana. O bana kızmazdı. Kıyamazdı ki. "Git sen ben bakarım başımın çaresine" omuz silkerek dizlerime yasladım başımı. Allah Allah sanki ona neyse. Kimsin oğlum sen. "Özür dilerim tamam kızmamam gerekiyordu. Eşeğim ben" önümde büktüğü dizleriyle tepemden baktığında başımı kaldırdım yüzüne. "Eşek değil sen öküzsün" kaşlarımı kaldırıp kızgın halde konuşmaya çalıştım ama iki üç tane vardı karşımda ondan. Adam resmen klonlamıştı kendisini. "Tamay anasını satayım şu İstanbul'da bana öküz diyebilecek bir insan evladı yok ben karşında ne yapıyorum kalk artık yerden" tekrar söylendiğinde gülerek yere bağdaş kurdum. Güçlü bir adamdı doğruydu. "Ben almancıyım baba" her zaman söylemek istediğim replik dudaklarımdan çıktığında dünya yine ters dönmüştü. "Haydaa bak yine dünya ters döndü" Sıcak zemine bırakılan bedenimin etrafına sarılan kollar bir hayal gibi sineme sızdığında sıcaklığa doğru daha da bastırdım bedenimi. Bugün son özgür günümdü. Enseme bırakılan öpücükle biraz daha kıpırdamak istedim yerimde sıcaktı. Kollar beni daha sert kendine hapsettiğinde durup kendimi karanlığa bıraktım. Huzurun olduğu tek yere. Fısıltı kulaklarımın içinden girdiğinde ne olduğunu bile anlamamıştım. "Non ti dimenticherò mai." Boğazımdaki acı tatla yutkunmaya çalıştım. Başım o kadar çok ağrıyordu ki. Yattığım yerden diğer tarafa döndüğümde göz kapaklarımdan içeri girmek isteyen ışıkla bir küfür firar etti dudaklarımdan. Perdeyi açık bırakan elimi... Kirpiklerimi aralayarak ışığı kabul eden yabancı pencereye baktım ruhsuzca. Neredeydim? Aydınlığa alışmak isteyen yanımı duymazdan gelerek ağrıyan başımı tanımadığım odanın diğer yerine çevirdim. Sandalyenin üzerinde bacaklarını uzatmış beni izleyen adamla karşılaşmak belki de hayal edemeyeceğim bir olaydı. Korkuyla yerimden kalkıp oturur hale geçtim. Beni nasıl bulmuştu? İfadesiz yüzü ve sıktığı çenesiyle gerilen bedenime engel olamadım. Ondan korkuyor muydum? Beni tanıyordu ve belki de öğrendiğimi öğrenmişti. Belki de intikamını beni öldürerek alacaktı. Düşünceler bir bir zihnime dolmuş aklımı bulandırırken hareketlenmesiyle geriye doğru kaydım yatakta. Kendine gel . Dizlerine yasladığı eliyle öylece yüzüme baktı. "Bunu neden yaptın kendine" sinirli sesi sakinliğine karışmış bir halde bana ulaştığında yüzünde dolandırdım bakışlarımı anlamayarak. Öğrenmiş miydi? Sessizliğim üzerine yan tarafında bulunan komodinin üzerindeki eşyaları eliyle çarparak düşürdüğünde korkuyla olduğum yere sindim. Onun ellerinden ölmek istemiyordum. "Tamay cevap ver neden o kadar içtin? Ya biri o halde sana bir şey- ya aklıma geldikçe çıldırıyorum seni ne kadar çok aradım haberin var mı? Bir şey oldu sandım." olmamış mıydı zaten. "Gördüğün gibi gayet iyiyim ve kimse de bana bir şey yapmadı" onun gibi ifadesizce cevap veren yanıma dualar ettim. Ve içimde istemediğim bir şey oluştu her şeye rağmen. Benim için endişelenmiş miydi? "Sen ciddi misin şuan. Tamay sen bunu yapmazdın kendine" beni tanırmışçasına konuşması canımı sıktı. Sinirlerimi gerdi. O beni tanıyordu evet çünkü ben tüm şeffaflığımla yaklaşmıştım ona. En azından tüm gerçek hislerimle. "Ben İstanbul'a da gelmezdim sözde ama bak şuan neredeyim" sözlerim bir bıçak misali keskindi. Ona hatırlatmak istedim. Her acıyı göz ardı edip peşinden geldiğimi hatırlatmak istedim. "Sevgilim tamam özür dilerim" sevgilim mi? Kelimesi sahte bir gülüş bıraktı yüzümde. Engel olamadım. Çünkü ben yalandan bir ifade barındıramıyordum yüzümde. "Çok komiksin gerçekten" yataktan kalkmak için hareketlendiğimde üzerimdeki tişörtüne baktım boş boş. Ben ne ara üzerimi değiştirmiştim. "Biliyorum seni buraya gelmek zorunda bıraktığım için sinirlisin. Ama beni neden aramadın ben senin yanında olurdum" "Yanımda olur muydun gerçekten." buz misali yüzüne baktığımda içimde harlanan ateşi söndürmek istedim. Onu kırmak istedim. Parçalara ayırıp hesap sormak. "Ne demek şimdi bu, şüphen mi var" çattığı kaşları ile yüzüme baktığında toparlamaya çalıştım kendimi. "Sinirliyim Cihan" odanın içinde dolanan bakışlarım kapı ile buluştuğunda duş alma ihtiyacı ile oraya yöneldim. İğrenç kokuyordum. Önüme geçen adam parmaklarını belimin etrafından sarıp bedenimi kendi bedenine yasladığında beyaz gömleğinin üstten açık düğmelerinin içinden tenine kaydı bakışlarım. Heyecan yerine gelmişti çoktan. "Özledim" dudakları bir yılan misali kıvrılarak dudaklarıma uzandığında gözümün önüne gelen görüntüyle başımı çevirdim. Midem bulandı. Onu öptüğü dudaklarıyla mı öpecekti beni? Yönünü şaşmadan bu sefer yanağımda gezdirdiği dudakları boynuma doğru inerken tenime batan sakalları ile tırnaklarımı kollarına geçirdim. Etkilenmek istemiyordum. "Duş almam lazım iğrenç kokuyorum" bulanan midemin yanında temasının bıraktığı yakıcı histe birleşince içimdeki arzuyu durdurmak istedim. Onun ölüp bittiğim kokusunu içime çekmek istemiyordum. "Bence kokun hala aynı, eşsiz." boynumda dolandırdığı dudaklarının yerini burnu almıştı . İçine derince nefes çekti. Hapsetmek ister gibi. "Cihangir, çekil" son kalan irademin kırıntısıyla karşı koymaya çalıştığımda parmakları hızla parmaklarımın arasından geçti. Ben olsam sevmediğim birine böyle yaklaşamazdım. Gücüne ve azmine hayran kaldım. Canım yandı. "Tamay , özür dilerim" pişmanlığın sesi kulaklarıma ulaştığında neden özür dileğini anlayamadım. Öyle içten öyle yoğundu sözü. İçimde çoktan iplerini koparmak için savaşan kadını görmezden gelmeye çalıştım. Yapma. Bir defa yenilirsen geri dönemezsin. "Tamam affettim, çekil artık" burnunu gezdirdiği boynumun yerini köprücük kemiğim aldığında orada nefeslendi. "Gerçekten affedebilir misin" aklım çoktan bulanmış, kadın zincirleri koparmış ona doğru koşarken hızla ittim bedenini kendimden. Her şeyi affederdim, onun için gerekirse kendimi de yakardım ama başkasına dokunduğu dudakları ile dokunmasına izin vermezdim. Bu elimde kalan son şeydi. "Bilmem sen affeder miydin " yanından hızla geçip kapıdan içeri girdiğimde tahminimde yanılmadığım için derince nefes aldım. Şükür ki banyoydu. Kapıyı kilitleyen parmaklarımın ardından bedenim kayarken gözlerimden akmaya başlayan yaşlara engel olmadım. Acı öyle güzel gelmişti ki yerine bir de kendime olan saygısızlığımı eklemişti üzerine. Ben kendime ihanet etmiştim. Bunun da üstünü yaşatamazdı kimse bana. Keşke beni sevmesinin bir yolu olsaydı. |
0% |