Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10|SOLUN ARDINDAKİ KARTAL VE KIZ

@saniyesolak

Sellam✨

 

Keyifli okumalar diliyorum❤️

 

🎲🃏

 

YAZARDAN:

 

Gecenin karanlığı zifiri bir örtü misali yalanların üstünü örterken, hurda arabalardan oluşan dağ yığınlarının arasından; son model, lüks bir araç, ona verilen adrese doğru ilerliyordu. Etrafındaki çöpü andıran kirli yığınlara tezat araba kusursuz denecek kadar temizdi. Buraya ait olmadığı her halinden belli oluyordu.

 

Araba bir köşeyi dönüp hurdalığın ıssızlığına doğru karıştı. Sonunda durduğunda arabanın farının aydınlattığı iki beden karşısındaydı. Şoför koltuğunda oturan adam o iki iri bedene bakarken istemsizce gerilmişti ama bu gece buradan sağ çıkacağını bildiğinden kendini rahatlatmaya çalıştı.

 

Kapıyı açıp gecenin serin havasına ilk adımını attığında "Geç kaldın..." diyen robotik bir ses havayı doldurmuş, adamın irkilmesine neden olmuştu.

 

Yüzlerinde kar maskesi olan adamlara baktı, konuşan onlardan biri değildi. Arabanın kapısını kapatıp korktuğunu belli etmemek için dik durmaya çalışırken gözleri arayış içinde üçüncü bir kişiyi arıyordu. "Burayı bulmak o kadar kolay olmadı."

 

Aynı ses yeniden "Geç kaldın." dedi adamın bahanesini göz ardı ederek. Sesi şimdi daha baskındı. Adam ne diyeceğini bilememenin verdiği hisle bocaladı. Böyle bir durumun içine düştüğüne inanamakta hâlâ güçlük çekiyordu.

 

"Sadece on dakika kadar..." dedi adam çaresiz bir çabayla. Derin bir nefes alma sesi doldurdu bu kez alanı. İşte o zaman anlayabilmişti sesin nereden geldiğini, bir hoparlör taşıyordu ona sesi.

 

"O on dakikanın aslında ne kadar uzun bir süre olabileceğini öğrenmek istemiyorsan kapat o çeneni. İstediğim şey hazır mı?"

 

Adamın ense kökünde bir karıncalanma başlarken başını hızla sallayarak onayladı soruyu. "Çanta bagajda." Ardından oda onu bu duruma düşüren soruyu sordu. "Resimler?"

 

Aldığı tek yanıt "Çantayı getir..." olduğunda sıkıntıyla oflamamak için kendini zor tuttu. Önce resimleri almayı tercih ederdi ama kurban olan oydu. Çaresizlik içinde birkaç saniye karşısındaki iki adama baktıktan sonra eli mahkûm arabasının bagajına dolandı. Kapağı kaldırmak için elini uzattığı sırada hoparlördeki ses yeniden yükselmişti geceye doğru.

 

"Eğer ters bir hareket yapmaya kalkarsan, bu yaptığın son şey olur..."

 

Tam o an göğsünde, tam kalbinin üzerinde kırmızı, minik bir nokta belirdi. O nokta yavaşça yukarı doğru tırmanıp tam alnında durduğunda adam kendini yutkunmak zorunda hissetmişti. Bedeninden korkunun ürpertisi geçerken titreyen ellerine baktı. Bu gece ölmeyeceğini düşünmüştü, gerçekten onu öldürmezdi değil mi? O önemli biriydi, basit bir lise öğrencisinin ölümü kadar kolay sıyrılamazlardı bu işten onu öldürürlerse.

 

Derin bir nefesi içine çekip bagajın kapağını kaldırdı. Şu an tutunduğu düşünce buydu, önemli biri olduğu gerçeği...

 

İçinden aldığı çanta ile birlikte doğrulup bagaj kapağını kapattı ve arabanın ön tarafına doğru ilerledi. Adamların bakışları öyle keskindi ki, yüzlerine vuran far ışığından gözlerini net bir şekilde görebiliyordu. Çantayı arabanın kaputuna koydu. "İşte..." diye mırıldandı. "Tam bir milyon dolar... Tıpkı istediğin gibi... Dosya da sorgusuz sualsiz kapandı, resimleri verin ve herkes yoluna gitsin."

 

Yaptığı basit bir hatanın bedelini bu kadar ağır ödeyeceğini düşünmemişti hiç. O hatanın yanlış kişilerin elinde bir koza dönüşeceğini...

 

Adamın sözlerini umursamayan sesin sahibi, "Parayı kontrol edin..." diye bir talimat verdi. Bunun üzerine kar maskeli adamlardan biri öne çıkmış ve arabaya doğru yürümüştü.

 

Adam nefesini tutup ona yaklaşan adamların karşısında gerilememek için üstün bir çaba harcamak zorunda kalmıştı.

 

Çantanın fermuarı açıldı ve içindeki paralar özenle kontrol edildi. Ardından maskeli adam tek kelime bile etmeden çantayı alıp geri yerine döndüğünde bir an ne yapacağını bilememenin hissiyle öylece arkasından bakakaldı. Resimler ne olacaktı?

 

Tam risk alıp bu soruyu yeniden dile getireceği sırada diğer maskeli olan ona doğru gelmeye başladı bu kez. Arkasında olan elini öne doğru getirdiğinde parmaklarının arasındaki sarı zarf gözlerinin önüne serilmiş ve rahat bir nefesi koyvermişti.

 

Maskeli adam elindeki zarfı arabanın kaputuna koydu ve o da yerine döndü.

 

Adam zarfa doğru uzandı. "Resimleri kopyalamadığınıza nasıl güvenec..." Zarfı parmaklarının arasına aldığında bir sorun olduğunu fark etmek sesinin sonlara doğru kırılmasına ve sorusunun yarım kalmasına neden oldu. Olması gerektiği kadar kalın değildi.

 

Biraz önce gelen rahatlama bedenini hızla terk etti. Parmakları aceleyle zarfı yırtarken başını kaldırıp karşısındaki adamlara baktı. Hâlâ bir heykel gibi durmuş onu izleyen adamlara...

 

Açılan zarftan çıkan tek bir resim vardı, hayatının en büyük hatasını yaptığı pek çok geceden birinin günahı... Senelerini vererek inşa ettiği kariyerini tek hamleyle bitirecek belki de onu hapse gönderebilecek bir günah...

 

"On altı yaşındaydı değil mi o kız? Kendi öz kızının okuldan arkadaşıydı?"

 

Hoparlörden çıkan o robotik ses şimdi alaylı bir tondaydı. Adam, fotoğrafı ellerinin arasında buruştururken "Kendi rızası olmayan hiçbir şey yapmadım ben..." diye tersledi sesin sahibini. "Diğer resimler nerede?"

 

Yükselen bir kahkaha sesi alanı doldururken adamın sinirlerinin en uç noktalarına kadar dokunuyordu ve sesin sahibi bunun pek tabii farkındaydı. "Neyse ki Türk adaletinde reşit olmayan bir insanın rızası olup olmadığına bakılmaksızın o çocuğun bacak arasına göz diken herkes istismarcı sayılır. Milletvekili olsan bile... Kendini demir parmaklıkların ardından kurtarmaya gücün yetse dahi, itibarın iki paralık olur, her şeyini kaybedersin. Başta da sana bu hayatı, bu zenginliği ve gücü veren karını..."

 

Kısa bir sessizlik oldu. Adamın elindeki resim artık parmaklarının arasında küçücük kalmıştı. Dudaklarını aralayıp sorusunu yineleyecekken hoparlörden gelen ses yine konuştu. "Resimlerin kopyalanmadığına dair tek güvencen elindeki bir resim. Kopyalanmadı çünkü ihtiyacım yok, elimde fazlasıyla ifşan var hâlâ... Seninle işimin bittiğini düşünmedin ya basit bir cinayetin üzerini kapatıp bir milyon dolar verdin diye..." Arka arkaya üç cıklama sesi doldurdu bu kez alanı. Tüyler ürperten bir tizliği vardı. "Hayır Kayhan Deniz. İşimiz daha yeni başlıyor. Sen bana yardım edeceksin, bende senin sübyancı kimliğinin iğrençliğini kimsenin öğrenmesine neden olan kişi olmayacağım."

 

Burnundan soluyan adam "Böyle anlaşmamıştık..." diye hırladı ileri doğru bir adım atıp ama göğsünde yeniden beliren o kırmızı noktayla olduğu yere çakılmak zorunda kaldı.

 

"Eğer ülke sabaha bir milletvekili cinayeti ile uyansın istemiyorsan kapat çeneni, arabana bin, evine dön ve benden haber bekle. Dediğim gibi işimiz bitmedi, daha yeni başlıyor."

 

Adamın o noktada yapacak hiçbir şeyi kalmamıştı. Burnundan solur bir hâlde arabasına binmiş ve geldiği hızda kaybolup gitmişti geceye.

 

Karanlığın içinde saklanan beden, adam gittikten sonra öne doğru yürüyüp iki adamın ortasında durdu.

 

"Bir yamuk yapmayacağından nasıl bu kadar emin olabilirsin?" diye sordu onun varlığını hisseden adamlardan biri. "Ya bizi ele verirse..." Dik duruşuna rağmen sesi korku doluydu şimdi. Biraz önceki cesaretinden eser kalmamıştı. Burada olmayı istemiyordu, tüm bunlara bulaşmayı... O depodan çıktıktan sonra uzun süre haber almayınca beladan kurtulduğunu sanmıştı, olayı fazla büyüttüğünü... Öyle olmadığını anlaması uzun sürmemişken Ömer'in ölümüyle zihnine kazınmıştı artık. Çok büyük bir belaya bulaşmıştı ve kurtuluşu yoktu. Bir bataklığa saplanmış her geçen an daha da dibe batıyordu. O gün ne demişti yanlarındaki beden? Cehenneme hoş geldiniz... Sözlerinin hakkını veriyordu.

 

(Depo olarak bahsettiği şey, giriş bölümündeki sahne.)

 

"Gücü karısından gelen, sonradan görme hiçbir adam, o gücü kaybedip yeniden sıfır noktasına dönmeyi göze alamaz. Sıfırdan gelen hiç kimse yükselişinin ardından yeniden yere çakılmayı istemez. Ben ne istiyorsam paşa paşa yapacak ve çenesini kapalı tutacak."

 

Sesi öyle kendinden emin çıkıyordu ki... Yanındaki adamlar bir an şaşırdılar ona.

 

"Nyx..." diye mırıldandı sessizliğini koruyan adam. Kadının dudakları memnuniyet ile kıvrıldı. Hayatı boyunca hep Aenean gibi havalı bir lâkabı olsun istemişti. Yükseldiği noktada herkes ona tapsın... Kuzenini bile geride bırakacak bir ün istiyordu kendine. Hangi isim Gecenin Tanrıçası'ndan daha üstün olabilir ve onun karanlığını yansıtabilirdi ki? "Tam olarak bu yüzden favorim sensin biliyor musun?" diye mırıldandı adamın gözlerinin içine bakıp. Başındaki peruk ve yüzündeki maske onun her ayrıntısını gizliyordu. "Adımı telaffuz ediş şeklini seviyorum. Bir erkeğe değil de gerçekten gecenin tanrıçasına seslenir gibi söylüyorsun. Diğerlerinin aksine..."

 

Bu ismi seçerken bir amacı vardı, hem karanlık yanını hem de dişiliğini vurgulayan bir isim istemişti kendine. Bulduğunu sandığında biricik kuzeninin alay dolu gülümsemesiyle karşı karşıya kalmıştı. Ve onun beyazlı arkadaşının...

 

Ve şu an geldiği noktaya baktığında en büyük alkışı onlar hak ediyordu. Alay ettikleri o isim, onun en büyük zırhı olmuştu.

 

"Çetin Aral Bakırcı'nın çemberi daraltması uzun sürmeyecektir. Ali ile Yeşim'i aratmaya başladığından emin..."

 

"Gözüne bu kadar amatör geldiysem neler yapabileceğimin ön gösterimini bizzat üzerinde denemeli miyim?" Ses tonu bir buz kütlesini aratmıyordu şimdi. Hiçbir şey ama hiçbir şey onu küçümsenmekten daha fazla rahatsız edemezdi. Gözünü en yükseğe dikmiş biri için küçümsenmek kabul edilemezdi. Kimsede olmayan bir cesaret vardı onda.

 

Adam anında sus pus olduğunda dudaklarındaki buz kütlesini eritip oraya yeniden kendinden emin gülüşünü yaydı. Göremiyor olmaları o gülüşün orada olduğu gerçeğini değiştirmezdi.

 

"Çetin Aral Bakırcı çemberi istediği kadar daraltsın. Aymar Doğan'a giden nottan sonra ben daima o çemberin dışında kalacağım." Son kez adamın gözlerinin içine bakıp ona arkasını döndü ve karanlık köşesine doğru yürümeye başladı. "Siz de bir aptallık yapmadığınız sürece benimle birlikte o çemberin dışında kalırsınız. Aksi takdirde sonunuz Ömer'den beter olur. Bu işte artık ya benimlesiniz ya da birer ölü..."

 

Karanlık onu tamamen sardığında adamlar artık onu göremiyordu. Şimdi adının hakkını veriyordu işte, karanlığın yuttuğu bedeniyle kendini hiç olmadığı kadar güçlü hissediyordu. Elini kaldırıp yüzündeki maskeyi usulca yüzünden sıyırdığında derin bir nefesi ciğerlerine çekti. Şimdi tüm çıplaklığıyla ait olduğu yerdeydi ve tüm sırrı karanlığın avuçlarında güvendeydi.

 

Herkes onu Niks olarak biliyordu. Lakabını bir erkekmiş gibi söyleyenlerden aldığı bu ilham şimdi oyunundaki en büyük kamuflajıydı. Aymar Doğan'a gönderdiği not ile o kamuflajın içine tamamen saklanmıştı artık. Onlar aramaları gereken kişinin bir kadın olduğunu bilmeyeceklerdi ve o bu oyunda rahat rahat hamlelerini yapabilecekti.

 

"Ayda Aydın..." diye seslendi adamlara doğru son kez. "O kızı araştırın. Aymar Doğan ile ne gibi bir ilgisi var bilmek istiyorum. Onu koruduğuna göre onun için önemli biri olmalı."

 

Nyx...

 

Gecenin Tanrıçası...

 

Gecenin gazabıyla hepsinin üzerine çökerken bundan çok büyük bir zevk alacaktı.

 

🎲🃏

 

AYMAR DOĞAN'DAN:

 

Siyah bir gül...

 

Ve bir kurşun...

 

Zeki kızıma benden bir hediye...

 

Kızımı benden çalana ölüm...

 

Elimde tuttuğum gül ve kurşun ellerimden çekilip alınırken öylece donakalmıştım. Karman çorman olmuş hislerin selinde boğulurken anlamaya çalışıyordum.

 

Kızıma diyordu...

 

Benden bahsediyordu...

 

Kızımı benden çalana diyordu...

 

Özneye Çetin'i koyuyordu...

 

Hayatımızın orta yerine düşen bu adam bizden ne istiyordu? Mantığımın içine sığdığı o çerçeve şimdi darmadağın olmuştu. Beni isteyemezdi, beni istemeye hakkı yoktu. Bana kızım diyemezdi, benim adımı bile ağzına alamazdı.

 

Başım reddettiğim gerçeğin şiddetiyle iki yana sallanırken donuk bakışlarımı Çetin'e çevirdim.

 

Kaskatı kesilmiş bedeniyle bir elinde topladığı notlara kilitlenmişti. Gözlerinde öyle bir ifade vardı ki, tüm dünyayı yakabileceğini düşündüm o ifadeyi turuşturan alevle. Sıktığı dişleri yüzünden gerilen çene hatları belki de hiç olmadığı kadar belirgindi.

 

Aldığı her nefeste burun delikleri genişliyor, sanki boynundaki ve alnındaki damarlar her geçen saniye biraz daha şişiyordu. Bir insanın boynunda atan nabzı görebilmek mümkün müydü? Çetin'in tam şah damarının üzerinde bir kalp gibi atan nabzı görebiliyordum.

 

Parmakları avuç içlerine doğru göçüp gülü, kurşunu ve notları avucunun içinde hapsetti. Gülün dikenleri avuç içlerine batmıştı.

 

"O kızım diyen dilini, bu notu yazan parmaklarıyla beraber söküp ona yedirmezsem bana da Çetin Aral Bakırcı demesinler!"

 

Yeminine mühür basar gibi, dikenin deldiği avucundan bir damla kan damlayıp beyaz parke zemine damladi.

 

Bu andan sonra kıyametin gerçek anlamda kopacağından emindim. Yer yerinden oynayacaktı ve Çetin'i hiç kimse, ben bile tutamayacaktı.

 

Sert soluklarıyla sakinleşmeye çalışırken avucunun içindekileri sıkmaya devam ediyordu. Parmaklarının gevşemediği her an, zemin biraz daha kanıyla kirleniyordu. Avucuna batan gülün dikeni avcunu kanatıyordu ama onun acımayan canı benim kalbimde acıyordu.

 

O cebinden telefonunu çıkarırken ben aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi kapatıp kanayan elini ellerimin arasına aldım. Kehribarlarını üzerimde hissederken usul usul çözdüm parmaklarını. Direnmedi bana. Avucundaki kanıyla boyanmış şeyler yere düşerken dikenlerin battığı noktalardan yeni kan damlaları tomurcuklanmaya başlamıştı.

 

Çetin her kimi aradıysa selam bile vermeden direkt konuya girip "Ali'yi buldunuz mu?" diye sordu.

 

Ali...

 

Ömer bana her ne söyleyecekse onu engelleyen kişiydi Ali. Çetin'e Ali'den bahsettiğim anı anımsadım. Aklında kaldığını düşünmemiştim, dikkat ettiğini... Etmişti.

 

"Bulun Doğu, o iti hemen bulun." Sert sesiyle kurduğu cümleden kiminle konuştuğunu anlamış oldum böylece. "Servisteki piçlerden çok daha fazlasını bildiğinden eminim."

 

O Doğu'yu yeniden dinlemeye koyulurken ben eline odaklanmıştım. Başparmağımla kan tomurcuklarını silip yüzüme doğru yaklaştırdığım avucuna yumuşak bir öpücük kondurdum.

 

Bunun onu sakinleştireceğini biliyordum.

 

Nefesi ağırlaştı usulca. Ardından "Görüntüler tekrar incelendi mi?" diye sordu.

 

Yaralarını usul usul öpmeye devam ederken onun kehribarlarının ağırlığını yüzümde hissedebiliyordum. Bana olan bakışları öyle yoğun oluyordu ki hissetmemek mümkün değildi.

 

"Onuncu kez incelemeniz umurumda mı sence Doğu? Gerekirse yüz kez incelenecek, gözünüzden hiçbir şeyin kaçmadığından emin olun. O kayıtları vermemek için direnmelerinin de bir nedeni olmalı." Kısa bir duraksama... "Hayır adamlara siz dokunmayın, ben geldiğimde kaldığım yerden devam edeceğim. Birilerini temiz bir şekilde dövmeye ihtiyacım var şu an..."

 

Dudaklarımı avucundan çekip ona alttan alttan bakarken istemezce gülmüştüm. Kaç kişinin sinir atma yöntemi birilerini yumruklamak olabilirdi ki? Çetin'inki öyleydi. Baş etmeye çalıştığı öfke sorunları vardı, bu yüzden ekstra bir çabayla sabırlı davranmaya çalışırdı her zaman. Çünkü o gerçekten öfkelendiğinde ciddi anlamda çileden çıkıyordu ve toparlanması zor oluyordu. En azından diğerleri için... Söz konusu sakinleştiren kişi bensem, sağlam bir sekse bakardı sakinleşmesi...

 

"Sorma!" dedi artık Doğu her ne söylediyse. "Siz elinizdekilere odaklanın burada sizlik bir şey yok. Ayrıca artık bana elle tutulur bir şeyle gelin. Bu iş çok fazla canımı sıkmaya başladı çünkü."

 

Başka bir şey söylemeden ve Doğu'nun da söylemesine izin vermeden telefonu kapattı.

 

Parmaklarım avuç içlerini okşamaya devam ederken "Bunlara odaklanmak istemediğim için sormuyordum ama bir gelişme var mı?" diye sormak zorunda hissettim kendimi. Kaçmaya çalışmıştım. Arabamı çaldıklarında ve Çetin devreye girdiğinde olayları tümüyle ona bırakıp kendimi aradan sıyırmaya karar vermiştim ama gelip görün ki bu yanlış bir karardı. Kaçmak sadece ve sadece beni savunmasız bir konuma düşürürdü. Bilgi bir insanın elinde tutabileceği en büyük gücüydü bu hayatta. Tabii kullanmayı bilirseniz.

 

"Duymak istediğinden emin misin?" diye sordu bana doğru yaklaşıp. Şimdi onun eli benim avuçlarımda değil, benim ellerim onun avucundaydı. Boştaki eliyle uzanıp dağınık bir tutam saçımı kulağımın ardına itti. "Seni tüm bunlardan uzak tutmak istiyorum." Gözlerinden bunun için ne kadar istekli olduğunu görebiliyordum. "Keşke seni pamuklara sarıp sarmalasam ve saklasam kalbimin içine, kimse dokunamasa sana orada, kimse incitemese seni."

 

Dudaklarım kıvrılırken ellerinde mayışmak üzereymiş gibi hissettim kendimi. "Bence zaten bunu yapıyorsun..." diye mırıldanırken son derece ciddiydim. "Kalbinden bir koza ördün etrafıma ve beni herkesten ve herşeyden koruyorsun. Üstelik ben o kozanın içinde hiç olmadığım kadar özgürüm, hiç alamadığım kadar rahat nefes alıyorum."

 

Söylediklerim onu yatıştırmadı. Aksine yüz hatları daha da gerildi. Çene kasları bir kez daha gerilirken "Yetmiyor ama..." diye tısladı sıktığı dişlerinin arasından. "Ecdadını siktiğimin pezevengi günün sonunda gelip rahatça senin için benim kızım diyebiliyor, sana hediye gönderip beni ölümle tehdit edebiliyor."

 

Ellerimden birini avucundan çekip, hatları gerginlikle sertleşen yanağına yerleştirdim. Baş parmağım masum bir tavırla tenini okşarken "Onun ne söylediğinin bir önemi yok..." diye mırıldandım. Yoktu, hiç yoktu... İstediği kadar tehlikeli olsun, istediği kadar tehdit etsin; günün sonunda saklanan taraf olduğu sürece korkak biri olmaktan bir adım bile öteye gidemeyecekti.

 

Çetin başını iki yana sallayıp "Elbette var..." diyerek itiraz etti sözlerime. Sözcükler dudaklarının arasından midesini bulandıran bir şeyi tükürürmüş gibi çıkıyordu. "Karşıma çıkacak kadar bile cesareti olmayan bir korkağın sana benim demesinden daha kötü ne olabilir ki Aymar?" Başını iki yana salladı. Şimdi kehribarları yeniden öfkeyle alev alev yanıyordu. "Hayır daha kötüsü var, yedi ceddini siktiğimin piçine o sahiplik ekini yediremiyor olmak... Evet en kötüsü bu. Sıkıysa gelsin bir de benim karşımda senin için kızım desin orospu çocuğu."

 

Dudaklarımı birbirine bastırırken "Sanırım bugünlük küfür kotanı doldurdun..." dedim. "Limitsiz bir kota nasıl dolar onu da bilmiyorum ya..." Küfür diline pelesenk olmuş çıkmıyordu oradan... Neyse diye geçirdim içimden. Onu da böyle kabul etmiştim artık yapacak bir şey yoktu...

 

Yüzünü buruşturdu sözlerimle. "Üzgünüm..." diye mırıldandı. Küfürden hoşlanmadığımı en iyi o biliyordu. Benim maksimum küfür kotam bitche kadardı onunkininse maşallahı vardı. "Ağız alışkanlığı işte. Dil bir kere alışınca bırakamıyor bu meredi."

 

Omuz silkmekle yetindim. "Alıştım artık. Küfür etmek senin için bir nevi terapi gibi..." Derin bir iç çekip konuya yeniden dönmek adına "Eee?" diye sordum. "Bir şey var ki peşime dört tane koruma taktın. Ne oldu?"

 

Çetin bir elini ensesine götürüp sıkıntıyla ensesini ovalarken "Aslında sekiz..." diye homurdandı. Kaşlarım kalktı. Ömer'in vurulduğu an etrafımıza etten bir duvar ören adamları Çetin'in ayarladığını anlamak için dahi olmaya falan gerek yoktu. Ama dört kişi satmıştım, sekiz değil...

 

"Dikkat dağınıklığı ya da yorgunluk gibi bahanelerin ardına saklanamayacaklar. On iki saat arayla, yedi yirmi dört etrafında olacaklar dönüşümlü olarak."

 

Başka bir zaman olsa bunu kabul etmezdim, bana kendimi kafeste gibi hissettirirdi. Ama başka bir zaman olsa... Arabam her zaman gönderdiğimiz servisten çalınmıştı. Birileri okulun duvarına bizi çizmiş ve açık açık bizi tehdit etmişti. Biraz önce de açık bir tehdit mesajı gelmişti.

 

Ve Ömer gözlerimin önünde ölmüştü...

 

Ah bir de bu vardı. O kadar ayrıntının içinde unuttuğum şey...

 

Dosyası kapanmış. Kayıtlara, düğün konvoyundan çıkan kaza kurşunuyla öldü olarak geçmiş.

 

Bunun üzerini bu kadar kolay kapatmış olamazlardı. Düğün konvoyu mu? Oradan geçen bir düğün konvoyu bile yoktu ki... Hem bu kadar hızlı nasıl kapanabilirdi bir dosya? Daha Ömer'in yerdeki kanı bile tam olarak kurumamıştır ki...

 

Derin bir iç çektim. Tehdit her geçen an büyüyor, tehlike de ona oranla artıyordu. Başka zaman olsa kabul etmeyeceğim o korumalar için şu an minnettar hissediyordum. Kendimi daha güvende hissetmemi sağlayacaklardı.

 

"Teşekkürler..." diye mırıldandım. Yanağımı usulca okşarken kehribarlarını kahverengi gözlerime dikti. Lenslerimi çıkaralı çok olmuştu. "Kızar, rahatsız olursun diye düşünmüştüm."

 

Omuz silkmekle yetindim. Elini yüzümden çekip benden bir adım uzaklaştı ve başıyla arkamdaki bir yeri işaret etti. "Bunlar ayak üstü konuşulacak konular değil, hadi git üzerini giyin, saçların için lazım olan neyse al gel. Benim Mülayim ile konuşmam gereken bir şey var. Ondan sonra senin sorularını yanıtlarım."

 

Hâlâ bornozumla durduğumu ancak o zaman fark edebildim ama gitmek yerine yerimde durup Çetin'e bakmaya devam ettim. "Mülayim kim?"

 

Bu kez başıyla işaret ettiği yer dış kapı oldu. "Gündüzleri etrafında olacak ekibin başındaki adam. Hani yüzü yaralı olan..."

 

Şaşırmıştım. "Onun adı Mülayim mi?" diye sorarken bu şaşkınlığı gizleme gereği de görmedim. Yüzüne baktığınızda o adama verilebilecek son isim bile olamazdı Mülayim. Bence şaşırmakta haklıydım.

 

"Evet, neden sordun?"

 

Yüzüme gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına doğru iterken "Şaşırdım sadece..." diye cevap verdim sorusuna. Sonra arkamı dönüp merdivene doğru ilerleyecektim ki aklıma gelen şeyle olduğum yerde durup omzumun üzerinden Çetin'e baktım. O da kapıya doğru dönmüştü.

 

"Çetin..." diye seslenerek bakışlarını yeniden üzerine çektiğimde "Saçlarımı boş verelim." diye mırıldandım. " Onları sabah babama da yaptırabilirim. Bu gece sana bir dövme yapabilir miyim? Taslak olmadan... Doğaçlama..."

 

Malzemelerimin hepsi stüdyomdaydı, elimde yalnızca Çetin'in hediye olarak yeni aldığı, üzerinde adımın yazdığı pembe tabanca vardı. Hata yapma ihtimalim çoktu, mükemmel bir iş çıkardığımı düşündüğüm sürenin sonunda dövmenin tamamlanmış haline baktığımda aslında her şeyi berbat ettiğimi de görebilirdim. Ve Çetin de tüm bunların farkındaydı. Ama tüm bunlar dudaklarına konan şefkat dolu sıcacık gülümsemeye engel olmadı. "Önce saçlarını yaparım..." diye mırıldandı usulca. "Ardından canın ne istiyorsa... Vücudum emrine amade."

 

Yüzümü büyük bir gülümseme kaplarken "Gerçekten saçlarımla uğraşmana gerek yok. Sabah babam halleder..." diye ısrar ettim. Daha önce de çok kez saçlarımı düzleştirmiş bazen de dalgalandırmıştı. Bunu ilk denediği zamanlar daha dün gibi aklımdaydı ve sarı uzun saçlarımla cebelleşmelerini her hatırladığımda ister istemez gülüyordum. Öyle komikti ki... Ama sonra alışmıştı.

 

"Aymar..." diye fısıldadı adımın son hecesini hafifçe uzatarak. Ellerini ceplerine yerleştirmiş, baştan aşağı kışkırtıcı bir tavırla beni süzmüştü. "Saçlarınla oynamaktan daha çok sevdiğim tek şey, sen adımı inlerken içinde olmak."

 

Kanımın ters yöne doğru akışını ve yüzüme tırmanışını hissederken gözlerimi irileştirdim. "Çetin!" derken ben de adının son hecesini uzatmıştım. "Git Mülayim'in yanına, uğraşma benimle." Bazen bu kadar açık ve arsız cümlelerine karşı hâlâ kendimi savunmasız hissedebiliyor ve farkında bile olmadan kendimi utanmış bir halde buluyordum. Açık konuşmayı seviyordu, bense utandığımla kalıyordum.

 

Kızaran yanaklarımla ona bir kez daha arkamı dönüp basamakları tırmanmaya başladığımda "Yanakların kızardığında da çok seksi göründüğünü söylemiş miydim?" diye seslendi arkamdan keyifli bir sesle. Ah, bu adam...

 

Başımı kaldırıp dudaklarımı yoklayan gülüşe izin verirken "Çok konuşma Çetin," diye homurdandım. Gülüşümü ona belli etmemek adına başımı kaldırmıştım. "Odama giremediğine göre, saçlarımı düzleştireceksen eğer seni banyoda bekliyorum."

 

Normalde bu kadar uslu bir adam hiç değildi ama işte birden babamın sözünü dinleyesi tutmuştu. O yüzden de odama girmiyordu.

 

"Bir saat kadar önce seni becermem için yalvardığın banyo mu? Hemen geliyorum."

 

Sabır dilenircesine gülüp odama girdim. Üzerime bembeyaz, deseniz şort ve askılı pijama takımımı giydikten sonra; aynanın karşısına geçtim ve Çetin'e kolaylık olsun diye saçlarıma bakım spreyimi sıkıp güzelce taradım. Yorgun ve renksiz yüz hatlarım fazlasıyla moralimi bozmuştu. Elimdeki tarağı bırakırken gözlerim, gözaltlarımda hafifçe beliren mor halkalardaydı. Yarın sabah sağlam bir makyaj yapmam gerekecekti onları kapatmak için.

 

Tam kalkacağım sırada makyaj masamın üzerinde gözüme çarpan glossla, uzanıp onu aldım. Dolgunlaştırıcı bir glosstu. Eh, en azından doğal bir kızıllık ve parlaklık verecekti dudaklarıma, korkunç gözaltlarımın yanında renksiz oluşu sayesinde sırıtmayacaktı da.

 

Onu dudaklarıma dikkatli bir şekilde sürüp parmaklarımla hafifçe düzelttiğimde kendimi daha iyi hissediyordum. Güzel ve kaliteli bir makyaj malzemesinden daha çok bir kızı ne mutlu edebilirdi ki? En azından beni...

 

Dudaklarım hafif hafif yanmaya başlarken eğilip makyaj masamın alt tarafındaki çekmecesinden saç şekillendiricimi aldım. Banyoya geçtiğimde Çetin oradaydı. Kalçasını lavaboya yaslamış beni bekliyordu. İçeri girdiğimi gördüğünde başını kaldırıp bana baktı. Kehribarlarına yapışan haylaz bir ifade vardı gözlerinde.

 

"Odama girmen her şeyi çok kolaylaştırırdı biliyorsun değil mi?"

 

Cihazın başlığını ayarlarken onun tatlı haylaz bakışlarının aksine benim bakışlarım huysuzdu. Durduğu yerden yanıma doğru gelip arkama doğru geçti ve kollarını belime doladı. Bedenim bedenine yaslandığında üzerimdeki tüm huysuzluk uçup gitmişti ama bunu ona belli etmeden elimdeki cihazla uğraşmaya devam ettim. Isı arayını yapıyordum, hâlâ şekillendiricinin başlıklarını karıştırıyor, ısı ayarını tutturamıyordu çünkü.

 

Omzumun üzerinden başını öne doğru uzatıp yüzüme baktı. "Ben uslu bir adamım bebeğim, kayın pederimin sözünden dışarı çıkamam. Beni odana atmak için ayartmaya çalışma." Yalnızca kaldırdığım tek kaşımla kısa bir an yüzüne bakmakla yetindim. Çok şey anlatıyordu o tek bakış. Çetin'in gülüşü derinleşti, yanağını süsleyen gamzesi daha da belirgin bir hale gelirken kolları sıkılaştı. Her hücrem bu âna minnettardı, kolları benim güvenli limanım, saklı mabedimdi.

 

Şakağıma bir öpücük bıraktı önce, ardından yanağıma doğru yumuşak öpücüklerden bir yol çizdi. Rotasını dudaklarıma doğru çevirdiğinde neyse ki öpemeden başımı geriye doğru çekebilmiştim. Dolgunlaştırıcı gloss sürdüğüm dudaklarım iyiden iyiye yanmaya başlamıştı ve aynaya baktığımda istediğim o kızarıklığı elde ettiğimi görebiliyordum. Hafif parlak duran dudaklarım şimdi doğal bir kızıllıkla süslenmişti ve mükemmel denecek kadar seksi duruyorlardı.

 

"Öpme..." derken amacım Çetin'i uyarmaktı ama o bunu yanlış anladı ve gözleri kısılırken bir eli belimden yukarı doğru kayıp hafifçe boğazıma sarıldı. Açık konuşmak gerekirse, dövmeli parmaklarının boğazımdaki görüntüsü beni tahrik ediyor, parmaklarını boğazıma sardığını hissetmek ise her seferinde nefesimi keserken beni yutkunmaya zorluyordu. İşte onu en çok böyle anlarda öpmek istiyordum.

 

"Beni bu lezzetten mahrum bırakamazsın..." demesiyle dudaklarıma kapanmasının arasında yalnızca bir salise falan vardı. Konuşmama, cümleme devam edip kendimi açıklamama izin vermemişti. Büyük bir iştahla dudaklarıma kapanıp beni tutkuyle öperken tepkisiz kaldım. Bana hiç öyle bakmayın, öpme diyorsam vardı bir sebebi ve bunu o istemişti.

 

Karşılık vermemem üzerine öpüşleri daha da hoyratlaştı. Belime dolanmış olan kolu sıkılaşırken boğazıma sarılı olan eli biraz daha yukarı çıkmış ve çenemi kavramıştı.

 

Tepkisizliğimi kıramayacağını anlamış olacak ki sonunda geriye çekilip çatık kaşlarıyla baktı birkaç saniye yüzüme. "Neden karşılık vermiyorsun?"

 

Hiçbir şey söylemeden, gözlerimi bile kırpmadan yüzüne bakmaya devam ettim. Birazdan geçeceğini bildiğim evrelere karşın hiçbir ifadesini kaçırmak istemiyordum.

 

"Aymar-" diyecek gibi oldu önce ama kaşları çatılırken sustu ve çenemdeki elini çekip dudaklarına dokundu. "Neden dudaklarım yanıyor güzelim?"

 

Gülmemek için kendimi zar zor tutarken boğazımı temizleyip son derece ciddi görünmeye çalışarak "Sana öpme demiştim..." diye mırıldandım. Bakışlarımı aynaya çevirip bir yandan onun yüzünü! tepkilerini izlerken diğer yandan da önlerden aldığım küçük bir tutam saçı makinenin ucundaki minik boşluğa geçirdim.

 

"Aymar dudaklarım yanıyor..." diye homurdandı Çetin. Sesi neler olduğunu anlamaya çalışır gibi çıkıyordu. İki kaşının ortasında derin bir çukur açılmıştı ve bir elini dudağına doğru sallarken benden bir adım uzaklaşmıştı.

 

Düzleştirdiğim tutamı bırakıp bir diğerine geçerken hâlâ kendimi tutuyordum gülmemek adına. Öyle ki alt dudağım dişlerimin arasında ezilmeye başlamıştı. "Söz dinleseydin şu an yanmıyor olurdu Çetin..." diye mırıldandım ilgisiz görünmeye devam ederken. Kaşınan kendisiydi.

 

"Üzgünüm güzelim ama söylediklerinden hiçbir sik anlamıyorum..." diye homurdandı ve hemen yan tarafımdan musluğa doğru eğilip dudaklarını yıkamaya başladı. Bir yandan dudaklarını yıkarken bir yandan da "Bunun seni öpmemle ne ilgisi var Allah aşkına?" diyerek homurdanmalarına devam ediyordu. "Biri dudaklarımın derisini soyuyor sanki! Sikeyim bu da ne böyle?" Çok abartıyordu şu an, o kadar da yakmıyordu o gloss bir kere.

 

Başını kaldırıp aynadan bana baktığında gülme isteğimi bastırmam o noktada imkânsızdı. Benim dudaklarımda pek etkili olmayan gloss, Çetin'in dudaklarını azıcık da olsa şişirmeye başlamıştı bile. Dudaklarımdan bir kahkaha kaçarken elimdeki makineyi bıraktım.

 

Neye güldüğümü anlamak için yüzümde olan bakışlarını kendi yüzüne çevirdiğinde, çehresi dehşetin sarsıntısıyla sallandı. "Sikerler... Bu ne lan?"

 

Aynada olan yönümü ona çevirip gülmeye devam ederken "Sana öpme demiştim çünkü dudaklarıma dolgunlaştırıcı gloss sürmüştüm Çetin." diye açıkladım ona durumu. Onun gözleri bir an olsun aynadaki aksinden ayrılmıyordu. "Tabii sen her zamanki huysuzluğunla beni dinlemedin ve sonuç..."

 

Eliyle dudaklarını çekiştirirken "Dolgunlaştırıcı gloss da ne?" diye sordu. Sesine ekilen siniri algılayabiliyordum. Bana karşı mı yoksa kendine karşı mı seçemiyordum ama kendine karşı olsa iyi olurdu. "İner değil mi bu siktiğimin dudakları?" diye sordu.

 

Acıyı falan unutmuştu, şimdi tek derdi hafifçe şişen dudaklarıydı. Gerçekten abartıyordu, dikkatli bakılmadığında şiştiği belli bile olmuyordu.

 

Boğazımı temizledim hafifçe. İyi bir kız olabilir ve ona gerçeği söyleyip onu rahatlatabilirdim ama biraz eğlenmek varken bunu neden yapacaktım ki...

 

"Çetin..." diye mırıldandım. Gülüşlerimi ve ciddiyetsiz ifadelerimi bir kenarı itip rolüme bürünmüştüm şimdi. "Benim dudaklarımı şu an olduğu haline getiren şey bu... Üzgünüm ama dudakların öyle kalacak. Hatta biraz daha şişebilir." Uzanıp yanağına yerleştirdiğim elimin ardından baş parmağımı alt dudağına yerleştirdim. Dudaklarının acısından mı yoksa söylediklerimin etkisiyle mi bilmem, teni ateşi çıkmış gibi yanıyordu. Sözlerimle irileşen gözlerine ve çehresini saran endişeye bakarken gülmemek için kendimi gerçekten çok zor tutuyordum. Çetin'i bu hâlde göreceğim, kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Şu an yüzündeki ifade her zamanki sert ifadelerine öyle tezattı ki... Ama bu haline de bayılmıştım. Çok komik görünüyordu.

 

"Ciddi misin sen?" derken gözüme hiç olmadığı kadar masum geldi. Genzimdan güler gibi bir ses çıksa da yeniden boğazımı temizleyip tuttum o gülüşü ve ağır ağır başımı salladım. Sonra ciddi bakışlarım çatılı kaşlarının arasındaki derin çukura kaydı. Elim yanaklarından ayrılırken bu kez iki parmağım o derin yarığın üzerinde gezinmişti. "Eh..." diye mırıldandım. Dudaklarımı yoklayan kahkayı dudaklarımı birbirine bastırarak bastırıyordum. "Estetik dünyasına artık sende adım attığına göre... Alnına botoks yaptıralım mı? Bu çukur buradan hiç gitmiyor ve ifadelerini hep çok sert gösteriyor..."

 

Sesim o kadar ciddiydi ki Çetin daha fazla dehşete düştü. Huysuz bir tavırla elimi iterken "Çek patilerini üzerimden güzelim." diye homurdandı bir kez daha. "Zaten dudaklarım davul gibi oldu burada, bunu nasıl indireceğim ben bana onu söyle sen?" Bakışları yeniden aynaya kaymıştı. "Sikeyim..." diye tısladı. "Siktiğimin Doğu'su kırk yıl bununla dalga geçecek şimdi."

 

Pes etmedim... Çakmak çakmak olan gözlerimin radarı bu kez kehribarlarındaydı. Parmaklarımı gözlerinin kenarlarına koyup gözlerini hafifçe çekiştirirken "Bir badem göz ameliyatı yaptırsak." diye mırıldandım. Ardından parmaklarımın uçları çehresi boyunca inip zaten yeterince belirgin olan seksi çene hattına indi. "Bir de jawline dolgusu... Eh, bunları yapınca elmacık kemiklerin de otomatik olarak dolgu isteyecek, onu da hallettik mi mükemmel olacaksın Çetin."

 

"Aymar... Amacın beni çıldırtmak mı Aymar? Eğer öyleyse başardığını bil Aymar..."

 

Cümlelerin sonuna eklenen vurgulu ismim gerçekten sinirlendiğini gösteriyordu... Sonunda tuttuğum gülüşü koyverirken ona doğru sokulup alnımı koluna yaslamıştım. Kehribarlarının ağırlığını yüzümde hissederken kendimi dizginlemek için uğraştım birkaç saniye. Kahkahalarım sessiz gülüşlere dönmeye başladığında alnımı kolundan uzaklaştırıp yüzüne baktım bir kez daha. Gülmekle öfkelenmek arasında bir yerde, her şeye rağmen sıcak bakışlarıyla izliyordu beni. Endişe hâlâ oradaydı, huysuzluk ve karmaşa...

 

"Korkma..." diye mırıldandım "Sadece şaka yapıyordum, birazdan iner dudakların."

 

Üzerine çöken rahatlamayla derin bir nefes alırken omuzları çökmüştü. Bu beni daha çok güldürdü. Her türlü tehlikeli işe bulaşan koskoca Çetin Aral Bakırcı, dudak dolgusundan korkuyordu. Hâlbuki dudakları çok daha öpülesi olmuştu.

 

"Sen niye öyle zımbırtılar kullanıyorsun ki kızım?" diye homurdandı. Birkaç dakika içinde ne kadar da çok homurdanmıştı böyle. "Dudaklarında zaten dolgu yok mu senin? O sikik şey dudağındakini de eritir amına koyayım..."

 

Yüzümü buruşturdum. Homurdanmalarının yanında üç yıllık küfür ihtiyacını da gidermişti.

 

Saç şekillendiricimi bıraktığım yerden alırken gözlerimi devirdim sözlerine. "Alt tarafı dudak dolgunlaştırıcı gloss Çetin... Dudaklarına Meksika acısı sürülmüş muamelesi yapmaktan vaz mı geçsen?" Makineyi ona doğru uzatırken imalı imalı baktım bu kez yüzüne. "Bu kadar çıtkırıldım olduğunu da bilmiyordum ayrıca. Dudaklarım yanıyor diye bir ağlamadığın kalmıştı"

 

Hiçbir şey söylemeden düz bir ifadeyle yüzüme bakıp makineyi elimden aldı ve benim başladığım işe o devam etti.

 

Saçlarımla ilgilenirken sanki dünyanın en önemli şeyini yapıyormuş gibi dikkatliydi. Benim yaptığımdan daha uzun sürüyordu onun yaptıkları ama doğruyu itiraf etmek gerekir benimkinden çok daha düzgün yapıyordu. Ah değerimi bil sevgilim, bir gün işin elinde patlarsa işsiz kalmayacaksın. Kadın kuaförleri seni bu beceri ile havada karada kapar... Bir de sana makyaj yapmayı öğrettim mi tamamdır. Bazen bana oje sürdüğü oluyordu ama makyaj yapma bilgisi bununla sınırlıydı. Malzeme alma konusundaysa inanılmaz iyi diyebilirdim. Eh, bana hediye almaları sağolsun...

 

Birkaç dakikalık sessizlik gittikçe uzarken ve ben aynadaki yansımadan Çetin'in usul usul saçlarımı düzleştirmesini izlerken, yeniden aklıma dolaşan ayrıntılarla yutkunup dudaklarımı araladım konuşmak için.

 

"Ömer'in dosyasını bu kadar kolay nasıl kapatabildiler anlamıyorum. Daha çocuk öleli kaç saat oldu ki?"

 

Çetin düzleştirdiği tutamı bırakıp yeni bir tutam alırken "Rüşvet var işin içinde çok bariz..." diye cevap verdi. "Ortada hiçbir sebep yokken dosyanın savcısı değişiyor. İlk savcının denk gelemediği sekiz görgü tanığı çıkıyor birden ortaya ve hepsi birbirini destekleyen ifadelerle, kamerası olmayan üst sokaktan geçen düğün konvoyundan kurşunların sıkıldığını iddia ediyorlar. O kurşunlar da nasıl bir tesadüfse Ömer'in alnının tam ortasına denk gelmiş işte. Bak sen şu işe..."

 

Kaşlarım çatıldı.

 

"Kaza kurşunu falan değil bu, bildiğin maganda kurşunu... Nasıl geçebilirler bu kadar kolay?"

 

Aklım gerçekten almıyordu. Benim bildiğim açılan dosyaların kapanması yıllar alabiliyordu. Nasıl bir güç, birkaç saat içinde cinayet olduğu çok bariz olan bir dosyayı, elinde şüpheli sıfatında biri bile yokken kapatabiliyordu?

 

"Yani..." diye devam ettim cümlelerime. "Biz şimdi bu olayla ilgili hangi konuda polise gidersek gidelim rüşvetle üzeri kapanır mı?"

 

Çetin yeni bir tutama geçerken "Muhtemelen Işığım..." diye mırıldandı. "Para için ruhunu, şerefini, namusunu satacak o kadar çok piç var ki..."

 

"Yani biz bizeyiz..."

 

"Biz bizeyiz..."

 

Uzanıp boynuma derin bir öpücük kondurdu. Dudakları inmeye başlamıştı. "Güven bana en doğrusu bu... Dört bir yandan aratıyorum. Nereye kadar kaçabilir ki? Bir noktada açık verecek ve ben o an onu yakalamak için orada olacağım."

 

Başımı salladım. Ona güvenmeseydim zaten ilk an Itır Atahan'a her şeyi anlatırdım. Ama zaten anlatsaymışım da hiçbir sonuç elde edemezmişim. Keza Itır Atahan belki de bir saat bile dosyanın savcısı olarak kalmamış ve dosyanın üzerini kapatmak için birileri hazır bekliyormuş.

 

Niks...

 

Ellerinde nasıl bir gücü turuyordu böyle ki koskoca bir savcıyı saf dışı bırakırken adalet sistemini çok kolay bir şekilde yanıltabiliyordu?

 

İtiraf ediyorum, korku her geçen an kendini daha da derine işliyordu.

 

"Peki ya arabamı çalanlar?"

 

Benim prensesime değip onu kirleten yabancı eller de kimdi? Oynadıkları o saçma hamlenin amacı neydi? Çetin bununla ilgili illaki bir ip ucu bulmuş olamk zorundaydı.

 

"Arabanın alındığı an çok net..." diye açıkladı Çetin. "Okulun duvarını boyayan kişilerle aynı kişiler. Ellerini kollarını sallaya sallaya girip, arabayı alıp gidiyorlar. Anahtarlar bilerek arabanın üstünde bırakılmış. Adamlarımı fark eder etmez servisten birkaç kişi kaçmaya çalışmış ama yakalandılar. Söylediklerine göre elektrik posta üzerinden ulaşılmış onlara da. Önce banka hesaplarına bir miktar para yatırılmış, işi tamamladıkları taktirde paranın devamının geleceği söylenmiş. Yapmaları gereken tek şey kapıları açık bırakmak ve arabayı anahtarı üzerinde bir şekilde ortada bırakmak..."

 

Herkesin bir fiyatı vardı demek ki... Sadece bazıları doğru rakamlarla karşılaşmamıştı. Ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Sürüklendiğimiz bu şeyin içinden nasıl en az hasarla çıkacaktık bilmiyordum. Soğukkanlı, eli kolu uzun bir katil vardı karşımızda. Bizden ne istiyordu? Benden ne istiyordu? Çetin'i bırakıp onunla olmamı mı? Ne?

 

"Korkma..." diye fısıldadı Çetin. Şimdi yaptığı işe ara vermişti. Sessiz fısıltısı tam kulağımın dibindeydi, nefesi tenimi okşuyordu. "Korkmuyorum..." diye karşılık verdim. Yalandı. Korkuyordum. Ama en azından Çetin yanımdayken korkunu gölgeleyebiliyordum.

 

"Ellerimin altındasın Işığım, korkunu en saf halinle hissedebiliyorum. İçten içe titriyorsun ve seni huzursuz eden bu şeye karşın ben dünyayı yakmak istiyorum." Kulağımın altındaki hassas noktaya dudağını bastırdı usulca.

 

"O piçi yakaladığımda bana bu korkunu hatırlat. Ben zaten unutmayacağım ama bir de senin ağzından duyayım ki, o herife cehennemin içinde cehennemi yaşatayım."

 

🃏🎲

 

Dövme yapmanın benim için büyük bir tutku olduğunu keşfetmemi sağlayan Çetin'di. Ne zaman sıkılsam, aklımı dağıtmaya ihtiyaç duysam, kendi koluma tükenmez kalemlerle çizdiğim şekiller dikkatini çekmiş ve ilişkimiz başladığında bana aldığı ilk hediye bir dövme tabancası olmuştu. Beraberinde tenini de sunduğunda elimdekilerle ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Onun desteği ile başlayan bu serüven, babamın da katkılarıyla beni bu güne taşımıştı. Pek çok kişiye dövme yapmıştım ama hiçbiri beni Çetin'e yaptıklarım kadar heyecanlandırmıyordu. Özellikle ilk başladığım zamanlar...

Hevesimi kırmamak gibi bir derdi yoktu, kırmak gibi de... Düşüncelerini açıkça ifade ederdi her zaman ve nasıl daha iyisini yapabileceğim konusunda, bana sorduğu sorularla kendimi geliştirmeme yardımcı olurdu. İyi bir öğrenciydim, kolay öğrenir zor unuturdum. Bunu da çabuk öğrenmiştim ve öğrendikçe tabancama daha çok bağlanmıştım. Bir noktada beni en çok mutlu eden eşyam olmuştu.

Yüzlerce dövme yapmıştım şimdiye kadar. Yüzlerce tasarım... Ama şu an içimde hissettiğim heyecan ilk anki kadar tazeydi. Kanada'ya gittiği gecenin sabahında bana resmini attığı kısımda çalışıyordum. Kürek kemiğinin üzerinde...

Zor bir tasarımdı ve bir taslak yoktu. Bir kartal çiziyordum. Ve bir kız... Önümdeki telefonumda kendime ait bir resmim açıktı. Yüzüm Çetin'in sırtındaki yerini almıştı bile çoktan. Başımın hemen üzerine koruyucu bir tavırla kartalın başını kondurmuştum ve kartalın kanatları, omuzlarıma sarılıyordu.

Bu bizdik işte...

Ne kadar süredir burada oturduğumuza dair hiçbir fikrim yoktu. Çetin saçlarımı bitirdikten sonra yeniden salona inmiştik. Ben koltuğa otururken Çetin bacaklarımın arasında yere oturmuştu. O andan itibaren de hiçbir şekilde kalkmamıştık buradan, durmamıştık da. Arada durup tasarımı kontrol ediyor ve yeniden işime dönüyordum ama bu yalnızca birkaç saniyelik duraksamalardı. Babam toplantısını bitirip eve dönmüş, hatta bizim için yiyecek bir şeyler bile hazırlamış, sonra da Çetin'e acıyan gözlerle bakıp odasına çekilmişti. Acıyan gözlerle bakıyordu çünkü dövme sevmiyordu ve sorsan dövmeli bir damat da asla istemezdi. Ama gelin görün ki damat adayını bu hâle getiren kişi bizzat kendi kızı olunca, elinde bir tek karşısındaki adama acımak kalıyordu. Şey belki de acımasının nedeni etrafa saçılmış kan ve mürekkep ile lekelenen mendiller de olabilirdi... Her neyse...

 

Babamın hazırladığı şeyleri henüz gidip yiyememiştik. Risk almak istemiyordum, elim kusursuz bir şekilde çizgileri çizerken durursam bu büyü bozulacakmış gibi hissediyordum. Büyüsü bozulmasın diye konuşmuyor, Çetin'i bile konuşturmuyordum. Tümüyle dövmeye odaklanmış bir haldeydim.

 

En sonunda işimi bitirdiğimde saat gece yarısını çoktan geçmişti. "Bitti..." diye fısıldarken gözümü bile kırpmadan eserime bakıyordum. Kendimi övmek değildi bu ama tek kelimeyle muhteşem olmuştu.

 

"Artık görebilir miyim?" diye sordu Çetin. Sesi meraklı çıkıyordu. Birkaç kez ne çizdiğimi sormuştu ama ona hiçbir şey söylememiştim. Tamamen sürpriz olacaktı.

 

Elimdeki tabancayı ona verip sehpanın üzerine koymasını işaret ederken elimdeki eldivenleri çıkarıp yerdeki peçete yığınının üzerine attım. Bu beşinci eldivendi.

 

Telefonumu alıp, dövmenin resmini çekip görebilsin diye telefonu ona uzattıktan sonra, elime solüsyon şişesini alıp önce ellerime sürdüm ardından dövmenin üzerine. Kulağıma Çetin'deydi, yapacağı yorumu bekliyordum merakla. Dövmenin üzerini streç film ile sarmak yerine sargı bezi ile sarıp bant ile sabitledim sırtına.

 

Hâlâ hiçbir şey söylememişti... İstemsiz gerildim. Beğenmemiş miydi?

 

"Eee?" diye sordum. "Nasıl buldun?"

 

Ona doğru eğilip kollarımı arkasında göğsüne doğru sararken dudaklarımı dövmenin üzerine bastırıp öptüm onu. Sol tarafındaydı, tam kalbinin attığı noktada...

 

"Bunu neden göğsüme yapmadın?" diye sordu usulca. Ses tonunu duyduğumda rahatladığımı hissettim. Beğenmişti... "Bunu tam kalbimin üzerinde taşımalıydım."

 

Dudaklarımı bir kez daha dövmeye bastırdığımda şimdi hızlanan kalbinin atışları dudaklarımı öpüyordu sanki. Bu his, onun kalbini öpmek gibiydi."Zaten kalbinin üstüde taşıyacaksın. Üstelik ben ne zaman sana sarılsam parmak uçlarım hep bu noktayı bulacak. Bizi arkana saklamış olacaksın, kimse bize dokunamayacak."

 

Çizimlerime böyle anlamlar katmayı seviyordum. Özellikle de onun üzerindekilere...

 

Bedenini bana çevirip kehribarlarını gözlerime diktiğinde gözlerinde gördüğüm bir şey ağzımın kurumasına neden oldu. "Bir kartal ha... Senin bakış açından böyle göründüğümü bilmiyordum..."

 

Omuz silktim. Bakışlarım istemsizce, tamamen normale dönmüş dudaklarına kaymıştı. "Nasıl göründüğünü düşünüyordun?"

 

"En yumuşak tarafımı gören sensin... Daha yumuşak, daha zararsız bir hayvan olarak düşünürdüm sanırım."

 

Sözleri gülmeme neden oldu. "Tavşan ya da kedi gibi mi?"

 

Yüzünü buruştursa da başını sallayarak onaylamıştı beni.

 

Solüsyon yüzünden elime antiseptik kokusu sinmiş olsa da bu, uzanıp Çetin'in yüzünü avuçlarımın arasına almama engel olmadı. "Bu tamamen göreceli bir şey ama bana göre hayvanlar aleminin en vahşi ve güçlü hayvanlarının ilk sırasında kartallar var. Pençeleri, kanatları, keskin gözleri ve zekâlarıyla mükemmel avcılar. Aynı zamanda evcilleştirilebiliyorlar. Tabii evcilleştirmeyi bilene..." Gözlerindeki duygular daha da yoğunlaştı. Şimdi orada bir alev yanıyordu, o alevi tanıyordum... "Sen..." diye fısıldadım yüzüne biraz daha yaklaşarak. "Herkesin vahşetinden ve gazabından korktuğu sen Çetin Aral Bakırcı, benim ehlilleştirdiğim bir kartaldan başka bir şey olamazsın."

 

Benim gözümde daha fazlası yoktu ve Çetin, daha azı olamazdı.

 

Hiçbir şey söylemedi Çetin. Yalnızca bir saniye baktı gözlerimin içine ve bana doğru uzanıp dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Bir öpüşmeyi başlatacağının beklentisiyle dudaklarımı aralayacağım sırada geri çekilmesiyle afalladım. Çatık kaşlarımla baktım yüzüne. Ne yapıyordu bu adam?

 

Gözleri dudaklarıma kilitlenmişken bir şey bekliyormuş gibi durdu birkaç saniye. Öpmeye devam etmek istediğini her hücremde hissediyordum. Tek kaşım kalkarken bende onu bekledim.

 

Dudaklarından akan rahatlamayla dolu nefes benim dudaklarıma çarptı. "Acı yok..." diye mırıldandı alaylı bir sesle ve yeniden dudaklarıma kapandı. Banyoda olanlara yaptığı göndermeye karşın gözlerimi devirmeden edememiştim. Yine de öpücüğüne tüm tutkumla karşılık verdim.

 

Geri çekildiğinde ikimiz de nefes nefeseydik. "Hiç gitmek istemiyorum Aymar..." diye fısıldadı alnını alnıma yaslarken. Öpüşürken bacaklarıma yerleşen parmakları, çıplak tenimi okşuyordu yavaşça ama cinselliği çağrıştırmıyordu. Ya da ben burada kalamayacağını bildiğimden öyle hissetmiyordum bilmiyorum. "Tek istediğim kollarımda olman. Ne yapıyor olduğumuzun hiç önemi yok, kollarımda ol yeter." Bıkkın bir nefesi koyverdi. "O siktiğimin yerine gidip o piçlerin hiçbiri ile uğraşmak istemiyorum. Burada yanında kalmak istiyorum."

 

Yanaklarını okşarken güldüm. "Çocuk gibisin..."

 

Bir tek bana çocuk gibiydi.

 

Bir tek banaydı böyle halleri...

 

Çetin Aral Bakırcı bir tek banaydı, sadece bana...

 

🎲🃏

 

Diken üstünde hissettiğim ama sakin geçen günlerin sonunda hafta içini geride bırakmış, sonunda beklediğim güne gelmiştik.

 

Sessizdi.

 

Her şey fazla sessizdi.

 

Ömer'in ölüm haberi büyük bir sükse yaratmıştı okulda ve garip bir şekilde Yeşim ile Ali de ortalarda yoktu.

 

Onlarla ilgili bir tahminim vardı ama düşünmek bile istemiyordum bunu. Bugün değil... Bugün Doğan kardeşlerin günüydü. Yani ben ve Ayda'nın... Tabii yanımızda Betül ve Shila da olacaktı, dörtlü takılacaktık. Onlara önden haber verdiğimde garipseselerde çok üzerinde durmamışlardı. Ne de olsa Aymar Doğan yapıyorsa bir bildiği vardı...

 

"İşte geliyor..." diye mırıldandı Betül, oturduğumuz kafenin kapısından tarafa bakarken.

 

"Hâlâ onun bizimle ne işi olduğunu anlayamadım..." Shila'nın sesi Betül'e nazaran daha memnuniyetsiz çıkıyordu.

 

"Şşttth! Ona soracağım şeyler var benim..." diyerek onu susturdu Betül. Doğu meselesini hâlâ yabana atmadığını anladım. Amansızca içinde bir sevgi büyütüyordu Doğu'ya karşı ama karşılık bulamıyordu. Ve Doğu söz konusu olduğunda da asla bulamayacaktı. Doğu birini sevemezdi, sevse bile sadece üzerdi o kişiyi. Bağlanamazdı kimseye.

 

Bakışlarımı kafenin girişine çevirdiğimde Ayda oradaydı. Üzerinde her zamanki çekimser ifadesiyle, dudaklarında tatlı bir tebessümle bizim yanımıza doğru geliyordu. Üzerinde lacivert pileli bir şort etek ve beyaz bir crop vardı. Şort eteği ile aynı renkte bir kot ceket giymiş, dizlerin kadar gelen beyaz çorapları ve beyaz spor ayakkabıları ile o kadar da kötü durmuyordu. Saçlarını doğal maşalarla dalgalandırmış ve ilk gün gördüğümün aksine az da olsa makyaj yapmıştı. Daha iyi görünüyordu, daha iyi görünüyor olması beni mutlu ediyordu. Dudaklarım hafifçe kıvrılırken arkama yaslandım ve o bize yaklaşırken onu incelemeye devam ettim.

 

Yanımıza geldiğinde bir tutam saçını çekingen bir hareketle kulağının ardına itti. "Geç kaldığım için üzgünüm, yolda bir takım sorunlar oluştu da.."

 

Elimi önemli değil der gibi sallayıp "Lütfen otur..." diyerek karşımdaki sandalyeyi işaret ettim. Benim adım da Aymar Doğan ise, yolda oluşan o sorunun adı Beliz Aydın'dı.

 

Karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Çekingen bakışları Shila ve Betül arasında gidip geliyordu, onlar da Ayda'yı inceliyorlardı. Henüz resmen tanışmamışlardı.

 

"Pekâlâ..." diye mırıldandım ve yaslandığım yerden doğrulup mangolu bubble teamden bir yudum aldım. "Sanırım sizi tanıştırmalıyım... Kızlar bu Ayda, Ayda bunlar da arkadaşlarım Betül ve Shila." Onlar birbirleri ile selamlaşırlarken ben aklımdan bugünün planını bir kez daha geçiriyordum. Sağlam bir alışveriş ve babamın restoranınde yenilecek bir yemek ile babam ve Ayda'nın tanışması...

 

Dudaklarım bir gülümsemeyle kıvrılırken "Ve inanıyorum ki mükemmel bir gün geçireceğiz..." diye mırıldandım.

 

Ama hayat, biz planlar yaparken kendi oyunları ile bizim planlarımızı baltalamasıyla meşhurdu.

 

Bu düşüncemden yalnızca beş dakika sonra oturduğumuz kafeden içeri Selin yanında Ela ve Derya ile içeri girdi. Bir hafta boyunca okulda görmemiştim ve hiç özlemediğimin altını da çizmeme gerek yoktur sanırım.

 

Bir hafta sonra neden en güzel olması gereken günde karşıma çıkmak zorundaydı ki?

 

Burnumdan sert bir soluk dökülürken gözümü bile kırpmadan ona bakıyordum. O da bana... Adımları doğrudan bana doğru gelirken yüzünde kendinden çok emin bir gülümseme vardı. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Üzerinde askeri bir pantolon ve siyah bir crop vardı. Ayağındaki postallarla ve üzerine geçirdiği deri ceketi ile bana özenmeden nasıl da basit ve vasat görünüyordu ama...

 

Tam yanımda durduğunda bir elini masaya yaslayıp o elinden destek aldı ve yüzüme dik dik bakarken "Nasılsın Aymar Doğan?" diye sordu. Sesi fazla canlı çıkıyordu. Son olanlardan sonra olması gerekenden daha canlı...

 

İfadesiz bakışlarımı gözlerine dikip "Mükemmel olduğumu zaten biliyorsun Selin... Ben hep mükemmelimdir. Neden soruyorsun ki?" diye sordum.

 

"Ah..." dedi yapmacık bir tavırla dudaklarını büzerek. "Depresyona falan girmişsindir diye düşünüyordum ama seni iyi görmek güzel. Benim yüzümden bir sorun yaşamanı istemem..."

 

Canımı sıkıyordu. Canımı çok fazla sıkıyor, içimdeki elit kişiliğimi bir kenara itme isteği uyandırıyordu bende.

 

"Depresyona girmesi gereken ben değilim Selin... Sensin. Çetin'in gazabına neredeyse uğrayacak olan sendin. Umutları bir bir kırılan... Bir zavallı olan sendin. Hep sensin."

 

Diğerleri pür dikkat bizi izliyordu. İkimiz arasında yaşanan tartışmalara karışmamaları gerektiğini iyi biliyorlar ve sadece izlemekle yetiniyorlardı. Ela ve Derya'nın yüzündeki alaylı gülüşü görebiliyordum. Betül ve Shila'nın yüzündeki tiksinti ifadesini de...

 

Sözlerimle birlikte yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı ve "Sana bir sır vereyim mi?" diye fısıldadı. Şimdi diğerleri onu duyamıyordu. Tek kaşımı kaldırıp baktım yüzüne. Yine ne saçmalayacaktı acaba?

 

"Bence... Sen benim Çetin'deki yerimi o kadar da hafife alma..."

 

Yemin ederim bir kafede değil de okulda olsaydık o uzun saçlarını ellerime dolamış ve onu parçalamaya başlamıştım bile. Bu pişkinlik nereden geliyordu anlamıyordum.

 

"Yine ne saçmalıyorsun Selin? Senin Çetin de hafife alacağım bir yerin bile yok ki..." dedim ilgisiz bir sesle. Gerçekten bu konuşmaya katlanmak istemiyordum. Tek istediğim ikiz kardeşim ve arkadaşlarımla güzel bir gün geçirmek ve her şeyin planladığım gibi gitmesini ummaktı.

 

Dudakları kibirli bir gülümsemeyle büküldü. "Eğer Çetin'de bir yerim olmasaydı... Çetin Aral Bakırcı bana neden koruma tutsun ki?"

 

Duyduklarımın gerçekliğini sorgulayarak baktım yüzüne. Ne demişti o az önce?

 

Çetin ona koruma mı tutmuştu?

 

Hadi canım oradan... Yalanın da bir boyutu vardı ama söylerken ölçülü söylemek gerekirdi.

 

Dudaklarımdan bir gülüş kaçarken "Şizofreni başlangıcı mı var sende?" diye alay ettim onunla. Hiç bozuntuya vermedi. Aksine yaslandığı yerden doğrulurken son derece neşeliydi. "Doğu Menan'a sor Aymar Doğan... Bakalım o da mı şizofreni!"

 

Ve arkasını dönüp geldiği gibi gitti.

 

Ben mi?

 

Sinir damarlarımın içini yakarken öylece arkasından bakakalmıştım. Yalan söylemiyordu... Doğru söylüyordu... Yalan söylese Doğu'yu ortaya atamazdı, o doğru söylüyordu.

 

Çetin Aral Bakırcı ona gerçekten de koruma tutmuştu. Ve Doğu Menan bunu biliyordu, benden saklamıştı.

 

Benim sevgilim, Senin'e koruma tutmuştu... En yakın arkadaşlarımdan biri bunu benden saklanmıştı.

 

Kendimi ihanete uğramış gibi hissetmem normaldi değil mi?

🎲🃏

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Sizce Aymar ne yapacak? Herkes bunu öğrenmesinden korkuyordu.

 

Ve Betül... Doğu'ya çaresiz bir aşk besliyor ve Ayda'nın varlığından korkuyor. Onların nasıl bir yolu olacak tahmin eden var mı?

 

Bir sonraki bölümde görüşünceye dek hoşçakalın, sağlıcakla kalın❤️ Seviliyorsunuz✨

Loading...
0%