@saniyesolak
|
Sellam😽 Bölüme geçmeden önce oy vermeyi unutmayın❤️ Ve bol bol yorum yapmayı, hepsini büyük bir keyifle okuyorum ve bana motivasyon oluyor❤️ Keyifli okumalar diliyorum umarım beğendiğiniz bir bölüm olur. 🎲🃏 Hatırlıyordum da bundan yaklaşık üç yıl öncesiydi. Büyük görkemli malikânenin kapısının önünde duran taksiden indiğimde yalnızca on beş yaşında bir çocuktum. Kalbimde taşıdığım, kalbimden büyük bir heyecanla bakmıştım o büyük demir kapıya. Üzerimde toz pembe, kot bir tulum vardı. Sarı saçlarım düzgünce taranmış ve maşa yardımıyla dalgalandırılmıştı. İlk kez göreceğim insanlara karşı iyi bir görüntü çizmek istemiştim. İlk kez göreceğim, ailemin diğer parçası için hazırlanmıştım. Şimdi durup baktığımda ne kadar aptal ve acınası göründüğümün farkında olsam da o zaman durum farklıydı. Sonrasında ne mi olmuştu? Kapıdaki güvenlik görevlisi Beliz Aydın'a haber vermiş ve sevgili anneciğim de beni kovmalarını söylemişti. Güvenlik görevlisi de tam olarak bunu yapmıştı. Kalbimin avuçlarında biriktirdiğim tüm heyecan ve umudun kırıklarıyla gözyaşları içinde eve dönerken bir daha asla böyle bir şeye kalkışmayacağıma kendi kendime yemin etmiştim. Unutacağıma... Ve şimdi... O karşımdaydı. Tereddüt ve endişe dolu gözlerle etrafına bakarken her şeyden habersizdi. Öyle çekingen duruyordu ki her an kaçıp gidecekmiş gibi. Ayaklarım istemsizce harekete geçip ondan tarafa doğru yürümeye başladığında bu tamamen refleksle yapılan bir hareketti. İçimdeki onu tanıma, ona yakın olma dürtüsü yeni bir şey değildi, hep oradaydı ama şimdi aynı okul bahçesinde olmak, yüzünü ilk kez kanlı canlı görmek, o isteği daha da yoğunlaştırmıştı. O isteğe karşı gelmek gibi bir niyetim yoktu... Aksine, Beliz Aydın'ın istemediği kadar yakın olacaktım ona. İşe gözlerindeki o ürkek, çekingen bakışları değiştirerek başlayacaktım. Ayrıca o korkunç tarzına da kesinlikle el atmam gerekiyordu. Tanrım, bu kız giyinirken hiç aynaya bakmıyor muydu? Ya da makyajı... Olmayan makyajı... Bu devirde makyaj yapmadan okula gelen kız mı kalmıştı? Aymar Doğan'ın ikiz kardeşi kesinlikle bu kadar vasat görünemezdi, öyle bir şansı yoktu. Sana söz veriyorum sevgili kardeşim, senden ikinci bir ben yaratacağım. Gözlerim üzerindeyken ve ona doğru birkaç adım atmışken bir anda biri arkamdan kollarını boynuma dolayıp bana sarıldı. Kim olduğunu merak etmeme bile gerek kalmadan kulağımın yanında "Günaydın!" diye bağıran kişi Betül'den başkası değildi. Gözlerim Ayda'dan istemeye istemeye çekildi ve zoraki bir gülümseme ifadesiyle Betül'e bakıp "Sana da..." dedim. Şu an bu zırvalıklarla gerçekten uğraşmak istemediğimdendi by ifadem, yoksa onları gördüğüme memnundum. Uzun bir ayrılıktan sonra en yakın arkadaşlarımı özlemiştim. Sadece o an tek istediğim kız kardeşim ile tanışmaktı. Betül'ün kollarından sıyrılıp son kez Ayda'ya baktım. Durmaktan vazgeçmiş olacak ki ana binaya doğru yürümeye başlamıştı. Arkadaşlarıma belli etmeden sıkıntılı bir nefes alıp gözlerimi Ayda'dan çektim ve sırtımı ona döndüm, tanışma başka bir zamana kalmıştı. Yalnız olabileceğimiz bir ana... Betül'ün hemen yan tarafında duran Shila'ya kaydı gözlerim. O günkü görüntülü konuşmadan bu yana konuşmamıştık. Hani şu mesleğimi küçümseyil ayaklar altına aldığı o konuşma... Yaptığı şey sadece mesleğime laf etmek değildi, hayallerime de dil uzatıyordu. Hiçbir girişimde bulunmadan öylece yüzüne baktığımda, bakışlarındaki keskinlik kırıldı ve mahçup bir ifade çıktı ortaya. Ardından bana doğru bir adım yaklaştı. "Özür dilerim Aymar, o gün beni yanlış anladın, gerçekten öyle söylemek istememiştim." diyerek kendini savunmaya çalıştı. Gözleri samimi görünse de sözleri... Derin bir nefes alıp o bana yaklaşmadan elimi kaldırdım ve işaret parmağımı göğsüne bastırıp onu durdurdum. Uzun tırnağımın ucu, gömleğinin üçgen düğmesiyle oynarken "Ben şimdi..." diye girdim söze. Gözlerim bir an parmağımdaydı, diğer ansa Shila'nın gözlerinde. Düğmeyi iki parmağımın arasına kıstırırken "Bu Prada gömleğin, bu küçük düğmesini..." diye devam ettim sözlerime ve düğmeyi hızla çekip kopardım. "Koparsam..." Beklemediği bu hareketim karşısında bir şaşkınlık nidası döküldü dudaklarından. Eli refleksle göğüs kafesinin üzerine kapandı. İri iri açtığı gözleri ile yüzüme bakarken ben dudağımda küçük bir kıvrım ile gözlerimi iki parmağımın arasında duran düğmeye dikip, "Özür dilerim düğmecik, sen beni yanlış anladın, aslında seni koparmak istememiştim." dedim masum çıkan sesimle. Sonra acımasız bakışlarımın hedefi yeniden Shila'nın pürüzsüz yüzü ve iki zeytini andıran koyu renkli gözleri oldu. "Düğme yerine dikildi mi Shila?" Hiçbir şey söylemeyince, cevap beklediğimi belli edercesine tek kaşımı kaldırdığımda başını iki yana sallayarak cevap verdi. Düğmeyi ona doğru uzattım, o düğmeyi alırken "Bir daha sakın hayallerime ve başardığım gerçeklere dil uzatmaya cüret etme, bir dahaki sefere bu kadar yumuşak olmam." dedim uyarı dolu bir sesle. Gözlerinin dolmaya başladığını gördüm ama bu ifadelerimi yumuşatmaya yetmedi. Hayır bu sertliğimin Çetin ile hiçbir ilgisi yoktu. Aşkı, aileyi ve arkadaşlığı birbirinden ayrı tutmayı iyi bilirdim. Başarımın her noktası tırnak izlerimle doluydu ve o izleri kimsenin silmesine izin vermezdim... Ve Shila o gün o izlere dokunmaya cüret etmişti. Derdim tamamen bununlaydı. Avucuna bıraktığım düğmeyle birlikte arkamı dönecektim ki son anda söylemediğim bir ayrıntı ile durup son kez yüzüne baktım. "Ayrıca... Ben yanlış anlamadım Shila, ben yanlış anlamam. Ortada bir yanlış varsa bu senden kaynaklanıyor." Arkamı dönmeden önce gördüğüm son şey iri zeytin gözlerinden kayan iki göz yaşıydı. Ben okula doğru yürürken en başından beri sessizce izleyen Betül "Ben Shila'ya gömlek bulup gelirim yanına." diye seslendi arkamdan. Hiçbir şey söylemeyip sadece izlemekle yetinmişti çünkü konunun benim için ne kadar hassas olduğunun farkındaydı. Bu okuldaki son yılımı artık sorunsuz bir şekilde geçirmek istiyordum. (Sen istiyorsun da bakalım ben izin verecek miyim Aymar dhjzvzkxn) Üniversite sınavına girecek miyim yoksa girmeyecek miyim? Kafamı sadece bununla meşgul etmek, başka hiçbir şey düşünmemek... Ve bu konuda çok şanslıydım çünkü babam ne karar verirsem vereyim destekliyordu. Bir dövme stüdyosu açmak istediğimi söylediğimde ilk başta tedirgin olmadığını söylersem bu yalan olurdu. Ama sonra görmüştü bu işte ne kadar iyi olduğumu, daha da önemlisi ne kadar mutlu olduğumu... Ona da ilk dövmesini ben yapmıştım mesela. Çetin'in beni cesaretlendirmek için hediye ettiği ilk dövme tabancamla... Hâlâ kullandığım pembe bir dövme tabancası... Adımlarım asansöre doğru yöneldi. Önünde biri kız üç kişi kabinin gelmesini bekliyordu. Onları tanıyordum, bu yıl on birinci sınıfa geçen öğrencilerdi. Kız olanın adı Yeşim, çocuklardan birinin adı Ömer, diğerininkiyse Ali'ydi. Kendi aralarında sohbet ederken beni fark etmediklerinde boğazımı temizleyip varlığımı belli ettim. Hızla sohbetleri kesilip bakışları bana dönerken, adı Ömer olanın beni gördüğü an gözlerinin korkuyla irileştiğini gördüm. Tamam okulda öğrenciler benden çekinirdi ama korku da neyin nesiydi? Hızlanan nefes alışverişlerini ve irileşen göz bebeklerini umursamadan bir adım daha yaklaştım ve "Asansör sıranızı almamda bir sakınca yok öyle değil mi?" diye sordum masum çıkması için özen gösterdiğim sesimle. Ali ve Yeşim'in dudakları hoşnutsuzlukla bükülürken Ömer hiçbir şey söylemeden kenara çekilip sırasını verdi. Gözlerim asansörün kaçıncı katta olduğunu gösteren küçük kutucuğa kaydı. İki kat üstümüzdeydi ama önümde hâlâ Yeşim ve Ali duruyordu. Bakışlarım onları bulduğunda ve başım hafif bir açıyla sol omzuma doğru eğildiğinde Ali yolumdan çekilip Yeşim'in kolundan tutarak onu da beraberinde çekmişti. Yeşim'in göz devirdiğini gördüm göz ucuyla. Asansör durdu, kapılar kayarak yana açıldı ama ben kabine girmek için hiçbir harekette bulunmadım. Aksine bu kadar olduğum yerde dururken açık kapıdan dolayı asansörün aynasından görünen muhteşem görüntüme bakıp "Yeşim..." dedim son derece sevecen ama altında tehdit yatan bir sesle. Sarı saçlarıma ve beyaz tenime inanılmaz yakışan mavi lensli gözlerimi aynadaki aksimden çekip Yeşim'e çevirdim. "İçimden bir ses, kantinden bana smoothie almak için çok hevesli olduğunu söylüyor. Yanılıyor muyum?" Gözlerim Yeşim'deyken asansör başka biri tarafından çağırıldı ve kapılar kayarak kapanıp kabin hareket etmeye başladı. Yeşim'in gözlerindeki öfke kıvılcımlarını görebiliyordum, nefretle bakıyordu bana. Bu bakışların sorun olduğunu mu sanıyordu? Elbette değildi, Çetin ile aramdaki ilişki başladığından beri bu bakışlara o kadar alışmıştım ki artık hiç işlemiyordu. Hoş, hiçbir zaman işlememişti ya... Ama sonra bir şey oldu... Aklına bir şey gelmiş gibi gözlerindeki nefret kırıntıları silinip gitti ve yerini keyifli bir ifade aldı. Bir adım öne çıkarken dudaklarına bir gülümseme konmuştu. Sinsiliğin tozuna bulanan bir gülümseme... "Smoothien nasıl olsun Aymar?" diye sorarken sesini masum bir tonda çıkarmaya çalışıyordu ama hayır... Hiç kimse benim kadar iyi oyuncu olamazdı. Kollarımı göğsümde bağlayıp ondan çok daha profesyonel bir şekilde gülümsedim ve "Vazgeçtim..." dedim. Gözleri parladı, gülüşü büyüdü. Tam geriye doğru bir adım atıyordu ki, "Smoothie değil meyveli bubble tea istiyorum, çilekli ve vegan olsun." deyişimle durdu. Gözlerindeki neşeli parıltılar kaybolurken yeniden öfke hakim oldu gözlerine. Dişlerini sıktığını gerilen yüz kaslarından anladım. "Kantinde bubble tea yapmıyorlar..." dedi. Ah bunu elbette biliyordum. "Ama okulun bir alt sokağındaki kafede son derece güzel yapıyorlar." diye karşılık verdim. İtiraz etmek için dudaklarını aralayacak gibi oldu ama konuşmasına izin vermeden, telefonumun ekranını aydınlatıp saati ona gösterdim. "Ve derslerin başlamasına daha var..." Ama asıl gördüğü şey saat değil, ekranımda olan Çetin ve benim resmimdi. Bu onu geri adım atmaya zorladı. Ardından arkasını dönüp çıkışa doğru yürümeye başladı. Dudaklarımdaki gülümseme büyürken, "Sınıfımın yerini biliyorsun..." diye seslendim arkasından. Kimse bana gözlerini deviremezdi... Samimi olmadığım hiç kimse... Gözlerimi Yeşim'den çekip önüme döndüğümde Ömer ve Ali'yi bana bakarken buldum. Aynı anda iki farklı ifadeyle abluka altına alınmıştım; Ali, sinirli bir ifadeyle bakarken, Ömer hâlâ korkuyordu. Hadi ama gözlerinin önünde cinayet mi işlemiştim sanki? Alt tarafı arkadaşını bubble tea almaya göndermiştim, ne bu tavır? "Ne?" diye sordum yeniden masum çıkan sesimle. "Gözlerine sahip çıkamaması onun hatası..." Ali sabır dilenircesine başını çevirip yaslandığı yerden doğruldu ve arkadaşı Ömer'e başı ile bir hareket yapıp diğer tarafa doğru yürümeye başladı ama Ömer, yerinden hareket etmeden öylece yüzüme bakıyordu. Korku dolu ifadesinden bana söylemeye çalıştığı bir şeyler olduğunu sezmem normal miydi bilmiyorum ama yine de sorma ihtiyacı hissettim. "Bana söylemek istediğin bir şey mi var Ömercik?" Yutkundu. Bulunduğum yerden bile görebiliyordum ne denli gerildiğini. Dudaklarını araladı ama o konuşamadan "Yok!" diye çıkışarak araya girdi Ali. Gittiği birkaç adımı da geri dönmüştü. Kaşlarım çatılırken dudaklarımı aralayıp cevap verecektim ama bir ses araya girip beni durdurdu. "Çetin Aral Bakırcı, sevgilisine sesinin bu denli yükseldiğini öğrendiğinde hiç memnun olmayacak Alicik." Bu Doğu'ydu. Omzumun üzerinde arkaya baktım. Okulun büyük kapısından içeri girmiş, bize doğru yürüyordu. Saçları her zamanki gibi dağınıktı ve saçlarının arasına yerleştirilmiş bir güneş gözlüğü vardı. Siyah kot pantolonu, beyaz tişörtü ve omzuna doğru attığı siyah deri ceketi ile her zamanki serseri çocuktu işte. Dudaklarının arasındaki bitmek üzere olan sigaradan son bir nefes çekip izmaritini, duvarda asılı olan okulun amblemine bastırıp söndürdü ve iki parmağının arasına sıkıştırıp çöpe doğru attı. Asla kaçırmazdı bu atışları. Sert bakan gözleri Ali'nin üzerindeyken "Hatta o kadar memnun olmayacak ki ses tellerini bile sökmek isteyebilir." dedi. Tehdidi apaçık ortadaydı. Bakışlarımı Doğu'dan çekip Ali'ye diktim. Biraz önce bana sinirle bakan ve çıkışan çocuk gitmiş yerine kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp korkuyla ciyaklayan bir köpek yavrusu gelmişti. Tek kaşım meydan okumayla kalktı. Sus pustu. Doğu yanımıza gelip kolunu korumacı bir tavırla omzuma doladı. Biliyordum ki Çetin ile aramdaki her şey bitse ve Çetin beni koruyup kollamayı bıraksa bile Doğu daima burada olacaktı. "Eee Ömercik? Aymar'ın sorduğu soruya cevap ver bakalım, ona söylemek istediğin bir şey mi var?" Ömer ve Ali arasında kısa bir bakışma geçti, kısacık bir an da olsa o bakışma metinlerle doluydu. Bir şey kesinlikle vardı. Söyleyeceği şeyi bekledim ama Ömer başını iki yana sallayarak "Yok, söylemek istediğim hiçbir şey yok..." diye cevap verdi. O an... Tam o an... O cevap ondan sökülüp alınsaydı... Her şey çok daha farklı olabilirdi. Onlar yanımızdan ayrılıp koridorun bir köşesinde kaybolurlarken "Kesinlikle söylemek istediği bir şey vardı..." diye mırıldandım. "Elbette..." diye karşılık verdi Doğu düşünceli bir sesle. "Hep söyleyecek bir şeyleri olur ama dile getirecek götleri olmaz." Sözleri beni güldürürken dirseğimi karnına doğru bastırıp "Benim yanımda böyle şeyler söyleme." dedim. Bana gözlerini devirip "Çetin'in ağzı benimkinin sekiz katı bozuk be..." diye deyim yerindeyse çemkirdi bana. Gözlerimi devirip kolunun altından çıkmaya çalıştım ama dirseğini kırıp bana engel oldu. "Ne yalan mı?" Ona alttan alttan bakıp kirpiklerimi kırpıştırırken "Sen kendini Çetin ile bir mi tutuyorsun Doğu?" diye sordum. Bir kez cıklayıp güldü ve göz kırparken "Ben niye kendimi onunla bir tutayım kızım? Kenan Amca en çok beni seviyor, o gitsin kendini benimle bir tutmaya çalışsın." dedi. Sesindeki alay bariz olsa da gözlerindeki babama olan saygısı ve sevgisini görebiliyordum. "Yaptığınız işleri öğrense muhtemelen Çetin'i de seni de kuşbaşı doğrardı. Ya da bonfile... Şimdi karar veremedim." "Bence kesin bonfile yapardı..." diyen bir ses aramıza girdiğinde ikimiz de aynı anda başımızı çevirip sesin geldiği yere baktık, Ekin hemen arkamızdaydı. Doğu'nun boynuma dolanmış olan kolunun gerildiğini hissettim. Omuzumda duran kolu daha da sahiplenici bir hâl alırken "Tabi kalitemizi bildiğinden..." diye karşılık verdi. "Seniyse kullanmaya bile tenezzül etmezdi, artık sakatatlar gibi köpeklere yedirirdi." Ekin, üzerindeki siyah tişörtünde toz varmış gibi göğüs kısmını silkeleyip "Her zamanki gibi yine havandasın Doğu Menan." dedi. Doğu uzanıp asansörün düğmesine basarak asansörü çağırırken "Sende her zamanki gibi yine havamı kirletiyorsun Ekin Erdemit." diye homurdandı. Pekâlâ, birbirlerinden zerre hazetmediklerini daha önce söyledim mi hatırlamıyorum ama zaten sanırım artık söylememe de gerek kalmamıştır. Ekin buna gözlerini devirip karşılık vermedi. Devam ederse Doğu'yu hiçbir kuvvetin durduramayacağını ve hiçbir lafın altında kalmayacağını da biliyordu. Çetin bu gibi laf yarışlarına girmezdi ama Doğu... Onu hiçbir kuvvet susturamazdı. Çocuk gibiydi... Büyük, iri bir çocuk... "Günaydın güzelim." dedi onun yerine bana dönerek göz kırpıp. Bende gülümseyip elimi kaldırarak karşılık verdim. Daha önce de söylemiştim, Ekin benim arkadaşımdı. Doğu hızla elimi indirip diğer elini de gülümseyen dudaklarımın üzerine bastırdı ve kulağıma doğru "Çetin beni ters yatırıp düz siksin mi istiyorsun Aymar?" diye sordu sessizce. Konuşup karşılık vermek isterdim ama ağzımdaki eli bana engel oluyordu. Ekin'in burnundan sert bir nefes verdiğini duydum. Tam araya girmek için bir adım atacaktı ki, "Sadece merakımdan soruyorum Erdemit..." diyerek Doğu onu durdurdu. "Çetin geliyor diye götünün tutuşması falan gerekmiyor mu?" Doğu'nun sözleri Ekin'i durdurdu. Dudakları yarım bir gülümseme ile kıvrılırken tek kaşını kaldırıp gözlerinde küçümseyici bir ifadeyle baktı Doğu'ya. "Bakırcı'nın beni korkuttuğu nerede görülmüş?" diye sordu, sesinden akan özgüven öyle büyüktü ki... Aynı işte, iki büyük rakiptiler ve Çetin'in eli kadar Ekin'in eli de büyüktü. Tek ormanda iki kral gibiydiler. Ne tuhaf... Onlar tek ormanı paylaşmak zorunda kalan iki kralken, ben iki kralla birlikte tüm ormanı parmağında oynatan kraliçe gibiydim. Doğu'nun dudaklarımdaki parmakları bir miktar gevşediğinde kolunun altından çıkmak için yeniden hamle yaptım, bu kez beni zorlamadı. Gözlerim yüzüne kaydığında sert bakışlarıyla Ekin'i resmen ezdiğini gördüm. "En güvendiğin adamlarından birinin, on beş yaşındaki bir kıza mal satarken yakalandığı, Çetin'in en net kuralını çiğnediğiniz noktada görüldü." İşittiğim sözleri bir an algılayamadım. Algıladığımdaysa kabullenmeyi istemedim, vücudum yüksek dozda elektrik yemiş gibi bir hisle sarsıldı. Şaşkınlıkla kırpıştırdığım kirpiklerimin arasından Ekin'e bakarken, "On beş yaşındaki çocuklara mal mı sattırıyorsun?" diye sordum, sesim şaşkınlığın tizliği ile çalkalanıyordu. Ekin'in allak bullak olmuş yüzü Doğu ile benim aramda gezinirken sonunda bende durduğunda "Tabi ki hayır!" dedi net bir sesle. "Yalan söylüyor." O da duyduklarına şaşırmış gibiydi. Bu Çetin'i hâlâ piyasada olmaya zorlayan, en net ve esnetmediği tek kuralıydı. On sekiz yaşından küçük hiç kimseye mal satılamazdı. Daha önce birkaç kez bu vakalara denk gelmiştik. Adamlara ne yaptığını bilmiyordum ama çocukların tedavi olduğundan emin olduğunu ve tedavi masraflarını üstlendiğini biliyordum. Soru işaretleri ile dolu olan bakışlarım, Doğu'yu buldu. Tek kaşını kaldırmış kollarını göğsünde bağlamış bir halde "Yalan mı?" diye soruyordu. Sonra ellerinden birini çözüp çenesini sıvazladı. Gözleri bilginin gücü ile ışıl ışıldı. "Mesut ile en son ne zaman konuştunuz Erdemit?" Ekin'in suratındaki o özgüvenli ve kararlı maskenin önce çatladığına ardından dağılıp etrafa saçıldığına şahit oldum. Bu gerçekleri biraz daha ortaya serdi, Doğu haklıydı. "Ben cevap vereyim..." diyerek devam etti sözlerine Doğu. "Son on iki saatte hiç... Çünkü Mesut'u, bizim depolardan birinde misafir ediyoruz. Dün bizim çocuklar alenen yasağı çiğnerken yakaladı onu." Hissettiğim ne miydi? Pekâlâ hayal kırıklığına uğramıştım. İnsanları zehirlediklerini hazmetmek bile zor olmuştu, çocuklara dokunmadıklarını bilmekti beni rahatlatan. Ekin'in Çetin'den korktuğu için değil, ben rahatsız olduğum için bunu yapmadığını düşünüyordum hep ve şimdi öyle olmadığını görmek hayal kırıklığını da beraberinde getiriyordu. Arkadaşım olarak gördüğüm birinin ihanetine uğramışım gibi hissettiriyordu. "Aymar, yemin ederim haberim yoktu..." dedi bana doğru bir adım atarak. Ama Doğu araya girip onun bana ulaşmasını engelledi. "Koskoca Ekin Erdemit... Sen nasıl patronsun aslanım? Daha kendi adamlarından haberin yok!" Başımı iki yana sallayıp baştan aşağı süzdüm onu. "Beni hayal kırıklığına uğrattın..." Ve arkamı dönüp asansöre doğru yürüdüm. Kapısı kapalı olsa da neyse ki hâlâ bulunduğumuz kattaydı kabin. Ekin Doğu'yu geçmeye çalışıyordu ama Doğu önünde çelikten bir duvar gibi duruyordu. Kabine girdiğimde ifadesiz, bomboş belki de soğuk bakışlarla baktım yüzüne. Telaş çehresini sarmışken bir kez daha Doğu'yu itmeye çalıştı. "Yemin ederim haberim yoktu güzelim, inan bana..." Çetin'e rağmen aramıza örmeyi başardığı o güven duvarının yıkılışını görmekti onu bu kadar telaşa sürükleyen. Telaşlanmalıydı da... Sınıfımın bulunduğu kata basarken "Bu daha da kötü ya..." dedim gözlerinin içine bakarak soğuk bir sesle. "Kim bilir adamların senin ruhun bile duymadan kaç çocuğu zehirlediler... Çetin'in bu konuda ne kadar hassas ve titiz olduğunu biliyorum, senden de aynısını beklerdim." Ve kapılar kapandı. Bir şey söylediyse bile duymadım. Şimdi diyeceksiniz ki yaşın önemi var mı? İnsan insandır... Vardı işte... Yaşın çok büyük bir önemi vardı... Küçük birini kandırmak çok daha kolaydı, manipüle etmek, zehirlemek... Hem fiilen hem zihnen zehirlemek... Yetişkin bir birey, uyuşturucunun beraberinde getirdiği krizlerle bir şekilde başa çıkabilirdi ya da daha fazlasıyla. Ama bir çocuk... Bunu yapamazdı... Uyuşturucunun insanı ne hâle getirdiğini görmüştüm. Ne denli korkunç ve karanlık bir yola sürüklediğini insanı... Hatta birini o yolun sonundaki uçurumdan aşağı atlayacakken çekip almıştım o uçurumun kenarından. Kendi ellerimle... Çok değil sadece bir yıl kadar önceydi... Doğu... Onu bir otel odasında bulduğumda ölmek üzereydi. Uyuşturucu kullanan her insanı bekleyen son, o gün onu kucaklamaya hazırdı. Altın vuruş diyorlardı buna onlar... Zevkle ölüme gitmek... Oysaki yalnızca bir felaket ve acı silsilesinin başlangıcıydı. Ya da bitişi... Bilmiyorum. Tek bildiğim saçmalıktan ibaret olduğu... Neyse ki asansör, kimse tarafından durdurulmadan ineceğim kata geldi. Son sınıf öğrencilerinin olduğu bu kat, diğer katlara nazaran daha sessizdi. Çoğu öğrenci, gelir gelmez sırasına oturmuş ve kafasını test kitaplarının içine gömmüştü. Yaptığım programlı çalışmaya en çok onların bu hallerini görünce şükrediyordum. Kendime asla onlar kadar yüklenmiyordum ama onlardan hep birkaç adım öndeydim. Ders çalışmayanlar da sınıftakileri rahatsız etmemek adına koridorlarda küçük gruplar halinde birbirleri ile sohbet ediyorlardı. Beni gördüklerinde, az da olsa var olan sesler tamamen kesildi, bakışlar bana döndü. Hiçbirini umursamadım, onların bakışları benim için günlük, sıradan bir rutin haline gelmişti. Durup kendi aralarında fısıldaşmaları... Bazen işi daha da ileri boyuta taşıyıp parmakla göstermeleri... Sınıfa girdiğimde sınıf bir kişi hariç boştu. Onu gördüğümde adımlarım durakladı. Ayda buradaydı... Adımlarım sekteye uğradı. Bahçede beni fark etmemişti ama şimdi açık renk olan gözleri bendeydi. Gerginlikle üzerindeki kıyafetin kollarının uçları ile oynarken en arka sırada oturmuş, ne yapacağını bilemeyen birinin acemiliği ile bana bakıyordu. Öyle olması gereken kişi bendim... Onu tanıyan kişi bendim... Tanınmayan, bilinmeyen kişi bendim... Sekteye uğrayan adımlarım düzeldi, duruşum dikleşti. Burada yalnızdık ve istediğim fırsat şu an elimdeydi. Elim kapı koluna gitti, bu anı kimsenin mahvetmesine izin veremezdim. Bu okuldaki herkes biriyle özellikle yeni gelen biriyle samimiyet kurmayacağımı bilirdi, birileri bu ana şahit olursa altını kazmak isteyeceğinden adımın Aymar olduğu kadar emindim. Bu okulda benden nefret eden çok fazla kişi vardı, başı da Selin çekiyordu. Ayda'yı onların önünde açık hedef halinde bırakamazdım. Ona göz önünde çok yakın olmadan onu korumanın bir yolunu bulmam gerekiyordu çünkü kardeşim olduğu öğrenilirse birileri onu rahatsız etmek isteyecekti. Elbette onu bu durumlardan koruyabilirdim ama bir yere kadar... Bir yerde önünde sonunda ona zarar vermenin yolunu bulan birileri olacaktı ve bu göze alamayacağım bir durumdu. Bu okul normal bir okul değildi, bu okul normal öğrencilerin arasına dağılan normal olmayan öğrencilerle doluydu; suç kaydı kabarık, zarar vermekten çekinmeyecek... Kahretsin okulda iki tane uyuşturucu ticareti ve daha fazlasını yapan mafyavari kişiler vardı daha ne diyebilirdim ki? Adımlarım ona doğru ilerlerken onun gerginlikle yutkunduğunu gördüm. Masanın üzerinde olan ellerini kucağına doğru çekti. Tanrım, ürkek bir tavuk gibi duruyordu... Acilen şu ifadelerinden sıyrılması gerekiyordu çünkü kesinlikle katlanılacak gibi değildi. Birilerinin onun benim kardeşim olduğunu bilmesine gerek yoktu, benim biliyor olmam yeterliydi. Hemen önünde duran sıranın üzerine oturup yüzünü inceledim. Birilerinin güzel oluşunu kolay kolay kabullenmezdim ama benim kardeşim çok güzeldi... Ne söylemeliydim? İlk kez konuşacaksak bu ne hakkında olmalıydı? İlk kez kelimelerimin bu denli tükendiğini hissediyordum. Normalde söyleyecek hep bir şeylerim olurdu ama şu an hepsi uçmuş gitmiş gibiydi... O sürekli gözlerini kaçırıyor, bense gözlerimi dikmiş ona bakıyordum. Onu korkuttuğumun farkındaydım, kim olsa korkardı ama elimde değildi. Heyecan kalbimi bu denli sıkarken gözlerime hakim olup da onları Ayda'nın yüzünden çekmek çok zordu. Utanmasam heyecandan titreyecektim. Tam dudaklarımı aralayıp, saçmalayacak bile olsak bir şeyler söyleyecektim ki, "Dur tahmin edeyim..." diye o girdi söze... Bu an... Onun sesini ilk duyduğum an... Neden içimde bir ağlama isteği baş göstermeye başlıyordu? Boğazıma tırmanan o ağlama histerisini hissedebiliyordum. Burnumun direğinin sızlayışını... Hadi ama sen yapay bir burunsun, sızlaman saçma değil mi? "Okulun popüler kızısın ve yeni gelen öğrenciler üzerinde baskı kurup onları ezmeye bayılıyorsun, sıradaki kurbanın da benim?" Söylediklerini algıladığımda gülmem kaçınılmazdı. Çok dizi izliyor ya da kitap okuyor olmalıydı. Ayrıca bakışları ürkek olsa da sesi kesinlikle korkusuz çıkıyordu, bunu sevmiştim. Birbirimizden o kadar da bağımsız değildik demek ki. Apayrı dünyalarda büyüsek de birbirimizden bir şeyler almış olmalıydık. Avucumu sıraya yaslayıp uzun tırnağımla sıranın yüzeyine minik hayali şekiller çizmeye başladım. Alt dudağımı dilimle ağzımın içine yuvarlayıp gülümserken "Okulun popüler kızı olduğum doğru ama yeni gelenlerle işim olmaz. Onları eziklemek ve onlar üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışmak zavallıların işi. Ben bunu eski öğrencilerde yapmayı tercih ediyorum." dedim. Sesim alaylı çıksa da söylediklerim doğruydu. Bu onu rahatlattı, omuzlarının o rahatlamayla çöktüğünü gördüm. Ellerini yeniden kucağından sıranın üzerine kaldırdı. Gözlerim kısa bir anlığına ellerine kaydığında bileğini gördüm. Bileğinin iç kısmında yan yana duran üç küçük beni... Bu, elimin sıranın üzerindeki hareketini durdurdu. Şimdi elini kucağına doğru çeken kişi bendim. Sol bileğimin iç kısmındaki ısıyı hissedebiliyordum. Aynı noktada benim de üç minik benim vardı... "Rahatlamalı mıyım?" dediğini bile sonradan algılayabildim. Gözlerim metaldi ve bileğinde mıknatıs vardı sanki... Bakışlarımı o noktadan ayırmak zor oldu. Ama neyse ki ayırdığımda hiçbir şey olmamış gibi devam edebildim. "Elbette..." dedim dişlerimi göstererek gülümseyip, ardından yavaşça sağ elimi ona doğru uzattım. "Ben Aymar... Aymar Doğan." dedim ve tek kaşımı kaldırıp; sanki adını hiç bilmiyormuş, onu hiç tanımıyormuş gibi cevap vermesini bekledim. Elimi tutup nazikçe sıktığınde heyecandan neredeyse kalbim duracaktı. Böyle mi oluyordu? Hayatımı, onu merak ederek geçirdiğim biriyle karşılaşınca böyle mi oluyordu? Vücudumun da hislerimin de kimyası bozulmuş gibi hissediyordum. O benim ikizimdi... "Ayda..." diye karşılık verdi. "Ayda Aydın." Pekâlâ... Biraz daha yüzüne bakmaya ve elini tutmaya devam edersem hareketlerimi yanlış yorumlaması kaçınılmaz olurdu sanırım. O yüzden yavaşça elimi çekip sıranın üzerinden indim, birazdan öğrenciler de dolmaya başlardı zaten sınıfa. Gözlerim en önde olan sırama kaydı. Onunla yan yana oturmayı isterdim ama beni tanıyan herkes böyle bir hareketi asla yapmayacağımı bilirdi. Bu yüzden bu fikri aklımdan çıkarttım. Bakışlarım yeniden ona kaydığında, şu an oturduğu sırada da oturamayacağına karar verdim çünkü o sıra Selin'indi. Omzumum üzerinden önüme doğru gelen saçımı geriye itip sırtıma akırıtken "Yerinde olsam..." diye girdim söze. Her halükarda Selin'in dikkatini çekecekti zaten ama onun sırasına oturarak bunu erkene çekmenin bir anlamı yoktu. Gözlerimle sınıfı tarıyor, onun için en uygun ve güvenli olacak yeri seçmeye çalışıyordum. Sonra aklıma bir yer geldi, hem bana yakın olacağı hem de güvende olacağı bir yer... "Orada değil," deyip gözlerimle en ön sıranın bir arkasını işaret ettim ve "Orada otururdum..." diye devam ettim sözlerime. Çatılan kaşlarının altından bana soru işareti dolu gözlerle bakıyordu. Bebeksi yüzü fazla masum duruyordu, ki bunu makyajsız oluşuna yoruyordum. Omuz silkip çok da önemli olmayan bir konudan bahsediyormuşum gibi "Oturduğun sıra vizyonsuz bir sürtüğe ait. Kendisi lanet gibidir, bir kere bulaştığın zaman kurtulamazsın." dedim ama konu önemliydi. Çok ısrar edip saçma sapan biri gibi görünmek istemiyordum ama o sıradan kalkması gerekiyordu. Elbette Selin'i o sıradan kaldırabilirdim ama bu hareket, Ayda'yı Selin'in önüne altın tepside sunmak olurdu. Kararsız görünse de adımlarım kendi sırama ilerlediğinde ve minik çantamı sıranın üzerine koyduğumda, işaret ettiğim sıranın hemen arkamda olduğunu görünce oturduğu yerden kalkıp hemen arkama oturdu. Şimdi tek yapmam gereken Doğu'ya mesaj atmaktı. Telefonumu alıp ekranını açarken "Okul hakkında söylenenler..." diye söze girdiğinde gözlerimi telefonumdan kaldırdım. "Doğru mu?" Dudaklarımın köşeleri minik bir gülümseme ile kavislendi. Bakışlarım yeniden telefonun ekranına inerken ve mesajı yazmaya başlarken "Ne söyleniyor ki?" diye sordum. Ne söylendiğini aslında biliyordum ama konu uzasın diye öylesine sormuştum. "Yani..." dedi kısık bir sesle. Tam olarak göremesem de göz ucuyla, ellerini sıranın üzerine koyduğunu ve parmakları ile oynamaya başladığını görebiyordum. "İnternetten araştırdığım kadarıyla pek hoş şeyler söylemiyorlar..." Mesajı göndermeden önce gözlerimi ona çevirip "Suç yuvası mı diyorlar?" diye sordum ve gülüp omuz silkerken "Doğru söze ne denir ki?" diye ekleyip mesajı gönderdim. Mesajda sınıfa geldiğinde sıranda bir kız bulacaksın, gıkını çıkarırsan seni Çetin'e dövdürürüm yazıyordu. "Sen pek suçluya benzemiyorsun ama... Daha çok bir barbie gibisin..." Telefonuma mesaj bildirimi gelse de umursamadan sıranın üzerine koyup yeniden Ayda'ya döndüm. "Şahit olduğum şeylere sessiz kalmam beni suçlu yapar baby... Ama ben barbieden daha güzelim..." Tam bir şey söylemek için dudaklarını aralamıştı ki kapı açıldı ve içeriye nefes nefese bir halde Yeşim girdi. Elinde bubble tea'm ile birlikte... Yüzü kıpkırmızıydı ama sinirden mi yoksa koştuğu için mi bilmiyordum. Ah kimi kandırıyorum ki, tabi ki biliyordum, sinirden bu haldeydi. Ve ben onu daha da sinirlendirecektim. Ayda'nın gözleri de kapıya kaydı. Gördüğü her insanda bakışları biraz daha mı çekingen bir hâl alacaktı gerçekten? Derin bir nefes aldım, pekâlâ Yeşim'i hallettikten sonra bunu da halletmeliydim. Sakin adımlarla sırama kadar gelip bardağı ve pipeti sırama bıraktı ve son kez yüzüme bakıp arkasını döndü. Bekledim. Çıkışa doğru yürümeye başladı ve üçüncü adımı attığında tırnaklarımla sıramda ritim tutarken "Yeşim?" diye seslendim. Dördüncü adımı atamadan durdu ve omzunun üzerinden bana baktı. Bakışlarındaki nefret gözle görülür cinstendi. Telefonumu alıp parmaklarımı ekranda gezdirirken "Giderken bunu da çöpe atar mısın?" diye sordum. Parmaklarım ekranda olsa da bakışlarım ondaydı, telefonu sadece gözümün ucuyla görüyordum. Sözlerimi başta anlayamadı, kaşları çatıldı. Ardından gözleri daha büyük bir öfke seline kapıldı. "Anlamadım?" diye sorarken gözlerindeki öfkenin sesine de aktığını hissettim. Telefonumda aradığım dosyayı açıp resme tıkladıktan sonra telefonu bardağın yanına ekran görünecek şekilde koydum ve dirseklerimi masaya yaslayıp parmaklarımı birbirine geçirdim. Çenemi parmaklarımın üst kısmına yaslarken sevimlice gülümseyip "Gayet basit aslında, senden bu bubble teayi çöpe atmanı istiyorum." dedim. Başı önüne döndü. Omuz hareketlerinden görebiliyordum aldığı nefeslerin şiddetini. Sakinleşmeye çalışıyordu. Bedenini bana doğru çevirdi ve gerisin geri sırama kadar yürüdü. Tam bardağa uzanacaktı ki bardağın yanındaki telefonum dikkatini çekti. Elbette çekerdi, ekranda açık olan şey onun için çok tanıdıktı. Elinin anlık bir titremeyle sarsıldığını gördüm. Gerginlikle yutkundu ve bir anda sinirden korkuya evrilen bakışlarla gözlerimin içine baktı. "Haberimin olmayacağını mı sandın?" diye sordum çenemi ellerimden kaldırıp iç içe geçmiş parmaklarımı çözerek. Hiçbir şey söylemeden öylece yüzüme bakıyordu. O resimle neler yapabileceğimi biliyordu, yapmaktan çekinmeyeceğimi... Uzun sivri tırnak uçlarımı ritmik bir şekilde sıraya vururken "Sana bir soru sorduğum zaman, bana cevap ver Yeşim." dedim sakin bir sesle. Sakindim çünkü güç benim elimdeydi. Güç her zaman tam olarak benim avuçlarımda dururdu, benim olayım buydu. "Aymar ben..." dedi ama devamı gelmedi cümlesinin. Yalnızca "B-ben... Ben..." diye kekelemekten öteye gidemedi. Oturduğum sıradan ayağa kalkıp ona doğru birkaç adım attığımda, korkuyla benim kapattığım mesafeyi geriye adımlayarak yeniden açtı. "Sen..." dedim onun kekelemesinin aksine net ve emin bir sesle. "Benim erkek arkadaşıma çıplak fotoğraflarını gönderdin." Başını iki yana sallarken dolan gözlerinden iki damla yaş yanağına doğru kaydı. "Ayrılmıştınız..." diyerek kendini savunmaya çalıştı. "Selin her yerde Çetin ile yattığını söylüyordu... Ben... B-ben..." İşte bu beni sinirlendirirdi. "Atmayacaksın Yeşim. Ne görürsen gör, ne duyarsan duy... Neye inanırsan inan... Benim sevgilime o aptal resimlerini atmayacaksın. Ne sanıyordun? Sen bunları atınca Çetin koşa koşa sana mı gelecekti?" O an canımı yakan safece tek bir şey vardı. O da göğsümü gere gere Selin'in yalan söylediğini söyleyememek... Doğruluğunu kendi gözlerimle görmüşken bunu yapabilmemin bir yolu yoktu ve bu canımı gerçekten yakıyordu. Hiçbir şey söylemeden öylece gözyaşlarını akıtarak baktı yüzüme. Tam bir zavallı gibi görünüyordu. Telefonumu masadan alıp kalçamı masanın kenarına yasladım ve ekranı onun gözünün dibine soktum. "Bu resimlerle neler yapabileceğimi biliyorsun değil mi?" diye sordum. Gözlerini ekrandan kaçırıp yere çevirdi. "Birkaç dakika içinde, herkesin telefonunun galerisine inmesini sağlayabilirim. Yarın sabah okula geldiğinde tüm duvarları boy boy devasa posterlerinle süslenmiş bir şekilde bulabilirsin." Bu onu daha çok ağlattı. Derin bir nefes aldım. Gözümün önüne gelip kirpiklerime takılan minik bir tutam saçı parmağıma dolayıp onunla oynamaya başlarken "Tanrı aşkına bana anlatsana... Birine nasıl güvenip çıplak fotoğraflarını gönderebiliyorsun? Sana şantaj yapmayacağının bir garantisi var mı? Ya da bu resimleri porno sitelerine satmayacağının? Tanrım... Nasıl bu kadar aptalca hareket ediyorsunuz siz?" Dudakları ağlamasının etkisiyle titrerken gözlerini yerden kaldırıp korkunun katbekat arttığı bakışlarla gözlerimin içine baktı. Ben mi? Ben ifadesiz bir şekilde onu inceliyordum. "N-ne yap-yapacaksın?" Telefonumu indirip ekranını kilitledikten sonra yaslandığım yerden doğrulup masanın üzerindeki bardağı aldım ve ona uzattım. İçindeki buzlar hâlâ duruyordu. Soğuk su niyetine içerdi artık. "Şimdilik hiçbir şey..." dedim dudaklarımda sevimli durduğundam emin olduğum bir gülümsemeyle. O bardağı elimden alırken ekledim. "Ama radarımdasın. En ufak bir yanlışını görürsem canım ne isterse onu yaparım. Şimdi git, gözüm görmesin seni. Gördükçe elitliğimden ödün verip saçını başını yolmak istiyorum çünkü." Gözlerinin beyazı kıpkırmızı olmuşken titreyen ellerini kaldırıp yanaklarını ıslatan göz yaşlarını sildi. Dudakları konuşmak için aralandığında elimi kaldırıp onu durdurdum. "Tek kelime bile etmeye cüret etme Yeşim. Sadece şu sefil varlığını çek gözlerimin önünden." O noktadan sonra hiçbir şey söylemedi Yeşim. Arkasını döner dönmez dudaklarından bir hıçkırık koparken elini ağzına bastırıp koşarak sınıfı terk etti. Kapıda karşılaştığı Doğu'yu bile görmemişti, Doğu kenara çekilmese az daha çarpışıyorlardı. Doğu, giden kızın ardından şaşkınca baktıktan sonra yeniden önüne dönüp koyu kahvelerini bana dikti ve kaşları kalkarken "Daha ilk günden?" dedi sorarcasına. Dudaklarındaki o serseri gülüş varlığını koruyordu. Umursamazca omuz silkip "Çetin'e çıplak resimlerini göndermeseydi o da." dedim. Durup dururken birilerine saldırıp ağlattığım nerede görülmüştü benim? Doğu yine Doğu'luğunu yaptı. Sözlerimle gözleri haylazca parlarken ellerini birbirine sürtüp "Bakayım resimlere?" dedi ciğerin kokusunu almış kedi gibi görünürken. Gözlerimi devirip ona arkamı döndüm ve bir kez daha sırama oturdum. Kısa bir anlığına bakışlarım Ayda'ya kaydı. Sessizce oturduğu sırasından masum bakışlarla bizi izliyordu. Elleri sıranın üstündeydi ve üzerindeki badinin kollarının uçlarıyla oynuyordu. O an bileğinin iç kısmındaki üç minik beni yeniden görmek istedim nedensizce. Ama tabi ki gerçekleştiremeyeceğım bir istekti bu. Doğu'nun gölgesi üzerime devrildiğinde ancak çekebildim bakışlarımı Ayda'dan. Kahverengi gözleri bir benim bir Ayda'nın üzerinde gezindi önce, ardından benimkinde sabitlendiler. Göz bebeklerinden akan soru işaretlerini görebiliyordum. Attığım mesaja ne cevap verdiğini bilmiyordum ama itiraz etmediğinden emindim. Sadece gözlerimi dikip ona bakmam yetti anlamasına ve hiçbir şey söylemeden sakince Ayda'nın yanındaki boşluğa bıraktı kendini. Gözlerim Ayda'ya kaydı. Doğu'nun yanına oturmasıyla gerildiğini net bir şekilde fark ettim. Biraz daha duvar dibine doğru kaydıktan sonra ellerini kucağına indirip başını eğdi. Onu rahatlatacak bir şeyler söylemek istedim, gerilmesini gerektirecek bir şey olmadığını söylemek... Bunu yapmak için dudaklarımı da araladım aslında ama sınıfın kapısından giren beden susmama neden oldu. Selin, üzerine lacivert eşofman takımını giymiş, saçları ıslak bir halde girmişti sınıfa. Dudaklarım kıvrıldı. Özene bezene hazırladığı pembe kombini suratında patladığı için eminim ki çok üzülmüştü. Aman ne acı... Nefret dolu bakışları doğrudan benim üzerimdeyken, hemen arkamda oturan Ayda'yı da fark etmesi uzun sürmedi. Onu gördüğünde nefreti dağılmış yerini keyifli bir ışıltı almıştı. Sıkılıp parçaladığı oyuncağının ardından, yeni bir oyuncağa sahip olmuş yaramaz, küçük, kötü bir kız çocuğunun gözlerindeki parıltıydı bu. Aymar Doğan engeline takılacağını bilmeyen yaramaz, küçük, kötü bir kız çocuğu... Sonra gözleri Doğu'yu buldu. Kaşları şaşkınlıkla havaya kalksa da hiçbir şey söylemeden yanımızdan geçip biraz önce Ayda'yı kaldırdığım sıraya oturdu. Ayda, başı önüne eğik olduğundan ne Selin'in gelişini görmüştü ne de ezici bakışlarını. O hâlâ Doğu'dan utanmakla meşguldü. Ölümcül bakışlarımı Selin'den çekip önüme döndüm ve telefonumu elime alıp mesajları açtım. Doğu, ona attığım tehdit içerikli o mesaja karşın on iki saniyelik bir ses kaydı atmıştı. Tam ses kaydını açıyordum ki kayıt Doğu tarafından silindi. Gözlerimi kısıp omzumun üzerinden ona baktığımda sevimlice sırıtıp göz kırptı ve bakışlarını telefonuna indirip mesaj yazmaya başladı. Bir saniyeden kısa bir sürede telefonumun ekranı gelen mesaj bildirimi ile aydınlanmıştı. Doğukuşum: Kim bu kız? Onu bu isimle kaydettiğimde yüzünde oluşan tiksinti ifadesini hâlâ hatırlıyordum. Değiştirmemi istediğinde ve değiştirmediğimde, beni Deccalin Öz Kızı diye kaydedeceğini söyleyerek tehdit etmiş sonra da çok sevdiği Kenan amcasına Deccal dediğini fark ederek bundan vazgeçmişti. Şimdi onun telefonunda Sinsirella diye kayıtlıydım. Bana göre hava hoştu. Ezik bir Sindirella olup, yüzümü dahi hatırlatmayan, beni giydiğim bir ayakkabıdan bulmaya çalışan aptal bir prensi bekleyen zavallı bir prenses olmaktan çok daha iyiydi. Ben, prensese dönüşmek için birilerinin sihirli değneğine ihtiyaç duyan bir aptal değil, o sihirli değneğin sahibi olup her istediğini elde eden bir periydim. Aymar Doğan: Bu biraz karmaşık bir konu, müsait olduğumuz bir zamanda anlatırım. Şimdilik sadece kıza dikkat etmen gerektiğini bil yeter. Bu okuldan hiç kimsenin onun kılına bile dokunmasını istemiyorum Doğu. Doğukuşum: Okula yeni gelen bir kızı koruma altına almamı mı istiyorsun? Doğru mu anlıyorum? Doğukuşum: Ne zamandan beri okula yeni gelen çaylakları umursuyorsun Sinsirella'm? Elbette ki sadece susup isteneni yapamazdı. Sorgular, altını kazır ve öğrenene kadar da durmazdı. Bunu Doğu'dan isterken, ona her şeyi anlatmam gerektiğini biliyordum zaten. O güvendiğim sayılı insanlardandı ve anlatmak benim için sorun olmayacaktı. Bu sırrı benimle, ben isteyene kadar saklayacağını biliyordum. Aymar Doğan: Müsait olduğumuz bir zamanda anlatırımın nesini anlamadın tam olarak Doğu? Mesajımı okuduktan sonra gözlerini devirdiğine yemin edebilirdim. Gözlerim ekrandaydı. Altta Doğu'nun yazdığını işaret eden noktalar bir yanıp bir sönüyordu. Neden gerildiğimi bilmiyordum ama bir an gerilmiştim. Belki de bunun nedeni sınıfın içine dolmaya başlayan öğrencilerdi. Fazla gürültülü bir şekilde giriyorlar, varlığımı fark edip susarak sessizce yerlerine yerleşiyorlardı. Ama o gözler sürekli olduğum taraftaydı. Bunun iki nedeni vardı, ilki bendim. İkincisi ise Doğu'nun yanında kendi halinde oturan Ayda... Evet gerilmemin nedeni buydu çünkü onu Doğu'nun yanına hemen arkama oturtarak bir hata yaptığım hissine kapılmak üzereydim. Sadece onu Selin'in yerinden kaldırmak ve ona yakın olmak istemiştim ama bu bir mantık hatasına neden olmuştu çünkü şimdi daha çok dikkatleri üzerine çekiyordu. Doğu'nun mesajı sonunda ekranıma düştüğünde bu düşüncelerden sıyırdım zihnimi. Sakin ol Aymar, minik bir mantık hatası sadece, toparlaması senin için çocuk oyuncağı. Doğukuşum: Pekâlâ istediğin gibi olsun Sinsirella'm. Ama bundan kurtulamazsın haberin olsun, sorularımın cevaplarını mutlaka alacağım. Elbette alırsın Doğu... Doğu'ya görüldü atıp mesaj sekmesinden çıktığımda, bir altta Çetin ile olan mesajlarımın olduğu kutucuk gözüme çarptı. Hiç sol göğsünüzde çaresizce atmaya devam eden o kalbinizin kırıldığını en derinlerinize kadar hissettiniz mi? Ne zaman Çetin'in adını duysam ya da onunla ilgili bir anı, bir hatıra gelse gözlerimin önüne, hissettiğim tam olarak bu oluyordu. Ne kalbim ne ruhum alışamıyordu buna, bir sonraki an bir öncekinden daha kolay olmuyordu hiçbir seferinde. Kahretsin... Sadece on sekiz yaşındaydım. Aşkı bu kadar derinden hissetmemeliydim. Bu yaşlarda bu gibi duygular insanlara oyun gibi gelmez miydi? Şu an göğsümdeki ağrının şiddeti bana hiç de oyun gibi gelmiyordu. Öyle gerçekti ki geçmesinin tek yolu sanki göğsümü oyup kalbimi içinden söküp almaktı. Çetin Aral Bakırcı bana hiç iyi gelmiyordu, o tüm uyuşturuculardan daha kötü bir bağımlılıktı. Onun bıraktığı hasar daha yıkıcıydı. Varlığı canımı çok yakıyordu ama yokluğunun beni öldüreceğini de biliyordum. Araftaydım ve ne tarafa gitmem gerektiğini bilmiyordum. Tamamen kaybolmuş haldeydim ve burada hiç ışık yoktu. Ben Çetin'in ışığıydım ama kendi yolumda karanlıkta yapayalnız kalmıştım. Mesaj kutusundan tamamen çıkıp öğretmen gelene kadar oyalanmak için video izlemeye karar verdim. Keşfetim dövme tasarımları ile doluydu ve onları izlemek benim için terapi gibiydi. Tam video kısmına girmiştim ki Doğu'nun kısık sesini duydum. Hayır bana seslenmiyordu. Tam olarak "Aramıza hoşgeldin bebeğim, Doğu ben." diyordu. Ayda'ya diyordu. Kadınları etkilemek için kullandığı ve hep işe yarayan o ses tonuyla bunu söylüyordu. Burnumdan sert bir nefes alırken gözlerimi kısa bir anlığına kapatıp sakinleşmeyi diledim. Cidden Ayda'yı Doğu'nun yanına oturturken tam olarak ne düşünüyordum acaba ben? Video sekmesinden çıkıp yeniden mesaj bölümüne girdim ve hızlı bir mesaj yazdım. Aymar Doğan: Ona asılırsan da seni Çetin'e dövdürürüm Doğu. O kız senin oynayabileceğin sürtüklerden değil. Anında gördü mesajımı ve cevap yazmaya başladı. Doğukuşum: Sende ona yok, buna yok... Doğukuşum: Bu işte benim eğleneceğim kısım nerede peki? Doğukuşum: Benim kazancım ne olacak? Başımı omzumun üzerinden geriye çevirdiğimde sinirli bakışlarla ona bakıp onu uyarmak, ciddiyetimi göstermekti amacım ama Ayda'nın ona uzanan eli mesafeli bakışlarla tutup "Ayda..." der demez elini hızla geri çektiğini gördüğümde sinirim uçup gitti. Eh, o ses tonunun işe yaramadığı birini görmek ve o kişinin benim ikizim olması mükemmel hissettiriyordu. Doğu bozulmuş bir ifadeyle Ayda'ya bakarken önüme dönüp yeniden mesaj yazmaya döndüm. Aymar Doğan: Senin kazancın bana bir borcunun kalmaması... Bu son konuşmamız oldu. Öğretmen sınıfa girmiş ve hızlı bir yoklamanın ardından derse başlamıştı. Evet sorunlu öğrencilerle dolu bir sınıf olabilirdi ama kimse çıtını bile çıkaramazdı bu sınıfta. Çünkü ben hep ders dinliyor olurdum ve rahatsız edilmek istemezdim. Bunu bana sağlayan da yine Çetin'di. Hayatımın her noktası Çetin'e bağlanıyordu. Merkezde Çetin vardı ve ben ne tarafa dönsem dönüp dolaşıp yine kendimi Çetin'de buluyordum. Çok uzun süren beraberliklerde hep böyle mi oluyordu yoksa bu sadece bize özel miydi? Benim Çetin'e olan bağımlılığım ile mi ilgiliydi bu bilmiyorum. Bildiğim tek şey bunun asla sağlıklı olmadığı... Kendime ait alanlarım var ama o alanların merkezini bile Çetin oluşturmuş... İçim dışım, önüm arkam, sağım solum Çetin olmuş. Kör bir ebeyim ve gözlerimi bağlayan bandaj bile Çetin sanki... O yok olduğunda ben ne yapacağım? O hayatımdan çıktığında, nasıl nefes alacağım? Nasıl yaşanır ki bu hayat Çetin olmadan? Hatırlamadığım bir şey... Yeniden hatırlayabilir miyim ya da baştan öğrenebilir miyim, o kadar güçlü müyüm bilmiyorum. Karmakarışığım ve çözmeye çalıştığım her bir düğüm ruhuma derin kesikler açıyor... Kanıyorum, kanıyorum, kanıyorum... Doğu, dersin ortasında çalan telefonuyla sınıftan çıkıp gittiğinde, soru işaretleri ile dolu olan gözlerim ilk defa dersi anlatan hocadan başka bir noktaya, hocaya hiçbir şey söylemeden çıkış kapısına ilerleyen Doğu'ya kaymıştı. O sınıftan çıktıktan yaklaşık bir dakika sonraysa telefonumun ekranı düşen bir bildirimle aydınlanmıştı. Uzanıp açmama gerek yoktu, mesajı kimin attığını görebiliyordum. Çetin'di. İndiğini haber veriyordu. Bu haber daha iyi hissetmemi sağlamadı. Aksine uçuruma doğru kalan o tek adımı da atmışım da uzun bir süre süzüldükten sonra sertçe yere çakılmışım gibi bir histi bu. Gerginliğin katbekat arttı. Ben ne yapacaktım? Diğerleri gibi bunu da yutacak mıydım yoksa her şeyi bitirecek miydim? Hayatımda ilk defa derse odağımı kaybettim. Zihnimin perdesinde oynayan görüntüde Çetin ve ben vardık. Son gecemiz... O Kanada'ya gitmeden hemen öncesi... Birlikte olmuştuk. Uzun bir zamandan sonra ona verdiğim ilk şanstı. O kadar çok özlemiştim ki onu, tenini kokusunu, dokunuşunu... Ve görüntü değişti. Şimdi gördüğüm şey, bir dolu fotoğraftı. Kare kare... Farklı kadınlar... Aynı adam... Sadece birkaç saat... Benimle yattıktan sadece birkaç saat sonra başka bir kadına gitmişti. Buna daha fazla devam edemezdim. Yapamazdım. Daha fazla aptal numarası yapamazdım. Onun beni aptal yerine koymasına göz yumamazdım. Gidecekti. Bitecektik... Bitmeliydik... Sonraki saatler işkence gibi geçti. Sınıftan dışarı çıkmadım. Betül ve Shila her teneffüste beni dışarı sürüklemeye çalıştıklarında yaptığım tek şey onları terslemek ve beni yalnız bırakmalarını söylemekti. Dinlediler. Ayda da hemen arkamda oturmaya devam ediyordu. Ama benimle konuşmadı hiç. Sanırım benden bir adım bekledi. Ona da istediğini vermedim. Kendi zihnime hapsettim kendimi ve düşündüm. Saatlerce düşündüm. Tüm olasılıkları tarttım kafamda. Her ihtimalde canım yanacaktı, her ihtimal benim için ölüm gibiydi ama sonunda verdiğim kararda aptal durumunda olmayacaktım. Ben Aymar Doğan... Bugünden sonra hiçbir şey benim için aynı olmayacaktı ve ben bu farklılığın iyi yönde olması için elimden gelen her şeyi, çok daha fazlasını yapacaktım. Yanacaktım ama ölüm çıkmayacaktı o küllerin arasından. Yeni bir ben doğacaktı, herkese inat daha güçlü olacaktım. Son ders de bittiğinde eşyalarımı toparlarken telefonum yine bir mesajla aydınlandı. Bu kez de açık bakmama gerek kalmamıştı. Yine Çetin'dendi ve geldiğini, okulun önünde beni beklediğini söylüyordu. Kalbim sıkıştı. Düşünme Aymar... Düşünürsen sorgularsın. Sorugulama... Sorgularsan vazgeçersin. Sınıfta kimse kalmayana kadar bekledim. Şimdi yalnızca Ayda ve ben kalmıştık yeniden. Dudaklarıma samimi olmasına özen gösterdiğim bir gülümseme takıp baktım ona ve "İyi günler Ayda." dedim. Tüm günü sınıfta tıkılıp kalarak geçirmek onun için yeterince kötü olmalıydı ama benim açımdan iyi olmuştu. Kimse ona dokunmamıştı. Selin'in yırtıcı bakışları sürekli ona takılıp dursa da benim varlığım onu uzak tutmuştu. O da bana gülümsedi. "İyi günler Aymar..." derken en az benim kadar sahte ama samimi tutmaya çalıştığını anladım gülüşünü. Bir de bu acıttı beni... Herşey bu kadar üst üste gelmemeliydi. Bu bir sınavsa eğer bu kadar zor olmamalıydı... Bir aldığım yarayı iyileştirmenin yollarını düşünürken başka bir noktadan yara almamalıydım. Arkasını dönüp sınıftan çıktığında derin bir nefes alıp yutkundum. Ayda'yı düşünmeyi sonraya erteleyecektim. Şu an düşünmem gereken başka bir konu vardı. Çantamı sıranın üzerine koyup üstündeki klipsini açtım ve en üstte duran aynamla glossumu alıp nazikçe acele etmeden sürdüm dudaklarıma. Son kez gözlerimin içine bakıp aynayı sertçe kapattım. Ne olacaksa olacaktı artık. Sadece hesaplarımdan dışarı çıkmadan adım atacaktım ve her şey daha kolay olacaktı. Sakin adımlarla çıktım sınıftan. Koridor öğrencilerle doluydu. Aralarından geçerken zorlanmadım çünkü beni fark eden herkes yolumdan çekildi. Asansörlerin önüne geldiğimde tek bir hareketim, bulunduğumuz katta duran kabinin içini doldura öğrencileri dışarı çıkartmıştı. Benim için boşalan kabine binip kapıları kapattım. Belki yüzümde hiçbir duygu kırıntısı yoktu ama attığım her adımda geride bıraktığım her yolda kendimden bir parça bırakıyordum sanki. Asansör zemin katta durdu, kapılar açıldı, lobiye ilk adımımı attım. Beni dışarda beklediğini sandığım adamın kapıdan girişini görmek iyi gelmedi... Kararlılığımın kırıldığı ilk andı onun ışıltılı bir gülümsemeyle bana doğru gelişini görmek. Serseri, sportif kıyafetlerinin içinde değildi. Siyah kumaş bir pantolon ve siyah bir gömlek giymişti, bir öğrenci gibi değil de bir iş adamı gibi duruyordu. Asıl kimliğindeydi yani. Benim için defalarca kez uzattığı bu okuldan çok bağımsızdı. Şimdi çok daha güçlü çok daha sarsılmaz duruyordu. Hafif dağınık saçları, boynundan ve gömleğinin kıvrılmış kollarından görünen, tenine ilmek ilmek benim işlediğim dövmeleriyle, ışıl ışıl parlayan kehribar rengi gözleriyle aklımı başımdan alacak kadar mükemmel görünüyordu. Kelimenin tam anlamıyla nefesimi kesiyordu. Elindeki toz pembe, koyu pembe kurdeleyle süslenmiş kutu bile mükemmelliğini gölgelemeye yetmiyordu. Kalbimin ritmini kaybettiği bu noktada sabahtan beri düşündüğüm her şey tuzla buz oldu. Şimdi gerçekten ne yapacağımı bilmiyordum. Önümde iki yol ayrımı vardı ve ben hangisine adım atmalıydım bilmiyordum. Yanıma yaklaştığı her an yüzündeki gülümseme sekteye uğradı. Anladı. Bir sorun olduğunu yüzümden anladı. Hep anlardı zaten... Tam önümde durduğunda bize dönen bakışları umursamadan gözlerinin içine baktım. İki yol ayrımı... İkisinin de geri dönüşü yok... "Işığım..." dediğinde kalbim eridi... Eriyen kalbim buharlaşıp uçtu. Zihnimin perdesinde yeniden biz vardık. Birdik. Bir bütündük. Benimdi. Onundum. Sonra karanlık oldu... Sonra yeniden aydınlandı zihnim. Şimdi görüntü değişmişti. O vardı görüntüde ve bir kadın... Benimle seviştikten birkaç saat sonra gittiği o kadın... Önümde iki yol vardı ve ben tuzla buz olan düşüncelerimi yeniden toparladı. Ne yapmam gerektiğini artık biliyordum. Hangi yöne gitmem gerektiğini... Duruşumu dikleştirdim. Acı öyle yoğundu ki gözlerim doldu. Çetin'in kaşları çatıldı. Bana doğru bir adım daha attığında ben geriye doğru bir adım atıp ondan uzaklaştım. Gözümü dolduran o yaş yanağıma doğru kayarken bakışlarım acıyla sertleşti. Canım yandı, yandıkça ben öfkelendim. Elim havalandı. Tenin tene çarpma sesi sanki tüm lobide yankılandı. Herkes silindi geride sadece ben kaldım. Bir de başı sağa dönen Çetin... Avucumun içi darbenin şiddetiyle yanıyordu ama kalbimdeki yangın öyle büyüktü ki avucumun acısını hissetmiyordum bile... İki yol vardı. Ya aptal olmaya devam edip onu öpecektim. Ya da gururumu sırtlanıp ona bu tokadı atacaktım. Ben ikincisini seçtim ama kalbim bana ilkini seçmem için yalvardı... Şimdi geri dönülmez bir yola girdim ve o yolda artık Çetin Aral Bakırcı olmayacaktı. Karanlıkta kalan artık yalnızca ben değildim. Artık Çetin'in de ışığı sönmüştü... 🃏🎲 YAZARDAN: Büyük otel odasının içinde sayısız flashlar patlıyor, kameranın o rahatsız edici sesi odayı dolduruyordu. Yeni bir tuzağın ilk temelleri atılıyordu... Otel odasının büyük kapısı açıldığında kameramanların ve modellerin işi neredeyse bitmek üzereydi. "Kesin..." dedi gür ve kalın bir erkek sesi. Kameraman kamerasını indirip sesin geldiği yöne baktığında gelen kişinin yüzündeki keyifli ifade haberlerin iyi olduğunu müjdeledi ona. İçeri giren adam, yataktaki çıplak çifte bakıp erkek olana, "Git duş al, üzerindeki boyadan tamamen kurtul. Bu gece yolculuğun var." diyerek adamı otel odasının banyosuna yönlendirdi. Ardından elini cebine atıp cüzdanını çıkardı ve bir deste parayı yatağa atıp "Sende giyin ve çık. Soran olursa ne demen gerektiğini biliyorsun." dedi. Kadın dudaklarında şuh bir gülümsemeyle çıplak göğüslerini saklana gereği bile görmeden uzanıp yataktaki paraları aldı, parmakları para destesinin üzerinde gezinirken dudaklarında keyifli bir gülümsemeyle "Elbette..." dedi. Ateş kızılı saçlarını başını sallayarak omzundan geriye atıp şehvetle dolu bakışlarını paralardan çekti ve içeri giren adama baktı. "Sizinle iş yapmak bir zevkti, bana ne zaman ihtiyacınız olursa nerede bulacağınızı da siz biliyorsunuz." dedi kırmızı mat bir rujla renklenen dudaklarını yalayarak. Ardından hiç acele etmeden üzerini giyinip, karşısındaki iki adama görsel bir şölen sunduktan sonra otel odasından çıkıp gitti. Odada yalnızca iki adam kaldığında kameraman diğer adama kamerasıyla yaklaşıp çektiği fotoğrafları açtı. "Pek çok kare yakaladık zaten. Çocuğun yüzü belli değil ama dövmeler net. Kesinlikle Çetin Aral Bakırcı'den hiçbir farkı yokmuş gibi duruyor." Genç adam elini havada sallayıp "Bu artık önemli değil." dedi. Bir eliyle çenesini sıvazlarken dudaklarında kibirli bir gülümseme vardı. Sanki gördüğü bir anı zevkle hatırlıyor gibiydi. "Artık o fotoğraflara ihtiyacımız kalmadı. Aymar Doğan, herkesin içinde Çetin'e tokat attı. Kesin olarak ayrıldılar yani." Bu onu daha da keyiflendirmiş gibi omuzları sarsılarak güldü bu kez. O kadar uzun zamandır bu anı bekliyordu ki... Kameraman duyduklarıyla şaşırmış bir hâlde "Ciddi misin sen?" diye sordu. Bu soru üzerine genç adam elini çenesinden indirip kameramanın omzuna koydu ve "Hiç olmadığım kadar, aylardır olması gereken sonunda oldu. Şimdi şu çocuktan kurtulmamız gerek." diye cevap verdi. Sonra elini çekti kameramandan ve adımları tüm şehri ayaklarının altına alan pencereye doğru yöneldi. Buradan, her şeye bu denli üstten bakarken güçlü hissediyordu kendini. Ona emir veren kimse yokmuş gibi... Sadece kendi başınaymış gibi... "Planın ikinci aşamasına geçmemizi söyledi patron. Asıl eğlence şimdi başlıyor." 🃏🎲 Bölümü nasıl buldunuz? Bundan sonra olacaklarla ilgili bir tahmininiz var mı? Aymar ve Çetin'i sizce neler bekliyor? Kendinize en yakın hissettiğiniz karakter kim? Bir sonraki bölümde görüşünceye kadar kendinize iyi bakın güzellerim😽❤️ |
0% |