Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6| Veryansinlar Sustuğunda

@saniyesolak

Sellam✨

Nasılsınız?

Bölüme geçmeden önce oy vermeyi ve satır aralarında bol bol yorum yapmayı unutmayın olur mu?

Keyifli okumalar🥂

🃏🎲

Niks'ten selamlarla...

Bu yazıyordu fotoğrafların üst kısmındaki harfleri, Çetin'in dizdiği sırayla okuduğunuzda. Bu ne anlama geliyordu?

Çetin kollarımdaki ellerini çekip belimin iki yanına yerleştirdiğinde kendi içimde sorduğum bu sorulara mantıklı bir cevap bulmaya çalışıyordum.

Çetin kollarını ileri doğru uzatıp ikisini birden belime sardığında, bir an kollarının arasında yok olacağım sandım. Dokunuşu içimdeki yangına doğru esen bir rüzgârdı, söndürmeye çalışıyordu belki ama daha da harladığından haberi yoktu. Bedenimi bedenine yasladı. Ilık nefesini kulağımda ve boynumda hissettim.

"Bunun aynısını Kanada'da da duydum Aymar..." diye fısıldadı. Fısıltısına rağmen baskın olan sesinin ne anlama geldiğini biliyordum. Anlamamı istiyordu ve sona eklediği ismim, sinirini yansıtıyordu. Öfkesinin bana olmadığını anlayacak kadar tanıyordum onu. Çetin bana hiç kızamazdı ki zaten, -muş gibi yapardı yalnızca...

"Niks'ten selamlarla... Adamımı öldüren şerefsizin hesabına bu notla yüklü bir miktar para yatmış. Kaza süsü verdikleri o şey cinayetten başka bir şey değildi. Kendi gözlerimle gördüm, kuryenin taşıdığı tozu götürüp denize döktüler. Üstelik gizli saklı da değil, bunu görebileceğimden emin oldukları şekilde yaptılar. Biri ya da birileri, Aymar... Benimle uğraşmaya çalışıyor ve bu resimler yalnızca oyunun bir parçası, bir aldatmacadan başka bir şey değil..."

Kafamı karıştırıyordu, mantığım sanki beni terk ediyor gibi hissediyordum. Hep övündüğüm o zekâm şimdi neden bir işe yaramıyordu? Anlattıkları gerçekler mi yoksa asıl bunlar mı bir aldatmaca ayırt edemiyordum. Neye inanmalıydım ben? Kalbim bas bas açıklama yapıyor işte, ona inan diye bağırırken mantığım, çok acı çektik, nasıl körü körüne ona inanmak isteyebilirsin diye veryansın ediyordu.

İkisi de haklıydı...

İkisinin tam ortasındaki o ipte duruyor, hangi tarafa atlamam gerektiğine karar vermeye çalışıyordum. İpte kalmayı tercih ettim. Henüz bir tarafa atlamaktansa ipte kalmayı ve bir tarafın beni içine çekmesini beklemeyi... Ama yine de bu durum, sorgulayacağım gerçeğini değiştirmiyordu.

"Peki dövmeler?"

Çetin belimdeki kollarını ikimizin de görebileceği şekilde ileri doğru uzattı. Siyah gömleğinin kollarını birkaç kat kıvırdığı için beyaz tenini süsleyen siyah mürekkepler gözler önüne serilmişti. Her biri benim eserim, ince işçiliğimdi. Acemiliğimi Çetin'de atmıştım ben.

"Bilmiyorum..." diye mırıldandı. "Belki beni yakından tanıyan biridir, dövmeleri kopyalayabilmiştir. Belki de..." durdu. "Belki de ne?" diye ısrar ettiğimde kollarını iki yanımdan çekip etrafımda dolandı ve önüme geçti. Hafif mentol kokusu ciğerlerime dolduğunda kalbimin özlemle sızladığını hissettim. Dudaklarımın da... Kehribarlarını, lensleri çıkardığım için artık kahverengi olan gözlerime dikti, kısık bakan bakışlarında daha önce hiç şahit olmadığım bir acı vardı ve içime işliyordu. "Bana yaptığın dövmelerin tasarımlarını ayrı bir dosyada tutuyordun, o dosya nerede?"

Ne demek istediğini anladım, o belki de'nin altında ne yattığını... Tasarımların olduğu o dosya çalınmış olabilirdi. Yutkundum, bedenim bakışları altında gerilirken "Ofisimdeydi." diye mırıldandım.

Bir kez başını salladı Çetin ve gözlerimin içine bakarken cebinden telefonunu çıkarıp bir numarayı tuşladı, çok geçmeden açılan telefonun ahizesinden dışarı taşan o sesi tanıdım. Doğu'yu aramıştı.

"Selin'i depoya çekin..." Gözlerimin içine bakarak söylediği sadece bu oldu ve Doğu'nun cevap vermesine izin vermeden telefonu kapattı. Ardından bana sırtını dönüp, tek dizinin üzerine çöküp önce yerdeki resimleri sonra yatağın üzerine dizdiklerini hızlıca toparladı. Bileğimi tutup bizi dışarı doğru çekiştirmeye başladığında sanki olayın içindeki biri gibi değil de dışarıdan izleyen bir gözmüşüm gibi hissettim kendimi, şaşkınlıktan itiraz dahi edemedim.

Selin'i depoya çekin mi demişti o az önce? Bildiğimiz depoya çekmekten bahsediyorduk öyle değil mi? Hiçbir şey söylemeden bizi evden çıkardığında pijamalarımın açıkta bıraktığı tenime çarpan serin havayla kendime ancak gelebildim.

"Çetin..." diye sızlandım, bileğimi tutuşundan kurtarmaya çalışırken. Ama beni duymadı bile, yalnızca çekiştirmeye devam etti. Hiçbir şey söylemedi ya da açıklama yapmadı. Sıktığım dişlerimin arasından bir kez daha "Çetin..." dediğimde bahçe kapısından çıkıyorduk. Yine beni duymazdan geldiğinde "Tanrı aşkına... Çekiştirmeyi bırak, en azından üzerimi değiştireyim." diye yakındım. Üzerimde pembe askılı ve şortlu pijama takımım, ayağımdaysa tavşan kulakları olan beyaz pofuduk panduflarım vardı ve beni bu halde bir yere götürmeye çalışıyordu, ki anladığım kadarıyla o yer Selin'in yanıydı. Cidden bu halde Selin'in karşısına çıkacağıma inanıyor muydu? Sıfır makyajlı ve pespaye bir haldeyken? Ah! Düşüncesi bile tüylerimi diken diken ediyor...

"Aymar, kızım?" diyen bir ses aramıza girdiğinde ikimizin de bakışları sesin geldiği yöne döndü. Üzerine pijamalarını geçirmiş olan Nazım amca bahçenin ortasında dikilmiş sorgulayıcı bakışlarla bize bakıyordu. Ona döndüğümüzde bize doğru yaklaşmaya başladı. "Bir sorun mu var?" Bunu söylerken temkinli gözleri Çetin'e kaymıştı. Babam şu an restoranla ve yaralanan insanlarla yeterince meşgülken bir de burada sorun çıksın istemiyordum.

Kalbimdeki, mantığımın hakimiyetini yıkmak için başlayıp beni içten içe çökertmeye başlayan darbeye rağmen, dudaklarıma bir gülümseme kondurdum. Serin havayla hafifçe üşümeye başlayan bedenime kollarımı sarıp "Hiçbir sorun yok Nazım amca. Çetin'i daha önce gördün zaten, benim erkek arkadaşım. Sen uykuna geri dönebilirsin." dedim telkin edici bir sesle. Bir süre bakışları bizde gezinse de başını sallayarak onayladı. Tam arkasını dönüyordu ki aklıma gelen bir ayrıntıyla "Nazım amca..." diye seslenerek durdurdum onu. Başını çevirip yeniden baktı bana.

"Arabam daha ne kadar gecikecek?"

"Servisle konuştum, küçük bir aksaklık olduğu için bu kadar gecikmiş. Yarın akşam burada olacağını söylediler. Eğer getirmezlerse bizzat gidip alacağım kızım."

Başımı sallamakla yetindim ve o da arkasını dönüp müştemilata doğru ilerledi.

"Arabaya geç, üşüdün."

Derin bir nefes alıp bakışlarımı Nazım amcadan çektim ve Çetin'e döndüm. Üzerindeki ince siyah gömleğine rağmen soğuk onu etkilemiyor gibi görünüyordu. Arabanın yolcu kapısında olan eli, kapıyı açmak için benim hareket etmemi bekliyordu. Bir anda üzerime çöken ağır yorgunluğu hissettim. Büyük bir isteksizlik de o yorgunlukla beraber geldi. Çetin beni her nereye götürmek istiyorsa, oraya gitmek istemiyordum. Bugün değil... Bugün tek istediğim yorganıma sarılıp yatmaktı. O kadar uzun zamandır taşımıştım ki bu yükü, şimdi onun yüzüne her şeyi çarpmış olmak o yükü benden almış gibi hissediyordum. Çetin'in söyledikleri mantıklıydı, göstermek istemesindeki hevesi de anlıyordum ama... Ama ben artık çok yorulmuştum, yıpranmıştım. Her şeyi geçtim ama bu yıpranmışlık gencecik yaşımda cildimi kırıştıracaktı. Benim bebek gibi baktığım cildimi...

"Hiçbir yere gelmiyorum ben..." diye mırıldandım, bilinçli değildi ama o yorgunluğum sesime de yansımıştı. Çetin konuşmadan önce devam ettim cümlelerime. "Çok yorgunum ben Çetin, tüm bunlarla uğraşamayacak kadar yorgunum hemde. Ne yapacaksan yarın yap ama bu gece sadece evde oturup babamı beklemek istiyorum." Sonra aklıma gelenle ona ters ters baktım. "Yaptığın marifetin neye mâl olmuş, bilançosu neymiş bunu öğrenmek istiyorum. Babamdan!"

Sözlerimle gözlerini kapatıp bir an burun kemerini sıktı. Ardından kehribar rengi gözlerini bana kaldırdığında oradaki kararlılığı gördüm. Elini kapıdan çekip bana doğru geldi bir adımla ve elindeki resimleri kolunun altına sıkıştırıp ellerini yüzüme doğru uzattı, sıcak avuçlarını yanaklarımı anında ısıtmaya başlamıştı. Gözlerindeki o kararlılığı delip geçen bir acı gün yüzüne çıktığında "Aymar..." dedi yakınırcasına. "Seni aldattığımı düşünmen, sana o güveni verememiş olmak beni mahvederken, aylardır o boktan resimler yüzünden acı çektiğini düşünmek bile beni öldürüyor. Akıttığın her damla için dünyayı kendimle beraber yakmak istiyorum."

Gözleri bunu yapabileceğini söylüyordu bana. Herkese ifadesiz olan o gözler bir tek bana açıyordu duygularının kapılarını. Bu ilişkide tek bir taraf savunmasız ya da güçsüz değildi, iki taraf da eşitti bu konuda. Herkese ve her şeye cephe alabilir, savaşabilirdik ama konu birbirimiz olduğunda nasıl savaşacağımızı bilmiyorduk. Birbirimize dair her şeyi; en büyük zayıflıklarımızı, en büyük zaaflarımızı ve en büyük korkularımızı biliyorduk belki de. İstesek büyük zararlar verebilir, canımızı yakabilir, dahası o canı yok edebilirdik. Ama yapmıyorduk. Hayır yanlış oldu... Yapamıyorduk. Deniyorduk ama beceremiyorduk.

Yanağımı eline doğru bastırdığım sırada, dudaklarımdan bir fısıltı halinde çıkan adı, duygularımı da beraberinde götürmüştü de tek bir kelimeye tüm acılarımı sığdırmıştım sanki. Sözlerinin hedefi doğrudan kalbimdi ve o hedefi tam on ikiden nasıl vuracağını iyi biliyordu.

Gözlerini kapatıp başparmağını dudaklarımın üzerine bastırarak beni susturdu. "Şşştt! Sadece dinle..." Ardından yüzünü bana doğru eğip alnını alnıma yasladığında gözlerimi kapatıp sıcaklığına sığındım. "İyi bir adam değilim, hiçbir zaman olamadım. Boktan şeyler yapıyorum, insanları zehirleyen şeyler üretiyor, satıyor ve bundan hiç pişmanlık duymuyorum. İnsanların canını yakıyor, onlara zarar veriyor, bazen çok daha kötüsünü yapmak zorunda kalıyorum. Bencil bir şerefsizin tekiyim. Çok küçük yaşta tanıştığım bu karanlık dünya, babamdan bana miras kaldı ama bunu hiçbir zaman reddetmedim. Korkmadım bile, aksine hissettiğim tek şey heyecandı. Çünkü bu karanlığın gücü de beraberinde getirdiğini çok uzun zaman önce keşfetmiştim. Yirmi iki yaşındayım, toy sayılırım, hayata dair yeterince tecrübeli bile değilim. Ama yine de yaşı, benim yaşımı ikiye katlayan heriflerin ayaklarıma kapandığını görmenin nasıl hissettirdiğini anlatamam, gözlerindeki bana karşı olan korkularından nasıl zevk aldığımı..."

Duraksadı... Sözleri beni şaşırtmıyordu; bildiğim, benden asla saklamadığı gerçeklerdi bunlar. Dudaklarımdan titrek bir nefes kaçtı, sessizliğimi korurken sakince devam etmesini bekledim.

"Aymar, etrafım bir dolu yanlışla dolu. O kadar yanlışın içinde doğru olan tek şey sensin. Doğru olanı yaptığım tek şey seni sevmek. Sana olan sadakatimi değil koparmak, zedelenmesine bile izin vermem."

Sözleri... Çölün ortasında günlerce susuz kaldıktan sonra gördüğüm serap gibiydi. İnanmayı çok istiyordum ama ya o suyu avuçlarıma aldığımda bulduğum tek şey avuç etlerimi pişiren kızgın kum olursu?

Alnını alnımdan çekip dudaklarımdan küçük bir öpücük çaldığında hazırlıksız yakalanmıştım. Kısacıktı, yumuşaktı ama dengemi sarsmaya yetmişti. Parmakları elmacık kemiklerimi okşarken "Bunu.." diye fısıldadı imayla, bizi kastettiğini anladım. "Seni, kolay kazanmadım, kolay kaybetmeye hiç niyetim yok. Bir avuç orospu çocuğuna karşı pes etmeye de öyle."

Haklıydı... Beni kazanması kolay olmamıştı. Onunla ilk karşılaşmamızda yaralı olduğu için ondan hiç korkmamış olabilirdim ama ikinci karşılaşmamızda; Çetin, sert çehresiyle okulun bahçesinde karşıma dikilip, aradan geçen iki aya rağmen, hâlâ hatırladığı adımı ihtiyatla söylediğinde korkudan ölmüştüm. Ben kaçmıştım, o kovalamıştı. Bir yılı böyle doldurmuştuk. Aslında bunu bir yıl uzatmamın nedeni tamamen ondan korkmam değildi. Hayır hiç değildi. İlk birkaç hafta beni ürkütmeyi başarmış olsa da sonradan bana olan tavrındaki yumuşaklığı görmek durumu tersine çevirmiş, okulda beni en son korkutacak kişi Çetin hâline gelmişti. Sadece kaçmak ve kovalanmak, bu süreçte de onu tanımak eğlenceliydi. Sonrasında beni rahatsız ettiğini düşünmeye başladığını anladığımda, pes edeceğini fark ettiğimde pes eden taraf ben olmuştum. Öylece başlamıştık işte.

Dudaklarım hatırladığım anıların gölgesiyle kıvrılırken Çetin bir kez daha uzanıp dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Bu kez daha uzundu ama bir öpüşmenin başlangıcı değildi. Sanki dudaklarını dudaklarıma mühürlüyor gibiydi. Geri çekildiğinde titrek bir nefesi içime çekmek zorunda hissettim. Özlem... Giderek artıyor, her tarafımı sarıyordu. Biraz önce benimle olan o kararlılık şimdi yoktu ve ben kendimi Çetin'in karşısında çırılçıplak kalmış gibi hissediyordum.

Benden uzaklaşıp ellerini yanaklarımdan çekti ve bir elimi tuttu. Boştaki eliyle arabanın kapısını açarken "Şimdi..." dedi güçlü ve net bir sesle. Aklım hâlâ dudaklarıma temas eden dudaklarındayken onu dinlemek zordu ama yine de kendimi anlamaya zorladım. "Ofisine gidip dosya orada mı diye bakacağız."

Ardından itiraz etmeme izin vermede beni kendine çekti ve arabanın içine yönlendirmeden önce elimi bırakıp kolunu belime sardı. Sıcaklığını anında sünger gibi kendine çekmişti tenim. Dudaklarını şakaklarıma bastırıp yeniden fısıldadığında, kullandığı kelimeler beni kesinlikle gafil avladı.

"Ben sevişmeyi sevmiyorum Aymar, ben seninle sevişmeyi seviyorum. Başka kadınlar umurumda bile değil, isterlerse önümde çırılçıplak kalana kadar soyunsunlar kılım kıpırdamaz, ama sen... Seni düşünmek bile arzuyla dolmama yetiyor. Ruhum senin, kalbim senin, bedenim senin, ben sana aidim."

🎲🃏

Araba kırmızı ışıkta durduğunda aklımda hâlâ Çetin'in arabaya binmeden hemen önce söylediği sözler yankılanıyordu.

Ben sevişmeyi sevmiyorum Aymar, ben seninle sevişmeyi seviyorum...

Ruhum senin, kalbim senin, bedenim senin, ben sana aidim...

Aklımı başımdan almıştı. Ciddi manada aklımı başımdan almıştı. Bunu ancak yüzümü kontrol etmek için güneşliği aşağı indirip yüzümü gösteren aynaya baktığımda anlayabildim. Dudaklarım yaşadığım şokla aralanırken bakışlarım aşağı indi ve pembe pijamalarımla yüzleştim. En kötüsü ise ayaklarıma bakmaktı... Sanki ayaklarımdaki panduflar gerçek bir tavşana dönüşmüş ve bana bakıyormuş gibi hissetmiştim. Dudaklarımdan bir çığlığın koptuğunuysa ancak sesim arabanın içinde yankılanıp kulaklarıma ulaştığında anlayabildim.

Çetin endişeyle bana döndü ve "Aymar?" dedi sorarcasına.

"Geri dön..." Ayaklarımdaki panduftan gözlerimi çekemezken dudaklarından çıkan tek şey bu oldu. Bu bir kâbus olmalıydı. Tanrım! Nasıl bu kadar dalgınlaşabilmiştim ben?

"Ne?"

Çetin'in kafasının karışık olduğunu belli eden sesi bana ulaştığında gözlerini sonunda panduflarımdan çekip ona döndüm. Kırmızı ışık sarı ışığa dönmüş hemen ardından ise yeşil yanmıştı ve arkamızda bulunan arabalar kornalarına abanmaya başlamışlardı bile. Yine de Çetin arabayı sürmek için acele etmedi, aksine sorunun ne olduğunu anlamak için beni süzüyordu. Hissettiğim dehşet, tırnak diplerime kadar beni gererken "Saçlarım korkunç görünüyor, pijamalarımlayım ve ayağımda ayakkabılarım bile yok! Hemen geri dön!" dedim aceleyle. Arabada çınlayan sesim hissettiğim dehşeti yeterince yansıtıyordu.

Sözlerimle Çetin'in gerilen omuzları rahatlarken dudaklarından o rahatlamanın ön izlemesi olan bir nefes döküldü. Korna sesleri daha çok artmıştı. Gözlerini benden çekip yola döndü ve arabayı hareket ettirdi. Şehrin ışıkları üzerimizden akıp giderken göz ucuyla beni süzüp "Saçların seksi görünüyor, üzerindekiler de öyle. Ayağındakilere gelince..." diye mırıldanırken gözleri aşağı kaydı. Kızgın bir boğa gibi derin nefeslerle solurken öfkeli bakışlarla onu izledim. Loş ışık, gözlerindeki ifadeleri görmeme engel oluyordu ama burnundan güler gibi bir çıkan sesi kesinlikle yakalamıştım. Bana belli etmemek için boğazını temizleyip toparlandı ve gayet ciddi bir surat ifadesiyle bana bakıp "Bence tatlılar..." diyerek cümlesini bitirdi.

Söylediklerinin beni yatıştırması ya da sakinleştirmesi mi gerekiyordu?

"Çetin delirtme beni..." dedim hâlâ ona sert sert bakarken. Bir kavşaktan sola döndüğü sırada kehribarlarını benden çekmek zorunda kalmıştı. Gözleri yoldayken boştaki elini bana doğru uzatıp elimi tutmaya çalıştı ama eline vurup izin vermedim. Tabi ki bu hareketim Çetin'i durdurmaya yetmedi, parmaklarını parmaklarımın arasına geçirip elimi sıkıca tuttu ve kendine doğru çekip elimin üzerine yumuşak bir öpücük kondurdu. "Ciddiyim ben, her halinle çok güzelsin."

Kısılmış gözlerimle dik dik baktım yüzüne. "Bana bilmediğim bir şey söyle. Ama ondan önce geri dön ve beni evime götür."

Araba durdu.

"Artık çok geç Işığım."

Başımı çevirip baktığımda işyerimin önüne geldiğimizi gördüm, AD harflerinin iç içe geçtiği mükemmel amblemim gecenin karanlığında, ışıklandırması sayesinde parlıyordu. Ama o an dikkatimi çeken başka bir şey oldu. Kaşlarım çatılırken bakışlarım arabanın dijital ekranındaki saate kaydı.

23:57

Bu saatte stüdyonun çoktan kapanmış olması gerekiyordu. Çok önemli müşterilerim olmadığı sürece geç saatlerde seans almıyordum ben ve genel olarak hafta sonları burada oluyordum. Onun dışında tam zamanlı çalışan sanatçılarla gayet güzel işliyordu. Asistanım her durumdan haberdar ediyordu beni. Bugün onunla da hiç konuşmamıştık.

Gözlerim açık bahçe kapısıyla koridor penceresinden sızan ışıklar arasında gidip gelirken, Yonca'ya sormak için telefonumu almak üzere hareketlendim ama tam o an telefonumun yanımda olmadığı gerçeği ile yüzleştim. Bu bir kez daha Çetin'e kötü kötü bakmama neden oldu, o ise düşüncelerimden habersiz sevimli sevimli gülümseyerek bana gamzelerini gösteriyordu. Gamzeler... O gamzeleri o yanaklardan sökmek istediğim bir andı. Battı balık yan gider düşüncesiyle arabanın kapısını açtım. Ofisime bir gardrop yaptırmayı aklımın bir köşesine not ederken arabadan çıkıp olabildiğince sertçe kapıyı çarptım. Yarım saatten daha uzun süredir yoldaydık ve ben pijamalarımla olduğumu ancak stüdyonun yanına geldiğimde fark etmiştim. Bu dalgınlığa bu ceza müstehaktı bana...

Çetin de hemen arkamdan çıktı arabadan. "Sakin ol bebeğim."

Adımlarım bahçe kapısına doğru ilerlerken her adımda ayağımdaki pandufların kulaklarının sallanması daha çok sinirimi bozuyordu. "Pijamalarımla çıkardın beni evden Çetin! O yüzden kapa çeneni çünkü çok sinirliyim."


"Sinirliyken çok seksi oluyorsun..."


Arkamdan beni takip ederken söylediği şeye karşın ona ters ters bakıp bahçeye girdim.


"Ters ters bakarken de çok seksi görünüyorsun."


Tıpkı bir çocuk gibi olduğum yerde sinirden tepinsem çok garip kaçmazdı muhtemelen. Zira ayağımdakiler ambiyansa gayet uygundu. Adımlarımı hızlandırıp binanın merdivenini tırmandım. Şeytan kapıyı suratına kapatmam için beni dürtmüyor değildi ama içeride kimin olduğunu bilmediğimden bunu yapmadım. Olası bir tehlikeye karşı beni savunacak birilerine ihtiyacım vardı.


Işığı açık olan koridor üst katta olduğu için alt katı es geçip üst kata çıktık. Odamın kapısı bana göz kırpsa da es geçip koridorda ilerlemeye devam ettim. Kısık bir makine sesine karışan hafif bir inilti sesi geliyordu.


"Bebeğim nereye?" diye sordu Çetin arkamdan beni takip ederken. Onu duymazdan gelip seslerin geldiği odanın önünde durdum ve beklemeden kapıyı açtım. Pekâlâ makine sesini duyduğumda neyle karşılaşacağımı az çok tahmin etmiştim ama bu tahminim ötesindeydi.


"Yonca?" ismi döküldü dudaklarımdan ve sevgili asistanım ancak o zaman benim varlığımı fark edebildi. Sırtı kapıya dönük bir hâlde sedyenin üzerinde yarı çıplak uzanan erkek arkadaşı da öyle.


Yonca aceleyle dövme tabancasını kapattı "Aymar Hanım..." Gözleri telaştan irileşmişti. Oturduğu sandalyeden ayağa kalkıp ellerini önünde mahçup bir şekilde birleştirdi.


Adımlarım odanın içine doğru ilerledi. Beni görünce telaşlanan Yonca, arkamdan 1.93'lük boyuyla Çetin'in girdiğini gördüğünde iyiden iyiye korkmaya başlamıştı. Tabanca hâlâ ellerindeydi ama artık o kadar da sağlam tutamıyordu, her an ellerinden kayıp düşecekmiş gibi emanet duruyordu.


Bakışlarım sorgulayıcı bakışlarla bir bize bir Yonca'ya bakan adama kaydı. Belinin sol tarafındaki tamamlanmayı bekleyen dövme uzun bir yazıdan ibaretti ama ne yazdığını okuyamayacağım kadar dağınıktı. Henüz yeni başlamışlar gibi görünüyordu.


Kollarımı göğsümde kavuşturup kaşlarımı kaldırarak Yonca'ya baktım.


"Ben... Ben üzgünüm..."


Elimi kaldırıp onu susturdum.


"Telefonumu elime alsam, şu anki şu durum hakkında, bir bilgilendirme mesajı görür müyüm bildirimlerimin arasında?"


Başını iki yana salladı. O kadar mahçup görünüyordu ki yüzü kızarmaya başlamıştı. Pek çok şey söyleyebilir, benden habersiz benim stüdyomu kullandığı için ona kızabilirdim. Ama bunların hiçbirini yapmadım, arkadaşının yanında küçük duruma düşmesini istememiştim. Kollarımı çözüp "Pekâlâ..." diye mırıldandım onun yerine. "Devam edebilirsiniz, bizim küçük bir işimiz vardı, onu halledip gideceğiz." Son kez Yonca'nın gözlerinin içine baktığımda bu konunun kapanmadığını anladı. Yarın konuşulacaktı.


Odadan çıkıp, geldiğimiz yöne yeniden döndüğümüzde kapattığım kapının açılış sesiyle birlikte Yonca'nın telaşla "Aymar..." diyen sesini duydum. Omzumun üzerinden ona baktığımda; kısa boyunu uzun göstermesi için giydiği bir çift topuklu çizmeyle, adım sesleri koridorda yankılanırken bana doğru geldiğini gördüm. Yuvarlak kahverengi gözleri özürler sıralıyordu bana. "Gerçekten çok üzgünüm, Salih ile dört buçuk aydır çıkıyoruz ve bu işe ilgim olduğunu, eğitim aldığımı biliyordu. Denemek için vücudunu kullanmamın sorun olmayacağını söylediğinde bu fırsatı kaçırmak istemedim. Sana haber vermem gerektiğini biliyordum ama..." Devam edemedi. Amasının olmadığını o da biliyordu.


Çetin bizden birkaç adım uzaklaşıp bize alan tanıdığında bedenimi Yonca'ya çevirdim. Gözlerim baştan aşağı onu süzdü. "Bir kez daha bu durum tekrarlanırsa kendini kapının önünde bulursun. Birine dövme yapmak istiyorsan, bedenini, acemiliğini atman için vücudunu feda edecek bir enayi bulduysan okey, burayı kullanabilirsin. Ama bana haber vermek zorundasın. Vermezsen iyi niyetimi suistimal ettiğini düşünür, seni kovarım. Aramızda bir samimiyetin olması sana vazgeçilmez olduğunu düşündürmesin Yonca. Çünkü hiç kimse vazgeçilmez değildir."


Başını hızla aşağı yukarı sallayıp ellerini yeniden önünde birleştirdi ve parmak uçları ile oynarken "Bir daha asla tekrarlanmayacak." diye mırıldandı.


"Güzel..." deyip onu arkamı döndüğümde "Yardım edebileceğim bir şey var mi?" diye sordu bu kez. Dönüp bakma gereği görmeden elimi omuz hizamda kaldırıp bir kez salladım. "Hayır, geri dönüp yarım bıraktığın işi tamamla."


Çetin kıstığı kehribarlarıyla beni süzüyordu. Konu hakkında yorum yapmadı, çünkü ben nasıl onun işlerine burnumu sokmuyorsam -ki aslında sokuyordum ama konumuz bu değil- o da bana karışmıyordu. Özellikle konu işimse...


Yanına geldiğimde ben daha ne olduğunu anlayamadan kolunu omzuma sarıp beni gövdesine doğru çekti. "Acemiliğini atman için vücudunu feda edecek bir enayi ha? Demek oradan bakınca böyle görünüyorum..."


Omuz silktim.


"Yani... Başka bir adı varsa sen söyle?"


Çetin, omzuma doladığı kolun elini dudaklarıma doğru bastırıp beni tamamen kendine hapsettikten sonra şakağımı sertçe öpüp, "Var tabi, aşık olduğun kadını mutlu etmek. Sana aldığım tabancayla bana dövme yaptığın ilk anı hatırlıyorum da... Yüzündeki o mutluluk ve..." duraksayıp dudaklarımı sıktı hafifçe, "dudaklarındaki o gülümseme, her şeye değerdi."


Sözleri beni bir kez daha kalbimden vurdu, bu darbeyle kalbim eridi sandım. Yine de bozuntuya vermeden dudaklarımın üzerinde olan eline vurup elini çekmesini sağladıktan sonra, ona alttan alttan bakıp "Dudaklarım dolgu benim, dolgularımı patlatacaksın." dedim sert tutmaya çalıştığım sesimle. Ve Çetin'den boş koridorda yankılanan yumuşak bir kahkaha kazandım. Kalbimi titretip ruhumu sarsan o büyülü ses karşısında öylece gülüşüne bakakalmaktan başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu.


🃏🎲


Ofise girip ışıkları yaktığımızda Çetin kapıyı kapatırken ben doğrudan masama ilerleyip koltuğumun yanında dizlerimin üzerine çöktüm. Ellerim titriyordu ama nedenini bilmiyordum. Dosya burada değilse Çetin'in doğruyu söylediğinden emin olacaktım. Gerçi... Zaten içten içe emin değil miydim ki bundan? Daha ilk inkârında ona inanmaya başlamamış mıydım sahi? Aylardır ona gerçeği -ya da her neyse- söylememe nedenim yüzleşmekten korkmamdı. Yüzleştiğimiz zaman eğer gerçekten yaptıysa bunu, beni gerçekten aldattıysa eğer, kabul edeceğini ve beni daha fazla acıtmamak için benden gideceğini düşünüyordum. Hayır bu düşünmenin ötesindeydi, bunu biliyordum. O benim zarar gördüğüm noktada benim için iyi olan neyse onu yapardı.


Zekâmla övünüyordum ama benim için en iyisini istediğini bildiğim adamın beni aldattığına inanıyordum öyle mi? Bu nasıl bir tezattı böyle?


İnanman kolay olmadı ki diye fısıldadı içimde bir ses. Haklıydı. Hiç kolay olmamıştı. Kaç fotoğraf gerekmişti inanmam için, ilk şüpheye kaçıncı fotoğrafta düşmüştüm Tanrı bilir. Beni asıl Çetin'den ayrılmaya iten şey Selin'le olan fotoğrafın ardından Selin'in bunu ima etmesiydi. İşte bende ipleri koparan şey buydu ama şimdi, açmaya çekindiğim bu çekmecede yatan gerçek, o kopan iplerin boşuna kopup kopmadığını gösterecekti bana. Boşunaysa eğer, size yemin ederim bu canımı daha çok yakacaktı çünkü Çetin'e karşı hissedeceğim o suçluluğun üzerini kapatabilecek hiçbir şey yoktu.


Çetin yanıma gelip hemen yanımda bir dizinin üzerine çöktü. Bir eli usulca sırtıma yerleştiğinde, pijamamın ince kumaşından, elinin ısısını net bir şekilde hissedebiliyordum. Sırtımı okşarken "O çekmeceyi açtığında karşılaşacağın şey gerçeği değiştirmeyecek Aymar..." diye fısıldadı yumuşak bir sesle. Gözleri çehremde gezinirken dönüp ona bakamıyordum. "Ben seni asla aldatmadım Işığım, bunu sana asla yapmadım, yapmam da."


Kalbim dörtnala koşmaya başlarken derin bir nefes aldım ve çekmeceyi açtım. Hiç açılmamış bir kalem setiyle birlikte siyah kapaklı dosya da orada duruyordu. Siyah kapaklı seçmiştim o dosyayı çünkü o, Çetin'in en sevdiği renkti ve dosyanın içinde sadece Çetin'in dövmelerinin çizimleri vardı. Tamamen, her şeyi ile ona özel olsun istemiştim.


Çetin'in burnundan sert bir nefes verdiğini işittim ama bakmadım ona. Çöken omuzlarımla birlikte dosyaya uzanırken sözleri bir kez daha zihnimde yankılandı.


Ben sevişmeyi sevmiyorum Aymar, ben seninle sevişmeyi seviyorum.


Ruhum senin, kalbim senin, bedenim senin, ben sana aidim.


O çekmeceyi açtığında karşılaşacağın şey gerçeği değiştirmeyecek Aymar, ben seni asla aldatmadım Işığım, bunu sana asla yapmadım, yapmam da.


"Aymar..." diye fısıldadı çenesinin ağırlığını omzumda hissettiğim sırada. Dönüp baksam gözlerine, gerçeği orada göreceğimi biliyordum ama göreceğim o gerçeğin ne olduğunu bilmiyordum.


Bildiğini biliyorsun dedi içimden bir ses. Sadece artık kendini öyle çok inandırmışsın ki yanılgıya düşüyorsun. Zekisin, aşkın buna engel değil. Sadece önünü aydınlattığını sandığın o ışık manipülasyondan başka bir şey değil. Elini ışığa doğru uzat, onun çıkış yolu olmadığını göreceksin. O sadece içine düştüğün bu labirentte önünü kapatan bir başka engel. Aydınlık her zaman gerçeğin içinde değildir, gerçek bazen karanlığın ta kendisidir.


Kulağımın dibinde Çetin'in fısıltısını duyabiliyordum ama kendi kafamın içindeki seslerle öyle meşguldüm ki ne söylediğini hiç anlamadım. Derin bir nefes aldım ve sakinliğimi korurken usulca dosyanın kapağını açtım. Zeka göreceli bir terimdi ve bazen mantığımız zekamızla ters düşerdi. İşte o zaman devreye kalp girer ve tüm ipleri eline alıp, hem mantığı hem zekayı devre dışı bırakırdı. Kulağa başta kötü bir şeymiş gibi geliyordu bu ama değildi. Zekâ ve mantık yanılabilirdi ama hisler yanılmıyordu. Zekâ ve mantık manipüle edilebilirdi ama hisler, içten içe sizi uyarırdı. O uyarıyı dikkate alıp almamak tamamen sizin elinizdeydi ve işte bu noktada da devreye yeniden mantık giriyordu.


Dosyanın sayfalarını usulca çevirirken bunu bana yapmamı söyleyen hislerimdi. Mantığımı dinlesem dosyayı çekmecede gördüğüm an çekmeceyi kapatır, Çetin'e günün ikinci tokadını atar ve bir taksiye atlayıp eve dönerdim. Ve işte mantığın manipülasyona uğrayıp kandırıldığı bir an daha...


Gezdiğim her sayfada dudaklarım alaycı bir kıvrımla kıvrılıyordu. Nedeni eğlence ya da neşe değildi. Düşüncelerimin ardından gördüğüm gerçek ve aylardır nasıl kandırıldığım gerçeği ile yüzleşmemdi. Boşu boşuna kendime işkence etmiş boşu boşuna Çetin'i suçlamıştım.


"Dosyayı birileri karıştırmış..."


Dudağımdan dökülen tek şey bu oldu hâlâ sayfaları çevirirken. "Ne?" diye sordu Çetin. Sonunda başımı kaldırıp yüzüne bakabilecek cesareti bulabildim. Bakışlarımız kesişti. Gözlerimdeki ona karşı hissettiğim suçluluğu görebiliyor muydu?


"Resimlerin sırası karışmış Çetin. Buraya resimleri yaptığım dövmelerin sırasına göre dizmiştim. İlk resim yaptığım ilk dövmeydi. Alan her kimse, sırayı bilmediğinden rasgele dizmiş geri içine."


Çetin'in yüz hatlarına çöken rahatlamayı net bir şekilde gördüm, omuzları hafiflemiş gibi çöktü ve uzun kollarını etrafıma sarıp beni geniş göğsüne doğru çekti. İtiraz etmeden sığındım ona. Dudaklarını başımın tepesine bastırırken "Bana inanmayacaksın diye o kadar korktum ki... Seni kaybedeceğim diye... İhtimali bile kafayı yememe yeterdi." diye mırıldandı.


Hiç kaybetmediğim ama kaybetmekle yüz yüze geldiğim o güven duygusu içime dolarken göğsüme bir ağırlığın çöktüğünü hissettim. O ağırlık burnumun direğini sızlattı ve eş zamanlı olarak göz pınarlarım, taşmak için can atan göz yaşları yüzünden karıncalanmaya başladı.


"Kim yaptı bunu Çetin?" diye sordum zayıf bir sesle. "Kim bizden ne istiyor?"


Dudaklarını yeniden saçlarıma bastırıp ardı ardına birkaç öpücükle saçlarımı kutsadı.


"Bilmiyorum Işığım... Bilmiyorum ama öğreneceğim. Ve öğrendiğimde inan bana, canını yaktığı her an için onun canını katbekat daha fazla yakacağım... Akıttığın her damlanın hesabını verecek."


🃏🎲


Kelimenin tam anlamıyla sarsılmış hissediyordum kendimi. Kurulan bir tuzağın içine balıklama dalmak... Yaptığım buydu değil mi? Çetin ile yüzleşmekten korkmuş olmam onların ekmeğine yağ sürmüş, oynadıkları oyunun zeminini resmen daha sağlam oturtmalarına neden olmuştu. Bize bunu yapan onlar değildi, bendim.


Stüdyodan çıkalı ne kadar olmuştu bilmiyorum ama yeniden arabaya bindiğimizden beri koca bir sessizliğin içine düşmüştük. Çetin gece kulübüne gideceğimizi söylemişti, Selin oradaydı. Sorgulanacak ilk kişi... Ona beni yeniden eve götürmesini söylemiştim üzerimi değiştirmem için ama tabi ki olumsuz bir yanıt almıştım. Çünkü gece kulübü evden çok daha yakındı benim stüdyoma. Bana "Sen bunlara takılmayacak kadar özgüvenli birisin." demişti. Sorunun özgüven olmadığını anlayamıyordu işte. Sorun insanın kendine duyduğu saygıydı. Ne kadar aksini iddia ederlerse etsinler, imaj demek her şey demekti. Bir insan hayatını değiştirmeye karar verdiğinde buna ilk imajından başlardı. Bir imajım vardı; beni güçlü gösteren ve özgüvenimi besleyen bir imajım. Onu korumalıydım. Özellikle de sevgilimle yattığını iddia eden birinin yanına giderken... Böyle pespaye, pasaklı bir halde oraya gidiyor olmayı kesinlikle kabullenemiyordum. Buna rağmen Çetin'in fikrini değiştirememiştim...

Bu yüzden araba gece kulübünün arka sokağında durduğunda somurtuyordum. Eh, en azından bizi ön kapıdan geçirmek gibi bir hataya düşmüyordu.

Doğu bizi kapının kapının önünde bekliyordu. Arabadan indiğimizde elinde tuttuğu siyah poşeti bana doğru attı, beklemediğim bu hareket yüzünden suratıma çarpacak olan poşeti Çetin havada yakalamıştı. Ben Doğu'ya kötü kötü bakarken o suratında çarpık bir gülümsemeyle omuz silkti. "Çetin'e attığın tokadı gördükten sonra reflekslerine güvenmiştim. O nasıl tokattı kızım öyle, yarım saat sonra bile çocuğun yüzünde beş kardeşin izi vardı."

Çetin yanımda homurdanırken, benim içimi yeniden bir suçluluk hissi kapladı. Ona tokat atmıştım bir de değil mi?

Çetin onu duymazdan gelip bana döndü ve elindeki poşeti Doğu'nun aksine nazikçe uzattı bana. Alıp içine baktığımda gördüğüm şey gülümseyerek Çetin'e bakmama neden oldu. Göz kırpıp "İçin rahat etsin istedim." diye mırıldandı. Bu adamın sert hallerine ayrı, düşünceli hallerine ayrı aşıktım.

Doğu'nun yanına geldiğimizde kapıyı kaplayan bedenini girişten çekip bize yol verdi. Poşeti kafama fırlattığı için bir kez daha ona ters bir bakış atıp "O ayakkabılar kafamı kırabilirdi." dedim. Yeniden omuz silkti. "Eğer rahat edeceksen, ayakkabılar kafanı kırsaydı Çetin de benim kafamı kırardı, ödeşmiş olurduk. Bunu düşünerek atmıştım."

Kısık bakan gözlerimi yüzünde gezdirdim. Umursamaz görüntüsünün altında gerçekten hiçbir şeyi umursamayan bir adam yatıyordu. "Senin bu olmayan beyin hücrelerinle düşünme biçimin beni çok yoruyor Doğu, bir de o düşünceler çok önemliymiş gibi hayata geçirmelerin yok mu! Bileklerimi kesme isteği uyandırıyor bende."

Bu sözler üzerine Doğu'nun da gözleri bir meydan okuma ile kısıldı. Altta kalmamaya çalışacağını elbette biliyordum. Tam da tahmin ettiğim gibi cevap vermek için ağzını açtı ama o hiçbir şey söyleyemeden, Çetin başlayacak olan söz savaşının farkında olarak aramıza girdi. "Doğu... Son altı ayda Aymar'ın ofisine giren çıkan herkesin bir listesini istiyorum. Hatta yedi... Ayrıca..." Elinde tuttuğunu fark etmediğim resim destesini Doğu'ya uzatıp "Bana bu resimlerdeki kadınların hepsini bulun. İki listeyi de önüme koymanız için yalnızca üç gününüz var. Daha erken olabilir ama daha geç olamaz." diye ekledi ve Doğu'nun bir şey söylemesine fırsat vermeden elini belime koyup beni koridorda yönlendirdi. Doğu'nun peşimizden bir küfür savurarak geldiğini duysam da dönüp bakma gereği görmedim.

Çetin'in odasına adım attığımız an sensörlü lamba odayı aydınlattı. Burnuma dolan mentol kokusunu içime zevkle çektim. Bir haftalık mahrumiyetten sonra ciğerlerim bayram ediyordu. Çetin ellerini belimin iki yanına yerleştirip başımın üzerini öptüğünde kafamı kaldırıp onu görmeye çalıştım. Bana üstten bakıyordu. Çenesini birkaç santim farkla kaçırıyordum. Aramızdaki boy farkı beni rahatsız etmiyor, aksine çok hoşuma gidiyordu.

"Oyalanmak için vaktimiz yok, Selin suça karışmış biri değil, bu nedenle onu aldırdığım için polise gitmesini engelleyecek hiçbir şey yok ve ben bu kadar yoğunluğun arasında bir de polislerle uğraşmak istemiyorum. Onu elimde fazla tutamam, o yüzden acele etmelisin."

Tekrar saçlarıma konan bir öpücüğün ardından ellerini belimden çekip yanımdan geçti ve köşedeki deri kaplama L koltuğa oturdu. O bir sigara yakarken bende elimdeki poşetle birlikte odadaki banyoya girdim. Çetin'in buna homurdandığını duysam da onu duymazsan gelmeyi tercih etmiştim. Muhtemelen Çetin, trafiğin ortasında ona yakınmamdan sonra Doğu'yu kıyafet için bizim eve göndermişti. Ne ara yaptığını bilmiyordum ama üzerime geçirdiğim beyaz tişört, pembe siyah ekoseli şort eteğim ve beyaz topuklu çizmelerimle, kendimi pijamalarımın içinde olduğumdan çok daha rahat hissettiğim an ona minnettar olduğum andı. Pijamalar benim için sadece ve sadece evimdeyken rahat ettiğim şeylerdi, dışarı onlarla çıktığım zaman temin zımparalanıyormuş gibi hissediyordum.

Makyaj malzemelerimi getirmediği için ona trip atsam biraz ileri mi gitmiş olurdum? Daha birkaç dakika önce, pijamalarımdan başka bir şeyim olmadığını düşünürsek sanırım şu anki halime şükretmeliydim. Hey, iyi tarafından bakalım, cildim makyajsız da parlayacak kadar sağlıklı ve canlı görünüyordu. Sorunlar hayatımızın olağan akışının normaliydi. Yeter ki cildimiz güzel olsun, gerisi bir şekilde çözülürdü...

Saçlarımdaki tokayı çekip aldım ve dalgaların sırtımdan aşağı dökülmesine izin verdim. Parmaklarımı birkaç kez aralarından geçirdiğimde eskiye oranla çok daha iyi duruyorlardı. Geriye tek bir sorun kalmıştı. Dudaklarımdaki renksizlik... Ve onun için de güzel bir çözümüm vardı.

Banyodan çıkıp yeniden odaya girdiğimde Çetin'i bar tezgahının orada buldum. Üzerinde kendi logosunun olduğu bir viski şişesinin içindeki sıvıyı köşeli bir bardağa döküyordu. Tam yanında durduğum sırada bardaktan ilk yudumunu almıştı. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Öp beni..."

Bardağı dudaklarından alelacele çekip şaşkın gözlerle bana baktı. Ağzındaki sert içkiyi yuttuktan sonra kehribarlarına yayılan şaşkınlıkla bana bakıp "Ne?" diye sordu. Onu şaşırttığım çok belli oluyordu. "Öp beni!" dedim tekrardan.

Dudağı çarpık bir gülümsemeyle kıvrıldı, elindeki kadehi tezgaha bırakıp bana doğru yaklaştı ve yanaklarımı tutup beni bir kez daha ikiletmedem dudaklarıma kapandı. Sırayla alt ve üst dudaklarımı emip hafif diş darbeleriyle beni kıvrandırdığı ateşli bir öpücüğün ardından geri çekilen taraf ben oldum. Elleri hâlâ yanaklarımı kavrıyorken "Yeterince kızardılar mı? Yoksa hâlâ solgun mu duruyorlar?" diye sordum Çetin'in gözlerine bakarken. Kaşları çatıldı, kehribarlarının içinde tutku ve şehvet, ortak bir ritimle dans ediyordu.

"Ne solgun mu duruyor Aymar, ne dediğini anlayamıyorum..."

Gözlerimi devirdim. Gözlerinin dudaklarıma kilitleniş şekline bakılırsa aklı çoktan başka yerlere kaymış, beyni kullanım dışı olmuş gibiydi. Basit bir öpücükle bile adamın aklını başından alabiliyordum iyi mi?

Elimi Çetin'in göz hizasında kaldırıp parmaklarımı birkaç kez şıklattım ve "Dudaklarım Çetin, dudaklarım... Yeterince kızardılar mı?" diye sordum. Sonunda anlayabildi. Gözleri yeniden o haylaz parıltılarla yeniden yanmaya başladı. "Ha onu diyorsun sen." Kısa bir duraksamadan sonra boğuk bir sesle ekledi. "Bence..." minik bir öpücük arası, "Hâlâ solgun duruyorlar," bir öpücük daha... "Biraz daha kızarmaya ihtiyaçları var..."

Yemezler...

Yeniden öpmek için uzandı ama dudaklarım sinsi bir gülüşle kıvrılırken kendimi geri çekip yanaklarımı da ellerinin baskısından kurtardım. "Sen böyle diyorsan kesinlikle yeterli olmuş demektir."

🎲🃏

Koridorda yan yana sıralanmış bir sürü kapı vardı. Bazıları ardına kadar açık bazıları ise kapı duvar kilitli... Kapalı olanların ardında ne olduğunu biliyordum ama kesinlikle o odalara girmeme izin yoktu. Uyuşturucu üretimi o odalarda yapılıyordu. Bir nedeni buydu bir nedeni de... Şey sanırım Selin'in imasından sonra geçirdiğim bir sinir harbinde, o odalardan birini yakmaya çalışmış olmamdı. Zaten o olaydan sonra bu kata girişimi yasaklamıştı ya Çetin. Uslu duracağımdan emin olana kadar... Şu an emin miydi acaba diye sorguladım kendi içimde. Bu yüzden onu denemek için bir adım yana kayıp usulca kapalı bir kapının koluna uzandım. Kilitli olması beni hiç şaşırtmadı. Bir hafta önce geldiğimde de kilitliydi.

"Şansını deneme boşuna, bir daha bu kapıların bir santim içini bile göremezsin."

Gözlerimi devirip baktım ona, "Bunu en son bu kat için de söylemiştin ama sonuç... Buradayım."

Çetin yan bir gülüşle karşılık verdi. "Seni buradan uzak tutamayacağımın farkındaydım onu söylerken, bu yüzden o kapılar kilitlendi. Ayrıca yangın sensörlerini de yenilettim, artık çok daha iyi çalışıyorlar."

Saçımı savurup yanından geçerken "Zaten yakmak gibi bir planım da yoktu. Senin aksine ben insanların can güvenliğini düşünürüm." diye karşılık vermiş aynı zamanda bugün babamın restoranını yakmasına da dem vurmuştum.

Peşimden beni takip ederken "Küçük bir yangındı. Yangın söndürme tüpü ile rahatça söndürülebilirdi. Sadece babana haber verilip, evden çıkarmaya yetecek küçük bir yangın... Zamanında müdahale etmeyi beceremiyorlarsa başlarına geleni hak etmişler demektir." diye karşılık verdi. Bu konuda elbette pişmanlığı yoktu. Şaşırmamak gerek...

Koridorda döndüğümüzde koridorun sonundan duyulmaya başlayan sesle yüzümü buruşturdum. Selin bağırıp duruyor, çirkin sesi koridorda yankılanıyordu. Başlangıçta uzaktan gelen anlaşılmaz ses, attığımız her adımda yakınlaşıyor ve anlaşılır bir hâle geliyordu.

"Derdiniz ne sizin?" diyordu, "Kahretsin bir yanlışlık olmalı," diye ekliyordu sonra. "Ben hiçbir şey yapmadım ki!", "Bu yaptığınızın bedelini ödeyeceksiniz!"

Vesaire, vesaire, vesaire...

Koridorun ilerisindeki bir kapıdan bir adam çıktı. Yüzündeki bezgin ifade, bizi gördüğü anda dağıldı ve ellerini iki yana açıp başını yukarı kaldırarak bir şeyler mırıldandı. Aradaki mesafeden ne söylediğini duyamasam da koridoru dolduran lanet sesle az çok ne olduğunu anlayabiliyordum.

Yanına ulaştığımızda "Sonunda be abi, beynimi sikti sabahtan beri bu karı..." diye sitem etti. Ettiği küfür yüzümü buruşturmama neden olurken benim aksime Çetin hiç takılmadı buna ve alayla güldü. "Fena mı Sergen? Sen konuşunca benim ne hissettiğimi anlamış oldun işte."

"Aşk olsun abi, ben çok mu konuşuyorum sanki?" diye karşılık verdi yüzünü daha önce gördüğüm ama adını biraz önce öğrendiğim adam. Sesi cüssesine göre fazla alıngan çıkmıştı.

Çetin sıkılmış bir nefes verip gözlerini devirdi. Benim dışımda çok konuşan hiç kimseye tahammülü yoktu. "Her neyse... Ersin nerede?"

"Burdayım abi, burdayım..." Biraz ilerimizden, Sergen'in çıktığı odanın kapısından bir adam daha göründü. Onun da yüzü aynı Sergen'inki gibiydi, bıkkın bir ifade yüzünün merkezine oturmuştu. Çetin bir kez ona baktı, ardından gözleri adamların çıktığı kapının biraz ilerisindeki başka bir kapıya kaydı. Burnundan çıkan sert bir nefesle "Kız burada mı?" diye sordu. Şimdi bahsettikleri Selin değildi, çünkü Selin'in sesi hâlâ arka plandan gelmeye devam ediyordu.

Ersin ensesini kaşırken "Yoksunluk krizi geçirdi, sakinleştirici verdik, yukarıdaki odalardan birinde uyuyor şu an. Kapısında da bir adam bekliyor, içeri biri girip rahatsız etmesin diye." diye yanıt verdi.

Hemen yanımda duran Çetin'in kaslarının gerilişini net bir şekilde hissettim. "Herif?" Bu tek kelimeye neyi sığdırabilirdi bir insan bilmiyorum ama Çetin çok şey sığdırmıştı bunu anlayabiliyordum.

"Arkadaşı biraz okşadık abi, baygın baygın seni bekliyor..."

Bir kez başını eğerek onayladı Çetin karşısındaki adamı. Kaslarıdaki k gerilim biraz bile azalmadı. "Ayıltın..." dedi tehlike kokan bir sesle. "Birazdan onunla da ilgileneceğim." Ersin başını sallayarak onayladığında, Çetin bana döndü. Kısık bakan gözlerinde sorgulayıcı bir ifade vardı. "O arkadaşım da arkadaşım dediğin itin yediği haltları öğrendiğini varsayıyorum?"

Nefret ediyordu... Ekin ile olan arkadaşlığımdan kelimenin tam anlamıyla nefret ediyordu. Kollarımı göğsümde toplayıp bilmiş bir gülümsemeyle yüzümü süsledim ve "Aynen sevgilim, seninle aynı haltı yiyor işte. Al birini vur ötekine..." deyip yanından geçtim. Bu konuşmalardan çok sıkılmıştım.

Ben Selin'in tutulduğu odanın kapısından girerken arkamdan "Yaptığımız şey o kadar da aynı değil, ben en azından çocukları zehirlemiyorum..." diyerek geldi.

Siyahın lacivertiydi işte. Konuyu uzatmadım. Elleri ve ayakları bağlı bir şekilde bir sandalyede oturan ve biz içeri girdiğimiz anda çenesi nihayet kapanan Selin'e baktım. İri iri açılmış yeşil lensli gözleriyle bize bakıyordu. Üzerindeki siyah straplez mini elbiseye bakılırsa bir takım eğlencesi yarım kesilmişti.

Aman ne üzüldüm...

Ardımdan gelen Çetin'i gördüğünde heyecanla içine çektiği nefesin sesini işittim. Kıskançlık parmaklarını kollarıma geçirdi, "Çetin..." diye soluduğundaysa o kıskançlık derimin altına nüfuz edip kanıma karıştı. İçimde başlayan o yangının bana fısıldadığı şeyi yapsaydım eğer Selin'in orada kafasını koparmam, odanın beyaza boyanmış bakımlı duvarını ve siyah parlak parkelerle döşenmiş zeminini kana bulamam gerekirdi. Neyse ki gerektiğinde sakinliğini koruyup sırasının gelmesini beklemeyi de bilen biriydim.

Çetin ellerini kumaş pantolonunun ceplerine soktu ve benden bir adım öne çıkıp Selin'in karşısında durdu. Yüzünde nasıl bir ifade olduğunu göremiyordum ama o ifade her neyse Selin'in heyecanını söndürmeye yetmişti.

"Şimdi sana bir kez soracağım..." Buz gibi sesi odanın içini doldurduğunda kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Beni ikiletme, ya da yalan söylemeye cüret etme! Aymar'a gelen resimlerden haberin var mıydı?"

Selin'in gözleri bana kaydığında, o gözlerde gördüğüm küçük bir telaş parçası bana gerçeği gösteriyordu. Yutkunmasıysa kendini tamamen ele veriyordu. "N- Ne- Ne resmi?" Gözlerini benden Çetin'e çevirirken kekeleyerek sormuştu bu soruyu.

Yalan söyleyecekti elbette ama refleksleri onu ele veriyordu bundan haberi yoktu. Sessiz kalmayı ve izlemeyi tercih ettim. Onun Çetin'e baktığı her an kıskançlık damarlarımı genişletirken bu zordu ama yine de başardım.

"Pekâlâ, başka bir şey deneyelim..." dedi Çetin ve Selin'e doğru bir adım daha yaklaştı.

Tırnaklarımı koluma bastırdım. Sakin ol Aymar, sakin ol kızım... Tırnaklarını yeni yaptırdın ve o sürtük onları mahvetmene değmez.

"Sen ve ben... Yatmak bir yana dursun, hiç aynı odanın içinde yalnız kaldık mı?"

Sen ve ben dedi...

Biz demedi...

Bu gibi ayrıntıların benim için önemi çok büyüktü. Çetin ve benden başka hiçbir kadın bir cümlenin içinde biz sıfatıyla yan yana gelemezdi.

Selin hiçbir şey diyemedi. Çetin ve benim aramda gezip duran gözlerini parlatmaya başlayan yaşları buradan bile görebiliyordum.

"Selin!" diye bağırdı Çetin Selin'den cevap gelmeyince ve bu ses Selin'i yerinden sıçratmaya yetti. Gür çıkan sesi sabrının dolmak üzere olduğunu gösteriyordu. "Bana cevap ver! Seninle yattım mı ben?"

Titremeye başlayan çenesiyle birlikte gözlerinde biriken yaşlar yanağına doğru kaydığı sırada akıllıca olanı yaptı ve başını iki yana sallayarak cevap verdi. Çetin'in sabrını taşırmanın onun hayrına olmayacağını bilecek kadar tanıyordu onu.

Sinir olmak için bir neden daha... Tırnaklarım biraz daha derine gömüldü. Kolumda hilal şeklinde çıkan izleri bakmadan görebiliyordum.

"Cevap ver!" dedi bir kez daha Çetin. Bu kez bağırmamıştı ama sesi baskın çıkıyordu ve kelimelerin üzerine bastırıyordu.

Bunun üzerine Selin'den zayıf bir ses çıktı. "Hayır..."

Bir insanın üzerinde taşıdığı tonlarca yükten bir anda kurtulmasının nasıl bir his olduğunu bilir misiniz? Bir anda gelen o hafiflemeyi... O dosya bana bir kanıttı elbette, o zaman anlamıştım Çetin'in beni aldatmadığını ama yüklerimden tamamen kurtulmuş sayılmazdım. Hala taşımakta zorlandığım bir ağırlık vardı omuzlarımda. Ta ki şu ana kadar... Dudaklarımdan çıkan derin nefesin sesi yankılandı sanki kulaklarımda, onlar da duydu mu acaba diye merak ettim.

"O zaman başa tekrar dönüyoruz." Tok sesinin sakinliğinin gölgesine saklanmış fırtınanın farkında mıydı acaba Selin? Ben fark ediyordum çünkü ve o ses tonunun muhatabı olmayı hiç istemezdim doğrusu. "Resimlerden haberin var mıydı?"

"Vardı..." Bunu Selin değil ben söylemiştim. Selin'in korkuyla dolan gözleri Çetin'den bana kayarken Çetin'in de omzunun üzerinden bana baktığını yan gözle gördüm. Benim bakışlarımın hedefinde doğrudan Selin vardı.

"Seninle yattığını ima ederken kendinden çok emindi, bu gerçekten yaşanmış gibi bir hali vardı. Bir şeye güveniyor olmasa gelip bana bunu söyleyebilecek kadar cesaretli olamazdı."

Her kelimemde Selin'in yüzünün rengi daha çok soldu. Sözlerimin ardından Çetin yeniden Selin'e döndü. Aradaki mesafeyi bir adım daha kapatıp yüzünü Selin'e doğru eğdiğinde Selin sonunda, ürkek bir hâl alan bakışlarını benden Çetin'e kaydırdı. Arada hâlâ hatırı sayılır bir mesafe olsa da kıskançlığın içimde daha da kaynadığını hissedebiliyordum. İkisi aynı odada bulunmasına bile tahammülüm yoktu, aynı havayı solumasına...

"Onu duydun..." derken sesi sakin çıkıyordu ama bu aldatmacadan başka bir şey değildi. Sabrı taşmak üzereydi, belkide çoktan taşmıştı ama kendini dizginlemeyi iyi beceriyordu, emin olamıyordum. "Şimdi, o gerçeği ben zor yoldan söküp almadan önce sen söyle ki... bu gece yastığına koyacak bir başın kalsın gövdende."

Selin'in dudaklarından bir hıçkırık koparken oturduğu sandalyede hareketlendi ama ayağa kalkamadı. Göz yaşları hızlanmaya, makyajında derin izler bırakmaya başlamıştı.

Bir saniye, iki saniye, üç saniye...

Sessizlik zamanı bir duvar gibi etrafımıza örüyor, duvar uzayıp gidiyor, aramızda başlayan bir gerilim havayı sarmaya başlıyordu.

"Bana. Cevap. Ver! Resimler hakkında ne biliyorsun?"

"Hiçbir şey..." diye bağırdı en sonunda dayanamayarak Selin. Artık iyiden iyiye ağlamaya başlamıştı. Burnunu sesli bir şekilde çekip yere bakarken konuşmaya devam etti. "Dört ay kadar önceydi, yanına gelmek istemiştim ama beni yine reddetmiştin. Yine ve yine... Hep olduğu gibi..." Bu durum canını çok yakıyormuş gibi nefesi kesildi. Birkaç saniye soluklandı ve devam etti. Şimdi gözlerini yerden kaldırmış, Çetin'e bakıyordu. "Bu kulüpten çıkıp iki alt sokaktaki kulübe girdim. Tek istediğim biraz içip kafa dağıtmak, eğer şanslıysam da sana benzeyen birini bulup geceyi onunla geçirmekti..." Yine bir duraksama... Tırnaklarım kollarıma biraz daha battı... Sakin kalmak öyle zordu ki şu an, hareket dahi etmiyordum yanlış bir şey yapıp Selin'in üzerine atlamamak için.

"Üç shot ve birkaç kadeh içkinin ardından sarhoş olmaya başladığımda yanıma iki adam geldi. Bir teklifleri olduğunu söylediler... Kabul ettim çünkü şanslıysam diye içimden geçirdiğim şey karşımda duruyordu. Yüzü sana hiç benzemiyordu ama uzun boyu, giydikleri ama en önemlisi de dövmeleriyle seni andırıyordu. Bir otele geçtik. Sarhoştum çok net hatırlamıyorum ama birlikte olmadığımızdan eminim. Sabah otelde uyandım. Telefonumda bir fotoğrafla birlikte bir mesaj vardı. Fotoğraf geceden bir kareydi, adamın yüzü görünmüyordu, sadece sırtından bir açı vardı ve her ayrıntısı sana benziyordu. Gören herkes... Aymar bile, onun sen olduğunu zannederdi. Mesajda, eğer ayrılmanızı istiyorsam fotoğraftan bahsetmeden Aymar'a seviştiğimiz imasını yapmamı söylediler... Bende bunu yaptım. Tek bildiğim bunlar... O fotoğrafların Aymar'da olduğunu bile bilmiyordum. Yemin ederim Çetin, tek bildiğim bunlar..."

Odanın içi derin bir sessizlikle kaplanmıştı. Midem bulanıyordu. Son altı ay gözümün önünden geçiyordu ve yaşadığım onca şeyin boşa olduğunu görüyordum... Midem bulanıyordu, odanın havası birden soğumuştu sanki, irkildiğimi hissettim. Başım dönüyordu... Duvarlar hareket eder miydi? Bu odanın duvarları hareket ediyordu sanki, dört bir yandan benim üzerime doğru geliyordu. Kalp atışlarım kulaklarımda patlıyor, nabzım dörtnala koşan bir yılkı gibi atıyordu. Midem bulanıyordu ve ben nefes alamıyordum.

Dudaklarımın arasından zorla da olsa kesik bir nefesi ciğerlerime çekebildim. Buradan çıkmam gerekiyordu, Selin'e bakmaya bile tahammül edemiyordum. Yüzüm tiksinti ifadesiyle buruştu ve başımı iki yana sallayıp odadan koridora çıktım. Hemen yandaki duvara sırtımı yaslayıp soluklanırken Çetin, "Birazdan buraya birilerini göndereceğim, sordukları her soruya tek tek cevap verecek, adamların yüzlerini en ince ayrıntısına kadar anlatacaksın onlara. Ve Selin... Bizden uzak duracaksın. Durmazsan eğer, adamların teşhisini falan geçer, seni öldürürüm." dedi sakin bir sesle ve ardından ayak seslerini duydum.

"Sinsirella'm"

Duyduğum sesle dikkatim dağıldı ve başımı yerden kaldırıp sesin geldiği yöne baktım. Doğu bu tarafa doğru geliyordu. Tam yanıma geldiğinde "İyi misin sen?" diye sordu. Yüzüm ne haldeydi, ifadelerim ne denli karışmıştı bilmiyorum ama başımı sallamak zorunda hissettim kendimi. Aslını sorarsanız kendimi berbat hissediyordum.

"Yalanını sikeyim Aymar, berbat görünüyorsun."

"Ben sana kaç kere Aymar'ın yanında düzgün konuş diyeceğim?"

Çetin'in asabi sesine karşı Gözlerini devirdi Doğu.

"Dinimi sikip atan da Müslüman olsa..."

Kafamı şöyle bir duvara geçirsem nasıl olurdu acaba? Ya da bu ikisinin kafasını geçirsem... Kendi kafamı geçirmekten daha mantıklı bir seçenek gibiydi.

"Çok konuşma Do..."

"Çetin Aral Bakırcı..."

Çetin'in sesini kesen şey koridoru inletecek kadar yüksek bir sesle adının söylenmesi oldu. Bu aynı zamanda bu küçük sohbeti kesin şeydi de. Çetin'in bakışları yan tarafa kaydı, hemen yanımızdaki odadan geliyordu o ses. Sesi bir yumruk sesinin ardından, acı dolu bir inleme ve "Kes sesini lan..." diyen, biraz önce yanımızdan giden adama ait olan bir ses takip etti.

Merakla o tarafa bakarken adımlarım da farkında olmadan o tarafa doğru kaymaya başlamıştı. Ama ikinci adımı atamadan Çetin kolumu tutup beni durdurdu, bana bakmıyordu. "Doğu, Aymar'ı benim odama götür."

"Hayır!" diyerek itiraz ettim.

"Aym..." diyecek oldu Çetin ama kolumu elinden kurtarıp kesin bir sesle, "Hayır dedim... Görmek, duymak istiyorum. Ekin'in gerçekten haberi var mı yok mu bilmem gerekiyor."

Çetin başını çevirip "Hay sikeyim..." dedi ama kararlılığımın farkında olarak karşı gelemedi. Odadan çıkan Sergen'e "Kızı uyandırıp buraya getir, adamdan önce kızla konuşmak istiyorum." diye emrini verdi.

Sergen başını sallayarak koridorda ilerleyip mekânın içine açılan kapıdan tarafa doğru giderken Çetin önüme geçip yüzüme baktı. Doğu hemen yan tarafımızda telefonla konuşuyor, Çetin'in ondan bulmasını istediği adamı bulmaya çalışıyordu. Konuşmalarını anlamıyordum çünkü tüm dikkatim Çetin'deydi. Biraz önce bağıran adamın sesi kesilmişti.

"Odaya gitmelisin Işığım, yoruldun yeterince. Daha fazlasına gerek yok..."

Uzattığı bir eli usulca yanağımı okşarken kısık bir sesle söylemişti bunları. Başımı iki yana salladı. "Kalmak istiyorum..."

"Ekin Erdemit'in haberinin olup olmaması hiçbir şeyi değiştirmez biliyorsun değil mi?"

Başımı sallayarak onayladım onu... Gözleri bana karşı öyle çok şefkatle doluydu ki, güneşli bir gün gibi sıcacık yapıyordu içimi. Beni suçlamıyor muydu? Son dört ayı bize zehir ettiğim için, onu terk etmeye çabaladığım için, bütün bunları ondan sakladığım için, ona attığım o tokat için... Beni suçlamıyor muydu?

Usulca bir adım atıp kollarımı ince beline sardım ve başımı göğsüne yasladım, kulağımın altında atan kalbinin sesini duydum ve konuşmadan önce bir an durup dinledim. Bu sesle uyumayı ve bu sesle uyanmayı öyle çok özlemiştim ki...

Kolları anında etrafıma dolanıp beni kucakladı. Sıcaklığı her zerremi sararken güven duygusu beni huzuruna doğru çekiyordu. Bu hissi de çok özlemiştim.

"Özür dilerim Çetin..." diye fısıldadım yanağımı göğsüne doğru hafifçe sürterken. Suçluluk içimde, kalbimin ortasındaydı ve hiç gitmeyecek gibi hissettiriyordu. Ellerini saçlarımda hissettim, usul usul okşarken saçlarıma öpücükler kondurdu. "Şsst... Dileme. Senin suçun değildi."

Başımı kaldırıp "Ama..." diyecek oldum ama bana izin vermedi. Başımı göğsüne bastırıp "Bu konuyu artık kapatabilir miyiz Işığım? En azından ben bunu kimin yaptığını bulana kadar? O zamana kadar sen sadece yanımda kal ve seni benden esirgeme, başka hiçbir şey istemiyorum..." diye mırıldandı. Kollarını daha da sıkılaştırmış, beni kendine hapsetmek istiyor gibi sarılmıştı bana.

"Rezalet derecede romantik görünüyorsunuz, miden bulandı."

Doğu'nun yorumunu görmezden gelip daha sıkı sarıldım Çetin'e. Çok geçmeden Sergen yanında Küçük kısa boylu bir kızla çıkageldi. Üzerinde bir devlet lisesinin üniforması vardı, alnına doğru akan kâhkülleri ve açık duran uzun saçları hafifçe dağılmış görünüyordu. Ela gözleri ağlamaktan kızarmış ve şişmiş, göz altları bağımlılığın etkisi yüzünden mor halkalarla dolmuş ve çökmüştü. Tek kelimeyle bitik görünüyordu, ayakta zor duruyormuş, ufacık bir rüzgâr esse yıkılacakmış gibi... Gözlerinde hiç hayat enerjisi kalmamıştı ki bu kız daha on beş yaşındaydı.

Yanımıza geldiğinde titreyen elleriyle saçını kulağının arkasına sıkıştırmaya çalıştı ama elin o kadar çok titriyordu ki bunu başaramadı. Sadece eli değil, bütün vücudu titriyordu. Çetin kızı adamın odasına doğru yönlendirdiğinde hepimiz peşlerinden gittik. Adam tıpkı Selinde olduğu gibi bir sandalyeye bağlanmış haldeydi ama çok büyük bir fark vardı. Adamın yüzü gözü kan içinde kalmıştı ve üzerindeki açık mavi gömleğin bir omzu sökülmüş, yüzünden akan kanlardan gömlek de nasibini almıştı.

Boynu farklı bir açıyla yana yatmıştı ve baygın görünüyordu. Boynunun ilk halini gören biri kırık olduğunu ve adamın da ölü olduğunu sanabilirdi ama inip kalkan göğsü hâlâ hayatta olduğunun göstergesiydi. Bu manzara yüzümü buruşturmama neden oldu.

Ve kız... Adamı görür görmez tanımış, dudaklarından kopan bir hıçkırık ile ağlamaya başlamıştı. Titreyen ellerini yüzüne kapatmışken başını hızla iki yana salladı ve arkasını dönüp koşarak çıktı odadan. Koridordan gelen ağlama seslerini duyabiliyordum, çok uzaklaşmadan bir köşeye çökmüş olmalıydı. Çetin Sergen'e işaret verdiği sırada "Hayır..." diyerek araya girdim. Kehribarları bana döndüğünde "İzin ver ben konuşayım onunla. Yalnız." diye devam ettim. Gözlerine kararsız bir ifade çöktü. Beni bu gibi işlere karıştırmayı hiç istemiyordu. Kalmama izin vermesinin tek sebebi de zaten Ekin'di.

"Sorun yok Çetin, sadece kız kıza konuşmak istiyorum. Bu onun için çok daha kolay olur."

Kararsız da olsa en sonunda başını sallayarak onayladı beni ve odadan çıktım. Kızı kapının yalnızca birkaç metre ötesinde bir duvar dibine çökmüş bir halde buldum. Dizlerini karnına çekmiş ve dizlerine sıkı sıkı sarılmıştı.

Tam yanında tek dizimin üzerine çöküp yüzüne baktım. Uyuşturucu hayatına girmeden önce çok güzel bir kız olduğuna kalıbımı basabilirdim ama uyuşturucu onu mahvetmişti.

Başta ne söylemem gerektiğini bilemedim, konuşmayı isteyen bendim ama durup daha önce hiç kimse ile oturup dertleşmişliğim de yoktu. Dertlerimi kendime saklar, başkasının dertleriyle de ilgilenmezdim. Sadece babam... Babamla konuşurdum ben her şeyi...

Bir yerden başlamak gerekirdi...

"Ağlamak bir çeşit duygusal boşalmadır. Sen, duygularını senden çekip alan bir adam için mi ağlayacaksın gerçekten?"

Titreyen dudaklarının üzerine doğru akan gözyaşlarını elinin tersiyle silip gözlerini yerden kaldırarak bana baktı. Kirpiklerinde asılı duran bir damla yaş vardı.

"Ya onun için değil kendim için ağlıyorsam?" diye sordu kısık ve buğulu bir sesle. Başımı omzuma doğru yatırıp baktım yüzüne. "O zaman sana ağlamanın yersiz olduğunu söylerdim..."

Bana anlamamış gibi bakınca açıklamaya koyuldum. "Her insan bazen ağlama ihtiyacı hisseder, bu çok normaldir. Ama bir insan gözyaşlarını herkesin içinde harcamamalı. İnsanlar kötü, bencil ve menfaatçi, zayıf bir anını kollarlar hep zarar vermek için. Gözyaşı akıtmak istiyorsan kaçmayacak, kaçmak istiyorsan göz yaşlarını akıtmayacaksın. Kaçmak ya da gözyaşı... Birbirlerinden ayrı olduklarında zayıflık değildirler ama ikisi bir aradayken seni aciz ve zayıf göstermekten başka bir halta yaramazlar."

Ben bunu söylerken bile yanaklarından gözyaşları akmaya devam ediyordu ve bu kız onları silmek için hiç çaba sarf etmiyordu. Düşünüyordu. Yüzüme bakıyordu evet ama baktığı yerde gördüğü şey ben değildim.

Birkaç dakikalık bir sessizliğin içine düştük, anlayıp sindirmesine izin verdim. En sonunda o sessizliği "Haklısın..." diyerek böldü.

Elbette haklıyım tatlım...

"Onunla ilk karşılaştığımda bir sahilde oturuyor ve ağlıyordum. Babamı yeni kaybetmiştim çünkü. Eve gelen herkes bunu hatırlatıyordu ve bu canımı çok yakıyordu. O gün kırkı çıkmıştı ve annem evde mevlüt okutacaktı. Kalmak istemedim, kaçmak istedim. Kaçtım da... Sahilde oturmuş ağlarken o geldi yanıma. O kadar iyi yaklaştı ki bana, bir anda kendimi ona açılırken buldum; anlattım, anlattıkça rahatladım. Sonra başımın ağrıdığını söyledim. O kadar çok ağlamıştım ki başım ağrımıştı. Bir ağri kesici verdi ama..."

Ve başını dizlerine gömüp daha çok ağlamaya başladı. Devam etmesine gerek yoktu, anlamıştım, herkes anlardı. O verdiği şey ağrı kesici değildi. Birini bu bataklığa sürüklemenin ilk adımıydı. Hayatını mahvedek bombanın fitilini tutuşturan ilk kıvılcım... Babasını yeni kaybetmiş bir kızın en zayıf anından yararlanmak...

Elimi uzatıp kızın omzuna dokundum ve "Geçecek..." dedim. Geçecekti, bunu biliyordum. Başını iki yana salladı. "Geçmeyecek... Her şeyi mahvettim. Annem öğrendiğinde hayal kırıklığına uğrayacak. Babamın ölümü onu mahvetti şimdi benim yüzümden tamamen yıkılacak. Böyle olacağını hiç tahmin etmedim, etseydim asla yapmazdım."

"Ne kadar oldu kullanmaya başlayalı?"

Bu ses Çetin'e aitti ve hemen yan tarafımızdan geldi. İkimiz de başımızı sesin geldiği yöne çevirdik. Uzun boyuyla bir duvar gibi orada dikilirken kızı ürkütmüş olacak ki, omzuna dokunduğum yerden gerildiğini hissettim. Destek verircesine omzunu sıktığımda "Dört buçuk ay..." diye cevap verdi.

Çetin birkaç büyük adımla yanımıza gelip benim yanıma çöktü ve kızın yüzüne bakarken "Şimdi beni iyi dinle..." dedi mesafeli bir sesle. "Yarın eve gittiğinde, annene yurtdışında altı aylık bir eğitim kampından bahseceksin. Seçilen öğrencilerin arasında senin de olduğundan ve bunun bir proje kapsamında olduğundan. Masrafları proje sahiplerinin karşıladığını söyleyeceksin. Pasaport ve vize işlemlerin halledilene kadar, belirlenen aralıklarla belirlenen miktarda hap alacaksın. Ardından Kanada'ya uçup tedavi olacaksın. Anlaştık mı?"

Kız şaşkın şaşkın Çetin'in yüzüne bakıyordu. Bense bu duruma hiç şaşırmamıştım. Geçeceğini söylerken Çetin'in bunu yapacağını biliyordum zaten. Bu onun vicdanını temizleme yöntemiydi. Batmak isteyenleri batırır, kurtulmak isteyenleri kurtarırdı. Ve çocukların... Batmayı istemek gibi bir lüksleri olmazdı. En azından bu yöntemle.

Başını sallayarak onayladı kız. Hâlâ şaşkınlığını atamamış gibiydi. Sergen onu kaldırıp götürürken itiraz etmedi, koridorda kayboldukları sırada çıktığımız odada bir gürültü koptu ve kaba hir sesin "Hepinizin amına koyayım..." diye küfrettiğini duydum. Adam uyanmıştı.

"Bakırcı yaparken iyi de biz yapınca mı kötü?" diye bağırdı adam. Hemen ardından bir vurma sesi onu takip etti ve acı dolu bir inleme daha...

Ama adam susmadı.

"Bakırcı yanındaki sürtüğü siktiğinde kız kaç yaşındaydı? O sikince sorun yok ben sikince niye sorun oldu?"

Bir yumruk sesini takip eden bir dizi küfür seli ve bunlara eşlik eden acı dolu bağırışlar...

Adam susmak bilmiyor, "Yalan mı?" diye karşılık veriyordu.

Çetin hışımla ayağa kalktı. Odaya doğru ilerlerken "Aymar odaya git." dedi bana. Çok sinirlenmişti... Başımı hızla iki yana sallarken hemen peşinden odaya girdim ve kolunu tuttum. "Hayır Çetin, dur lütfen."

Yüzü öfkeyle kızarmış, alnındaki ve boynundaki damarlar kabarmıştı. Burnundan soluyarak karşısındaki adama bakarken "Aymar. Odaya. Git. Dedim." diye tısladı sıktığı dişlerinin arasından.

Adam bizim geldiğimizi gördüğünde Doğu ona bir yeni yumruk daha atmıştı, bir gözü şiddetin darbeleri yüzünden şişip kapanmıştı ve her tarafı kan içindeydi ama bu onu durdurmuyordu. Onu ayıltmak için su kullandıkları belliydi çünkü biraz önce kupkuruyken şimdi sırılsıklamdı ve her tarafından sular damlıyordu. Yüzündeki açık yaralardan sızan kan, suya karışıp gömleğine akıyordu.

Dişleri ve dudakları kanla kaplanmışken bize sırıtıp "Ooo..." dedi. "Bakırcı ile çıtır sevgilisi de gelmiş..."

Doğu ağzının içinde yuvarlanan sert bir küfürle, yeni bir darbe için yumruğunu havaya kaldırırken "Doğu..." diyerek onu durdurdu Çetin. Çetin'in hemen önünde kolunu tutmuş bir vaziyette duruyordum hâlâ. Yüzüne bakıyordum beni görmesi için ama onun tüm odağı sandalyede oturan adamdaydı. Yanağına koyduğum elim bile fayda etmiyordu.

"Aymar'ı benim odama götür..."

"Hayır... Hayır, hayır, hayır..." diye sayıkladım arka arkaya ve diğer elimi de yanağına koyup yüzünü kendime çevirmeye çalıştım. Ölü biri kadar katıydı şu an. "Çetin, söylediklerinin doğru olmadığını biliyorsun, bu doğru değil. Onun bahsettiği şekilde değil, lütfen sakin ol!"

Bir delilik yapacaktı. Bu sinirle onu bırakırsam bir delilik yapacaktı. Yapacağı delilikten korkmuyordum, sonrasında bu konuyu kendi kafasında döndürüp duracak ve kendine işkence edecekti. Ben bundan korkuyordum. Çünkü bu konuda ben ne söylersem söyleyeyim kendini suçlu hissetmekten hiçbir zaman vazgeçmemişti...

"Doğru değil mi?" diye sordu adam alayla. Dönüp ona bakmadım ama benim bakmamak bir şeyi değiştirmiyordu. Bakmaması gereken Çetin'di ve ben onun odağını kendime döndüremiyordum. "Söylesene Aymar Doğan, bekaretini kaç yaşında kaybettin?"

Bu Çetin'de ipleri koparan noktaydı. Boğazından dökülen hırıltılı bir nefesle ellerimi yanaklarından indirip beni kenara çekti ve adama doğru ilerledi. Tam adam yeniden konuşacaktı ki suratına attığı sert bir yumrukla adam sandalyeyle birlikte geriye düştü. Daha fazlasını izleyemedim çünkü Doğu geniş gövdesiyle önümü kapatıp beni odadan çıkmaya zorladı. İtirazlarım hiçbir işe yaramıyordu. Beni omuzlarımdam iterek odadan çıkardığında bir köşede sessizce kendisine verilecek olan emri bekleyen Ersin kapıyı kapatıp içeriye beni tamamen kör bıraktı.

"Doğu..." diye yakındım, omzumun üzerinden geride kalmaya başlayan kapıya bakarken. Kapılar ses geçirmediğinden içeride ne olduğunu hiç bilmiyordum ama adamın hayrına bir şeyler olmadığından emindim.

Doğu tuttuğu kolumla beni koridorda yürütmeye devam ederken "Sakin ol Sinsirella. Çetin adamın söylediklerinin doğru olmadığının farkında, sadece sinirini atması gerek."

Odaya kadar bunlar son konuşmamız oldu. Odaya girdiğimde o kadar gergindim ki utanmasam tırnaklarımı yiyebilirdim.

Doğu arkamızdan kapıyı kapatıp doğrudan bar tezgahına yöneldi. Ardından elinde bir bardak içkiyle bana doğru geldi. "Yaz rüyası... Çetin 777 kadar beğenmediğini söyledi ama bence bu çok daha iyi."

Bir bana uzattığı bardağa bir de yüzüne baktım ardından gözlerimi devirip ona arkamı döndüm ve köşedeki L koltuğa çöktüm.

Omuz silkip doldurduğu bardağı kendi dudaklarına götürdü ve kocaman bir yudum aldı. Ardından koca cüssesini yanıma bıraktı.

"Eee anlat bakalım..."

Dirseklerimi dizlerime ve çenemi de avuç içlerime yaslamışken onun yüzüne sorarcasına baktığımda bir yudum daha alıp "Birden sıra arkadaşım yaptığın şu gizemli kız... Kim o?" diye sordu. Yeni bir gerilim... Hem Çetin hem Doğu'dan sakladığım bir sırdı. Daha doğrusu herkesten sakladığım bir sır... Çetin ve Doğu'ya anlatmam gerektiğini biliyordum. Bir noktada Ayda ile yakınlaştığımda kimsenin dikkatini çekmese bile bu iki adamın dikkatini çekecekti. Özellikle Çetin...

Önünde sonunda onlara bahsecektim elbette ama o an şu an değildi.

"Başka zaman anlatırım, şu an bunun için çok yorgunum..."

Doğu elindeki bardağı tepesine dikip hepsini içtikten sonra ayağa kalktı ve "Bu ikinci geçiştirişin Sindirella... Üçüncüsü olmaz haberin olsun." dedikten sonra bardağı tezgaha bırakıp odadan çıktı ve beni yalnız bıraktı.

Bekledim... Bekledim... Bekledim...

Su gibi akan zaman şimdi pıhtılaşmış bir kandan ibaretti sanki... Saat birin üzerine devrildiğinde oturduğum koltuktan kalkıp yatağa ilerledim ve çizmelerimin fermuarlarıni indirip ayaklarımı içlerinden kurtardıktan sonra yorganı kaldırıp altına girdim. Değişen çarşaflar, Çetin gibi kokmuyordu. Taze baharı andıran bu kokunun nedeni deterjandı ve bu hiç hoşuma gitmemişti... Yine de gözlerimin ağırlaşmasına engel olmadı bu. Yavaşça uyku beni içine çekerken Çetin hâlâ gelmemişti...

🃏🎲

Düşme hissi... Beni uykumdan uyandıran bu oldu. Yattığım yerden doğrulduğumda karanlık odaya gözlerimi alıştırmam biraz zamanımı aldı. Odanın içi mentol kokuyordu. Onun varlığını görmekten çok hissettim. Gözlerim karanlığa alıştığında, L koltukta oturan silüetini gördüm.

"Neden orada oturuyorsun?"

Sesim yeni uyanışımın etkisiyle buğulu çıkmıştı. Umursamadım.

"Uyuyordun, rahatsız edip uyandırmak istemedim."

Ses tonundan hiçbir şey anlayamadım. Hem bomboş gibiydi hem de duygularla dolu... Belki de yeni uyandığım için henüz kendime gelememiştim. Kucağımda toplanan yorganın ucuyla oynarken karanlıktaki silüetine bakıp "Yanıma gel!" diye fısıldadım.

Birkaç saniye kıpırdamadan oturdu, ardından ayağa kalkıp yanıma geldiğinde çıplak gövdesiyle yüz yüze geldim. Altında da siyah bir eşofman vardı. Ya da lacivert, bilmiyorum... Karanlıkta ayırt edemiyordum. Yorganı kaldırıp usulca yanıma uzandığında alnına düşen saçları gördüm ve kenarı çekmek için elimi uzattım. İpeksi saçları nemliydi. Duştan yeni çıkmış olmalıydı.

Elimi yakalayıp avuç içimi derin derin kokladı ve dudaklarını bastırdı. "Seni hak etmiyorum..." derken sesi acı çekiyor gibi gelmişti. İşte korktuğum şey olmuştu. O kendi içinde bir mahkeme kurmuş, aleyhine şahit olarak da o adamın sözlerini seçmişti. Kendi kendini suçlu çıkarmış, tüm yükü kendine almıştı.

"Saçma!" dedim yüzüne bakarken. Karanlık yüzünden zar zor ayırt ediliyordu çehresi ama ben onun her zerresini ezbere biliyordum. "Beni senden daha çok hak eden tek bir adam bile yok!"

Boğazından hırıltılı bir nefes kaçtı. "Çıkarsa gırtlağını keserim."

Güldüm. Kıskanç hallerini çok seviyordum çünkü onun kıskançlığı beni kısıtlamıyordu. Ekin'den nefret etmesine rağmen, onu arkadaşım olarak görmeme bile sesini çıkarmayacak kadar bana saygı duyuyordu. O beni öyle bir tamamlıyordu ki yerine bir başkasını asla koyamazdım. Derin bir nefes aldım ve eğilip dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdum, dudaklarından keyifli bir mırıltı çıkarken anında ağzını aralayıp öpücüğüme karşılık verdi. Alt dudağı dudaklarımın arasına yerleştiğinde bir bacağımı diğer tarafına atıp üzerine tırmandım.

Diz kapaklarından kırılan dizlerimi yatağa bastırırken karın kaslarının üzerine oturduğumda, elleri önce belimi buldu ardından kalçalarıma doğru indi. Öyle büyük bir açlıkla öpüyordu ki beni, tutkusuna yetişmekte zorlanıyordum. Her şeyden çok özlem vardı aramızda. Benim neden olduğum bir özlem... Suçluluk bir kez daha beni kendi kollarına çektiğinde Çetin'in kollarında olmama rağmen üşüdüğümü hissettim. O beni değil ama ben onu hak etmiyordum bunu biliyordum...

Usulca geri çekildiğimde itiraz etmedi. Ellerimi başının iki yanından yastığa bastırıp ellerimden destek alırken yüzünü izledim. O sorun etmiyordu ama ben, içimde o altı ay boyunca açılan yara kapanmadan bunu sorun etmeye devam edecektim. Parmakları usul usul bel kıvrımımla omurgam arasında dolaşırken bir kez daha "Özür dilerim Çetin..." diye fısıldadım.

Konuşup itiraz edeceğini anladığımda dirseklerimi kırıp dudaklarımı dudaklarına bastırarak susturdum onu. Geri çekildiğimde "Sadece dinle..." diyerek ısrar ettim.

"Sana güvenmeliydim. Gelen ilk resimde sana gelmeliydim. Korkmamalıydım... Anlamalıydım bunun bir oyun olduğunu... Ben... B-ben..."

"Şsstt!" diyerek araya girdi. Elleri sırtıma masaj yaparken "Kendini suçlama... Çünkü suçlu sen değilsin, benim. Evinde söylediklerinde çok haklıydın. Anlayamadım ben bir sorun olduğunu. Gözümün önünde mahvoldun ve ben bunu göremedim." Elleri usulca yanaklarımı kavradı ve başparmakları senkronize bir hareketle elmacık kemiklerimi okşadı. "Sana yeterince güven veremeyen benim. Eğer o güveni verebilseydim, bu düşüncelere kapılmazdın."

Kalbim daha çok ağrıdı... Şimdi de kendini suçluyordu. Başımı iki yana salladım ama o itiraz kabul etmiyor gibi beni kendine çekip dudaklarımı bir kez daha öptü. Kısa, masum bir öpücüktü. "Ama illaki suçluluk duygusuyla kendini affettirmek istiyorsan eğer... Bir daha benden hiçbir şey saklama... Gerekirse gel gırtlağıma çök ama saklanma... Hiç senlik değil çünkü. Benim tanıdığım kadın, o ilk resmi gördüğü an gelir resmi suratıma çarpar ve hesap sorardı. Neden bunu yapmak yerine gizledin güzelim?"

Haklıydı... Normalde bunu yapardım. Ama... Aması yoktu. Yüzleşmekten korkmuştum. Bazen bazı olaylara düşündüğümüz gibi tepkiler veremiyorduk, esip gürleyeceğimiz bir olay karşısında sus pus kalabiliyor, ya da tam tersini yaşayabiliyorduk... Omuz silktim

İç çekti. "Bayılıyorsun değil mi içten içe kendine işkence etmeye?"

Dirseklerimi de ellerimle beraber yatağa yaslayıp yüzüne doğru biraz daha eğildim. "Tıpkı senin gibi..." Bana anlamıyormuş gibi baktığında eğilip dudağının kenarını öptüm. "O adamın sözlerini..." Dudaklarımın hedefi bu kez çenesiydi. "Ciddiye aldığını biliyorum." Ve dudağının diğer kenarını öptüm. Bir kez daha iç çekti, karanlıkta gözlerinin nasıl bir hâl aldığını göremiyordum ama iç çekişinin sıkıntıyla dolu olduğunu biliyordum.

"Doğruları söyledi çünkü..." diye cevap verdi Çetin.

"Hayır!" diyerek karşı çıktım hemen. Ardından yüzümü ellerinden kurtarıp başım boynu ile omzu arasındaki girintiye yasladım. Bir elimi yataktan çekip yanağına koydum ve okşarken "Söyledikleri doğrulara yakın bile değildi..." diye fısıldadım.

"İlk birlikte olduğumuz anı hatırlıyor musun?" diye sordu bu kez. Alt dudağım dişlerimin arasına yuvarlanırken gülümsememi bastırmaya çalıştım. "Evet..."

Bu sözümle güldü Çetin. Kollarından birini bedenime dolayıp bana sarılırken "Güzel, çünkü ben hatırlamıyorum." dedi imayla. Başımı biraz daha gömdüm boynunun girintisine ve bende güldüm.

"Çünkü..." diye ekledi Çetin son heceyi uzatarak. Ardından yavaşça dönüp beni de beraberinde döndürdü. Sırtım yatakla buluştuğunda Çetin başını geriye doğru çekip beni boyun girintisinden çıkarmıştı. Yine de yüzüne bakmadım ama gülmeye devam ediyordum. Burnumun ucuna bir öpücük kondurdu. "Daha on yedi yaşında olan yaramaz bir kız benden faydalandı..."

"Pişman değilim..." dedim hemen. Bu Çetin'in en büyük pişmanlığı olabilirdi ama. Çünkü Çetin, cinsellik konusunda aramızda hep bir mesafe bırakıyor, on sekiz yaşımı bekliyordu ama ben beklemek istemiyordum. Bu yüzden biraz yaramazlık yapmış olabilirdim. "Hatta hayatımın en güzel günüydü, en özel... Doğru ya da yanlış... Umurumda bile değil, kime göre yanlış neye göre yanlış? Bana göre sen doğru adamdın, hâlâ doğru adamsın. Zil zurna sarhoştun, kendinde değildin ama ona rağmen bana karşı o kadar naziktin ki biraz bile canımı yakmadın. Aksine kulağıma sürekli beni sevdiğini fısıldadın. Şimdi sen söyle, ben nasıl pişman olayım o geceden? Ya da nasıl o adamın yaptığı alçaklıkla bunu bir tutayım?"

Hiçbir şey söylemedi Çetin. Ilık nefesini yüzümde hissediyordum, beni izliyordu... Tıpkı benim de onu izlediğim gibi. Karanlığın aramızda olması önemli değildi, bir insanın yüzünü her ayrıntısıyla ezberlediğiniz zaman bir noktadan sonra izlemek için görmek gerekmiyordu.

"Seni çok seviyorum biliyorsun değil mi?" diye fısıldadı. "Biliyorum." diye karşılık verdim aynı şekilde.

Ardından birden üzerimden çekilip yataktan kalktı. Birkaç saniye sonraysa odanın içi kör edici bir ışıkla aydınlanmıştı. Mızmızlanarak yorganı kafama doğru çektim, birden ışığa maruz kalınca zavallı güzel gözlerim acımıştı.

"Bana kalırsa sonsuza kadar seninle o yatakta kalabilirim ama eğer biraz daha yatmaya devam edersen okula geç kalacaksın ve bunun hiç hoşuna gitmeyeceğini biliyorum."

Kafama çektiğim yorgan yüzünden hafif boğuk gelen sesinin bana taşıdığı cümleleri algıladığımda hızla yorganı üzerimden atıp yattığım yerden doğruldum. Gözlerime batan lambanın ışığı umurumda bile değildi. "Saat kaç?"

Çetin bir elini ensesine atarken "Yediye geliyordu en son." diye cevap verdi. Gözlerim hissettiğim dehşetle irileşti. Kahretsin! Uyku ile uyanışım arasında geçen süre yalnızca bir saat gibi gelmişti bana. Yataktan kalkıp botlarıma uzanırken "Babam eve geldiyse ve beni göremediyse delirmiştir!" dedim aceleyle. Botlarımı ayağıma geçirirken Çetin gelip tam önümde durdu. "Endişelenme, baban hâlâ hastanede. Son çalışan da taburcu olmadan ayrılmayacak gibi görünüyor. Eğer öyle olmasaydı seni daha erken uyandırır zor durumda kalmana izin vermezdim güzelim."

Rahat bir nefes ciğerlerimden döküldü. Bu odada hiç pencere olmadığı için uyandığımda karanlıktı ve ben haliyle zamanın o kadar geçtiğini anlayamamıştım. Ben kendimi toparlarken, Çetin de üzerini değiştirdi. Çok geçmeden kulüpten çıkıp trafiğe karıştık. Çetin kahvaltı yapmak için ısrar etmişti ama reddetmiştim. Babamdan önce eve gitmeliydim. Onu daha da endişelendirmek istemiyordum.

Evin önüne geldiğimizde arabadan inmek için hareketlenmiştim ki Çetin "Unutmadan..." deyip kolumu tutarak beni durdurdu. Yeniden ona döndüğümde kolumu bırakıp torpido gözüne uzandı. Dün okulda elinde olan pembe hediye kutusunu torpidodan çıkarıp bana uzattı. Gözlerim hediyeyle ışıldarken paketin artık buruşmuş olması umurumda değildi. Pembe kurdeleyle bağlanmış paketi çözüp kapağı kaldırdığımda, altından her şeyin çıkmasını bekleyebilirdim aslında, ama bu kesinlikle bir sürprizdi... Büyük bir sürpriz...

Bir dövme tabancası vardı pakette. Pembeydi... Büyülenmiş bir halde makineye bakıyordum. Büyülenme nedenim rengi ya da şekli değildi. Elimi uzatıp makineyi kutudan çıkardım. Düz olan bir modeldi, uç kısmındaki tutuş yerindeki pembe silikon o kadar yumuşaktı parmaklarım ipeksi hisle mest oldu. Ama asıl can alıcı kısım silikondan sonrasıydı. Silikondan sonra cam başlıyordu, ince bir katmandı. Camın içinde üç boyutlu bir şekilde Aymar Doğan yazıyordu ve makineyi hareket ettirdikçe yazının etrafında pembe simler uçuşuyordu. O kadar güzeldi ki.

"Çetin..." derken buldum kendimi. Gözlerimi kaldırıp yüzüne baktığımda dudaklarında huzur dolu bir gülümsemeyle beni izlediğini gördüm. Makineyi geri kutunun içine yerleştirip "Teşekkür ederim..." diye fısıldadım ve ona doğru uzanıp kollarımı boynuna doladım. Sarılışıma karşılık verirken "Hadi güzelim, bir an önce hazırlan. Babanla karşılaşma fikri beni gerçekten çok geriyor, o yüzden seni ilerdeki köşede bekliyor olacağım." dedi. Buna güldüm. Hakkı vardı, dün o kadar ağladıktan sonra babamın Çetin'i bir süre görmek istediğini sanmıyordum.

Eve gidip telefonumu aldığımda ilk işim babamı aramak oldu. Birkaç mesaj atmıştı ama aramamıştı. Uyuyakaldığımı söylediğimde şüphelenmedi. Bir saat kadar daha işi vardı hastanede ondan sonra eve gelecekti. Çıkacağımı söylediğimde kahvaltıyı unutmamamı tembihleyip telefonun kapattı.

Duşa girmeyi çok istesem de asla vaktim yoktu. Bu yüzden saçlarımı iki yandan bol bir şekilde ördüm ve kolları fırfırlı beyaz bir gömlek giyip; pembe, siyah, beyaz ekoseli etek ve süveter takımımı üzerime geçirdim. Eteğimle aynı hizaya denk gelen beyaz tüylü kabanımı üzerime giyip çıkardığım çizmeleri de yeniden ayağıma geçirdim. Kavuştuğum makyaj malzemelerimle uzun uzun uğraşmak istiyordum ama ne yazık ki ona da vaktim yoktu. Bu yüzden hızlı basit bir makyajla günü geçiştirip lipglossumu çantama attım ve telefonumu da alıp evden çıktım. Bugün sondu, akşama arabama kavuşacaktım. Çetin tıpkı söylediği gibi köşede bekliyordu. Arabaya bindiğimde telefonuma gelen bildirimleri kontrol ediyordum. Sosyal medya bildirimlerini es geçip kızlarla mesajlaşma grubuma girdim. Bir dolu mesaj vardı. Nasıl olduğumu merak ediyorlardı.

Çetin arabayı trafiğe karıştırırken telefonun kamerasını açıp kendime çevirdim ve öpücük attığım bir resmi çekip kızlara attım, altına da harikayım yazdım. Öyleydim.

Anında gördüler. Betül "Neredesin?" diye sorarken Shila "Okula ne zaman geleceksin?" diye sordu. Yolda olduğumu söyledim.

Birkaç dakika o mesajım görüldü olarak kaldı, kaşlarımı çattım. Kızlar bana asla görüldü atmazdı. Nefret ettiğimi bilirlerdi. Derken Betül 'Aymar, önden haberin olmalı bence... Müdür Leyla, sinirden kudurmuş bir halde Çetin ve senin okula gelmenizi bekliyor.' diye yazdı. Kaşlarım çatıldı bu mesajla. Hemen akabinde ekrana düşen fotoğrafla neden böyle yazdığını anladım.

Gördüğüm şeyle tüylerim diken diken olurken "Çetin..." diye soludum. Çetin her şeyden habersiz rahat bir tavırla arabayı sürerken "Efendim Işığım?" dedi sorarcasına. Yutkunmaya çalıştım ama mümkün değildi. Boğazımı tıkayan koca bir yumru vardı sanki.

"Şuna baksana..." diye mırıldandım. Kısa bir an başını çevirip bakıp yeniden önüne döndü. Ama sonra fark etti. Araba acı bir frenle dururken telefonu elimden alıp resmi incelemeye başladı. "Siktir!" diye savurduğu bu küfür, durumu tam olarak özetliyordu.

Çünkü o resimde, okulun arka duvarını kaplayan kocaman bir grafiti vardı. Çetin ve benim resmimiz... Ve hemen altında kırmızı bir yazıyla Niks'ten selamlarla yazıyordu.

🎲🃏

Bölümü nasıl buldunuz?

Yine bir Niks vakası🌚🌝

Sizce bundan sonra bizleri ne bekliyor?

Bir sonraki bölüme kadar kendinize iyi bakın, hoşçakalın bebeklerim❤️

Loading...
0%