Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8| CİNAYETLER SİLSİLESİ

@saniyesolak

Sellam✨

 

Nasılsınız?

 

Uzun bir bölüm sizleri bekliyor diyeceğim ama siz iki dakikada yalayıp yutacaksınız 🤭

 

Neyse çok uzatmayayım ve oyunuzu aldıktan sonra sizi bölümle baş başa bırakayım. Arada yorumlarınızla satır aralarını doldurmayı unutmayın✨

 

Keyifli okumalar❤️

 

🃏🎲

 

YAZARDAN:

 

Arabasının anahtarını onu kapıda karşılayan valeye atıp seri adımlarla gece kulübünden içeri girdi. Henüz sabah saatleri olduğu için kulüp tarafı boştu ama zaten onun işi de alt kattaydı.

 

Rehabilitasyon merkezinden buraya gelene kadar kaç ceza yediğinin, kaç kazadan ucuz kurtulduğunun haddi hesabı yoktu ama bilerek hız yapmış, kendi kafasını toparlayabilmek adına insanların hayatlarını riske atmıştı. Neyse ki kulübe gelene kadar geçen o sürede herhangi bir felaket yaşanmamıştı. Ne kendi adına ne de insanlar adına... Kafasını toparlayabildi mi diye sorarsanız... Hayır, yanına bile yaklaşmış sayılmazdı.

 

Öldürülmüşler abi.

 

On iki kadının on ikisi de öldürülmüş.

 

Geriye kalanları da araştırıyoruz ama ümit yok diyebiliriz...

 

Geçen her zaman diliminde iş daha da tehlikeli bir yere gidiyordu. On iki ceset... Sindirilmesi zor bir sayıyken ya resimlerdeki her kadın öldürülmüş olursa o zaman ne olacaktı? Karşılarındaki nasıl biriydi ki gerisinde on iki ceset bırakacak kadar rahat davranabiliyordu? Neyle karşı karşıya kalmışlardı böyle?

 

Aşağı kata açılan geçidin önüne geldiğinde elini kaldırıp duvara sertçe vurdu birkaç kez. Kapı saniyeler içinde açılmıştı, Çetin kapıyı açan adama bir kez bile bakmadan merdivene yönelip aşağı kata indi. Sakinliğin hâkim olduğu kat, Çetin'in "Kıvanç..." diye gürlemesiyle inlemişti.

 

Adını duyan Kıvanç, koridor boyunca sıra sıra dizilen kapılardan, üç numaralı imalathaneden, kulağına yasladığı telefon ile dışarı çıktı. Gözleri uykusuzluk yüzünden kızarmıştı ve bir hayli bitkin görünüyordu. "Anlaşıldı..." dedi telefonda konuştuğu kişiye. "Yarın gece yarısından önce burada olun."

 

Telefonu kapatıp Çetin'in tam karşısında durduğunda, uykuyla savaşan gözleri birkaç kez yumup geri açılmıştı ve yoğun bir esneme isteği ile gözleri hafifçe sulanmıştı. Geç saatlere kadar barda çalıştıktan sonra, dinlenmesi gereken zaman dilimini o gece tanıştığı bir sarışına harcadığı için şimdi uykusuzluk çekiyordu. "Libya'ya giden sevkiyat güvenli bir şekilde ulaşmış, para eksiksiz bir şekilde ödenmiş ve adamlar yarın ge..."

 

"Siktir et sevkiyatı." diye homurdandı Çetin sinirle. O an için, sevkiyattan daha önemli bir konu vardı aklını meşgul eden. Hoş, sadece o an için de değil; Aymar her an için onun en önemli konusuydu... "En güvenilirlerinden sekiz adam ayarla, dördü gece dördü gündüz olmak üzere yedi yirmi dört Aymar'ın etrafında olacaklar ama Aymar tarafından fark edilmeyecekler. Etrafında yedi yirmi dört onu takip eden birileri olduğunu bilirse bu onu huzursuz eder."

 

Uykusuzluğun etkisiyle gözlerini ovuşturan Kıvanç, sarı saçlarını geriye itip "Bir şey mi kaçırdım ben?" diye sordu Çetin'e. "Neden durup dururken Aymar'a koruma ayarlıyoruz? Bir sorun mu var?"

 

Genç adam, tutulduğu soru yağmuruna karşın burnundan sert bir nefes verirken "Beyin nöronlarımı sikme Kıvanç..." diye homurdandı. "Sadece söyleneni yap." Sorularla zaman kaybetmek istemiyordu, bir an önce harekete geçmeli ve bu görünmez tehlikeyi çok geç olmadan yok etmeliydi.

 

Kıvanç teslim olur gibi ellerini kaldırdı bu ültimatom karşısında. "Tamam..." dedi ikinci heceyi bastırarak. "Utku işinde en iyisidir, ona söylerim o halleder."

 

Genç adam, Kıvanç'ın umursamaz tavrı yüzünden daha fazla öfkelenirken, sert bakışları bir dolu cinayet silsilesiyle karşısındaki adamı katlediyordu. "Utku'ya söyleme Kıvanç." diye gürledi yüzüne doğru. "Kendin hallet, benim canımı sıkma." İçindeki tüm öfkesi sesine yansıyordu. Endişesi de öyle... Tehditkâr sözleri dudaklarından dökülmeye devam ederken, gözleri de sözlerini destekler nitelikte tehditle dolmuştu. "Aymar'ın değil saçının teline zarar gelmek, o itlerin rüzgârları bile dokunmayacak ona. Bir şey olursa sorumlu olarak seni tutarım."

 

Kaşları çattı Kıvanç bu tepki karşısında. Neler döndüğüne dair hiçbir fikri yoktu ama bir şeylerin döndüğü kesindi. Öyle bir şeydi ki, Aymar tehlikede olabilirdi ,ve ihtimal dahilinde bile olsa Aymar'ın tehlikede olması demek, otomatik olarak Çetin'in de deliye dönmesi demekti. Onu daha fazla delirtmemek adına üzerine gitmemeye karar verdi ve elini dostane bir tavırla Çetin'in omzuna koyup hafifçe sıktı. "Sakin ol Bakırcı... Aymar'a kimse zarar veremez; yanında biri olmasa bile senin adın, gölgen yeter onu korumaya."

 

Bir an, sadece bir an öylece bakakaldı Çetin Kıvanç'ın yüzüne. Bunun o da farkındaydı ama bu farkındalık, endişesini içine gömmesine yetmiyordu. Hayır, hiç yetmiyordu... On iki ceset... Hafife aldığı kişinin geride bıraktığı on iki ceset vardı şimdi ortada. Kanada olayını da sayarsa on üç... Nasıl sakin kalabilirdi ki? Aymar'a da zarar vermeyi denemeyeceklerinin bir garantisi yoktu ve Çetin bu ihtimalle bile kafayı yeme noktasına geliyordu. Hayatta her konuda risk alabilirdi ama söz konusu Aymar'sa sınır hep güvenliği dahilinde olurdu, hiçbir şey ve hiç kimse onu riske atmasına neden olamazdı. Onu riske atacak herkes ve her durum yok edilmeye mahkûmdu Çetin'in nezdinde.

 

"Dediğimi yap..." dedi bir kez daha, bu kez sesi daha sakin ve çıkıyor ama gözlerindeki fırtına varlığını koruyordu.

 

Koridorun sonunda gözüne çarpan hareketlilikle, ilgisini gelenlere vermeden önce son kez Kıvanç'a bakıp koridorun diğer tarafını işaret etti başıyla. "Git şimdi... Ayarladığın adamların dosyalarını da bana getir."

 

Kıvanç bir kez başını eğip "Sen merak etme, o iş bende..." diye bir cevap verdikten sonra, Çetin'in işaret ettiği noktaya doğru ilerleyip gözden kaybolurken, Çetin tüm bedenini ve ilgisini ona doğru gelen ikiliye verip, elleri cebinde Ersin ve Doğu'nun yanına gelmesini bekledi.

 

"Son durum ne?"

 

Ersin patronunun yanında durduğunda, elindeki ekranı açık olan tableti Çetin'e doğru uzatıp "Haberler iyi değil abi..." dedi umutsuz bir sesle başını iki yana sallayarak. "Seninle konuştuğumuzdan bu yana geçen kırk sekiz dakikada üç kadını daha bulduk ama..."

 

Amadan sonrasını anlamıştı Çetin. Ceset sayısı on altıya çıkmıştı... Cebinden çıkan elleri istemsiz bir hareketle yüzünü sıvazlarken, hazmetmeye çalıştığı bu haber karşısında, "Sikerler böyle işi..." diye homurdandı.

 

"Polis ne diyor bu işe?" Doğu'nun sorduğu bu soruyla duruşunu yeniden dikleştirdi Çetin ve cevabın merakı içerisinde adamının yüzüne baktı. Doğu, haberi alır almaz okuldan çıkıp buraya gelmiş olmalıydı. "On beş cesetten bahsediyoruz. İllaki bir şüpheli, bir şey vardır ellerinde."

 

Ersin, kimsenin bakmaya tenezzül etmediği tabletin ekranını kilitleyip yan tarafına indirdi. Sıkıntılı gözleri, ikili arasında gezinirken, "Sorun da bu zaten abi..." dedi. Sesi de en az gözleri kadar sıkıntıyla doluydu. "Ölümler dört aya yayılmış. Cesetler arasında bağlantı kurulabilecek hiçbir nokta yok. Birinin ölüm nedeni intihar, diğerinin trafik kazası, öbürü eski sevgilisi tarafından katledilmiş görünüyor, bir diğer gıda zehirlenmesi... Dosyalar en kolay kapatılacak şekilde tasarlanmış cinayetler. Tek ortak nokta bizdeki resimler..."

 

"Anasını, soyunu, sopunu sikeyim..." diye homurdandı Çetin. Tek bir iyi haberin bile olmaması, zaten sıkkın olan canına yapılan bir darbe gibiydi. "Kim oğlum bunlar? Kim bu siktiğim piçleri?"

 

Kana karışan öfke damarlarını patlatıp etine yayılmış da dokunduğu her noktayı yakıyormuş gibi hissediyordu. Yumruk olan elleri yüzünden parmak boğumları bembeyaz kesilmişti. Güpegündüz tehdit edildiği yetmiyordu, şimdi de bağlantısı sadece kendisi görünen bir cinayetler silsilesinin ortasındaydı. Nasıl bir şeydi bu ki bunca zaman etrafına bir ağ gibi örülen bu tehdidi fark edememişti? Eğer diye geçirdi içinden... Eğer Aymar'a daha çok odaklansaydım fark edebilirdim. Onun bu ilişkiden sıkıldığını, nefes almaya ihtiyacı olduğunu düşünmeseydim gözümden kaçmazdı. Ellerimi Aymar'dan biraz bile çekmeseydim, şimdi etrafımda bu kadar rahat cirit atamazlardı.

 

"Şu okulun arka duvarı... Leyla ne diyor?"

 

Çetin gözlerini birkaç kez yumup açarak düşüncelerinin kara sislerinden sıyrıldı ve Doğu'ya döndü. "Aymar'la benim yaptığımı sanıyor beynini siktiğimin beyinsizi. Sanki ikimizin de bu saçmalıklarla uğraşacak boş vakti varmış gibi..."

 

Bir de bu vardı... Aymar'ın arabasını almayı nasıl başarmışlardı bu da bir muammaydı. Cebine tıkıştırdığı telefonu çıkarırken "Aymar'ın arabasını çalmışlar, okula o arabayla gelmiş yapan kişiler." diye açıkladı Doğu'ya.

 

"Siktir..." diye solumuştu Doğu bu cümlelerle. "Arabayı nasıl almışlar?"

 

Çetin buna bir cevap vermedi ve Aymar'dan gelen mesajı açtı. Rehabilitasyon merkezine girerken telefonu arabada bırakmıştı ve çıkar çıkmaz da Ersin tarafından aranmıştı. Nevri o kadar dönmüştü ki gelen haberle, Aymar'ın attığı numara ve adres aklından tamamen çıkmıştı. Bilgileri hızlıca Doğu ve Ersin'e de gönderdi.

 

"Arabası bakımdaymış, servisten çalmışlar. O kayıtları istiyorum, çalışanları da tek tek sorgulayın, hiçbir ayrıntı atlanmayacak. Ayrıca olayın polise gitmediğinden emin olun."

 

Ersin başını sallayarak onayladı Çetin'i ardından kararsız bakışlarla bakmaya başladı patronunun yüzüne. "Abi..." derken sesi bu kararsızlığı net bir şekilde yansıtıyordu. Çetin yalnızca gözlerini kaldırmakla yetindi, bu sırada Aymar'a görüldü olmasın diye seni seviyorum yazmakla meşguldü. Görüldü atılmasından daha çok nefret ettiği hiçbir şey yoktu.

 

"Kadınları araştırmaya devam edelim mi yoksa bırakalım mı?" diye sordu Ersin. Ses tonu, araştırmaya devam etmenin bir anlamı yokmuş gibi çıkmıştı. Çıkacak sonuç belliymiş gibi... Belliydi de. Yine de "Devam edin..." dedi Çetin. "Belki birini atlamışlardır ya da biri hayatta kalmayı başarmıştır." Artık her ipucunun kırıntılarına bile ihtiyaçları vardı. Öyle ya da böyle, hayatına bir tehdit unsuru olarak dahil olan Niks denen adamı bulacak ve yaptıklarının hesabını tek tek soracaktı.

 

"Selin Demirel!"

 

Çetin ve Ersin'in sesini bastıran Doğu'nun sesi boş koridora bomba misali düşerken Çetin düşüncelerinden sıyrılıp Doğu'ya döndü. "Ne saçmalıyorsun oğlum sen?" Bu ismi duymak bile tüm kaslarının sinirle gerilmesine neden oluyordu. Aymar'dan ayrı geçen dört ayın sorumlusu biraz da Selin'di çünkü.

 

"Selin işte amına koyayım..." diye cevap verdi Doğu, Çetin'in yüzüne anlamasını ister gibi bakarken. "Fotoğraflarda Selin de vardı, o hâlâ yaşadığına göre..."

 

Çetin Aral Bakırcı'nın beyninde bir şimşek çaktı.

 

Fotoğraflarda Selin de vardı...

 

Ve o hâlâ yaşıyordu...

 

Duruşu dikleşti önce. Gözleri, zihninde çakan o şimşeğin ışığı ile aydınlandı. Aklındaki düşünceler aynı frekansta bir koro halinde aynı şeyi fısıldamaya başladı.

 

Kadınların hepsi öldürülüyorsa, sıra Selin'e de gelecek demektir.

 

Selin'in de peşine düşecekler.

 

"Selin robot resmi çizdiremedi değil mi?" diye sordu Ersin'e dönüp. Dudaklarından dökülen cümleler beyninin duvarlarına işleyen iç sesinden çok uzaktı.

 

"Hayır abi, hiçbir şey hatırlamıyormuş..."

 

Çetin'in dudağının bir köşesi kıvrıldı. Elbette hatırlamıyordu. Başı omzuna doğru eğilirken "İyi..." diye mırıldandı ortaya doğru. "Hatırlamasına da gerek kalmadı zaten." Beyni öyle bir çalışıyordu ki o anda... Her ihtimalı ortaya serip, o ihtimallerin doğuracağı ihtimalleri bile hesaplıyordu.

 

Bir eli usulca çenesini sıvazlarken, "Selin'in peşine iki adam takın..." diyerek emrini verdi zihnini aydınlatan düşüncelerin ışığında. İhtimaller her daim bir başka ihtimalleri doğururdu ve sen sonucu beklemeye kalkarsan olduğun yerde saymak zorunda kalırdın. Çetin'in yerinde saymak gibi bir lüksü yoktu, kaybedebileceği tek bir zaman dilimi bile yoktu. Eline geçen her fırsat artık onun için altın değerindeydi. "Her hareketini izlesinler. Konuştuğu, irtibat kurduğu herkesi belirleyip listelesinler. Yanına yaklaşan herkesin adını istiyorum. Hatırlamıyor olabilir ama yine de bana istediğimi verecek."

 

Kurban olarak kullanmak için eline Selin'den daha iyi kim geçebilirdi ki? Ölü ya da diri; Selin bu problemi çözebilecek en önemli halka, Niks'i ona verecek ipucu kırıntısının ta kendisi olabilirdi.

 

"Tamamdır abi. Başka bir şey yoksa ben gideyim..."

 

Çetin Ersin'e tam gitmesini söyleyecekken aklına gelenle "Bir şey daha..." diyerek onu durdurdu. "Aymar'ın ofisine girip çıkanların listesi ne âlemde?"

 

Gelen soruyla Ersin'in eli ensesine doğru giderken dudaklarından günün bilmem kaçıncı sıkıntı dolu nefesi dökülmüştü. "Çocuklar bakıyor abi ama..." Çetin'in çok da sabırlı bir adam olmadığının bilincindeydi ve daha önce taşan sabrından ötürü yaşadığı patlamalara çokça şahit olmuştu. Bu patlamalardan birinin öznesi olmaktan korkuyordu Ersin. "Daha şimdiden yüzden fazla isim oldu. Liste bir hayli kabarık olacak anlayacağın."

 

Çetin başını çevirip gözlerini kapattı ve sakinliğini korumaya çalışarak birkaç derin soluğu ciğerlerine çekti. Aldığı nefesleri geri verirken havayla birlikte sert küfürler de sessizce dökülüyordu dilinden. Bulunduğu konumda, sakin kalması o kadar zordu ki... Parmakları avuçlarına doğru göçtü, yumruklarını sıkıp bir şeyleri yumruklama isteğini bastırmaya çalıştı. Bu arzuyu bastırmak yerine birilerine ya da bir şeylere yumruk atsa işi çok daha kolay olurdu. Keşke Mesut'u biraz da bugüne bıraksaydım diye geçirdi içinden. Şimdi yanına gidip, onu tüm kemiklerini kırana kadar dövmek kulağına rahatlatıcı bir meditasyon ilahisi gibi geliyordu.

 

"Bu aralar borcunu geciktiren, ya da piyasada sorun çıkaran birileri var mı? Canının dayak istediğini düşündüğünüz, gözdağı verilmesi gereken birileri?" diye sordu konudan çok bağımsız bir şekilde. Onun, Aymar yanında değilse eğer, en iyi rahatlama yöntemi buydu ve elinde bir fırsat varsa bunu kaçırmak istemezdi. Zira kanını kaynatan bu öfke, pek de yatışacak gibi görünmüyordu.

 

Ersin kafası karışmış bir hâlde patronunun yüzüne bakarken Doğu, Çetin'in ne demek istediğini anlamış ve gülmüştü onun hâline. "Yok abi..." diye cevap verdi Ersin. "Bilal'den sonra, ödemeyen herkes borcunu ödedi. Yeni mal alanlar da alışveriş esnasında paraları eksiksiz teslim etti. Sorun çıkarıp, puştluk yapan bir Mesut vardı işte, onu da dün gece hallettin zaten." Birkaç saniye düşündükten sonra, kararsız bir ses tonuyla ekledi. "Bir tek Ekin Erdemit var işte..."

 

Şansımın yedi ceddini sikeyim diye homurdandı Çetin kendi kendine. Ardından başını iki yana salladı. "Şu an seçenek bile değil Ekin. Ben Ekin'in yedi sülalesini sikersem, Aymar da benim ecdadımı düzer." Kaşları hoşnutsuzlukla çatıldı sözleriyle eş zamanlı olarak. "Sikerim ama böyle şansın gelmişini geçmişini... En büyük rakibim, hatunumun yakın arkadaşı diye herife iki tane patlatamıyorum bile..."

 

Doğu Çetin'in çocuk gibi şikâyetlenen halleriyle daha çok güldü. Aymar çocuğu resmen muma çevirmiş, parmağında oynatıyordu. Çetin'in yan tarafına geçip bir elini dostunun omzuna yaslarken "İşte tam olarak bu yüzden Aymar Ekin ile olan arkadaşlığına bir nokta koymuyor ya Çetin..." dedi haylaz bir sesle. "Ekin senin en büyük rakibin, birbirinizden ölesiye nefret ediyorsunuz ve bu nefret genelde başkalarının götünde patlıyor falan..." Sonra dudaklarından alaylı bir hah sesi döküldü. "Amına koyayım arada Aymar bir köprü kurmamış olsa, siz ikiniz bu rekabet yüzünden ortalığı kan gölüne çevirirdiniz."

 

Doğu haklıydı. Kendilerini frenlemelerinin en büyük sebebi Aymar'dı. Sessiz kaldı. Boynunu önce sağa sonra sola doğru esnetip sinirlerini yatıştırmaya çalışırken Ersin'e döndü "Tamam sen git, söylediklerimi hallet."

 

Bir baş sallamanın ardından ileri doğru adımlayıp yanlarından uzaklaşmış ve koridordaki kapılardan birinin ardından gözden kaybolmuştu Ersin.

 

"Aymar, Selin'in peşine adam taktığını öğrenirse seni cayır cayır yakar biliyorsun değil mi?"

 

Çetin gözlerini Ersin'den arta kalan boşluktan çekip Doğu'nun kahvelerine çevirdi. Cayır cayır yanmak sorun değildi de, öğrenirse Aymar'ın huzursuz olacağını bilmek büyük bir sorundu işte.

 

Her ne kadar içine sinmese de ters ters Doğu'ya bakarken"Sen çeneni kapalı tutacaksın ve o öğrenmeyecek." diye homurdandı. Doğu ve Aymar arasında su sızmadığı gerçeği göz önüne alındığında zor bir ihtimaldi bu ama başka şansı da yoktu Çetin'in. "Aramız yeniden eskisi gibi... Toparlanıyoruz. Hiçbir şeyin, özellikle Selin'in aramıza yeniden girmesine izin vermem. Özellikle Selin şu an elimde kediyi avlamak için kullandığım fare konumundayken... Ve sen gidip bunu Aymar'a söyleyecek olursan..."

 

Doğu ellerini Çetin'in omzundan çekmiş, teslim olur gibi başının hizasında kaldırmış ve "Tamam tamam..." demişti pes eder bir sesle. "O yaratıcı küfürlerinle karışık tehditlerini duymama gerek yok. Sike sike ne ecdadımı ne sülalemi ne de belamı bırakmadın zaten."

 

Çetin, Doğu'nun sözleriyle gözlerini devirdi ve bir cevap vermeden ona arkasını dönüp odasına doğru ilerledi. Yapması gereken işleri vardı, halasıyla konuşması gerekenler... Annesinin ilaçları hakkındaki değişiklik gibi mesela... Ya da annesi için bulacağı yeni bir klinik...

 

"Pekâlâ..." diye seslendi Doğu Çetin'in arkasından. "Ben söylemeyeceğim ama Aymar öğrenirse haber ver de kaçacak delik bulayım kendime." Aymar'ın öğrendiği anda verebileceği tepkiler bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçtiğinde irkilerek yüzünü buruşturdu. Bir an hayatının hatasını yapıyormuş gibi hissetmişti kendini. "Sakladığımı öğrenirse seninle beraber beni de yakar çünkü."

 

Çetin başını iki yana sallarken, onu savuşturur gibi elini sallayıp onu umursamadığını göstermiş, koridordaki köşeyi dönüp odasına gelmişti. Kapıyı açtı ama gördüğü şeyle içeri attığı bir adım jilet gibi kesildi, giremedi odaya. Çünkü odanın ortasında dikilen biri vardı. Uzun bir süre boyunca yüzünü bile görmek istemediği biri...

 

Selin...

 

Titreyen ellerini önünde birleştirmiş, öylece Çetin'i bekliyordu. Çetin kapıyı açar açmaz, bir adım öne çıktı. Üzerinde hâlâ dün gece giydiği elbisesi vardı, saçları ve makyajı darmadağın, gözaltları göz makyajının kalıntılarıyla doluydu. O kalıntılar, göz yaşlarıyla birlikte yanağına doğru uzanan ince yollar çizmişlerdi. Berbat görüntüsüne rağmen gözlerinde umutlu bir ifade vardı.

 

"Çetin..." diye fısıldadı önce. Sonra boğazını temizleyip bir adım daha yaklaştı genç adama doğru. "Konuşabilir miyiz?"

 

Genç adam, yalnızca bir saniye gözlerini Selin'in yüzünde tutmuş, ardından içine; içinde patlayan öfkenin kalıntılarının karışmış olduğu bir nefesi burnundan sertçe vermişti. Odaya doğru attığı bir adımı bu kez geriye doğru atıp yeniden koridora çıktı ve başını geldiği tarafa çevirip "Doğu," diye bağırdı. Tahammülsüz sesi duvarları inletiyordu.

 

Çetin'in Doğu'yu çağırdığını duyan genç kız, karşılaşacağı muamelenin bilinciyle, gözlerinden bir damla yaşı daha akıtırken "Çetin, lütfen..." diye yalvardı. "Yalnızca iki dakika... Açıklamama izin ver..." konuştuğu her kelimede, ona bakmayan adama fark ettirmeden aradaki mesafeyi kapatıyordu. Ona gözleriyle bile dokunmayan bu adamın, fiziksel olarak dokunabileceğini nasıl düşünmüştü Aymar? Evet ortada dönen o fotoğrafın varlığından haberdardı ama, söz konusu adam Çetin Aral Bakırcı'ydı; Yerle gök bile birleşebilirdi ama Çetin Aral Bakırcı, Aymar Doğan'a ihanet etmezdi. İşte Aymar bunu göremeyecek kadar kördü, o Çetin'in ilgisini ve sevgisini asla hak etmiyordu.

 

Çetin göz ucuyla, aralarındaki mesafenin kısaldığını gördüğünde birkaç adım geri çekildi ve bir kez daha "Doğu..." diye bağırdı. Şimdi Selin odadan çıkmıştı ve koridorda karşılıklı duruyorlardı.

 

"Ne var amına koy..." diye söylene söylene gelen Doğu'nun sesi, köşeyi döndüğünde ve Çetin ile Selin'i karşı karşıya gördüğünde kesildi. Ardından cümlesini "Sikerler amına koyayım..." diye tamamladı. "Ne işin var kızım senin burada? Başımıza bela mı açacaksın?"

Aymar Selin'in burada olduğunu duyarsa, onları koridora dekor niyetine asardı. Hemde pembeye boyadıktan hemen sonra...

 

Selin'in yalvaran bakışlarının aksine, Çetin bir kez bile dönüp bakmadı Selin'e. Doğu onlara doğru yaklaşırken dudaklarından dökülen tek şey, "Çıkar şunu burada." olmuştu.

 

"Çetin..." dedi bir kez daha Selin, ses tonu yalvarmayla sitem etme arasında bir yerde sıkışmış bir haldeydi. Uzanıp Çetin'in elini tutmaya yeltendi ama genç adam bu hamleyi, buz gibi soğuk bakışlarını Selin'e dikip, sıktığı dişlerinin arasından "Sakın..." diye tıslayarak savuşturdu. "Kadın oluşun beni frenliyor ama sınırlarını zorlama."

 

Ürkek bir tavırla yerine sinen genç kız, uzattığı elini çekip arkasına saklamıştı. O noktadan sonra artık gözlerini bile değiremedi Çetin'e ve Doğu onu çıkışa yönlendirirken başını yerden kaldırmadı.

 

Daha günün ilk saatleri olmasına rağmen, bir an önce sonuna gelmeyi diliyordu Çetin. Sabrının kotası dolalı çok olmuştu. Ovuşturduğu şakaklarıyla odaya girdiğinde ve odaya sinen yabancı kokuyu duyumsadığında yüzü buruştu. Bu odanın şu an Aymar'ın çiçeksi kokusuyla kutsanmış olması gerekiyordu ama daha ağır, daha yapay bir koku onu bastırıyordu. Ne olduğunu anlamak için düşünmesi gerekmedi. Girdiği gibi geri çıktı odadan ve koridorda ilerleyip Ersin'in girdiği odaya daldı.

 

Ağzı bantlanmış kolilerle dolu bu odada Ersin, yanında iki adamla birlikte sayım yapıyordu. Çetin'in odaya girdiğini fark ettiklerinde adamlar hazırola geçerken Ersin onlardan daha rahat bir tavırla Çetin'in karşısına dikildi. "Bir sorun mu var abi?"

 

Dik dik karşısındaki adamın yüzüne baktı Çetin birkaç saniye. Elleri pantolonunun ceplerine yerleşti. Manşetlerini hafifçe kıvırdığı gömleğinden görünen, dövmelerle kaplı kollarındaki damarlar, içinde patlayan sinirle belirginleşmişti. Tek kaşını tehditkâr bir ifadeyle alnına doğru kaldırdı, kehribarları hesap soran bir ifadenin kancasına takılmıştı. "Ne zamandan beri benim odama benden habersiz birileri girebiliyor?"

 

Bu sözler, Ersin'in yüzündeki kanın çekilmesine neden oldu. Patronunun bu konudaki hassasiyetini bildiğinden, odaya birinin girmiş olma ihtimaliyle gerilirken "Kim girmiş abi?" diye sorma gafletinde bulundu. Bu soru, Çetin'in bakışlarının bir ton daha koyulaşmasına neden olmuştu.

 

Ersin hafifçe boğazını temizledi. Bu konuşmanın sonunda, ortada dönen hata yüzünden yiyeceği yumruğa kendini hazırlayarak, rahat pozisyonunda ellerini arkasında birleştirdi. Bu katta kuş uçsa onun haberi olmak zorundaydı. Bu, Aymar Doğan, elinde benzin bidonuyla gelip bu katı yakmaya çalıştığından beri böyleydi. Aymar Doğan'ın kata girişine artık izin verilmişti ama Ersin hâlâ diken üstünde olmak zorundaydı.

 

"Kusura bakma abi, gözden kaçırmışız."

 

Yüzünü buruşturmamak için kendini zor tuttu Çetin. Hayatında duyduğu en sikik açıklama bu olabilirdi. Bu düşüncesi, Ersine diktiği bakışlarından da okunuyordu. Bir dakika bir saniyenin üzerinde devrildi ama Çetin, öylece bakmaktan başka hiçbir şey yapmadı, bu durum Ersin'in daha fazla gerilmesine neden olmuştu. Beklediği süre, onun bekleyen cezanın boyutunu büyütecekti, bunu biliyordu.

 

Ama beklediği gibi olmadı Ersin'in. Çetin derin bir nefesi içine çekti ve duruşunu dikleştirip "Bir daha olmasın." dedi net bir sesle. Sonra arkasını dönüp kapıya doğru ilerledi. Şaşırmıştı Ersin, bu kadar ucuz yırtacağını düşünmemişti. "Olmaz abi..." derken bu şaşkınlığı sesine de yansımıştı.

 

Çetin kapıyı açtı, çıkmadan önce durup omzunun üzerinden Ersin'e baktığında gözlerindeki sert ifade hele bir olsun der gibiydi. Olursa seni kim alabilir acaba elimden diye geçirdi içinden. Bugün Selin'in girdiği odaya yarın daha keskin bir düşmanın girmeyeceğinin garantisi var mıydı bu dikkatsizlikle? Niks denen herifin girmeyeceğinin bir garantisi mesela? Belki de çoktan girmişti ama kimsenin ruhu duymamıştı...

 

Düşündüklerinin aksine, konuyu uzatma gereği görmedi genç adam. Ersin'i tanıyordu ve bu noktadan sonra hata yapmayacağını biliyordu. Onun yerine buraya geliş amacına döndü. "Ersin, iç mimarı ara; benim odayı baştan aşağı yenilesin. İçindeki eşyaları da çöpe atın." Odası en kişisel alanıydı Çetin'in ve Selin'in varlığı ile kirlenmiş o odaya Aymar'ı sokamazdı. En azından yenilenene kadar...

 

Yaptığı hataya karşılık yemediği o yumruğun şaşkınlığını henüz atamayan Ersin, yeni bir şaşkınlığın seline kapılmıştı. Yine de sorgulamadı ve yalnızca başını sallamakla yetindi. "Oldu bil abi... Başka bir şey var mı?"

 

"Sergen'e söyle, Aymar'ın arabasını göndersin. Bir de... Bana canı dayak isteyen birilerini bul... Hiç kimseyi bulamıyorsan, Aymar'ın arabasını gönderdiği servisten şüpheli davrananları getir. Şüphelerini götlerine sokayım."

 

🎲🃏

 

Yaklaşık bir saat kadar sonra, bar tezgahında oturmuş, Ersin'in önüne koyduğu sayım-dağıtım raporlarını inceliyordu. İmzayı attığı an, mallar sahiplerini bulmak için yola çıkacaktı.

 

Dikkatini çeken ayrıntıyla hemen yan tarafında oturan Ersin'e döndü. "Palasları halletmişsiniz..." Boktan geçen gününde keyfini yerine getiren bir haberdi bu. Bir ay önce Nuri Palas, bizzat karşısına dikilmişti Çetin'in. Daha ucuza mal bulduğunu söyleyerek ticareti kesmek istemişti ama Çetin Aral Bakırcı müşteri kaybetmeyi hiç sevmezdi. Özellikle Palaslar Amerika ayağında önemli bir rol oynarken...

 

"Eh..." dedi Ersin gururla. Plan ona ait olduğu için bunu kendi başarısı olarak görüyordu. "Satın aldıkları malların pudra şekeri çıkması nasıl bir hata yaptıklarını yeterince açıkladı Nuri Palas'a."

 

Çarpık bir gülüşle dudağı kıvrılan Çetin, raporu imzalayıp dosyayı Ersin'e doğru itti. "Aferin..."

 

Ersin dosyayı alırken, patronunu gelişmelerden haberdar etmek için dudaklarını araladı. Çetin bu sırada sert, şekersiz filtre hahvesini yudumlamakla meşguldü.

 

"Sergen ile konuştum abi, yirmi dakika kadar önce indi uçaktan, akşama arabayı yola çıkarmış olur. Özellikle eklememi istedi; arabayla birlikte mal gelmeyecek ama arabayı özellikle paketleyecekmiş, tehdidini fazla ciddiye aldı sanırım."

 

Çetin kahvesinden bir yudum daha alırken Sergen'in yorumuna, "Alması da gerekiyor zaten..." diye cevap verdi. Ersin bir şey diyemedi bu cümlenin üzerine ve derin bir nefes alıp konuşmaya devam etti. "Çocuklar araba servisine gitmişler, kayıtlarda arabanın alındığı anlar görünüyormuş. İki kişi bizimkileri görünce topuklamaya çalışmış ama yakalanmışlar. Kayıtlarla birlikte getiriyor çocuklar, yoldalar."

 

Keyfi daha da yerine geldi Çetin'in ve dudaklarındaki kıvrım daha belirgin bir hâle geldi. Biten kahve bardağını tezgâha bıraktığında, tezgâh arkasında çalışan kız aceleyle boş bardağı almış ve bir bardak su bırakmıştı.

 

"Bir de abi..." Gerginlikle üzerindeki takım elbisesinin yakalarını düzeltip elini yeniden tezgâha yasladı. Parmağındaki baba yadigârı yüzüğü ile oynarken "Utku, Selin Hanım için iki adam ayarladı, adamlar takibe başlamışlar bile ama..."

 

Ersin'in tereddütlü sesiyle ona döndü Çetin ve tek kaşını kaldırıp sorarcasına baktı yüzüne. "Ama?"

Patronunun bakışlarına karşın gerilen Ersin birkaç saniye konuşmadan tereddütlü bir ifadeyle karşılık verdi bu bakışlara. Sonra boğazını temizledi ve kararsız bir tavırla doğru kelimeleri arayarak, "Şey..." diye lafı ağzında dolandırdı. Söyleyeceği cümleler Çetin Aral Bakırcı'nın en hassas noktasına dokunacaktı. "Ya... Yenge öğrenirse abi. Yine elinde benzin bidonuyla çıkıp gelirse?" O günü hatırladığında, karşısındaki patronunun varlığını bir an için unutup kendini tutamadı ve güldü. "Valla bu kez onu sen bile tutamaz gibisin. Yakar hepimizi..."

 

Adının geçmesine gerek yoktu, bahsinin geçmesi bile içinde bahar çiçeklerinin açmasına neden oluyordu. Dudakları, o çiçeklerin esintisiyle kıvrıldı. "Yakar..." derken verdiği bu cevabın, Ersin'in kastettiği şey ile hiç ilgisi yoktu. Tamamen kendi içini kastediyordu, kalbini... Cayır cayır yakıyordu ama hiç şikayeti yoktu genç adamın, seve seve yanıyordu ve ömrünün sonuna kadar da seve seve yanacaktı bu ateşte.

 

Hayallere dalmadan önce son anda kendini frenlemeyo başardı Çetin ve boğazını temizleyip yeniden Ersin'e odaklandı. "Ne o?" diye sorarken sesinde hafif bir alay geziniyordu. "Aymar sizi benden daha çok korkutuyor gibi..." Bu sözler üzerine bir de tek kaşı havalanınca bir kez daha kendini gerginliğin kollarında bulmuştu Ersin. Bir elini ensesine atıp gergince ensesini ovalarken "Yok abi ondan değil de..." diye mırıldandı. Ama ne diyeceğini de bilemedi. Çetin Aral Bakırcı düz bir adamdı, inişleri çıkışları bile belli bir düzlemin arasındaydı ama sevgilisi için aynı şey geçerli değildi. Ne zaman ne yapacağı hiç belli olmuyordu ve Çetin'i istediği yöne yönlendirmeyi de çok iyi beceriyordu. Yani onları korkutan tek şey Aymar Doğan değildi, Çetin Aral Bakırcı'nın Aymar Doğan'a olan zaafı yüzünden yapabilecekleriydi.

 

"Her neyse..." diyerek konuyu değiştirdi Çetin Ersin'in söyleyecek bir sözünün olmadığını fark ettiğinde. "Başka bir şey çıkarsa birkaç saat daha buralardayım, o süre zarfında beni buldun buldun; Bulamadın, akşam beni arayıp rahatsız ederseniz yarın kendinize bir mezar kazın ve o mezarın başında beni bekleyin tamam mı koçum."

 

Ersin, bu cümlelerin alt metninden, patronunun akşam sevgilisi ile olacağını anlamıştı. Genelde onu arayan kişi kendisi olduğu için, zihninin bir köşesine asla ama asla aramamayı not düştü. Hassas konulardı bunlar...

 

"Son olarak..." diye girdi söze, servise gönderdikleri adamlar gelmeden önce, patronunu rahatsız edeceği başka bir konunun olmadığının bilinciyle. "Mesut iti gebermiş abi..."

 

Kaşları çatıldı Çetin'in bu haberle. "En azından yirmi dört saat dayanır diye düşünmüştüm." Yediği dayakla ve kırılan kemikleriyle acılar içinde geçecek son yirmi dört saat. Kafasına bilerek dokunmamıştı, daha fazla dayanabilsin diye...

 

"Şey... Odadaki kırık sandalye bacağını kendi boğazına saplayıp kendini öldürmüş." Hah dedi alaylı bir sesle ve ekledi. "Kimsenin gelip onu kurtarmayacağını ve önünde sonunda orada gebereceğini anlayınca acısına son vermiş işte."

 

Acısının son bulmasını değil, daha fazla acı çekmeyi hak ediyordu. Keşke birkaç kemiğini daha kırsaydım diye geçirdi içinden. Ya da en azından kafatasını falan patlatsaydım...

 

Önüne konmuş bardaktan bir yudum su alıp Ersin'e döndü. "Cesedi Ekin Erdemit'in kapısına bırakın, üstüne de bir daha olmasın yazın. O anlar..."

 

🎲🃏

 

AYMAR DOĞAN'DAN:

 

Elimi önüme doğru uzatıp, toz pembe sedeflerle parlayan tırnaklarımı incelerken sıkıntıyla ofladım. Kazan dairesinin rutubetli kokusu midemi bulandırmaya başlamıştı bile, ki buraya geleli yalnızca birkaç dakika olmuştu.

 

Kazan dairesinin içinde yankılanmaya başlayan tok adım sesleriyle gözlerimi tırnaklarımdan çekip sesin geldiği yöne döndüğümde görüş açıma giren yüz, rahat bir nefes almamı sağladı. Bu rutubetin içinde ne kadar rahat olabilirse işte... Tanrım elimde olsa hiç nefes almaz, güzelim ciğerlerimi bu havayla kirletmezdim.

 

"Aymar..." Normal seyirde çıkan ses tonu bile, bu geniş ve boş alanda yankı yaptığında yüzünü buruşturup adımlarını hızlandırdı. "Kazan dairesi mi?" derken iğrenircesine odaya bakıyordu. Ellerimle saçlarımı geriye itip omuz silktim. "Mahremiyete ihtiyacım vardı, konuşacağımız konu için en ufak bir kulak misafiri bile istemiyorum..."

 

İdil ellerini siyah, rugan, paraşüt pantolonunun ceplerine soktu ve kaşlarını çatarak baktı bana. "Ne zamandan beri insanları umursuyorsun sen?"

 

İdil birkaç ay öncesine kadar, benimle beraber çalışan bir fotoğrafçıydı. Sosyal medya konusunda uzman olduğu için stüdyonun hesaplarını güvenle ona teslim etmiştim ve ilgilendiği süre boyunca oldukça iyi bir iş çıkarmıştı. Ama ailesinden gizli yaptığı bu iş, annesinin kulağına gittiğinde ayrılmak zorunda kalmıştı. İşten ayrılmış olabilirdi belki ama hâlâ benim arkadaşımdı ve güvenilir biriydi. Bundan fazlasıyla emindim. Olmasaydım zaten böyle bir konu için şu an burada olmazdım.

"Umursadığım şey, insanlar değil..."

 

Umursadığım kişi Ayda...

 

"Ne o zaman?"

 

Kollarımı göğsümde kavuşturup bir kaşımı kaldırdım. "Soruları sor..."

 

"Soruları soran taraf olmadığın sürece sorulardan nefret edersin. Bunu biliyorum Aymar..."

 

Gözlerimi devirdim sözleriyle. Sözlerimin yarıda kesilmesinden de nefret ederdim... "Her neyse..." derken duruşumu dikleştirip konuyu değiştirdim. "Benim için oldukça önemli bir konu için çağırdım seni... Ama konuyla ilgili soru sormanı istemiyorum."

 

İdil birkaç saniye merakla baktı gözlerime. Birazdan o merakın daha çok artacağını biliyordum ama bildiğim bir şey daha varsa, tıpkı istediğim gibi soru sormayacak oluşuydu. Başını salladı önce, ardından "Bana güvenebileceğini zaten biliyorsun." dedi.

 

Hafifçe boğazımı temizleyip gözlerim ile etrafı taradıktan sonra bir adım daha yaklaştım İdil'e. Onu kızların elinden almak başka bir şeydi, İdil'den onun yanında olmasını istemek başka bir şey... Etrafını bir güven duvarı ile örmek zorundaydım. Sınıfta Doğu'nun yanında oturuyor olması bir nebze güvende olmasını sağlıyordu ama yalnız kalışının önüne geçemiyordu. Yalnız olduğu sürece diğerlerinin gözünde hep biraz daha pasifleşecekti ve bir noktada onlar leş bulmuş akbaba misali onu parçalamaya başlayacaklardı. Tanrı aşkına, öğle yemeğine gitmek için bile çıkmıyordu sınıftan...

 

Ve İdil... Sorunlular sınıfında olmayan güvenebileceğim tek kişiydi.

 

"Bizim sınıfa yeni gelen kız..." diye girdim söze. "İllaki duymuşsundur..."

 

Hafifçe tebessüm etti sözlerime. "Duymayan kalmadı inan bana Aymar..."

 

İşte bende bundan korkuyordum. Doğrudan bizim sınıfa nakil olduğu için daha fazla dikkat çekiyordu. Bir noktadan sonra çekilen o dikkatlerin altında ezilecekti. Tabii bir şeyler yapmazsam...

 

"İşte ben senden... o kızla yakın olmanı istiyorum..."

 

Sözlerimin İdil'de bomba etkisi yarattığını, gözlerine dalga dalga yayılan şaşkınlıkta görebiliyordum. Bir balığın ağzı gibi açılan dudaklarında... Sessizlik uzadı, uzadı, uzadı. Gerildiğimi söylesem çok mu saçmalamış olurdum? Çünkü sanırım biraz gerilmiştim de...

 

"Pekâlâ..." dedi önce. Sonra ne diyeceğini bilemeyen bir ifadeyle dudakları birkaç kez aralanıp geri kapandı. En sonundaysa gülmeye başlamıştı.

 

"Özür dilerim..." diye mırıldandı gülüşlerinin arasında. "Hani kıza hoşgeldin şakası falan yapacağını, bu yüzden benden yardım istediğini falan düşünmüştüm. Bu çok beklenmedik oldu."

 

Nihayet gülüşleri kesilmeye başladığında, yüzüne dik dik bakıyordum. Ben ortada komik bir şey göremiyordum açıkçası... "Yeni gelen birine, sırf eğlenmek için hoşgeldin şakası yapmak kadar vizyonsuz bir hareket daha yok..."

 

Sözlerimle ve gayet ciddi ses tonumla gülüşü jilet gibi kesildi ve boğazını temizleyip kendini toparladı. "Tekrardan özür dilerim... Senin böyle şeylerle uğraşmadığınını bilmem gerekiyordu." Bir kez daha boğazını temizleyip kendini tamamen toparladıktan sonra, "Soru sormak yok biliyorum ama biraz daha açar mısın söylediğin şeyi?" diye sordu tamamen ciddileşmiş bir hâlde.

 

Konuya dönmeden önce, bakışlarımı, merakı harcına yedirmiş yüzüne dikip "Bir kez daha bana gülecek olursan, başka bir yüzümle karşılaşırsın İdil." diyerek uyardım onu. "Arkadaşlığımızın hatırını bir kenara bırakmak hiç de zor olmaz benim için..."

 

Beynini kullanabilen hiç kimse beni karşısına almak istemezdi. Özellikle benimle arkadaş olmayı başardıktan sonra... Çünkü beni tanırlardı ve yapabileceklerimin, yaptırabileceklerimin sınırlarını çok iyi bilirlerdi. Yok denecek kadar silik olan o sınırları... Yeter ki sinirlerime dokunsunlar...

 

Nitekim İdil de bu düşüncemi desteklercesine mahçup bir ifadeyle bakmaya başladı bana. "Elbette..."

 

Birkaç saniye daha anladığından emin olmak için gözlerine baktıktan sonra konuya döndüm. "Tesadüfmüş gibi tanış onunla, arkadaş ol işte... Ne bileyim okulu falan gezdir, öğle vakitlerinde birlikte yemek yiyin..." Omuz silktim. "Zaten anlaşacağınızı düşünüyorum... Sende okulda öyle çok neşeli takılan, arkadaş canlısı biri değilsin. Kalabalıkta kendi kabuğuna çekiliyorsun, o da aynı senin gibi..."

 

Yani en azından kabuğuna sadece kalabalıkta sarındığını umuyordum. İçinde gördüğüm o bastırdığı tarafın benim hayal ürünüm olmamasını...

 

"Pekâlâ..." diye cevapladı beni. "Adın geçmeyecek anladığım kadarıyla..."

 

"Asla!"

 

Keskin sesime karşın başını sallayarak onayladı beni. "Çok merak ettim ama soru sormuyorum ve ders zili çalmadan önce tuvalete gitmem gerekiyor. Şu tanışma işine yarın bakarız olur mu?"

 

Başımı sallamakla yetindiğimde başka bir şey söylemedi ve arkasını dönüp kazan dairesinden çıktı. Son kez etrafımı kolaçan ettikten sonra bende arkasından çıktım. Bunu da hallettiğime göre artık rahat bir nefes alabilirdim.

 

Hayır, rahat bir nefes almadan önce yapmam gereken bir şey daha kalmıştı...

 

Telefonumun kilidini açıp rehbere girdim ve babamı aradım. Şimdiye uyanmış olmalıydı. Gecesi ne kadar yoğun ve zorlu geçmiş olursa olsun, Kenan Doğan gündüzleri uyuyabilen biri değildi. Yanılmadığımı, ikinci çalışta açılan telefon ile anladım. "Prensesim..."

 

Sesini duymak kalbimi sıcacık yapıyordu. Onun varlığı benim en büyük gücümdü. Canım babam, iyi ki vardı...

 

"Nasılsın baba?" diye sordum sırtımı koridorun bembeyaz duvarına yaslarken.

 

"Bu soruyu asıl benim sormam gerekiyor kızım, asıl sen nasılsın?"

 

Tabii ki... Dün gece beni bıraktığı halim göz önüne alındığında... Boğazımı temizledim. Pekâlâ bu hiç hoşuna gitmeyecekti. "Mükemmelim..." Tanrım... Yalnızca birkaç saatte ruh halim yüz seksen derece yukarı, yüz seksen derece de sola dönmüştü... Dün gece bulunduğum noktadan oldukça şaşmış bir haldeydim ama öyle iyi bir noktaya denk gelmiştim ki...

 

Bir kaç saniye sessiz kaldı babam... Onun neyin sessizleştirdiğini, aklından geçen düşünceleri adım kadar iyi biliyordum.

 

"Bir dakika..." dedi sessizliği daha fazla uzatmadan. "Bu ses tonu; iyi değilim ama iyi görünmeliyim ses tonu değil... Bu ses tonu ben gerçekten iyiyim ses tonu..."

 

Dudaklarım kıvrıldı sözleriyle. Rayından çıkan tüm bu olaylara rağmen iyiydim çünkü aylardır içimi kemiren hisler sonunda gitmişti. O karmaşanın ardından şimdi her şey dingin ve huzurluydu.

 

"İyi olmana gerçekten sevindim kızım ama... Endişelenmeli miyim?"

 

"Şey..." diye karşılık verdim bu sorusuna... "Endişeleneceğin bir şey yok baba... Sadece..."

 

"Sadece... Barıştınız değil mi? O kadar göz yaşlarına rağmen..."

 

Bir şey diyemedim. Babam da zaten bir şey dememi beklemiyordu. "Aymar..." derken sesi, otoritesinin devreye girdiği anlarda olduğu gibi çıkmıştı. Derin bir nefesi içime çekip o nutuklarına başlamadan önce ben konuştum. "Baba, ufak bir yanlış anlaşılma olmuş... Tamamen benden kaynaklanan bir sorun, ki bilirsin hatalı taraf olsam bile kolay kolay bunu kabul etmem, ama bu kez gerçekten hatalı olan benim..."

 

"Hatalı olup olmamanla ilgilenmiyorum kızım..." diye cevap verdi babam. Gardını kolay kolay indirmeyecek gibi geliyordu sesi kulağa. "Kırılmış kalbinle ilgileniyorum, akıttığın gözyaşlarınla... Kimse benim kızımı üzemez. Konu kapandı sanma, Çetin Bey ile görüşeceğiz..."

 

Bazen, birilerinin sizi ses tonunuzdan bile nasıl olduğunuzu anlayacak kadar tanıması iyi bir şeydi. Ama bazen... O kişiden saklamanız gereken şeyler olduğunda bu durum tamamen sizin aleyhinize dönüyordu. Alana ihtiyaç duyuyordunuz, kendi halinize kalmak istiyordunuz, duygularınızı kendinize saklamak, bazen kendi kabuğunuzda yaşamak... Ama olmuyordu işte.

 

"Baba..." dedim sitemli bir sesle. "Tabii ki Çetin ile bu konuyu konuşmayacaksın. Dedim ya, hatalı olan benim... Her şeyi elime yüzüme bulaştıran, aptallık eden ve saçma sapan bir neden yüzünden canımı bile bile yakan benim. Sadece kendiminkini de değil ayrıca Çetin'in canını da yeterince yaktım. Bu konu kapansın istiyorum artık."

 

"Aymar..." diyerek araya girecek oldu ama "Biliyorum..." diyerek sözünü kestim. "Benim için endişelendiğini, beni merak ettiğini biliyorum. Ama merak etme... İyi olmasam bunu ilk sana söyler, iyileşmek için ilk sana koşarım ama iyiyim baba... Gerçekten iyiyim."

 

Bir süre sessizlik oldu, telefonun ahizesinden yalnızca nefes alışverişlerini duyabildim. Ardından derince iç çekişini... "Pekâlâ..." diyerek kabullendi sözlerimi. "Ama bu son... Seni bir ke..."

 

"Beni bir kez daha ağlatırsa söz veriyorum onu kuş başı doğramana izin vereceğim." Gülüşümüz birbirine karıştığında biraz daha hafiflediğimi hissettim.

 

Bu konuyu da hallettiğimize göre şimdi asıl konuya dönebilirdik. "Baba..." diye seslenirken sesimde ufacık bir tereddüt bile yoktu. "Bana Beliz Aydın'ın numarasını gönderebilir misin?"

 

Anlık bir duraksama oldu, bu isteğimin onu ne kadar şaşırttığını tahmin edebiliyordum. "Neden?" diye sordu. Sesinde hafif bir endişe baş göstermeye başlamıştı. "Bir şey mi oldu Aymar, Ayda iyi mi?"

 

"Bir şey olmadı baba... Ayda gayet iyi..." Uzun sarı saçlarımın uçlarını parmağıma dolarken ona aklımdan geçenleri açıklamaya koyuldum. "Sadece... Hafta sonu birlikte alışverişe çıkmayı planlıyorum. Ayda'ya sorduğumda annem izin vermez dedi, izin vermesini sağlayacağım." Kısa bir an bende duraksadım. "Hem..." derken sesimde istemsizce bir tereddüt yer edinmişti. "Alışverişten sonra onu bizim restorana getirebilirim. Böylece... sizin için de bir başlangıç olur..."

 

Bu durumun babam için ne kadar zor olduğunu biliyordum. Ayda kendi öz kızıydı ama on sekiz yıl boyunca ondan uzak kalmaya zorlanmıştı.

 

"Beliz buna izin vermeyecektir Aymar..." derken bile sesindeki umut elle tutulur cinstendi. Dudağımın bir köşesi kıvrıldı. Karar Beliz Aydın'a bırakılırsa, elbette izin vermezdi. Neyse ki ona bırakmaya niyetim yoktu. "Sıkıysa vermesin..." Sesimin kendinden emin çıkan tonu babamı ikna etmiş olacak ki kabullendi ve kısa bir konuşmanın daha ardından telefonu kapattık.

 

Hiç beklemeden babamın gönderdiği numarayı tuşlarken aklımda itirazlarına karşın sıralayacağım cümlelerle, dudağımda kendimden emin bir gülüşle telefonu kulağıma yasladım.

 

Tırnaklarımı izlerken gelen sesi, yüzümü buruşturmama bile neden olamamıştı. Onun benden çaldığı hayatın karşılığını alma vaktiydi artık.

 

"Aymar ben..." dedim duymaktan nefret ettiğini bildiğim ismin üstüne bastırarak. Aklına kazıyacaktım bu ismi... "Hafta sonu, Ayda ile alışverişe çıkacağız. Ayda'ya engel olmayı aklından bile geçirme, aksi takdirde dilimi tutmakta zorlanabilir, dahası o çok sevdiğin cemiyet hayatındaki saygınlığını yerle bir edebilirim. Bunu istemezsin öyle değil mi?"

 

"Sen..." diye soludu sinirli bir sesle sözlerimin hemen ardından. Kızaran yüzü gözlerimin önünde belirdiğinde daha bir keyiflendim. "Alışveriş merkezleri yasak Ayda'ya. Bunu yapamaz..."

 

Sesini duymaktan sıkıldığım için, itirazlarının geri kalanını dinlemeden telefonu kulağımdam çekip hoparlör kısmını dudaklarıma yaklaştırdım. "Tek bir hayırına bakar Beliz Aydın. Sadece hayır de ve bak nasıl herkesin gözünde çizdiğin yardımsever melek imajının içinde saklanan şeytanı ortaya döküyorum."

 

Eminim daha bir çok şey söylemişti ama telefonu yüzüne kapattığım için hiçbirini duymadım. Beliz Aydın artık bizim hayatımızda bir hiçti. Ve öyle kalmasını sağlayacaktım. Onun zamanı dolmuştu artık bütün zamanlar bizimdi.

 

🎲🃏

 

Üzerimdeki beyaza kaçan toz pembe elbisenin etek kısmını hafifçe düzelttikten sonra, makyajımı son kez kontrol edip kusursuz göründüğüme kanaat getirerek, içine yalnızca telefonumu ve glossumu koyduğum çantamı alıp odamdan çıktım.

 

Uzun zaman sonra Çetin ile çıkacağımız ilk randevuydu bu... Heyecanlanmamak elde değildi.

 

Merdivenden inerken, hafifçe kulağıma gelen konuşma sesleri, topuk seslerimin duyulmasıyla kesildi. İki basamak daha indiğimdeyse Çetin ve babam görüş açıma girmişti. Karşılıklı bir şekilde duruyor ve muhtemelen ben gelene kadar da bir konu hakkında konuşuyorlardı. Konunun ben olduğumu söylememe gerek yoktur sanırım...

 

Çetin babama başını sallayarak cevap verdiğinde konuyu kapattıklarını anladım. İkisinin de bakışları bana dönerken ben gözlerim kısık bir şekilde onları izliyordum. "Ne konuşuyordunuz?"

 

Babam tamamen bana döndü ve bir adım öne çıkıp "Hiç..." diye cevap verdi. "Havadan sudan..."

 

Babamın uzattığı elini tutup kalan basamakları inerken şüpheci bakışlarım Çetin'e kaydı. Bu adamı tanıyordum, rahat görüntüsünün altına sızan gerginliğini okuyabiliyordum. Kesinlikle havadan sudan konuşmuyorlardı.

 

Yeniden babama dönüp, ışıltılı bakışlarla beni izleyen gözlerine baktım. Konuyu uzatabilirdim ama bunun kimseye bir yararı olmazdı. Aksine, ısrarım pamuk ipliğine bağlü ilişkilerini daha fazla zedeleyebilirdi. Bu yüzden "Nasıl görünüyorum?" diye sorarak konuyu değiştirmeyi tercih ettim.

 

Gülümsedi, yılların ilmek ilmek işlediği gözlerinin kenarındaki kırışıklıklar belirginleşmişti bu hareketiyle. Yaşına göre genç duran bir adamdı benim babam ama işte bazı şeylerin önüne geçilemiyordu. Göz kenarlarındaki minik kırışıklıklar gibi...

 

"Tıpkı bir melek gibi..." diye cevap verdiğinde gülümsemem büyüdü ve uzanıp yanağına derin bir öpücük kondurdum.

 

"Biliyorum..."

 

Evden çıktığımızda Çetin rahat bir nefes almış, arabaya binene kadar da aramıza belli bir mesafe koymuştu. Babamın ardımızdan baktığını ikimiz de biliyorduk. Siyah filmli camlar aramıza girer girmez beni kendine çekip öptüğünde, beklemediğim bu hareket karşısında bir an için ayaklarım yerden kesildi. Yoğun mentol tadı damağıma yayılmış, bayıldığım o tat beni adeta kutsamıştı. Geri çekilip avuçlarının içinde duran yanaklarımı okşarken "Seni gördüğüm andan beri aklımdan geçen tek şey buydu" diye fısıldadı. "Nefes kesici görünüyorsun."

 

Kalbim nadide bir kelebek gibi kanatlanıp uçmaya başlamıştı sanki göğüs kafesimin içinde. Yanağımı avucuna doğru yasladım ve ıslaklığını hâlâ hissettiğim dudaklarımı yaladım. "Babamın yanında süt dökmüş kedi gibiydin..." derken sesimdeki keyif barizdi.

Son bir öpücük daha kondurdu dudaklarıma ve geri çekilip eve doğru baktı. "Baban çünkü... Sıradan biri değil..."

 

O arabayı çalıştırırken bende dikiz aynasını kendime doğru çevirdim ve bozduğu glossumu düzeltmeye koyuldum.

 

"Beni sokağın köşesinden alacağını sanıyordum, babamla karşılaşma ihtimaline karşın?" Alt dudağımın sağ köşesini de sildikten sonra çantamdan glossu çıkarırken döküldü bu soru dudaklarımdan.

 

"Nereye kadar kaçabilirim ki diye düşündüm." dedi bahsettiğim köşeyi döndüğü sırada. "Hem zaten korktuğum gibi olmadı. Gayet medeni bir konuşmaydı. Bana kibarca, seni bir kez daha üzersem bildiği bütün doğrama şekillerini üzerimde deneyeceğini söyledi." Gözleri yoldan bana kaydığı sırada dudaklarımı birbirine bastırıp glossu dudaklarıma yayıyordum. Yandan bakışlarımla bakışlarına karşılık verdim. "Ki senin baban dünyaca ünlü bir şef, Allah bilir kaç farklı stili vardır..."

 

Gülmekle yetindim bu sözlerine. Çetin'in babamdan çekiniyor olmasının bana tatlı gelmesi normaldi değil mi? Çünkü babam söz konusu olduğunda yüzünün aldığı şekil o kadar tatlı oluyordu ki... Hata yapmaya çekinen küçük bir oğlan çocuğu gibi...

 

Kısa bir sessizlik arabanın içine dolduğu sırada kırmızı ışığa yakalanmıştık. Etrafı aydınlatmaya başlayan sokak lambalarının ışıklarını izlerken aklıma düşen konuyu sorup sormamak arasında gidip geliyordum. Bugün annesini ziyaret edecekti, nasıl gittiğini merak ediyordum ama kötü gittiyse bunu ona hatırlatıp canını sıkmak da istemiyordum.

 

Merak ağır bastı... Kötü gittiyse eğer ve canı bu duruma zaten sıkıldıysa, bu sıkıntıyı onunla paylaşmak istiyordum. Acıyorsa canı, acısının üstünden öpmek ve acısını dindirmek...

 

Yeşil ışık yandığında ve araba hareket ettiğinde ona döndüm. "Annenle nasıl gitti."

 

Kısacık bir an bana bakıp yeniden önüne döndü. O kısacık anda bile gözlerindeki şefkati yakalamama yetmişti "İyiydi." diye cevap verdi. Sonra uzanıp elimi tuttu ve kendine doğru çekip avuç içime bir öpücük kondurdu. "Bana seni sordu..."

 

Sözleriyle gözlerim irileşirken dudaklarımın arasından şaşkınlıkla dolu bir "Gerçekten mi?" nidası döküldü. Bu benim için çok beklenmedikti. Çoktan hafızasından silindiğimi düşünüyordum oysaki. Kalbimin üzerine bir ağırlığın çöktüğünü hissettim. Keşke orada olabilseydim...

 

"Gerçekten..." Parmaklarımız birbirine geçti önce ve Çetin bu kez de elimin üzerine bir öpücük kondurmuştu. "Seni hatırlaması beni de şaşırttı. Çoğu zaman beni bile unutuyor çünkü... Unutmadığı tek kişi babam..."

 

Hüzünlendiğini hissettiğimde, kalbim o hüznün parmakları arasında sıkıştı. Başkalarının yanında değil ama benim yanımda bu adam hep gülmeliydi ve ben onun tapılası gamzelerini görmeliydim. Başkaları o gamzeleri görmese de olurdu. Özellikle kadınlar. Görmemeleri daha iyi olurdu hatta... Hiçbir şey onun huzuruna dokunmamalıydı, hak ettiği o huzur hep kalbinde kalmalıydı.

 

Destek olmak için elini sıkarken hüznünü dağıtmak adına muzip bir sesle "Lütfen..." dedim. "Benim gibi bir mükemmellik, nasıl unutulabilir ki zaten."

 

Sözlerimle kehribarları bana döndü. Hüzün bir nebze dağılmıştı, içimi eriten bir bakışla gözlerimin içine bakıyordu şimdi. "Doğru..." diye mırıldandı bakışlarını bir an olsun gözlerimden çekmeden. "İnsanın aklına bir kez girdiğinde, geri çıkman mümkün değil. İmzanı atıyorsun zihnin her bir karışına."

 

🎲🃏

 

Garson yanımızdan ayrılırken birkaç saniye arkasından bakıp yeniden hemen karşımda oturan Çetin'e döndüm. İlgili bakışları üzerimdeydi. Masanın bir kenarında, iki mum şamdanının arasında duran taze gül buketinden gelen gül kokusunu içime çektim. Zihnimde dönüp duran kelimeleri bir araya toparlamaya çalışıyordum.

 

Ona ilişkimizin başlarında söylediğim bir yalan vardı... O kadar da yalan sayılmasa da bir yalandı işte... Şimdi bunu düzeltme zamanıydı.

 

"Sana bir şey söylemem gerek..." diye girdim söze. Kadehime uzanıp, onun markasını taşıyan ve en sevdiğim kokteyl olan 777'den bir yudum aldım. Bayıldığım o tat beni gevşetmeyi anında başarmıştı.

 

"Seni dinliyorum sevgilim." diye cevap verdi Çetin, ilgili gözlerini benden bir an bile ayırmadan. Boğazımı temizledim. "Sana ilk zamanlar ailemle, daha doğrusu annemle ilgili bir şey söylemiştim hatırlıyor musun?"

 

Annemin öldüğünü söylemiştim.

 

Yalan buydu...

 

Annem yaşıyordu ama bu yalanı o kadar da yalan yapmayan şey, anne kavramının benim için ölmüş olduğu gerçeğiydi.

 

Benim annem, benim için ölmüştü.

 

Çetin'in bakışları ciddileşirken başını sallayarak onayladı beni. "Hatırlıyorum." Aradan geçen üç yıla rağmen elbette hatırlıyordu. Çünkü o gün bu konu hakkında ilk ve son konuşmamızı yapmıştık.

 

İçkimden bir yudum daha aldım. Beni geren şey ona yalan söylediğim gerçeği değildi, bu konuda beni anlayacağını biliyordum. Sadece eksik bir yanımdan konuşuyor olmak beni rahatsız ediyordu. Eksik olduğunu kabullenmeyi şiddetle reddettiğim ama benden bir türlü gitmeyen ve gece gündüz kapımı çalan bir yan...

 

"Aslında sana yalan söylemiştim, annem ölmedi. En azından fiili olarak..."

 

Kafası karışmış bir halde beni izlemeye devam ettiğinde devam ettim cümlelerime. Bir yorumda bulunmadan beni dinlemeye, sözlerimi bitirmemi beklemeye başladı.

 

İlk kez sesli dile getirdiğim bu gerçek karşısında sessizliğini koruyup bitirmemi beklemesine gerçekten minnettardım. Sorular sorarak beni acele ettirmemesine, sabrına...

 

"...Sana öldüğünü söyledim çünkü o, beni reddettiği gün benim için ölmüştü. Bir yerlerde nefes alıyor olması bu gerçeğimi değiştiremezdi asla."

 

En sonunda sustuğumda ne söyleyeceğini merak ederek sessizlik içinde yüzüne bakan taraf bendim bu kez. Ne kadar sürdü bu sessizlik bilmiyorum. Söylediklerim onu şaşırtmıştı. Onu sessizleştirenin bu şaşkınlık olduğunu biliyordum.

 

Konuşana kadar geçen o sessizlik anı normal bir zamanda belki beni boğabilirdi ama Çetin'in gözlerinde gördüğüm şefkat, boğucu hissi benden uzak tutuyordu.

 

"Annen... Yani o kadın, kendine en büyük kötülüğü yine kendisi yapmış bence..." diyerek söze girdiğinde nefesimi tutup söyleyeceklerini bekledim. Masanın üzerinden uzanıp elimi tuttuğunda, parmak uçlarımdan ona doğru aktı kalbim. "Sen... Bir insanın en büyük şansı olabilirsin ancak ve o bu şansı en başından kaybetmiş."

 

İstemsizce güldürdü bu sözleri beni. Boştaki elimle kadehimden bir yudum daha aldıktan sonra "Değil mi?" diyerek onu onayladım.

 

İstenmeyen, terk edilen taraf olmak gurur duyduğum bir şey değildi ve şimdi yıllardır içimde sakladığım bu sırrı biri ile, hayır herhangi biri değil, sevdiğim adam ile paylaşmış olmanın rahatlığı ile yemeğimi yemeye başladım.

 

"Peki ikizin..." diye sordu Çetin, o da benim gibi yemeğini yemeye başlamıştı. "Hiçbir şey bilmiyor mu?"

 

Bir yandan yemeğimizi yerken bir yandan da ona geçmişimizin kapılarını araladım ve çocukluğumun uzun bir döneminde annemle nasıl köşe kapmaca oynadığımızı anlattım.

 

Bazen sessizce dinledi, bazen yorumlarıyla güldürdü. Kırgın olduğumu anladığı noktalarda, ben buradayım dercesine tuttu elimi ama en önemlisi, konuşmamın her anında gözleri kalbimden öptü beni.

 

Ne kadar özlediğimi fark ettim...

 

Onu...

 

Onunla konuşmayı...

 

Onunla susmayı...

 

Aramızdaki o kötü gerilimin olmadığı biz olabildiğimiz her anı...

 

🎲🃏

 

Yemeği noktalayıp asansöre bindiğimizde başımın dönme nedeni aldığım alkol değildi. Beklentiydi...

 

Çetin penthouse katına basıp, düğmenin üzerindeki kapağın açılmasıyla ortaya çıkan mekanizmaya parmak izini okuturken sırtımı asansörün aynalı yüzeyine yaslamış bir hâlde onu izliyordum.

 

Asansör hareket etti, Çetin bana doğru döndüğünde gözlerinde gördüğüm ateş, her ikimizi de yakacak kadar kuvvetliydi. Her ikimizi de yaksın istiyordum.

 

İki adımla aramızdaki mesafeyi kapatıp ellerini iki yanıma yasladığında yutkundum. Üzerime doğru eğildi, burnu burnumun ucuna sürtünürken, "En sevdiğim kısma geldik..." diye fısıldadı dudaklarıma doğru. Her ikimizin de en sevdiği kısımdı.

 

Usulca eğilip dudaklarıma yumuşak bir öpücük kondururken "Son sevişmemizde içimde kalan her ukdenin acısını çıkaracağım." diye fısıldadı ve geri çekildi.

 

Beklenti büyüdü, büyüdü, büyüdü... Kasıklarıma kadar ulaştı ve kadınlığım minik akımlarla uyarıldı, bacaklarımı birbirlerine bastırmak zorunda kaldım. Sesi öyle vaatlerle doluydu ki, omurgamdan aşağı bir ürpertinin indiğini hissettim.

 

Asansör durana kadar içindeki beklenti büyüdükçe büyüdü ve koskoca bir yangına dönüştü. Kapılar kayarak açıldığında doğrudan odanın içindeydik. İçeriye doğru adımlarken bacaklarım o beklentiyle neredeyse titriyordu. Bir an yürüyemeyip yere düşeceğim sandım ama neyse ki Çetin, ellerini belimin iki yanına sarıp beni bedenine yasladı ve ayakta kalmamı sağladı.

Parmak uçları usulca belimin kıvrımlarını okşarken, elbisemin üzerinden bile sıcaklıklarını hissedebiliyordum. Bir an nefesim kesiliyordu... Diğer an nefesim hızlanıyordu.

Toplu saçlarım sayesinde açıkta kalan boynuma yumuşak bir öpücük kondurdu önce, ardından hafifçe dişlerini bastırdı. O noktadan başlayan bir ürperti önce meme uçlarıma, ardından karnıma doğru inmiş, karnımın alt noktalarına doğru kendine bir yol çizmiş ve kadınlığında birikmeye başlamıştı.

 

"Sadece son sevişmemizin de değil Aymar..." diye fısıldadı Çetin. Mentol kokan ferah nefesi, elbisemdeki küçük göğüs dekoltesinden iki göğsümün arasına doğru akıyordu. "Senden ayrı kaldığım her anın acısını çıkaracağım."

 

Beklenti büyüdü, büyüdü, büyüdü....

 

Odanın içine doğru ilerlemeye başladığında, bedenine yaslı olduğum için onunla beraber bende ilerliyordum. Bir noktada durdu ve kulağımın altındaki hassas noktayı öptükten sonra, "Burada bekle..." diye fısıldadı. Ellerini üzerimden çektiğinde, ne zaman kapandığını bilmediğim gözlerimi araladım. Şehir olduğu gibi ayaklarımın altındaydı... Boydan boya cam olan duvardan görünen manzara eşsizdi. Ama benim gözlerim manzarayı göremeyecek kadar Çetin'in camdaki yansımasına odaklanmış durumdaydı.

 

Bir çekmeceyi açtı ve içinden aldığı siyah bir kuşakla yeniden bana döndü. Nefesim kalbimle birlikte tekledi. Dişlerim alt dudağıma batarken bacaklarımı birbirine daha çok bastırmak zorunda kaldım. Kadınlığımdaki yangın büyüdükçe büyüyor, can yakacak bir noktaya evriliyordu.

 

Tam arkamda durup kulağıma doğru "İzninle..." diye fısıldadı ve elindeki siyah kuşağı gözlerime bağladı. Karanlığın içine çekilmek beklentimi daha da büyütmüştü. Tüm duyularım anında harekete geçerken sertçe yutkundum. Ellerini saçlarımda hissettim ve usulca saçlarımdaki tokayı çözdü, uzun bukleler omuzlarımdan aşağı dökülmüştü.

 

Çetin'in etrafimda dolanan ayak seslerini duydum önce, sonra ayak bileğimde soğuk elini hissettiğimde ürperdim. Göremiyordum ama önümde diz çöktüğünü biliyordum.

 

Ayakkabımın bileğimde bağlı olan tokasını çözdü, ayakkabılarımı çıkaracağını anlayınca önümü yoklayarak onu bulmaya çalıştım. Ellerin, omuzlarını bulduğundaysa ondan destek alarak bir ayağımı kaldırdım, ayakkabı ayağımdan çıktıktan hemen sonra, ayak bileğimde dudaklarını hissetmiştim. Nefesim öyle çok ağırlaştı ki, aldığım her soluk kulaklarımda patlıyor, heyecan beni titretiyordu.

 

Usulca o ayağımı bırakıp diğerine geçti ve diğer ayakkabımı da çıkardı ayağımdan ama bu kez yere bırakmamış, daha fazla havaya kaldırmıştı. Bir an düşeceğim sandım ve Çetin'in gömleğine daha sıkı tutundum.

 

Ne yaptığını bilmemenin, görmemenin heyecanı, hisleri daha çok yoğunlaştırıyordu.

 

Diz kapağımın arka kısmında, gömleğinin dokusunu hissetmemle, nemlenmiş iç çamaşımın üstünde nefesini hissetmem aynı zaman diliminde gerçekleşti. Alt dudağımı daha sert ısırdım.

 

Bacağımı omzuna bıraktıktan sonra, elleriyle çıplak tenimi okşayarak yavaş yavaş yukarı çıkmış ve sadece dokunuşuyla bile beni orgazm noktasına getirmeye başlamıştı, nefesleri de vardı elbette işin içinde. Bilerek, hissettirerek aldığı nefesler...

 

İnlememek için kendimi tutmaya çalışsamda, dudak etimi ezen dişlerimin arasından kısık sesli bir inleme döküldü.

 

"Tutma kendini..." diye fısıldadı Çetin. "Seni duymama izin ver..."

 

Ve külotumun üzerinden kadınlığıma bir öpücük kondurdu. Hemen ardından erkeksi parmaklarını iç çamaşırımın üzerinde hissettim, ince kumaş kenarı çekildi ve onun yerini Çetin'in dudakları aldı.

 

Beni boydan boya yalayıp klitorisimi endiğinde, şişkin olan minik tepecik yüzünden neredeyse yere yığılacaktım.

 

"Çok tatlı..." diye mırıldandı. Ardından derin bir nefes aldığını duydum, beni kokluyordu. Bir kez daha boydan boya yaladığında, neredeyse bükülen dizim yüzünden düşecektim... "O kadar lezzetli ki... sabaha kadar... durmadan seni yiyebilirim..." diye fıldıyor, her duraksamasında beni uzun uzun yalıyordu. Bir noktada sesi kesildi ama istilası durmadı. O, dil darbeleriyle beni kıvrandırırken ben düşmemek için sımsıkı tutundum ona. Dudaklarımdan kaçan inlemelerin haddi hesabı yoktu ve arada dişlerini klitorisimde hissetmek çığlık atmama neden oluyordu.

 

Bu ne kadar sürdü bilmiyorum, saniyeler saati terk etmişti sanki. Çetin klitorisimi emerken sertçe boşalmaya başladığımda gerçekten düşeceğimi sandım. Yer ayağımın altında kaydı bir an için. Daha sıkı tutundum Çetin'e. Elimden gelse uzun tırnaklarım kavradıkları kumaşı parçalayacaktı. Siyah kuşakla bağlı gözlerim yüzünden karanlıkta yıldızlar parlıyordu.

 

Ben tamamen boşalana kadar çekmedi Çetin dudaklarımı ve kana kana içti beni. Nefes nefese bir halde ayakta durmaya çalışırken, bacağımı omzundan indirdiğini bile ayaklarım yere değdiğinde anladım. Ben ona tutunurken o da bana destek oluyordu. Sonunda ayakta durabileceğimden emin olduktan sonra ellerini üzerimden çekti.

 

Bağlı gözlerim yüzünden nerede olduğunu göremiyordum. Ya da ne yaptığını...

 

Kısacık bir süre sonra elini omzumda hissettiğimde hafifçe irkildim. Elbisemin fermuarını açtı ve askılarını omuzlarımdan kaydırdı. Tenimden kayan kumaşın geride bıraktığı çıplaklığımı hissettim.

 

Şimdi pembe iç çamaşırı takımımla duruyordum karşısında. O beni görebiliyordu ama ben onu göremiyordum. Etrafımda dönüyordu, delici bakışlarının tenimde dolanışını hissedebiliyordum. Varlığı her taraftan beni kuşatmıştı. Yakıcı bakışları tenimi karıncalandırıyordu.

 

Dudaklarından alaylı bir hah sesi döküldü. Soğuk elini omzumu hafifçe okşamaya başladı ve dokunuşları arasında sütyenimin askısı omzumdan düşürdü. "Pembe rengini seksi bulmama neden olduğun için yargılanmalısın Aymar..." diyen fısıltısını duyduğumda, kadınlığımın yeniden hareketlenmeye, içinde yeni bir elektrik akımı biriktirmeye başlamıştı bile. Biraz önce orgazma ulaşmış olmamın bir önemi yoktu; yine ve yeniden, daha fazlasını istiyordum.

 

Usulca iç çamaşırlarım da tenimden ayrıldığında ve tamamen çıplak kaldığımda Çetin yine uzaklaştı benden. Bu uzaklaşmaları sonra aniden dokunmaları, kabaran hislerim yüzünden her hücremi titretiyor, dengemi sarsıyordu.

 

Kemerinin tokasının sesini işittim önce ardından adım sesleri bana doğru geldi ve önüme geçti. Sol bileğime uzandığında neyi istediğini anlayarak bileklerimi önümde birleştirdim. Deri kemerin sert dokusu bileklerime dolandığında beklentim biraz daha büyüdü.

 

Bir an yerdeydim, diğer an Çetin belimin iki tarafından tutarak beni havaya kaldırmıştı. Bacaklarımı beline dolayıp, çıplak tenine sarıldım. "Öp beni..." Sesim neredeyse yalvarırcasına çıkıyordu. Onu öpmeyi istiyordum ama bağlı gözlerim yüzünden dudaklarını bulamazdım muhtemelen.

 

İkiletmedi beni, sırtım yumuşak yatakla buluşurken dudakları dudaklarımda, dili ağzımın içini keşfe çıkmış bir haldeydi. Dudaklarını dudaklarımdan ayırmadan ellerimi kaldırıp bileğime doladığı kemeri yatak başlığındaki demirlere bağladığında, tamamamen onun tarafından hapsedilmiş bir haldeydim.

 

Dudakları dudaklarımdan kaydı ve kendine yol çize çize boynuma dolanıp göğüslerim buldu. Ben altında kıvranırken ve bileklerimi saran kemerin deri dokusuna sımsıkı tutunurken Çetin acele etmeden, zaman zaman meme uçlarımı emerek, zaman zaman dişleyerek, ellerinin arasında yoğurarak göğüslerimle ilgilendi. Aklım başımdan uçup gitmişti.

 

Belim sürekli yatakta yükselip duruyor, kadınlığım ihtiyaçla kasılıyordu.

 

"Çetin..." diye inledim... "Lütfen Çetin..." Buna bir son vermesi gerekiyordu, beni doldurması gerekiyordu. Bu artık istek olmaktan çıkmış, can yakıcı bir ihtiyaca dönüşmüştü.

 

"Çok sabırsızsız küçük kızım..." diye mırıldandığında nihayet göğüslerimden uzaklaştı. İstediğimi almama az kalmıştı, birazdan içimde olacaktı, onu bütünüyle hissedebilecektim...

 

Beklenti büyüdü, büyüdü, büyüdü...

 

Kalbim eriyip göğsümün içinden mideme doğru akıyordu sanki...

 

Üzerime doğru yüklenen ağırlığını hissettiğimde bacaklarımı onun için araladım. Bekledim, bana istediğimi vermesini bekledim...

 

Ama bu olmadı, aksine hissettiğim şey yüzünden yüksek sesli bir çığlık koptu dudaklarımdan.

 

Buz gibi soğuk bir şey, önce kadınlığımın dudaklarına dokunmuş, ardından Çetin'in parmaklarının yardımıyla içime doğru itilmişti. Buz gibi soğuk bir şey değildi... Bu bildiğimiz buzdu.

 

Sertçe inlerken aralık olan dudaklarım yüzünden inlemem bir çığlık gibi döküldü dudaklarımdan... Tüm bunların üzerinden o kadar uzun zaman geçmişti ki... Nasıl hissettirdiklerini unutmuştum... Nasıl zevk verdiklerini... Çetin şimdi bana unuttuklarımı hatırlatıyordu.

 

"O kadar güzel görünüyorsun ki Aymar..." diye fısıldadı Çetin aralık dudaklarıma dudaklarını bastırırken... Altında kıvrandım. Yuvarlak buz parçasının içimde eriyişini hissedebiliyordum, gittikçe küçülüşünü, vajina duvarlarımı serbest bırakışını... "O kadar arzulu görünüyorsun ki şu an..."

 

Buz tamamen eridiğinde bir yenisini daha itti içime, diğerinin yavaş yavaş bıraktığı boşluk yeniden dolduğunda bir çığlık daha attım. Çetin'in dudakları her yerimdeydi... Parmakları içimde... Arada kıvırıp beynimde şimşeklerin çakmasına neden olan parmakları...

 

"O kadar becerilesi görünüyorsun ki... Kendimi zor tutuyorum..."

 

Artık nefes bile alamayacak bir haldeydim. "Tutma..." dedim soluk soluğa. "İçimde ol Çetin, buna ihtiyacım var..." Buz ve parmak kombinasyonu aklımı başımdan alıyordu ama hiçbiri Çetin'in erkekliğini yerini tutamazdı. "Lütfen... Kahretsin lütfen..."

 

Beni daha fazla kıvrandırmadı... İkinci buz parçası da tamamen eridiğinde üzerime yerleşip usulca beni doldurdu. Sertçe inledim. O kadat iriydi ki, her seferinde ilk an duvarlarımı fazlasıyla zorluyordu. Ama bunun hazzı hiçbir şeyde yoktu.

 

İçime tamamen yerleşip hareket etmeye başladığında, bileğimdeki kemere daha fazla asılıp hareketlerini karşılamak için kalçamı kıvırmaya başladım. Yavaş başlayan ritmi, kendini her itişinde hızlanıyor ve sertleşiyordu. Damarlı, kadifemsi dokusunu en yalın haliyle hissedebiliyordum.

 

Hızlandı, kulağımın dibindeki hırıltılı nefeslerinden taşan edepsiz sözcükler, hissettiğim zevki daha fazla artırıyordu. "Bunu özlemişim bebeğim, içinde olmayı, seni gerçek mânâda sikmeyi..." Bu kulağa aptalca mı geliyordu bilmiyorum ama edepsiz konuşmaları beni etkiliyordu... Sertçe inlemekten başka bir cevap veremedim. Öyle dolu hissediyordum ki, konuşabilecek durumda değildim.

 

O hızlandıkça içimdeki baskı arttı, arttı, arttı... Hemen ardından ikinci kez patladım, ama Çetin durmadı. Orgazm olmanın getirdiği hassasiyet yüzünden, o beni becermeye devam ederken aldığım zevk o kadar uç bir noktaya çıkmıştı ki, artık dudaklarımdan çıkan hiçbir şey kısık değildi. Sesim odanın duvarlarına çarpıp bana geri gelecek kadar gürültülüydü.

 

Çetin'in, içimde titrediğini hissettim, yakındı. Dudakları dudaklarıma çarpıp beni öpmeye başlarken daha da hızlandı, artık altımızdaki yatağın yaylarından gıcırtılar gelmeye başlamıştı.

 

Çığlıklarım onun boğuk iniltilerine karışırken bu kez aynı anda sarsılarak çok güçlü bir şekilde boşaldık. Sıcaklığının içime akışını hissettim. Öyle uzun sürdü ki bu orgazmımız, bittiğinde bir pelteden ibarettim. Zaman kavramı, biraz önce yaşananların içinde kayboldu gitti. Soluklarım derinleşip dinginleşmeye başladığında aradan ne kadar süre geçmişti, ne kadar süre birbirimizde dinlenmiştik bilmiyorum.

 

En sonunda Çetin'in üstümdeki ağırlığı çekildi. Sonra bileklerimi yatak başlığına sabitleyen kemerin varlığı gitti, gözlerimdeki kuşağı da çözdüğünde derin bir nefes aldım ama gözlerimi açamadım. Kolumu bile kaldıramadım.

 

Uyku ile uyanıklık arasında bir yerde, Çetin beni kollarına aldı ve yataktan kaldırdı. Sonra ılık suyun altına girdiğimizi hissettim. Su uykuyu açardı değil mi? Açmıyordu. Burnuma yoğun bir şekilde kokusu dolarken ve kolları etrafımda bedenine yaslanmışken, üzerine biraz önce yaşadığımız yoğun seksin yorgunluğu da binince su uyku falan açmıyordu.

 

Usulca yıkadı Çetin beni. Uyumadım ama gözlerimi de açmadım. Ona izin verdim, o benimle tatlı tatlı ilgilenirken onu izledim.

 

Duştan çıkıp bedenimi bir havluyla kuruttu ve beyaz tişörtlerinden birini üstüme geçirdi. Baygın bakışlarımla yüzünü izlemeye çalışıyordum. Ama sadece çalışıyordum. Başımı gövdemin üstünde dik tutmak bile çok zor geliyordu şu an...

Saçlarıma bir havlu sarıp beni banyodan çıkardığında esnedim. Odanın içinde beni yürütüp başka bir yatak odasına soktu ve yatağa oturttu. Hemen arkama yerleştiğinde her şeyi buzlu bir camın ardından izliyordum sanki. Buradaydım ama burada değil gibiydim de...

 

Çalışan fön makinesinin ardından, sıcak hava saç diplerime çarptığında bir kez daha esnedim. Parmakları saçlarımda dolanırken, usulca saçlarımı tararken ve özenle kuruturken saçlarımı, daha çok uykum geldi. Ama yine de son ana kadar direndim.

 

Fön makinesinin kapandığını duyduğumda artık göz kapaklarımla resmen bir savaş halindeydim. Her zaman böyle olurdu zaten. Ne zaman sevişsek, ne zaman orgazm olsam, hemen uykum gelirdi. Asla orgazmdan sonra canlanan tiplerden değildim, adım bile atamayacak duruma gelirdim ve uyuyup uyanana kadar da kendime gelemezdim.

 

Çetin beni yatağın içine yerleştirip üzerimi örttüğünde güç bela gözlerimi açıp ona baktım. Hâlâ beline doladığı havlusuyla duruyordu.

 

Kuruyan dudaklarımı yalayıp "Benim için pembe pijamalarını giyer misin?" diye mırıldandım. Evet tam olarak bu an için kendimi ayık kalmaya zorluyordum.

 

Bir an durup bana baktı ve sonra gülmeye başladı. "Ciddi misin sen?"

 

Yorgana daha sıkı sarılıp küçük bir çocuk gibi başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım onu. "Hadi giy... Seni bekliyorum."

 

Bir süre gözlerimin içine baktı. Ben de onunkine, uykulu gözlerimle masum masum baktığımda pes ettiğini anlamıştım. Omuzları çöktü önce, ardından "Tam bir baş belasısın..." diye homurdanıp dolaba doğru ilerledi. Hafifçe gerinip onu izledim yüzümde zafer dolu bir gülümsemeyle.

 

"Ama çok tatlı bir belayım..."

 

Havlusunu çıkarıp beyaz pijama altını bacaklarına geçirirken omzunun üzerinden bana baktı. Dudaklarını imayla yalayıp "Hem de nasıl..." dediğinde nefesim kesilmişti. Gülerek bakışlarımı kaçırdım.

 

Birkaç saniye sonra dolabın kapağının kapanma sesi geldiğinde odağım yeniden ona çevrildi. Pembe tişörtü ile o kadar tatlı görünüyordu ki... Gülümsemem büyüdü. O yatağa gelene kadar gözlerimi ondan çekmedim. Yatak ağırlığıyla çöktüğünde hafifçe başımı kaldırıp yerleşmesini bekledim ve başımı göğsüne yaslayıp kollarımı beline doladım. "İnanılmaz tatlı oldun..." diye mırıldandım huzurla iç çekerken. "Bir fotoğrafımızı çek..." Pembeden tiksinen adama pembe pijama giydiriyordum, bu anları ölümsüzleştirmek gerekiyordu.

 

Alnıma bir öpücük kondurdu Çetin, ardından kollarını etrafıma sarıp bana sıkıca sarıldı. "Şansına küs Işığım, telefonlarımız diğer odada kaldı..."

 

Sonunda direnmeyi bıraktığım uyku beni hızla kendine çektiği için itiraz edemedim.

 

Yalnızca "Çetin..." diye fısıldayabildim kalbimden taşan duygularla. "Seni çok seviyorum..."

 

Karanlığın içine tam olarak hapsolmadan hemen önce sesi zihnime çakıldı.

 

"Bende seni seviyorum Işığım... Aklının bile alamayacağı, hayallerine bir sığdıramayacağın kadar çok..."

 

🃏🎲

 

"Sence nasıl bir şey yaptırmalıyım?"

 

Gözlerimi telefonumdan çekip Betül'e döndüm. Shila'nın arabasında arka koltukta oturuyorduk ikimiz. Shila ise şoför koltuğundaydı. Dün gecenin tatlı yorgunluğu üzerime çökmüş olsa da hiç şikayetim yoktu, aksine düşünmek bile içimin titremesine neden oluyordu.

 

"Ofise geçtiğimizde modellere bakarsın, birkaç alternatif var aklımda bayılacağından emin olduğum..." diye cevap verdim ona. Sakin geçen bir okul gününü geride bıraktıktan sonra şimdi stüdyoma gidiyorduk. Betül kendine yeni bir dövme istiyordu. Ayrıca bugün için de iki randevum vardı. Yani oldukça yoğun dakikalara girmek üzereydim.

 

Telefonum, bir mesaj sesiyle titrediği sırada "Acaba ben de mi yaptırsam?" diye sordu Shila. Melez4 olduğu için fazla koyu renkli olan teni yüzünden dövmeye karşı ön yargıları vardı. Mesaja bakmadan önce dikiz aynasından yüzüne bakıp "İnanılmaz estetik duran göğüs dekolten var, bence göğüs arası dövmeler sana çok yakışır..." diye cevap verdim ona. Dekolte giymeyi de seviyordu hem...

 

"Kesinlikle..." diye bana katılan Betül, Shila'yı ikna etmek üzere konuşmaya başlamıştı bile. Bense mesaja döndüm. Çetin'dendi. Özledim. yazmıştı.

 

Sabah erken saatlerde beni eve bıraktığından beri görüşememiştik. Şu Niks meselesini araştırdığını biliyordum ama açıkçası araştırmalarının seyrini sormak hiç gelmiyordu içimden. Hafızamdan silmek istiyordum o konuyu, benim mükemmel beynimin içinde yer edinmeye hakkı yoktu. Bu yüzden ne dün gece ne de gün boyu mesajlaşmalarımızda bir kez olsun açmamıştım konusunu.

 

Dudaklarım huzurla kıvrılırken Üç dövme randevum var, belki de dört... Bugün görüşmemiz zor. diye cevap yazdım. Anında gördü, hemen ardından gülümseyen şeytan emojisi attı ve Pencereni açık unut... yazdı.

 

Alt dudağım dişlerimin arasına doğru kıvrılırken bir cevap yazmadan telefonu kilitleyip kızlara döndüm. Çetin Aral Bakırcı, doyumsuz bir arsızdı...

 

İkisinin gözlerinin de üzerimde olması ve arabanın durmuş olması, düşüncerimden sıyrılıp tam anlamıyla ana odaklanmama neden oldu. Gelmiştik, Shila arabayı park bile etmişti...

 

"Bugün sende ayrı bir şey var..." dedi Betül dudaklarında imalı bir gülüş vardı. "Dur tahmin edeyim, geceyi Çetin Aral Bakırcı ile geçirdin..."

 

Shila'da iki koltuğun arasından arkaya, bize, doğru bakıyordu. "Başka bir ihtimal olabilir mi sence?" diyerek o da Betül'ü destekledi.

 

Kaş çatma ve gülme arasında bir yerde "Hey..." dedim kızlara. "İmalı bakışlarınızı çekin üzerimden... Elbette Çetin ile birlikteydim."

 

Betül kaşlarını oynatıp omzuyla omzumu hafifçe iterken "Arayı düzeltmenize çok sevindim..." dedi canlı bir sesle. "Ruh gibi halinden sıyrıldın, bir can geldi sana. Gülüşün falan derinleşti." Dudakları anlayışlı bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Çetin sana ışığım diyor ya, son bir kaç aydır o ışık sönmüş gibiydi şimdi yeniden parlıyorsun."

 

Onlara çoğu şeyi anlatmamıştım ama bir sorun olduğunu elbette anlamışlardı. Dört yıldır birlikteydik biz, artık bir bakışımızdan bile anlayabiliyordur bir sorun olduğunu.

 

"Gerçekten..." Shila'nın da dudaklarında tıpkı Betül'de olduğu gibi bir gülümseme belirdi. "Seni öyle görmek üzücüydü Aymar Doğan, elimizden bir şey gelmiyor olması daha da üzücü... Kendine hoş geldin çiçeğim."

 

"Hey..." diye sitemle söylendim bu sözlerine karşın. Utanmasan ağlayabilirdim, öyle derinlere dokunuyordu dudaklarından dökülen kelimeler... "Ağlatacaksınız beni..."

 

Betül arka arkaya birkaç kez cık cıklayarak karşılık verdi. "Sen kraliçesin kızım... Ve... "Shila ile aynı anda bağırarak "Kraliçeler ağlamaz." dediler.

 

Kahkahalarla gülerek indik arabadan. Bagaj kapağını açıp içine attığım resim dosyasını alırken Betül hemen yan tarafımda duruyordu. "Aymar..." diye seslendi tereddüt dolu bir sesle. Bagajı kapatırken bakışlarımı ona çevirdim ve sorarcasına gözlerinin içine baktım. Elleriyle oynuyor ve kaçamak bakışlarla yer yer bana yer yer ellerine bakıyordu. "Çok merak ettiğimden değil... Yani tamamen atlattım ama..." Omuzları çöktü önce ve elleriyle oynamayı kesti. Başını kaldırdığında kahverengi gözlerindeki hüzün çok somuttu. "Doğu'nun yanında oturan şu yeni kız... Sen kim olduğunu biliyor musun?" Dokunsam ağlayacak gibi duruyordu. Onun için üzülmeden edemedim. Doğu gibi birini karşılıksız sevmek öyle zordu ki... Ne zaman başını çevirip ona baksan, yanında bir başka kız görürdün... "Yani siz Doğu ile yakınsınız ya, belki sana söylemiştir kim olduğunu... Malûm o yanına kimseyi oturtmaz senden başka."

 

Ayda... Ben istemiştim oraya oturmasını. Dikkat çekmeyeceğini düşünürken aklım neredeydi ki? Benim yanıma otursa daha mı az dikkat çekerdi acaba? Ama sınıfta yalnız oturan Doğu'dan başka da güvenebileceğim hiç kimse yoktu. Shila ve Betül, hemen yan tarafımdaki en ön sırada yan yana oturuyorlardı.

 

Bir ara onlara bu konudan, geçmişimden ve Ayda'dan bahsedebilirdim ama o ara şu ara değildi. Tam sonra konuşuruz demek için dudaklarımı aralamıştım ki; adım, soyadımla beraber boş sokakta yankılandı.

 

"Aymar Doğan..."

 

Kaşlarım çatılırken sesin geldiği yöne doğru döndüğümde, bizden yaklaşık elli metre kadar uzakta, sokağın girişinde dikilen bedeni gördük. Ömer'di bu. İlk gün asansör sırasını aldığım gruptaki Ömercik... Bana söylemek istediği bir şeyler varmış gibi bakan Ömercik...

 

Kaşlarım daha çok çatıldı, aradaki mesafeye rağmen yüzüne sinen korkuyu net bir şekilde gördüm. Ömer omzunun ardından arkasını kontrol ettikten sonra yeniden bana doğru dönüp koşmaya başladı. Öyle telaşlı görünüyordu ki...

 

Attığı her adımda aramızdaki mesafe kısalırken "Sana anlatmam gerek..." diye bağırdı.

 

"Sana..." Tam bir adım daha atmıştı ki, cümlesinin devamını getiremeden havayı saran bir gürültüyle susmak zorunda kaldı. Hayır sadece susmak zorunda kalmadı... O gürültüyle eş zamanlı olarak ayakları birbirine dolandı ve birkaç adım önüme geldiğinde yere yığıldı.

 

Açık gözlerine bakarken biri sırtımdan beni dehşet çukurunun içine itmiş gibi hissettim.

 

Çünkü havayı saran o gürültü bir silah sesiydi ve Ömer'i yere düşüren şey, alnını delip geçen bir kurşundu.

 

Son sözleriyse...

 

Sana anlatmam gerek...

 

🎲🃏

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Zaman ayırıp okuyan ve oy ve yorumlarını esirgemeyen herkese sonsuz teşekkürler💐❤️

 

Bir sonraki bölümde görüşünceye de hoşçakalın ❤️

Loading...
0%