Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9| KAZA KURŞUNU

@saniyesolak

Sellam💐

 

Gecikme için gerçekten kusura bakmayın, planda olmayan çok fazla şey oldu ama bunlar bahane değil, benim her şeyi hesaplayıp ona göre hareket etmem gerekirdi.

 

Neysse...

 

Bölüm biraz geçiş bölümü tadında olsa da bölüm sonunda yine bir bomba attım🌚🌝

 

Umarım sevdiğiniz bir bölüm olur💖

 

Keyifli okumalar diliyorum✨

 

🎲🃏

 

Keskin bir çınlama...

 

Duyduğum tek şey bundan ibaretti. Öyle keskindi ki o çınlama, görüş açımı bile karartıyordu. Doğrudan sinir sistemime etki edip bütün bedenimi çökertiyordu sanki. Tüm bedeni felç tutmuş birinden halliceydim.

 

Aymar Doğan...

 

Sana anlatmam gerek...

 

O iğrenç çınlamaya eşlik eden tek şey de bu beş kelimeden ibaretti.

 

Aymar Doğan, sana anlatmam gerek...

 

Korkunç bir silah sesi...

 

Ve önüme yığılan bir beden...

 

Kulak zarımdaki tiz bir sesi andıran o çınlama biraz daha arttı sanki... Ben mi titriyordum yoksa dünya merkezinden mi sarsılıyordu?

 

Gözlerim... Tek bir noktaya takılı kalmıştı, ne kapatabiliyordum onları, ne de çekebiliyordum o noktadan... Bir alnın ortasına açılan kurşun deliğinden akan kan siyah asfalta akıyor, kanla birlikte; cesedin, kanın ve yaranın hâlâ sıcak olduğunu gösteren hafif bir duman da havaya karışıyordu...

 

Gözleri açıktı... Gözleri açıktı ve bana bakıyordu...

 

Ölüm böyle bir şey miydi?

 

Bu kadar yakın mıydı gerçekten?

 

Bir an elli metre kadar ötemde gayet sağlıklı bir şekilde dikilen bir genç, diğer an ayaklarımın dibinde alnına açılan bir delikle hayata gözlerini yumuyordu.

 

Sadece bir an meselesiydi bu...

 

Gözlerimin önüne siyah bir gölge gerildi. Etrafımdaki hareketlenmeyi az da olsa algılayabiliyordum ama algıladıklarım bile silik birer silüetlerden ibaretti.

 

Sesler... Bir su seli beni yutmuş gibi boğuk sesler...

 

Soluk borumdan akan soğuk nefesi hissettim önce. Ciğerlerime öyle bir doldu ki o soluk, içimi sızlattı. Kulaklarımdaki çınlamaya eşlik eden sesler yavaş yavaş çoğaldı. Çınlama hiç azalmadı ama en azından artık sadece rahatsız eden o tizlik yoktu.

 

Kolumda bir el hissettim, ardından birileri bana sarıldı. Burnuma dolan havaya karışan pahalı parfümlerin kokularından anladım onların Betül ve Shila olduğunu...

 

Bu temas beni içine sürüklendiğim dehşetin kollarından çekip çıkaran ilk hamle oldu. İçime çektiğim nefesi dudaklarımdan geri dökerken o nefesin sesi, kulaklarımdaki çınlamayı da beraberinde götürdü sanki.

 

Sesler netleşmeye başladı...

 

Silah sesiyle stüdyodan dışarı çıkan insanlar bir köşede dehşete kapılmış bir hâlde kendi aralarında konuşuyorlardı. Onları göremiyordum ama oralarda bir yerlerde olduklarını biliyordum.

 

Sonunda gözlerimi kırpıştırmayı başardım. Çınlama usulca uzaklaştı zihnimin içinden. Şimdi geriye kalan tek şey savaş meydanını andıran bir kaostu.

 

"Kurşun nereden geldi?" diye sordu bir ses... Bedenim hâlâ titrediği için tam olarak ana dönememiştim. Belki de titreyen bedenim değildi ve gerçekten de dünya merkezinden sarsılıyordu, bilmiyorum.

 

"Görmedim..." dedi bir başka ses...

 

"Aymar Hanım'ı güvenli bir alana alalım..." Bunu ilk konuşan söylemişti sanırım, emin değilim. Sesler birbirine benziyordu. "Çetin Bey'e haber verdim, yolda..."

 

Çetin...

 

Kulaklarıma dolan isimle sarsılan dünyam duruldu. Görüşüm netleşti ve zihnim, konuşulanları algılarken kendi içinde başlattığı girdaptan sonunda kurtulduğunda ana dönebildim. Gördüğüm ilk şey, önümü saran dört iri bedendi. Etten bir duvar örmüşlerdi resmen etrafımızda.

 

Biraz önce gözlerimin önüne gerilen siyah perde, hemen önümde dikilen adamın sırtıydı. Cesedi görmemi engelliyordu şimdi ama istediği kadar engellesin, zihim o görüntüyü her bir duvarına kurşun izleriyle kazımıştı.

 

Gözlerimin önünde biri öldürülmüştü...

 

Ben bu gerçeği nasıl atlatacaktım, ben bu travmayla nasıl başa çıkacaktım?

 

"Aymar hanım..." dediğini duydum birinin. Başımı sesin sahibine doğru çevirdiğimde, yüzünü daha önce hiç görmediğim bir adamla göz göze geldim. İri yapılı bu adamın sert yüz hatları vardı. Kaşında ve sol elmacık kemiğinin üzerinde çok eskilerden kaldığı belli olan derin kesik izleri vardı.

 

"Çetin Bey birazdan burada olacak, o gelene kadar sizi ve arkadaşlarınızı güvenli bir alana almamız gerek..." Adam konuşuyordu ama söyledikleri beynimin süzgecinden geçmiyordu sanki. Kurtulduğumu sandığım o girdaptan henüz kurtulamamış mıydım? Daha da dibe batmıştım da artık zihnim dönmüyor mu sanmıştım. Odaklanmaya çalıştım. Bakmaya, görmeye, duymaya ve anlamaya...

 

Ama hayır... Beni kuşatan tek şey, kulakları sağır eden bir silah sesi, alna açılan bir delik, akan kan ve gözlerimin içine içine bakan artık hayat ışığı sönmüş donuk gözlerdi.

 

Bu adamlar kimdi? Bir anda nereden çıkmışlardı, burada ne işleri vardı, hiçbir fikrim yoktu. Benim şu son birkaç dakikadır olan şeylerle ilgili hiçbir fikrim yoktu. Birkaç dakika mı? Birkaç saat belki de birkaç asır gibiydi oysaki...

 

Tepki vermeyişim üzerine karşındaki adamın kaşları çatıldı. "Aymar hanım..." dediğini duydum ama sesler yine birbirine karışıyor, birbirlerinin içinde boğuluyordu sanki. Kesilen o çınlama yeniden dönüyordu... "İyi misiniz Aymar hanım?"

 

İyi miydim?

 

İyi olabilir miydim?

 

Henüz cevabı bende de yoktu bu soruların.

 

Adam bir şeyler daha söyledi ama sesi daha kulağıma ulaşmadan bir şey tarafından yutuluyordu sanki, yalnızca dudaklarının hareket ettiğini görebiliyordum. Sonra hemen yanındaki adama döndü bir şeyler söylemek için. O döner dönmez gözlerimin önüne gerilen bedeni de hafifçe kenara kaymıştı ve işte oradaydı...

 

Alnına açılan delikten akan kan, başının yan tarafında küçük bir kan gölü oluşturmaya başlamıştı, aldığım her nefeste o kanın kokusu ciğerlerime doluyordu sanki... Gözleri açıktı ve hâlâ beni izliyordu.

 

Aymar Doğan, sana anlatmam gerek...

 

Gözlerini saran o soğuk ve donuk perdeye yarım kalan cümleleri, anlatamadıkları yansıyordu. Onu alan ölüm, o yaşasın diye ruhunu benim zihnime kazıyordu.

 

Birden gözlerimin üzerine bir el kapandı ve görüş açım tamamen karardı. Ama Ömer'in gözleri hâlâ oradaydı... Bedenim o elin sahibi tarafından çevrilip kafeslendiğinde anlık olarak beni saran panik, ciğerlerime dolan mentol kokusuyla anında dinmişti. Başımın onun göğsüne bastırıldığını hissettim ve daha sıkı sarıldı bana. "Bakma Işığım..." diyen fısıltısı sızdı kulaklarımdan içeri.

 

Çetin buradaydı...

 

Gelmişti ve ben şimdi onun kollarındaydım...

 

Derin bir nefesi içime çekerken gücü tükenmiş kollarımı onun beline sarmaya çalıştım, ona sığındım. Kokusuyla birlikte sıcaklığı da anında beni sarıp sarmalamaya başlamıştı. Bu bambaşka bir histi... Korkularımı, düşüncelerimi, kabuslarımı benden alan; bana yalnızca ayaklarımı yerden kesen toz pembe bulutlar bırakan bir his...

 

"Sikeyim Aymar..." diye fısıldadığını duydum önce. Başımın arkasındaki eli baskısını azaltıp saçlarımı okşamaya başladığında kaslarımdaki gerginliğin yavaş yavaş çözündüğünü hissettim. Kilitlerimi bir bir açtı ve en hassas noktamı bulup tam o noktaya sarıldı. "Çok fazla titriyorsun..."

 

Demek dünya yerli yerinde duruyordu da titreyen benim bedenimdi.

 

"Çetin..." diye fısıldadım kısık bir sesle. Sesim fısıltıdan ibaret bile olsa gerçekten çıktı mı ondan da emin değildim.

 

"Buradayım güzelim..." diye mırıldandı Çetin usulca başımın üstüne yumuşak bir öpücük kondururken. "Geçti, geçti..."

 

O geçti diyorsa geçerdi...

 

Daha fazlasını alma ihtiyacıyla kollarımı sıklaştırmaya çalışırken derin bir nefesle kokusunu bir kez daha çektim ciğerlerime. "Çok korkuyorum..." Bu iki kelime habersizce dökülmüştü dudaklarımdan. Çetin'in bedenime dokunan her santiminin gerildiğini hissederken dokunuşları daha sahiplenici bir hâl aldı ve "Korkma..." diye fısıldadı. "Korkma ben yanındayım."

 

Bu en büyük şansımdı sanırım. Yaşadığımız o kadar şeyden sonra, suçsuz olduğu halde onu suçlayışlarımdan ve dört ayı belki de kendimden bile çok ona zehir ettikten sonra hâlâ yanımda olması, tüm şımarıklıklarıma katlanması ve her an beni sevdiğini iliklerime kadar hissettirmesi... Bir kadın hayattan başka ne isterdi? Tamam çok fazla şey isteyebilirdi ama sanırım bu istek listesininin yeri ve zamanı, şu an burası değildi.

 

Rahatladığımı hissederken Çetin usulca beni göğsünden ayırdı ve yüzüme baktı. Kehribarlarının içi endişe ile doluydu, beni kontrol edercesine yüzümü tarıyordu. Avucu yanağıma yerleşip başparmağı ile usul usul elmacık kemiğimin üzerini okşarken "Aradıklarında aklım çıkacak sandım." diye homurdandı. Sikeyim Aymar o kurşun sana..." Devamını getiremedi cümlesinin ama ben anlamıştım.

 

O kurşun sana sıkıldı sandım...

 

O kurşun bana sıkılmış olabilir miydi?

 

Bu düşünceyle daha fazla titredim. içimi saran ürperti beni iliklerime kadar dondururken Çetin bunu hissetmiş gibi yeniden sarıldı bana. Ayak parmakuçlarımda yükselip bu kez başımı boyun girintisine yasladım ve kokusunu doğrudan merkezinden çektim ciğerlerime. Onun kokusu beni ısıtırdı.

 

"Efendim polisler geliyor..."

 

Kimin konuştuğunu bilmiyordum ama sesi biraz önce konuşan adamlardan birinin sesine benziyordu.

 

Bu yoruma hiçbir şey söylemedi Çetin. Aklı bambaşka bir noktada olacak ki "Hedefin Aymar olmadığından eminsiniz değil mi?" diye sordu. Şimdi sesi biraz önce benimle konuştuğu tona nazaran çok daha sert ve asabiydi.

 

Hemen yan tarafımızda duran adamın sesi doldu kulaklarıma.

 

"Tek atış efendim, çocuğun tam alnının ortasını hedef aldıkları belli. Keskin nişancı olduğunu düşünüyoruz."

 

Tek atış...

 

Doğrudan Ömer'in alnı hedef alınmış...

 

Aymar Doğan sana anlatmam gerek...

 

Üç parça yapbozun üçü de yerlerine oturduğunda ortaya bir resim çıkıyordu. Ya ben paranoyak davranıyordum ya da... Boğazımı bir el sıkıyor zannettim. O gün okulda da bana bir şeyler söylemek ister gibi bakıyordu yüzüme. Ali onu susturmasaydı belki de söyleyecekti. Ne yani şimdi o söyleyeceği şey mi öldürmüştü Ömer'i?

 

Neden içimden bir ses bunun altında da Niks'in olduğunu söylüyordu?

 

Polisin siren sesleri gittikçe yaklaşırken ben bu sesi yeni duyuyordum. Algıların tam anlamıyla yeni yeni açılıyordu. Parmaklarım Çetin'in beline doğru gömülürken başımı geriye doğru çekip Çetin'in yüzüne baktım. Hateketlenmem üzerine onun da bakışları bana dönmüştü. Shila ve Betül'ün hemen yanımızda korku içinde durdurklarını görebiliyordum göz ucuyla. Diğer tarafımızdaki topluluğu da. Yonca en öndeydi. Gözleri üzerimdeydi, bana doğru gelmek istiyordu ama aramızda duran adam ona engel oluyordu.

 

"Çetin..." diye fısıldadım kimsenin bu konuşmaya şahit olmasını istemeyerek. "Bana bir şey söylemek istiyordu."

 

Kaşları çatıldı önce. Sorgulayıcı bakışları yüz hatlarımda gezinirken "Ne?" diye sordu. Neyi kastettiğimi anlamadığını anladım. Alt dudağımın iç tarafını hafifçe ısırırken "Ömer..." diye fısıldadım başımla arkada kalan cansız bedeni işaret ederken. "İlk gün okulun asansörlerinin önünde de karşılaştık. Bir şey söylemek ister gibi bakıyordu bana, söylemesi gereken bir şey varmış gibi. Sürekli dip dibe oldukları Ali ona engel olmuştu." Sözlerimle yüz hatlarının yavaş yavaş gerilişini izledim. Derin bir nefes alıp beni belki de en çok sarsan ayrıntıyı paylaştım onunla. "Bugün de ölmeden önce söylediği son sözler Aymar Doğan sana anlatmam gerek oldu." Biraz daha yaklaştım yüzüne. Gözlerim beni sarsan o endişenin yalımlarıyla yanıyordu. "Çetin ya bunun altında da Niks varsa?"

 

Polislerin sokağa girdiğini duydum ama gözlerimi Çetin'den ayırmadım. Çetin'in gözleri gözlerimden ayrılıp polislere kayarken, kehribarları ifadesizdi. Bir kolunu boynuma dolayıp bana yeniden sarıldı ve "Söylediklerine bakarsak, yol buna çıkıyor. Bunu ben halledeceğim. Sen bu kısmı polislere anlatma, kızlar da anlatmasın. Bu bilgi sadece polislerin seni daha fazla yormasına neden olur." diye fısıldadı kulağıma doğru. Ardından şakağıma bir öpücük kondurmuştu. Siyah gömleği avuçlarımın arasında iyice büzüşürken omzunun üzerinden gözüme çarpan kamerayla, "Söylemezsem olmaz..." diye fısıldadım bende. Konuşma sesleri geliyordu ama ben tamamen Çetin'e odaklıydım. Ona odaklanmasaydım kafamın içindeki o karmaşadan kurtulabilir miydim bilmiyorum. "Kamera kayıtlarını izlediklerinde Ömer'in konuştuğunu ardından bana doğru koştuğunu görürler. Anlarlar yani. Bu kısmı atlarsam daha fazla dikkat çeker, daha fazla yorarlar beni."

 

Tutuşu sıkılaşırken aklına gelmeyen bu ayrıntı yüzünden içinden bir küfür savurduğunu duymasam da biliyordum. Derin bir nefes aldı. "Tamam o zaman. Niks'in adını geçirme, bilmiyorum de geç. Tamam mı güzelim? Bunu ben halledeceğim. Onlar kendi izlerini takip etsinler. Olayların bu boyutunu bilmeyen biri de bir taraftan araştırırsa belki bizim fark edemediğimiz bir ayrıntı yakalayabilir."

 

Başımı sallamakla yetindim. Söylediği mantıklıydı. İki taraftan yapılan farklı boyutlarda arama, daha fazla bulgu verebilirdi bize.

 

Boynuma doladığı kolunu çekip benden uzaklaşmaya çalıştığında, telaşla gömleğini daha çok sıkıp "Gitme..." diye fısıldadım. Ona ihtiyacım vardı; Ona, onun gücüne yaslanmaya...

 

Kehribarları şefkat yüklü bulutlarla gözlerimin içine yağarken ellerini ellerimin üzerine koydu ve nazikçe gömleğini

ellerimin arasından kurtarıp bir elinin parmaklarını parmaklarımın arasına geçirdi. "Gitmiyorum, buradayım." Sesinde öyle bir ton vardı ki, her bir zerrem muhtaçtı ona ve o cömertçe bahşediyordu bunu bana. Boştaki eliyle uzanıp saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Gözlerindeki şu korku..." diye fısıldadı yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırıp. Ferah nefesi yüzümü yalayıp geçiyordu. "Yemin ederim oraya yakışmayan birkaç duygudan biri... Cesaretinle parlamalı gözlerin, özgüvenin, heyecanın, mutluluğunla... Seni sen yapanlarla..." Uzanıp burnumun ucuna minik bir öpücük kondurdu. "Gözlerine, gözlerini hak etmeyen duyguları yansıtan herkesin hayatını cehenneme çevireceğim. Ama önce şu polisleri halledelim."

 

Sözleri, düştüğüm noktadan ayağa kalkmamı sağlayan o el değil, ayağa kalktığımda hâlâ ayakta durmamı sağlayan o dayanaktı. Varlığı zaten beni ayağa kaldırmıştı. Parmaklarımın arasındaki parmaklarını sıkıp elini daha sıkı tutarken dudaklarıma hafif bir gülümseme yerleştirmeye çalıştım ve gözlerimi sonunda ondan çektim.

 

Hemen bir adım ötemde benden hiçbir farkı olmayan Betül ve Shila gözlerime çarptı. İkisinin de bakışları yere sabitliydi, boşluğa bakar gibi bakıyorlardı öylece. Boştaki elimi onlara doğru uzattığımda bakışlarını yerden kaldırıp bana baktılar. Ardından Betül titreyen elini uzatıp elimi tuttu. Bembeyaz kesilen yüzüne tezat burnu kıpkırmızıydı ve gözlerinin altı nemliydi. Ağladı ağlayacak gibi duruyordu. Shila ondan biraz daha iyi durumdaydı ama kesinlikle o da sarsılmıştı.

 

Polis araçlarından hemen sonra gelen ambulans ekiplerinin cesede doğru uzandığını gördüm göz ucuyla. Bomboş sokak kısacık bir sürede ana baba gününe dönmüştü adeta.

 

"Savcı gelmeden cesede dokunmamanız gerektiğini öğrenemediniz mi?" diyen gür kalın bir sesle irkilerek sesin geldiği tarafa döndüm bu kez. Uzun boylu, iri yarı, kel bir adam elinde tuttuğu polis rozetiyle sağlık ekiplerine bakıyordu. Ekipler kendi aralarında homurdandıklarında adamın ürkütücü bakışları kısıldı ve "Ne yapacaktınız, yaşıyor mu diye kontrol mü edecektiniz?" diye azarladı ekipleri. "Sanki alnına açılan o delikle hayatta kalabilirmiş gibi..."

 

Bakışlarım sağlık ekiplerine kaydı. Üç kişilerdi ve henüz çok genç görünüyorlardı. Zavallıların bakışları bir anda ürkekleşmişti ve öylece cesedin başında dikilirken o ürkek bakışlarla polis memuruna bakıyorlardı.

 

"Aymar Doğan hanginiz?"

 

Biraz önceki polisin sesi kulağıma dolduğunda sağlık ekiplerinde olan bakışlarım, ürkütücü sesin ve gözlerin sahibine döndü. Her noktasından otorite akan bu adam, bu meslek için doğmuş gibiydi. Üzerinde üniforma olmadığına göre komiser falan olmalıydı. Ya da her neyse...

 

Gözlerimi bile kırpmadan yüzüne bakarken monoton bir sesle "Benim..." dedim adama.

 

Komiserin baskıcı bakışları benim üzerimde sabitlendi, kurmaya çalıştığı üstüklük o kadar barizdi ki.

 

"Ben komiser Sıtkı Gürbüz..." dedi elindeki rozeti kaldırıp. Çetin'in hemen yan tarafımda duruşunu dikleştirdiğini ve elinin ardında olan elimi daha sıkı tuttuğunu hissettim. "Olaya birebir şahit olan senmişsin. Neler olduğunu anlat..."

 

Birkaç saniye öylece baktım yüzüne. Zaten yeterince gerili durumda olan sinirlerim, sebepsiz bir şekilde bu adamla daha fazla gerilmişti. Bir şey... Üzerinden akan egosu ya da tavrı bilmiyorum ama bir şey beni çok fazla rahatsız etmişti.

 

Betül'ün elinden çektiğim ve boş olan elimin parmaklarını avuçiçlerime doğru göçürdüm ve tırnaklarımı hafifçe avuçiçime sürtmeye başladım. Bunu elimin titremesinin önüne geçmek için yapıyordum.

 

"Evet, olay gözlerimin önünde yaşandı ama size bir şeyler anlatmayı reddediyorum." Gözlerimi bile kırpmadan karşımdaki adamın gözlerinin içine bakıyordum. Kurmaya çalıştığı o üstünlüğün bana karşı bir faydasının olmadığını anlatma çabasıydı bu. Karşısındaki insan, travmatize edici bir olayla karşı karşıya kalmışken onun gözlerine böyle dik dik bakmaması gerektiğini gösterme çabası... Ya da işini yapmaya çalışan birilerini azarlamaması gerektiği konusunda uyarma çabası... Adına her ne söylerseniz işte...

 

"Anlamadım?" dedi adam kaşları çatılırken. Bakışları daha da sertleşmenin kıyısındaydı, itilmek için üzerine çöreklenen afallamadan sıyrılması gerekiyordu yalnızca.

 

"Size ifade vermeyi reddettiğimi söyledim." diyerek kendimi tekrarladım. "Savcıyı beklemek istiyorum."

 

O kıyıdan itildiğinde gözleri alev alev yanıyordu. Bana karşı bir adım daha attığı sırada Çetin de yan tarafımda hareketlendi. Bir heykel kadar sert görüntüsünün ardımda bir dağ gibi dikildiğimi biliyordum.

 

"Bana bak küçük kız..." diye terslemeye başlayan komiserin sözlerini "Adım Aymar..." diyerek böldüm. Şartlar ne olursa olsun kimsenin beni azarlamasına izin vermezdim. "Aymar Doğan. Tanımadığım birinin bana küçük kız diye hitap etmesinden nefret ederim." Adamın gözleri git gide yangın yerine dönerken yüzü de sinirden kızarmaya başlamıştı. Tam dudaklarını yeniden aralayıp bir şeyler söyleyeceği sırada konuşacağı her kelimenin önünü kesmek için doğru taşı oynadım. "Benim için çok sarsıcı bir olayla karşı karşıya kaldım. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum, olay anı kafamın içinde net değil şu an. İfademi, kendimi biraz toparladıktan sonra bizzat savcının kendisine vermek istiyorum. Ben böyle bir haldeyken ifadeyi zorla alacak değilsiniz ya?"

 

Adam son kez yüzüme baktıktan sonra burnundan sert bir nefes verip bana arkasını döndü ve yanımızdan ayrılıp kalabalığın toplandığı tarafa doğru yürüdü.

 

Arkamda duran Çetin'in elimi hafifçe sıktığını hissettim. Ardından ılık nefesi kulağıma doğru aktı. "Işığım, önce polisleri halledelim derken kastettiğim bu değildi. Yine de cesaretin hoşuma gitti." Sözlerinin aksine sesi son derece eğlenir bir tonda çıkmıştı. "Ama lütfen aynısını savcının karşısında da yapma."

 

Amacını biliyordum. Önümden çekilen adamla birlikte ilgimin yeniden, yerde yatan ve üzerine beyaz bir bez parçasının örtüldüğü Ömer'e kaymasını önlemeye çalışıyordu. Dikkatim dağılmıştı ve dağınık kalması için çabalıyordu. Ona ayak uydurmayı seçtim. Gözlerimi bir kez bile o beyaz örtüye değdirmeden omzumun üzerinden geriye doğru bakıp Çetin'in kehribarlarıyla göz göze geldim. "Yaparsam tam olarak ne olur?"

 

"Bilmem..." diye fısıldadı Çetin elleriminiz pozisyonunu değiştirirken. Şimdi parmaklarım avuçlarının içindeydi ve elimin üstünü okşuyordu. "Daha önce hiç bir komisere ya sa savcıya posta koymadım."

 

İnanmayan gözlerle yüzüne bakarken "Hiç mi?" diye sordum. İnanmıyordum çünkü mesleği gereği çok fazla adaletin bekçisi olan insanlarla karşı karşıya kalıyordu.

 

"Hiç..." diye cevap verdi nefesi yüzümü okşarken. Herkese karşı fazlasıyla sert olan o kemikli yüz hatlarının bana bakarken yumuşacık olmasına bayılıyordum. "Genelde..." diye devam etti. Tüm ilgimi ona verip öyle dinledim onu. İlgim yeniden olaylara kayarsa kendimi tamamen kapatmaktan korkuyordum açıkçası. Çünkü şu an bile aklımdan ne Ömer'in sözleri ne de donuk ölü gözleri çıkmıyordu.

 

"Arama yapmak için iş yerlerime ya da otellerime geldiklerinde, ellerim cebimde işlerini yapmalarını izliyorum. Hiçbir şey bulamayıp elleri boş bir şekilde karşıma dikildiklerindeyse yalnızca gülümsemekle yetiniyorum. Her seferinde kaybeden onlar oluyor, kazanan ben..."

 

O hali hayallerime sızdığında derin bir yutkunma ihtiyacıyla doldum. Genellikle tercihi olan siyah gömleği ve siyah kumaş pantolonunun içinde, ellerini pantolonunun ceplerine yerleştirmiş önündeki curcunayı izliyor. Kehribarlarından akan tek duygu özgüven, çünkü o asla yakalanmaz. Polis ekipleri elleri boş bir şekilde karşısında durduğunda bahsettiği o gülümsemenin, bana karşı olan gülümsemesinden çok uzak olduğundan eminim. Soğuk, dudağının yalnızca bir köşesini hareketlendiren bir gülümseme o. Gamzesi çıkıyor hafifçe ama sevimlilikle uzaktan yakından alakası yok. Yalnızca kendine güvenen, planlı hareket eden ve karşısındakini en iyi şekilde manipüle eden bir suçlunun gülümsemesi...

 

Dudaklarım kıvrılırken "Hoşuma gitti..." diye fısıldadım. Ardından derince bir iç çektiğimde gülümsemem yüzümden silindi. "Çetin..." diye fısıldadım yeniden tüm sıkıntılar üzerime üzerime gelirken. "Bugün yanımdan hiç ayrılmasan olur mu? Hep yanımda, bu kadar yakınımda kalsan?"

 

Dudakları kıvrıldığında tapılası gamzeleri yeniden ortaya çıkmıştı. Uzanıp şakağıma bir öpücük kondurdu. "Sen yeter ki iste... Tüm zamanlarım senin."

 

Gözlerimi kapatıp kokusunda kendimi dinlemeye çalışırken "Aymar..." diyen tanıdık bir sesle gözlerim anında geri açıldı ve sesin sahibine döndüm. Babam, iki polisin arasından sıyrılmış bana doğru geliyordu. Gözlerindeki endişe, telaş öyle canlıydı ki, kor gibi yanıyordu sanki orada.

 

Çetin ona doğru gitmem için beni teşvik edercesine elimin üzerini son bir kez okşadıktan sonra beni bıraktığında bir an bile beklemedim. Yanımızda dikilen iki iri yarı adamın yanından sıyrılıp aramızda kalan iki adımı da ben kapattım ve "Baba..." diyerek ona sığındım. Benim en büyük ve en güçlü dağım, en sağlam limanımdı o...

 

(Değinmeden geçemem, Aymar ve babası ile olan ilişkiyi çok kıskanıyorum🥲)

 

Kolları beni koruyan kanatlar misali etrafıma dolandığında, içimde kalan son korku kırıntılarını da silip süpürdü. Hayatıma anlam katan iki adam da yanımdayken kendimi hiç olmadığı kadar güvende hissediyordum, kimse bana dokunamazmış gibi... Dokunamayacaklarını da biliyordum.

 

Babam beni geriye doğru çekip elleriyle yanaklarımı nazikçe kavradıktan sonra telaşlı gözleriyle yüzümü taradı. "Sen iyisin değil mi? Sen... Sen..."

 

Ellerimi ellerinin üstüne yerleştirip onu rahatlatmak ister gibi sıktım ellerini. "İyiyim baba. Sadece çok korktum..."

 

Göğsünden hırıltılı bir nefes koparken yeniden kollarını doladı bana. Sarılışına karşılık verirken "Senin nasıl haberin oldu?" diye sordum. İnsanda değeri ne olursa olsun, hiç kimsenin sarılışı bir babanın sarılmasının yerini tutmuyordu.

 

"Çetin haber verdi..." Başıma yasladığı çenesinin hareketinden, bakışlarının Çetin'e döndüğünü anladım. Ses tonu minnet doluydu. "Bu olayı son duyan kişi olmak istemezsiniz diye düşündüm efendim..." dedi Çetin, hemen bir adım ötemden geliyordu sesi.

 

"İyi düşünmüşsün evlat..."

 

Birkaç adım ötemizde beliren iki polis memuruyla ancak babamdan ayrılabildim. O polislerin de birkaç adım gerisinde, biraz önce beni azarlamaya çalışan komiser duruyor, ters ve memnuniyetsiz bakışlarıyla bana bakıyordu.

 

Ona dik bir bakış attıktan sonra bana seslenen kadın memura döndüm. İfade için yanıma geldiklerini düşünmüştüm ama kadın konuşmaya başladığında yanıldığımı anladım. "Dövme stüdyosunun sahibi sizmişsiniz. Güvenlik kameralarının kayıtlarını incelememiz gerekecek."

 

Komiser Sıtkı Gürbüz'ün neden memnuniyetsiz olduğu şimdi anlaşılmıştı. Kadının sözleriyle babamdan uzaklaştığımda, babam da Betül ve Shila'yı kontrol etmek için yanımdan ayrıldı.

 

"Evet..." diye cevap verdim kadına yumuşak bir sesle. Komiserin bizi dinlediğini bilerek... "Elbette... Asistanım Yonca size yardımcı olacaktır." Yonca'ya hafif bir baş işareti verdiğimde gözündeki gözlükleri düzeltip hızlı adımlarla yanıma geldi. Durumu açıkladığımdaysa tek bir itirazı bile olmadan başını sallayarak onayladı. Tam birlikte stüdyonun bahçesine doğru adımlıyorlardı ki "Zeynep?" diyen bir kadın sesiyle önümdeki kadın memur durdu ve sesin geldiği tarafa baktı. Hepimiz o noktaya bakmıştık.

 

Lacivert takım elbisesinin içinde, uzun boyuna rağmen giydiği stiletto ayakkabılarıyla bize doğru gelen bir kadındı. Koyu kahverengi, dalgalı, uzun saçlarını sımsıkı bir at kuyruğu yapmıştı ve sıcak kahve gözleri kısa bir an, altında ömerin cansız bedeninin yattığı beyaz örtüye kaymıştı. Tam yanımıza geldiğine komiser Sıtkı, "Savcım..." diyerek selamladı kadını. Demek o kadar zamandır bahsi geçen savcıydı bu kadın.

 

Kadının sıcak rengine rağmen soğuk bakan gözleri Sıtkı ile adının Zehra olduğunu öğrendiğim kadın üzerinde gezinirken "Ne biliyoruz? Elimizde ne var?" diye sordu.

 

Kollarımı göğsümde kavuşturup kendi aralarında geçen konuşmayı -ki bu konuşmamın içeriği;Sıtkı Gürbüz'ün, ifademi ona vermeyişimi savcıya şikâyet etmesiydi- dinledim sessizce. Savcı en sonunda başını sallayıp onları yanından gönderdiğinde, soğuk bakışları ilk kez benim yüzüme dokundu.

 

"Aymar Doğan..." derken kısacık bir an bileğindeki ince gümüş kordonlu saati kontrol etmişti. "Demek ifade vermeyi reddeden o tanık sensin."

 

Derin bir nefesi çektim içime ve hafifçe omuz silktim. "İfade vermeyi reddetmedim. Sadece ona ifade vermeyi reddettim." Arada çok büyük bir fark vardı bence.

 

"Sebep?" diye sordu bunun üzerine savcı gözlerini bana çevirirken. Ne kadar soğuk bakarsa baksın, dik duruşu ve üzerinden akan otorite onu saygı duyulası biri hâline getiriyordu. Belki de kadın olduğu için böyle hissediyordum bilmiyorum. Benim güçlü ve kendinden emin kadınlara karşı bir zaafım vardı.

 

Ama olayın bununla ilgili olmadığını anlamak için yalnızca üç beş adım sağımızda duran ve dinlemiyormuş gibi yapıp aslında can kulağı ile burayı dinleyen Sıtkı Gürbüz'e bakmam yetiyordu. Aynı ifadeler onda da vardı ama bu kadın Swarovski mücevherler gibi dururken o adam yalnızca defolu bir imitasyon gibi duruyordu.

 

Bir kez daha omuz silktim. "Bana kendimi yeterince güvende hissettiremedi. Konuşmak için ihtiyacım olan o güven alanını oluşturmak yerine bana bir suçlu muamelesi yaptı." Tamam belki biraz abartıyor olabilirdim ama kimin umurunda ki... Beni azarlamaya çalışmak onun hatasıydı.

 

Savcının dudağı hafifçe kıvrılırken bakışlarını benden çekti ve bir polis memurunu yanına doğru çağırdı. Gözleri yeniden bana döndüğünde oradaki soğukluk bir nebze de olsa kırılmıştı. "Ben Cumhuriyet Savcısı Itır Atahan, umarım ihtiyacın olan o güven alanını sana sağlayabilirim o zaman..."

 

🎲🃏

 

Sence sana anlatmak istediği şey neydi?

 

Ölümüne sebep olan şey, sana anlatacaklarıyla ilgili olabilir mi?

 

Okulda hiç dikkatini çeken bir durum oldu mu?

 

Daha önce bu civarda böyle silahlı olaylar hiç yaşandı mı?

 

Savcı Itır Atahan'ın sesi kulaklarımda yankılanırken yatağımda diğer tarafıma döndüm. Eve geleli ne kadar olmuştu bilmiyorum ama uyumaya çalıştığım her dakika, ne zaman gözlerimi kapatsam gözlerimin perdesine yansıyan görüntüler uykuyu benden alıp götürüyordu. Derin bir huzursuzluğun içine düşmüştüm ve yüzeye çıkmak yerine daha da dibe batıyordum.

 

Savcının sorduğu tüm bu sorulara verebileceğim tek bir cevap vardı: bilmiyorum. Bende bu cevabı vermiştim. Belki de beni huzursuz eden şey, bildiğim ayrıntıları kendime saklıyor olmaktı. Itır Atahan'ın sorduğu her soruya verdiğim her bilmiyorum cevabında o huzursuz his beni içten içe tırmalamıştı.

 

Ama biliyordum ki; bildiklerimi, tahminlerimi onlarla paylaşsam her şey daha da karmaşıklaşırdı ve ben hâlâ savcının karşısında olurdum. Düşüncesi bile üzerime tonlarca yükün binmesine neden oluyordu.

 

"Pekâlâ... Başka bir şey olursa yine sizinle görüşmek durumunda kalabiliriz" demişti Itır Atahan ifademi yazdıkları kâğıdı imzalarken. Onunla daha fazla görüşmek istemediğimden kesinlikle emindim. İstediğim tek şey tüm bunların bir an önce geçmesi ve normal hayatıma devam etmekti...

 

Uyuyamamanın getirdiği gerginlikle tam çıldırmanın eşiğindeyken kapım hafifçe tıklatıldı ve babam usulca içeri girdi. Elinde bir fincan bitki çayı vardı.

 

Onu görünce yatakta doğrulup sırtımı yatak başlığına yasladım ve elindeki fincanı komodinin üzerine bırakıp yatağın bir kenarına oturmasını izledim.

 

"Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu uzanıp dağılmış saçlarımdan bir tutamı kulağımın arkasına sıkıştırırken.

 

"Bilmiyorum..." diye mırıldandım. "Uyumak iyi gelir, en azından kafamın içindeki kaostan uzaklaşabilirim diye düşünmüştüm ama uyuyamıyorum. O anlar gözümün önünden gitmiyor."

 

Sıkıntılı bir nefes verirken başı ile fincanı işaret edip "Ihlamur..." diye açıkladı. Kokusundan anlamıştım zaten. "Belki uyumana yardımcı olur ya da seni rahatlatır."

 

Uzanıp sıcak fincanı komodinden alırken "Teşekkürler baba..." diye mırıldandım.

 

Tam o esnada kapı sesi aramıza girdiğinde gözlerim sanki ana kapıyı görebilecekmişim gibi odamın kapısına kaymıştı. Çetin miydi gelen? Yol boyu hemen arkamızdaydı, neden bu kadar gecikmişti ki?

 

Babam düşüncelerimi doğrularcasına "Çetin..." diye mırıldandı. "Odana girmeden hemen önce pencereden bahçeye giren arabasını görmüştüm."

 

Dudaklarım memnuniyetsizce kıvrıldı. "Geç bile kaldı..." Çayımdan bir yudum alırken babamın yüzüne bakıyordum. Tepkime karşın onun da dudaklarını hafif bir gülümseme esir aldı. "Eve geleli on beş dakika ancak oldu Aymar..."

 

Ah... Bana saatler olmuş gibi gelmişti oysaki...

 

Yine de inatçı bir tavırla bir omzumu silktim. Çetin Aral Bakırcı için on beş dakika bile geç bir süreydi söz konusu ben olduğumda. "Şimdi onu savunmalara mı başladın baba?" Ihlamurumdan bir yudum daha alırken alttan alttan yüzünü izlemeye devam ettim. Sıcaklığı yüzünden aldığım yudumlar hep minik minikti.

 

Babam omuz silkti bu soruma. "Bugün olanları arayıp bana haber vermesi düşünceli bir hareketti. Artı puan aldı benden."

 

Onun için yapmıştı ya zaten... Çetin Aral Bakırcı hiçbir fırsatı kaçırmaz, en güzel şekilde değerlendirmenin bir yolunu hep bulurdu. Bunun en büyük örneği Kanada'ya gitmeden önceki o gece yaşadığımız kısacık anlardı. Yelkenlerimi indirmemi fırsat bilmiş ve o fırsatı ikimiz için de en iyi şekilde değerlendirmişti mesela. Fırsatların adamıydı o...

 

Kapı bir kez daha çaldı. Babam derince bir iç çektikten sonra ayağa kalkıp "Gidip onu içeri alayım, sonra da çıkarım..." diye mırıldandı. Şimdi memnuniyetsiz çıkan onun sesiydi. Önemli bir toplantısını yarım bırakıp gelmişti benim için ve yolculuk boyunca telefonu hiç susmamıştı. Asistanının telaşlı sesini aradaki mesafeye rağmen ben bile duymuştum.

 

Başımı sallayarak onayladım onu ve "Akşam gelirken dondurma getirmeyi unutma olur mu?" diye mırıldandım. Şefkatli bir gülümsemeyle kıvrıldı dudakları ve eğilip başımın üstüne yumuşak bir öpücük kondurdu.

 

Geri çekildiğinde gözleri artık o kadar da emin durmuyordu. "Arayıp toplantıyı yeniden iptal etmek için hâlâ geç değil biliyorsun değil mi?" diye sordu. "Hiç içime sinmiyor seni yalnız bırakıp gitmek."

 

Gözlerimi devirdim. Demek ki o kadar da ikna edememiştim. "Baba..." derken sesim bıkkın bir tondaydı. "Yalnız olmayacağım Çetin burada olacak. Ve sen o toplantıya gideceksin ve böylece yüklü bir tazminat davasından kurtulacaksın."

 

"Bunu sana duyurmamaya çalışmıştım..."

 

Omuz silktim. Aynı arabadaydık ve asistanı çok yüksek sesle konuşuyordu...

 

"Her neyse..." diye homurdandı. "Çetin ile seni yalnız bırakmak da kurda kuzu emanet etmek gibi hissettiriyor ama..."

 

Ah sahalarda görmek istediğim Kenan Doğan buydu. Çetin ile aralarındaki bu tatlı sürtüşmeyi izlemeyi her şeyden çok seviyordum ve Çetin'in kazandığı artı puanların bunu değiştirmediğini görmek güzeldi.

 

Dudaklarım büyük bir sırıtma ile kıvrılırken "Üç yıllık erkek arkadaşım o benim..." dedim yine de aklı bende kalmasın diye. Ama bu onu rahatlatmak yerine daha da gerdi. Bana yansıtmamak için özen gösterdiği o gerginliği sezebiliyordum. Kendi kendine "Ben de bundan korkuyorum ya..." diye homurdandıktan sonra kapıya doğru ilerleyip "Neli dondurma istiyorsun?" diye sordu.

 

Dondurma bu hayattaki en büyük zaafım olabilirdi. Çetin'den ve tasarladığım dövmelerden sonra tabii...

 

"Ahududulu..." dedim kararsız bir sesle. Ardından ekledim. "Yaban mersinli ve karamelli..." Sonra yüzümü buluşturdum. "Hayır karamelli istemiyorum, çikolata parçacıklı olsun bir de..."

 

Kararsızlığıma karşın gülse de bir şey söylemeden çıktı odadan. O gittikten kısa bir süre sonra Çetin tüm mükemmelliği ile kapımda belirmiş, aynı zaman diliminde de babamın arabasının çalışma sesi açık olan penceremden iceri dolmuştu.

 

Ardına kadar açık olan kapının pervazına yasladığı omzuyla, yüzünden tatlı bir gülümsemeyle beni izleyen Çetin'e kaşlarımı çatıp "Nerede kaldın?" diye sordum ıhlamurumdan minik bir yudum daha almadan hemen önce.

 

İçeri girmek için hiçbir hamlede bulunmadan yakıcı kehribarlarıyla bana bakmaya devam ederken "Küçük bir telefon trafiğine takıldım. İşleri yanına taşımamak için de telefonumun bir daha çalmayacağında emin olmam gerekti." diye açıkladı durumu.

 

Makul bir açıklamaydı. Çatılan kaşlarım düzelirken "İçeri gelsene..." dediğimde aldığım tek yanıt, kaşlarını kaldırıp bir kez cıklaması oldu. "Baban kesin bir sesle odanın yasaklı bölge olduğu konusunda uyardı beni. Kayınpederimin sözünü çiğnemeyi düşünmüyorum. Bu yüzden senin bana gelmen gerekecek Işığım..."

 

Söyledikleriyle bir an yüzüne bakakaldım. Ciddi miydi bu adam?

 

"Çetin saçmalama da gel şuraya..." derken kaşlarım yeniden çatılmıştı. "Uyumaya ihtiyacım var..."

 

Hareket etmedi. Yalnızca bakışlarının üzerimde daha fazla yoğunlaştığı hissiyle karşı karşıya kalmıştım. Bir şey de söylemedi ama zaten söylemesine gerek de yoktu. Bakışları yeterince konuşuyordu.

 

Yutkundum önce... Ardından bir pes edişle omuzlarım çöktü ve elimdeki henüz yarısına bile gelmediğim fincanı komodinin üzerine geri bırakıp yataktan kalktım.

 

Üzerimde yalnızca gelir gelmez bulup üstüme geçirdiğim mavi bir şort ve askılı pijama takımım vardı. Saçlarım yatakta dönüp durmaktan dağınıktı ve üstünkörü çıkardığım makyajımın kalıntılarının hâlâ cildimde olduğundan emindim. Ruh hâlim daha özenli olmama izin vermemişti. Yine de umursamadım. Karşımdaki Çetin'di... Beni her halimle bilen tanıyan ve her halimi taparcasına seven o adam.

 

Ona doğru attığım her adımda gözleri beni tüketircesine üzerimde dolanıyordu. Yanlış bir zaman mıydı bilmiyorum ama yoğun bakışları altındayken bedenimin yavaş yavaş uyarılmaya başladığını hissediyordum. Belki de yanlış bir zaman değildi ve ihtiyacım olan tek şey buydu...

 

Tam önünde durduğumda alev alev yanan kehribarları gözlerimde sabitlendi ve askılımın etek kısmından tutup beni kendine doğru daha fazla çekti.

 

"Kafanın içinden geçenleri görebiliyorum Aymar..." diye fısıldadı diğer kolunu belime sarıp bedenimi bedenine tamamen yaslarken. Şimdi çıplak ayaklarımla ondan çok daha kısa duruyordum, bu yüzden parmak uçlarımda yükselmek zorunda kaldım.

 

"Kendi içindeki savaşı..." Alnı alnıma yaslandığında gözlerimi kapatıp sözlerinin beni rahatlatmasına izin verdim. "İnan bana güzelim, doğru olanı yaptın. Ömer'i öldürenin Niks olduğu bile kesin değilken polislere bundan bahsetmen yalnızca işleri daha fazla karıştırırdı güzelim. Kendine bunun suçluluğunu yükleme."

 

Parmakları usul usul belimin kıvrımını okşamaya başladığında tenimin altındaki hücreler de doğru orantıda canlanmaya başlamıştı. "Şimdi..." diye fısıldadı dudaklarıma doğru. Kolu biraz daha sıkılaşmış, aramızdan havanın bile sığamayacağı kadar bizi bütünleştirmişti. "Seni rahatlatmama izin ver, aklını olaylardan uzaklaştırmama..."

 

Başımı sallayıp onaylamaktan başka şansım yoktu. Kendimi ne kadar kandırmaya çalışırsam çalışayım, ne kadar bir şey yokmuş gibi davranırsam davranayım, olanları ne inkâr edebilirdim ne de değiştirebilirdim. Hiçbir şey olmamış gibi davranmam bile bir yere kadardı. Zihnimde ömür bayu taşıyacağım kara bir lekeydi bugün artık.

 

Dudaklarına doğru daha fazla yükselmeye çalıştığımda eğilerek beni karşılayıp dudaklarıma kapandı. O andan sonra, zihnimin içinde yalnızca Çetin ve bana kadar yer vardı, geri kalan herkes dışarıda kaldı.

 

Bir eli beni belimden sımsıkı tutarken diğer eliyle ensemi kavradığında artık kaçacak yerim yoktu, kaçmak istediğim de yoktu zaten.

 

Dilime dolanan diline karşın inlerken onu içeriye doğru çekmeye çalıştım ama yerinden kımıldamadı. Alt dudağımı dişleriyle hafifçe çekiştirip dudaklarımdan uzaklaştı. "Babanın sözünü çiğnemeyeceğim Aymar..."

 

Tüm odağım dudaklarındayken yutkunup, "Odama girmeden beni rahatlatmayı nasıl düşünüyorsun?" diye sordum. Onun ıslaklığıyla ıslanan dudaklarım, aldığım şiddetli nefesler yüzünden yanıyordu sanki. Çetin eğilip hafifçe üst dudağımı da dişledi. "Baban odana giremeyeceğimi söyledi, evin geri kalanı bizim. Banyo da buna dahil..."

 

Birden havalandığımda dudaklarımdan hafif bir çığlık koptu. Bacaklarımı aceleyle beline dolamaya çalışırken ellerimle de gömleğine yapıştım. Bir eli hâlâ ensemdeydi, diğeri ise kalçalarımdan beni havada tutuyordu.

 

Misafir banyosuna doğru ilerlemeye başladığında şaşkın şaşkın yüzüne baktım. "Çetin babamın odama girmeni yasaklamasıyla şu an banyoya gitmemizin nedeni aynı, farkında mısın?"

 

Çetin sözlerimle gülerken uzanıp dudaklarıma bir öpücük daha kondurdu ve dudaklarını tenimden çekmeden yanağımdan kulağıma doğru ilerledi. Kulak memem dişlerinin arasında yumuşak dokunuşlarla ezilmeye başladığında, omurgamdan aşağı inen bir ürpertiyle titremenin eşiğine geldim. "Baban bana..." diye fısıldadı kulağıma. "Odana giremeyeceğimi söyledi, sana dokunamayacağımı değil..." Başını çekip gözlerimin içine baktığında kehribarlarında gördüğüm tek şey artık alev alev yanan bir yangındı.

 

"Ben kalın kafalı bir adamım güzelim, bana daha net bir açıklama yapması gerekirdi."

 

Sırtım bir duvara yaslandı. Kendini bana bastırdığında, bedeniyle duvar arasında kalan bedenim, hissettiği baskıyla zevkle titremişti. "Şimdi izin verirsen ilgilenmem gereken mükemmel bir ten var."

 

İzin vermeme ihtimalim asla yoktu. Kadınlığımda başlayan tatlı bir sızıyla kendimi ona sürtmeye çalıştım.

 

Yeniden dudaklarıma kapandığında ihtiyacım öptüğü her saniye daha da arttı. Tutkulu öpücüklerine aynı tutkuyla karşılık verdim. Moda girmem saniyeler sürmüş, ihtiyaçla bedenimin yanmasıysa hemen akabinde gerçekleşmişti.

 

Sırtım duvardan ayrıldı. Ellerimden biri Çetin'in omzuna sıkı sıkı tutunurken diğeriyle esnesine uzanıp gür saçlarının arasına parmaklarımı daldırdım.

 

İlerlediğimizi hissediyordum ama ne Çetin'in dudaklarından ayrılabiliyordum ne de gözlerimi açabiliyordum. Bu anda kaybolmak istiyordum.

 

Sırtım bir kez daha bir duvara yaslandığında, askılımın açıkta bıraktığı noktalara dokunan mermer zeminle banyoya girdiğimizi anladım. Çetin'in dudakları dudaklarımdan boynuma doğru ilerlemeye başladığında, bir yandan da kendini bana bastırıp beni duvara o şekilde sabitlerken elleriyle askılımın eteklerini tutup bir hışımla çekiştirerek yırttı. Umursamadım. Şu an umursadığım tek şey kadınlığımda başlayan yangındı.

 

Çetin bedenimi biraz daha yükseltip, üzerimden ayrılan askılıyla birlikte çıplak kalan göğüslerime yöneldiğinde sertçe inleyip saçlarını çekiştirdim. Göğüs uçlarımı emip dişlerken ve bir yandan da elleriyle yoğururken artık nazik olmakla uzaktan yakından alakası yoktu, hareketleri son derece hoyrattı.

 

Bir anda üzerimizden akmaya başlayan soğuk suyla irkildim ama bu çok kısa sürdü. Çetin göğüs ucumu dişlerinin arasına kıstırıp çekiştirdiğinde yeniden alev alev yanmam uzun sürmedi.

 

Tenini hissetme ihtiyacıyla ellerimi bedeninde gezdirmeye başladığım an hâlâ kıyafetleriyle olduğunu görmek, uzanıp gömleğini çekiştirmeme neden oldu. Tüm çıplaklığı ile onu hissetmem gerekiyordu.

 

Elimi aşağı doğru götürüp gömleğini çekiştirmeye çalıştım, benden biraz uzaklaşıp gömleği ensesinden tuttuğu gibi çekip çıkardı. Beyaz tenini süsleyen eserlerim gözlerimin önüne serildiğinde alt dudağım dişlerimin arasına doğru yuvarlanmıştı. Bedeni, benim bıraktığım izlerle doluydu.

"Gurur duyar gibi bakıyorsun..."

Bakışlarımı teninden gözlerine doğru kaldırıp, tutkuyla kararan bakışlarına karşılık verdim. "Gurur duyuyorum..."

 

Kendini bana daha çok bastırdığında, sert karın kasları yüzünden klitorisim bir anlığına uyarıldı. Kesik bir nefesle inledim.

 

Göğsümü yoğuran eli tenimin üzerinden kayıp boğazıma sarıldı, parmakları tenimi sahiplenici bir baskıyla tutarken başparmağı şah damarımın üstünü okşuyordu.

 

"Bende senin içindeyken kendimle çok gurur duyuyorum biliyorum musun?" diye fısıldadı dudaklarıma doğru. "Beni sana, seni bana katarken, en derinlerini keşfedip baş döndürücü çığlıklarını dinlerken..." Diğer eli belimin kıvrımından karnıma oradan da daha aşağılara doğru kaymış, en sonunda şortumun ve külotumun içine sızıp kadınlığımı bulmuştu. "Bu cennetin içine daldığım, bu cenneti tattığım her an, benim olduğunu bilirken kendimle çok gurur duyuyorum."

 

İki parmağı yavaşça içimi doldurduğunda sertçe inleyip gözlerimi kapattım. Daha fazlasının ihtiyacıyla kendimi parmaklarına bastırmaya çalışıyordum ama yeterli gelmiyordu, daha derin noktalarım onun için sızlıyordu.

 

Parmakları yavaşça içimde hareket etmeye başladı ama beklentimi karşılamaya yetmediğinden "Çetin..." diye yalvardım. "Lütfen..."

 

"Ne istediğini söyle..." diye karşılık verdi geri çektiği parmaklarını bir kez daha içime itip.

 

"Seni..." Soluk soluğa kalmış nefesimden bir ihtiyaç gibi dökülmüştü bu tek kelime. Gibisi fazlaydı, bu ihtiyacın en ham haliydi.

 

"Daha açık olmana ihtiyacım var bebeğim. Bana tam olarak ne istediğini söyle..." diye ısrar etti, bu kez üçüncü bir parmağın da diğerlerine katıldığını hissettiğimde dudaklarımdan istemsiz bir çığlık kopmuştu. Kadınlığımın duvarları fazlasıyla memnundu bu doluluktan ama hâlâ içimde bir yerlerde doldurulamayan o boşluk hissi oradaydı.

 

Ağzımdan ağlamaklı bir ses çıkarken, başımızdan akan suyun sesi bu sesi bastırdı. Aldığım her nefeste dudaklarımın arasına sızıyordu su. Soğukluğunu hâlâ hissedebiliyordum ama rahatsız etmekten çok uzak, Çetin'in bu tatlı işkencesine iyi bile geliyordu.

 

"Kahretsin Çetin... Beni becermeni istiyorum..." diye homurdandım sıktığım dişlerimin arasından. Ne yaparsam yapayım sesimin o yalvaran tonuna engel olamıyordum. Orgazm doğmak için oradaydı ama bir türlü doğamıyordu.

 

"Daha açık olmanı istese..."

 

"Çetin..." diyerek uyarı dolu bir tonla sözlerini kestim. Üstümüzden akan suya rağmen gözlerimi açmayı başarmıştım. İkimiz de sırılsıklamdık. Başlıktan akan su damlaları tenine çarpıp oradan benim tenime sıçrıyordu. Uçlarından su damlayan saçları alnına yapışmışken ve akan sular mükemmel yüz hatlarını dolaşıp çenesinden akarken o kadar kusursuz görünüyordu ki.

 

Parmakları hâlâ içimdeydi, hâlâ git gellerine devam ediyor ve bana tatlı tatlı işkence ediyordu. Dudakları çarpık bir gülümsemeyle kıvrıldığında yüreğim tekledi. Böyle bir görüntü sergilediği için yargılanmalıydı, kalp sağlığım için iyi değildi bu. Parmaklarını son bir kez daha hızla içime ittikten ve benden kısık sesli bir çığlık daha duyduktan sonra, parmaklarını içimden çıkarıp kadınlığımdan uzaklaştırdı ve sıvımla kaplı parmaklarını ağzıne götürüp teker teker yalayıp emdi.

 

Nefesim ağırlaştı bu görüntü karşısında. Tepemden akan su görüşümü zorlaştırırken elimi yüzüme sürtüp saçlarımı geriye doğru ittim.

 

Beklenti öyle yüksek, doldurulma ihtiyacı öyle acı vericiydi ki...

 

Çetin beni ayaklarımın üzerinde yere indirip kendi etrafımda beni döndürdüğünde, istediğimi elde etmemin çok yakın olduğunu anladım. Beklentim daha da büyüdü. Kasıklarımdaki sızı gittikçe artarken ellerimi duvara yaslayıp kalçamı dikleştirerek ona istediğini verdim.

 

Şortum ve külotum ayrıldı tenimden. Ardından Çetin'in bir eli duvara yasladığım ellerimden birinin üzerine kapandı. Erkekliğini kalçalarımda hissettiğimde alt dudağımı ısırıp bekledim, bekledim, bekledim...

 

Ben beklerken Çetin'in eli kalçalarımda, belimin kıvrımlarında ve kadınlığımda dolaştı. Ardından usulca ayrıldı tenimden. Birkaç saniye sonra tepemizden akan su da ısınmaya başlamıştı.

 

"Bir dolu yanlışın içindeki tek doğrum..." diye fısıldadı elini yeniden tenime yerleştirdiğinde. Kadınlığımı avuçlayıp baştan sona sahiplenici bir baskıyla okşamıştı. Avucunun yerini erkekliğinin kadifemsi dokusu aldığında çaresizliğin içinde boğulduğum bir ana düştüm ve "Çetin..." diye fısıldadım bir kez daha yalvarırcasına. Islaklığı yüzünden sırtıma yapışan saçlarımı sırtımdan çekip eline doladığında, beyaz mermere yasladığım alnımı yaslandığı yerden ayırmak zorunda kaldım. Başım geriye doğru yatarken Çetin yavaşça içime kaydı ve hissettiğim doluluk yüzünden gırtlağımdan içine ilkelliğin karıştığı sert bir inleme döküldü.

 

İkimizin de duvara yaslı olan elleri, birbirine öyle uyumlu görünüyordu ki... Benim, toz pembe sedefli bir renkle süslenmiş sivri uzun tırnaklarım; onun, imzası bana ait dövmelerle bezeli parmaklarının arasından uzanıyordu. Kendini geri çekip yeniden içine ittiği her an, tırnaklarım mermeri delmek ister gibi saplanıyordu duvara, onun damarları şişmiş kollarındaki kasların dalgalanışına anbean şahit oluyordum.

 

"Sikeyim Aymar, her seferinde beni bu kadar sıkı kavrıyor olmana ölüyorum..." diye homurdandı kulağımın dibinde. Hâlâ saçlarımdan tutup çektiği için yüzlerimiz yan yanaydı. Hiç şikayetim yoktu saçlarımın elinde olmasından, aksine bulunduğumuz pozisyonda bu durum beni daha da tahrik ediyordu.

 

Hareketleri hızlandı, hızlandıkça doğmak için çabalayan o orgazm yükseldi yükseldi yükseldi. Suyun sesine karışan tenin tene çarpma sesiyle beraber bizim inlemelerimiz, en erotik ama en mükemmel melodiydi. Çok değil, birkaç darbenin ardından çıktığım o zirveden aşağı doğru düştüm. Öyle yüksek bir noktadaydım ki, çakılışım da aynı oranda uzun ve şiddetli oldu.

 

Ben sona doğru yaklaşırken Çetin'in içimde seğirdiğini hissettim, çok geçmeden o da beni takip etti...

 

Bedenim bir pelte kıvamında kollarında erimeye yüz tutmuştu. Saçlarım serbest kaldığında alnımı yeniden duvara yaslayıp uzun uzun soluklandım. Çetin içimden çıkmıştı ama bedeni hâlâ bedenimin dibindeydi, benden bit santim bile uzaklaşmıyordu.

 

"Mükemmeldi, hep mükemmel hissettiriyor zaten..."

 

Yarı aralık gözlerimle diğer duvara yansıyan gölgelerimizi izlerken usulca gülümsedim. Kesinlikle mükemmeldi...

 

Bana asla uğramayacağını düşündüğüm o uyku yavaş yavaş üzerime çökmeye başladığında Çetin'e gerçekten minnettardım.

 

O benim neye ihtiyacımın olduğun hep biliyor, ona göre hareket ediyordu. O benim gerçekten en büyük ikinci şansımdı...

 

🃏🎲

 

Keskin bir silah sesiyle irkilerek uyandığımda nefes nefese bir haldeydim. Gördüğüm kâbus yüzünden alnımda biriken ter damlacılarını hissedebiliyordum. Derin bir nefes alırken yattığım yerden doğruluğumda "Uyandın mı?" diyen Çetin'in sesiyle kâbusun üzerime attığı o gerginlikten sıyrılmayı başardım.

 

Koltuğun etrafından dolanıp tam önümde durdu ve dizlerinin üzerine çöktü. Kurutma makinesini kullanmış olacak ki, duşta ıslanan kıyafetleri şu an kuru bit şekilde üzerindeydi. Benim üzerimdeyse pembe bornozum vardı. Salondaydık. Odama girmeme konusunda fazlasıyla ciddiydi demek ki...

 

Elimi ağzıma bastırıp hafifçe esnedikten sonra "Ne kadar zamandır uyuyordum?" diye sordum. Pencerelerden gözüme çarpan yeni yeni kararan hava, çok da uzun süredir olmadığını net bir şekilde belli ediyordu.

 

"Bir buçuk saat kadar oldu... Kendini nasıl hissediyorsun?"

 

Kendimi nasıl hissediyordum?

 

Eve adımımı attığım ilk ana göre çok daha iyiydim. Seks artı uyku kesinlikle düşünceleriminin karmaşasına ilaç gibi gelmişti.

 

Gözlerimi hafifçe ovaladıktan sonra yüzüme gelen dağınık bir saç tutamını tutup yüzümden ayırdım ve yabancı bir cisme bakar gibi bakmaktan kendimi alamadım. En son hatırladığım şey, duştaki sevişmemizin ardından Çetin'in beni yıkamaya başlamasıydı. Muhtemelen kollarında uyuyakaldığım ve uykum önceliği olduğu için saçlarımı tarayıp kurutamamıştı.

 

Saç tutamını kulağımın ardına doğru sıkıştırıp ona baktım. İlgili gözleri yüzümü izliyordu. "Saçlarımı tarayıp düzleştirirsen kendimi çok daha iyi hissederim..."

 

Sözlerimle gülünce derin gamzeleri yeniden ortaya çıkmıştı. Elini uzatıp usulca yanağımı sevdiğinde eline doğru kedi gibi kıvrılmamak için zor tuttum kendimi. "Sen öyle istiyorsan... Nasıl olsa ilk kez yaptığım bir şey olmayacak..."

 

Daha önce de pek çok kez saçlarımı şekillendirdiği zamanlar olmuştu. Sırf ben istiyorum diye... Onun saçlarımla oynamasına karşın ayrı bir zaafım vardı.

 

Başımı sallayarak onayladım onu.

 

Konuşmak için dudaklarını araladığı sırada çalan telefonuyla durmak zorunda kaldı. Telefonu ortadaki sehpanın üstünde duruyordu. Ters ters telefona bakarken "Ben size beni rahatsız etmeyin demedim mi amına koyayım?" diye homurdandı kendi kendine.

 

Bu tavrı beni güldürmüştü. Dudaklarımın arasından kaçan kısık sesli kıkırtıyla omzuna hafifçe vurup "Küfretme de aç telefonu..." diye mırıldandım. "Belki önemli bir şey vardır. Bende bu sırada üstümü giyinip saç şekillendiricimi de alıp geleyim."

 

Oturduğum koltuktan kalkarken o hâlâ homurdanıyordu. En son "Ne var Ersin?" diyerek telefonu açtığını duydum. Odama çıkmadan önce mutfağa uğrayıp kendime bir bardak su aldım. Kâbus... Beni fazlasıyla susatmıştı. Başta Ömer'in defalarca kez vurulma anını görmüştüm ama bir noktada o kurşunun delip geçtiği kafa benimki olmuştu. Yeniden hatırlamak beni irkiltirken bu düşünceyi ve kâbusu geri plana atıo ana odaklandım. Mutfaktan çıkıp odama doğru yöneldiğim sırada çalan kapı beni durdurmuştu.

 

Babam mıydı gelen?

 

Hayır babam kapıyı çalmaz, anahtarını kullanırdı.

 

Kaşlarım çatılırken adımlarımı kapıya doğru yöneltip kapıyı açtığımda, karşımda elinde pembe kurdele ile bağlanmış pembe bir kutu tutan kurye ile karşı karşıya geldim. Kutuyu görmek gözlerimden kalplerim çıkmasına neden olmuştu? Çetin bana bir jest yapmış olmalıydı.

 

"Aymar Doğan?" diye sordu kurye beni gördüğünde. Başımı sallayarak onayladım onu ve kutuyu teslim alıp, teslim aldığıma dair imzayı attım. Kapıyı kapatıp arkamı döndüğümde Çetin hemen oradaydı.

 

Ama bir sorun vardı.

 

Yüzü... Yüzüne karanlık bir ifade çökmüş, allak bullak olmuş bir halde bana bakıyordu. O an kutunun Çetin'den olmadığını anladığım andı ve kendimi yutkunmak zorunda hissetmiştim.

 

"Ömer..." dedi Çetin ben sormadan konuya girerek. Beni saran o rahatlama bir anda tuzla buz olmuş, kaskatı bir gerginlik, kalıp gibi bedenime oturmuştu. "Dosyası kapanmış. Kayıtlara, düğün konvoyundan çıkan kaza kurşunuyla öldü olarak geçmiş..."

 

Gerginliğin o kalıbı beni sıkıştırdıkça sıkıştırdı... Nefes alamadığımı hissettim.

 

Düğün konvoyu mu?

 

Kaza kurşunu mu?

 

Hayır, o an oradan bir düğün konvoyunun geçmediğinden emindim.

 

Hayır bunun bir kaza kurşunu olmadığından da emindim...

 

Yere gürültüyle düşen bir şeyle irkildiğimde kutuyu tutan elimin artık boş olduğunu fark etmiştim. Kutu yere düşmüştü ve yan bir şekilde çarpmanın etkisiyle kapağı çıkmış, içindekiler etrafa saçılmıştı.

 

Mermer parkeyle döşenmiş zeminde seken metalin sesi bir an için kulaklarımda yankılandı. Bakışlarım Çetin'den kutuya çevrildiğinde gözlerime çarpan ilk şey siyah bir gül oldu. Tek bir tane, özensizce koparılmış ve boynundan bir not kâğıdı sarkan siyah bir gül...

 

Gülün hemen birkaç metre ötesindeyse dik bir şekilde duran bir kurşun vardı. Onun da alt tarafından bir not kâğıdı sarkıyordu.

 

Çetin öylece karşımda dikilmiş gül ve kurşuna bakarken ben kndimi eğilirken buldum. Önce gülü aldım ardından da kurşunu...

 

Güldeki notta şu yazıyordu:

Zeki kızıma benden bir hediye...

 

Niks...

 

Kurşundaki notta şu yazıyordu:

Kızımı benden çalana ölüm...

 

Niks...

 

🎲🃏

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Tahmini olan var mı🌚🌝

 

Bir sonraki bölümde görüşünceye dek kendinize iyi bakın çiçeklerim💖

Loading...
0%