Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13| Kaderi̇n İlk Düğümü Şeytandan

@saniyesolak

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın desem de muhtemelen bir şey değişmeyecek...

O yüzden keyifli okumalar.

💎🎭

YAZARDAN:

Genç kız uykusundan sıçrayarak uyandı. Aralık gözlerini birkaç kez kırpıştırıp gördüklerinin kâbus olduğunu idrak etmek için kendine biraz zaman tanıdı. Kalbi öyle hızlıydı ki, sol yanı ağrıyordu. Nefesleri öyle şiddetliydi ki, ciğerlerine doldurduğu şey nefes değil kızgın şişlerdi sanki. Alnında boncuk boncuk biriken ter damlalarını eliyle silip, terden alnına yapışan kızıl saçlarını geriye itti. Her gece aynı şeyleri görüyordu. Bedenine fütursuzca sahip olunurken bedeni o yatağın üzerinde bilinçsizce, her şeyden habersiz yatıyordu. Ruhu... Ruhu o anların her saniyesine seyirci kalmak zorunda kalıyordu. Görmek istemiyordu, ne zaman göz kapaklarını birbirinin üzerine kapatsa kirpikleri çivilerle dönüyor gözlerinin içine batıyordu. Gözlerinden akan kanları hissediyor, ama o görüntüler gözlerinden bir türlü gitmiyordu.

Gözlerinin dolduğunu hissetti. Burnunun direği sızlıyordu şimdi. Böyle olmamalıydı... Kalbini açtığı adam, bu kadar aşağılık bir adam olmamalıydı. Okulda kötülüğüyle nam salmış bir adamı kalbine alacak kadar salak olmamalıydı. Ve ona koşulsuzca güvenecek kadar aptal...

Gözlerinden yanaklarına akan yaşlar umurunda olmadı. Ağlamasının hiçbir faydası yoktu ama ağlamaktan başka elinden gelen hiçbir şey de yoktu. O gecenin sabahını iyi hatırlıyordu. Çırılçıplak uyanmıştı hiç bilmediği o evde, sevdiği adamın yatağında. Başında iğrenç bir ağrı vardı bu yüzden durumu kavraması biraz zor olmuştu. Ama kavradığında, yüzüne tokat gibi çarpan gerçeğin nasıl nefesini kestiğini de çok iyi hatırlıyordu. Sonra odaya o girmişti. Her şeye rağmen o adamın içinde bir parça dahi olsa bir iyilik olduğuna olan inancı, onun kendine sarılıp özür dileyeceğini sanmıştı. Yaptığı ne kadar iğrenç olsa da onu affetmeye öyle hazırdı ki. Acıyla kasılan kalbi onun kollarına, şefkatine muhtaçtı.

Genç kızın beklentisinin aksine, kıyafetleri yüzüne fırlatılmıştı. Şaşkınlığın boğazına saldıran vahşi bir hayvan gibi boğazı acıyla kasılmıştı. O an boğazındaki şeyler bir yumrudan çok daha fazlasıydı. Ne yutkunabiliyor ne nefes alabiliyordu. Kalbinin ise paramparça olup etrafa saçılışını net bir şekilde hissetmişti.

Kalbinin parçaları hâlâ etrafta saçılmış bir şekilde duruyordu. Eğilip o parçaları toplamaya takati yoktu. Olur da toplamaya çalışırsa, o sabah o adamın yüzündeki şeytani gülümsemenin yansımasını o parçalarda göreceğini biliyordu.

Sonra görüntüleri izlemek zorunda bırakılmıştı. İşte o an... O an ilk kez yok olmak istemişti. Dünya'ya hiç gelmemiş olmak, o ilk nefesi almamış olmak... O an aldığı nefes son nefesi olsun istemişti. Ölmek... Aklından geçmeyen bu kelime, o görüntüler gözlerinin önüne serildiğinde en büyük arzusu olmuştu. Ve sonrasında duyduğu sözler...

"Henüz seninle ne yapacağıma karar vermiş değilim ama çok eğleneceğimizi biliyorum." demişti işaret parmağı omzundan sarkan dağınık bir saç tutamını etrafına dolarken. Genç kızın ruhuna o kadar çok duygu çarpmış ve her seferinde öyle derin izler bırakmıştı ki, ruhu yerde sürünüyordu. Hareket etme yetkisini kaybetmiş gibiydi ve midesi ağzındaydı. Sonra o iğrenç sesinin gebe bıraktığı iğrenç cümlelerine devam etmişti. "Şimdilik sadece gitmeni istiyorum. Bugün seni okulda göreceğim." Başını iki yana sallamıştı genç kız. Öyle çaresizdi ki günlerce yorganının altına saklanmak ve oradan hiç çıkmamak istiyordu. Göğsü öyle çok ağrıyordu ki kalbini yerinden sökmek istiyordu. Ve gözleri... Şiddetli bir yağmur gibi asla durmuyor, yanaklarını tuzlu sularıyla yıkıyordu. "Okula gitmek istemiyorum." diye fısıldamıştı. Fısıltısını kendisi bile duymakta zorlanmıştı. Öyle çok utanıyordu ki ne başını yerden kaldırabiliyor ne de gözlerini açabiliyordu. Kulağında hissettiği nefesi yerinden sıçratmıştı genç kızı. "Gideceksin. Ben istiyorsam ölüme bile gideceksin. Bu saatten sonra seçim şansının olduğunu mu sanıyorsun? Görüntüleri istersem şu an bile her yerde yayınlayabilirim. O yüzden benim sabrımı zorlama ve beni ikiletme. Bugün seni okulda göreceğim."

"Bunu bana neden yapıyorsun?"

Omuz silkmişti karşısındaki adam.

"Canım öyle istiyor."

Göz yaşlarını sildi genç kız. Onun canı öyle istiyor diye hayatı kabusa dönmüş, uykularından olmuştu. Kendini kirli hissediyordu... Her gece aynı kâbusu görmek, o anları yeniden ve yeniden yaşamak... Bu çok ağırdı. Basit, küçük hayalleri vardı genç kızın. Sevdiği adamla paylaştığı hayaller... Bir zamanlar sevdiği adamın canını bu denli yakması... O hayaller artık çok uzaktı genç kıza.

Kimseyi sevebileceğine, bir daha birine güvenebileceğine olan inancına parçalanan kalbinin kırıkları batmıştı.

Telefonunun zil sesi kulaklarına dolduğunda düşüncelerini bir kenara itti ve masanın üzerinde duran telefonuna doğru uzandı. Annesi arıyordu. Gözlerini hızla silip boğazını temizledi ve ellerini yelpaze gibi yüzüne sağlayıp toparlanmaya çalıştı. Derin bir nefesi içine doldurup telefonu açtığında, annesinin o naif sesi kulaklarına doldu.

"Canımın içi?"

Genç kız dudaklarında bir gülümsemeyi ağırladı. Boğazına oturan yumru hâlâ yerini korusa da içinde ağlama isteği baş gösterse de annesine bunları hiç belli etmeden, olabildiğince neşeli çıkardığı sesiyle "Anneciğim!" dedi.

"Neler yapıyorsun güzel kızım? Bugün hiç konuşamadık, sesini duymadan uyumak istemedim."

Omuz silkti genç kız sanki annesi bunu görebilecekmiş gibi. Yanan gözlerini ovuşturup gözlerine akın eden göz yaşlarını geriye savurdu ve "Ders çalışıyordum, masanın başında uyuyakalmışım annem. Siz ne yapıyorsunuz?" diye sordu. Sesinin titrediğini hissettiğinde bunu annesinin fark etmemesini umuyordu. Ama annesi, annesi olmanın dışında, işinde başarılı bir psikolojik danışmandı. Ondan bir şeyleri saklamak neredeyse imkânsızdı.

"Hazal?" dedi annesi ciddi bir ses tonuyla. "Sesin bir garip geliyor, sen iyi misin?"

İyi miydi?

Hayır hiç değildi... Ama annesine olanları anlatırsa, annesi ona anlayışla yaklaşsa da babasının aynı yaklaşımda bulunacağını hiç sanmıyordu. Babasını çok seviyordu, ama onun sert bir adam olduğu da su götürmez bir gerçekti. Bu konularda katı bir adamdı. Onlar bunu duyduğu an okulu değiştirilecek, bu şehirde bir gece daha kalmasına izin verilmeyecekti. Bunu istemiyordu, o okul en büyük hayaliydi genç kızın. Sırf o okul için gece gündüz uyumamış çalışmıştı. Ve şimdi çalışmalarının meyvesini yiyorken, lanet olası bir şerefsizin bunu elinden almasına izin vermeyecekti.

"Dersler çok yoğun annem, bir de yeni uyandım ya ondan olmalı. Bir de size söylemeyi unuttum ama ben ev değiştirdim. Onun yorgunluğu da var tabi."

Söylemeyi unutmamıştı. Sadece nasıl söyleyeceğini bilememişti. Eski evini çok seviyorken neden değiştirdiğini sorgulayacaklardı. Keşke yalan söylemek konusunda iyi olsaydı. O zaman bu konuyu hiç bekletmeden konuşur, konunun ağırlığının omuzlarına binmesine izin vermezdi.

Annesinin bir an duraksadığını fark etti. Nedenini sorguladığında söyleyeceklerini aklından geçirdi defalarca kez. Yalan söylediği anlaşılmamalıydı.

"Ev mi değiştirdin? Neden?"

Sorgulayıcı sesine karşılık beklemeden cevap verdi. Beklediği an annesi yalan uydurduğunu düşünecekti. Annesine göre doğru hep bir tane olurdu ve doğrular duraksamaya gerek duymazdı. Tanrım, bu kadın yalan konusunda bir makale yazmıştı ve o makale tam iki ödül almıştı.

"Ev sahibi ev kirasına zam yaptı durup dururken. Adamın derdi para koparmak. O ev dört bin beş yüz eder mi hiç? Bende yenilediği sözleşmeyi imzalamadım ve evden çıktım. Şu anki evim çok daha güzel ve beş bin lira."

Abartılı sesine bir miktar sinir de yerleştirmişti. Annesi bir an duraksadığında, sözlerini aklında tarttığını biliyordu. Boğazında bir karıncalanma söz konusuydu ama bu noktada boğazını temizlemesi demek, annesinin yalan söylediğini düşünmesi demekti.

"Hepsi bu yani? Başka bir şey olmadı değil mi?"

Annesinin sesindeki tedirginliği anlayışla karşıladı genç kız. Daha en başından beri içi rahat değildi annesinin. İstanbul büyük bir şehirdi ve genç kız ilk kez ailesinden uzaktaydı. Aklının ve kalbinin bir yarısının burada olduğunu biliyordu genç kız. Zira haklıydı da annesi. Aptallığı yüzünden başına en kötü senaryolardan biri gelmişti. Ve okulundaki diktatör bir kendini beğenmiş yüzünden köle muamelesi görüyordu.

Boştaki eli boğazını hafif hafif sıkıp ovarken "Anne," dedi sitemle. "Başka ne olabilir ki? Hem beni bilmiyor musun? Bir şey olsa anında size haber vermez miyim? Önemli bir şey olmadığı için size söylemedim zaten. Gerçekten bak burada her şey o kadar iyi ki, rüyalarımın da ötesinde."

Evet rüyalarının da ötesinde... Bir kâbustu.

Annesini rahatlattığına inanıyordu. O sözlerden sonra bir süre daha konuştular. Annesinin akrabalar hakkında anlattığı dedikodular sayesinde aklı biraz dağılmıştı ve telefon kapandığında kendini biraz daha iyi hissediyordu.

Oturduğu masadan kalktı ve kitaplarını toparladı. Kalbindeki o ağırlık onu sürekli uyumaya itiyordu. Uyuyunca her şeyi unutuyordu sanki. Odasına girip dolabından şort ve askılıdan oluşan pijama takımını aldı ve üzerine geçirdi. Tam yorganını kaldırıp altına girecekti ki çalan kapı zili, hareketlerini sekteye uğrattı. Kaşları çatıldı, gözleri elindeki telefonun saatine kaydı, on bire geliyordu.

Bu saatte kim gelebilirdi ki?

Çatılı kaşlarını bir an olsun düzeltmeden odasından çıkıp kapıya yöneldi. Kapının gözetleme deliğinden baktığında gördüğü şey sadece koca bir boşluktu. Bu, kaşlarının daha çok çatılmasına neden olurken içini bir his sardı. Açma diyordu o his. O kapıyı sakın açma!

Merakı daha ağır bastı ve elini kapının koluna koyup kapının üzerindeki iki kilidi de açtı ve avuçlarının arasında duran kolu aşağıya indirdi. Kapı hafifçe aralandığı o an o aralıktan gözlerine serilen görüntü genç kızı korkuyla sıçrattı.

Aksel Bayzer...

Bir anda o gri gözleriyle kapının aralığından baktığında genç kız küçük bir çığlık attı. Korkunun çürük tohumu kalbini zehirlemeye başladığında bir kaç saniye kocaman olmuş gözlerle öylece kapıdaki adama bakakaldı. Gözlerinin altı elmacık kemiklerine kadar morarmıştı. Daha önce zaten bir gözünün altı mordu ama bugün burnuna aldığı o darbe o morlukları her iki tarafa da yayarken yüzünün daha çok kaplanmasına neden olmuş olmalıydı. Ve alnında da hatırı sayılır büyüklükte bir bandaj vardı.

İzel'in izleri yüzünde her geçen gün daha da artıyordu.

Damarlarından akan kanın yönünü şaşırıp tersine aktığını hissediyordu, nabzı durmuştu sanki. Kocaman açılmış iri gözleriyle karşısındaki adama bakarken aklından tek bir düşünce geçiyordu.

Bu adam kendisini nasıl bulmuştu?

"Hi sweety!"

Aksel'in sesi genç kızı kendine getirdi ve genç kız hızla, açtığı o kapı aralığını kapatmaya çalıştı. Ama kapı bir milim bile hareket etmedi. Korku, kalbini daha çok zehirlerken gözleri daha çok açılmıştı. Bakışlarını, kapının kapanmasına engel olan şeyi bulmak için aşağı indirdiğinde, bembeyaz pahalı spor ayakkabıları gördü.

Aksel'in cık cıklayan sesini duyduğunda hâlâ bir umut kapıyı itmeye çalışıyordu. Aksel kapıya elini sert bir şekilde vurduğunda yerinden sıçratmıştı genç kız ve kapının üzerindeki minicik hâkimiyetini de o an kaybetmişti. Bir titreme krizi bedenini esir alırken, direncinin dibinde kalan kırıntıları kazıyordu ama Aksel kapıyı itmeye başladığında aslında hiç kırıntı kalmadığını anlamıştı.

Kapıyı tutamayacağını anladığında ellerini kapıdan çekti ve geri geri adımlayarak küçük koridorunun sonuna geldi.

"Evine gelen herkese bu kadar kaba mı davranırsın?"

Aksel içeriye girip bu soruyu evi inceleyerek sorduğunda genç kız gözlerini bir an olsun çekmiyordu karşısındaki adamdan. Hissettiği gerginlikten dolayı kuruyan dudaklarını diliyle ıslattı ve "Benden ne istiyorsun? Burayı nasıl buldun?" diye sordu.

Titrek ses tonuna tutunan korku gizleyemeyeceği kadar çoktu. Bu adam kendini bulamasın diye evini değiştirmemiş miydi? Eee? Şimdi ne olmuştu? Sonuç neydi?

Koca bir hiç!

Üzerine dönen gri gözlerle genç kız titremesini bir nebze de olsa tutmaya çalıştı. Bedenini öyle çok kastı ki, kaslarındaki o acıyı net bir şekilde hissetti. Aksel kız doğru bir adım attığında kız sağ ayağını sol ayağının arkasına attı ve hafif bir açıyla bedenini salonun kapısına doğru çevirdi. O bakışlarda öyle anlamlar görüyor, okuyordu ki... Yakaladığı her anlam korkusunu daha çok besliyordu. Bir çocuk gibi yere oturup kollarını göğsüne sarmak ve hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu.

Aksel bir adım daha attığında başı sağ omzuna doğru yatmıştı. Genç kız yutkundu ve ona doğru gelen adıma karşılık geriye doğru bir adım atıp kapının eşiğinde durdu. Burun deliklerinden içeriye çektiği her nefes ağır bir darbeyle burnunun direğine çarparak orayı sızlatıyordu sanki. Gözlerindeki karıncalanmayı net bir şekilde hissediyordu.

"Ev değiştirmek? Akıllıca..."

Başı sol omzuna doğru yattı bu kez. Bu süreçte gözlerini bir an olsun kırpmaması... İzel'i o tuvalette görmüştü. Savaş yetişmese az kalsın gözünü bile kırpmadan öldürecekti Aksel onu. Şimdi kendisini ne kurtarırdı ki bu adamdan?

"Ama benim burayı bulamayacağımı sana düşündüren ne merak ettim?"

Genç kızın korkusundan daha yoğun hissedilen bir şey varsa o da Aksel'den yayılan tehlikeydi. Bu adam kendisine zarar vermeye kalksa ona yetişebilecek kim vardı ki?

Aksel bir adım daha atmak için ayağını kaldırdığında genç kız "Sakın!" diye bağırdı. Elinde sıkı sıkı tuttuğu telefona güvenerek devam etti.

"Bir adım daha atarsan polisi ararım."

Söylediği şey çok komikmiş gibi karşısındaki adam gülmeye başladığında, genç kızın koptuğu nokta tam olarak bu nokta oldu. Göz yaşları gözlerine akın ederken hızla arkasını döndü ve koşarak odasına kaçtı. Kapıyı çarparak kapatırken hızla kilidi de çevirmişti iki kez. Sırtını kapıya yasladı ve sertçe içine doldurduğu nefeslerle inip kalkan göğsüne bastırdı bir elini. Hâlâ tüm bedeni zangır zangır titriyordu.

Kapıya yaklaşan adım seslerini duyarken titreyen elleriyle telefonunun kilidini açtı. Göz yaşları öyle seri akıyordu ki telefonun ekranını görmekte zorlanıyordu.

Polisin numarasını tuşlamaya başladığında duyduğu ses hareketlerini kısıtladı.

"Hadi durma ara polisi? Bakalım kaç dakika beni o delikte tutmaya yetecek güçleri. Ya da daha önemlisi... Beni o deliğe sokmaya yetecek mi güçleri?"

Genç kız bakışlarını yavaşça telefondan ayırıp karşısındaki duvara dikerken Aksel'in artık kapının önünde olduğunu biliyordu. Söylediklerinde ciddi miydi?

"Hazal... Hazal... Hazal... Beni hiç tanıyamadın değil mi? Hâlbuki o kadar muhabbetimiz de oldu. Polisleri arasan bile, benim edeceğim bir telefonla o polisler buraya hiç gelmeyecekler."

Genç kız elini dudaklarına kapatırken artık sadece gözlerinden göz yaşları akmıyor, için için ağlıyordu da aynı zamanda.

Telefonu elinden aşağı indirdi. Şimdi ne yapacaktı? Aksel bu kapıyı zorlasa, kapının ona çok dayanamayacağını tahmin edebiliyordu. Konuşmak... Kurtuluşunu getirebilir miydi? Aksel'i gönderebilir miydi kelimelerinin gücüyle?

"Ne istiyorsun benden?" diye sordu zayıf bir sesle kapının ardındaki adamın duyduğunu bilerek. "Neden buradasın?"

Sözlerinin üzerine kapının kolu zorlandı. Gözlerini sımsıkı yumdu. Titremesi artık önleyemeyeceği kadar kuvvetli, ağlaması durduramayacağı kadar şiddetliydi.

"Hadi bebeğim kapıyı aç bunu öyle konuşalım."

Genç kız yumduğu, yaşlarla dolu gözlerini hızla açtı. Kirpiklerinde asılı duran damlalar aynı hızla yanaklarına doğru yol aldı. Sırtını kapıya iyice yaslayıp, sanki o bunu görebilecekmiş gibi hızla başını iki yana salladı ve "Hayır Aksel, git buradan." dedi yalvaran bir ses tonuyla. Onun sesinden yayılan tehlikeyi kapıya rağmen net bir şekilde hissedebiliyordu.

Kapıdan gelen şiddetli bir gümbürtü ile Hazal Aksel'in kapıya yumruk attığını anladı. O yumruk kalbinde patladı sanki.

"Benim sabrımı sınama Hazal, aç şu kapıyı. Bak ben açarsam çok daha kötü sonuçları olur."

Kapı bir kez daha zorlandı. Genç kız kapıdan ayırdı sırtını ve korku dolu gözlerle kalkanına baktı; kalkanı kapıydı.

"Yalvarırım git buradan. Benden ne istiyorsun Aksel, zaten alabileceğin her şeyi almadın mı? Daha ne istiyorsun benden?"

Kapıdaki zorlama birkaç saniyeliğine durduğunda genç kız yutkundu. Korkuyu en derinlerinde, en derin şekilde hissediyordu. Derin birkaç nefes egzersizi ile kendini rahatlatmaya çalıştı. Mantıklı hareket etmeliydi. Üçüncü nefesi içine çektiğinde Aksel'in sesi bir kez daha duyuldu.

"Demek ki senden hâlâ alacağım şeyler varmış. Bunu bugün fark ettim biliyor musun? O küçük bedenin korkuyla titrerken beni öyle cezbetti ki. Karşı koymak imkânsız."

Dondu... Kelimenin tam anlamıyla dondu kaldı işittikleri ile. Ağzından çıkanı kulağı duyuyor muydu bu adamın? İçine çektiği nefesi geri dışarı veremedi ciğerlerinde çürüdü o nefes. Damarlarındaki kan dondu, nabzı dondu, bakışları dondu, göz yaşları dondu. Şimdi ölü biri kadar soğuk ve cansız duruyordu. Sonra yeniden duydu Aksel'in sesini.

"Biliyorsun değil mi bebeğim? Bu kapıyı kırmak bir dakikamı bile almaz. Şimdi bu kapıyı açarsan söz veriyorum canın daha az yanacak."

İlk yaşam belirtisi aralık duran dudaklarından dökülen kesik bir nefesti. Nefesin hemen ardından gözlerinden bir damla düştü. Donan göz yaşları canının acısıyla çözünmüş, sağanak halinde yağıyordu yanağının kurak topraklarına. Bakışları kurtulma umuduyla odasının içinde gezindi. Beşinci katta olmasa pencereden atlayıp kaçabilirdi mesela. Ya da yatağının yanındaki komodine bir tane abajur koysaydı o abajur ile Aksel'i etkisiz hale getirebilirdi. Ya da bir vazo olsaydı... Ama hiçbiri yoktu. Yatak odasında kıyafet dolabından, yatağından, makyaj masasından ve küçük komodininden başka hiçbir şey yoktu.

Ağlaması her geçen saniye daha da şiddetlenirken kapıdan gelen gürültü ile bakışları kapıya kaydı. Aksel kapıya omuz atmıştı. Kapı onun gücüne direnirken Aksel'in sesini duydu.

"Pekâlâ bebeğim, bunu sen istedin. Bu saatten sonra benden merhamet bekleme."

Ve kapıya bir darbe daha indi. Yeniden sesi duyuldu.

"Eğer kapıyı açsaydın o küçük sürtük aklıma gelmezdi bak. Ama şimdi aklıma düştü."

Bir darbe daha...

"Ne yapacağım biliyor musun?"

Bir darbe daha...

"Onun izini bu Dünya'nın üzerinden sileceğim."

Ve bir darbe daha... Kapı hâlâ dayanıyordu ama fazla zamanı da kalmamıştı. Bir yol bulmalıydı. Bir yolu olmalıydı. Şimdi İzel'i arasa... Gelir miydi yardıma? Yetişebilir miydi?

Sonra aklına bir isim daha geldi. İzel'de gelebilirdi elbette. Onu tanımasa da buna canı gönülden inanıyordu. Ama onu daha fazla bu işe bulaştırmamalıydı. Zaten kendisinin yüzünden başına yeterince büyük bir bela almıştı. Daha fazla zarar görsün istemiyordu. Her ne kadar Aksel İzel'den iki kez dayak yemiş olsa da yine de üçüncüde şanslı olmayabilirdi. O kız hayatını kurtarmışken şimdi onun hayatını mahvetmeye hakkı yoktu.

Ama Savaş Kalkavan...

Aksel'in Savaş Kalkavan'a gücü yetmezdi.

Kapıya bir kez daha abandı Aksel, ama kapı yine açılmadı. Genç kız şu an o kapıya bile minnet edecek durumdaydı. Hızla elindeki telefonun kilidini açtı ve rehberinden Savaş'ın numarasını buldu.

Telefon ilk çalışta açıldığında kalbindeki zehrin acısı biraz hafiflemişti sanki.

"Savaş!" dedi. Ağladığı için boğuk çıkan kelimeleriyle ve yuttuğu sesiyle devam etti. "Lütfen yardım et bana... O... Burada... Ben... Çok korkuyorum... Kapıda... Kırmak üzere..."

Ses tonu ve kelimelerinin boğukluğu anında Savaş'a geçmiş olacak ki telefonun öbür ucundaki sesine anında bir endişe yayıldı.

"Tamam sakin ol! Ağlamadan doğru düzgün anlatmanı istiyorum. Ne oldu?"

Onun kulağına dolan sesiyle gözleri artık dayanamayacak olan kapıya kaydı ve "Aksel burada!" diye fısıldadı. Ağlaması o kadar şiddetliydi ki kelimeleri birer fısıltıdan ibaret çıkmıştı.

"Ne!"

Savaş'ın endişeli sesine karışan şey kapının büyük bir gürültü ile duvara çarpması oldu. Biraz önce kalbinde hafifleyen korku, çok daha şiddetli bir kasırga olarak kalbine geri döndüğünde dudaklarından koca bir çığlık firar ederken telefonu elinden düşürmüştü.

Adres... Daha adresi atamamıştı ki...

Hızla telefonu almak için eğildiğinde Savaş'ın telaşlı sesini hâlâ duyuyordu. Telefona ulaşamadan kolundan tutulup çekildiğinde odanın diğer tarafına savrulmuş ve yere düşmüştü. Ellerini zemine bastırıp başının çarpmasına engel oldu ve kızıl saçlarının arasından, deli gibi korktuğu o adama baktı. Dizleri zemine çok sert çarpmıştı ama o kadar çok doluydu ki duyguları. Dizlerinin acısını hissetmiyordu. Aksel’in hafifçe eğilip telefonun ekranına baktığını gördü. Sonra eğilip yavaşça telefonu aldığını... Kıstığı gözleri ve sağa doğru yatan başıyla gerçekten akıl sağlığı olmayan biri gibi görünüyordu. Yani tam olarak olduğu gibi...

"Demek Kalkavan'ı aradın?"

Aksel'in kendisine döndüğünü gördü genç kız ve adımlarının parkeye bıraktığı sesleri duydu. Göz yaşları gözlerini öyle çok dolduruyordu ki görüşü bulanıktı. Ona gelen her adımda o sürünerek geriye doğru kaçmaya çalıştı ama başarılı olamadı. Saçlarının ense kısmında bir el hissetti ve saç köklerinden çekilerek başı yukarıya kalktı. Acıyan canı dudaklarından bir iniltiyi dışarı dökerken gerilen boğazı yüzünden iniltisi boğuk bir haldeydi. Telefondan kısık bir klik sesi geldi ve yeniden Aksel'in sesi doldu kulaklarına.

"Biraz önce seni duyamadım Kalkavan. Şimdi tekrar söyle."

Sesindeki o ton... Öyle eğleniyor gibi çıkıyordu ki genç kızın midesi bulandı. Elleri saçlarındaki ele gitti ve o eli itmeye çalıştı zayıf parmakları.

"Lütfen bırak beni." diye fısıldadı ve aynı anda Savaş'ın da sesi doldu odaya.

"Onun saçının teline zarar gelirse on mislini sana yaşatırım Aksel."

Sesi yüksek değildi, hatta kısık olduğu bile söylenebilirdi. Ama sesindeki o hiddet... İşte o kulakları sağır edebilecek kadar yüksekti.

Aksel cık cıklayarak ayağa kalktığında, genç kızın saçlarını hâlâ bırakmadığı için genç kız da ayağa kalkmak zorunda kalmıştı. Acı her yerindeydi, saç köklerinden ayak parmaklarına kadar. Ama en çok ruhundaydı acı...

"Sana hiç yakışmıyor bu sözler Savaş. Sen bu hikâyenin iyi çocuğusun. Sen yalnızca bu gibi zavallılara boşuna umut verirsin ve onlar da seni ararlar. Ama ne olur biliyor musun? Başaramazsın. Bizi durduramazsın. Sen Savaş Kalkavan... Yenilmeye mahkûmsun!"

Genç kız hâlâ bir umut "Lütfen!" diyerek yalvarıyordu Aksel'e ama hiçbir işe yaradığı yoktu. Aksel kurduğu cümleler yüzünden duymuyordu bile genç kızı. Genç kız çırpınmayı bıraktı. Çırpınmak çözüm değildi, sadece saç köklerindeki acıyı çoğaltıyordu o kadar. Anlamıştı... Savaş da gelemeyecekti. Kendi başının çaresine bakmalıydı, bakmak zorundaydı.

Savaş'ın alaylı bir hah sesi doldu önce odaya ardından da kelimeleri.

"Sana bir sır vereyim Aksel... Karşındaki kişiyi asla hafife alma. Hafife aldığın o kişi senin Azrail'in olur ruhun duymaz. Şimdi... O sikik ellerini o kızın üzerinden çekiyorsun ve o evden siktir olup gidiyorsun. Yoksa..."

"Yoksa ne?"

Aksel bağırarak kesmişti Savaş'ın sözlerini. Onun yükselen sesi genç kızı da yerinden hoplatmıştı. Saçlarındaki el bir an olsun gevşemiyordu. Ne yapacaktı? Ne yapmalıydı? Bu adamın elinden nasıl kurtulabilirdi ki?

"Yoksa Aksel yemin ederim Azrail'in olurum senin ve bunu ruhuna öyle bir duyururum ki. Gelmişini geçmişini, anandan emdiğin sütü bile sikerim senin."

Aksel büyük bir kahkahayı koyuverdiğinde genç kız artık iyice umudunu kaybetmişti. Elinden gelen tek şey ağlamaktı. Aldığı titrek nefesler boğazına sıvanan birer çamurdu sanki. Damağın yayılan şeyin tadı korkuyken artık korkuyu bastıran şey çaresizlikti. Ve ölme arzusu...

"Ovv bak bu iyiydi." dedi Aksel ve telefonu kulağına yaklaştırıp devam etti. "Ama şu an burada birini ya da bir şeyi sikecek olan varsa bu kişi benim. Elimin altında çok güzel, kızıl bir çıtır var da. Dinlemen için telefonu açık tutardım ama... Bilirsin... Mahremiyete önem veririm ben."

Ve telefon kapandı. Genç kız duyduklarının şokunu atlatamadan saçlarındaki el çekildi ve sızlayan saç kökleri oldukları yere birer ağrı bahşetti. Aksel'in kolunun beline dolandığını fark ettiğinde "Hayır..." dedi ve durmadan o hayırı sayıklamaya başladı. Başını iki yana sallarken elleri ile onu tutan adamı itmeye çalışıyor, çırpınıyor ama bir sonuç elde edemiyordu.

Bedenine dolanan kollar o kadar sıkılaştı ki, genç kızın hareket alanı sıfırdı. Dudaklarından dolan nefesin ciğerlerine ulaştığından bile şüpheliydi. Yine de çırpınmaya, kurtulmaya çalıştı.

"Rahat dur!" dedi Aksel kısık bir sesle ve kafasını kızın boynuna gömüp derin bir nefes aldı. Başını oradan çekmeden konuştu kelimeler boğuk çıksa da genç kızın zihnine kazınıyordu her bir harfin izi.

"Ah bebeğim. O gece benim için tamamen pişmanlık. Sen baygınken yaşananlardan hiçbir şey anlamadım, hiç tat alamadım. Bugünse... Bunu zaten söylemiştim öyle değil mi?"

Güldü. Gülüşü genç kızın tenine dökülürken genç kızın kaynamaya başlayan midesi boğazına doğru tırmanmaya başlamıştı. Başını iki yana salladı.

"Sen hastasın!"

Yeniden güldü. Eğer göz yaşlarında boğulmak mümkün olsaydı, genç kız şu an nefes alıyor olmazdı. Keşke mümkün olsaydı diye düşündü Hazal. Keşke tam şu an ölsem...

"Bunu yeni anlaman senin aptallığın. İkinci aptallığın da kendini gözüme gözüme sokman. Yani olanların ve olacakların tek suçlusu sensin. Şimdi rahat dur ki canın daha az yansın."

Ve boynunda hissettiği ıslak dudaklar... Genç kızın çırpınışı şiddetlendi. Bedenindeki kollar o kadar sıkıydı ki çırpınışları hiçbir işe yaramıyordu. Çıplak ayakları ile karşısındaki adama vurmaya çalıştı. Vursa bile bir etkisinin olduğu söylenemezdi.

"Bırak beni Allah'ın cezası bırak." diye bağırarak gücünü son demlerine kadar kullanarak son bir gayretle çırpındı. Ve nihayetinde bedenini saran kollar biraz da olsun gevşemişti. Aksel'in acı dolu inlemesini duyduğunda çırpınırken farkında olmadan hassas bir noktasına vurduğunu anladı.

Umurunda bile değildi. Umurunda olan tek şey o kolların gevşediğiydi. Hızla çıktı onun kollarından ve kapıya doğru koşmaya çalıştı. Attığı ikinci adımda uzun saçlarının uçlarından yakalandı ve zayıf bedeni geriye doğru püskürtüldü. Dudaklarından bir çığlık firar ederken yere düşeceğini sansa da saçlarına asılan o parmaklar onu ayakta tutmuştu.

Yüzüne yaklaşan yüz ve o gri gözleri, kıyametiydi sanki. Bacaklarından tutun ruhuna kadar her kesimi zangır zangırdı.

"Bu küçük direnişlerin sence de çok yersiz değil mi bebeğim?"

"Yalvarıyorum bırak beni."

Burnunu sertçe çekti genç kız. Ne yaparsa yapsın kurtulmaya çalıştığı her an, bu adam tarafından daha büyük bir şiddet ile geri savuşturulacağını anlamıştı. Ama öylece teslim olmak... En ufak bir dokunuşuna bile tahammülü yokken daha fazlası... Nefes alamıyordu. Hayır teslim olmaktansa ölmeyi yeğlerdi.

Aksel'in saçlarına asılan ellerine tırnaklarını geçirdi olabildiğince sertçe. Tırnaklarına dolan deri parçalarını hissedebiliyordu. Umursamadı. Hırsla daha sert sapladı tırnaklarını. Aksel tepkisiz kalmaya çalışsa da en sonunda canı yanmış olacak ki ellerini çekmişti kendine. Genç kız onun hamlesini savuşturmanın sevincini yaşayıp yeniden kapıya doğru harekete geçecekti ki bir tokat yanağında patladı. Hazırlıksız yakalanan genç kızın bedeni savrulurken bu kez kendini kontrol edememiş ve başı zemine çarpmıştı.

Dudağının sızısı bir yana dursun beyni sarsılmış gibi hissediyordu şimdi. Aldığı nefeslerin sesleri kulaklarında patlıyordu. Son nefesini veren bir kurban gibiydi nefesleri; öyle cansız, öyle yorgun, öyle yaşama tutunmaya çalışan... Tek fark o şu an yaşama tutunmak istemiyordu. Kirpiklerinin arasından gördüğü, kendine doğru gelen ayaklar yüzünden o şu an ölmek istiyordu. En azından bilincini kaybetmek... Hiçbir şey hissetmemek... Uzaktan gelen boğuk bir ses vardı ama kulakları öyle çok uğulduyordu, nefes sesleri öyle şiddetliydi ki gelen sesi algılayamıyordu. Ama Aksel'in konuştuğunu biliyordu.

Kolunda bir baskı hissetti ve sertçe ayağa kaldırıldı. Beyni kulaklarından akıyormuş gibi, artık tepki bile veremiyordu Aksel'e. Cansız, sıcaktan erimiş plastik bir manken gibi, Aksel ne istese onun şeklini alıyordu. Hissettiği tek şey yanaklarını kavuran göz yaşlarıydı.

Sırtı sertçe duvara yaslandığında bile tepki verebilecek durumda değildi. Bilinci kayıyordu.

Sonra yanaklarında bir baskı hissetti. O ana kadar gözlerinin kapandığının farkında değildi ama o baskıyla gözlerini açtı. Çenesi yanaklarını tutan elin ortasına yaslanmış ve yanakları o elin parmaklarının esareti altına alınmıştı.

"Hayır!" dediğini duydu Aksel'in. Ama sesi uzaklardan geliyordu sanki. Algıları kapanmaya başlamıştı. Beynindeki sızı her geçen an artıyordu...

Yanaklarını sıkan parmakların baskısı gitti, bu kez de yanaklarına küçük küçük atılan darbeler aldı o parmakların yerini. Ve Aksel'in sesi netleşmeye başladı.

"Bayılmayacaksın duydun mu beni? Bayılmayacaksın!"

Bir an boşluğa düşüyormuş gibi olduğunda göğsündeki baskı arttı ve duvara daha da sabitlendi.

"Lütfen." dedi bilincini kaybetmeyeceğini anladığında. Ona bile izin yoktu. "Ben sana hiçbir şey yapmadım, bunu bana neden yapıyorsun?"

Sesindeki o duyguların biraz da olsa karşısındaki adama geçmesini diliyordu. Merhamet... Hiç olmadığı kadar ihtiyacı vardı şu an merhamete. Beklediği olmadı, aksine daha ne olduğunu bile anlayamadan karşısındaki adam üzerindeki askılının yakasından tutup bir anda çekince, kumaşın yırtılma sesi odanın içini doldurdu. Genç kız bir an dondu kaldı. Gözleri tek bir noktaya bakakaldı. Hafif bir soğukluk karnına çarptığında olanı ancak idrak edebilmişti. Üzerindeki askılıyı yırtmıştı ve şimdi o askılı bir yelek gibi sallanıyordu iki kolunda.

"Canım öyle istiyor çünkü."

Genç kız çıplaklığını kapatmak istercesine kollarını göğüslerine sarmak istedi ama kolları, karşısındaki adam tarafından tutulduğunda bu isteği de geri püskürtülmüştü. Bu haksızlık diye düşündü genç kız. Bu çok büyük bir haksızlık...

Neden sesini kimse duymuyordu? Neden kimse ona yardım etmeye gelmiyordu?

Sırtı duvara yaslıyken yere çökmeye çalıştı. Yere çökmeli, dizlerini kendine çekmeli ve saklanmalıydı... Onun arsız bakışlarının üzerinde olduğunu bilmek, etini canlı canlı yakıyordu sanki. Öyle çok ağlıyordu ki, göz yaşları artık göğüslerine doğru süzülüp sutyeninin kumaşında ölüyordu.

Yere çökmeliydi, öyle çok çökmeliydi ki toprak onu bağrına kabul etmeliydi.

Ama daha üç santim bile kayamadan bu hamlesi de Aksel tarafından geri püskürtüldü; boğazındaki baskıyla. Nefesini kesecek kadar sert, yere düşmesine izin verecek kadar da yumuşak değildi o baskı. Ve ardı arkası kesilmeyen göz yaşları, Aksel'in elini yıkıyordu şimdi. Aldığı şiddetli nefeslerin etkisiyle kuruyan dudaklarını ıslattı ve onun yüzüne bakan adamın grilerinin tam içine baktı. En içine...

Aynı şeyleri, daha acı bir şekilde yaşamaktansa ölmek...

"Öldür beni!" diye fısıldadı. Titreyen çenesi yüzünden kelimeleri de titrek çıkmıştı.

Karşısındaki adamın yüzündeki gülümseme çok daha şeytani bir hâl aldığında, genç kızın içinde artık azıcık bile umut kırıntısı kalmamıştı. Gözlerini kapattı ve bir kez daha fısıldadı, "Öldür beni!"

Yüzüne akan ılık bir nefesi hissettiği an yüzü buruştu, zaten bulanan midesi artık iyice boğazındaydı. Safranın acı tadı damağına yayılmıştı. Kussa... Bu kurtuluşu olur muydu? İğrenip dokunmazdı belki? Her ne kadar midesi bulansa da kusabileceğini de sanmıyordu. Burnunun üzerinde bir baskı hissetti. Aksel'in dudakları... Ağlaması şiddetlendi. Kendi sesine karışan onun sesiydi.

"Daha değil bebeğim."

Sonra onun nefesini dudaklarının üzerinde hissetti. Başını çevirmeye çalıştı ama onun kıskaçları altında, hareketlerine yön veremiyordu.

"Henüz seninle işim bitmemişken olmaz."

Tam dudaklarına dokunacaktı ki o dudaklar, odanın dışından ama evin içinden bir gümbürtü koptu.

Gözlerini açtı genç kız alelacele. Aksel'in başı kendinden uzaklaşmış, kapıya doğru dönmüştü. Genç kızın da bakışları kapıya döndü. Bir hareketlilik yoktu kapıda, ama orada bir şeyler olduğu belliydi. Genç kızın ölen umutları, gömüldükleri toprakları tırnaklarıyla kazıya kazıya çıktılar dışarı. Olabilir miydi? Savaş kendisini kurtarmaya gelmiş olabilir miydi?

Aksel'in eli bedeninden çekildiğinde, titreyen bacakları onu taşımadı ve hızla yere çöktü. Dizleri göğüslerine kapanmıştı. Ve gözyaşları... Bir an olsun kesilmiyorlardı.

"Ne sikim oluyor orada?"

Aksel'in huysuz çıkan sesiyle genç kızın korku dolu bakışları Aksel'e döndü. Kapıya doğru yöneldiği için ensesine bakıyordu. Her ne dönüyordu bilmiyordu ama Aksel'i üzerinden almıştı ya, iyi ki de dönüyordu.

Yanılmıştı belki de kimse kendisini kurtarmaya gelmemişti? Burada oturması mantıklı değildi. Bir şeyler düşünmeli bir şeyler yapmalıydı. Biri gelmemişse bile orada olan şey, Tanrı'nın ona yardım eli olmalıydı. Ama titremesi o kadar şiddetliydi ve göz yaşları o kadar çok akıyordu ki, değil yerinden kalkmak kolunu kaldırmaya hâli yoktu. Başını dizlerine yasladı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.


💎


Genç adam önünde durduğu kapıya baktı. Çok da sağlam görünmeyen kapıyı birkaç tekme ile rahatça açabilirdi. Elindeki tabletine son kez baktı. Doğru adresteydi. Tabletin kapatma tuşuna basıp ekranı kilitlerken hafifçe soluna doğru döndü ve kaldırdığı sağ ayağını kapıya sertçe geçirdi, kapı hafifçe titredi. Beklemeden arka arkaya tekmeleri geçirmeye başladı ve dördüncü tekmenin sonunda kapı büyük bir gürültü ile açıldı. Arkadan kilitli olmadığı için şanslıydı.


Çatılı kaşlarıyla birkaç saniye bekledi. Herhangi bir hareketlenme olmayınca evin içine ilk adımını attı. İçinden "Ulan İzel..." diye geçirdi. Burada ne işi vardı kendisi de çözemiyordu ama başına ne geliyorsa, İzel'e hayır diyemediği için geliyordu. Ve sevgili kardeşinin bu aralar iyilik meleği olası tutmuştu, önüne gelene yardım etmeye çalışıyordu. Önünde uzanan koridora ilk adımını attığında kulaklarına bir inilti geldi. Sonra kulaklarına kalın bir tona sahip erkek sesi doldu.

"Ne sikim oluyor orada?"

Omuzlarını salladı Gece. Başını iki yana doğru hızla çevirip boynunu kütletti. Birkaç büyük adımda koridoru bitirip bulduğu ilk kapıdan içeriye girdiğinde geç kalmamış olmayı umuyordu. Buraya gelişi on dakika bile sürmemişti. Sinyalini arattığı telefonun kapanmaması da işlerini oldukça hızlandırmıştı ama yeri geldiğinde otuz saniye bile bir ömre bedel olabiliyorken şu an geç kalıp kalmadığını kestirmesi imkânsızdı.

Adımları onu salona getirdiğinde Salonun karşılıklı duran bir diğer kapısında gördüğü adam çatılı kaşlarını daha çok çatmasına neden oldu. Bu yüzü çok iyi hatırlıyordu. Başı yavaşça sağ omzuna doğru yatarken, rahatsız ettiği kızın yine aynı kız mı olduğunu da düşünüyordu aynı zamanda. O videoyu izlemişti. Bu herifi bilinçsiz, her şeyden habersiz olan o kızı nasıl çekinmeden, sıkılmadan, utanmadan istismar ederken görmüştü. Bir gün karşılaşmayı umuyordu. Hem o olay yüzünden hem de bilgisayarına sızdığında karşılaştıkları yüzünden.

Birkaç adımda salonun içine doğru yürürken elindeki tableti yanından geçtiği koltuğun üzerine bıraktı. Bu süreçte gözlerini bir an olsun karşısındaki zibididen çekmemişti. Aynı şekilde bakışları karşılık buluyordu Gece'nin. Aralarında bir üstünlük savaşı başlamıştı.

Karşısındaki beyaz saçlı adam, üstünlüğü eline almak istiyor gibi kendine doğru yaklaşırken, ellerini de beline yaslamıştı. Kolundaki saatten kulağındaki küpeye kadar her şeyi beyazdı. Çok masum olduğunu düşündüğü için mi beyazı tercih ediyordu şimdi bu puşt?

"Sen de kimsin?" diye sordu karşısındaki adam, Aksel. Gece bir süre cevap vermeden öylece bakarken, dili kısa bir anlığına sağ yanağının içini dolaştı. Aksel'in sorusunu es geçti ve "Kız nerede?" diye sordu.

Aksel alayla güldüğünde birbirlerine yeteri kadar yaklaşmışlar ve karşı karşıya duruyorlardı. Yüzündeki eğlenen ifade ile Gece'yi baştan aşağı süzdüğünde Gece küçümsendiğini fark etti. Bu düşünce dudaklarını iki yana gererken bunu güldüğü için yapmamıştı. Başı kısacık bir an sol tarafına döndü ve bir anda yeniden Aksel'e dönüp yakalarından tuttuğu gibi zaten yeterince hasar alan burnuna alnını sertçe geçirdi. Bir anda gelen bu hareketi beklemeyen Aksel, aldığı darbeyle acıyla inlerken Gece durmadı ve bir kez daha kafasını gömdü. Burnundan gelen kemiğin kırılma sesiyle birlikte burnundan boşalmaya başlayan kan ile üzerindeki tişört beyazdan kızıla boyanmaya başlamıştı.

"Nasıl?" diye sordu Gece. "İzel'in hafif darbeleri gibi olmuyormuş değil mi?"

Yakalarından tuttuğu adamı geriye itip yere düşmesini sağlarken, "Gökte ararken burada buldum seni." dedi sertçe. Aynı anda iki bacağının arasında burnunu tutarak yatan adamın yüzüne sert bir yumruğu indirdi.

"İzel fark etmediğimi sanıyor ama onun boynundaki izi gördüm. Onu sen yaptın."

Bir yumruğu daha onun yüzüne geçirdiğinde acı dolu inlemeyi bir kez daha duymayı bekledi ama onu yerine duyduğu gülme sesi, Gece'nin beklediği bir şey değildi. Aksel burnundan elini çekti ve gülmesi şiddetlenirken ellerini havada birleştirip avuçlarının arasında hayali bir boyun varmış gibi sıktı.

"Burada." dedi gülüşlerinin arasından gözleri ile havada halka şeklinde duran elini işaret ederek. "Tam bu noktada hissettim o korkuyla çarpan nabzını." Bir kahkaha atarken ellerinin şeklini bozup kollarını iki yanına doğru yere uzattı.

"Bir dakika... Bir dakika sonrasında ellerimde ölmüş olacaktı."

Kısılı gözleriyle pür dikkat karşısındaki adamı izliyordu Gece. Bakışları onun üzerinde gezinmeye başladığında boyun kısmında dikkatini çeken bir ayrıntı kaşlarını çatmasına neden oldu. Hızla eğildi ve altında boylu boyunca yatan adamın çenesini tutup başını sola çevirdi. Şah damarının tam üzerinde bir dövme... Beyaz mürekkep ile tene kazınmış bir yazı.

Mourir ou tuer...

Fransızca olan bu söylemin karşılığı 'öl ya da öldür'dü. Ama asıl garip olan şey yazının anlamı değildi. Bu dövmeyi de hatırlıyordu. O an altında yatan adamın kim olduğunu anladığında "Sikerler..." diye bir nida çıktı ağzından. "Sen O'sun."

Aksel karşısındaki adamın daha ilk bakışta kim olduğunu anlayabilecek kadar zeki bir adamdı. Bu yüzden bu soru onu şaşırtmadı ve istifini bozmadan başını salladı ağır ağır.

"Eğer kim olduğumu biliyorsan, sana neler yapabileceğimi de biliyorsun. Canını seviyorsan ardına bakmadan kaç derim sana."

Gece gerçekten şaşkındı. İlk gördüğünde o adamın bu adam olacağına ihtimal vermemişti ama şimdi gerçek gözlerinin önünde, ellerinin altındaydı. Bu O'ydu.

Dudakları yavaşça iki yana kıvrılırken başını sol omzuna yatırdı. Artık altındaki adamı daha dikkatli izlemeye başlamıştı. Alt dudağını ağzının içine doğru yuvarladı ve ıslıklı bir nefesi içine çekip "Kaçayım öyle mi?" diye sordu.

Aksel'in kırık burnuna rağmen keyfi yerinde görünüyordu. Birden, atabileceği en sert yumruğu Aksel'in yüzüne indirdi Gece ve Aksel'in elmacık kemiğindeki derinin sıyrıldığına anbean şahit oldu. Açılan yaradan da kan sızmaya başlamıştı. Yana savrulan kafasını çenesinden tuttu Gece ve kendi yüzüne çevirip "Ben senin kim olduğunu biliyorum, neler yapabileceğini de öyle... Sınırlarını biliyorum. Ama buradaki asıl mesele ne biliyor musun piç kurusu? Sen beni tırnağının ucu kadar bile tanımıyorsun. Şimdi o İzel'i öldürmek için tuttuğun bir dakikayı kendin için tutuyorsun ve bir dakika içinde bu evden siktir olup gitmiş oluyorsun ve bu evin adresini de o mercimek kadar olmayan aklımdan siliyorsun." diye tısladı sıkılı dişlerinin arasından.

"Yoksa?"

Aldığı karşılık bu olduğunda birkaç saniye hareketsiz kaldı ve yine ani bir hareketle, boştaki eliyle Aksel'in, kırdığı burnunun kemerini tutup sıktı. Biraz önceki yumruklardan alamadığı reaksiyonu şimdi almıştı, Aksel acı dolu bir çığlık atmıştı.

"Yoksa, seni kum torbası..." dedi içinde gram duygu kırıntısı olmadan baskılarına devam ederken. "Gelmişini geçmişini senin üstüne koyar, seni ters yatırır düz sikerim. Görmediğin, bilmediğin şekillerde kerelerce kez öldürürüm seni."

Ellerini çekip son bir kez yumruk attı altındaki adama. Ardından kolundan tutup ayağa kaldırdı. Burnuna yaptığı o baskı canını oldukça yakmış olacak ki zorluk çıkarmamıştı. Kapıya kadar geldiklerinde elindeki bir insan değil de çöp poşetiymiş gibi kapıdan dışarı savurdu Aksel'i. Ardından parmağını sallayarak son kelimelerini sarf etti onun yüzüne.

"Sakın seni bu kadar hafif darbelerle gönderdiğim için yanlış bir algıya kapılma. Yarın okulda olman lazım senin. Kime bulaştığınızı öğrendiğinizde suratlarınızın alacağı tepkiyi merak ediyorum."

Ve kapıyı Aksel'in suratına kapattı. Biraz önceki zorlamadan dolayı kapı kapanmadan yavaşça geri açıldığında kapıyı tekrar itip bu kez kenarda duran kilidi kapının üzerindeki yuvasına taktı ve kapıyı tamamen kapatmış oldu.

Eve çöken sessizlikle birlikte duyduğu kısık ses ile bir an ne yapacağını bilemedi. Ağlama sesiydi... Bakışları kapıya kaydı bir süre. Sonra omzunun üzerinden yeniden içeriye baktı sanki onu görebilecekmiş gibi. Ne yapmalıydı? Aklından geçirdiği bu soruya cevap bulamadan ayakları gideceği yönü biliyormuş gibi salona geri döndü. Ağlama sesi şimdi daha net geliyordu. Durmadı adımları, sesin kaynağına doğru ilerledi ve biraz önce evden attığı herifin çıktığı odanın önünde durdu. Yapması gereken tek şey açık olan kapıdan içeriye bir adım atmaktı ama tereddüdün kucağına düşmüştü, dizlerine kadar oraya saplanmıştı.

"Salak mıyım ben amına koyayım? Ne diye tereddüt ediyorum ki? Sadece bakıp çıkacağım." diye mırıldandı kendi kendine. Geç kalıp kalmadığını açıklığa kavuşturmak istiyordu. İçeriye girdiğinde kısaca odanın içini taramıştı. İlk olarak yatağa kayan gözlerine serilen boşluk kısa bir anlığına onu rahatlattı. Bakışları arayışına devam ederken odanın bir köşesinde, bacaklarını iyice karnına çekmiş, yüzünü dizlerine gömüp kollarını da bacaklarına dolamış bir şekilde, cenin pozisyonunda yatan kızı gördü. Ağladığı için ince omuzları şiddetle sallanıyordu ve görebildiği kadarıyla üzerinde sutyeni vardı.

Aynı kızıl saçlar, aynı zayıf beden...

O kadar çaresiz ve korkmuş görünüyordu ki. Gece bir an afalladı. Kıza doğru bir adım attığında adımı parkede izini bırakırcasına gıcırdamıştı. Gözlerini kızdan ayırmazken kızın daha da sindiğini gördü duvara. Duvar onu içine çekebilirmiş gibi duvara sığınıyordu. Ve sonra zayıf ince sesini duydu. Korkusu sesine yapışmış, çıkmayan bir lekeydi sanki.

"Lütfen yaklaşma, bırak beni, ne olursun git."

Kendisini Aksel zannediyor olmalıydı. Gece içine sıkıntılı bir nefes çekti. Farkında olmadan kızın bu hâli içinde bir yerlere dokunmuştu. Afallamak, duraksamak, bunlar Gece'nin kitabında olmayan kelimelerdi. Ama şimdi gerçekten ne yapacağını bilmiyordu. Kısa bir an ensesini kaşıyıp öylece bakakaldı duvar dibinde küçücük kalmış kıza. Öyle savunmasızdı ki...

Duraksayan adımları yeniden harekete geçerken, çıkarabileceği en yumuşak ses ile "Sakin ol, sana zarar vermeyeceğim." dedi. Onu korkutmak istemiyordu. Sesiyle birlikte kızın sesi kesildi, omuzundaki titreme durdu. Sakinleştiği için değil de donup kalmıştı sanki. Başını yavaşça kaldırdı genç kız ve Gece, onun ağlamaktan kıpkırmızı olan, korkuyla dolmuş, küçük savunmasız bir çocuğun gözlerini andıran gözleri görmeye hazır olmadığını hissetti. Aklına İzel geldi. Onu bulduğu o an. Arada fark vardı, İzel korkmuyor ya da ağlamıyordu ama daha çok küçüktü ve hiçbir şeyin farkında değildi. Pişman olmadığını söylese de onun içten içe pişman olduğunu hep biliyordu. Ama şu an göz göze geldiği bu kız... Kesinlikle korkuyordu. O kadar çok korkuyordu ki, yerine sinip duvarın onu saklamasını bekleyecek kadar korkuyordu. Aklını ve mantığını yitirecek kadar korkuyordu.

"Bakma!"

Gece duyduğu cılız ses ile bakışlarını hızla kızdan çekerken "Tamam bakmıyorum." diye mırıldandı. Kızın ağlama sesi yeniden kulaklarına dolmuştu. Boğuk gelen sesinden anladığı kadarıyla başını yeniden dizlerine gömmüş olmalıydı. Alt dudağını dişleri arasına aldı ve hızla yatağa yaklaşıp yatağın üzerinde serili olan krem rengi üzerinde pembe çiçekler olan yorganı yere attı. Yorganın altındaki krem rengi çarşaf açığa çıktığında beklemeden çarşafı sökercesine aldı yataktan. Başı öne eğik bir şekilde, gözleri kıza bir an olsun değmeden kızın yanına adımladı ve çarşafı kızın üzerine serdi başı açık bedeni kapalı olacak şekilde.

Genç kızın şaşkınlığını yüzünü göremese bile hissetti. Başının yan tarafına oturup sırtını duvara yasladı ve bir dizini kırıp kolunu dizine doğru uzattı. O iyiydi, kalmasına gerek yoktu ama gitmek gelmiyordu içinden. Nedenini bilmediği bir şekilde kalması gerektiğini hissediyordu.

İzel sorduğunda emin bir şekilde cevap vermeliyim, yoksa o cadı başımın etini yer diye geçirdi içinden. Ever tek nedeni buydu. Hem, başka ne olabilirdi ki? Göz ucuyla hemen yanında yatan, ağlaması durmamış ama şiddeti azalmış olan kıza baktı. Hâlâ aynı pozisyonda duruyordu. Bir süre aralarında sessizliğin sağır edici sessizliği kol gezdi. Kaç saniye kaç dakikanın üzerine devrildi, yelkovan akrebi ne kadar kovaladı bilmiyordu ikisi de ama sonunda konuşan Hazal oldu.

"Sen kimsin?"

Ağlaması artık iç çekişlere dönmüştü. Bu iyi diye düşündü Gece. Artık hiçbir şeye geç kalmadığından emindi. Derin bir nefes aldı ve "İzel gönderdi beni." diye cevap verdi duymak istediği sorunun kim olduğundan çok buraya nasıl geldiği olduğunu bildiğinden.

Bir süre daha sessizliğin koynunda demlendiler tatları acıyıncaya dek.

"İzel mi?" diye sordu genç kız. Sesinden akan masumiyet olduğu gibi geçiyordu genç adama. Gece'nin bakışları karşısındaki duvardan kıza kaydı. Hâlâ aynı şekilde yatıyordu. Başı dizlerinden biraz ayrılmış olsa da yine de hâlâ devekuşu misali oraya gömüldüğünü söylemek mümkündü.

"İzel'in nasıl haberi oldu ki?"

Genç adam bir anlık aklından çıkan ayrıntıyı yeniden hatırlayınca, dizine yaslayıp ileriye uzattığı kolunu dirseğinden kırıp burun kemerini sıktı. O herif şu an evinde dahası İzel'in odasındaydı. Yakalanırsa bittiklerinin resmi kaderlerine kocaman bir kırmızı çizgi olarak çizilirdi. O felaket senaryosunu düşünmek bile istemiyordu. Elini burnundan çekti ve başını eğip saçlarını karıştırdı parmaklarıyla.

"Kalkavan." diye girdi söze. İzel ile o herifin o anlarına şahit olmak... Görmek isteyeceği son şey bile değildi. Sırf bu yüzden bile İzel'i boğmak istiyordu. "Bizim evde mahsur kaldı biraz. Bu yüzden ben geldim."

"Anladım." diyebildi genç kız. Artık sesi belli ölçüde sakinleşmiş geliyordu. Göz ucuyla kıza baktı Gece. Titremesi geçmiş, kolları bacaklarından çözülmüş olacak ki elleri başının altında yastık görevini görüyordu. Tamam diye geçirdi içinden. O şu an tamamen iyi, artık gidebilirim.

Boştaki elini yere yasladı ve yavaşça ayağa kalktı. Son kez kıza baktı ve son kez dudaklarını araladı.

"O zaman ben gidiyorum. Kapın kapanmıyor haberin olsun. Ben çıktıktan sonra açık kalacak, kalkıp kilitlemelisin."

İstifini bozmayan genç kız "Hı hı." diye mırıldandı sadece ve hareket etmeden yatmaya devam etti. Gece başını iki yana sallarken, sırtını kıza döndü ve önce odadan sonra da evden çıkıp gitti...

Aralarında geçen son konuşma bu olur sanıyordu oradan ayrılırken.

Ama kader...

💎🎭

Zaman ayırıp okuyan herkese sonsuz teşekkürler❤️

Loading...
0%