Yeni Üyelik
21.
Bölüm

20| AENEAN

@saniyesolak

YAZARDAN;

 

İçinde biriken tüm öfkeyi bir kenara itti genç kız ve ağlamaktan şişen gözlerini koyu bir makyaj ile ustalıkla gizledi. Aldığı darbe o kadar büyüktü ki neredeyse yıkılmak üzereydi. Aynadaki aksine bakıp başını iki yana salladı. "Hayır!" dedi kendi kendine. "Ben yıkılmam. Ben en güçlüyüm. Ben Tanrıçayım."

Telefonuna gelen bildirim ile gözlerini aksinden çekip telefonuna dikti. İki abone kaybı daha... Gördüğü bildirim ile telefonu elinde sıkarken derin bir nefesle yutkunup yavaşça masaya geri bıraktı ve nude tonundaki rujunun kapağını açıp dudaklarına güzelce yedirdi o ruju. Bugün hayatının dönüm noktasıydı. Elindeki her şeyi kaybetmekle yüz yüze kalmıştı. O kız... Hafife aldığı o sürtük, her şeyini elinden almıştı. Aklı almıyordu. Nasıl Kahraman Hancı'nın kızı olabileceğini aklı almıyordu. Öylesine zengin, adını tüm dünyaya duyurup dünyanın sayılı zenginleri arasına girebilen bir adamın kızı nasıl burslu olabilirdi? Neden kimliğini saklama gereği duyardı? Düşündükçe delirecek gibi oluyordu. Ama en başından beri kendisine karşı takındığı o rahat tavırların nedenini de açıklıyordu bu durum. Kendine güveniyordu, yanındaki o herife güveniyordu, soyadına güveniyordu çünkü...

O herif, Gece... Yanında öyle birisi olsa kesinlikle sırtının yere gelmeyeceğinden emindi. O adam tam olarak ihtiyacı olan adamdı ama aptal değildi Yasemin. O adamı yanına çekemeyeceğinin gayet farkındaydı. Çekmek için nelerini vermezdi ama...

Tüm bunları düşünmeyi sonraya erteledi. Şu an yapacak çok daha önemli işleri vardı. Babasının üzerine olan tüm malları gitmişti ve kendi birikimi de onu en fazla bir yıl kadar idare ederdi. Maddi olarak kendini güvenceye alması gerekiyordu ki bu da abone kaybederek yapılacak bir şey değildi.

Ruju sürmeyi bitirdiği esnada odasının kapısı çaldı. Genç kız aynadaki aksini izlerken "Gel." dedi. Onu biraz bile tanıyan birisi o komut vermeden odaya girilemeyeceğini bilirdi. Hizmetçisi Roza içeriye girdiğinde dönüp bakma gereği görmedi. Onun yerine saçlarını düzeltmeye başlayıp hizmetçisinin söyleyeceklerini bekledi.

"Efendim anneniz ve babanız geldiler, salonda sizi bekliyorlar."

Bozuk Türkçesi ile söyledikleri Yasemin'in gözlerini aynadan Roza'ya çevirmesine neden oldu. Kısık kahvelerinde tehdidin kıvılcımı parlarken "Sana onları içeriye almanı söyledim mi?" diye sordu. Sesi de en az gözleri kadar tehdit doluydu. Roza'nın gözlerine korku çökünce tatmin olmuşçasına bir iç çekip oturduğu yerden kalktı. İnsanlara korku salmaya bayılıyordu. Kızın yanından geçerken ona göz ucuyla bakıp başını iki yana salladı ve yoluna devam etti.

Odasından çıktığında onu karşılayan asma katın tırabzanlarına ellerini yaslayıp aşağıda ayakta bekleyen anne ve babasına baktı. Sadece gelmekle kalmamışlar, eşyalarıyla beraber gelmişlerdi.

"Sevgili anneciğim, gezin çok kısa sürmüş. Ben daha uzun kalırsın diye düşünüyordum."

Sesi evin içini doldururken salonda ayakta bekleyen iki kişi de başlarını kaldırıp baktılar genç kıza. Anne, Rabia Koçer kızını gördüğünde gözlerine sevincin ışıltıları yansısa da hüzün hakimdi o gözlerde. Sadık Koçer ise son derece mahcuptu. İkisi de hiçbir şey söylemeyince genç kız ellerini trabzandan ayırıp yavaşça merdivene doğru yürüdü ve büyük bir sakinlikle indi o basamakları. Babasına karşı son derece öfke dolu olsa da bunu ustalıkla gizledi ve aşağıya indi. Pamuklu bornozunun ipini düzeltirken "Görüyorum ki buraya sadece ziyarete gelmemişsiniz?" dedi son derece rahatsız bir ses tonuyla.

Babası sessizliğini koruyup bakışlarını kaçırırken annesi "Kızım..." deyip bir adım öne çıktı. "Durumları öğrenmişsindir..." Bir an ne söyleyeceğini bilemeyip sustu. Sonra kızının sorgulayıcı bakışlarını görünce yeniden konuşmaya çalıştı. "Biz... biz..." Ama kelimeler bir türlü toparlanıp da bir bütün haline gelemediği için konuşamadı.

Yasemin başını iki yana sallayıp gözlerini devirirken "Dur ben söyleyeyim anne." dedi imalı ve iğneleyici bir sesle. Ardından gözleri babasına döndü ve devam etti. "Elinizde ne var ne yoksa kaybettiniz ve sonra da buraya geldiniz." Bir adım atıp babasına yaklaştı. "Söylesene baba, bu senin kaçıncı batırışın? Hiç mi akıllanmadın?"

Sadık Koçer sırtını dikleştirip kızının yüzüne baktı ve "Eğer o kıza bulaşmamış olsaydın bunlar yaşanmazdı kızım." dedi. Sesi ifadesiz çıksa da tüm olanlardan kızını sorumlu tuttuğu aşikârdı.

"Beni mi suçluyorsun?"

Başını iki yana salladı Sadık Koçer ve "Seni suçlamıyorum. Sadece soyadı Hancı olan birine dikkat etmeliydin diyorum." dedi. Ne kadar itiraf etmek istemese de kendi kızından korkuyordu.

Bu sözler Yasemin'in kahkaha atmasına neden oldu. Ama bu birkaç saniye sürdü ve içindeki gerçeği yansıtırcasına, korkutucu gözleri delici bakışlarını babasına dikti.

"Sen karşında kim var sanıyorsun? Ne olduğumu çok iyi biliyorsun baba, neler yapabileceğimi de. Hiçbir şeye tolerans tanımayacağımı da çok iyi biliyorsun, hiç kimseye... Bugün ne oldu biliyor musun? Senin beceriksizliğin neye mâl oldu?"

Bir süre adamın gözlerinin içine bakıp her bir kelimesinin zihninin her köşesine çakıldığından emin olup devam etti sözlerine.

"Kendi okulumda herkesin önünde aşağılandım, küçük düşürüldüm. Bu üç gün önce saçlarımı yolmasından çok daha kötüydü çünkü o gün ilk hamleyi yapan bendim. Bu kez savunmasız yakalandım ve beklemiyordum. Gözlerimin içine eze eze baktı ve benim olan her şeyin aslında en başından beri kendine ait olduğunu söyledi. Eve nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum. Şimdi gelmişsin dikkat etmeliydin mi diyorsun? Ben nereden bileyim senin Kahraman Hancı'nın kulu köpeği olup her şeyi geri onun sayesinde kazandığını ve o sürtüğün İzem Hancı olduğunu?"

Ustalıkla sakladığı sinirini artık saklamakta zorlanıyor, elleri titriyordu. Bugün olanlar haddinden fazla ağır geliyordu genç kıza ve bazen taşıyamayacağını düşünüyordu. Sonra duruyor derin bir nefes alıyor ve "Hayır..." diyordu. "Ben bundan daha fazlasıyım. Bundan çok daha güçlüyüm."

Yine aynı yolu izledi ve derin bir nefes alıp parmaklarını avuçlarına sürterek karşısında duran ebeveynlerine baktı.

"Ne istiyorsunuz?"

Annesi yan gözle kocasına bakıp başını iki yana salladı ve kızına odaklanıp "Bizi evden apar topar çıkardılar, nereye gideceğimizi bilemedik, Teyzen yurt dışındaymış ve en az bir ay daha dönmezmiş amcanı zaten biliyorsun, bizi asla kabul etmez. Bu yüzden sana geldik kızım." dedi. Sesi baştan sona kızına karşı olan sevgisini ve şefkatini haykırıyor, gözleri o sevgiye karşılık bulup yardım etmesi için adeta yalvarıyordu.

Yasemin bir süre annesini süzdü. Gözleri avını yakalayan kedi gibi sinsi bir kıvılcımla parlamıştı. Kollarını göğsünde kavuştururken başını omzuna yatırıp "Ne oldu? En son benim parayı kazanma şeklimden nefret ediyordunuz?" dedi sorarcasına ezici bir ses tonuyla. "Ahlak bekçiliğiniz tutuyor, o küçük vicdanlarınızla boğulup başımın etini yiyip duruyordunuz bunu yapmamam için? Psikolog psikolog gezdirmeye çalışıyordunuz beni? Hatta sen anne... Sana kendi paramla aldığım hediyeyi, paranın nereden geldiğini bildiğinden kabul etmemiştin?"

"Kızım biz..." diye araya girmeye çalışsa da Rabia Koçer Yasemin elini kaldırıp "Kes!" diyerek susturdu annesini. Annesinin kendisini anlatmaya çalışırken kıvranmasını zevkle izleyebilirdi ama vakti yoktu. Aksel birazdan burada olurdu ve tüm enerjisini o aptala saklamak istiyordu.

"İki gün boyunca burada olmayacağım. Bu süre zarfında burada kalabilirsiniz ama döndüğümde tek bir saçınızın telini bile bulmak istemiyorum. Sevgili babacığım eminim ki götünü yalayacak yeni birilerini bulursun zaten sen. O yüzden çok da dert etmeyin."

Tam arkasını dönüp gitmeye hazırlanıyordu ki aklına gelen bir fikirle yeniden ebeveynlerine dönüp, "Ha bir de benim yolumu denemek isterseniz o zaman başka. Burada istediğiniz kadar kalabilirsiniz. Üstelik size işi öğrenme konusunda da seve seve yardım ederim." dedi eğlenen bir sesle alay ederek. İkisinin de bunu kabul etmeyeceğinin elbette ki farkındaydı. Onların hassas bünyeleri böyle bir şeyi asla kaldıramazdı. Hele de annesininki...

Gülerek başını iki yana sallarken onlara sırtını döndü ve merdivenlere doğru ilerlerken "Ah sizin şu hassas kalpleriniz yok mu? Benim gibi bir deha sizden nasıl çıktı hiç anlamam ki!" diye mırıldandı.

Odasına geri döndüğünde hızla önceden seçip yatağına koyduğu kıyafetlere göz attı. Bir an kararsız kalsa da en sonunda omuz silkip minicik kot şortu bacaklarından geçirdi ve düğmesini kapatıp fermuarını çekti. Odasındaki boy aynasından dönüp dolgun kalçalarına baktığında mutlulukla gülümsedi. Erkeklerin taptığı bu kıç için uzun yıllar squat yapmıştı ve ekmeğini de bol bol yiyordu. Kıyafetinin bir diğer parçası olan dantelli kırmızı braleti ve tek bant şeffaf topuklularını ayağına geçirdiğinde hazırdı. Komodinin üzerinde duran telefonunu eline alıp Aksel'in numarasını tuşladı ikinci çalışta açılan sesten sadece "İki dakika içinde oradayım." diyen sesi duydu ve telefon kapandı. Sesinin son derece sıkkın olması, genç kızı iki farklı düşünceye itiyordu; ya okuldaki o saçma sapan tavrı yüzünden Yasemin ile karşılaşmaya hazır değildi ya da gerçekten büyük bir sorun kapılarındaydı.

Yatağının üzerindeki valizini bir kez daha kontrol edip tüm ekipmanlarının tam olduğundan emin oldu. Tüm bunları o aptal kızın üzerinde kullanmayı ne kadar çok istese de bu şimdi daha uzak bir ihtimaldi. O artık ulaşamayacağı bir hedef gibi görünüyordu. Lanet olsun diye geçirdi içinden. Bu asla tahmin edemeyeceği bir şeydi ve nasıl bir yol izlemesi gerektiğini artık iyice hesaplaması gerekiyordu. Evet ulaşılmaz görünüyor olabilirdi ama Yasemin Koçer hiçbir zaman hiçbir konuda pes eden taraf olmamıştı. Sınırları olmayan birinden kimse pes etmesini bekleyemezdi öyle değil mi?

Kapısı çalınmadan açıldığında çattığı kaşları ile kapıya dönüp gelene baktı. Aksel son derece rahatsız bir ifadeyle sırtını kapıya yaslamış Yasemin'e bakıyordu. Yasemin tam konuşmak, daha doğrusu Aksel'in ağzına sıçmak, için dudaklarını aralamıştı ki Aksel tek bir kelime ile onu susturdu.

"Biliyor!"

Kim neyi biliyordu? Yasemin olası ihtimalleri bir bir aklından geçirirken Aksel onun soru işaretlerine cevap vermek ister gibi "O herif... Gece... Kim olduğumu biliyor. Ne yaptığımı..." dedi. İşte bu Yasemin için buzlu su etkisi yapan bir cevaptı. Baştan sona bir ürperti tenini okşarken "Ne demek biliyor?" diye sordu sakin tutmakta bir hayli zorlandığı sesiyle. Tam şu an şu noktada Aksel'i çıplak elleri ile parçalama düşüncesine karşı savaşıyordu.

"Bilgisayarıma sızdıkları o gün öğrenmiş olmalı. Sandığımızdan daha usta biriyle karşı karşıyayız anlayacağın."

Yasemin duydukları kelimeleri anlamakta zorluk çekiyordu. Aklında, Aksel buraya geldiğinde okuldaki davranışları için onun canına okumak vardı ama bu duydukları... Darbe üzerine darbeydi resmen!

Alt dudağının iç kısmını dişlerinin arasına alıp çiğnerken ağzına gelen kan tadı umurunda bile olmadı. Parmakları avuçlarına doğru göçtü ve uzun, uçları sivri protez tırnakları avuç içlerine batıp derisini sıyırdı. Kanın beynine sıçrayıp orda kaynama noktasına geldiğini hissediyordu.

"Peki ya beni?" diye sordu. Aksel'in bilinip bilinmemesi kendinin ifşa olup olmadığını öğrenene kadar umurundaydı. Eğer ifşa olmamışsa olmayan sikine bile takmazdı bu durumu. Aksel aptallığının ve dikkatsizliğinin bedelini ödüyor olurdu.

"Sanmıyorum. Bilseydi bugün daha farklı olurdu tepkisi muhtemelen."

Yasemin'in sabrının sınırı tam olarak bu noktada patladı ve hırsla elindeki telefonu Aksel'e fırlattı. Eğer eğilmese muhtemelen şiddetle suratına çarpan telefon burnunu kırardı.

"İhtimaller Aksel! Bu konuda ihtimaller üzerine gitmen hiç hoşuma gitmedi. En kısa zamanda ifşa olup olmadığımı öğren ve bir dahaki sefer eğer dikkatsizlik edersen bir sonraki konuğumun sen olacağını beynine kazı yoksa ben direkt beynini kazırım."

Yapardı...

Derin bir nefes alıp sakinleşmek adına o nefesi birkaç saniye ciğerlerinde tuttu ve geri bıraktığında bir nebze daha sakindi. Yatağının üzerinde duran valizi alıp kapıya yöneldi ve "Şimdi, iş zamanı, kaybedecek bir dakikam bile yok!" deyip önce odayı ardından da evi terk etti. Aksel arkasından tereddüt dolu adımlarla onu takip ederken, şu an böyle bir girişim yapmanın iyi bir fikir olmadığını düşünüyordu. Dikkat çekebilirdi. Ama bunu dile getirecek cesareti kendinde bulamadı. Ellerini hırsa beyaz saçlardan geçirirken "Seattle'daki işe hâlâ okey misin?" diye sordu cevabın hayır olmasını umarak. Ama "Elbette okeyim. Seattle'a kesinlikle gideceğiz. Alfonso'yu ziyaret etmem gerekiyor." dedi Yasemin.

Alfonso...

Bu isim Aksel'in titremesine neden oldu. O herifin yanına gitmek için en ufak bir isteği bile yoktu. Aksine gitmemek için kafasına bile sıkardı ama Yasemin'in gözünde daha da aptal durumuna düşmemek için bunu da dile getirmedi.

Evin önüne park edilmiş Aksel'in arabasına yerleştiklerinde Aksel arabayı çalıştırıp "Nereye?" diye sordu. Genç kız ise telefonunda adresin yazılı olduğu mesajı Aksel'e göstermekten başka bir cevap vermedi. Yola çıktıklarında aklı hâlâ şu Gece denen herifteydi. Şu an resmen pamuk ipliğine bağlıydı hayatı. Tek bir yanlış harekette kopan o ip onun sonunu getirirdi ve Yasemin Koçer, sonunun gelmesine asla hazır değildi. Bu yüzden başını Aksel'e çevirip "Eğer o herif bu işleri bu kadar derinlerde yürütebiliyorsa mutlaka işin içinde de olmalı. Yani onun da yediği bir haltlar var. Onu bulmanı istiyorum. Bul ki elimizde ona karşı bir kozumuz olsun." dedi sert bir ses tonuyla. Öyle iyi bir plan yapmalıydı ki kendisi bu işten tereyağından kıl çeker gibi sıyrılırken diğerleri dibe batmalıydı.

 

*****

 

Mesajda yazan adrese geldiklerinde, karanlığın altında beyaz ışıklarla aydınlatılmış lüks dubleks eve baktılar. Tam o anda evin ana kapısı ardına kadar açıldı ve ardından iri uzun boylu siyahi bir adam göründü. Aksel adamı tanımıyordu ama Yasemin'in yüzüne baktığında onun tanıdığını anladı.

"Bu Frankenstein..." diye açıkladı Yasemin Aksel'e. "Eski bir CIA ajanı. Usulsüzlükleri yüzünden kovuldu. Üç saat önce, üç çıtırla bizim için Londra'dan geldi."

Aksel onlara yaklaşan adam dikkatle bakarken "Bu işin içinde yani?" diye sordu. Bu durum Aksel'de şüphe uyandırmıştı. Eski bir CIA ajanına güvenmek ne kadar doğruydu? Özellikle de böyle bir konuda?

"Garip değil mi? Başta bende şüphelendim. Ama Alfonso ile de çalışıyormuş iki yıldır. Yani güvenli."

Yine o isim... Yine tenini geren bir ürperti...

"Alfonso'nun da güvenirliği tartışılır!"

Yasemin başını Aksel'e çevirip yüzüne baktığında, gözlerinde gördüğü gerginlik, omuzları sarsılarak gülmesine neden oldu. Başını iki yana sallarken "Senin için zaten değil ama benim için en güvenli kişi o." dedi ve yanlarına gelen adamla konuşmaları sonlanmış oldu. Yasemin akıcı İngilizcesiyle "Merhaba Frankenstein. Seninle tanışmak benim için bir zevk." dedi. Uzattığı eli adamın iri parmakları arasında kaybolurken "Aenean... O zevk bana ait." diye karşılık verdi ve flörtöz bir tavır ile kızın elini dudaklarına götürüp nazik bir öpücük kondurdu.

Aenean...

Bu isim onu gerçeğiydi... Bu isim onun gücü ve kudretiydi... Dudakları kibirli bir gülümseme ile kıvrılırken "Her şey hazır mı?" diye sordu. Adam bir kez başını sallayıp onayladı ancak siyah bir zeytini andıran gözleri tereddütlüydü.

"Bir haftada iki iş... Çok riskli, çok dikkat çeker."

Omuz silkti Yasemin ve elini yavaşça adamın elinden çekip "Riskli şeyler her daim beni tahrik eder." dedi aslında neden yaptığını tamamen gizleyerek. Bir haftaya iki iş sığdırmak gerçekten çok riskliydi ama yapmak zorundaydı. Her geçen dakika aleyhine işliyor, para kaynakları birer birer ondan uzaklaşıyordu.

Birlikte içeriye girdiklerinde evin içinde sessizlik hakimdi. Genç kız başını kaldırıp içeriyi, sanki duvarların ardını görebilecekmiş gibi etrafı süzerken, siyahi adam yanına gelip ne aradığını biliyormuş gibi "Üst kattalar..." diye açıkladı. Yasemin başını sallayıp adamı onaylayarak merdivene yöneldiğinde attığı her adımda huzura biraz daha fazla yaklaşıyordu. Bu hayatta en sevdiği ilk şey, ona seksten bile daha fazla heyecan veren tek şey, kurbanlarının çığlıkları ve yalvarmaları eşliğinde eğlenmekti... Onlardan dökülen kan... Aldıkları son nefesleri dinlemekti... Bir de bunu paraya çevirdiğinde değmeyin keyfine...

Üst kata çıktığında aşağıdakinin aksine bu katta boğuk inlemeler ve ağlama sesleri duyuluyordu. O kadar kısık geliyordu ki, aşağı kata taşamıyorlardı bile. Dudakları iki yana kıvrılırken elindeki valizi yere bırakıp sakin adımlarla sesi ardına gizleyen kapıya doğru ilerledi.

Kapı kolunu kavrayıp yavaşça döndürdüğünde sesler kesildi. Kapıyı açtığında ise bomboş bir odada duvar dibine oturan, elleri ayakları ve ağızları sıkıca bağlanan kızların korku dolu gözlerle nefes bile almadan kendine baktıklarını gördü.

Bu manzara genç kızın avuç içlerini kaşındırırken kapıyı ardına kadar açık bırakıp kızların yanına doğru ilerledi ve tam önlerinde diz çöktü. Kızlar ağızlarına kapanan o siyah bez parçasına rağmen bir şeyler söylemek için çırpınmaya başladılar ama Yasemin'in, ne söylediklerini anlamak için seslerini duymaya ihtiyacı yoktu. Gözlerindeki o çaresiz bakışlar bas bas yardım için bağırıyordu. Belli ki karşılarında bir kadını görmek onların içine umut doldurmuştu. Genç kızın dudakları daha da genişlerken elini uzatıp ortadakinin ağzındaki bezi aşağı kaydırdı. Ağzı açılır açılmaz kızın söylediği ilk şey bozuk bir İngilizce ile "Yardım et!" demek oldu.

Kızın tepkileri karşısında Yasemin yüzüne masum bir ifade yerleştirdi. Elini uzatıp göz yaşları ile ıslanan yanağını okşarken "Şşşş..." diye fısıldadı. Ama karşısındaki kız durmaksızın ağlıyor ve yardım için yalvarıyordu.

"Yardım edeceğim..." dedi Yasemin ve üç kız da umutla ona baktı. Dudakları çözülen kız mutlulukla gülümserken göz yaşları bu kez mutluluktan akıyordu.

Ama çok değil bir saniye sonra Aksel odaya girdi. Beyaz saçlarını geriye doğru yatırmış, simsiyah bir maske ile yüzünü tamamen örtmüştü. Kulakları siyah küpelerle süslenirken boynundan sarkan siyah bir zincir, attığı her adımda çıplak gövdesine çarpıyordu. Altında sadece siyah bir pantolon vardı. Göreve son derece hazır görünüyordu. Elinde tuttuğu upuzun siyah cüppeyi ve gümüş rengi, desensiz, tüm yüzü kaplayan maskeyi Yasemin'e uzatırken gözleri yerdeki kızlara kaydı.

"Mükemmel!" dedi maskenin ardında boğuk gelen bir sesle. Ve o an kızlar durumu idrak ettiler. Gözlerine korkunun seli bir kez daha akın ederken dudakları açık olan kız hızla Yasemin'den uzaklaşmaya çalışıp duvara sindi.

Bu hareketi kaçırmayan genç kız cık cıklayarak başını iki yana sallayıp "Sen şanslı olansın güzelim." dedi ve gözleri yandaki iki kıza kaydı. Sözleri üzerine o iki kız daha çok ağlasa da odadaki kimse o göz yaşlarına aldırmayacaktı. Kader onlar için çoktan yolunu çizmişti ve o yolun sonuna gelmek üzerelerdi.

Yasemin Aksel'in uzattığı cübbeyi başından geçirip giyerken, infaza hazırlanan cellat gibi bir hali vardı. Gümüş rengi maskeyi takıp cübbenin başlığını başına, siyah eldivenleri de ellerine geçirdiğinde artık hazırlardı. Odaya girdikleri anda canlı yayın başlayacaktı bu yüzden dışarıda hazırlanmaları gerekmişti.

Yasemin ortadaki kızın kolunu tutup kaldırdı ve Aksel de diğer ikisine yöneldi. Birlikte odadan çıktıklarında kızlar direnseler de zayıf düşmeleri için iki gün boyunca ne bir ekmek ne de bir yudum su verilmemişti. Haliyle tüm çabaları boşunaydı.

Koridor boyunca yürüdüler ve koridorun sonundaki odanın önünde durdular. Yasemin sırtını dikleştirip kapıyı açtı ve kolundan tuttuğu kızı sürükleyerek odanın ortasındaki sedyenin yanına fırlattı.

"Uzan!"

İngilizce olarak verdiği emir havada asılı kaldığında diğer iki kızı odaya sokup kapıyı kilitleyen Aksel kızı tuttuğu gibi kaldırıp hiç zorlanmadan sedyeye yatırdı. Kız debelense de en sonunda elleri ve ayakları sedyeye bağlanmıştı. Lütfen diye yalvara yalvara onu bırakmalarını istiyordu ama onu duyan hiç kimse yoktu. Genç kız önünde açık olan bilgisayara yönelirken Aksel de diğer iki kızı köşede, duvar dibinde duran iki sandalyeye bağladı.

Yasemin bilgisayar ekranındaki katılımcı sayısını görünce dudakları kıvrıldı. Sekiz bin kişi vardı... Sekiz bin hastalıklı ruh...

Aksel, sedyede yatan kızın üzerindekileri makasla kesip çıkarmaya başladığında Yasemin kenara kayıp manzarayı izleyicilerine sunarken "Hepiniz hoş geldiniz." diyerek İngilizce bir şekilde selamladı herkesi. "İşlerin nasıl yürüdüğünü biliyorsunuz ama belki yeni katılan birileri vardır diye üzerinden geçeceğim." Bir elini bilgisayarın koyulduğu masanın üzerine yerleştirdi ve uzun tırnakları ile ritim tutmaya başlarken devam etti. "Ekranlarınızda minik bir kutucuk ve bir dakikalık süreniz var. Burada görmek istediklerinizi fiyat vererek o kutucuğa yazın. En yüksek fiyatı verenler gösterinin seyrini belirlerler."

Ve üç saniye sonra kendi ekranına teklifler yağmaya başladı. Rakamlar ise uçuktu. Keyfi iyice yerine gelen genç kız, bilgisayardan uzaklaşıp Aksel'in çırılçıplak bıraktığı kıza doğru ilerledi ve etrafından dolanıp sedyenin yanında duran küçük masadaki aletlere baktı. Kızlar korkudan ağlarlarken ve yalvarırlarken Yasemin onları bir kez daha duymazdan gelip Aksel'e başıyla işaret etti. Para akışını sağlayacak olan kişi Aksel, gösteriyi sunacak olan kişi ise Yasemin'di.

İki dakika dolduğunda Aksel parmaklarını hızla bilgisayarda dolaştırdı ve rahatça tek bir kelime söyledi.

"Tırnak..."

Yasemin aldığı komutla birlikte yanındaki küçük masanın üzerinde ince ve zarif parmaklarını gezdirdi. Parmak uçları her bir aleti hissederken, parmaklarına bir hayli kaba gelen ama tezat bir şekilde eline yakışan penseyi aldı. Sarsılarak ağlayan ve onu sedyeye bağlayan zincirlerden kurtulmak için çırpınan kızın elini sert bir hareketle tuttu ve zincirin izin verdiği ölçüde elini kaldırıp hiç düşünmeden, acımadan baş parmağın tırnağını penseyle tuttuğu gibi çekip kökünden söküp attı.

Acıyla yürekten kopan bir çığlık odayı doldururken, Yasemin gözlerini kapatıp gülümseyerek dinledi kulağına müzik gibi gelen o çığlığı. Ses hayallerinde o aptal kızın sesine büründü ve vücut bir anda onun vücudu oluverdi sanki. Gözlerini açtığında sedyede yatanın İzel İzem Hancı olduğunu gördü. Bu beyninin ona oynadığı bir oyundu ama bu oyundan o kadar memnundu ki. Diğer parmaklara yönelip söktüğü her tırnakta daha bir hevesle yaptı işini. Atılan her çığlık kulağına İzel'den kopuyormuş, beyaz zemine damlayan kanlar onun kanıymış gibi geliyordu.

Ellerdeki tüm tırnaklar bittiğinde penseyi geri yerine bıraktı ve gelecek olan bir sonraki komutu bekledi. Yerde göl oluşturan, üzerine sıçrayan, bastığı yerde ayağının izin çıkaran kanları hiç umursamadı. Aksine o kokuyu derin derin soluyarak içine çekip o anın tadını çıkardı. Kan... Buna zaafı vardı. Her insanın içinde vahşi kana aç bir yan olurdu. Ara ara dürterdi o yan sizi. Bazıları bunu açığa çıkaracak kadar cesurdu bazıları da bastıracak kadar korkak. Yasemin'e göre bu cesaretti.

Aksel gözlerini listede gezdirdi ve dudakları kıvrıldı. "Meme uçları... Ama onlara nazik davran bebeğim. İşten sonra müşteri onları evine kargolamamızı istemiş."

Parmak uçlarındaki acıdan dolayı kendinden geçmek üzere olan kızın yüzüne, yerde duran kovanın içindeki sudan biraz döktü Yasemin ve kız irkilerek kendine geldi. Birkaç saniye olan durumu kavramak için boş boş etrafına baksa da acı tüm varlığını hatırlatınca bir kez daha zincirlerini çekiştirdi. Diğer iki kız bağlandıkları sandalyelerde oturmuş sessiz sessiz ağlıyorlardı. Yasemin kızın yanaklarını tutup yüzünü kendi yüzüne doğru sabitledi ve dişlerini göstererek gülümserken "Uyarıyorum bu canına çok yakacak." dedi keyifle ve küçük masadan bir pens ve makası alıp kurbanının göğüslerine yöneldi. Başına gelecekleri anlayan kız başını iki yana sallayıp "Hayır hayır hayır... Lütfen." diye yalvarıp geriye kaçmaya çalışsa da ne zincirlerden kurtulabiliyor ne de sedyeyi devirebiliyordu. Avazı çıktığı kadar bağırıp ağlarken elinden gelen tek şey yalvarmaktı ama bu insanlarda vicdan yoktu... Tüm çabaları boşunaydı.

Pens ile göğüs ucu kıstırıldı ve yukarıya doğru çekiştirildi. Makas yardımıyla acımasızca kesildiğinde kızın attığı çığlık kulakları sağır edecek cinstendi. Beklemedi Yasemin ve diğer göğse yönelip onun ucunu da kesti. Kesilen kısımdan akan kanlar kızın üst vücudunu kızıla boyuyor, Yasemin ise eserini büyük bir gururla izliyordu. Kopan iki et parçasını bir paketin içine koydu ve Aksel'e dönüp keyifli bir sesle "Kargolanmaya hazır." diye duyurdu. Sonra bir sonraki komutu bekledi... Günün sinir ve stresini bu şekilde atabildiği için o kadar rahatlamış hissediyordu ki, gelecek olan komutu büyük bir heyecanla bekliyordu. Daha fazlasını istiyordu... Daha fazla acı... Daha fazla yakarış... Daha fazla göz yaşı... Ve daha fazla kan...

"Arkada oturan kızlarımıza kırmızı şarap ikram etmemizi istemiş birisi... Tadına bayılacaklarını da not düşmüş."

"Hmm!" diye mırıldandı Yasemin gözleri arkadaki kızlara kayarken. Kızlar o an korkudan tir tir titremeye başladılar. Nasıl titremezlerdi ki, karşılarında resmen şeytanın vücut bulmuş hali vardı.

"Bakalım bayılacaklar mı?"

Aletlerin koyulduğu masanın üzerinde duran, içine arada organ koydukları metal bir kap vardı. O kabı eline aldı ve acıdan sedyenin üzerinde bayılan kızın yanında diz çöküp bileğini derin bir şekilde kesti. Kanın kabın içine akmasını sağlarken gözlerini devirmeden edemedi. Beklemekten nefret ederdi.

Bir dakikanın sonunda kap yarısına kadar neyse ki dolmuştu. Genç kız gülümseyerek kalktı diz çöktüğü yerden ve sandalyede oturan kızlara doğru ilerledi. Maskenin ardından onları dikkatle süzerken, korkularından öyle büyük zevk alıyordu ki... Sağ tarafındakine uzattı önce kabı ve "İç." dedi. Kız kesik kesik nefesleri ile korka korka göz yaşları ile yıkanmış yüzünü kaldırırken hızla başını iki yana salladı. "Yapamam."

Olumsuz yanıtlar, içindeki kana aç tarafa doğrudan nüfuz ediyor ve onu çığırından çıkarıyordu. Kızın yüzüne sert bir tokat attı. Başı sola savrulan kızın dudağı da patlamıştı. Başı ile gerisinde kalan kızı işaret etti ve "Onun yerine geçmek ister misin?" diye sordu. Omuzları sarsılan kızın göz yaşları bir an olsun dinmiyordu. Hızla başını yeniden iki yana salladığında "Güzel. O zaman iç!" dedi ve metal kabı dudaklarına yasladı. Ağzına dolan kanı yutmak zorunda kalan kız öğürmek için başını çektiğinde "Sakın kusma, kustuğun an onun yerine seni alırım." deyi solundaki kıza döndü. Büyük bir dehşetle olanları izleyen o kız kaderini kabullenmiş gibi görünüyordu. Bu yüzden dudaklarına yaslanan kaptaki sıvıyı gözlerini kapatıp nefes almadan içti. Nefes almazsa tadını da almaz diye düşünse de yanılmıştı... Tüm damağına yayılmıştı o metalik tat ve mide öz suyu boğazına doğru yakarak ilerliyordu. Yine de arka arkaya yutkunarak kusmamayı başardı.

"Bayıldınız öyle değil mi?"

Kızlar öyle çok korkuyorlardı ki, kusmak üzere olsalar bile başlarını sallayarak onaylamışlardı Yasemin'i. Yasemin ise büyük bir gülümseme ile yeniden sedyede yatan kıza dönüp onu bir kez daha ayılttı. Gelecek olan her komutu daha büyük bir sabırsızlıkla bekliyordu içindeki o hastalıklı ruhu bir an önce doyurmak için.

"Göz!"

 

*****

 

Tam elli dokuz dakika elli dokuz saniye boyunca sürdü bu işkence. Ve bir saatin sonunda o üç kızdan geriye kalan tek şey içi boş birer kadavraydı. Oda ise gerçek manasıyla kan gölüne dönmüştü.

Yayın kapandığında rahat bir nefes aldı Yasemin ve Aksel'in yanına gidip bilgisayar ekranına bakarken "Ne kadar kazandık?" diye sordu merakla. Genç adamın keyfi bir hayli yerindeydi. Aldıkları riske kesinlikle değen bir iş olmuştu.

"Üç milyon yedi yüz doksan sekiz bin dolar."

Genç kız ekranın karşısında doğruldu ve keyifle başını sağa sola esnetirken "Mükemmel..." diye mırıldandı. Sonra gözleri odanın içine kaydı ve geride bıraktığı manzaraya parlayan gözlerle bakıp "Hadi şurayı halledelim ve bir şeyler yiyelim. Kurt gibi acıktım." dedi. Bunun üzerine Aksel bilgisayarda son birkaç dosyaya daha girip çıktıktan sonra önce tüm pencereleri ardından da bilgisayarı kapattı.

Gözleri manzaraya dönerken duvarlara bile sıçrayan kanlar hayretle baktı. "Gerçekten dağınık seviyorsun değil mi?" diye sordu keyifle. Omuz silkip alt dudağını sarkıtarak cevap verdi genç kız ve üzerindeki cüppe ile maskesini çıkardı. O cesetlere doğru ilerlerken odanın kapısı açıldı ve Frankenstein kod adlı adam içeriye girdi. İri siyah gözleri önce odayı taradı ve ardından Yasemin de sabit kaldı.

"Kirli bir iş çıkarmışsın Aenean. Ama bunu sevdim."

Kalın etli dudaklarında gördüklerinden hoşnut bir gülümseme varken. Omuz silkti genç kız "Temiz olursa eğlenceli olmazdı."

Frankenstein kapıyı açık bırakıp dışarı çıktı ve büyük boy iki çöp kovası ile odaya geri döndü. "Cesetleri garaja götürelim orda icaplarına bakarız."

"İstediğim her şeyi eksiksiz getirdin öyle değil mi?"

Siyahi adam kendini beğenmiş bir tavırla gülüp "Şüphen mi var?" diye sordu göz kırparak ve bu hareketi Yasemin'in dudaklarını kıvırmasına neden oldu. Aksel ise gözünün önünde olan flörtleşmeden son derece rahatsız bir şekilde ileri atılıp adamın elindeki kovalardan birini sökercesine aldı. "Olmasın mı şüphesi?" diye girdi lafa imalı bir sesle. Bu hareketi Yasemin'in gözlerini devirmesine neden oldu. Siyahi adam ise onun tepkisine anlam veremiyormuş gibi bir tavra bürünmüştü.

Cesetlerden ikisi kovalara sokuşturulurken üçüncü cesedi de zar zor birine sığdırdılar.

Yasemin elinin tersiyle alnında biriken teri silerken, kovanın içinde gözleri açık bir şekilde duran cesetlere baktı. "Parçalasak daha rahat sığdırırdık bu kadar uğraşmamıza da gerek kalmazdı."

Kovada tek duran cesedin yanına diğer kızın ciğerlerini ve kalbimi koyarken aletlerin dizili olduğu masada poşetin içindeki meme uçlarına çarptı gözü ve alıp Aksel'e fırlattı. "Al güzelce paketle ve nereye kargoluyorsan kargola."

Muhtemelen alıcıya ulaşana kadar çürümüş et parçalarından ibaret olacaklardı ama kimin umurunda ki? Aldıkları paraya bakıyorlardı. Bu konuda biraz uyanıklık yapıyor ve en yüksek fiyatı verenlerden ayrı olarak o işkenceyi isteyenlerin hepsinden alıyorlardı parayı. Kimse kimseyi tanımadığından kimin ne fiyat verdiği bilinmiyordu ve parayı veren adamların hepsi en yüksek fiyatı kendilerinin verdiğini sanıyordu. Ah ne ahmaklar ama diye düşündü Yasemin. Ve keyifle kovalardan birinin ucundan tutup odadan çıkardı Aksel ile birlikte. Asansöre geldiklerinde siyahi adam da diğer kovayı sürüyerek peşlerinden getiriyordu. Asansöre yerleştiklerinde Frankenstein "Siz cesetleri halledin oda bende." dedi ama Yasemin başını iki yana sallayarak onu durdurdu. "Önce cesetleri bir halledelim. Yukarıyı da hep beraber temizleriz."

Siyahi adam bir an duraksasa da omuz silkip kabullendi ve asansöre binip garaj katına bastı. Saniyeler sonra yeniden kayarak açılan kapılarla çöp kovalarını asansörden çıkardılar. Düzenek garaja kurulmuştu bile: bir kıyma makinesi ve bir fırın... Genç kız her şeyi hazır bir vaziyette bulmayı her zaman sevmişti. Frankenstein’in karşısına geçti ve gözlerinin içine baktı. "Teşekkürler. Her şey için..."

Gülümseyerek söylediği bu sözlerden sonra kimse ne olduğunu anlamadan elinde gizlediği neşter ile adamın boğazını hızla kesiverdi. İlk başta ne olduğunu anlayamadı adam ve birkaç kez göz kırptı. Boğazından süzülen sıcak kanı hissettiğinde, iki eli ile boğazını sardı ama kan parmaklarının arasından süzülmeye devam etti. İkiye ayrılan şah damarı yüzünden artık o kanı durdurmak da o bedeni hayatta tutmak da imkânsızdı. Yüzüne can veren birinin o acı dolu ifadesi çöreklenirken dizlerinin üzerine çöküp yana devrildi ve birkaç titremeden sonra tamamen hareketsiz bir şekilde kaldı. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki Aksel takip edememişti.

"Güvenilir olduğunu söylemiştin?"

Genç kız omuz silkti ve "İsterse güven kelimesinin sözlükteki anlamı olsun." diye mırıldandı. "Yüzümü Alfonso bile görmemişken basit bir aracıya güvenir miyim sence?"

Bu sözler üzerine hiçbir şey söylemedi Aksel ve hatta kendini şanslı saydı. Bu kız istese kendisinin de ölüm fermanını imzalardı ama yapmıyordu. Henüz... İşine yaradığı sürece de yapmayacağını biliyordu.

Devasa boyuttaki bu kıyma makinesi, demir çelik ürünlerini kıymak için kullanılıyordu bu yüzden cesetleri tek tek o makineden geçirirlerken hiç zorlanmadılar. Kanlı bir yığın et parçası doğrudan siyah bir çöp poşetinin içine doluyordu. Ağızlarını bağladıkları dört poşeti fırının içine attılar sırayla ve onlardan geriye sadece küller kalana kadar cübbe ve maskelerle birlikte yaktılar. Dört cesetten geriye kalan iki kavanoz dolusu külden başka bir şey değildi.

İnce plastik bir hortumla, kıyma makinesini ve kovaları hızlıca geride tek bir kalıntı kalmayana kadar tazyikli suyla yıkadılar. Garajda bulunan gider tüm kanlı suyu içine çektiğinde buradaki işler tamamen bitmişti. Küllerle birlikte yeniden üst kata çıktılar ve birlikte tuvalete girip külleri klozete boşalttılar. Sifonu da çektiklerinde artık o dört insan da hiç var olmamış gibiydi.

Yasemin yeniden kanla yıkanmış odaya girdiğinde içerideki yoğun kan kokusunu ciğerlerine çekti. Dudakları huzurla iki yana kıvrılırken sabahki yıkımından eser kalmamıştı. Kendini fazlasıyla hafiflemiş hissediyordu.

Duvarın üst köşesine sakız yapıştırıcı ile sabitlenen dört kamerayı sandalye yardımıyla çekip çıkardı ve bilgisayarın fişlerini çekti. Sedyenin yanında duran masanın üzerindeki aletlerin her birini alet çantasına doldurduğunda Aksel odaya elinde iki fırça ve temizlik ürünleri ile girdi.

Bu oda çamaşır odası olarak kullanıldığı için seçilmişti çünkü temizlemesi çok daha kolay olacaktı. Aksel bir kez daha odadan çıkıp asansöre yönelirken Yasemin duvara yan yan sırayla montelenmiş üç musluğun yanına gitti ve ortadakinden kovaya su doldurdu.

İçine döktüğü deterjanlarla birlikte sandalyeleri küçük masayı ve sedyeyi hızla kandan arındırdı. Bu işi o kadar uzun zamandır yapıyordu ki artık kandan geriye neyin iz kalmadan söküp çıkaracağını iyi biliyordu.

Aksel tekrar elinde, garajda kullandıkları hortumla geldiğinde içerdeki her şeyi dışarı çıkarıp tüm odayı kısa sürede temizlediler. Geri kalan tüm eşyaları da garaja indirip garajın kapısında park halinde olan büyük kamyona yerleştirdiler. Aksel kamyonu sürerken Yasemin Aksel'in arabasını aldı ve dakikalar içinde sanki o eve hiç girmemişler gibi çıkıp gittiler.

***

Her işin sonunda montaj işlerini halletmek için kaçtıkları bir dağ evleri vardı. Büyük ve tamamen ahşaptan olan bu ev, ortasında bulunduğu ormana o kadar uyum sağlıyordu ki, yan tarafındaki, yapay gölle birlikte cennetten bir köşeydi sanki.

Kamyondan kurtulmak için yollarını üç saat uzatmaları hiç önemli değildi. Kamyon kasasındakilerle birlik şu an denizin dibinde yatıyordu ve onlar da sonunda eve girmişlerdi. Aksel salondaki şömineyi yakarken Yasemin iki kadeh kırmızı şarabı ve iki kutu pizzayı hazırladı. Normal zamanda yediklerine çok çok dikkat ederdi ama her iş sonrası kendini şımartarak ödüllendirmek artık onun için gelenekselleşmişti.

Pizzalarını yiyip şaraplarını yudumlarken Yasemin'in gözleri şöminede yanan ateşteydi.

"O kızla ilgili yaptığımız planda çok büyük değişiklikler yapmamız gerekecek."

Sessizlik büyürken onu bu sözlerle bozan kişi Yasemin oldu. Sesi düşüncelere boğulmuş gibiydi. O kızın Kahraman Hancı'nın kızı çıkması ve ellerinde o Gece denen herif gibi bir adamın olması her şeyi değiştiriyordu.

"Ya da plandan vazgeçmen ve o kızdan uzak durman gerek." diye karşılık verdi Aksel mantıklı olanı dile getirerek. O aileye bulaşmak akıl kârı değildi bundan emindi. Soyadlarının gücü bir yana, Gece denen o adamın nasıl bir alt yapı ve teknoloji ile bilgisayarının en gizli köşelerine bile erişebilmesi, kimliğini öğrenebilmesi onları hafife almamaları gerektiğini açık açık söylüyordu. Aksel tedirgindi... O herifin bir sonraki hamlesinin ne olduğunu, öğrendiği bilgileri nasıl kullanacağını bilememek onu fazlasıyla geriyordu.

"Asla!"

Kararlı ve kesinkes ses tonu Aksel'in düşüncelerinden sıyrılmasını sağlarken bıkkın bir nefes vermesine neden oldu. Bu inatla kendi sonunu hazırladığını bu kıza nasıl anlatacaktı? Karşılarında basit birileri yoktu. Parayla sindirilebilecek birileri de yoktu. Kaldı ki Yasemin'in de artık eskisi kadar parası yoktu. İşte tam olarak bu nokta, yenildiklerini kabul etmeleri gereken noktaydı.

"Kemik kızı beğenmiş ve çok iyi bir fiyat vermişti." diye devam etti genç kız sözlerine. "Oyunlar için harika bir kurban bulduğumu söylemişti bana. Sadece iki hafta... İki hafta sonra onu almak için geleceklerdi. Programlarını buna göre baştan düzenlemişlerdi. Ama şimdi onun kim olduğu tüm planları altüst etti, o para çöpe gitti. Dahası bir de başımıza Gece belası çıktı. Nasıl bu kadar aptal olabildiğini bilmiyorum Aksel ama senin kim olduğunu bulduysa benimkini de bulması an meselesi demektir."

Genç adam yemeyi kesip alt dudağını dişledi ve "Bir planın var mı?" diye sordu olmasını umarak. Bu kızın beyni olması gerekenden daha hızlı çalışır ve hızlı çözümler üreterek her şeyden kolayca sıyrılabilirdi. Bu kez de öyle olmasını umdu. O adam gerçekten başlarına çok büyük belalar açabilirdi.

"Belki..." diye karşılık verdi Yasemin Koçer.

Aksel, onun dudaklarında gördüğü o sinsi kıvrımla anladı.

Yasemin Koçer’in kesinlikle bir planı vardı.

Loading...
0%