Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26| ALFONSO

@saniyesolak

Sellam💋

 

Rötarlı da olsa sonunda yayındayız🥲 En çok sevdiğim bölüm bu oldu sanırım. Bu aralar ruh halim bu bölüm için müsaitti.

 

BÖLÜM +18 SINIRLI BİR BÖLÜMDÜR, BAHSİ GEÇEN +18'İN CİNSELLİK İLE ALAKSI YOKTUR. DİKKATE ALIRSANIZ SEVİNİRİM. BOZULAN PSİKOLOJİLERDE PSİKOLOG MASRAFI FALAN KARŞILAYAMAM VALLA VEBAL FALAN DA ALAMAM YANİ💁🏻‍♀️ ONA GÖRE OKUYUN YA DA OKUMAYIN💁🏻‍♀️

 

Neyse uyarımı da yaptığıma göre sizlerle iyi okumalar diliyor ve bölümle baş başa bırakıyorum. Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın. Ne kadar çok yorum olursa ben o kadar çok hevesleniyorum💐💋❤️

 

💎🎭

 

 

 

YAZARDAN;

 

On iki buçuk saatlik uçak yolculuğunun ardından onları Seattle'ın güneşsiz, kasvetli, serin havası karşıladı. Genç kızın dudakları memnuniyetle kıvrıldı. Kasvetli havaları hep çok sevmişti. Açıkta kalan tenini ısıran soğuğun bıraktığı his ona ölümü hatırlatıyordu, parmaklarının ucunda tuttuğu gücü.

 

Göz ucuyla hemen yanında yürüyen ve bir spor çantası ile bir valizi taşıyan adama baktı. Aksel onun kadar rahat değildi, aksine inanılmaz gergin görünüyordu. Dudakları daha da kıvrılan Yasemin, gözündeki kombinini tamamlayan dinlendirici gözlüklerini düzeltip "Rahatla biraz..." dedi keyife. "Alfonso'yu bugün ziyaret etmeyeceğiz. Önce otele gidip dinlenmek istiyorum."

 

Duydukları ile en sonunda rahat bir nefes alan genç adamın üzerinden büyük bir yük kalkmıştı. Ne kadar geç o kadar iyi diye düşündü. Ama takıldığı bir noktada kaşlarını kaldırıp kıza bakmaktan alamadı kendini. "Bunu niye daha önce söylemedin?" Hafta sonu yaklaştıkça gerilim damarlarında daha da yükselmiş, korkuya dönüşmeye başlamıştı. Alfonso'dan ödü kopuyordu Aksel'in. Nasıl kopmazdı ki? Bundan iki yıl kadar önce az daha onun ellerinin arasında son nefesini veriyordu. Onu kurtaran Yasemin olmuştu. Onlar için garip bir tanışmaydı ama Aksel için bu gariplik iyiydi. Sonuçta hâlâ nefes alabiliyordu.

 

Göz ucuyla Yasemin'in omuz silktiğini gördü. Bir hayli keyifli görünüyordu. Teni, geçirdikleri tüm hafta boyunca hiç olmadığı kadar canlı, gözleri parlaktı. Dudaklarındaki o kıvrım ise hiç eksik olmuyordu dudaklarından. Ona dikkatle bakmak Aksel'in dudaklarını ısırmasına neden oldu. Bir an önce otele gitmelilerdi gerçekten de. Artık ortada bir Güney Kalkavan da olmadığına göre, bu ateş parçası yalnızca ve yalnızca kendine aitti. İçinden düşündüğü bu düşünceyi sesli dile getirse öyle sırıtırdı ki. Hele de Yasemin duysa... Ama içinde kaldığı sürece hiçbir sıkıntı yoktu.

 

"Korkunu izlemek çok eğlenceliydi." diye cevap verdi Yasemin. Dudaklarından kısık sesli bir kıkırtı çıkmıştı. Başını iki yana salladı Aksel kendi kendine gülerken. Bu kızla başı ciddi anlamda beladaydı ve bu bela onun yaşama sevinciydi.

 

Bir taksiye atlayıp lüks bir otelin önünde indiler taksiden. Otel görevlileri eşyalarını odalarına götürürken onlar restorana çevirdiler rotalarını ve güzelce yemek yeyip öyle çıktılar odalarına.

 

Şimdi Yasemin elinde bir kadeh beyaz şarapla jakuzinin içinde uzanırken Aksel masada bilgisayar başındaydı. Şarabından bir yudum alan genç kız kapattığı gözleriyle ılık suyun tadını çıkarırken "Abone sayısı ne durumda?" diye sordu. Çektikleri son video onlar için basit ve standart bir video olsa da abone sayısını olumlu etkilediğini düşünüyordu Yasemin. Aktifliğini belli etmişti ve gidenler geri dönecek, geri dönerken de daha fazlasını getireceklerdi.

 

Odanın bir köşesinden Aksel'in "İki bin yeni abonen var!" dediğini duyduğunda bir an inanamayarak başını yasladığı yerden kaldırıp adamı görmeye çalıştı. Kaşları çoktan çatılmıştı bile. Göremeyince elindeki kadehi yere bırakıp berrak suyun içinden çıktı ve üzerine otelin armasıyla süslenmiş bornozu geçirip belini bağladı. Çıplak ayakları bastığı zeminde izini bırakırken odanın içinde ilerleyip Aksel'in yanında durdu. Gözleri bilgisayarın ekranındaki abone sayısının yazdığı yere takılmıştı. İki bin yeni abone ona gülümsüyordu. Bir elini Aksel'in oturduğu sandalyenin arkasına yaslarken diğerini masaya yaslayıp ekrana doğru eğildi. "Bu mümkün değil..."

 

Derin bir nefesle göğsünü şişiren adam "Kesinlikle." diye cevap verdi Yasemin'e ve açıklamaya devam etti. "Sadece iki yüzü gerçek hesap, bin sekiz yüzü bot. Bot hesapları biraz araştırdığımda hepsinin tek bir kişiye ait olduğunu görebiliyorum ama kime ait onu bilmiyorum. Sadece bir tahminim var."

 

Parmakları masanın üzerinde yumruk olurken Aksel söylemeden o isim kendi dudaklarından döküldü genç kızın.

 

"Gece Hancı!"

 

"Hesabını resmen kuşatma altına almış, kim olduğunu bulmaya çalışıyor."

 

Damarlarında akan kan, damarlarından taşmak istiyordu. Gerilim onu her daim uçsuz bucaksız bir zevke sürüklemişti ama şu an durum çok daha farklıydı. Şu an hissettiği gerilim ona sadece ve sadece rahatsız edici geliyordu. İfşa olabilirdi...

 

"Bulma ihtimali ne peki?" diye sordu. Ses tonu ister istemez gerginliğini belli ediyordu. O bakışlarını bilgisayar ekranından ayırmazken Aksel başını kaldırıp ona baktı. "Keşke sıfır diyebilsem ama bin sekiz yüz tane bot hesap gönderebiliyorsa eğer, bu herif sandığımızın da ötesinde. Şimdilik botları temizledim ama her ne planlıyorsan acele etmelisin Yasemin. Bu herifin duracağını hiç sanmıyorum."

 

Başını iki yana salladı genç kız. Aldığı sert nefesler, gerginliğinden ötürü boğazına batıyordu sanki. "Hayır..." diye fısıldadı. Zihnine çöken geçmişin kara bulutlarıyla aklı sel altında kalmıştı. "Aynı hatayı bir kez daha yapamam." Başını şiddetle iki yana sallıyordu şimdi. Ellerini masadan çekip doğruldu ve önüne gelen saçlarını bir hışımla geriye itip "İlkinde akıl hastanesine yatmaktan zor kurtulmuştum, bu kez babamın beni kurtarmasının imkânı olmaz çünkü beş kuruş parası yok." Kendi kendine sayıklarken bir anda bedenine dolanan kollarla olduğu yerde kalakaldı. Panik içini kaza kaza delik deşik ediyordu.

 

"Sakin ol!" diye fısıldadı Aksel kızın bedenindeki kollarını daha da sıkılaştırıp çenesini başının tepesine yaslarken. "Henüz aklında ne olduğunu bilmiyoruz. Beni bildiği halde hamle yapmıyorsa bor şeyleri bekliyor olmalı."

 

Yasemin'in onu itmemesinden cesaret alıp başının tepesine bir öpücük kondurdu. "İzin vermem..." diye fısıldadı saçlarına doğru akan nefesiyle. "Sana zarar vermesini izin verm..." Ama daha cümlesini tamamlayamadan kollarının arasındaki kadın gülmeye başladı. Bir hışımla hiç zorlanmadan kollarından sıyrılıp genç adamdan uzaklaştı Yasemin.

 

Kollarını beline bağlayıp alaycı kahkahasını desteklercesine alaylı bir ifadeyle Aksel'i baştan sona süzerken "Sana mı güvenmeliyim yani?" diye sordu. Sesindeki küçümseme karşısında Aksel konuşmak için dudaklarını araladı ama Yasemin hızla elini kaldırıp ona engel oldu. "Sakın." dedi öfkeli bir sesle. "Tüm her şey senin suçunken sakın tek kelime etme!"

 

Bu atak karşısında şaşkına dönen Aksel, bu şaşkınlığını gülüşüne vurdu. Dudaklarının arasından güler gibi çıkan nefesiyle burun kemerini sıkarken "Benim suçum öyle mi?" dedi. Daha çok kendi kendine konuşur gibi bir hâli vardı ama Yasemin onu gayet iyi duyuyordu. Karşısındaki adamın sinirlendiğini biliyordu genç kız, sinirlendiğinde ne kadar tehlikeli bir tavra bürünebildiğini... Şu an kendini sakin kalmaya zorladığını da biliyordu. Ama Yasemin bunlarla sinecek bir kadın değildi, hiçbir zaman olmamıştı.

 

"Evet..." dedi adamın üzerine daha çok giderek. Bir adım atıp aradaki mesafeyi kısalttıktan sonra devam etti. "O gün okulun bahçesinde o aptal kıza sataşmasaydın eğer, İzel Hancı'nın seninle hiçbir alakası olmayacaktı. Evine girmeyecekti ve Gece Hancı, senin o lanet olası bilgisayarını karıştırmayacaktı."

 

Parmağını adamın göğsüne delmek istercesine bastırıp "İfşa olursam bu senin yüzünden olacak Aksel Bayzer. İşte o zaman seni benim gazabımdan kim koruyacak merak ediyorum." diyerek sözlerini noktaladı. Genç adama arkasını dönüp yatağa doğru ilerledi ve yatağın üzerinde duran çantasından telefonunu çıkardı yaptığı üç telefon görüşmesinin ardından Aksel'e döndü ve sadece iki kelime söyledi. "Hazırlan gidiyoruz." Başka bir şey söylemesine gerek yoktu, Aksel anlamıştı nereye gideceklerini.

 

Sadece yirmi dakika sonra otelden çıkan ikili, çevirdikleri bir taksiye atlayıp onlara en yakın araba kiralama servisine gittiler. Kiraladıkları Range Rover'a atlayıp yola koyulduklarındaysa otelden ayrılmalarının üzerinden yalnızca on beş dakika geçmişti. Tüm bedeni gerginlikle kasılan Aksel arada konuşmak için dudaklarını aralıyor ama sonra vazgeçip geri kapatıyordu. Hesabın kuşatma altında olduğunu görmek genç kızı hiç olmadığı kadar germiş, buraya geldikleri andaki canlılığından eser kalmamıştı. Tüm hafta nasılsa şimdi de öyleydi.

 

Şehirden hızla uzaklaşırlarken genç adam kafasını dağıtmak için arabanın gaz pedalına abanıp hız sınırlarını bir hayli zorladı. Birazdan hayatının en büyük kâbusunun karşısına çıkacak olması bir yanda, Yasemin diğer yanda... Arada sıkışmıştı Aksel. Ne tarafa dönse bir çıkmaz, bir engel...

 

Araba şehrin dışında kalan yarım kalmış bir site inşaatına doğru yaklaşırken Yasemin öndeki iki koltuğun arasındaki boşluktan arkaya geçti ve yanlarında getirdikleri çantanın fermuarını açtı. Üzerine kırmızı renkle yasemin çiçeği işlenmiş, siyah, başlıklı pelerini çıkarıp omuzlarına attı. Gümüş rengi, sol yanağında pelerinindeki işlemenin aynısı olan tüm yüzü kapatan maskesini yüzüne geçirip pelerinin başlığını da başına geçirdiğinde araba yavaşlamaya başlamıştı. Tam zamanında diye düşündü genç kız. Maskenin suratına bıraktığı ağırlıktan rahatsız olarak arkasına yaslanıp son olarak çantanın içinden metal kartı çıkardı ve siyah deri pantolonunun arka cebine sıkıştırdı.

 

Köşeyi dönüp yarım kalan yapıların arasında gözden kaybolduklarında, karanlığı yaran araba farlarıyla önlerindeki siyah minibüsü fark ettiler. Aksel hızla frene basıp arabadan bir çığlığın kopmasına neden olurken Yasemin gözünü bile kırpmadan minibüsü izliyor, arabadan inmek için önce karşı tarafın dışarı çıkmasını bekliyordu. Bir eli yeniden çantaya uzandı ve diğer maskeyi çantadan çıkarıp Aksel'e uzattı. Bu da kendi maskesi gibi gümüş rengiydi ama yalnızca yüzün yarısını kapatıyordu. Alnından sol köşesine doğru uzanan bir sarmaşık işlenmişti ve sarmaşıkta kırmızı yasemin çiçekleri vardı.

 

Aksel maskeyi taktığında sanki karşılarındaki arabadakiler bunu bekliyorlarmış gibi aynı anda kapılarını açıp indiler arabadan. İki kişiydiler. İkisinin de kafasında garip, hayvan figürlerini andıran -biri tavşan diğeri domuz- başlıklar vardı. Ürkütücü görünüşleriyle tam olarak Alfonso'ya yakışıyorlardı. Tavşan başlıklı olanın vücut hatlarından onun kadın olduğunu anlıyordu Yasemin, diğeri de erkekti. Derin bir nefes alıp rahat bir tavırla indi arabadan. Aksel ise ondan birkaç saniye sonra inmişti. Kendinden emin adımlarla kalın topuklu botlarıyla yeri döve döve yürürken pelerini arkasından uçuşuyordu.

 

Aralarında birkaç adım kala durdu ve elini deri pantolonunun arka cebine doğru götürüp oraya koyduğu metal kartı işaret ve orta parmağı arasına sıkıştırıp çıkardı cebinden. Metal kartı yüzünün hizasına doğru kaldırdığında, arabaların farları yüzünden kart parlamıştı. Kadın olan diğerine başıyla bir işaret verdiğinde erkek olan onlardan tarafa doğru yürüdü ve Yasemin'in tam yanına geldiğinde durup elindeki kartı aldı. Kartın üzerinde bir QR kodu bulunuyordu. Bileğindeki siyah dijital saatin ekranında birkaç yere bastıktan sonra, QR kodu saate okutup bir dakika kadar bekledi. Tüm bu süreç işlerken gözlerini devirmemek için kendini zor tutuyordu Yasemin Koçer. Elbette tüm bu kontrollerin gerekli olduğunun bilincindeydi ama hadi ama bu ilk gelişleri değildi. Her seferinde aynı süreçten geçmek sıkıcı olmaya başlamıştı genç kız için.

 

Sonunda kart onaylandığında adam başını arkasına çevirip bir kere aşağı yukarı salladı. Hiçbir konuşma yoktu, hiçbir ses... İşaretleri onların kelimeleriydi. Kadın bir kez daha adama bir işaret verdiğinde, adam kiraladıkları Range Rover'a doğru ilerledi ve sürücü koltuğuna oturup arabayı çalıştırdı. Bu da bir işaretti mesela. Yasemin de diğer arabaya yürümeye başladı arkasında Aksel ile birlikte. Kadının onlar için açtığı minibüsün içine girip karşılıklı oturduklarında karanlıktan başka hiçbir şey yoktu. Yerlerinde başkası olsa gözleri göz bandı ile bağlanırdı ama o Aenean'dı. Bu yüzden yalnızca camlardaki perdelerle yolculuk edeceklerdi.

 

İki araç arka arkaya yola çıktığında genç adam stresten bacağını sallamaya başlamıştı. Çaylak zamanlarında düştüğü bir hata yüzünden Alfonso'da mimlenmişti Aksel. O adamı hafife almış ve kendini kanıtlama ihtiyacı ile onu dolandırmaya çalışmıştı. Alfonso deyim yerindeyse bir kraldı. Yıllardır bu işin en iyisiydi ve Aksel'in gözünü boyamıştı böyle bir adamın karşısına dikilip onu alt etme isteği. Becerememişti elbette. Her ne kadar işleri mükemmel yürüttüğünü ve ardında hiç iz bırakmadığını düşünse de ertesi gün güpegündüz yaka paça bir arabaya bindirilmişti. Sonrası yediği sert bir dayaktan sonra kırık birkaç kemikle bir kafesin içine tıkılmak ve Alfonso'nun kaderine karar vermesini beklemekti. Neyse ki çok beklemesine gerek kalmamıştı. Yasemin bulmuştu onu ve kurtarmıştı. O olaydan sonra ne zaman Alfonso ile karşı karşıya gelse o kafeste hissettiği gerilimi aynen hissediyordu. Sanki birazdan kaderinin çizildiği o korkunç yola doğru yürüyecek gibi. Ölümü kolay olmazdı bunu biliyordu Aksel. Bol kanlı ve bol acılı... Her ne kadar bu bileşeni sevse de bunun öznesi olmayı hiç istemezdi.

 

Ne kadar yol gittiklerini kestirmek mümkün değildi çünkü ellerinde saate bakabilecekleri hiçbir şey yoktu. Kişisel eşyalarının tamamını otelde bırakmışlardı. En sonunda araba durduğunda Yasemin şoför koltuğunda oturan garip tavşan başlıklı kadını beklemeden arabanın kapısını kendisi açıp dışarı çıktı. Yüzüne çarpan sert bir rüzgârla burnuna dolan yosun ve tuz karışımı deniz kokusunu içine çekti. Gökyüzünü dolduran dolunay, ışığını cömertçe sunuyordu yeryüzüne ve deniz ay ışığıyla ışıl ışıl parlıyordu. Onları getiren kadın, yanından geçip uçuruma doğru yürümeye başladığında ardından yürüyerek onu takip etti Yasemin. Aksel de hemen peşinden evcil hayvanı gibi takip ediyordu onu. Dört kişi uçurumun ucunda durduklarında kadın olan bileğindeki saate bir parola girdi ve altlarındaki zemin önce sarsılmaya sonra da aşağı doğru çökmeye başladı. Uçurumun ucuna inşa edilmiş bir çeşit asansördü bu ve aşağı doğru kaydıkça geride bıraktığı boşluklardan görünen çelikler sağlamlığını belli etmek istercesine ay ışığında parlıyordu. İlk inişini hatırladı Yasemin. Öyle çok korkmuştu ki şimdi o korkusuna gülüyordu. Şu an korkudan çok ona eğlenceli geliyordu bu yol. Bir adım öne gitse ucurumun dibindeki sarp kayalıklara çakılırdı. Uçsuz bucaksız deniz onu içine çekmek ister gibi önünde uzanıyordu. Havanın karanlık olması da cabasıydı. Nereden bakarsanız bakın ürkütücü duruyordu ve Yasemin'e göre nereden bakarsanız bakın muazzamdı.

 

Altlarındaki zemin sarsılarak durdu ve onları dağın içine doğru uzanan bir giriş karşıladı. Kadın ve adam önden yürüyüp girişe girerken Yasemin'de gayet rahat bir şekilde onları takip ediyordu. O anda rahat olmayan tek kişi Aksel'di.

 

Uzun, tüneli andıran, meşalelerle loş bir şekilde aydınlatılan bir koridoru geçtikten sonra önlerine bir kapı çıktı. İçerinin havalandırması ne kadar iyi olursa olsun duvarlara sinen nem ve tuz kokusu yoğun bir şekilde hissediliyordu. Boğuk bir havası vardı. Kadın olan kapıya önce bir kere ardından üç kere sonra iki kere daha vurdu. Tam üç saniye sonra çift kanatlı kapı iç taraf doğru açıldığında karşılarında garip başlıklı biri daha belirmişti. Üzerine cübbe geçirdiği için kadın mı yoksa erkek mi olduğu belli olmuyordu ama her kimse uzun boyluydu.

 

Kapı ardına kadar açıldığında cübbeli kişi kenara çekilip dörtlüye yol verdi. Önlerine serilen manzara onlar için alışıldıktı. Yaklaşık üç metre yüksekliğinde olan tavandan sarkan iskeletler dekor gibi dizilmişlerdi. Gerçek insan iskeletleri... Yüzlerceydi... Bazıları öldükten sonra asılmıştı bazıları ise son nefeslerini boğazlarına geçip boyunlarını kıran o iple vermişti.

 

Yasemin gerisinde bir ceset bırakmaktan hoşlanmaz, son zerrelerine kadar yok yok ederdi onları ama Alfonso eserlerine bakıp gururlanmayı seven bir adamdı. Bu yüzden her bir cesedin kemiklerini itinayla saklar ve sergilerdi. Ve bu odadan çürük et kokusu hiç eksik olmazdı. Tıpkı şu an ciğerlerine çektiği koku gibi. Koridorun havasına boğuk mu dedik? Siz bir de bu alanı görün...

 

Yasemin gözlerini tavandaki artık kemiklerden ibaret kalan bedenlerden çekip etrafına baktı. Silindir şeklinde açılmış bu alan ilk kattı. Asma bir köprüyü andıran bu kat, tavana kalın çelik kablolarla tutturulmuş, duvar boyunca ilerleyen halka şeklinde bir koridor gibiydi. O koridor boyunca yürüdüğünüz zaman, şu an durdukları yerden görünen demir parmaklıkların içlerinde neler olduğunu görüyordunuz. Yani insanları. Alfonso ile iş yapan kişilerin zaman zaman kiraladıkları çoğu zaman da satın aldıkları insanları...

 

Hiç kimse o hücrelerdekilere bakma gereği görmedi, onlar göre onlar görülmeye değer bir şey, birer objeden daha fazlası değillerdi. Önde başlıklılar arkalarında Yasemin ve Aksel indiler merdiveni. İndikleri kat, bir üst katın aynısıydı. Tek farkı bunun duvarlarında demir parmaklıklar değil kapılar vardı. Alfonso işlerini o kapıların ardında yürütüyordu. Bu yer, onun krallığının kalbiydi. Devam eden merdiveninin sonunda ise sizi her yıl düzenlenen bir turnuvaya ev sahipliği yapan tüneller karşılıyordu. Av ve avcı oyununa benzeyen bu turnuvalara giriş biletlerinin fiyatı bir milyon dolardan başlıyordu. Sekiz tünel vardı, on altı av ve sekiz avcı.

 

Yalnızca bir kez girme şansı yakalamıştı Yasemin o tünellere. On sekizinci yaş gününe günler kalmıştı ve o yurtdışında herkesten, her şeyden, tüm hayatından uzak yaşıyordu. Türkiye'ye dönemiyordu çünkü olması gereken yer bir akıl hastanesiydi. Babasından on sekizinci yaş günü için hediye olarak bir milyon dolar istemiş ve sık sık duyduğu bu oyuna katılmak için gereken tüm adımları tamamlamıştı. En sonunda ise, on sekizine girdikten iki hafta sonra o turnuvanın içinde, sekiz tünelden birinde kendine yer bulmuştu. Rakiplerinin onu ne kadar küçümsediğini iliklerine kadar hissetmişti Yasemin. O maskelerin ardından bile... Ama sonuç olarak o yıl turnuvanın kazananı kendisiydi, Alfonso'nun yanında olmaya, onun sağladığı imkânlardan yararlanmaya hak kazanan kişi. Evet turnuvanın kazananına ödül Alfonso'nun kendisiydi ve genç kızın o adamla yolu aynen bu şekilde kesişmişti.

 

Turnuva adı altındaki oyunda amaç şuydu: Av olanlar on dakika kadar önceden tünellere giriyorlar, hayatları buna bağlıymış gibi -ki bağlıydı- kaçıp saklanıyorlardı. Ne kadar iyi saklanırsan hayatta kalma şansını o kadar çok artıyordu. Avlardan on dakika sonra ellerinde, çektikleri kurada çıkan görevleri yerine getirmek için gerekli malzemelerle avcılar giriyordu. 150 saatin sonunda hem avları bulmuş hem görevleri yerine getirmiş hem de avları canlı bir şekilde tünelden çıkarmış olan kazanıyordu. Yasemin'in kazandığı yılda en büyük şansı çıkan görevlerin ölümcül yaralara sebep olacak şekilde hasar bırakmayacak türden olmasıydı. Sökülen yirmi tırnakla ya da kesilen iki kulakla kimse ölmezdi öyle değil mi? Eğer yüz elli dakikanın sonunda avcıya yakalanmamışsa bir av, özgür kalabiliyordu. Ki genelde yakalanmayan olmadığı için bu kural pek de önem teşkil etmiyordu.

 

Genç kız gözlerini o merdivenlerden çekip oldukları katta gezdirdi. Kendisinin de bunun gibi bir yerinin olması, kurduğu küçük hayallerden sadece biriydi ama biraz uzak bir ihtimaldi, o yüzden hayal olarak kalmaya devam edecekti.

 

Başlıklıların onları yönlendirmesiyle halka şeklindeki katın bir yarısını dolandılar ve bir kapının önünde durdular. Kadın olan önünde durdukları kapıya ilk kapıda olduğu gibi önce bir kere ardından üç kere sonra iki kere daha vurdu. Diğer kapıda olduğundan çok daha uzun süre beklediler kapının önünde. Belki üç dakika belki beş, kestiremiyordu genç kız.

(İzel olsa anında hesaplardı💁🏻‍♀️)

Kapı sonunda açıldığında onları karşılayan bizzat Alfonso'nun kendisiydi. Altına geçirdiği rengi solmuş siyah kot pantolonu, çıplak ayakları, çıplak gövdesi ve yüzündeki pürüzsüz derecese düzgün metal gümüş maskesiyle... Sol göğsünden sağ kasığına kadar inen uzun derin bir yara izi vardı. O yara izini Yasemin hep mide bulandırıcı bulmuştu, kendinde öyle bir izin olmasındansa ölmeyi tercih ederdi.

 

(İnan bende ölmeni tercih ederdim Yasemin 🙄🙄🙄)

 

"Aenean..." diyerek selamladığında başını eğerek karşılık verdi genç kız. Ardından Alfonso kenara çekilip onlara yol verdiğinde Yasemin ve Aksel içeriye girerken diğerleri dışarıda kalmıştı. Girdikleri odanın duvarlarını kaplayan onlarca ekran vardı. Şu an her biri kapalı olsa da açıldıklarında tüm Dünya'nın gözlerinin önüne serildiğini biliyordu Yasemin. Ekranların ortasında büyük bir masa, masanın üstünde üç tane bilgisayar ve yerde yüzlerce kablo vardı. Odanın içi tamamen bunlardan ibaretti. Onun dışında başka bir yere açılan bir de kapı vardı bu kadar...

 

Kapı kapandığında ve üçü odada yalnız kaldıklarında aralarında garip bir sessizlik oluştu. Aksel bu sessizlikle birlikte Alfonso'nun bakışlarını da üzerinde hissedince, saatlerdir onu terk etmeyen o gerilimin dozajı arttıkça arttı.

 

"Aenean'ın yanında olman bir yana, hâlâ nefes alabiliyor olmana bile şaşırdım böcek."

 

Alfonso'nun alaylı beriton sesiyle durduğu yerde kıpırdandı genç adam. İki yıl önce bilmiyor olabilirdi ama şu an gayet iyi biliyordu ki bu adamı karşısına almak aptallıktı. Yasemin sadece kendi çabalarıyla onu kendi safına çekebildiği için zekasının önünde diz çökmek gerekirdi. Gerçi Aksel her koşulda Yasemin'in önünde dizlerinin üzerine çökerdi ya neyse.

 

"İşime yaradığı sürece de öyle kalmaya devam edecek." diye araya girdi Yasemin. Alfonso'nun gözlerini göremeselerde o gözlerde ezici bir ifade olduğunu biliyorlardı. Böcek diyen sesine bunu çok güzel yansıtıyordu. "Sen öyle diyorsan." diye karşılık verdi adam Yasemin'e. Sonra onlara arkasını dönüp yürümeye başladı ve masanın etrafından dolanıp koltuğuna oturdu.

 

"Sizin buraya geliş nedeninizden önce..." diye girdi söze ve aynı anda kapısı tıklandı. Önce bir kere ardından üç kere sonra iki kere daha... Alfonso önündeki klavyeden birkaç tuşa bastığında kapı açıldı ve içeriye iki adam, başı öne eğildiği için önüne dökülen saçlarından yüzü görünmeyen, ayakları yerde sürünen bir kadınla içeri girdiler. Kadının baygın bir hali vardı.

 

"Görüşmeyi erkene çekmene şaşırma nedenimi sana göstermek istiyorum Aenean." dedi Alfonso, adamlar kadını öylece yere bırakırken. Adamlardan biri cebinden küçük bir şişe ve paketi açılmamış bir enjektör çıkardı. Enjektörün paketini yırtarken hiç kimseden çıt çıkmıyordu. Yasemin, yüzündeki maskenin ağırlığı altında dikkatle olanları izliyor, neler döndüğünü anlamaya çalışıyordu. Adam küçük şişedeki kehribar renkli sıvıyı enjektöre çekip kadının kolunun iç kısmındaki damara enjekte ettiğinde önce hafif bir inleme doldurdu odayı. Ardından kadın sıçrayarak kendine gelip acı dolu bir çığlık attı ve kolunu tutmaya başladı. O şey her neyse yakıcı olmalı ki kadın kolunu delirmiş gibi sıvazlıyordu.

 

Dirseklerini masaya yaslamış ellerini çenesinin hizasında birleştirmiş bir şekilde oturan Alfonso keyifle kadının kıvranmasını izledikten sonra Aenean'a döndü ve "İki gün önce geldi bu kadın bana. Aenean olduğunu söyleyerek." diye açıkladı durumu. Ardından bir kaç tuşa daha basıp bilgisayar ekranını Yasemin'e çevirdi. "Kendine hazırladığı giriş kartı neredeyse seninkiyle aynı."

 

Yasemin kafası karışmış bir hâlde gözlerini kızdan çekip bilgisayar ekranına çevirdi. Yazan bilgiler birebir aynıydı tek farkı profilde kullanılan resimdi. Bu kadının maskesindeki işlemeler kendi maskesininkinden çok daha farklıydı. Yine de dikkatli bakmadığınız taktirde aynı olmadığını anlayamazdınız.

 

"Aslında..." diyerek oturduğu yerden kalktı Alfonso ve masanın etrafından dolanıp Yasemin'in yanında durdu. "O kartları hazırlayıp size veren taraf olduğumuz için bunu..." deyip önce bilgisayar ekranını sonra kadını işaret etti ve devam etti. "Kendime yapılan bir hakaret olarak sayıp kadının cezasını kendim vermeyi düşünüyordum ama kimliğini çalmaya çalıştığı kişi sen olduğundan sana bırakmaya karar verdim."

 

Kafasında dolanan yüzlerce tilki, genç kızın o an herhangi bir tepki vermesine engel oluyordu. Kısık bakan bakışlarıyla kızı incelerken ayakları çoktan hareket etmeye başlamış, Yasemin'i o kadının yanına taşımıştı bile. Tek dizinin üzerine çöküp kızla boyunu eşitledi ve yüzüne dikkatle bakmaya başladı. Saçları aynı renk olda da başka benzer hiçbir özellikleri yoktu. Kız kendisinden daha açık tenliydı, ela gözleri vardı ve yüz hatları daha yuvarlak, dudakları daha ince, burnu da hafif kemerliydi. Korku dolu bakışlarla Yasemin'e bakarken genç kız elini uzatıp karşısındaki kadının kirpiklerine takılıp yüzüne akan saçını kulağının arkasına doğru itti. O an zihnindeki dolaşan yüzlerce tilkiden biri öyle bir çığlık attı ki diğerleri susmak zorunda kaldı. Maskeden görünmese bile dudakları sinsice kıvrılmıştı. Yerinden kalkmadan omzunun üzerinden Alfonso'ya bakarken "Onu istiyorum." dedi.

 

Birkaç dakika sonra kızı getiren adamlar kızla beraber gitmiş ve yine odada yalnızca üçü kalmıştı.

 

"Nasıl anladın ben olmadığımı?" diye sordu Yasemin merak ettiği bu konuyu dile getirirken. Alfonso omuz silkti. "En sevdiğim müşterimin dakik olduğunu ve belirlediği saat ve tarihin dışına çıkmayacağını biliyordum. En azından şu ana kadar öyle sanıyordum, bu yüzden aradığında bir hayli şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Ama neyse ki bu kez karşımdakinin gerçek Aenean olduğunu biliyorum." Yüzü bir köşede sırtını duvara dayanmış bir şekilde varlığını tamamen unutturan Aksel'e döndü. "Şu sünepe sağolsun." Sonra yeniden Yasemin'e döndü ve başı omzuna doğru düşerken "Bu kadar acil olan neydi Aenean?"

 

Yasemin derin bir nefes aldı ve "Biri vardı, hesabıma bin sekiz yüz tane bot hesap gönderip kuşatma altına almıştı hesabımı. Neyse ki şu kız sayesinde o konuda zaman kazanabileceğiz. Bir planım var Alfonso ve senin yardımına ihtiyacım var." diye açıkladı tüm durumu. Alfonso kalçasını yasladığı masadan ayrılıp Yasemin'e doğru bir adım attı ve "Kemiğe gittiğin konudan mı bahsediyorsun?" diye sordu? Bu soru karşısında beti benzi atmıştı Yasemin'in. Damarlarındaki tüm kan çekildi. Kemik, bu camiada Alfonso'nun rakibi sayılan bir adamdı her ne kadar denk olmasalar da. Alfonso'nun bu görüşmeden haberinin olmaması gerekiyordu ama olmuştu işte.

 

"Küçük bir meseleydi, seni bununla meşgul etmek istemedim." diyerek kıvırmaya çalıştı. Bu meseleyi önce Alfonso'ya taşımamasının nedeni kimliğinin açığa çıkmasını istememesiydi. Olay Kemik'e onlara gelen bir müşterinin isteğiymiş gibi anlatılmıştı ama Alfonso buna inanmazdı. Gerçekleri ister, bulur ve alırdı o. Kemik yan çizdiği için geriye tek seçenek bu kaldığından şu an buradaydı.

 

"Sen öyle diyorsan..." diye karşılık verdi bir kez daha. Ardından "Yine de en sevdiğim müşterim olduğun için kendini şanslı say Aenean. Benden önce Kemik'i tercih etmen kabullenilemez aslında ama sana tolerans tanıyacağım. Başka bir şey var mı?"

 

Evet... O an için kendini şanslı sayıyordu Yasemin. Alfonso gibi bir adamla kurduğu ittifakı bozmak, isteyeceğı son şey bile değildi. Kemik olayından sonra Alfonso'nun buna izin vermeyeceğinden emin olsa da "Tünellerden birini ödünç alabilir miyiz diye merak ediyordum?" diye sordu. Yeni videosu için o tünele ihtiyacı vardı, birkaç dakika öncesine kadar Alfonso'nun izin vereceğinden de emindi. Kemik'olayı işin içine girene kadar...

 

Bir anlık bir sessizlik Alfonso'nun gülüşüyle son buldu. "Sen..." dedi Alfonso gülüşünün arasından. "Sınırlarını zorlamayı çok seviyorsun değil mi?"

 

Hissettiği gerginliği belli etmeden rahat bir ifadeyle omuz silkip "Sınırlarımı zorlamayı sevmesem seninle hiç tanışmazdık Alfonso. Kaç kişi on sekizinde tünel turnuvalarına katılıp aynı zamanda da kazanabilir ki?" diye karşılık verdi.

 

Bir anda ciddileşti karşısındaki adam. Ve bu Yasemin'in durduğu yerde daha da dikleşmesine neden oldu.

 

"Kemikle bir kez daha iletişime geçersen bu senin için hiç iyi olmaz Aenean. Verdiklerimi misliyle geri almasını da bilirim. Ve ben verdiklerimi alırsam elinde ne kalır?" Sözlerini pekiştirmek için duraksadı. Soru sormuyor, genç kızın kafasına vura vura bir şeyleri beyninin içine yerleştiriyordu.

 

Hiçbir şey... dedi genç kız kendi kendine. Aenean kimliğini Alfonso'ya borçluydu.

 

"Böyle bir şey bir daha asla tekrarlanmayacak!" dedi genç kız. Kesinlikle tekrarlanmayacaktı.

 

"Alfonso kapıya kadar yürüyüp kapıyı açtı ve Yasemin'e döndü. "Tünel yarına sizin için hazır olur. Yaptığın o planın ayrıntılarını da yarın konuşuruz. Daisy'den yeni kartını almayı unutma şimdikini Daisy'ye ver. İkinci bir sahte Aenean vakası daha yaşamak istemiyorum."

 

Tüm bunlar size ayırdığım zamanınız doldu defolup gidin artık demenin kibarcasıydı. Kapıdan ilk çıkan Aksel oldu hemen ardından Yasemin de çıkmak için hamle yaptı ama bir an durup kapının yanında duran adama bakmaktan alamadı kendini. O maskenin altındaki yüzü öyle çok merak ediyordu ki. Üç numaraya vurulan saçlarının koyuluğu yaşının çok da ileri bir yaş olmadığını gösteriyordu ve ses rengi. Ama tüm bu gücü elinde tutabilen adamın yüzü neye benziyordu? Gerçek adı neydi? Gerçek yaşantısı? Bunlar tam anlamıyla bilinmezdi.

Başını bir kere sallayıp selam verdikten Yasemin de aklını dolduran sorularla beraber odadan çıktı. Geldikleri yolu gerisin geri giderlerken, onları buraya kadar getiren adam ve kadın da onlara eşlik ediyordu. Uçurumun ucundan olan asansöre binip yeniden yukarı doğru çıktılar. Ay tüm görkemiyle havada asılı, eşsiz manzarayı gecenin karanlığında bile görmelerini sağlıyordu.

Arabaların yanına geldiklerinde tavşan başlıklı kadın Yasemin'e bir kart uzattı. Gold renkli bir karttı. Daisy bu kadındı demek ki. Yasemin kartı alıp kendi cebindeki kartı kadının boşalan avucuna bıraktı ve yeniden arabalara yerleşip yola çıktılar. Gelirken olduğu gibi tüm yolculuk sessizlik içinde geçti. Tüneli kullanabileceğini öğrenmek Yasemin'in üzerinden büyük bir yükü kaldırmıştı. Derin bir nefes aldı genç kız ve bakışlarını camdan dışarı çevirmek istedi ama karşılaştığı tek şey siyah kalın bir perde oldu. Gözlerini devirmeden edemedi. Yüzündeki maske yüzünden zaten yeterince bunalmış durumdaydı bir de bu önlemler iyice ruhunu sıkıyordu genç kızın.

 

Neyse ki sonunda araba durdu ve kapıları kayarak açıldı. Buluşma noktalarına gelmişlerdi. Önce Aksel ardından Yasemin çıktı arabadan ve araba hızla uzaklaştı yanlarından. Kiraladıkları Range Rover'a binene kadar ne maskelerini çıkardılar ne de konuştular. Yasemin yüzünden sökercesine çıkardı maskesini derin bir nefes aldı. "Kemikle görüşmemi nasıl öğrendi ki bu adam?" diye sordu bakışları Aksel'e kayarken. Genç adam acele etmeden çıkardı maskesini ve arabayı çalıştırırken "Bence takılman gereken nokta o değil." dedi. Arabayı keskin bir manevra ile döndürüp onları yeniden Seattle'ın merkezine doğru götürürken devam etti. "Kimlik bilgilerini birebir kopyalayan kızı daha çok kafana takman gerek."

 

Omuz silkti Yasemin ve arabanın camını ardına kadar indirip içeriye serin havanın girmesini sağlarken "O benim değil Alfonso'nun sorunu. O bilgilerin hiçbiri benim gerçekte kim olduğumu ortaya sermez ama Alfonso ile ilgili ufak da olsa ipucu elde etmelerine neden olur. O yüzden bırak da bunu Alfonso düşünsün. Benim ihtiyacım olan tek şey Aenean olmaya hevesli olan o kız."

 

"Ne yapacaksın ki o kadını?"

 

Derin bir nefesi keyifle soluyup başını koltuğa yasladı ve yüzünü yalayan rüzgârın tadını çıkarırken "Gece Hancı'nın önüne atacağım. Alfonso'yu biraz tanıyorsan planımı onaylasa bile hemen gerçekleştirmeyecek. Zamana ihtiyacımız var ve o kız zaman kazanmamızı sağlayacak." dedi.

 

Aksel nasıl diye sormayı her ne kadar çok istese de sustu. Geri kalan yolculukları sessizlik içinde geçmişti. Otellerinin önüne geldiklerinde vale arabayı alırken Yasemin resepsiyona bıraktığı odanın kartını alıp asansöre yöneldi. Aksel ise kuyruğu gibi peşinden yürüyordu. Boş olan Asansöre binip odalarının bulunduğu katın düğmesine basıp asansör hareket ettikten sonra sadece bir an bakıştılar. Öteki anda Aksel asansörün durdurma düğmesine basmış ve Yasemin'in ensesinden tutup kendine çekerek dudaklarına yapışmıştı bile. Seattle'a ayak bastıklarından beri hayal ettiği gibi öptü kızı. Alt dudağı dişlerinin arasında ezilirken onu hızla itip sırtını asansörün aynasına sertçe yasladığında kızdan yüksek sesli bir inleme kazanmıştı. Dudakları kıvrılırken boştaki diğer elini genç kızın bacağına götürüp bacağını kaldırdı ve beline dolayıp kendini kızın bacak arasına bastırdı. Eli deri pantolonun üzerinden tuttuğu yeri zaman zaman okşuyor zaman zaman sıkıyorken dudakları bir an olsun o dudaklardan ayrılmıyor, tüm vahşiliğiyle dişleyerek öpüyordu.

 

Yasemin ellerini Aksel'in boynuna sabitleyip diğer bacağını da adamın beline dolayarak usta bir hareketle onun kucağına tırmandı. Tutkunun ateşi içinde çoktan yanmış, şehvet damarlarına dolup taşmış kadınlığında nabız gibi atmaya başlamıştı. Parmakları Aksel'in beyaz saçlarının arasına karışırken başını sağa yatırıp öpüşmeyi derinleştirdi. O an ikisinin de umurunda değildi bir asansörün kabininde olmak. Aksel Yasemin'i biraz daha aynaya yaslayıp ellerini genç kızın bedeninden ayırdı ve üzerindeki gömleğin eteğini deri pantolonunun içinden çıkarmaya başladı. Sabırsız parmakları gömleğin düğmelerini çözmekle uğraşmadan bir tişörtü çıkarır gibi çıkardı gömleğı kızın başından ve dudakları işte o zaman ayrıldı o dudaklardan.

 

(Sevişme sahnesi yazarken bile kafiye yapıyorum Allah beni kahretmesin shkshdj)

 

Önce çenesine ardından boynuna doğru bir yol çizip sütyeninden taşan göğsünün üst kısmına bir öpücük kondurdu. Yumuşacık pürüzsüz ten Aksel'in iştahını kabartırken o teni dişlerinin arasına alıp ısırmaktan çekinmedi. Daha fazlasını isteyerek kıvranan genç kız kendini Aksel'e, başını da arkasındaki cama doğru yasladı. Nefes nefese kalmıştı. Aksel'in eli genç kızın sütyeninin askısına doğru kaydı ve askıları omuzlarından düşürüp göğüslerini özgür bıraktı. Dudakları anında göğüs uçlarını bulurken Yasemin bir kez daha inlemişti. Elleriyle genç adamın başını göğüslerine doğru çekiyor ama yeterli gelmiyordu, daha fazlasına ihtiyacı vardı. Çok daha fazlasına...

 

Ellerini Aksel'in başından çekip aşağıya doğru indirdi ve tişörtünün eteklerinden tutup çekip çıkardı. İçindeki ateşi söndürme isteği öyle yoğundu ki bu aptalca ön sevişmeyi uzatmaya gerek falan yoktu. Bir an önce olup bitmeliydi. Kadınlığındaki sızı, oyalanmasına izin veremeyeceği ölçüde yoğundu.

 

Elleri bir kez daha aşağı doğru kayarken göğüs ucunda hissettiği acı çığlık atmasına neden oldu. Acı tatlı bir zevke döndüğünde dudaklarından bir kıkırtı kaçtı. Aksel diğer göğüs ucunu dişlemeye giriştiğinde o da kaldığı yerden devam edip genç adamın kemerini çözdü, düğmelerini açtı ve fermuarını indirdi. Bir elini genç adamın iç çamaşırının içine kayıp sert uzunluğunda avucunu gezdirirken başını eğip "Bunu içimde istiyorum." diye fısıldadı adamın kulağına. Dili kulağının kenarı boyunca kayıp kulak memesini ağzının içine çekerken "Hemen!" diye ekledi ve genç adamın kulak memesini ısırdı.

 

Bu sözler Aksel'in tetikleyicisi olmuştu. Genç kızın göğüslerinden ayrılıp yeniden dudaklarına yapışırken ellerini kalçalarının altına yerleştirip Yasemin'i yasladığı yerden uzaklaştırdı ve yavaşça yere doğru çöküp genç kızı asansörün zeminine yatırdı. Sabırsız elleri anında Yasemin'in deri pantolonunun düğmesini bulup açmış ve fermuarını indirmişti. Dizlerinin üzerinde doğrulup pantolonu iç çamaşırı ile birlikte çekip çıkarırken aç gözleri genç kızın kusursuz vücudunda dolaşıyordu.

 

Kendi pantolonundan da kurtulduğunda bir saniye bile beklemeden genç kızın bacaklarını aralayıp arasına yerleşti ve dudaklarını dudaklarına yaslayıp kendini kızın ıslak girişinden içeri itti. Yasemin hissettiği doluluk hissiyle inlerken gözleri kaymıştı. Bacaklarını Aksel'in beline dolayıp onu daha da derinlerine çekmek için uğraşıyor, Aksel geri çekilip kendini her itişinde tırnaklarıyla çaresiz bir çaba içinde genç adamın sırtında derin izler bırakıyordu.

 

Sert ve hızlı darbeler kendisinden geçmesine neden olsa da genç kız her an daha fazlasını isteyerek Aksel'in tüm darebelerine kendi darbeleriyle karşılık veriyordu. Kadınlığının iç duvarlarında hissettiği acı tatlı sızıyla halinden memnun bir şekilde inliyor, istediğini elde edememenin sızısıyla tırnaklarını biraz daha saplıyordu genç adamın sırtına. Hem düşmek istiyordu o tırmandığı uçurumun kenarından hem de erken düşüp zevkinin yarıda kalmasından korkarcasına tutunuyordu onu sertçe becerem adama.

 

Çok uzun sürmedi. Orgazm öyle hızlı gelip onları içine çekti ki ikisi de sertçe inleyip birbirlerine tutundular ve aynı anda boşaldılar. Yasemin'in elleri Aksel'in bedeninde asılı kalırken Aksel genç kızın üzerine yığılmıştı. Birkaç dakika o şekilde kalıp soluklandılar ve ardından giyinip asansörü yeniden çalıştırıp odalarına döndüler. Yarına dinlenmiş, hazır, zinde bir şekilde girmeleri gerekiyordu.

 

💎🎭

 

Ertesi farklı bir buluşma noktasından yine aynı adam ve kadın tarafından alınıp sığınağın olduğu uçuruma geldiler. Bu kez hava aydınlık olduğu için etrafını daha net görebiliyordu Yasemin ama konumlarını belirleyecek tek bir ayrıntı bile yoktu. Bir tarafları uçsuz bucaksız denizken diğer tarafları uçsuz bucaksız ormandı. Asansör aşağı doğru inerken yönünü denize doğru dönüp tuzlu yosun kokusunu içine çekti genç kız. Birilerini öldürmek için güzel bir gün diye düşündü. Ona göre her gün öyleydi ya neyse. Asansör sarsılarak durduğunda yeniden o mağarayı andıran ama mağara denmeyecek kadar mükemmel oyulmuş ve parke taşlarla örülmüş geçite girdiler. Asansör yeniden yukarı doğru çıkarken geçit kapanmış ve tek ışık kaynakları duvarlara tutturulmuş meşalelerde yanan ateşler olmuştu. Turuncu loş ışığın eşliğinde çift kanatlı kapının önüne geldiklerinde bir önceki gün yaşananların aynısı yaşandı. İçeri girdiklerinde ne demir parmaklıklardan uzanıp yardım dilenen ellere baktı Yasemin ne de tepelerinde sallanan yüzlerce iskelete. Alfonso'nun önceki gün bahsettiği asılan adamlar çürümeye başlamış olacak ki, çürük ceset kokusu yoğunlaşmıştı. Öyle ki bu kokudan haz alan Yasemin bile elini burnunun önünde sallama gereği duydu. Aldığı tek koku bu olduğu zaman o kadar da güzel gelmiyordu genç kıza.

 

Doğrudan merdivene yönelip tünellerin olduğu kata kadar durmadan yürüdüler. Sekiz tünelin yalnızca bir tanesinin kapısı açıktı. Ortadaki boş alanda Alfonso dikiliyordu ve karşısında dizlerinin üzerine çökmüş, elleri arkalarında bağlı beş kişi vardı. Korkudan titrediklerini bulunduğu noktadan bile görebiliyordu Yasemin. Dudakları kıvrıldı. İşte bundan hangi koşullarda olurlarsa olsunlar hoşlanırdı. İnsanların korkuları, onun duygularını besliyordu.

 

Zemine ayak bastığında Alfonso ona bakmadan "Canlı yayın yapacak mısın yoksa sadece kayıt mı alacaksın?" diye sordu. "Kayıt..." diyerek kısa bir cevap verdi Yasemin. Tünellerde bazen av ve avcılar boğuşabiliyor ve maskeler düşebiliyordu. Bu riski göze alamazdı genç kız.

 

Alfonso bir köşede duran iki masanın ortasında durana kadar o köşeye doğru yürüyüp Yasemin'e çevirdi maskeli yüzünü. Masalardan birinin üzerinde bilgisayar vardı diğerinin üzeriyde çeşitli aletlerle ve sıvılarla doluydu. Sıvılardan birkaçı zehir, bir kaçı da yakıcı asit ve benzinden ibaretti. Ayrıca masanın üzerinde yuvarlak şekilde, içi katlanmış kâğıtlarla dolu cam fanus da vardı.

 

"Kaç av istiyorsun karar ver Aenean." dedi Alfonso. Genç kızın gözleri yan yana dizilmiş avlara kaydı, üçü erkek ikisi kadındı. Derin bir nefes alıp dudakları iki yana doğru kıvrılırken yüzünü gizleyen maske yüzünden kimse bu gülüşü göremedi. "Hepsini istiyorum." dedi Yasemin tüm açgözlülüğü ile. Ardından kahvelerini Alfonso'ya çevirip "Ayrıca dünkü kızı da istiyorum." diye ekledi. Adam gülerken başı iki yana sallanmıştı. "Aç gözlüsün!" diye homurdanıp başıyla onları buraya getiren adama işaret verdiğinde, tek kelime bile etmesine gerek kalmadan adam merdivenleri tırmanmaya başladı.

 

Alfonso kısa bir an bilgisayarın başına geçip klavyede oyalandıktan sonra masanın arkasından çıkıp Yasemin'in karşısında dikildi. "Ben gösteriyi odamdan izliyor olacağım. Senin sünepe buradaki tenik işi halledebilir diye düşünüyorum ama her ihtimale karşı Daisy'de onun yanında duracak. Sana iyi eğlenceler Aenean." Dedi ve arkasını dönüp gitti.

 

Bu sözler üzerine Aksel bilgisayarın arkasına geçerken Daisy denen tavşan başlıklı kadın da Aksel'in yanındaki yerini almıştı. Bekledikleri kız gelene kadar Yasemin avlarının yanına yaklaşıp onlara hayatta kalmaları için yapmaları gerekenleri anlattı. Tünelin içine gir ve saklanabildiğin kadar iyi saklan. Bulunursan koşulsuz ya canın çok yanacak ya da öleceksin...

 

Birkaç dakika sonra, sonunda bekledikleri kadın da geldiğinde artık hazırlardı. Aksel kaydı başlattı ve Yasemin ortada durup yan yana dizilen adamlara oyunu başlatacak komutu verdi.

 

"Kaçın..."

 

Bir anda beşi de ayağa kalkıp kapısı açık olan Tünel'in içine doğru koşmaya başladıklarında oluşan arbedeyi keyifle izledi genç kız ve sayaç geriye doğru saymaya başladı. Yalnızca on dakikaları vardı. Aksel oturduğu sandalyeden kalkıp fanusun başına geçti ve elini içine daldırıp kağıtları karıştırarak içlerinden birini seçti.

 

"Sırt bölgesi ve nitrik asit."

 

Genç kız, çıkan sonuçtan memnun bir halde masaya yaklaşıp, postacı çantasına benzeyen çantayı omzundan çapraz bir şekilde geçirdi ve masanın üzerinde duran sarı renkli cam şişelerden üzerinde nitrik asit yazanı alıp çantanın içine koydu. Aksel bir kez daha elini fanusa daldırıp bir sonraki görevini söyledi.

 

"El veya ayak olması avcının kararı, dört parmak."

 

Genç kız elini kesici aletlerin üzerine gezdirdi. Hangisi işe daha çok eğlence katar onu tartıyordu. Eli kurmalı bıçağın üzerinde durdu ve onu da alıp çantanın içine yerleştirdi. Sıradaki görevi seçildi.

 

"İki göz..."

 

Ucu dondurma kaşığına benzeyen makas şeklindeki aleti de çantasına yerleştirdi.

 

"Dil ve birkaç diş..."

 

Yüzünü buruşturdu genç kız. Diş sökmek o kadar zordu ki... Buna denk gelecek kişinin ölüp ölmemesini umursamadan direkt olarak çekice yöneldi. Ekstralar olarak keskin bir bıçak ve bir kerpeten de atmıştı çantasına.

 

"Yeniden nitrik asit ama bu kez baş bölgesine."

 

Son görevinin gereci de çantasında olduğundan artık tünele girmek için hazırdı genç kız. Sayaç ondan geriye doğru saymaya başladığında son olarak masanın üzerindeki elektroşok çubuğunu da alıp tünele doğru yürüdü. Adrenalin damarlarına tırmanıp ona en büyük tutkusunun hazzını yaşatırken "Sırt bölgesi ve nitrik asit..." diye tekrar etti içinden. Bu ilkini aklında tutsa yeterdi. Diğerlerini sırası geldiğinde Aksel anons edecekti.

 

Tıpkı girişteki geçitte olduğu gibi bu tünel de meşalelerle aydınlatılmıştı. Dar girişi on adımdan sonra genişliyor ve o labirenti andıran kısma geçiyordun. Sessizlik, kendi kalp atışlarını duyacak seviyeye ulaşırken önündeki yol ikiye ayrıldığında sol taraftakine doğru girdi. Onu karşılayan şey, her iki duvarın dibine altışarlı şekilde yerleştirilmiş on iki sandıktı. Ortalarına dikilip nefesimi tutup sesleri dinledi genç kız. Ve çok değil bir saniye sonra istediği o nefes sesini duydu. Adımları en baştaki iki sandığın ortasına kadar ilerledi ve durup aynı anda iki kapağı da kaldırdı. Boştu. İki adım atıp diğer ikisinin ortasında durduğunda tam açmak için ellerini uzatıyordu ki en sondaki sandığın kapağı hızla kalkıp duvara çarptı ve içinden çıkan adam hızla tünelin diğer tarafına doğru koşmaya başladı. Günlerdir vasat bir halde bir hücrede yaşadığı hesaba katılırsa Yasemin çok daha avantajlıydı. Zaten tünelde aslolan bir şey varsa o da avcılarım avlardan her daim daha avantajlı olduğuydu. Elindeki elektroşok çubuğunun düğmesine basıp akımını aktif hale getirirken adamın ardından koşmaya başladı genç kız. Çok değil saniyeler içinde karanlıkta kaybettiği adamı bulmuştu. Adam bilmediği tünelde yanlış bir yola sapmış ve saptığı o yol onu çıkmaz sokaklardan birine götürmüştü. Adımlarını yavaşlatıp yürüyerek girdi o kapıdan içeri. Adamın ellerini duvarda gezdirip çıkar bir yol aradığını gördüğünde dudaklarından bir kahkaha kaçtı.

 

"Burası çıkmaz sokak..." dedi genç kız akıcı İngilizcesiyle. "Ve ben ilk avımı yakaladım.

 

Adam saldırmak için genç kızın üzerine atılmaya çalıştı ama hiç faydası yoktu. Yasemin elindeki çubuğu hızla kaldırıp adamın koluna degdirdiğinde adam anlık olarak titreyip acıyla inleyerek yere düştü. Genç kızın dudaklarından bir kahkaha daha firar etti. Hayatta kalmak uğruna harcadıkları bu boşa çabalar genç kızı her daim fazlasıyla eğlendirmişti. Tam adama doğru bir adım atacaktı ki bir anda sırtında bir ağırlık hissetti ve iki ince kol sıkı sıkı boynuna dolandı. Sırtına biri atlamıştı. Kahkahası yarıda kesilirken neler olduğunu anlaması birkaç saniyesine mal oldu. Anladığındaysa hızla ayaklarını yerden kesip bedenini sırtının üstüne doğru yere attı. Çarpmanın şiddetiyle ona arkadan saldıran her kimse acı dolu bir inlemeyle kollarını çözdüğünde Yasemin hızla o kişiden uzaklaşıp elektroşok cihazını beline yasladı. Cihazı kızda tuttuğu birkaç saniye boyunca ona saldıran kız şiddetle titreyip acı dolu çığlıklar atmıştı. Sonunda kızı etkisiz hale getirdiğine ikna olduğunda cihazı çekip yüzüne baktı. Siyahi bir kızdı. "Aptal..." diye mırıldandı çantasını başından çıkarıp kenarı bırakırken.

 

"Seni bulamayabilirdim ve sen canın yanmadan hayatta kalabilirdin."

 

Çantanın fermuarını açtığında içine doldurduğu malzemeler gözlerinin önüne serildi. Sakince çantanın içindeki gizli gözü de açıp bakışlarını yeniden kıza çevirdi. Gözleri açık bir şekilde hareketsizce yatıyordu. Arada bir yüz kasları kasılıyor ve gözlerinden şakaklarına doğru göz yaşları sicim gibi akıyordu. Onun yutkunduğunu gördü Yasemin. Muhtemelen yediği elektrik akımı yüzünden şu an kendini felç gibi hissediyordu. Gizli bölmede hazır bulunan kelepçelerden birini çıkarıp çantayı kenarı bıraktı ve ayağa kalkıp kızın kollarından tutup onu yerde sürükleyerek duvarın dibine doğru götürdü ve duvara sıra sıra çakılmış olan demir halkalardan birine kelepçeledi.

 

"Ama şimdi kalamayacaksın!" diye devam etti sözlerine ve kıza arkasını dönüp ondan önce bulduğu avına odaklandı. Elektriğin etkisi geçmeye başlamış olacak ki hareketlenmeye başlamıştı. Çantanın içinden sarı renkli cam şişeyi çıkardığında adamın gözlerine dalga dalga yayılan korkuyu gördü. Bir tatmin duygusu damarlarından kalbine ordan da beynine doğru çıkarken hâlâ büyük ölçüde güçsüz olan adamı sırt üstü yatırıp iki yanında duran ellerine basarak onu tamamen etkisiz hale getirdi. Adam bir şeyler mırıldanıp bilmediği dilde bir şeyler söyleyip duruyordu ama genç kızın onu duyduğu söylenemezdi. Şu an tek odaklandığı şey bu adamın yanan derisini görme arzusuydu. Eğilip cam şişeyi yere koydu ve üzerindeki iyice eskimiş olan tişörtü bir çırpıda yırtıp sırtını açıkta bıraktı. Bembeyaz derisinin birazdan eriyecek olması fikri genç kızı öyle heyecanlandırıyordu ki yüzündeki maskeye rağmen gülmekte hiç zorlanmadı. Cam şişenin kapağını açıp yavaşça adamın ensesinden bel kısmına doğru düz bir çizgi halinde dökmeye başladığında, nitrik asit tenine değdikten ancak birkaç saniye sonra o duymaya can attığı acı dolu çığlıkları duydu. Gözlerini tatminkârlıkla kapatırken yakıcı yanık et kokusunu içine çekti. Genzini yakan asit kokusu yüzünden gözlerini açıp gülerek doğrulurken adamın kaynayıp eriyen derisinde gezdirdi gözlerini. Dumanlar çıkıyordu asitin değdiği kısımdan ve dümdüz sırtında artık asitin bıraktığı derin izler vardı.

 

Adamın acı dolu çığlıkları tüm tünelin içini inletirken Yasemin onu hiç duymuyormuş gibi elindeki cam şişeye bakıp "Bunun hepsini sende harcamak çok isterdim dostum ama bir kişiye daha yetmesi gerek." dedi gülerek ve sadece yarım şişe kalmış olan nitrik asit şişesinin kapağını kapatıp yeniden çantanın içine yerleştirdi.

 

Adam hâlâ sayıklarcasıma bağırırken onun sesini bastıran bit ses doldurdu tünelin içini.

 

"El veya ayak olması senin kararın, bize dört parmak lazım."

 

Yasemin başını kaldırıp sanki anonsu yapan Aksel'i görecekmiş gibi tavana baktı ve gülümseyerek kıza dönüp "Senden bahsediyor." dedi. Kızın ingilizce anladığı yüzünün renginin atmasından belliydi. Yasemin elini yeniden çantanın içine atıp kurmalı bıçağı aldı ve kıza yöneldi. Kelepçenin izin verdiği ölçüde kaçmaya çalışıyordu ama pek şansı da yoktu. "Sen seç..." dedi Yasemin oyunbaz bir sesle. "El mi olsun ayak mı?"

 

Gözyaşları yanaklarını yıkarken burnunu çekip "Bunu neden yapıyorsun?" diye sordu kız. Çenesi titrediğinden sesi de titrek ve zayıftı. Omuz silkip elindeki bıçağı havaya kaldırdı ve "Çünkü yapabiliyorum. Çünkü bunu yapmaktan keyif alıyorum." dedi ve kızın yanına diz çöküp sağ bileğini tutup elini kendine doğru çekti. Kız ne kadar parmaklarını avuç içlerinde gömüp Yasemin'e engel olmaya çalışsa da Yasemin galip gelip bıçağın yuvarlak kısmını kızın parmağına geçirmişti bile. Yavaş yavaş metali sıkmaya başladı. Avucunun altındaki kızın tüm bedeni tir tit titriyordu ama durması adına tek bir yalvarma cümlesi bile kurmuyordu. Gururluydu anlaşılan. Başlarda hiçbir şey yoktu ama metal gittikçe daha fazla sıkıldığında canı yanmaya başladı kızın. Dişlerini sıkıp belli etmemeye çalışsa da parmağı morarmaya başlamıştı. Daha da sıktı yasemin o halkayı ve acı dolu bir inlemeyi duyabildi sonunda. Sıktı sıktı sıktı. Metalin altında ezilen deri daha fazla dayanamayıp kanamaya, her sıkılışında biraz daha parçalanmaya başlamıştı. En sonunda bıçak kemiğe dayandığında kız daha fazla dayanamayıp acı dolu bir çığlık attı. Öyle çok canı yanıyordu ki. Parmağı, her hücresinin hissedebileceği bir ölçüde yavaşça koparılıyordu. Yasemin kemiğe geldiğinde hızla bıçağı kıvırıp kemiğin kırılmasını ve parmağın elden ayrılmasını sağladı. Bu hareketle kız artık gırtlağı yırtılırcasına bağırıyordu. Sonra sol elinin işaret parmağını aynı şekilde kopardı Yasemin ardından her iki elin serçe parmaklarını da kopardığında artık kız acıdan bayılmış haldeydi.

 

Keyifle gülüp elinde tuttuğu dört parmağa zafer kazanmış gibi bakan Yasemin, gözlerini kıza çevirip başını iki yana salladı ve "Sakın öleyim deme." deyip yerinden kalktı, parmakları dikkatle kızın yanına yerleştirip çantasını toparladı ve geriye kalan üç avını bulmak için odadan çıkıp tünelin geri kalanını dolaşmaya başladı.

 

Üçüncü avını bulmak onun için pek de zor olmadı. Yaseminin ayak seslerini duyan bir adam kaçabileceğini umarak saklandığı yerden çıkıp koşmaya başlamıştı. Kaçamadı. Yasemin onu yakalayıp elektroşok cihazı ile etkisiz hale getirdikten sonra bir kez daha tünelin içinde anons sesi duyuldu.

 

"Gözler..."

 

Yasemin bu kez çantasından, kurmalı bıçak yüzünden kana bulanmış makası çıkardı. Adamın ağlayışları, yalvaran çığlıkları kulağına en sevdiği şarkıymış gibi geliyordu. Hareket edemeyen adamın gövdesine oturup bir eliyle sol göz kapağını açık tutmaya zorlarken diğer eliyle elindeki ucu dondurma kaşığına benzeyen makas gibi aleti gözünün üzerine bastırdı. Yuvarlak çukurun içinde üç yüz altmış derece dönebilen, çukurun şeklini almış bir bıçak vardı. Makası kapattığı an o bıçak gözün yuvarlağının etrafından dolanıp, optik siniri kesip sert tabakayla birlikte gözü olduğu gibi çıkarmıştı çukurundan. Çıkan gözü bir zafer daha kazanmış gibi gülüp bir kenara attı ve diğer gözü de aynı şekilde söküp aldı adamdan. Adam daha ilkinde bayıldığı için çok fazla acı ve çığlık duyamamak genç kızı üzse de ilk iki avından bu konuda istediğini aldığı için şikâyeti yoktu. Bu adamı kelepçeleme gereği bile görmedi. Uyansa bile kalkıp bir yere gidemeyecek kadar kör olmuştu ne de olsa.

 

Bir sonraki avını bir duvarın arkasında, karanlık bir noktada saklanırken buldu. Açıkta kalan ayak uçları onu ele vermişti. Bu üç adamdan sonuncusuydu. Adam daha ne olduğunu bile anlayamadan elektrik ile onu da etkisiz hale getirdi. Aksel'in anonsu bir kez daha inletti tüneli.

 

"Dişler ve dil..."

 

Adama bakarken eline çekici ve kerpeteni aldı. Hareket edemeyen adamın gövdesine oturup "Seç bakalım, önce dilin mi gitsin yoksa dişlerin mi?" diye sordu. Sonra sanki adam cevap vermiş gibi "Bence de dişler..." dedi ve ağzını açmamak için ısrar eden adamın ağzını zorla açıp kerpeten ile ön dişlerinden birini tuttururken "Dişler aradan çekilirse dile ulaşmak daha kolar olur değil mi?" diye sordu. Sesi öyle keyif dolu geliyordu ki. Adam hareket etmeye çalışınca başını dizlerinin arasında daha da sıkıştırıp "Şşhhh! Sadece bir kaç tanesini kaybedeceksin!" dedi teselli eder gibi. Sanki yaptığının bir tesellisi olurmuş gibi... Ardından hızla ekindeki çekiçle kerpetenin gövdesine sertçe vurdu. Kan maskesine sıçrarken diş kerpetenin ağzında kalmış ve kökü damaktan kopmuştu. Adam acıyla bağırırken boğazına dolan kan onu boğuyormuş gibi çıkıyordu sesi. Yasemin bacaklarını serbest bırakıp adamın başını yan yatırdı ve kandan bogulmasına engel olup ağzındaki kanı boşalmasını sağladı. Ardından ön dişinin bir diğerini de aynı şekilde çekti. Alt dişlerinden üçünü de çektiğinde yeterli olacağın kanaat getirip elindeki çekici bıraktı. Adam hâlâ acıyla ağlayarak yalvarıyordu, o kadar çekilen dişe rağmen bayılmamıştı. Yasemin hafifçe kıkırdayıp bir eliyle adamın yanağına hafif hafif vurdu ve "Çok dayanıklısın!" dedi. Bu kez çantaya elini atıp düz keskin bıçağı çıkarıp zorlanmadan adamın ağzını araladı. Yanaklarından yere doğru akıp geçtiği yerlerde iz bırakan kanların eline bulaşması onu hiç de rahatsız etmiyordu. Aksine elinde hissettiği o kaygan ıslaklık, sıcaklık, kanın o kendine has yapısı hoşuna gidiyordu.

 

Araladığın boşluktan parmaklarını sokup kana bulanmış dilini tutup dışarı doğru çektiğinde adamın direnecek hali kalmamıştı. Tek hamleyle ustaca kesti Yasemin o dili ve dişlerin yanına bıraktı. En kanlı olanın parmak kesme olacağını düşünüyordu ama bu diğerinden çok daha kanlı olmuştu. Derin bir nefes alıp kanın o metalik kokusunu içine çekti ve başını omzuma doğru yatırıp "Kelepçelemezsem kaçmazsın değil mi? Bulman gereken bir kız daha varda." dedi ama adamın değil cevap vermek, dudaklarını kıpırdatacak hali yoktu. Bir kez daha adamın yüzüne bakıp iç çekti ve "Bende öyle düşünmüştüm." diyerek gülüp eşyaları toplayıp onun yanından da ayrıldı.

 

Doğruyu söylemek gerekirse diğer kızı bulmak Yasemin'i bir hayli uğraştırmıştı. Diğerleri gibi erkenden saklanmamış, koşabildiği kadar koşarak akıllılık etmişti. Karanlık bir odaya saklanıp en köşeye sindiğinde gerçekten de iyi saklanmış gibi duruyordu aslında. Tek sorun ağladığı için çektiği burnuydu. Onu ele veren şey. Aramakla bir hayli yorulduğu için beklemeden ya da elektroşok cihazına gerek duymadan eRlinde hazır beklettiği nitrik asitin kalanını kızın kafasına boşalttı. Öyle bir çığlık koptu ki kızdan Yasemin az kalsın ona teşekkür edecekti sona kalıp bu sesle gösteriyi sonlandırdığı için. Yanan derideki saçlar kopuk kopuk olup derinin bir kısmı kel kalırken yüzü de tanınmayacak hale geldi kızın. Nitrik asitin değdiği her noktası yandı. Ağladı göz yaşları daha çok yaktı. Ve Yasemin o kız susana kadar karşısında dikilip büyük bir keyifle kızın acısını dinledi.

 

Ta ki Aksel yanına gelene kadar. Beraber acı içinde inim inim inleyen beş kişiden dördünü dışarı taşıdılar. Beşinci için tünele girdiklerinde yanlarında kimliğini kopyalayan kadın da vardı. Onun da korkusunu hissediyordu genç kız. Ama kuyruğunu dik tutmaya çalıştığının da farkındaydı. Son avın yanına geldiklerinde Yasemin kadına dönüp "Yaşamak istiyor musun?" diye sordu. Gerginlikle gerilen tenini ve yutkunduğunda hareket eden boğazını loş ışıklara rağmen görebiliyordu. Başını sallayarak cevap verdi kız. Elbette istiyordu. Yasemin yavaşça kanlı ellerine aldırmadan omuzlarını saran pelerinini çıkardı ve kıza uzattı. "Bunu giy o zaman." Tereddütün dipsiz bir kuyusuna düşen kız, uzanan bu eli tutmaktan başka bir çıkar yol görmeyerek pelerini alıp omuzlarına attı ve boğazına denk gelen bağcıklarını bağladı. Bunu neden yaptığını anlamış değildi.

 

Yasemin Aksel'e başıyla işaret ettiğinde Aksel kadının kolunu tuttu ve birlikte kalan son adamın, sırtı yanık olanın, yanına gittiler. Aksel'in işaretiyle kadın ne yapması gerektiğini anlayarak adamin ayaklarından tutup kaldırdı, genç adam da kollarından tutunca beraber taşımaya başladılar. Yasemin ise onların ardından bakarken tünelin içinde kalmıştı. Birkaç dakika bekledi o tünelde. Çıktıklarından emin olduğu bir dakikanın içine girdiğinde o da çıkışa doğru yürüdü. Her şey hallolmak üzereydi. Başlarına bela olan herkesten kurtulmalarına çok az kalmıştı. Açık alana geldiğinde bir köşede bıraktığı tahribatla beş kişi bir köşede bilgisayar başında kaydı durduran Aksel, bir köşede Alfonso'nun adamları ve ortada da kimliğini kopyalayan kadın vardı. Gözleri sorarcasına Aksel'e kaydığında adamın onaylar şekilde başını sallamasıyla rahat bir nefes aldı ve omzunda asılı duran çantayı yerine bırakmak için masaya doğru yürüdü. O dakikalarda kimseden çıt çıkmıyordu.

 

Çantayı masaya bırakıp şişelerden birine uzanırken birazdan yapacağı şey için zerre pişmanlık duymayacağının bilinciyle hareket etti. Şişeye yapışmış olan çakmağın bandını sökerken arkasını masaya dönüp ortada duran kıza doğru yürüdü. Kız dikkatle Yasemin'e bakıyordu. Ne yapacağını anladığı dakikada ayakları bir adım geri giderken "Hayır!" dedi aksanlı bir İngilizceyle. "Yaşayacağımı söylemiştin." Kaçış yolu arıyordu ama ya tünelin içine girecekti ya da merdivenlere koşacaktı ki ikisi de çözüm değildi.

 

"Sence gerçekten kimliğimi çalan birinin yaşamasına izin verir miyim?" diye sordu Yasemin alaylı bir sesle. O kıza yaklaştıkça kız geri geri attığı adımlarla Yasemin'den uzaklaşmaya çalışıyordu. "Lütfen..." diye yalvardı ağlamaklı bir sesle. "Ölmek istemiyorum, yalvarırım yapma."

 

Onu dinlemedi Yasemin. Bu kısa kovalamaca oyunundan sıkılmış gibi bir anda adımlarını hızlandırıp kızın kolunu kavradı. Kız ne kadar çırpınırsa çırpınsın kurtulamadı Yasemin'in kıskacından. Yasemin elindeki şişenin kapağını açtığında bir anlığına etrafa benzinin o ağır kokusu yayıldı. Şiseyi yavaşça kolunu sımsıkı tuttuğu kızın başından aşağı boşaltıyordu. Kurtulamayacağını anlayan kız ağlayarak dizlerinin üzerine çöküp "Bir hata yaptım, yalvarırım affet." diyerek yalvarmaya başladı. Ama nafile bir çabaydı bu. Zira bir diğer saniyede çakmak çakılmış ve kıza sıçrayan bir kıvılcım, kızın alev alev yanmaya başlamasına neden olmuştu. Benzinin değdiği her yer cayır cayır yanmaya başlarken Yasemin kızdan uzaklaşıp Aksel'in yanına gitti. Diğer beş kurbandan çok daha yüksek sesle acıyla bağıran kız can havliylr oradan oraya koşuyor, tenini dağlayıp bedenini yakan o alevleri söndürmeye çalışıyordu.

 

Hareketler kesildi, çığlıklar sustu çöktüğü yerde simsiyah olana kadar yandı o kız ve herkes izledi bu manzarayı. Kayda dahil olacak bir şey değildi belki ama Yasemin en çok bu ölümden haz almıştı.

 

Kızın tamamen öldüğünden emin olduktan sonra Aksel'e dönüp burada kalan işleri toparlamasını söyledi ve merdivenlere yönelip Alfonso'nun yanına doğru yol aldı. Şimdi asıl planı konuşmanın zamanı gelmişti işte....

💎🎭

 

Loading...
0%