Yeni Üyelik
32.
Bölüm

31| TEHLİKENİN İÇİNDE

@saniyesolak

Sellam😽

 

Bölüme geçmeden önce oy vermeyi unutmayın güzellerim. Ve bol yorumlu bir bölüm olsun olur muuu🥲

 

Keyifli okumalar✨

 

Bölüm şarkısı: Fleurie - Noble Blood

 

YAZARDAN:

 

Damla, elindeki şampanya şişesini nazik hareketlerle eğip masanın üzerinde duran bardağa şampanya boşaltırken bir anda kalçasında bir el hissetti. O el kalçasını sertçe sıkarken midesindeki kaynamanın aksine, hiç tepki vermeden kadehi doldurmaya devam etti. Görevde ona düşen rol buydu. Toplantı esnasında susayan heriflerin kadehlerini dolduran üç servisçi kızdan biriydi. Rustu ve adı Ekaterina'ydı. Ve rolü gereği Türkçe bilmiyor, anlamıyordu. Bu ayrıntının nedeniyse bu toplantıda konuşulacak hiçbir konuyu anlamaması ve dışarıya taşımamasıydı. Oysa ki o an Damla'nın üzerinde bir ses kayıt cihazı vardı ve konuşulan her şey, Gece tarafından kayda alınıyordu.

 

Adam sıktığı kalçayı okşamaya başlarken yüzünde, Damla'da tiksinti uyandıran bir gülümsemeyle Damla'nın yüzüne bakıp "Bunu beğendim." dedi kaba bir sesle.

 

Masanın başında oturan, şakaklarına düşen aklardan ve çehresini sarmaya başlayan kırışıklıklardan yaşının göründüğünden daha fazla olduğunu belli eden bir adam, "Beğendiysen toplantının sonunda senin olabilir Musa ama şimdi iş konuşulacak." dedi aksi bir sesle. Resimlerden tanıdığı o adamın Rauf Karan olduğunu biliyordu Damla.

 

Kalçasını okşayan adam, Rauf Karan'ın uyarısı ile elini hoşnutsuzluk dolu bir ifadeyle çekip rahatça koltuğa yaslandı. Damla da işine geri dönmüş, adamın yanından ayrılıp başka bir adamın kadehini doldurmaya başlamıştı.

 

Kulaklığından önce hafif bir cızırtı geldi ve ardından Gece'nin sesi kulağına doldu. "Aferin güzelim, hiç renk vermiyorsun, aynen böyle devam et." Bu rahatlamasına neden oldu. Birilerine bir şeyleri belli etmekten ödü kopuyordu ama öyle bir konumdaydı ki bunu kendine bile itiraf edemiyordu.

 

Ona İzel'in ne durumda olduğunu sorabilmeyi çok istese de konuşamayacağını bildiğinden sustu. Zaten Gece'nin sesi de geldiği hızda kaybolmuştu. Yeniden toplantıda konuşulan konuya döndü.

 

Altmışlarının ortasında olan kel bir adam "Kahraman Hancı'nın bu teklifi vereceğinden emin misin Rauf? Bu rakam onun için bile büyük bir rakam." diye sordu. Sesinden tereddüt akıyordu. Rauf Karan, sırtını yasladığı sandalyeden doğrulup dirseklerini masaya dayadığı sırada Damla onun içkisini dolduruyordu. Her adam farklı bir şey içiyordu ve Damla bu odaya girmeden hemen önce beş dakika içinde kimin ne sevdiğini ezberlemişti. Rauf Karan'ın tercihi viskiydi. Servis arabasından bir şişe viski ve bir adet viski bardağı alıp doldurdu. Bardağı Rauf Karan'ın önüne koyarken ne söyleyeceğine dikkat kesildi.

 

"Elbette eminim Sabit." dedi Rauf Karan, ardından ekledi. "Kahraman Hancı o arazide bir şey gördü. Ben bunun bir maden olduğunu düşünüyorum. Bildiğiniz üzere en nadide parçalar, en değerli taşlar hep onun elindedir."

 

Bu sözler üzerine Sabit denen adam güldü. "Yapma Rauf." dedi gülüşlerinin arasında ve Damla'nın doldurduğu rom bardağını dudaklarına yaslayıp bir yudum aldı. "Hepimiz biliyoruz ki Kahraman Hancı o elmasları madenden çıkarmıyor."

 

Elbette çıkarmıyordu, böylesi ona çok daha pahalıya patlardı. Kurduğu bu üç kişilik ekip onun madeniydi.

 

"Şu söylentilere inanıyorsunuz yani?" diye sordu Rauf Karan bu sözler üzerine, ardından o da kendi içkisinden bir yudum aldı. "Ona hepinizden daha yakınım ve sizi temin ederim beyler, öyle bir şey yok. Olsaydı şimdiye kadar çoktan yakayı ele vermişlerdi çünkü çalınan madenlerin toplam fiyatı, Elon Musk'ın servetinin iki katı. Aklınızın dahi alamayacağı bir rakam... Sizce böyle bir rakamın peşini bırakırlar mıydı?"

 

Kendinden o kadar emin konuşuyordu ki, Damla o an gülmek istedi ama ifadelerini bozmadan, mimiklerini bile oynatmadan işine devam etti.

 

Bu kez başka bir adam, "Peki kaybolan elmasları nasıl açıklıyorsun? Daha iki hafta önce İstanbul'da yapılan bir müzayede soyuldu." diye sordu.

 

"Peki, müzayedenin sahipleri kimlerdi?" diye soruyla karşılık verdi Rauf Karan. Ve hemen akabinde kendi sorusunu yine kendisi cevapladı. "Kerem Zorlu ve Dilara Yılmaz... Kazanılan parayı aralarında paylaşacaklardı ama ortak rakam öyle dolgundu ki ikisinden birinin gözlerini boyadı. Bölününce kalan para gözlerine az geldi ve biri böyle bir oyun oynadı ki bunun altında Dilara'nın olduğundan eminim, Kerem o kadar zeki değil. Geçmiş yıllarda ortaya salınan bu hırsız yalanı herkesin işine geldi, suçu işleyip olmayan o hırsızlara attılar. Söylesenize, madem öyle hırsızlar var, o kadar güvenlik kameralarından hiçbirine bile yakalanmamaları nasıl mümkün oluyor? Polisler, CIA ajanlark... Bu işi araştırıyorlar, kameraları inceliyorlar ama görüntülerde oynama da yok?"

 

Damla kısacık bir an başını kaldırıp Rauf Karan'a bakmaktan alamadı kendini. Neyse ki Rauf Karan masanın etrafındaki adamlara o kadar odaklanmıştı ki onun bakışını fark etmedi. Bu adam kime neyi kanıtlamaya çalışıyordu tam olarak anlayamıyordu ama sözleri, kendini inandırdığı bu cümle öbekleri komedi filmi gibiydi.

 

"Bu kadar başarılı olduğumu zaten biliyordum ama..." diyen Gece'nin sesi kulağına ani bir hızla çarptığında bir an yerinden sıçrayacağını sandı ama neyse ki kendini son anda tutabilmişti. "Duymak iyi geldi." dedi ve ekledi Gece. "Gözlerini kaldırıp kimsenin yüzüne bakma Damla, bu onları anladığını belli ediyor."

 

Damla hiçbir şey söylemeden elindeki şişeyi servis arabasına koyup arabayı iterek odanın bir köşesinde duran iki kızın yanına geçti ve bu kez kızlardan bir başkası arabayı devralıp adamların etrafında dönmeye başladı. Rauf Karan konuşmaya devam ediyordu.

 

"Kahraman Hancı'yı gözünüzde bu kadar büyütmeyin beyler, tilkilerim ofisine girerken hiç zorlanmadılar bile. O sandığınız kadar güçlü değil... Hatta bana kalırsa korkak bile denebilir. Bir ailesi var, karısı ve biri öz ikisi evlatlık üç çocuğu.. ama onları tanıyan bilen gören hiç kimse yok. O kadar korkak ki onları sır gibi saklıyor. Eğer bilinirlerse koruyamayacağının kendisi de farkında çünkü."

 

Sonra gururlanır gibi arkasına yaslanıp her bir adamın tek tek yüzlerine baktı ve "Bir de bana bakın..." diye devam etti. Susmak nedir bilmiyordu cidden. "Oğlumun nerede olduğunu bilmeyeniniz yok, ama hepiniz farkındasınız ki gidip onun kılına bile dokunamazsınız."

 

En başından beri masanın diğer başında oturan ve sessizliğini koruyup yalnızca izlemekle yetinen bir adam vardı. Elindeki kalemi iki parmağının arasında döndürürken sadece konuşmaları dinliyordu. Rauf Karan'ın bu sözlerinden sonra kalemi döndürmeyi bırakıp sertçe masaya koydu ve "Bildiğim kadarıyla..." diyerek girdi söze. "Poyraz Karan'a dokunulmamasının nedeni Yazgı Deha Yaman. Sahi üvey kızın nerede? Methini çok duyduk ama kendisini hiç göremedik, duyduğuma göre sana, adamlarına ve o çok güvendiğin tilkilerine kök söktürüyormuş?"

 

Rauf Karan'ın sinirlendiğini mimiklerinden okuyabiliyordu Damla. Kaşları anlık bir titremeyle çatılmak için savaş veriyor ama Rauf Karan bunu örtbas ediyordu. Boyun kısmındaki damalar belirginleşmişti, doğrudan tam karşısında oturan adama diktiği gözleri o kızgınlık ile alev alev yanıyordu.

 

"Fatih, Fatih, Fatih..." dedi uyarı dolu bir sesle başını iki yana sallayarak. "Siz Altuğluların her şeye burnunu sokma gibi bir huyu olduğunu hep unutuyorum. Sen Yazgı'yı dert edeceğine neden kendi oğluna bakmıyorsun? Aras yirmi yedi yaşında koskoca bir adam ama hâlâ onu aramızda göremedik. Babasının eteklerine saklanmak daha kolay geliyor herhalde."

 

Bu sözleri Fatih denen adamı hiç etkilemedi. Adam yeniden kalemi döndürmeye başlarken "Gördüğünüz gibi önemli olan ailenin açıkta olup olmaması, bilinmesi veya bilinmemesi değil." dedi. Rauf Karan'ı kendi silahı ile vuruyordu. "Rauf Karan, Kahraman Hancı'ya en yakın isim olabilir ama onu zerre kadar tanımadığı ortada. Kahraman Hancı, hiçbir ihaleye böylesi yüksek bir rakamla girmez, çünkü hiçbirinizin bu rakamın çeyreğini bile veremeyeceğini bilir. Ayrıca bir iş adamı için Kahraman Hancı'yı hafife almak demek kendi ölüm fermanını imzalamak demektir. Tıpkı Sadık Koçer'e olan şey gibi."

 

"Tilkilerimin yanıldığını mı söylüyorsun?"

 

"Hayır, tilkilerinin çok fena yanıldığını söylüyorum."

 

Damla konuşmanın bu anından sonrasına odaklanamadı çünkü kulaklığından beyninin içini çınlatacak derecede büyük bir cızırtı gelmişti aniden. Bu kez kendini engelleyemeyip yüzünü acıyla buruşturdu ve elini kulağına götürdü. Neyse ki servis sırası onda değildi ve duvar dibinde dururken masada hararetle konuşan adamların ilgisini hiç çekmiyordu. Çınlama kesildiğinde yüzündeki ifade de değişmişti ama bu kez yüz hatlarına oturan şey endişeydi. Belli etmemeye çalışsa da dışarıda yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu biliyordu çünkü o çınlamadan sonra Gece ile arasında olan bağlantının kesildiğini biliyordu.

 

💎🎭

 

Öte yandan İzel, Gece'nin hazır olun, başlıyoruz demesiyle belindeki küçük çantanın fermuarını açtı ve içinden yıldız uçlu bir tornavida çıkardı. Bulunduğu sokağı kısa bir an kontrol ettikten sonra dizlerinin üzerine çöktü.

 

"Dikkatli ol, otopark koruma kaynıyor..."

 

Gece'nin sesiyle gözlerini devirdi. Otoparkın küçük pencerelerinin dışındaki telleri duvara sabitleyen vidalardan birine tornavidayı bastırıp yavaşça çevirmeye başladı.

 

"Daha kolay bir yol bulamaz mıydın?"

 

"Bulurdum elbette İzel, hatta bulmuştum bile... Yanındaki binadan o binaya halatın üzerinde yürüyerek geçmek daha kolay gelir miydi?"

 

Küçük vidayı tornavida ile biraz gevşettikten sonra sökmeye eliyle devam ederken başını kaldırıp baktı. İki devasa bina... Aralarında fazlasıyla mesafe vardı. Halatın üzerinde yürümek sorun değildi de, uzun sürecek bir yürüyüş olurdu ve zaman şu an onlar için kısıtlıydı.

 

"Bende öyle düşünmüştüm. Vidaları sök ve benden haber bekle, şu an bulunduğun pencerenin altında iki adam var."

 

İzel içinden Gece'nin verdiği emirlere homurdansa da sessiz kaldı ve işine devam etti. Kısa bir sürede dört köşeyi tutan dört vidayı da sökmüştü. Tel, ayaklarının dibine doğru devrildiğinde, yere çarpmadan önce son anda tutabilmiş ve olası bir gürültüyü önlemişti.

 

Tuttuğu nefesini bırakırken "Gece?" diye fısıldadı, Gece'nin onu duyduğunu biliyordu. Kulaklığından önce bir nefes sesi geldi ardından Gece konuştu. "Altındaki dingiller gitmiş, korumaların bir kısmı da sigara için dışarı çıktı. Şu an tam sırası güzelim."

 

İzel elini yeniden çantasının içine attı. Her şey sıralı bir şekilde gözlere yerleştirildiğinden aradığını bulurken hiç zorlanmıyordu, aletleri bulmak için onları görmesine gerek yoktu.

Birkaç saniyede aradığını bulup çantadan çıkardı ve pergelin plastik kısmındaki ince jelatini hızla sıyırdı. Gözleri bir kez daha bulunduğu sokağı kontrol etme gereği görürken, jelatini sıyrılmış plastik kısmı, cama bastırıp açıyı ayarladı. Pergelin uç kısmında sivriltilmiş bir elmas başlık vardı. O başlığın üzerindeki vidayı sıkıp elmasın sivri kısmını cama yasladı. Bu iş çok incelik isteyen bir işti çünkü o elmas yeteri kadar bastırılmazsa camı kesmezdi, fazla bastırılırsa da cam anında tuzla buz olurdu.

 

Ayarladığı açıyla birlikte pergeli çevirmeye başladığında, sivri elmas gerisinde derin bir iz bırakarak merkeze yapışan plastik kısmın etrafında dönmeye başladı. Üç yüz altmış derece döndüğünde başladığı noktaya, kusursuz bir yuvarlak çizerek gelmişti ve camda bir delik açılmıştı. Ortaya çıkan yuvarlak cam parçasını yerinden çıkarıp yavaşça yere bıraktı ve pergeli camdan ayırıp çantanın içine yeniden yerleştirdi. Yapışkan, camın üzerinde iz gibi kalmıştı. Ama önemli değildi. Zaten cama bıraktığı delik yeterince büyük bir izdi...

 

Elini açtığı delikten içeri sokarken "Gece içerisi ne alemde?" diye sordu kulaklığına doğru. Tam bu sırada parmağı pencerenin kilidini bulmuş ve çevirmişti. Pencerenin kanadı kısa bir an düşecek gibi olsa da İzel tuttuğu için düşmedi ve sakince duvara yaslandı İzel tarafından.

 

"Hâlâ korumalarla dolu ama olduğun pencereye yakın değiller. Acele et ve biri gelmeden sız içeri..."

 

Başını salladı İzel, cevap vermesine gerek yoktu, Gece Hancı bir yerlerden onu izliyordu. Belindeki çantanın fermuarını kapatıp yere oturdu ve bacaklarını pencereden içeriye doğru sarkıtıp hızla yerinden kayarak içeri atladı. İki arabanın tam arasına düştüğü için birilerinin onu görmesinin imkânı yoktu. Korumaların birbirleri ile konuşurken çıkardıkları sesler, uğultu halinde dağılıyordu otoparkın içinde ve ayak seslerine karışıyordu. Kimin ne taraftan geldiğini anlamak zordu. Bu yüzden risk almamak için hızla yere uzanıp yuvarlanarak bir arabanın altına girdi.

 

Verdiği derin bir nefesin ardından parmağını kulağına bastırıp kulaklığını düzeltti ve "Gece?" diye fısıldadı. Ama cevap almayı beklerken çok daha farklı bir şey oldu. Kulaklığından gelen ani bir cızırtı sesi beyninin içinde yankılanırken, yüzünü buruşturup başını omzuna doğru yasladı refleksle. Ses kesildiğinde duruşunu düzeltip eliyle kulaklığını bir kez daha kontrol etti ve "Gece?" diye fısıldadı ama hiçbir ses yoktu.

 

İçinden sert bir küfür savururken gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Tam bu sırada bir ayak sesi işitti. Kapalı olan gözlerini açtığında görüş açısına giren bir çift ayakla aldığı nefesi veremeden ciğerlerinde tuttu. Altına saklandığı arabanın kapısı açıldı. Bir süre o kapı açık kaldı ve adam arabanın yanında durdu, ne gitti ne de arabaya bindi. İzel son derece profesyonel bir şekilde kılını bile kıpırdatmadan bekliyordu ama gergindi, adam yere bir şey düşürse ve almak için eğilse göz göze gelmeleri kaçınılmazdı.

 

Neyse ki bu olmadı. Adam kapıyı kapattığında araba sarsıldı. Ardından otoparkın içinde inleyen sesiyle "Furkan..." deyişini duydu İzel. Sonra bir çift ayağın koşa koşa adamın yanına gelişini izledi. "Bana sigara versene benim paket bitmiş..." diyordu Furkan diye çağıran adam. Açıdan dolayı Furkan'ın ceplerini karıştırdığını görebiliyordu. Bir paket sigarayı çıkarıp adama uzattığında birlikte arabadan uzaklaştılar.

 

Rahat bir nefes aldı İzel ve bir kez daha şansını denemek için "Gece?" diye fısıldadı. Ama hâlâ hiçbir ses yoktu, bağlantıları kopmuştu... İyi de nasıl?

 

💎🎭

 

Başarının şans ile alakası yoktur. Azim ve disiplinle ilgilidir başarı. Yetimhaneden şu ana uzanan yirmi beş yıllık yaşamına sığdırdıkları, şansıyla ilgili değildi Gece Hancı'nın. Şans onun sözlüğünde anlamı olan bir kelime bile değildi. Kahraman Hancı'nın ona sunduğu bu hayatın ağır bedelleri vardı, omza bindirdiği ağır yükleri...

 

Gece Hancı başarılı biriydi çünkü bunun için çok çalışmıştı, pes etmeden, gece gündüz demeden sadece çalışmıştı. Şimdi geldiği bu noktada, küçük bir minibüsün arkasındayken ve parmakları klavyenin üzerindeyken kendini dünyaya hükmeden biri gibi hissediyordu. Güç onun ellerindeymiş gibi... Herkesi ayakta uyutmak ve yüzlerce tehlikeli görevden, bir kez bile yakalanmadan alnının akıyla çıkmak ona bunu hissettiriyordu. Bu görev de tehlikeliydi evet ama altından kalkacaklarını bilmenin rahatlığı üzerindeydi, her ihtimali hesaplamışlardı. Her tehlikeyi önceden saptayıp ona göre önlem almışlardı.

 

Ya da onlar öyle sanıyordu...

 

Yaptığı tüm ayarlamalarla birlikte, artık hazır olduklarında bunu kızlara duyurdu. Önünde açık duran üç farklı monitör vardı ve ekranları onlarda parçaya bölünen monitörlerden her bir köşeyi görebiliyor, adım adım kızları takip ediyor, direktifler veriyor, öte yandan da Damla'nın üzerindeki kayıt cihazından toplantıda konuşulanları dinliyordu.

 

Ne aptal adamdı şu Rauf Karan, girdiği sidik yarışında en taşaklı rakinini hafife alıyordu. Hayatının hatasını yapıyordu, o toplantıdaki herkes de bunu biliyordu Gece'nin düşüncesine göre.

 

Ama kabul etmesi gerekirdi ki görevde çaldıkları eşyalara bulduğu kulp işlerini kolaylaştırıyordu.

 

Her şey tıpkı planladıkları gibi giderken asla planlarında olmayan bir şey oldu. İçinde bulunduğu minibüsün kapısı birden açıldı ve daha Gece kulaklıklarını çıkarıp arkasını dönemeden ensesine biri sertçe vurdu. Öyle hızlı gelişmişti ki her şey, Gece Hancı'nın ne kendini savunacak vakti olmuştu ne de aldığı darbenin şiddetine direnecek direnci. İlk saniye sadece basit bir baş dönmesi gibi görünse de o darbenin yan etkisi, ikinci saniyede gözleri kararmaya başlamıştı ve hemen akabindeyse bilinci yavaşça terk etmişti onu, yığılmıştı klavyelerin üzerine ve İzel ve Damla ile olan bağlantısı tam o noktada kopmuştu.

 

💎🎭

 

İzel derin bir nefesi daha içine hapsedip Pekâlâ... diye geçirdi içinden. Bu noktadan sonra geri dönüş yoksa, ilerlemek zorundayım...

 

Planın konuştukları her bir ayrıntısı, sırayla zihninin duvarlarına yansımaya başladı, ne yapması gerektiğini biliyordu, sadece ne zaman yapması gerektiğini bilmiyordu İzel. İlerlediği her adımda önünün temiz olup olmadığını Gece söyleyecekti ama şimdilik Gece olmadığına göre zamanı da kendisinin saptaması gerekiyordu. Tanrı aşkına, görevin zorluğunun üzerine bu denli bastırırken, birden nereye kaybolmuştu bu adam? Damla ne durumdaydı acaba?

 

Dudaklarını ve burnunu elmacık kemikleriyle birlikte saran maskesini düzeltip son kez şansını denemek adına, "Sorun her neyse hemen halletsen iyi edersin Gece, yoksa buradan cidden cesedimiz çıkacak." dedi. Bedenini ikinci bir deri gibi saran tulumunun başlığı daha şimdiden başını ağrıtmaya başlamıştı.

 

Harekete geçmeden önce son kez etrafı kontrol etti. Uzaklardan gelen ayak seslerini işitse de şimdilik yakınlarında kimse yok gibi görünüyordu. Sigara molasına çıktı yarısı demişti Gece. Moladakiler geri gelmeden otoparktan çıkmalıydı.

 

Yana doğru kayarak arabanın altından çıkıp dizlerinin üzerinde doğruldu ve arabanın kenarından bir kez daha otoparkın içine baktı. Korumalar, sezdikleri bir tehlike olmadığından gayet rahat bir tavır ile birbirleriyle sohbet ediyorlardı. Sayabilmesi mümkün değildi ama ön tarafta en az otuz adamın olduğundan emindi.

 

Bakışları diğer tarafa döndü. Merdivenlerin başladığı noktayı gördüğünde rahatladığını hissetti. Gece değildi belki ama en azından şansı yanındaydı. Arabanın onu gizlediğinden emin olacağı bir şekilde eğilerek arabanın arkasına dolanıp korumalardan uzaklaşmaya başladı. Bu noktadan sonra çok dikkatli olması gerekiyordu çünkü yakalanırsa bir şansının olmayacağı bir konumdaydı.

 

Gür bir kahkaha sesi, merdivenlerden otoparka taştığında ve birden fazla kişiye ait olduğu belli olan ayak sesleri zemini dövmeye başladığında İzel açıktaydı. Zemine önce gölgeleri düştü. Gölgelerini bedenleri takip edemeden, İzel hızla yan tarafında bulunan kolonun arkasına gizledi bedenini.

 

Ona söylenen merdivenlerin boş olacağıydı, en üst kata merdivenlerle çıkacaktı. Sinir, kan dolaşımına karışıp bedenini yavaş yavaş esareti altına alırken parmakları depreme maruz kalan binalar gibi avuçlarına göçtü.

 

Tanrı aşkına bu Gece neredeydi? Böyle bir görevde hangi kafayla yalnız bırakıyordu onları?

 

Sessizce adamların geçmesini bekledi. Beklerken aralarında dönen muhabbeti dinledi belki işine yarayacak bir bilgi duyar diye.

 

"Amına koyayım biz niye merdivenleri kontrol ediyoruz? Hangi salak protokol kısmına çıkmak için merdivenleri tercih eder ki?" Diye hayıflanıyordu biri. Gözlerini devirdi İzel. Tam olarak böyle düşünüyorsunuz diye merdiveni tercih ediyoruz zaten diye cevap verdi adama kendi içinde.

 

Bir başkası "Musa itinin adamlarının bok yemesi işte. Üstünlük taslamaya çalışıyor orospu çocukları." diyerek devam etti konuşmaya. Zaten dokuz kodomanın adamları arasındada bir rekâbet olmasa şaşırırdı genç kız.

 

En önde duran ve bakışları doğrudan iler bakan bir adam diğerlerine nazaran daha sakin bir sesle "Siktir edin..." diye mırıldandı. "Tilkiler zaten yerlerinde, kimse buraya girmeye cesaret edemez. O yüzden kontrol ediyormuş gibi yapın iki oyalanın geri dönün bir dahakine."

 

Bingo!

 

Adamlar merdivenleri doğru düzgün kontrol etmiyordu.

 

Ve yine Bingo...

 

Kontrol etmemelerinin nedeni tilkilerin yerlerinde olmasıydı. Pekâlâ buradan tilkilerin merdivenleri de kontrol ettiği anlamı çıkarılabilirdi o zaman.

 

Ve bu kesinlikle iyi bir haber değildi...

 

Adamlar kendi aralarında konuşarak genç kızın yanından geçip gittiklerinde İzel düşünüyordu. Ne yapması gerekiyordu bu noktada? Pek fazla seçeneği yoktu, hatta hiç seçeneği yoktu. İlerlemek zorundaydı. İlerlerken onlardan biriyle karşılaşmamak için dua etmekten başka bir şansı yoktu ve karşılaşırsa da en iyi bildiği şeyi yapacak ve kaçacaktı.

 

Hızlı adımlarla bir yandaki kolonun arkasına geçti. Merdivene kadar üç kolon daha vardı, sonra birkaç metrelik açıklığın ardından merdivene adım atmış olacaktı. O açıklıkta görülmeden geçtiği sürece, bir noktaya kadar işi kolaydı.

 

Son kez ön tarafta toplanmış olan gruba bakıp kalan üç kolonu gayet rahat bir şekilde, duraksamadan geçti ve sonuncu kolona geldiğinde durup sırtını soğuk duvara yasladı. Bir adım sonrası karanlıktan çıkışı ve merdivenden yayılan beyaz ışığa adım atışı demekti.

 

Gözleri bulunduğu noktadan adamlara kaydı. Onlardan bir hayli uzaklaştığı için artık herkesi göremiyordu. Ellerini dizlerine yaslayıp öne doğru eğildi ve arka arkaya birkaç kez derin bie nefes aldı.

 

"Tamam..." diye fısıldadı kendi kendine. "Hızından şüphe etme İzel. Bunu yapabilirsin..."

 

"Düşündüğünden çok daha güçlüsün İzel." diye bir ses yankılandı zihninde. Tanıdık bir ses ve tanıdık bir his... İzem oradaydı.

 

"Düşündüğümden çok daha güçlüyüm."

 

Kalbinin yavaş yavaş kan yerine adrenalin pompalamaya başladığını hissediyordu. Gerginlik tüylerinin havaya dikilmesine neden oluyordu. Bu iyiydi. Gerginlik algıları açar, olayları daha geniş çerçeveden görmeyi sağlardı.

 

Bakışlarını adamlardan çekti ve sırtını kolondan ayırmadan kolonun diğer tarafına doğru geçti. Şimdi adamlar görüş açısından tamamen çıkmıştı ve genç kız basamaklarla bakışıyordu.

 

Son kez derin bir nefes alıp ilk adımı attı, bacaklarına yüklenip hızla koşmaya başladı. Yalnızca birkaç metre ve birkaç adımdan ibaretti bu ve bir saniye bile sürmemişti. Merdivene ilk adımını attığı an durup fark edilip edilmediğini dinlemek gibi bir aptallık yapmadı ve hızını düşürmeden basamakları tırmanmaya başladı. Geçtiğini gördülerse bile gelip baktıklarında hiçbir şey bulamamak onları gördüklerinin sanılgıdan ibaret olduğuna ikna edecekti muhtemelen. Ya da tilkilere haber vereceklerdi...

 

Üçüncü kata ulaştığında artık bacakları yanmaya nefesi boğazında tıkanmaya başlamıştı ama durmak gibi bir lüksünün olmadığının farkındaydı. Gece olsaydı böyle olmayacaktı onun da farkındaydı. O İzel'e önden haber verecekti önünün temiz olup olmadığını ve İzel ona göre temkinle çıkacaktı bu basamakları. Ama arkasından birinin gelmediğinin garantisi yoktu ve önü şu anlık boştu,bu yüzden koşup ilerlemekten başka şansı yoktu.

 

Altıncı kata çıktığındaysa adımları iyiden iyiye dolanmaya başlamıştı. Merdiven tırmanmak dümdüz koşmak gibi olmuyordu. Kısa bir an durdu, buna ihtiyacı vardı. Eli duvara yaslanırken derin derin nefeslerle soluklanmaya çalışıyordu ama ciğerlerini acıtıyordu bu. Kalbi öyle hızlıydı ki atışlarını tüm bedeninde hissediyordu. Vücut ısısı çok artmıştı, ensesi ve yüzü yanıyordu. Başında, vücudunu isyan ettiren bir uğultu vardı.

 

Nefesleri bir nebze de olsa düzene girdiğinde ve kalp atışları doğru ritimle atışlarına devam etmeye başladıklarında elini duvardan çekip yeniden basamaklara yöneldi ama daha ilk adımı atamadan bir gölge üzerine devrildi genç kızın.

 

Gerginlik bir kez daha ve hiç olmadığı kadar sert bir şekilde bedenine çarptığında bakışlarını yavaş yavaş en üst basamakta duran kişiye çevirdi. Görüş açısına ilk önce siyah, uzun, bağcıkları sımsıkı bağlanmış çizmeler girdi. O çizmeler ince bacakları sımsıkı sararak diz kapağının hemen altına kadar uzanıyordu. Ardındansa siyah taytı andıran bir tulum başlıyordu. İzel'inkine benzeyen bir tulum... Tek fark genç kızın tulumu daha çok deriyi andıran bir kumaşa sahipken onunki düz parlak bir kumaştı.

 

İncecik belini saran kalın bir kemerin üzeri, değişik şekillerde bıçaklarla doluydu ve iki kenarında birer silah asılıydı. Ürkütücü bir izlenim verdiğini kabul etmek gerekiyordu. İzel'in bakışları daha da yukarı tırmandı, tulumu boynunu sardığı noktada bitiyordu. ve devamında gördüğü şey, ateş gibi rengi olan bakır rengi kısa küt saçlardı. Beyaz ten, kemikli, hatları belirgin bir yüz, düzgün burun, dolgun dudaklar ve kısık ve sinsi bakan gözler... Gözlerindeki bu bakışın etkisini artırmak için keskin ve belirgin bir eyeliner çekilmişti.

 

Bu kadın resimde gördüğü kadınlardan biriydi, tilkilerden biri...

 

"Bakın burada kim varmış..." dedi alaylı bir sesle. O ses tonu ve bakışlar, karşısındaki kişiye bir fareymiş gibi hissettirecek kadar etkiliydi. Ama İzel öyle hissetmedi. Aksine ne kadar gergin olursa olsun kriz anlarında sakinliğini korumayı çok küçük yaşlarda öğrenmişti.

 

Maskesi yüzünün gizliliğini korurken duruşunu dikleştirip korkusuz gözlerle baktı karşısındaki kadına. Kaçmak için doğru anı kolluyordu. Bir merdiven alta inip kapıdan koridora çıkacak oradan da izini kaybettirecekti. Sadece doğru anı beklemesi gerekiyordu.

 

Kadın başını omzuna doğru yatırıp "Küçük bir tavşancık... Bir tilkinin en sevdiği şey..." dedi dudaklarındaki sinsi gülümsemeyle.

 

(Belgesel mi çekiyoruz karşiimm djkzbxkxbkzbx)

 

Ardından eli kulağına doğru gitti. İzel ancak o zaman fark etti kulağındaki kulaklığın boynuna doğru uzanan kablosunu. Diğerlerine haber verecekti. Pekâlâ birinden kaçabilirdi ama hepsinden... Gerçekçi olmak gerekirdi, Gece'nin sözlerini kulak ardı etmemek...

 

"...bu kızlardan kaçamazsınız. Sen bile İzel" demişti Gece.

 

O kulaklığına dokunamadan, "Ne o?" diye sorarak onun duraklamasına neden oldu İzel. "Korkuttum mu seni?" Tilkinin elini kulağından indirmesi doğru yolda olduğunu gösteriyordu. Devam etti İzel. "Sizi daha farklı anlatmışlardı, daha cesur ve daha güçlü..." Gülüp başını iki yana sallayarak baştan aşağı aşağılayıcı bir ifadeyle süzdü kadını. "Ama görüyorum ki hepsi şişirilmiş abartıdan başka bir şey değil."

 

Tilki, yüzündeki sinsi gülüşü korumaya çalışsa da hatlarına dolan sinirden egosuna darbe indirdiğini biliyordu İzel. Gözlerini kaçırmadan karşısındaki kadının yüzüne bakarken göz ucuyla görebildiği kadarıyla merdivenleri tartıyor, adımlarını hesaplıyordu aklında.

 

"Tanıdık cümleler... Sadece daha uzun ve altı boş... Söylesene Yazgı Deha Yaman da buralarda bir yerlerde mi?"

 

Yazgı Deha Yaman mı? O da kimdi?

 

İzel daha tilkinin neyi kastettiğini anlayamadan ikisinden bağımsız bir ses aralarına yayıldı. "Tam arkanda..." dedi o ses ve bir anda tilkinin boynunu bir kol sardı. Tilki ilk an bocalasa da kendini çabuk toparladı ve hamlesini yapmak için harekete geçti ama onu kıskacı altına alan kadın ondan daha çevik ve hızlıydı. Hızla tilkiyi duvara doğru itip bedeninin duvara çarpmasına neden oldu. Tilki hamlesine odaklandığı için duvardan gelecek darbeyı önleyecek bir şey yapma fırsatı bulamamıştı. İzel gözlerini iri iri açmış saniyeler için değişen olaylara yetişmeye çalışıyordu. Ne lanet bir görevdi bu böyle!

 

Fırsattan istifade etmek istedi, tam yana doğru bir adım atacak ve merdivenlere ilerleyecekti ki "Yerinde olsam bunu yapmazdım..." diyen bir kadın sesi daha işitti. Ama bu ses bulundukları ortamdan değil, kulaklığından gelmişti.

 

Sikerler...

 

Neler oluyordu böyle?

 

Kulaklığından gelen ses konuşmaya devam etti. "Alt koridorda beş, üst koridorda dört kızıl sürtük var, o koridora girersen seni çiğ çiğ yerler."

 

İzel derin bir nefes aldı. Biraz önce korumayı başardığı o sakinliğini korumak artık çok zordu. Koca bir bilinmezin ortasında gibi hissediyordu kendini, bir labirentin içinde kaybolmuş gibi. Şu noktada ne yapması gerekiyordu? Kulaklığında konuşan bu kadın kimdi ve Gece neredeydi? Başına ağrılar giriyordu genç kızın. Her şey nasıl böyle çığrından çıkmıştı.

 

"Sen kimsin?" diye sordu sabit tutmaya çalıştığı sesiyle. "Bu bağlantının ucundaki adam nerede?" diye ekledi isim vermeden. Gerçi isim verse ne olurdu vermese ne o da tartışılırdı. O kadın Gece'nin yanındaysa yüzünü çoktan görmüş olmalıydı.

 

İzel'in gözleri kısa bir anlığına merdivenin başında tilkiyle boğuşan kadına kaydı. En azından hâlâ boğuştuklarını görmeyi falan bekliyordu ama gördüğü şey bambaşka bir şey oldu. Merdivenlerden yuvarlanmaya başlayan bir beden... Üzerine doğru un çuvalı misali yuvarlanan bir beden... Hızla kenara çekilip olası bir çarpışmadan son anda kurtuldu. Tilkinin bedeni duvara çarparak durmuştu. İzel gözünü bile kırpmadan bakıyordu bu manzaraya ama bakmamış olmayı dilerdi. Çünkü tilkinin kafasının duruş açısı... Çok tuhaftı. Gözleri açıktı ve bedeni... Kesik kesik titremelerle sarsılıyordu. Sanki... Sanki ruhu bedenini terk ediyormuş gibi. Sanki ölüyormuş gibi...

 

Sankisi fazlaydı, Boynu kırılmıştı ve gerçektende ölüyordu o kadın. Dehşete düştüğünü hissetti. Hemen ayaklarının dibinde gerçekten bir ceset vardı. Henüz yeni ölmüş, belki de hâlâ bir miktar hayatı içinde taşıyan bir beden...

 

"Gözlerini dikip öylece bakmak onun varlığını yok etmeyecek, o yüzden bakmayı kes."

 

Duyduğu sesle gözlerini zar zor o bedenden ayırdı İzel. Merdivenlerden gayet rahat inen kadına çevirdi bakışlarını. Uzun boylu zayıf bir kadındı. Uzun, düz, koyu kahverengi saçları tepesinde sıkı bir atkuyruğu şeklinde toplanmıştı. Yüz hatları sert değildi, çene hattı belirgin olsa da elmacık kemikleri çıkık değildi. Dolguyla doldurulmuş gibi duran ama doğal olduğu her halinden belli olan dolgun dudakları ve hafif kemerli burnu vardı. Bunlar onu tehlikeli göstermekten çok, üzerindeki sportif kıyafetleri çıkarıp yerine güzel bir gece elbisesi giyse zarif gösterirdi.

 

Başta ondan yayılan bu auranın ne olduğunu anlayamadı İzel ama gözlerine baktığında gerçek orada yatıyordu. Yeşile çalan ela gözleri ölüm kadar soğuk bakıyordu ama o soğukluğu yarıp geçen bir ateş de vardı. Bu iki tezatlığın doğurduğu ifadenin adı tehlikeydi. Avını yakalamaya hazır bir avcıdan ziyade avını çoktan yakalayıp paramparça etmiş bir avcı gibi bakıyordu.

 

(Niye bu betimlemeyi kadar uzattığımı soracak olursanız... Çünkü o Yazgı... Çünkü o benim bebeğim bskzbxkbxnx)

 

Tilkinin yaydığı etkiden çok daha fazlasını, çok daha güçlüsünü yayıyordu.

 

"Pekâlâ..." diyerek düşüncelerini sert bir darbeyle bölen şey kulaklığından gelen ses oldu. İzel o an bakışlarını ondan çekip yeniden sese odaklandı. Ayağının dibinde yatan cesede bakmamaya çalışıyordu. "Sizi oradan nasıl çıkarabiliriz bakalım..." dedi kulaklığından konuşan kadın.

 

Hızlı düşünmesi gerektiği, bir çözüm bulması gerektiğini biliyordu İzel ama öyle bir durumun içinde yapayalnız kalmıştı ki; nasıl bir atak, nasıl bir hamle yapması gerektiğini bilemiyordu. Üstelik Damla da içerideydi ve onu burada bırakamazdı.

 

Gece'ye ihtiyaç duyuyordu...

 

Refleksle elini kulağına götürdü bu kez, "Bu bağlantının ucundaki adam nerede?" dedi biraz öncekine nazaran daha sert ve baskın bir sesle.

 

Bir nefes sesi işitti. "Çok sert vurmadım ama arkadaşın fazla narin olacak ki şak diye bayılıverdi."

 

"Ne? Ya da hayır... Siz kimsiniz?"

 

"Sanırım aynı şeyi bizim sormamız gerekiyor..."

 

Bunu söyleyen yanındaki kadındı. İzel tek kaşını kaldırıp baktı kadına. Biraz önce birini öldürmüş olması, ondan çekinmesine neden olmalıydı belki de ama şu an beyni bunu idrak edemeyecek kadar doluydu. Yaşanan hiçbir şeyi idrak edemiyordu ki, her şey fırtınaya maruz kalmış gibi oradan oraya savruluyordu.

 

Yine de hissettiği bu çaresizliği karşısına belli etmeye niyeti yoktu İzel'in. Ne olursa olsun güçlü olmak zorundaydı. Plandan bağımsız gerçekleşen bir şeyler, tutunduğu ipi kaçırmasına neden olmuş olabilirdi ama o tutunacak başka bir şeyler bulabilirdi. Bulmak zorundaydı.

 

"Buradaki adamlardan birine çalışmıyorsun, öyle olsaydı onu öldürmezdin." dedi İzel yerde yatan kadını işaret ederek. Ardından devam ettim. "Ya da beni şimdiye çoktan paket etmiştin. Hattın ucundaki kadın da bizi buradan çıkarmaktan bahsediyor... Arkadaşımı bayılttınız ve görevim her an çöp olabilir. Bence kim olduğunu söylemesi gereken sizsiniz."

 

Kadın bıkkın bir nefes alıp burun kemerini sıkarken "Tebrikler Einstein, beynini kullanabildiğini kanıtladın." dedi ve duruşunu dikleştirip sıkıldığını belli eden bakışlarla "Eğer müdahale etmeseydik çöp olan sadece görevin olmayacaktı Küçük Kız. Tüm İstanbul'u patlatmak üzereydiniz." dedi mevcut durumu açıklamak için ama sözlerin taşıdığı anlamlar daha çok akıl karıştıran cinstendi.

 

Tüm İstanbul'u patlatmak mı? Kafayı mı yemişti bu kadın?

 

"Ne demek tüm İstanbul'u patlatmak üzereydiniz?" diye sordu. Hayatında hiç kendini bu kadar aptal hissettiği bir an daha olmamıştı. Nereye elini atsa bilmediği bir noktaya tutunuyor, kaçırdığı o ipin yerini dolduracak işe yarar bir şey bulamıyordu. Ve bu kadar şeyi bilmemek, beynini kullanamıyormuş gibi hissetmesine neden oluyordu.

 

Yazgı İzel'i duymazdan gelip bakışlarını genç kızdan çekti ve yukarı kaldırıp bir köşeye baktı. "Kimseyle uğraşmak istemiyorum Maya, buradan en olaysız şekilde nasıl çıkabiliriz?" diye sorarken sesi gerçekten tahammülsüz ve sıkılmış geliyordu kulağa. İzel onun baktığı yere baktığında kamerayı gördü.

 

Kimse onun soruları ile ilgilenmiyor, o yokmuş gibi davranıyorlardı. Kulaklığından kulağına, parmakların klavyenin üzerinde hızla dolanan sesi doldu. Ardındansa Yazgı'nın Maya diye hitap ettiği kadın konuştu. "Uğraşmama ihtimalin yok Yazgı, her yer adam dolu, ayrıca biraz daha orada kalırsanız eksilttiğin o kızıl sürtüğün yokluğu fark edilecek ve kontrole gelecekler. Otoparka inmeniz taraftarıyım, en güvenli çıkış orası. Kızıl sürtükler seni tanıyor, o yüzden saldırırken son derece vahşi olacaklardır ama adamları bilirsin. İşler ciddiye binene kadar asla ciddiye almazlar ve genelde işler ciddiye bindiğinde de nefes alıyor olmazlar."

 

"Pekâlâ..." dedi Yazgı ve İzel'in yanından geçip yerde yatan cesedin yanında tek dizinin üzerine çöktü. İzel'in bakışları onu takip ediyordu. Yazgı'nın tilkinin kemerini çözdüğünü, ardından tilkiyi iterek kemeri alıp kendi beline taktığını gördü. Ve silahları sırayla çıkarıp ustaca şarjörlerini kontrol edişini...

 

Buna şaşırmamalıydı. Birini rahatça öldürebilmesi bunu daha önce sıkça yaptığını gösteriyordu. Belki de kiralık bir katildi. Başını iki yana sallayıp bu düşünceleri kenara itti. Onun öldürdüğü birini kendine dert edinecek değildi, bu onun sorunuydu. Bunları düşünerek vakit de kaybetmemeliydi. Bir an önce şu lanet görevi bitirip buradan defolup gitmelilerdi.

 

Yazgı, aşağı inen merdivenlere doğru ilerlediğinde İzel olduğu yerde kalıp peşinden gitmedi. Onlar onu duymazdan geliyorlarsa o neden onları dinleyecekti ki? Aksine o da yukarı çıkan merdivenlere yöneldi. Söylediği gibi, Damla'yı burada bırakmazdı. Dört beş basamak çıkmıştı ki, onun peşinden gelmediğini fark eden Yazgı durup ona baktı ve "Ne yapıyorsun Küçük Kız?" diye sordu sinirli bir sesle. İzel durup omzunun üzerinden ona baktı, tek kaşı bir kez daha havalanmıştı. "Seninle geleceğimi ya da size güveneceğimi size düşündüren ne bilmiyorum ama benim buraya bir geliş amacım var, ayrıca içeride bir arkadaşım var. Görevi tamamlamadan ya da arkadaşımı almadan burdan çıkmayacağım. Sen istersen gidebilirsin ama giderken lütfen arkadaşına söyle, arkadaşımı ayıltıp minibüsü terk etsin. Ne siz bizi gördünüz ne de biz sizi..."

 

Bu söyledikleri kendi kulağına bile saçmalıktan ibaret gibi geliyordu ama o noktada yapabileceği bir şey de yoktu, yeterince vakit kaybetmişti. Ve bu görevin en önemli ayrıntısı zaman ayarıydı. Şu anda sikilmiş durumda olan zaman ayarı...

 

"Buradan bensiz sağ çıkamazsın Küçük Kız."

 

Öyle mi dersin diye düşündü İzel, ama cevap vermeden yoluna devam etti. Ayrıca niye sürekli Küçük Kız deyip duruyordu bu kadın? Görünüşünden aralarında pek de yaş farkının olmadığı anlaşılıyordu. Taş çatlasın yirmi beş yaşındaydı.

 

"Hey beni dinle..." dedi kulaklığındaki kadın. "Yazgı yakalansa bile onu öldüremezler, ama seni gözlerini bile kırpmadan öldürürler. O yüzden inadı bırak ve Yazgı'yı takip et Küçük Kız..."

 

İzel o an saçları açıkta olsaydı parmaklarıyla saçlarını bile yolabilirdi. Öyle bir sinir harbine maruz kalıyordu tam o anın içinde. Bakışları hışımla kameraya kaydı. Sanki kameraya baktığında o kadınla göz göze gelecekmiş gibi...

 

"Bana küçük kız demeyi kesin!" dedi önce, sesi farkında olmadan yüksek çıkıyordu, olması gerekenden fazla yüksek... "Buradan çıkmak için size ihtiyacım yok, hiç kimseye yok, siz gelip olayın içine sıçana kadar her şey yolundaydı. Şimdi sen, o sikik kıçını o koltuktan kaldırıp arkadaşımı ayıltıyor ve sik..."

 

Cümlesini tamamlayamamıştı İzel. Çünkü birden kolundan tutularak çekilmiş ve çıktığı basamaklardan düşüp duvara doğru savrulmuştu. Gözlerinin perdesine yansıyan görüntüde, merdivenin başında kızıl saçlı bir kadın vardı. Bir başka tilki... Görüş açısının bir kısmını kapatan Yazgı'nın, hızla elini beline götürüp kemerdeki bıçaklardan birini çevik bir hareketle çıkardığını ve çıkardığı gibi ileri doğru savurduğunu gördü. Yıldızı andıran tuhaf, dört köşeli bıçak havada döndü döndü ve bir saniyeden çok daha kısa bir sürede tilkinin boynuna saplandı. Bunu beklemeyen tilkinin yüzündeki alaylı gülümseme dondu kaldı. Elleri boğazına sarılırken kan, çoktan parmaklarının arasında sızmaya başlamıştı. Nefes almaya çalıştı ama bu kanın ağzına dolmasından başka bir işe yaramadı. Dudaklarının kenarından kan sızmaya başlarken öne doğru sendeledi ve boşluğa gelen ayağıyla birlikte merdivenlerden yuvarlanmaya başladı.

 

Bu İzel'in aynı manzarayı ikinci görüşüydü. Sadece tek bir farkla... Bu kez yuvarlanan beden, ardından kanlı bir yol çizerek düşüyordu merdivenin basamaklarından.

 

Ceset tam yanında durduğunda açık duran donuk gözleriyle kısa bir an bakıştı. Bu bakışmayı kesen şey ona uzanan bir eldi. Gözlerini zar zor ayırdı, artık ruhu bedenini terk eden bedenden ve elin sahibine çevirdi. Yüzünde bilmiş bir ifadeyle kaşları kalkmış bir vaziyette ona bakıyordu Yazgı. "Ne diyordun?" diye sordu.

 

İzel ona uzanan eli tutmadan kendi kalktı yerden ve bir an bakışları duvara kaydı. Başının bir karış kadar üstünde duvara saplı halde bir bıçak duruyordu. Tilkinin boğazına saplı halde olan bıçağın aynısından. Gerçekle yüzleştiği o noktada bu kez bakışlarının radarı merdiven basamağına kaydı, düşmeden önce durduğu basamağa... Eğer Yazgı tarafından çekilmeseydi, o bıçak şu an duvarda değil İzel'in boynunda olacaktı. Şu an yerde ölmüş bir vaziyette yatan kişi tilki değil, İzel olacaktı.

 

Bu genç kızın yutkunmasına neden oldu. Gerginlikten kaynaklı ensesinde hafif bir yanma baş gösterirken en çok ihtiyaç duyduğu şey gerçekleşti o an. Felaketler neden mucizelerle birlikte gelirdi ki?

 

"İzel..." dedi kulaklığından bir ses... Gece'nin sesiydi. Buğulu, boğuk gelen sesinden yeni yeni kendine gelmeye çalıştığı anlaşılıyordu. "İyi misin güzelim?"

 

Hayatında belki de hiç almadığı kadar rahat bir nefesi tam o anda aldı İzel, hiç olmadığı kadar Gece'nin varlığına şükretti.

 

"İyiyim... İyiyim ben. Sen nasılsın?"

 

"Kafamın içinde filler çiftleşiyor sanki..."

 

Bu cevabı beni güldürürken başka bir ses araya girdi.

 

"Abartma, ben çok hafif vurdum. Sen fazla çıtkırıldım çıktın."

 

Gece bunu duymazdan geldiğini "Damla..." diyerek belli etti. "Ne durumdasın? İyiysen derin bir nefes aldığını duymalıyım güzelim, değilsen de öksür." Damla'nın derin bir nefes alışını İzel de duydu. Göreve başladıklarından beri bu Damla ile ilk temasıydı. "Selam civciv..." dedi kulaklığa doğru. "Sormadın ama bende iyiyim."

 

İşin tamamen alayındaydı o anda. Damla'nın güldüğünü biliyordu.

 

"Bir dakika, bir dakika..." diyerek araya giren Yazgı oldu. "Bahsettiğin içeride olan arkadaşın... Konuşamadığına göre... Toplantı odasına mı sızdı?"

 

"Evet?" diye cevap veren Gece oldu. Sesi soru işaretleriyle doluydu çünkü Yazgı'nın ses tonundan hoşlanmamıştı. Hoş planlarının bu şekilde paramparça olmasından da hoşlanmamıştı ama şu anlık yapabileceği bir şey yoktu. O kadının İzel'in hayatını kurtarışını kendi gözleriyle gördükten sonra, en azından dereyi geçene kadar ayıya dayı deme taraftarıydı.

 

"Servisçi kız olarak mı sızdı?" diye sordu bu kez Yazgı, ama cevabı zaten biliyordu. O toplantıya başka türlü sızmanın imkânı yoktu.

 

Bir kez daha "Evet?" diye cevap verdi Gece. Şimdi İzel de merakla Yazgı'nın yüzüne bakıyordu.

 

"Sadece merakımdan soruyorum. Toplantı bitiminde o kodoman piçlerin servisçi kızlara neler yaptıklarını biliyor musunuz?"

 

Bu kez cevap veren biri olmadı ama bu sessizlik zaten en büyük cevaptı.

 

"Bende öyle düşünmüştüm..." dedi bunun üzerine Yazgı. Ardından ekledi. "Öldürmek ve kalıcı hasar vermeksizin, aklınıza gelebilecek her türlü pisliğe alet ederler kızları. Her türlü fantezilerini onların üzerlerinde denerler. Kobay gibi kullanırlar onları..."

 

Bomba etkisi yaratan bu sözleri Damla da duymuştu. Kalbi korkuyla kasılırken masanın etrafını saran adamlarda gezindi gözleri. İlk an onu taciz eden adamın sürekli imalarla ve iğrenç sırıtmalarla bakıp durmaları şimdi anlam kazandı. Toplantı bitiminde yapacağı şeyleri düşünüyordu çünkü. Dışarıda ne olduğuna dair hiçbir fikri yoktu Damla'nın ama bildiği tek bir şey vardı, o da toplantının bitmek üzere olduğuydu.

🎭💎

Loading...
0%